Konu Başlıkları: İhsân ve Murâkabe
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 04Haziran 2008, 00:29   Mesaj No:1

medinelii

Medineweb Sadık Üyesi
medinelii - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:medinelii isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1808
Üyelik T.: 11 Mayıs 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:42
Mesaj: 657
Konular: 89
Beğenildi:4
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart İhsân ve Murâkabe

İhsân ve Murâkabe

Tasavvuf; kulun her zaman ve mekânda Cenâb-ı Hakk’ın mânevî huzûrunda bulunmakta olduğu şuurunu hatırında ve gönlünde dâimâ canlı ve zinde tutmasıdır. Çünkü ancak bu şuur içinde olan has kullar, ibâdet, muâmelât, hissiyât velhâsıl bir ömrü kuşatan bütün davranışlarına îtinâ ederler. Her nefes:

“…Biz ona (insana) şah damarından daha yakınız.” (el-Kâf, 16) âyetinin muhtevâsı içinde yaşarlar.

İşte bu, ihsân ve murâkabe hâlidir ki, kulun her an Cenâb-ı Hakk’ın nezâretinde ve her hâlinin O’nun tarafından bilinmekte olduğu şuurunu hiçbir zaman kaybetmemesidir. Bu hâl, günahlara karşı sağlam bir zırh gibidir. Zîrâ insan, kendini ilâhî huzurda bilmekteyken ve kalbi: “Yâ Rabbî!” diyerek Hak ile berâberken nasıl günah işleyebilir?

Günlük hayatımızda bir çift gözün kendisini gördüğünü sezen bir insan, yapacağı nice yanlışlardan el çekiyor, üstelik bu, kendisine cezâ veremeyecek bir çift âciz göz bile olsa… Bu insan, ihsân duygusuna sâhip olup Yaratıcı’sının murâkabesini hakkıyle idrâk etse, o ilâhî kudretin hilâfına bir iş yapabilir mi? Aslâ! İşte asr-ı saâdetten bu hâle muhteşem bir misâl:

Bir gece vakti Halîfe Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, mûtâdı olduğu üzere Medîne sokaklarını gezmekteydi ki, ansızın durakladı. Önünden geçmekte olduğu evden dışarıya kadar taşan bir ana ile kızının tartışması dikkatini çekmişti. Ana, kızına:

“–Kızım, yarın satacağımız süte biraz su karıştır!” demekteydi. Kız ise:

“–Anacığım, halîfe süte su karıştırılmasını yasak etmedi mi?” dedi. Ana, kızının sözlerine sert çıkarak:

“–Kızım, gecenin bu saatinde halîfenin süte su kattığımızdan nasıl haberi olacak?!.” dedi. Ancak gönlü Allâh sevgisi ve korkusu ile diri olan kız, anasının süte su katma hîlesini yine kabûllenmedi ve:

“–Anacığım! Halîfe görmüyor diyelim, Allâh da mı görmüyor? Bu hîleyi insanlardan gizlemek kolay, ama her şeyi görüp bilen kâinâtın Hâlık’ı Allâh’tan gizlemek mümkün mü?..” dedi.

Rabbânî hakîkatlerle dolu temiz bir vicdan ve diri bir kalbe sâhip olan bu nezîhe kızın, derûnî bir Allâh korkusu içinde annesine verdiği cevap, Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ı son derece duygulandırdı. Onu, gönlündeki takvâsı ile müstesnâ bir nasip bildi ve oğluna gelin olarak aldı. Beşinci halîfe olarak zikredilen meşhur Ömer bin Abdülazîz, işte bu temiz silsileden doğdu.

Bu îtibarla bütün mesele, Cenâb-ı Hakk’ın murâkabesi altında olduğumuzu bilerek yaşayabilmektir. Âyet-i kerîmede buyrulur:

“...Ne­re­de olur­sa­nız olun, O si­zin­le berâberdir...” (el-Ha­did, 4)

Yine Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, hilâfeti devrinde Hazret-i Muâz’ı, Kilâboğulları aşîretine gönderdi. Devlet hazinesinden ödenmesi gereken paraları ödeyecek, verilmesi ge­reken malları verecek, zenginlerden alınan zekâtları, fakirlere dağıtacaktı.

Muâz -radıyallâhu anh-, üzerine aldığı vazîfeyi en güzel şekilde yapar, gönüller fethederek tatlı hâtıralarla geri dönerdi. Geri döndüğünde ise dünya malı olarak sâdece boynunu toz ve güneşten korumak için kullandığı atkısı olurdu. Bu atkı zaten, giderken de üzerinde var olan bir atkıydı.

Hanımı dayanamadı, sordu:

“–Böyle bir vazîfe üstlenenler, belli bir ücret alırlar, evlerine de hediye getirirler. Hani hediye nerede?”

Muâz -radıyallâhu anh- cevap verdi:

“–Benimle birlikte hiç yanımdan ayrılmayan bir murâkıp vardı. Her alıp verdiğimi hesap ediyordu.”

Hanımı kızdı:

“–Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- her hususta sana güvenirdi. Ebû Bekir de öyle. Ömer geldi; seninle birlikte murâkıp mı gönderiyor? Her yaptığını tâkip mi ettiriyor?”

Söz, Hazret-i Ömer’in hanımına, ondan da Hazret-i Ömer’e ulaştı. Hazret-i Ömer, Hazret-i Muâz’ı çağırıp sitemle sordu:

“–Ben senin ardından böyle bir murâkıp göndermediğim hâlde duyduklarım nedir yâ Muâz? Benim sana îtimâdım yok mu zannediyorsun?”

Hazret-i Muâz’ın cevâbı pek mânidardı:

“–Ey Mü’minlerin Emîri! Hanıma özür olarak öne sürebilecek ancak bunu bulabildim. Hem murâkıp dediğim, sizin murâkıbınız değil, Allâh’ın murâkabesi idi. Bu sebeple yaptığım hizmetin ecrini zâyi etmemek için câiz bile olsa nefsime âit hiçbir şey alamam…”

Hazret-i Ömer, onun bu sözlerle ne kasdettiğini anlamıştı. Zîrâ Muâz -radıyallâhu anh- nefsine ve dünyâya âit her şeyden müstağnî idi. Halîfe, onu taltif ederek kendinden bir miktar hediye verdi ve:

“–Git bununla âilenin gönlünü al!” dedi.

Bu hâdiseden alınacak hisse; dâimâ nazar-ı ilâhînin müşâhedesi altında olduğumuzun şuuruyla yaşamak, yâni ihsân ve murâkabe hâlinde olmaktır. Yoksa bütün işi sırf bir hizmet müessesesinde çalışmak olan kimselerin, yaptıklarının mukâbili olarak rızıklarını temin için ücret almaları tabiîdir. Hazret-i Muâz’ın hâli ise üstün bir fazîlet ve îsârdır. Hizmet müesseselerinde çalışanların da, aldıkları ücretin karşılığı olan mesâîlerinin dışında da hizmetlerini fî-sebîlillâh devam ettirmek sûretiyle bu îsâr ve fazîleti göstermeleri mümkündür.

Bu bakımdan nefsânî arzuları berta­râf için, insanın zaman zaman kendini murâkabe etmesi lâzım geldiği husû­sundaki:

“ •”

“İlâhî mahkemede hesâba çekilmeden evvel, nefsinizi hesaba çekiniz.” îkâ­zını hatırdan uzak tutmamalıdır.

Her an zikrullâh ve murâkabe şuuru içinde bulunmanın lüzûmunu ifâde eden şu hadîs-i şerîf de câlib-i dikkattir:

“Allâh’ı unutarak lüzumsuz konuşmalara dalmayın. Çünkü Allâh’ı unutarak yapılan çok konuşmalar kalbi katılaştırır. Allâh’tan en uzak olan kimse ise kalbi katı olandır.” (Tirmizî, Zühd, 62)

Bu yüzden, bilhassa seher vakitlerinin feyizli demlerini günümüzün her ânına yaygınlaştırmalıyız. Seherin o müstesnâ anları, günümüz için bir model niteliği taşımalıdır. Seherini ve gününü böyle düzenleyen bir kul, Hak Teâlâ’nın râzı olduğu bir hâl içindedir ki bu, “merdıyye” makâmıdır. Bu makamda güneşin güçlü şuâlarının bir merceğin altındaki çer-çöpü yakması gibi kalbde kötü huylar yok olmuş, cemâlî sıfatlar tecellî ederek güzel huylar inkişâf etmiştir. Öyle ki, Yaratan’dan ötürü yaratılan­lara şefkat, merhamet, sevgi, cömertlik, affedicilik, nezâket ve hassâsiyet bir lezzet hâlindedir. O, nefsini en güzel şekilde muhâ­sebe ve murâkabe eder. Her nefeste yaratılış gâyesini gözeterek nefs ve şeytanın hîlelerine karşı gaflete düşmekten sakınır. Zîrâ kalbi, Rabbi ile beraberdir. Âyet-i kerîmede:

“...Bilin ki Allâh, kişi ile onun kalbi arasına girer...” (el-Enfal, 24) buyrulur.
Osman Nurı Topbas
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi medinelii 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
nişan sohbetimde anlatılan örnek hadıse Serbest Kürsü sevginin_bedeli 20 8862 14 Ekim 2009 15:31
huzzam yayında Serbest Kürsü medinelii 6 2293 12 Ekim 2009 21:59
Ve RABBİM.... Allah(c.c) su damlası 9 2882 10 Şubat 2009 01:47
efsunlu.... Makale ve Köşe Yazıları medinelii 0 1521 08 Şubat 2009 21:51
bu hayata çıplak gözle bakılmaz(mış) Makale ve Köşe Yazıları KARAKÖSE 1 1800 08 Şubat 2009 21:47