Konu Başlıkları: Ebu Bekir Olmasaydı
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28 Temmuz 2008, 13:36   Mesaj No:2

__-SENE-__

Avatar Otomotik
Durumu:__-SENE-__ isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2738
Üyelik T.: 22 Temmuz 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 5
Konular: 1
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Ebu Bekir Olmasaydı

Nitekim, Hz. Ebu Bekir, onun risaletini enfüsî ve âfâkî delillerle tanıyarak tasdik ettiği için, müşrikler ona akılalmaz bir hezeyan imiş gibi Miraca dair nebevî haberi getirdiklerinde, hiç tereddütsüz, “O söylüyorsa, doğrudur” diyebilmiştir. O söylüyorsa, doğrudur. Zira o nebîdir, nebî kendinden konuşmaz; onu nübüvvetle görevlendiren Zât-ı Zülcelâl ise, hem Kadîr-i Külli Şey’dir, herşeye gücü yeter; hem Alîm-i Külli Şeydir, Latîfun Habîr’dir, Semîu’l-Basîr’dir, kimi nebi seçeceğini bilir ve nebîsinin her hareketini görür, gözetir; hem de Azîzün Züntikâm’dır, hiçbir nebi O’nun adına yalan uydurmaya yeltenmediği gibi, yeltenemez de.
Dolayısıyla, Muhammed-i Arabî (a.s.m.) Miracı haber veriyorsa eğer, demek ki, Rabbinin dilemesiyle o Miracı gerçekten yaşamıştır.

Mirac haberi karşısında gösterdiği bu tereddütsüz tasdiktir Ebu Bekir’in ‘Sıddîk’ ünvanıyla anılmasına sebebiyet veren. Ve, hakikat-ı halde nasıl Mirac Hz. Peygamber’in elliüç yıllık hayatında sergilediği ubudiyetin teyidi ve tasdiki ise, Hz. Ebu Bekir’in (r.a.) Miracı tasdiki de hakikat-ı halde onun ellibir yıllık hayatına rengini veren kelimenin tam anlamıyla bir ‘sıdk’ halinin teyidi ve tasdikidir.
Onun nasıl bir sıddîkiyet üzere olduğu, zaman içinde başka nice olayla da anlaşılmakla birlikte, bu sıddîkiyetin zirveleştiği gün, herhalde, Hz. Peygamber’in vefat ettiği gündür.
O gün ki, sahabiler Hz. Peygamber’in vefat edip aralarından ayrılmasına bir türlü razı olamayışın etkisiyle, ‘aslında Hz. Peygamber’in vefat etmediği,’ ‘bunun bir imtihan olduğu ve Hz. Peygamber’in hayata döneceği’ gibi tezler geliştirmeye başlamış; Hz. Ömer gibi dirayeti ve metanetiyle meşhur bir sahabi bile o gün “Kim Muhammed öldü der ise boynunu vururum” diyerek dolaşmıştır.
İşte böyle bir günde, bütün bu ruh karmaşasını çözüp sükuna kavuşturan isim, Hz. Ebu Bekir’dir. O, o zor günde, zor olanı söyleyen kişidir: “Kim Muhammed’e tapıyor idiyse, bilsin ki Muhammed öldü. Kim Allah’a ibadet ediyorsa, bilsin ki Allah bâkidir.”
Bu söz, Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselam’ın risalet yılları öncesinde ve risalet yılları boyunca en yakın arkadaşı olmuş kişinin sözleridir; ve bu sözler, Hz. Ebu Bekir’in ona olan yakınlık ve sevgisinin ‘kişisel sevgi’den de öte onun getirdiği vahye olan muhabbet ve sadakatle beslendiğini göstermektedir. Hz. Ebu Bekir Muhammed-i Arabî aleyhissalâtu vesselamı o kadar sevmekte, ona o kadar değer vermektedir ki, onun getirdiği habere, onun elçisi olduğu vahye kulağını, aklını ve kalbini tam bir açıklıkla açmış; tam olarak kabul etmiş; ve bu kabule uygun bir düşünce ve duygu donanımıyla yaşamıştır.
Gelen vahiy “Yeryüzünde her ne varsa fanidir; Zülcelâli vel-ikram olan Rabbinin vechi müstesna” (Rahmân sûresi, âyet: 26-7) buyuruyor olduktan sonra, Ebu Bekir (r.a.) nasıl Hz. Peygamberi ölümsüzleştirebilir ki?
Keza, gelen vahiy “Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler gelip geçti. O ölür veya öldürülürse, gerisin geri mi döneceksiniz?” (Âl-i İmran sûresi, âyet: 144) buyurduktan sonra, Ebu Bekir (r.a.) nasıl onun ölüm haberine dirensin ki?
Bilakis, bu ölüm haberine herkesin direndiği ve bu habere karşı ‘mistifikasyonlar’ üreterek Hz. Peygamberi ‘insanüstü’ ve fanilikten münezzeh bir konuma yerleştirme riskine duçar olduğu bir zamanda, o, bu âyeti hatırlatarak, Peygamberin şahsının vefatından dolayı ‘yoldan çıkma’ riskiyle yüzyüze kalmış ümmetin akıl, kalb ve ruhlarını Peygamberin getirdiği vahyin ışığında yeniden yola koymuştur.
Velhasıl, Hz. Ebu Bekir’in o vefat günü ortaya koyduğu sıddîkiyet, ümmetin 1400 küsur yılını istikamet üzere tutan muazzam bir sıddîkiyettir. Allah’ın habibi olan zât, bunca yıllık dostunuz, getirdiği mesajın ve dilinden dökülen sözlerin doğruluğundan asla şüpheye düşmediğiniz kişi vefat ettiğinde, onun vefatıyla yaşadığınız hüznü kalbinize gömüp, bu hüznü açığa vuran koca bir ümmetin kalbini onun getirdiği vahyi hatırlatarak, onun elçisi olduğu Zât-ı Zülcelâl’in baki olduğunu hatırlatarak derleyip topluyorsunuz.
Bu bakımdan, Hz. Ebu Bekir’in o vefat günü söylediği sözler ne zaman hatırıma düşse, ‘getirdiği vahye sadakat’ hatırına o gün Hz. Peygamber’in ‘gerçekten vefat ettiği’ gerçeğiyle ümmeti yüzleştiren o sözleri yüzleştiren Ebu Bekir (r.a.) için tekrar tekrar duacı olurum.
Ve şunu düşünürüm: Hz. Peygamber vefat ettiğinde, ümmetin içinde Hz. Ebu Bekir gibi bir isim var olabildiği içindir ki, bu ümmet, başka ümmetlerin düştükleri hataya düşmedi; peygamberini asla ilahlaştırmadı veya asla ölümsüzleştirmedi veya benzeri mistifikasyonlarla yoldan çıkmadı.
Meselâ, bir Hz. İsa zamanına ve ondan sonra Hıristiyanlığın aldığı seyre bakalım; bir de İslâm’ın temel esaslarının ilk günün tazeliğinde ve saflığında korunuyor olduğu gerçeğine...
Başka ümmetlerin yaşadığı akıbetin bir benzerine biz duçar olmadıysak, bunda Hz. Ebu Bekir’in ve hele o vefat günü ‘elçiliğine sadakat’ hatırına Hz. Peygamber’in fani şahsı için söylediklerinin bunda o kadar büyük bir rolü var ki... Allah ondan ebeden razı olsun.
Alıntı ile Cevapla