Konu Başlıkları: Ruhun terazisi vicdan
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 16 Mart 2013, 13:35   Mesaj No:2

EyMeN&TaLhA

Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:EyMeN&TaLhA isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21422
Üyelik T.: 08 Kasım 2012
Arkadaşları:36
Cinsiyet:
Mesaj: 3.299
Konular: 784
Beğenildi:131
Beğendi:34
Takdirleri:141
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Ruhun terazisi vicdan

Bahaneler vicdanı öldürür
Gündelik hayatta yaptığınız hataları kendinize ya da başkasına anlatırken ‘ama, fakat, lakin’ gibi bağlaçlarla başlayan cümleleri ne kadar az kuruyorsanız vicdanınızın sesini o kadar duyuyorsunuz demektir. Çünkü uzmanlara göre bahaneler vicdanı öldürüyor. Peki, bu bahaneler nasıl ortaya çıkıyor? Tabii ki cezayla. Şöyle düşünün: Küçük oğlunuz/kızınız komşunun çocuğunu dövmüş, komşu da gelip etraflıca size şikâyette bulunuyor. O hınçla evladınıza haddini bildiriyorsunuz. Çocuğun duygu dünyası bu esnada ciddi sarsıntı geçiriyor. Bu duyguyu atlatabilmek, vicdanına da cevap verebilmek için otomatikman ‘Ama annem de bana vurdu’, ‘Öyle demeseydi ben de arkadaşımın kafasına tekme atmazdım’, ‘Zaten annem hep böyle yapıyor’ gibi bahaneler üretiyor. Böylece vicdanının sesini bastırmaya çalışıyor, bunu başarıyor da. Dolayısıyla içindeki sesi bahanelerle bastırabileceğini öğrenen kişi, aynı yöntemi her fırsatta kullanıyor. Sürekli susturulan vicdan zamanla konuşamaz hâle geliyor. Hâlbuki yapılması gereken oldukça basit. Yaptığının yanlış olduğunu ikna edici bir şekilde anlatmak, hatasının farkına varmasını sağlamak. Ayrıntıları Klinik Psikolog Dağlar anlatıyor: “Arkadaşına vurmak doğru değil. ‘Başka türlü acaba nasıl davranılabilirdi?’ diye hem kendisine sorun hem de siz doğru olanı belirterek çocuğa yardım edin. Zaten kendisiyle sakince konuşmaya başladığınızda hislerini ifade etmeye başlayacak, vicdanında o yanlışı görüp ‘Evet, öyle yapmayabilirdim’ diyecektir.”

Yalansız, riyasız olmak…
Akşam yemeğini hazırlarken yavrusu masada duran çikolatayı ister. Ebeveyn ‘Hayır, şimdi yemek yiyeceğiz’ diyerek sorun çıkmasını istemediği için çikolatayı alıp camdan dışarı ‘atıyormuş gibi’ yapar. Az sonra komşusu gelir. Onu güler yüzle karşılayıp ikramlarda bulunur. Ama o gittikten sonra ‘Öf, kalkmak bilmedi’ der. Ya da bir tanıdığın evine taziyeye gider. Orada ağlayıp üzülür. Eve dönerken ‘Karısına az çektirmedi. Zaten akrabalar da sevmezdi onu.’ diye kritik yapar. Tüm bu samimiyetsizlik silsileleri ergenlik dönemindeki bir çocuğun (5-7 yaş arası da dâhil) yanında geçer. Acaba çocuklar anne-babalarının pembe-beyaz yalanları, ikiyüzlülüklerinden vicdanen nasıl etkilenir? Cevabını Güney Kore’de eğitim almış, Ufuk Koleji’nde görevli Çocuk ve Ergen Psikoloğu Serpil Yeşilkurt’tan dinliyoruz: “Doğallıktan uzak tavırlar, yalan söyleyen-samimiyetsiz insanlarla bir arada bulunmak çocuğun vicdanını katılaştırır, zehirler. Hiçbir vicdan, yalan, ikiyüzlülük karşısında sessiz kalmaz, rahatsız olur. Vicdanın konuşmasından bunalan kişi, sonunda o sesi bastırmaya ya da söylenenleri zihninde normalleştirmeye girişir. Bu da vicdanın dumura uğramasıdır. Üstelik çocuk yalan ve ikiyüzlülüğü de ebeveyninden öğrenir.”

Sanal dünya vicdanı yaralıyor
Moscow State Pedagogical University’de eğitim almış Psikolog Sinem Yersel, yaşanmış bir olayı anlatıyor: “Sürekli bilgisayar oynayan 5 yaşındaki çocuğun babası vefat ediyor. Yakınları kötü haberi veriyor. Çocuk da ‘Bir canı daha vardır, bir şey olmaz’ diyor.” Klinik Psikolog Dağlar ise başka birinden bahsediyor: “Kuşu ölmüş. Annesiyle gömüyor, aradan biraz zaman geçiyor. Çocuk ‘Gidip bakalım canlanmıştır’ diye diretiyor. Gidiyorlar ama kuş kalkmıyor yerinden. Çocuk büyük hayal kırıklığı yaşıyor. Öldü diyorsun ama anlayamıyor.”
Sizce de yolunda gitmeyen bir şeyler yok mu? Her geçen gün hayatımız biraz daha gerçeklerden uzaklaşıyor. Tabii bu kötü gidişattan en çok da minikler, ergenler etkileniyor. Çünkü daha gerçeklikle tanışmadan, ‘olmayan şeyler’in peşinden koşup gerçeklik algılarını değiştiriyorlar. Bu üzücü durumu da diziler, çizgi filmler, sanal oyunlar ortaya çıkarıyor. Mesela şiddet içeren bir oyunda adam adama vuruyor, kafa koparılıyor, etrafa kanlar fışkırıyor, arkadan alkış efektleri geliyor. Dizilerde iki yetişkin birbiriyle kıyasıya dövüşüyor, bir sonraki sahnede her şey normalleşiyor. Çizgi filmlerde de insana benzemeyen garip yaratıklar vuruyor, kırıyor, yaralıyor-yaralanıyor ama görüntü değişmiyor. İşte asıl tehlikenin de bundan sonra başladığını söylüyor Klinik Psikolog Dağlar: “Kan, bir insanın sakatlanması, ölmesi normal şartlar altında vicdanı harekete geçirecek durumlarken çocuk gerçeklik algısını kaybettiği için her şey sıradanlaşıyor. Vicdan o kadar hassas bir terazi ki bunu tartamaz hâle geliyor.”
Prof. Dr. Kemal Sayar tüm bunları “Vicdanın sesini kısan unsurlar.” diye özetliyor: “Çocuklar normal şartlarda kendi dünyalarında karşılaşma ihtimalleri çok düşük imgelerle farklı bir gerçeklik kurar hâle geldi. Bunun yanı sıra, televizyonda şiddet içerikli, güvenilmez insanları, aldatmaları, yalanları izleyen çocuk, şiddeti uygulayan ya da şiddeti gören kişiyle özdeşim kurabiliyor. Çizgi filmler, sanal oyunlardaki süper kahramanlar, şiddetten zarar görmeyen insanların varlığına inandırıyor onları. Böylelikle arkadaşlarına kolayca zarar verebiliyorlar.”

Hızı bırak, yavaşlamaya bak
Prof. Dr. Sayar, ‘Yavaşla’ kitabında hayatımıza dair önemli noktalara temas ediyor: “Saplantılı zaman hastalığı bize hiç vaktin kalmadığını, acele etmemiz gerektiğini telkin ediyor. Bu aslında varoluşsal bir hastalığın habercisi. Tükenmişliğin son demlerinde insanlar, kendi mutsuzluklarından kaçmak için hızlanır. Hatırlamak istemediğimizi hızlanarak unuturuz. Hızla gelen duygusal uyarı bolluğu, insanın dikkatini çeler ve onu kendi kırılganlığını fark etmekten alıkoyar. Telaş hayatı daha da yüzeysel kılar. Hız hayatı eksiltir. Yavaşlamak, anın keyfini çıkarmayı bilmektir. Ancak yavaşlayarak içimize bakabilir, hayatla konuşabiliriz.” diyor.
Hızın çocuk dünyasına verdiği zarara ise Fatih Üniversitesi Öğretim Görevlisi Pedagog Adem Güneş ‘Çocukluk Sırrı’ kitabında değiniyor: “Çocuk hızlı yaşamaya başladığında algılaması körelir. Bu hissetmeyi azaltır. Hissiyatı azalmış kişinin duygu dünyası yeterince hassas değildir. Duyarsızlaşma yavaş yavaş başlar. Anne-babalar evde çocuklarına sakin, gürültüden arınmış ortamlar hazırlamalı. Ancak o zaman yavaş, hissederek hareket edebilirler. Ebeveynlerin evlatlarına bırakacakları en önemli miras onları yavaşlatmaktır.”
Yavaşlamak üzerine bu kadar durmamızın sebebi, hızın vicdan gelişimine fazlaca zarar vermesi. Hatta Ali Bulaç hızın vicdanı öldürebildiğine dikkat çekiyor: “Haz ve hızın arttığı, bedenin ruhun önüne geçtiği bir dönemdeyiz. Bu, insanın manevi anlamda ölmesidir. Vicdanın kökeni nefha-i ruhtur, türevleri ise vicdandır, kalptir, heyecandır, tahayyüldür, nefistir, akıldır, düşüncedir. Bedeni hızlandırıp ruhu geride bırakırsanız vicdan da ruh da ölür.”
Uzmanlar, yavaşlığın fıtriliğine özellikle dikkat çekiyor. Fakat anne-babaların hiç bitmeyen ‘Hadi, çabuk, acele et’ uyarıları ya da ‘Uyuşuk’ eleştirileri yüzünden çocuklar çok hızlanmış ebeveynlerine ayak uydurmak zorunda kalıyor. Psikolog Dağlar, çocuklar adına son noktayı koyuyor: “Vicdanın sesini duyabilmek için durup düşünmek, duymak lazım. Çocukların bunu yapmasına izin vermeliyiz. Biz, vicdanın sesini dinlemek diyoruz buna ama pozitif psikoloji başta olmak üzere farklı ekollerde de bu uygulama var.”
Alıntı ile Cevapla