Konu Başlıkları: Lanet
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 02 Mayıs 2011, 19:23   Mesaj No:6

HakikaT

Medineweb Aktif Üyesi
HakikaT - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:HakikaT isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 10886
Üyelik T.: 04 Ekim 2009
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Memleket:ArzdaN SeMaYa ÜmmeTiN OlmaK İçiN DuaDayıM...
Yaş:37
Mesaj: 203
Konular: 22
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Lanet

Alıntı:
müslümanlardan Üyemizden Alıntı Mesajı göster

Birde kıyamette ki şefaat SADECE ALLAH A aittir.KIYAMETTE Kİ ŞEFAATLE İLGİLİ AYETLERE BAKIN VE BİDE HAKİKAT ARKADAŞIM ŞEFAAT NEDİR..

Zuhruf Suresi 86. ayet

O’nu bırakıp da (kendisine) yalvarageldikleri şeyler, şefâate sâhib değillerdir; ancak(yakinen) bilerek (ve îmân ederek) hakka şâhidlik edenler müstesnâ.(2)


Mü’min Suresi 18. ayet


Yaklaşan gün hususunda onları uyar! Çünkü o onda dehşet içinde yutkunurken yürekleri ağızlarına gelmiştir. Zalimlerin ne dostu ne de sözü dinlenir şefaatçısı vardır...

Sebe’ Suresi 23. ayet


Allah'ın huzurunda, kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez. Nihayet onların yüreklerinden korku giderilince: Rabbiniz ne buyurdu? derler. Onlar da: Hak olanı buyurdu, derler. O, yücedir, büyüktür.

Bismillâhirrahmânirrahîm


Âyet-i kerimeye göre; Allah'ın huzurundaki şefaat, devrin imamının şefaatidir. Şefaat, günahların sevaba çevrilmesidir. Nisa Suresinin 64. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ, bu şefaati, Allah'ın mağfireti olarak anlatıyor:

4 / NİSÂ - 64: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi). Ve lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfera lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben rahîmâ(rahîmen).

Ve Biz, (hiç) bir resûlü, Allah'ın izniyle kendilerine itaat edilmesinden başka birşey için göndermedik. Ve onlar nefslerine zulmettikleri zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah'tan mağfiret dileselerdi ve Resûl de onlar için mağfiret dileseydi, mutlaka Allah'ı, (iki tarafın da) tövbelerini (onların tövbesini ve Resûl'ün mağfiret talebini) kabul eden ve rahmet edici olarak bulurlardı.

Allahû Tealâ, Allah'a ulaşmayı diledikleri zaman sahâbenin günahlarını örtmüştür. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in talebi üzerine de bu âyet-i kerimeye göre sevaba çevirmiştir. Ama kişiler tâbî olmasalardı, kendi kendilerine günahlarının affedilmesi için talepte bulunsalardı bir kısım günahlarını Allah belki affederdi, belki etmezdi.

Allah'ın huzurunda, sadece kendisine izin verilen kişinin yani Devrin İmamı'nın şefaati söz konusudur. O da ancak kişinin irşad makamına ulaşıp önünde tövbe etmesiyle mümkündür. O zaman Devrin İmamı'nın ruhu kişinin başının üzerine gelerek Allah'a ulaşma gününün geldiğini tebliğ eder. Arşın sahibi olan Allah, günahları sevaba çevirir ve dereceleri yükseltilir:

40 / MU'MİN - 15: Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).

Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah'a ulaşmayı dilediği için Allah'ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah'a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah'ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.

Enbiyâ Suresi 28. ayet

Allah, onların önlerindekini de, arkalarındakini de (yaptıklarını da, yapacaklarını da) bilir. Allah rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler. Onlar, Allah korkusundan titrerler!

Bismillâhirrahmânirrahîm

Burada şefaat edenlerin muhtevası verilmektedir. Allahû Tealâ onların geçmişini de geleceğini de bilir. Şefaat edenler devrin imamlarıdır. Onlar, Allah'ın kendilerine keramet verdiği (ikramda bulunduğu) kişilerdir. Ayrıca Devrin İmamları iseler onların önlerini de arkalarını da kaplayan muhafız melekleri de görür. Şefaat eden sadece devrin imamı değildir, arşı tutan melekler de şefaat ederler, Allahû Tealâ'ya. Mü'min-7'de, mürşide tâbî olma rızasına ulaşanlara şefaat söz konusudur.

40 / MU'MİN - 7: Ellezîne yahmilûnel arşa ve men havlehu yusebbihûne bi hamdi rabbihim ve yu’minûne bihî ve yestagfirûne lillezîne âmenû, rabbenâ vesi’te kulle şey’in rahmeten ve ilmen fagfir lillezîne tâbû vettebeû sebîleke vekıhim azâbel cahîm(cahîmi).

Arşı tutan melekler ve onun etrafındaki kişi (devrin imamı), Rab'lerini hamd ile tesbih ederler ve O'na îmân ederler. Ve âmenû olanlar için (Allah'tan) mağfiret dilerler: "Rabbimiz, Sen herşeyi rahmetle (rahmetinle) ve ilimle (ilminle) kuşattın. Böylece (mürşidin önünde) tövbe edenleri ve senin yoluna (Sıratı Mustakîm'e) tâbî olanları mağfiret et (günahlarını sevaba çevir). Onları cehennem azabından koru!”

Tâ-Hâ Suresi 109. ayet


O gün, Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez.


Bismillâhirrahmânirrahîm
İzin günü Rahmân'ın kendisine izin verdiği ve kendisinden tasarruf rızasıyla razı olduğu kişi, her kavimdeki resûldür aynı zamanda devrin imamıdır. Sadece onun ruhu kişinin başının üzerine gelir.

Sahâbenin talebi üzerine, Allahû Tealâ sahâbenin günahlarını affedecekti. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in (burada kendisine izin verilen ve sözünden razı olunan kişi), talebi üzerine Allah sahâbenin günahlarını bir defa daha affedecek ve böylece günahlar sevaba çevrilmiş olacaktır.

Sadece Allah'ın kendisine izin verdiği kişi ve sadece izin günü (tâbiiyet günü) şefaat edebilir. Allah'ın sözünden razı olduğu kişinin şefaati, şefaat olarak geçerlidir: 72 / CİNN - 26: Âlimul gaybi fe lâ yuzhiru alâ gaybihî ehadâ(ehaden).
O (Allah), gaybı bilendir. Fakat O, gaybını hiç kimseye izhar etmez (açıklamaz).

72 / CİNN - 27: İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihî rasadâ(rasaden).
Resûllerden razı oldukları (tasarruf rızasına ulaşmış olanları) hariç! O taktirde, muhakkak ki O (Allah), onların önünden ve arkasından gözetenler sevkeder ki,

Tasarruf Rızası'nın sahibi olan Devrin İmamı'nın önünde, sağında, solunda ve ardında muhafız melekler daima onunla beraberdirler. İzin günü Allah'a ulaşmayı dileyen kişinin mürşidine ulaşıp tâbî olduğu gündür. Mürşid ile mürid arasındaki tövbe merasiminde aynı anda kişi 12 ihsanla ulaşmışsa mürşidine, devrin imamı derhal harekete geçer. O kişinin başının üzerine, tövbe biter bitmez yerleşir ve böylece kişinin başının üzerinde artık bir muhafız oluşur. Yani kişi hafîz olur:

50 / KAF - 31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîdin.
Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.

50 / KAF - 32: Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).
İşte size vaadolunan şey budur (cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah'a ulaşarak sığınmış), ve hafîz olanlar (başlarının üzerine devrin imamının ruhu ulaşmış olanlar) için.

İşte o vaadin burada kendisinden razı olduğu kişi devrin imamıdır. Şefaat edebilecek özellikte sadece o vardır. Başka bir şefaatçi hiç kimseye fayda vermez. Taha Suresinin 108 ve 109. âyetleri bize bir büyük hakikati çok net bir şekilde ispat ediyor ki, şefaat kıyâmet günü yapılmaz, izin günü yapılır ve izin günü; davetçiye tâbî olunan gündür. Mürşid da-vetçidir. Davetçiye tâbî olunduğu gün ve onların başının üzerinde devrin imamının ruhunun varolacağı gün, izin günüdür.

Kıyâmet günü de cehennemden çıkılarak cennete girilmesine izin verildiği için izin günüdür. Fakat o gün hiç kimse kimseye şefaat edemez.

Yûnus Suresi 3. ayet

Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istiva eden Allah'dır. Onun izni olmadan hiç kimse şefaatçı olamaz. İşte O Rabbiniz Allah'tır. O halde O'na kulluk edin. Hala düşünmüyor musunuz!

Bismillâhirrahmânirrahîm

İnsanların Allah'a kul olmaları, kulluk etmeleri Allahû Tealâ tarafından emredilmiştir. Allahû Tealâ "kul" kelimesiyle, "ibadet eden" kelimesini, birbirinden ayırmıştır. İkisi de aynı kökten gelmektedir. Abd; Allah'ın kulu, abid; Allah'a ibadet eden demektir.

Allahû Tealâ bütün insanları, Allah'a ibadet etsinler diye değil, Allah'a kul olsunlar diye yaratmıştır. İbadet etmek, Allah'a kul olmanın sadece bir bölümüdür.

Kulluğun kuvveden fiile çıkmadan evvelki safhası, Allah'a ulaşmayı dilemektir.

Allah'a ulaşmayı dilemek, Allah'a kul olmanın başlangıcıdır.

Mürşide ulaşmak, kulluğun ikinci safhasıdır.

Ruhu Allah'a ulaşmak, "evvab kul" olmaktır.

Fizik vücudu Allah'a teslim etmek, "muhsin kul" luktur.

Nefsi Allah'a teslim etmek, "muhlis kul" olmaktır.

İrşada ulaşmak, "azîm kul" olmaktır.

Hakka tukâtihi takvanın sahibi olmak, "bihakkın kul" (Hakk'ul yakîn seviyesinde kul) olmaktır.

Kulluk etmeyi sadece ibadete bağlamak, yeterli bir ifade değildir. Allahû Tealâ, aslında abd kelimesini kul olan, abid kelimesini ise "O'na kulluk eden" istikametinde kullanmaktadır. Fakat Kur'ân-ı Kerim mealcileri, Allahû Tealâ hangisini kullanırsa kullansın, hep "Allah'a kulluk eden" diye Türkçeleştirmişlerdir.

"Kul olmak", bir kademe atlamasıdır, bir yükselmedir, bir yücelmedir. Sadece "ibadet etmek", hiç kimseyi Allah'a ulaştıramaz. Allah'ın bizi yaratmaktan muradı, Allah'a ulaşmayı diledikten sonraki ibadetlerle Allah'a kul olmak, yani ruhu, vechi, nefsi, iradeyi Allah'a teslim etmektir, O'na kul olmaktır. Bu da sadece ibadetlere bağlı bir sonuç değildir.


__________________
Henüz Resmedilmemis Bir Hüznün Çizgilerini Tasir Suretim...
İste Bu Yüzdendir İçten İçe Döküntülerim...
Alıntı ile Cevapla