Konu Başlıkları: "Seyyid Kutub kimidir...?"
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 21 Şubat 2012, 02:59   Mesaj No:2

kamer34

Medineweb Sadık Üyesi
kamer34 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:kamer34 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13038
Üyelik T.: 14 Aralık 2010
Arkadaşları:9
Cinsiyet:
Memleket:istanbul
Yaş:53
Mesaj: 871
Konular: 41
Beğenildi:6
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: "seyyid kutub kimidir...?"

1- Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
2- Hamd, tüm alemlerin Rabbi olan Allah `a mahsustur.
3- Rahman ve Rahim
4- Din gününün sahibi (maliki)
5- (Allah'ım!) Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz.
6- Bizleri doğru yola ilet,
7- Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna; gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil.


Bu sure, namazların her rekâtında okunmak üzere belirlenen ve onsuz kılınacak namazın kabul olunmadığı bir suredir. Kısa olmasına rağmen bu sure, İslâm düşünce sisteminin sözünü ettiğimiz temel ilkelerini ve bu düşünce sisteminden kaynaklanan insan bilincine yön verici ana prensipleri içerir.

Müslim'in, Alâ b. Abdurrahman yolu ile Hz. Ebu Hureyre'ye dayandırarak bildirdiğine göre Peygamber efendimiz şöyle buyuruyor:


"Yüce Allah şöyle buyurur: "Ben namazı kendim ile kulum arasında ikiye böldüm. Yarısı bana ve öbür yarısı kuluma aittir. Kulum istediğine kavuşacaktır."

Kul, "Elhamdü lillâhi rabbilalemin" dediği zaman, Allah, "Kulum bana hamd etti" der. Kul, "Errahmanirrahim" dediği zaman, Allah, "Kulum, bana övgü sundu" der. Namaz kılan kul, "Maliki yevmiddin" dediği zaman, Allah "Kulum benim şanımın yüceliğini ifade etti" der.

Namaz kılan kul, "İyyake na'budu veiyyake nesteın" dediği zaman, Allah, "Bu söz hem bana ve hem de kuluma aittir. Kuluma istediği verilecektir" der. Kul, "İhdinessıratal müstakim, sıratallezine en'amte aleyhim, gayrilmağdubi aleyhim veleddallin" dediği zaman, Allah, "Bu söz
tamamen kulumla ilgilidir, ona istediği verilecektir" der."

Umarım, bu sahih hadis, yaptığımız açıklamalara ek olarak, Fatiha suresinin günde en az onyedi kez ya da kıldığımız her rekâtta okunmasının zorunlu olmasında gizli olan sırların anlaşılmasına yardım eder.

İSLAM'IN RABB ANLAYIŞI

Ayetin öbür yarısını oluşturan "Rabbil alemin (tüm alemlerin Rabbi)" tamlamasına gelince, bu ifade İslâm düşünce sisteminin temel dayanağını temsil eder.

Gerçekten, "mutlak ve sınırsız Rabb"lık kavramı İslâm inancının temel ilkelerinden biridir. Rabb, malik ve tasarruf sahibi demektir. Sözlük anlamı ile "efendi", "eğitmeye ve geliştirmeye yetkili kimse" demektir. Eğitme ve geliştirme ile ilgili bu tasarruf bütün alemleri, yani bütün varlık(arı içerir. Çünkü yüce Allah evreni yarattıktan sonra onu kendi haline bırakmıyor, aksine onu geliştirme, gözetme ve eğitme yoluyla tasarrufu altında tutuyor. Bu açıdan bakıldığında tüm alemler, tüm varlıklar alemlerin Rabbi olan Allah'ın koruması ve gözetimi altındadır.


"Mutlak Rabb"lık kavramı, eksiksiz ve yaygın Tevhid anlayışının açıklığa kavuşmuş, netleşmiş halı ile, bu realitenin (gerçeğin) netleşmemiş halinin bulanıklığı arasında bocalayan insan için, yol ayrımındaki işaret levhası konumundadır. İnsanlar çoğu kere hem evreni tek başına yaratan Allah'ın varlığına ve hem de sosyal hayata egemen olan birden çok ilahın varlığına inanır.


(Şehit burada insanların allahı gökyüzünde yani evrende RAB olarak benimsediklerini fakat yeryüzünde allahı tek ilah olarak kabul etmediklerine dikkat çekmektedir..hani bizler 4.5 yılda bir sandık başına gideriz oy kullanırız ya işte bu suretle onlara ilahlık vasfını vermiş oluruz bu durumun çok gülünç bir durum olduğunu söylüyor .........okuyoruz...)


Bu inanış biçiminin saçmalığı ve gülünçlüğü son derece açıktır ama ne yazık ki bu; dün de vardı, bugün de var. Müşriklerden bir grubun, taptıkları değişik ilahlarla ilgili olarak: "Biz onlara sırf bizleri Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz" (Zümer Suresi, 3) dediklerini bize haber veren Kur'an-ı Kerim, Ehli Kitap'tan bir grup hakkında da:


"Onlar Hahamlarını ve Rahiplerini Allah'tan ayrı rehber edindiler" (Tevbe Suresi, 31) şeklinde bahsetmektedir. Bilindiği gibi İslâm'ın geldiği dönemde yeryüzünde egemen olan cahiliye inanışlarının büyük kabul ettiği "ilah"lar yanında çok sayıda "ilahcık"lar her yanda cirit atıyordu.


Bu surede mutlak Rabb'lık kavramının vurgulanması ve bu Rabb'lık kavramının tüm varlıkları kapsamına alması, düzenli inanç ile inanç anarşisi arasındaki yol ayrımını oluşturur. İslâm'ın hedefi, çok ilahlılık yükünü insanların sırtından indirerek onları değişik ilahlar arasında şaşkınlıktan kurtarmak, kendi dışındaki tüm varlıklarla birlikte mutlak egemenliğini onayladıkları tek bir ilaha yöneltmektir.


Ardından da bu varlıkların vicdanlarını, yöneldikleri tek ilahın gözetimi ve etkili Rabblığında, korumasının kesintisizliği, ebediliği ve yok olmazlığı ve ihmal etmezliğinde güvene kavuşturmaktır.

(Burası çok önemli.....çünkü günümüzdede durum bu)

İslâm'ın geldiği günlerde dünya, üstüste yığılmış çeşitli inanç, düşünce, masal, felsefe, kuruntu ve görüş bulutlarının egemenliği altında idi. Bu bulut katmanlarında hakk ile batıl, gerçek ile düzmece, din ile hurafe, felsefe ile masal biribirine karışmıştı.


İnsan vicdanı bu koyu bulut katmanları altında, karanlıklar ve belirsizlikler içinde bocalıyor, bir türlü kesin gerçeği bulamıyordu. Sözünü ettiğimiz belirsiz, kesin bilgiden ve aydınlıktan yoksun çöl, insanın kendi ilâhı, bu ilâhın sıfatları ve başta insan olmak üzere O'nunla yaratıkları arasındaki ilişkiler ile ilgili düşüncesini de çepeçevre kuşatmıştı.


Ancak insan, bu istikrarın ne kadar gerekli olduğunu anlayabilmek için öncelikle kendisi ile ışık arasını kapatan bulutların koyuluğunu görmesi ve İslâm geldiğinde kendisini kuşatan çeşitli inanç düşünce, felsefe-masal ve kuruntular çölünün uçsuzluğunu fark etmesi gerekiyordu.


(Şehid insanlığın kendisi ile ışık kaynağının arasına engeller koymamalı, varsa bu engeller onları ortadan kaldırmalıdır,aksi takdirde Allah’ın nuru ile buluşma imkanını kaybeder....buna dikkat çekiyor...okuyoruz)


Biz burada bu sapıklıkların çok az bir kısmına değindik; ilerde diğer sureleri incelerken bunları daha ayrıntılı biçimde ele alarak, Kur'anı Kerim'in bunlara karşı önerdiği yeterli, geniş kapsamlı ve eksiksiz tedavileri anlatacağız.


5- (Allah'ım!) Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz.

İslâm inanç sisteminin bu temel ilkesi, bu surede ifade edilen daha önceki ilkelerden kaynaklanır. Buna göre, kulluk yalnız Allah'a yöneltilir ve yalnız O'ndan yardım dilenir.


Burada da bir yol ayrımı vardır. Her türlü kölelikten mutlak anlamda kurtuluş ile, mutlak anlamda kullara kul olmak arasındaki yol ayrımı!..


Bu ilke, insanlığın topyekün kurtuluşunun ilanını müjdeler; kuruntulara, çeşitli sosyal sistemlere ve yeryüzü gereklerinin zorlayıcı baskısına bağımlılıktan kurtuluşun ilanını... Sebebine gelince, kulluk yalnız Allah'a yöneltileceğine ve yalnız O'ndan yardım isteneceğine göre insan öncelikle yaşamın zorlayıcı ihtiyaç ve baskılarından, çeşitli ideolojik sistem ve güçlerin boyunduruğundan, asılsız kuruntu ve hurafelerden kendini kurtarmak zorundadır.


BEŞERİ GÜÇLERE KARŞI MÜSLÜMANIN TUTUMU


(Mevlüd abim burası çok önemli ilerde bu konuyu daha çok işleriz inşAllah....)


Burada, müslümanın beşeri ve tabii güçler karşısındaki tutumunun ne olacağına kısaca değinelim:

(İyi olur inşAllah....)

Beşeri güçler müslümana göre ikiye ayrılır:


Bunlardan biri Allah'a inanan , Allah'ın önerdiği hayat tarzı ile uyum halinde olan hidayete erdirici güçlerdir. İyilik, hakk ve yapıcılık yolunda bu tür güçlerle uyumlu olmak ve işbirliği etmek gerekir.

(Bunlar müslüman....)

Bu güçlerin diğeri ise Allah'a bağlı olmayan, O'nun önerdiği hayat tarzına uymayan güçlerdir ve bunlarla savaşmak, mücadele etmek ve kendilerine başkaldırmak gerekir.


(Bunlar ise müslüman olmayan....)

Mevlüd abim ,Yasemin bacım
işte sizin akidenizde sıkıntı gördüğüm yer burası hakkınızı helal edin....Kuran ısrarla bu yol ayırımını yapmışken bizler bu noktada bir türlü netlik kazanamıyor, kendi düşüncelerimizle çelişki içerisinde kalıyoruz...


Daha evvel bir çok yazımdada belirtmiştim Kuran dini muamelat dinidir... İnsanları sınıflara ayırmış ve ona göre hukukunu belirlemiştir...Tevhid dinini tebliğ ederken,inanılmaz tepki alıyorsun,onlara Kuran’dan sünnettten deliller sunuyorsun onlar atalarının söyledikleri ile cevap vermeye yeltiniyorlar...


Tüm bunlara rağmen,bizler Kuran'ın ısrarla vurguladığı,yol ayırımı çizgimizi oluşaturamıyoruz..

Amel edilen ve düşünülen bir takım olgulara şirk ve küfür diyoruz,bir yanda da bunları terk etmek istemeyen,daha doğrusu terk etmek için en ufak bir çaba sarf etmeyen ,hatta saldırgan,acımasızca eleştiri,yaftalamalar,asılsız ithamlarla islam olan akidemize karşı saldırgan toplumlara müslüman maamelesi yapıyoruz..Bu çelişkidir..


Değinmeden geçemiyeceğim,geçen gün bir hanım üyemiz nerde kopyalayıp getirmiş onuda bilmiyorum.... Müslümanlara karşı çok ağır ithamlar içeren bir yazı asmıştı..


Günümüzde tevhid akidesini ne zaman dile getirseniz hemen ya vehabi yada teymiyyeci yada harici olarak damgalanıyorsunuz..


İlimden ve Kuran’dan nasiplenememiş bacım size iki kelime sözüm var.... Siz vehabiliğin ne olduğunu biliyormusunuz....?


Size tafsiyem eğer siz bir insanı yada bir cemaati yada bir alimi eleştireceksenizse önce onun ne söylediğini bir okuyun,ondan sonra,Kurana karşı varsa yanlışı o sözleri konu olarak açar ayetlerle tenkit edersiniz... Hani ben sizin şeyhlerinizin o şeytan-i sözlerini kendi kitaplarında alıp tenkit ediyorum ya.


... İşte sizde öyle yapın...

Ama siz bunu yapamazsınız... Çünkü siz hak üzere olmadığınızdan dolayı haktan yana ne söylebilirsinizki...? Ey bacım size bir hafta mühlet.. Eğer siz gerek Muhammed bin Abdulvahhab gerek ibn-i Teymiyyeden Kuran’a sünnete aykırı sözlerini getirmezsiniz Rabbim şahit olsunki siz ve sizin gibi düşünenler (o hep bu cümleyi kullanır..) yalancı iftiracı olduğuna kendiniz şahitlik etmiş olursunuz ... Neyse biz konumuza dönelim....okuyoruz...)


Bu sapık güçlerin büyük ve saldırgan olması müslümanı asla yıldırmamalıdır. Çünkü bunlar, ana kaynakları olan ilahi güçten bağlarını koparmakla kendilerine gerçek gücü veren damarı kurutmuş olurlar.


(Allah razı olasun.... ve..... rahmet eylesin... şehid...)


Bu durum tıpkı ışık saçan bir yıldızdan kopan iri bir kütleye benzer. Bu kütle ne kadar kocaman olursa olsun kısa bir süre sonra sönmeye, soğumaya, yani ışığını ve ısısını kaybetmeye mahkûmdur. Oysa sözkonusu ana yıldızdan kopmayan herhangi bir zerre, enerjisini, ısısını ve ışığını devam ettirir.
Not : Parantez içerisine aldığım ve farklı renge getirdiğim yerler bana aittir...

İlk dersimiz bu

Allah’a emanet olunuz....
__________________
Kimin Ne Dediği Değil / Allah'ın Ne Dediği Önemli.
Alıntı ile Cevapla