Tekil Mesaj gösterimi
Alt 02 Ocak 2012, 00:16   Mesaj No:3

Esadullah

Medineweb Sadık Üyesi
Esadullah - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Esadullah isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15316
Üyelik T.: 18 Aralık 2011
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:Kayıp bir Kentten
Yaş:44
Mesaj: 734
Konular: 143
Beğenildi:280
Beğendi:94
Takdirleri:3260
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: İslam Hukukunda Darul-Harp ve Darul-İslam Meselesi

Bu ayetin gereğini de Peygamberimiz (s.a.v) en güzel bir biçimde uygulamış, Ebu Cehil gibi birine dahi ki onun Peygamber (s.a.v) efendimize yapmadığı eza ve cefa kalmamıştır. Böyle imansız ve küfründe inat eden birine bile dini defalarca yılmadan, usanmadan, güzellikle, hikmetle tebliğ etmiştir. Bizler ise hiç tahammül edemeyip işin kolayına kaçıyor ve cahilane bir şekilde şu mümindir şu kafirdir diye insanları tahkir ediyor ve Müslümanlığımızdan başka müslamanlık olmadığını, kendimizin gerçek bir Müslüman olduğumuzu utanmadan iddia ediyor ve bu yaptığız işe de Tebliğ diyoruz.

Ve Rasulullahın (s.a.v) “Üç şey imanın aslındandır. (iman onlarla ayakta durur) 1- “La İlahe İllallah” diyen bir kimseden elimizi ve dilimizi çekmek. Bundan sonra o kimseyi işlediği bir günah sebebiyle küfürle suçlamamak ve yaptığı bir amelinden dolayı İslam dan çıkarmamak. 2- Allah yolunda Cihad devamlıdır. Nefis, şeytan ve hak düşmanlarına karşı yapılacak cihad Allah Tealanın beni Peygamber olarak gönderdiği günden itibaren başlamıştır. Kıyamete kadar devam eder. Cihadı ne bir adaletli kimsenin adaleti ortadan kaldırır. Nede zalim bir kimsenin zulmü onu devre dışı bıraka bilir. 3- Kadere İman” (Ebu Davut Cihad 33)
Buyurduğu bu İslam ahkamından bile haberimiz yok. Maalesef bir tane bile insanın hidayete ermesine vesile olamıyoruz. İslamın gaye ve amacından farkına varmadan dışarı çıkıyoruz. Şimdi bizlerin islamı tebliği nerede Rasulüllahın tebliği nerede İslam da Tebliğ metodu bu mu? bunu siz değerlendirin.

Evet Tebliğe karşı konulmadıkça sulhane yol ve vasıtalarla tebliğ vazifesi sürdürülür. Bunun tersi halinde savaşılır.

Batının siyasi tarihinde görülen istila, sömürü, kin ve beşeri ihtiraslar uğruna yapılan savaşları İslam tanımaz. Ayette:
“ İşte Ahiret yurdu biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. Akibet takva sahiplerinindir” Buyurulur (Kasas 83)

İşte bu harp İslamın tanımadığı diğer harplerden ayrı olduğu ve gaye ve mahiyeti bakımından onlara benzemediğinden “harp” kelimesi yerine özel bir terim olan “Cihad” kelimesi kullanılmıştır.


Harp Hali ve Sebepleri: İslama göre harp halinin hukuki mahiyetini tetkike geçmeden önce ilk İslam toplumuna yönelen düşmanca davranışlar ve buna mukabil verilen savaş iznine kısaca temas edilecektir.
Mekke döneminde Allah Rasulü s.a. nübüvvetini izhar ve ilan edince müşrikler ona karşı cephe aldılar. Tebliğe engel oldukları gibi İslama girenlere de işkence ediyorlardı. Daha sonra Hz.Peygamber (s.a.v) Müslümanlara yapılan bu eziyetlere mani olamayacağını görünce Habeşistana hicret etmelerine müsaade etti. Müslümanlara karşı bir çok baskı yollarını deneyen müşrikler Allah Rasulünün (s.a.v) mensup olduğu kabileye boykot ilan ettiler. Üç yıl süreyle onlara yiyecek maddeleri de vermemeye varıncaya kadar içtimai ve ticari münasebetleri kestiler. Sosyal ve ticari ambargo uyguladılar. Bu dönemde Müslümanların düşmanlara karşı tavrını tesbit eden ayetlerden bazıları şunlardır. “ Allah’ın emri gelinceye kadar şimdilik onları bırakın serzenişte etmeyin şüphesiz ki Allah her şeye hakkıyla kadirdir.(Bakara 109)

“Şimdilik sen onlardan yüz çevir ve “selam” de. Artık yakında bileceklerdir. (Zuhruf 89) buyurulur.


Bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere Peygambere (s.a.v) savaş izni Mekke döneminde verilmemiş oda ashabını savaşmaktan men etmiştir. Medine de harp için gerekli olan şartları, güç, çoğunluk ve bir toplum düzeni oluşunca savaş izni verilmiştir. Harbin mubah kılındığına dair nazil olan ilk ayet şudur: “Kendileriyle savaş edilen (müminlere) uğradıkları o zulümden dolayı (bil mukabele) harbe izin verildi. Şüphesiz ki Allah onlara yardım etmeğe elbette kemaliyle kadirdir.” Buyurulur. Hac 39)

Bu ayetten de anlaşılacağı gibi savaşı ilk başlatan ve bil fiil harp ilan edenler müşriklerdir.




Darul-Harp ve Darul-İslam

Dar’ın (Ülke) Tarif ve İzahı: Dar kelimesi lügatte bina, arsa, mahalle, bina ve arsaların toplandığı yer manalarına gelir. Bir kavmin konakladığı yerleştiği yere de Dar denir.

İslam ıstılahında ise: Bir Müslüman veya gayri Müslim idarecinin hakimiyeti altında ki ülke manasınadır. (İbn Abidin Raddül Muhtar 3,247)


Kuran ve Hadislerde darul-islam darul-harp tabirleri:

Gerçek şudur ki dünyanın Darul-Harp ve Darul-İslam şeklinde taksimi Kuran ve Sünnette yapılmış değildir. Müslüman müellifler olaylar ve siyasi şartlar karşısın da bu taksimi fukuhanın yapmış olduğunu ifade ederler. Darul-İslam ve Darul-Harbin kuranda geçmediğinde şüphe yoktur. Sünnete gelince bu konuyla alakalı bize ulaşan ve muteber hiçbir hadis kaynağında geçmeyen ve sahih olmayan bir kaç hadisi burada zikredeceğiz.

1- Darul Harp de hadler uygulanmaz.

2- Darul Harp de Müslüman ve harbi arasında faiz yoktur.

Bu yazdığımız hadisler yukarda da söylediğimiz gibi Altı kütübü sittenin hiç birin de yazılı değillerdir. Bunun bilinmesin de fayda vardır diye buraya yazdık.


Asrı Saadette Darul-İslam Darul-Harp: Mekkede Müslümanlar müstakil bir cemiyet teşkil edememişlerdir. Hatta bu dönemde Müslüman olduğunu bile açıkça söyleyemiyorlardı. Mekke döneminde Müslümanların müstakil bir idare altında yaşadıkları bir yurtları bulunmadığı gibi, diğer ülkeler hakkında siyasi ve hukuki bir hüküm ve mütalaada bulunmaları da söz konusu değildir.

Allah Rasulünün mekkede iken bir müddet ikamet ettiği Erkamın (r.a.) evinde aynı zamanda İslama davet ve öğretim işleri yürütülüyordu. İşlerinde Hz. Ömerin de (r.a) bulunduğu bir çok sahabe burada Müslüman olmuşlardır. Bu sebeple o ev “Darul-İslam” diye isimlendirilmiştir. Ancak bu isimlendirme de herhangi bir hukuki ve siyasi mana taşımaz burada “Dar” kelimesinin en yakın ve özel manasında (ev,bina) kullanıldığı açıktır.


Verilen bilgilerden anlaşılacağı üzere hicret öncesinde hukuki anlamda Darul-İslam diye gösterilebilir bir ülke yoktu. Hz. Peygamber (s.a.v) Medineye hicret edince ensar ve muhacirlerle İslam toplumu Vücut buldu.

Darul-İslam nezaman Darul-Harbe dönüşür: Bir devletin varlığı için ülke, ahali ve iktidar unsurlarının mevcut olması gerekmektedir. Devlet ancak bu üç unsurun varlığıyla teşekkül edebilir. Darul-İslamın tümü veya bir kısmı işgal ve istilaya uğradığında İslam devletinin hakimiyetinden çıkıp çıkmadığını Müslüman hukukçular şöyle izah ederler.


a) Düşmanın İslam ülkelerinden birisini işgal etmeleri.

b) Darul-İslam da bir şehir veya bölge halkının irtidat (dinden dönerek) ederek o yeri işgal ve istila etmeleri.


c) İslam tebaası olan gayri Müslimlerin devletle anlaşmalarını bozarak bir bölgeyi işgal etmeleri.



İmam-ı Azam Ebu Hanifeye göre Darul-İslamın Darul-Harbe dönüşe bilmesi için üç şartın tahakkuku gerekir.

a) İşgal altındaki yerde küfür ahkamının icra ve tatbiki.
b) Orada ilk emanları üzere bulunan bir Müslüman ve gayri Müslim kalmaması.
c) O yerin Darul-Harbe bitişik olması.


Bir belde Darul-İslam olduğuna delalet eden tüm alametlerin zail olmasıyla Darul-Harp olur. Darul_Harp ise yalnız bazı karinelerin zevaliyle darul-İslam olur. Ülke İslam Hükümlerinin tatbiki ile Darul-İslam olunca İslam Ahkam ve eserinden bir şey kaldıkça orası Darul-İslam olarak kalmaya devam eder.

Nitekim bizden önce bu topraklarda Osmanlılar İslamın Ahkamıyla yönetiliyordu bu durum da yukarda da söylediğimiz gibi bu topraklar da İslam Ahkam ve eserinden bir şey kaldıkça ki bu ahkamlar çoğunlukla uygulanıyor. Bu durumda bu topraklar Darul-Harp olamaz.

Bu konuda İbn Hacer : Darul-İslam İstila edilse bile bir daha Darul-harbe dönüşmeyeceğini “İslam üstündür, ona üstünlük olmaz” hadisinde de açıkça gösterildiğini söyler.

Türkiye de Cuma ve Bayram namazlarının kılınmayacağını buranın bir Darul-Harp olduğu iddiaları mesnedsiz ve tutarsız sözlerdir. Yukarıda ki bilgilerden de anlaşılacağı üzere Hanefi alimleri bu mevzuyu çok güzel ele almış ve açıklamışlardır. Hatta İbn Abidin : Hanefi fukuhası istila altında dahi müminlerin kendi içlerinden bir emir seçerek cemaat haline gelmelerini seçtikleri emirin Cuma imamı tayini suretiyle ibadetleri yapmalarını söylerler. Diye kaydeder. (İbn Abidin.4.145- ayrıca Bakınız Y.Kerimoğlu K.ve Kavramlar Cuma mad.)


Eğer bizler her hangi bir mezhebe göre amel ediyorsak o mezhebe tam bir şekilde riayet etmemiz lazımdır.
Ve şunu da kaydedelim ki biz demiyoruz ki kafirlerin ahkamına razı olalım ve bir kenarda oturalım zaten dememiz de mümkün değil, yukarda da kaydettiğimiz gibi bir belde istilaya uğradığı zaman kıyama kalmak farzdır. Biz sadece kelimelerin ve kavramların yerli ve yerin de kullanılması ve olayların saptırılmasına karşıyız.
Eğer bir beldenin istilası ile ki Türkiye kafirler tarafından istila edilmiş değildir. Darul-Harp olsaydı Hz. Osman (r.a) fitnesinde, Hz.Ali döneminde olan fitneler, ve emeviler döneminde olan isyan, istila ve fitneler karşısında da Sahabeler Cuma ve Bayram namazlarını kılmaz Darul-Harbe göre hareket ederli. Ayrıca yakın tarihimiz olan Osmanlı İmparatorluğunun da Darul-Harp olması gerekirdi. Çünkü Osmanlı beldeleri hemen, hemen her dönemde istilalara ve isyanlara uğramıştır.

Buna güzel bir örnek Tatar İstilasıdır. Bu istilada Osmanlı Hanefi Fakihlerinin vermiş olduğu fetvayı buraya alıyoruz.
Fetva şudur: Bazı İslam memleketlerini küffarın istila etmesiyle zamanımızda vuku bulan musibet karşısında mevcut durum taalluk eden ahkamı bilmek gerekir. Bu gün küffarın elinde bulunan beldeler şüphe yok ki İslam beldeleridir.Harp beldeleri değil. Çünkü bu beldeler harp beldelerine bitişik olmadığı gibi orada küfür hükmünü hakim kılmış da değildir. Bilakis kadılar Müslüman dırlar onlar dan kim ben müslümanım der ve Kelime-i Şehadeti getirirse Müslüman olduğuna hükmedilir. Onlar tarafından tayin edilen bir valinin bulunduğu bir şehirde Cuma ve bayram namazlarını kılmak, haraç almak, yetim,dul ve bekarları evlendirmek caizdir. Kafir valilerin bulunduğu beldelere gelince oralarda da Cuma ve bayram namazlarını kılmak caizdir. Çünkü İslam Ahkamından hala eser vardır. (Senerkandi Kitabul-Mültekat 53- İbn Abidin 1.450-4.308)

Tarih bu ve buna benzer olaylarla doludur. Biz sadece tatar istilasıyla yetiniyoruz. Evet Kuranda ve Sünnette bile adının geçmediği bir mevzunun günümüz de bazı çevreler de revaç bulmasını biz İslam düşmanlarının Müslümanlar arasına fitne ve ayrılık sokmak amacıyla bu mevzuyu bir propaganda aracı olarak kullandıkları ihtimali olabilir düşüncesi de ister istemez akla geliyor. İslamın Bidat mezheplerinden biri olan Vehhabiye mezhebinin kurucusu olan Yahudilerin bu işe de parmak atmadıklarına kim garanti verebilir. Zaten tarih boyunca Yahudiler İslamın tartışmalı ve zayıf olan mevzularını deşeleyip her dönemde gündeme sokup Müslümanların kafalarını karıştırmıyorlar mı?
Müslümanların çok akılcı davranıp her mevzuya körü körüne aldanıp kapılmaması lazımdır. Kuran ve sünnet dairesinden dışarı hiçbir şekilde çıkmaması lazımdır.çünkü doğru olan ve doğruların yazılı olduğu kaynaklarımız bunlar. Nitekim Peygamber (s.a.v) bir hadisinde: “Size iki şey bırakıyorum onlara sımsıkı sarılırsanız sapıtmazsınız Kuran ve Sünnetim” buyuruyor. Bizimde bu Peygamber tavsiyesini tutmamız lazımdır. Sadece bu mevzuda değil her konuda uyalım ki dalalete düşenlerden olmayalım Rabbim ehli sünnet çizgisinden zerre kadar bizi ve sizi ayırmasın amin.. Vesselam Veddua.



Haydarı Kerrar
ANKARA
Alıntı ile Cevapla