Tekil Mesaj gösterimi
Alt 11 Ağustos 2013, 15:33   Mesaj No:11

Medineweb

Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:339
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: TDV İslam Ansiklopedisi ''Din'' Maddesi

3- Din Bilimleri
Modern bilginler ilimleri sınıflandırırken bir ana bölüme de din bilimleri adını verirler. Bu bölüme dinler tarihi, din fenomenolojisi, din sosyolojisi ve din psikolojisi girer. Bazı bilginler din felsefesini de buna eklerler. Zamanla din etnolojisi vb. bilim dallarının da bu alana katılacağı anlaşılmaktadır. Din bilimleri, XVII. yüzyıldan itibaren İngiltere, Fransa ve Almanya'da dinin ilmî bir şekilde kavranılması yolundaki çalışmalar sonucu aydınlanma devrinin bir mahsulü olmuştur. Özellikle XIX. yüzyılda din olgusunu rasyonel bir şekilde kavrama düşüncesinin yoğun tesiriyle din bilimleri alanında çok önemli gelişmeler kaydedilmiş, böylece manevî ilimler tabiat ilimlerinden ayrı bir grup altında incelenme imkânı bulmuştur.
Dinlerin prensiplerini, bunların ortaya çıkış ve gelişmelerini dinler tarihi inceler. Bu bilim dalı bugün mevcut olan ve olmayan, küçük bir cemaate ait olanlarından milletlerarası genişliğe ulaşabilenlerine kadar bütün dinleri ele alır. Dinler tarihinin faydalandığı bilim dallarının başında filoloji gelir. Ayrıca psikoloji, sosyoloji, mitoloji, etnoloji veya etnografya, arkeoloji, sanat tarihi, folklor gibi disiplinlerin de dinler tarihine önemli malzeme sağladığı bilinmektedir. Din fenomenolojisi malzemelerini dinler tarihinden alır, ancak bunları tarihî olmaktan ziyade sistematik bir açıdan değerlendirir. Dinî tezahürler, dua, kurban, tanrı kavramı, âlem görüşü, âhi-ret, ibadete başlama, dinî semboller gibi olgular, dinî görüntüler din fenome-nolojisinin araştırma alanına girer. İçtimaî dinî kurumlan, bunlann devlet millet, ırk grubu, iş teşekkülleri gibi dünyevî kuruluşlarla bağlannı din sosyolojisi inceler. Din psikolojisi dinin psikolojik yönünü, zihnin dinî fonksiyonunu, diğer bir ifadeyle ferdin dinî tecrübesini, onun içtimaî dinî hayatı nasıl paylaştığını konu edinir. Din felsefesi dinin mahiyetini, insanın dinî hakikatlerle alâkasını inceleyen bir din ****fiziğidir.
Din etnolojisi dinî kültleri, örf, âdet ve gelenekleri, bir topluluğa ait dinî kültür unsurlarını inceleyen bir bilim dalıdır. XIX. yüzyılda tabiat ilimlerinin gelişmesi sonucunda insanla ilgili olarak tarih, iktisat, siyaset ve sosyoloji gibi disiplinlerden ayrılmıştır. Öte yandan bu bilim dalı bir topluma mahsus kültür ve özellikleri konu edinmekle arkeoloji, lengüistik ve insan biyolojisiyle ırkları ele alan fizikî antropolojiden ayrılır. Kelime yapısı bu disiplinin ırklar, onların bölümleri ve tarihî gelişmelerini inceleyen bir bilim dalı olduğu İntibaını veriyorsa da etnoloji dar anlamda yaşayan insan toplumlarının örf, âdet ve inançlannı, geniş anlamda ise ilkel kabile mensuplarından gelişmiş medeniyetleri paylaşanlara kadar insanlar tarafından geliştirilmiş medeniyet şekillerini ele alır.
Etnologlar çalışmalarında dinden uzak kalmamışlar, her biri din etnolojisiyle ilgili elemanlardan bir kısmını araştırmışlardır. En başta ilkel kabileler incelenirken bu kabilelerin âyin ve törenleri, yüce varlık, tann veya ruh inançları, bunlann tabiat üstü güçleri, mitolojileri, büyü, rahip, kutsal kişi ve yerleri, kutsal nesneleri, mana, totem, tabu gibi kavramları ele alınmış; gelişmiş dinlerin ilkel kabileleri nasıl etkilediği, ilkel kabile inançlarıyla diğer dinler arasındaki benzer veya farklı noktalar belirlenmeye çalışılmıştır.
Din etnolojisi, çeşitli kaynaklardan sağladığı malzemenin değerlendirmesini fe-nomenolojik, fonksiyonel, sosyolojik, psikolojik, filolojik ve tarihî yöntemlere ve görüş açılarına göre yapar. Din etnolojisinde en iyi sonuçlar, tek bir yöntemden ziyade bütün yöntemlerden faydalanmak suretiyle alınmaktadır. Din etnolojisinin dinler tarihi ve mitoloji ile ortak bazı yönleri bulunmakla birlikte onun verdiği bilgiler tarihî bilgiler değildir. Ancak bu alanlarda yazılmış eserlerde etnolojik bilgiler de bulunabilir. Meselâ Bî-rûnî'nin eserlerinde gezdiği yerlerdeki insanların dinî inanç, ibadet, âyin ve törenleri, âdet ve gelenekleriyle ilgili bilgiler mevcuttur. Bu konuda el-Âşârü'l-bâkıye, Tahkîku mâ li'î-Hind, el-Ce-mâhir ü ma'rifeti'l-cevahir adlı eserlerindeki bilgiler önemli olduğu kadar bilgi edinme yollan ve yöntemleri etnoloji metotlarına uygundur. Zira Bîrûnî dinlerini, âdet, gelenek ve inançlarını inceleyeceği milletlerin dillerini öğreniyor, onlara sorular soruyor, cevaplannı karşıiaştınyor, böylece doğru sonuçlar elde etmeye çalışıyordu. Onun eski Türk boylan, Hârizm bölgesinin yerlileri, Hintliler hakkında verdiği etnolojik bilgiler çok değerlidir.
Genel olarak dinler yanında mahallî halk dinî telakkileri, nazar, büyü, fal gibi telakkiler, kuşlar, sayılar, günler, evlenme vb. hususlarla ilgili inançlar, dinî merkezler, yapılar, ziyaret yerleri, halkla İlişkisi bakımından folklora da girmekle birlikte din etnolojisi içinde kalan konulardır. Sedat Veyis Örnek ile Hikmet Tanyu"nun bu alanda bazı çalışmaları vardır. Din bilimlerinin başlıca kolları şunlardır:
A- Dinler Tarihi. Tarih ve filoloji metotlarını kullanarak dinleri doğuş ve gelişmelerinden inanç, ibadet ahlâk vb. konularına kadar tarihî seyir içinde inceleyen bir disiplindir. Karşılaştırmalı incelemeler göz önünde bulundurularak şu şekilde de tarif edilebilir: Dinler tarihi dinlerin diğer dinlerle olan münasebetlerini, benzer, farklı ve ortak yönlerini karşılaştırmalı olarak ele alan bilim dalıdır. Konusunu, yeryüzünde dinin ilk ortaya çıkışından günümüze kadar gerek geçmişte yaşamış, gerekse halen yaşamakta olan bütün dinlerin teşkil ettiği dinler tarihi hak-bâtıl, millî - evrensel ayırımı yapmaksızın bütün dinleri inceler. Dinlerin ve genel olarak dinin tarihî gelişmesi, önemli şahsiyetleri, prensipleri, ibadet, âyin ve ahlâk kuralları, değer ve kurumlan, mezhep, tarikat ve gruplan bu ilmin konuları arasındadır. Dinler tarihinin gayesi din müessesesinin ortaya çıkış sebeplerini, tarih içerisinde ve çeşitli topluluklarda aldığı şekilleri, dinî tecrübenin algılanış ve ifade ediliş biçimlerini objektif metotlarla ve herhangi bir değer hükmü koymaksızm açıklamaktır. Dini konu alan ve din bilimleri adı verilen grup içinde yer alan dinler tarihinin aynı grupta bulunan din sosyolojisi, din psikolojisi ve din fenome-nolojisiyle yakın ilgisi vardır. Bu disiplinler ayn ayn bilim dallan haline gelmeden Önce dinler tarihi bütün din bilimlerini ifade etmekteydi.
İlk defa Max Müller 1867'de, dinlerle ilgili bütün araştırmaları ifade etmek üzere "dinler bilimi" (religionsvvissenschaft) tabirini kullanmış, E. Burnouf 1870'te neşrettiği dinlere dair bir denemesine "dinler bilimi" (la science des religions) adını vermişti. Fakat pozitivist teorilerden oldukça etkilenen Fransız üniversite geleneği, 1880'den itibaren bu yeni bilim dalını "dinler tarihi" (histoire des religions) adıyla uzun süre okutmuş, daha sonra "dinlerin karşılaştırmalı tarihi" (histoire comparee des religions) adını kullanmıştır.
Dinler tarihiyle din tarihi bir bakıma farklı iki terimdir. Çünkü din tarihi, tarihî devamlılığı içinde dinin mahiyet ve hakikatini inceler. Bu da çok defa bir görüş, ön fikir ve kabullenlşe göre olur. Halbuki dinler tarihi tarafsız ve nitelendirici olmak zorundadır. Dinler tarihi kural koyucu (normatif) ve bir dinin savunmasını üzerine alan teoloji, apoloji, kelâm gibi disiplinlerden farklı çalışma ilkelerine sahiptir. Dinler tarihi dinleri incelerken bazan karşılaştırmalara da yer verir. Dolayısıyla bu husus karşılaştırmalı dinler tarihi (comparative religion) denilen ikinci bir disiplini ortaya çıkanr. XX. yüzyıl başlarında âlimler karşılaştırmalı dinler tarihini, geçmişteki ve günümüzdeki dinlerin tarihî gelişmesini, evrimini, bunların mevcut duruma nasıl geldiğini, değerlerini nasıl kazandığını anlamak gayesiyle kullandılar. Halbuki Bîrûnî XI. yüzyılda bu metoda başvurduğunda böyle bir ön yargı ile yola çıkmamış, sadece dinlerin birbirinden nasıl etkilendiğini, benzer ve farklı yönlerini belirlemek İstemişti.
XIX. yüzyılın sonlarında hız ve yaygınlık kazanan evrim teorisine dayalı karşılaştırmalı çalışmalar, dinlerin kaynağıyla ilgili vahiy geleneğine tamamen karşı tezlerin ortaya atılmasına ve tartışılmasına yol açtı. Buna karşı teoloji k çevreler vahyin zaman içinde tekâmül gösterdiğini savundular. Filolojik ve antropolojik karşılaştırmalara giden, evrimden etkilenen bu çalışmalar sonucunda ekoller oluştu. Bunlar arasında yayılmacı (diffüzyonist) ekol de vardı. Bu ekol mensupları, kültür ve din eleman-lannın dünyanın bir bölgesinden diğerine göç, ticaret, istilâ, misyoner faaliyetleri gibi yollarla geçtiğini ileri sürdüler. 1930'lann mit ve ritüel ekolü diffüzyo-nistlerden büyük çapta etkilenmişti. Karşılaştırmalı dinler tarihi çeşitli ülkelerdeki üniversitelerde kürsüler kazandı. J. Hastings'in neşrettiği, dinî terimlerin çeşitli dinlerdeki muhtevalarını veren Enclopaedia of Religion and Ethics (I-Xill, Edinburgh 1908-1926) adlı ansiklopedinin de içinde yer aldığı çeşitli ansiklopediler ve dergiler çıkarıldı: ilk defa 1897'de Stockholm'de ve 1900'de Paris'te olmak üzere milletlerarası din bilimleri kongreleri düzenlendi. I. Dünya Savaşı sonrasında evrimciliğin hızı kesil-diyse de karşılaştırmalı dinler tarihi adı bir etiket olarak devam etti. Diğer din bilimlerinin doğması ve hüviyet kazanması üzerine bu defa değerlendirmeler, yorumlar yerine gözlemler ve olayları belirleme yöntemleri ağırlık kazandı. Dinlerle ilgili tarihî boyut devam etti. Ancak bu boyutu esas almadan, kültürel, sosyolojik, psikolojik vb. veçhelerini hesaba katmaksızın din fenomenlerini anlamaya, kavramaya çalışan fenomenolojik metot gelişti. Bu metotla dinî tezahürler, vakıalar olduğu gibi belirlenmeye çalışılır. Öte yandan fenomenolojik metot, kişinin kendini bir müşahit, bir dinleyici yerine koyup hüküm ve değerlendirmeden kaçınarak dinî fenomenin temeline inebilmesini ve onu kavraya bilmesini sağlar. Din fenomenolojisinin, dinler tarihi alanındaki araştırmalarda bazı fenomenlerin anlaşılmasını sağlamakla dine aydınlık getirdiği görülür. Meselâ mit ve âyinin ne olduğu bilinmeden eski Mezopotamya kültüründeki mit-âyin ilişkisi anlaşılamaz.
İnsanlann başkalarının inançlannı merak etmesi, araştırıp öğrenmek istemesi çok eskilere kadar gider. Eski Mezopotamya tabletlerinde çivi yazısıyla yazılmış metinlerde bunun izleri bulunabilir. Eski Yunan yazarlanndan Herodo-tus, milâttan önce V. yüzyılda Batı Asya ve Mısır dinleri hakkında bilgi vermiş, hatta Mısır ve Yunan tanrılarını adları, görevleri, özellikleri vb. noktalardan birleştirerek bir bütün oluşturmaya çalışmıştır. Romalılar da gittikleri yerlerdeki halkların dinî inanç, âdet ve geleneklerini yazmışlardı. Böylece Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarında diğer dinler hakkında Yunanlı ve Romalılar'ın epeyce bilgileri vardı. Yunanlılar dine felsefî olarak bakmışlar, gerçeği kavrama çabalan içinde diğer dinleri de araştırmışlardı. Hıristiyan dünyası ise Ortaçağ'larda katı bir taassup içinde skolastik zihniyete gömülmüş olduğundan yakın zamanlara kadar diğer dinlerle ilgilenmesi, kendini savunma ve karşı tarafa hücum etme şeklinde olmuştur.
İslâm tarihinde diğer dinler hakkında bilgi verme geleneği Kur'ân-ı Kerîm'e kadar geri gider. Kur'an'daki "Ehi-i kitap" tabiriyle vahye, kitap ve peygambere, tevhid geleneğine sahip topluluk ya da cemaatler kastedilmekte (bunların sadece yahudi ve hıristiyanlardan ibaret olduğunu savunanlar yanında çerçeveyi daha geniş tutanlar da vardır), ayrıca Hanîflik, Sâbiîlik, Mecusîlik ve müşrik-likten de bahsedilmektedir. İlkin diğer dinler hakkındaki bilgiler, 1. (VII.) yüzyıldan itibaren inanç ve iman konulan ile ilgili olarak yazılanların içinde yer almaktaydı. İslâm dini yayılırken fetihler sonucu çeşitli kültürler, din ve inanışlarla temasa geçilmiş, Kur'an âyetlerinin çeşitli felsefe akımlarının etkisiyle ele alınışı bazı mezhep ve fırkaların doğmasına yol açmıştı. Hicrî ilk yüzyılda "makale" (daha sonraları "makâlât") başlığı altında toplanabilen karşılıklı tartışmalara, ikinci yüzyılda diğer dinleri hedef alan ve çoğunlukla "er-red ale'n-nasâ-râ", "er-red ale'l-yehûd", "er-red ale'l-mâneviyye" ve "er-red ale'z-zenâdıka" gibi başlıklar taşıyan reddiyeler katıldı. Daha sonraki yüzyıllarda İse artık teşekkül etmiş fırkalar ve mezheplerle birlikte bazan diğer dinleri de hedef alan, başlıkları içinde "el-fırak, er-red, ed-di-yânât, el-edyân, el-milel" terimlerinden biri veya birkaçının da bulunduğu eserler yazıldı. Bunlar sonunda "el-milel ve'n-nihal" tarzına dönüştü. Vahye dayanan dinler için "milel". bâtıl dinler için de "nihai" terimleri kullanılmaktaydı.
Kur'an'da adı geçen dinleri konu alan âyetlerin tefsirinde müfessirler, hadislerin şerhlerinde muhaddisler bu dinlere dair bilgiler verdikleri gibi peygamberlerin hayatlarından söz eden "kısasü'l-enbiyâ" kitapları ile İbn Kuteybe (ö. 276/ 889), Ebû Hanîfe ed-Dîneverî (ö. 282/895), Ya'kübî (ö. 292/905), İbn Cerîr et-Tabe-rf(ö. 310/923), Mes'ûdîfö. 345/956 |?|), Makdisî (ö. 355/966'dan sonra) gibi tarihçiler, Ceyhânî (ö. 330/942) gibi coğrafyacılar da kitaplarında aynı usulü uygulamışlardır. Ayrıca kronoloji, seyahatname vb. türdeki eserlerde diğer dinler hakkında bilgiler mevcuttur.
İslâm âleminde zamanla diğer dinleri objektif ölçüler içinde değerlendirip sunmayı vazgeçilmez bir ilim ahlâkı olarak telakki eden bilginler yetişti. Nitekim Ebü'l-Hasan el-Eş'arî (ö. 324/936). dinler ve mezheplere dair eser yazan bazı kimselerin anlattıklarını gerçeğe aykırı bularak eleştirir. Bî-rûnîde (ö. 453/1061 |?|) bilhassa dinler konusunda verilen yanlış bilgilere dikkat çekerek şöyle der: "Bu öyle bir belâdır ki karşı koyan ve karşı düşüncede bulunanların mezhebini nakledenlerden pek azı bu belâdan kurtulabilmiştir. Ancak lekelemek maksadıyla yapılan bu tahrif aynı din içindeki mezheplere da-irse bunların birbirine yakınlık ve irtibattan bulunduğundan durum daha çabuk anlaşılır. Hiçbir şekilde irtibat ve alâkası olmayan, birbirine yabancı milletlerin özde olsun ayrıntılarda olsun dinî durumlarını nakil hususunda böyle bir şey yapılırsa araştırılması zor olduğundan bu tahrif gizli kalır. Elimizdeki makale kitapları, mezhep ve dinler tarihi hakkında yazılan bütün eserler bu gibi tahriflerle doludur". Eş"arî ve BîrûnFnin yanında Ya'kübî, Mes'ûdî, İbnü'n-Nedîm, Ebü'l-Meâlî Muhammed b. Ubeydullah (ö. 485/1092) gibi âlimler de diğer dinler hakkında bilgi verirken objektif kalabilmişlerdi. "Milel-nihai" tarzında önemli bir eser kaleme alan Şehristânî (ö. 548/1153), bu geleneğin başanlı bir temsilcisi olarak kitabının girişinde, "Ne onların tarafını tuttum, ne de aleyhlerinde bulundum; doğruyu yanlıştan, hakkı bâtıldan ayır-maksızın naklettim" demektedir.
İslâm âleminde başlangıçta diğer dinlerle ilgili olarak yazılanların bir bölümünü reddiyelerin oluşturduğu görülür. Bu reddiyelere esas teşkil etmek üzere bazı tercümeler yapılmıştır. Meselâ Abbasîler devrinde Abdullah b. Mukaffa (ö. 142/759) eski İran dinleriyle ilgili tercümeler yapmıştır. Yahya b. Hâüd el-Bermekî'nin emriyle Hint dinleri hakkında Miîelü'1-Hind ve ed-yânühâ adlı bir eser hazırlanmıştır. Zamanla tek bir dini konu edinen İbnü'l-Kelbrnin (ö. 204/819) Kitâbü'} - Esnam, Halife Me'mûn'un (ö. 218/833) Kitâb ca/e'i-Mdneviyye, Ebü'l-Hüzeyl el-Al-lâfın (ö. 235/849 [?|) Kitâbü'1-Mecûs ve Kitâbü'ş-Şdneviyye, İbnü't-Tayyib es-Serahsrnin fö. 286/899) Risale fî vaş-ü mezâhibi'ş-Şâbi'în adlı kitaptan yanında Ebû Zeyd el-Belhî"nin (ö. 322/934) Kitâbü ŞerâYi'i-edydn, Ebü'l-Meâlî Muhammed b. Ubeydullah'ın Beydnü'J-edydn'ı birden fazla dine yer vermektedir. Son eser Farsça yazılmış olup günümüze ulaşan en eski dinler tarihi kitabıdır. İslâm âleminde hemen hemen ilk dinler tarihi kitabı sayılabilecek bu eserde objektif bir tarzda verilmiş önemli bilgiler mevcuttur. Yeterince objektif sayılmasa da Hasan b. Mûsâ en-Nevbah-tî'nin (ö. 310/922 |?|) Kitâbü'1-Ârâ'i ve'd-diyânât't mukayeseli dinler tarihi bakımından yine ilk eser sayılabilir. Ancak Abdülkâhir el-BağdâdFnin (ö. 429/ 1037-38) el-Fark beyne'l-hrak'mm, fırkalara dair verdiği bilgiler yanında gerçek anlamda bir dinler tarihi kitabı hüviyetine ulaşabildiği; dinî inanç, ibadet ve gelenekleri karşılaştırmakta çok başarılı bulunan, ilmî metodoloji bakımından bütün dünyaca takdir edilen Bîrûnî'nin mukayeseli dinler tarihinin kurucuları arasında yer aldığı söylenebilir. Bîrûnî dinî inançlarına çok bağlı olmasına rağmen objektif davranabilmiş, değişik ilmî metotlarla devrindeki dinler hakkında bilgi edinmiş, karşılaştırmalara girişmiştir.
Milel-nihai tarzının en iyi örneklerinden biri de Ebû Muhammed İbn Hazm'ın |ö. 456/1064) Kitâbü'l-Faşl ü'i-mileİ ve'1-ehvâ'i ve'n-nihai'İdir. İbn Hazm'a her ne kadar ilk din tarihçisi gözüyle bakanlar varsa da eserinde İslâm mezhepleri yanında Yahudilik ve Hıristiyanlık başta olmak üzere diğer dinlere de yer veren bu âlimin tarafsız kaldığı söylenemez. Bununla beraber diğer fırkalara yönelttiği itirazlar, yahudi ve hıristiyan dinlerinin iman esasları ve kutsal kitaplarında tesbit ettiği çelişkili noktalar önemli ve dikkat çekicidir. Milel-nihai tarzında en başarılı eser Şehristânrye ait el-Mi-lel ven-nihai'dir. Yüzyıllar boyu kaynak kitap olarak kullanılmış sistematik ve objektif bir eser olan el-Milel ve'n-nihal'de kelâmî ve felsefî düşünce sistemleri, mezhepler ve diğer dinlerle (Yahudilik, Hıristiyanlık; Mecusîlik, Maniheizm, Mazdek dini gibi düalist dinler; Sâbiîlik; eski Arap Câhiliye devri inançları, Hint dinleri) ilgili bilgiler yer alır.
İslâm âleminde Çin dinleri dışındamüslü-manlann çeşitli kanallar vasıtasıyla tanıdığı dinler hakkında geniş çapta araştırmalar yapılmış, tarihî dinlerden yazılı kaynaklara geçen veya şifahî geleneğe dayanan bilgiler ölçüsünde haberdar olunmuştur. 0 yüzyıllarda Çin, Hindistan ve Batıdaki araştırmalar İslâm dünyasıyla kıyaslanamayacak kadar zayıftır.
Dinlerle ilgili bilgi verme geleneği Kse-nofanes'e (m.ö. VI. yüzyıl) kadar geri gitmekle birlikte Batı'da ilmî anlamda alâka ancak XVI. yüzyıldan itibaren uyanmaya başlamış; XVIII. yüzyıldan itibaren arkeolojik, paleontolojik araştırmaların başlaması sonucu bulunan eski yapılar, heykeller, kitabeler, mezarlar, kafataslan, iskelet kalıntıları, fosiller, mağara resimlerinin, kısacası yazılı yazısız kaynakların değerlendirilmesine girişilmiş; böylece geçmişteki milletlerin, hatta tarih öncesi toplulukların dinleri, inançları araştırılmış ve bazı tezler ileri sürülmüştür. Doğu dillerinin öğrenilmesi, eski Mısır ve Mezopotamya dillerinin şifrelerinin çözülmesi, milletlerin geleneklerine İlgi duyulması ve evrim teorisinin etkisi sonucu XIX. yüzyılda bu alâka daha da artmıştır. Bu devrenin başlıca temsilcileri arasında Sacred Books of the East serisinin başlatıcısı Max Müller ile (ö. 1900) İngiliz antropologları E. B. Tytor (ö. 1917) veJ.G. Frazer (ö. 1941) sayılabilir.
Aslında reform öncesinde eski Yunan felsefesine, eski Mısır ve İran'ın anlaşılması güç dinlerine, simya ve büyüye karşı İtalya'da başlayan ilgi, önce Helenist-hıristiyan sinkretizmine yol açmışken arkasından natüralist ve pozitivist ideolojiler getirmiş; bu natüralist felsefeler, matematik ve maddeyi esas alan İlimlerin ışığında hıristiyan vahyini eleştirirken gerçekte genel olarak din, Tann ve ruh kavramlarına karşı çıkmaya başlamıştı. XIX yüzyıldaki bu gelişme, Hıristiyanlığın ve öteki dinlerin sağlam bir temele dayanmadığını, ilimleri engellediği için kültürel yönden tehlikeli olduğunu iddia etti. Ancak dikkat çekicidir ki Batı'da dinlerin ciddi olarak ilmî incelemeye tâbi tutulup karşılaştırmalı çalışmalara yer verilmesi, bu kesif materyalist ve pozitivist propaganda altında aynı yüzyılın ortalarında başladı. Daha önceleri, XV ve XVI. yüzyıllardaki keşifler sonucu Avrupa dışında kalan ülkelerdeki farklı insan toplumlarının din fenomeni bakımından çeşitli görüşleri, İngiliz devlet adamı ve düşünür Lord Her-bert, filozof Berkeley, Locke, Hume, Le-ibnitz gibi kişiler tarafından konu edinilip dinin mahiyetine nüfuza çalışılmıştı. Bu defa konu üzerinde ilmî sayılabilecek ilk Önemli çalışmaları Max Müller başlattı. İngiltere'de yerleşmiş olan Alman asıllı Müller, karşılaştırmalı dinler tarihi alanında ilk önemli müstakil eser sayılan Essays in Comparative Mythology adlı kitabını 1856'da neşretti. Onun dinleri ilmî bir incelemeye tâbi tutmada anahtarı filoloji idi. Müller ve takipçileri dinin özüne, ancak ilmî bir şekilde dillerin gelişmesini incelemekle gidilebileceğini düşünüyorlardı. Müller "religionswissenschaft" (dinler bilimi) terimini bu yeni disiplinin din felsefesi ve teolojiden ayn olduğunu belirtmek için kullanmıştı. Ancak gerçekte onun bulduğu bu terim, hem karşılaştırmalı teoloji hem de teorik teolojiyi İçinde bulundurduğundan din felsefesinden fazla uzaklaşmış sayılmazdı. Müller bu filolojik görüşünü Hint dinlerine uyguladı. Bu alandaki incelemeleri onu Hint-Avrupa halklarının mitolojilerini yorumlamada bir çıkış noktasına ulaştırdığı kadar dinlerin menşei hakkında da bir teze sahip kıldı.
Dinler tarihi Aydınlanma döneminin ansiklopedik ilgisine mazhar oldu. Bu sahanın öncüleri filoloji, tarih, folklor, felsefe, psikoloji ve sosyoloji gibi çeşitli disiplinlerde yetişmiş kimselerdi. Bugün dinler tarihçilerinin umumi olarak diğer dinleri bilmek yanında bir veya iki yardımcı disiplin ve belli bir devre, bölge veya büyük bir din sisteminde derinleşmesi gerekirken o dönemde araştırma yapabilmek için zikredilen yardımcı disiplinler şart tutuluyor, ancak belli bir alanda derinleşme aranmıyordu. Böylece meselâ Amerika'da XIX. yüzyılın ikinci yarısından 1920'lere kadar seminerlerde dinlerin karşılaştırılması en gözde konu haline gelmişti. 1893'te Chicago'da yapılan Dünya Dinler Meclisi. Amerikalılar'in diğer dinler hakkındaki merakından kaynaklanmıştı. Dinler tarihi ve karşılaştırmalı dinler tarihi akademik ilgiye mazhar olmuş, çeşitli üniversitelerde bu alanda kürsüler kurulmuş ve ilmî dergiler çıkarılmaya başlanmıştı. Bu dergilerden en kayda değer olanı Revue de l'histoîre des religions'dur (Paris'te 1880'den beri çıkmaktadır). 1900'den itibaren yaklaşık dört beş yılda bir ayrı ayrı yerlerde kongreler düzenleyen bir kuruluş, daha sonra The International As-sociation for the History of Religions adını aldı.
Max Müller Oxford Üniversitesi'nde dinler tarihiyle ilgili konularda ders vermişti. Hollanda'da bu alandaki çalışmalarda kayda değer bir öneme sahip olan C. R Tiele ve Chantepie de la Saussaye bu görevi yüklenmişlerdi. Kopenhag ve Cenova'da 1873'ten itibaren bu ders okutulmaktaydı. 1880"de De Broglie, Paris'teki Katolik Enstitüsü'nde hıristiyan olmayan kültlerin tarihi alanında bir kurs başlattı. Çok geçmeden Albert Reville, College de France"da dinler tarihi kursları verdi. 1886'da Paris'te (Sorbon) Eco-le Pratique des Hautes Etudes adlı bir enstitü kuruldu. Ancak henüz dinler tarihi din felsefesi ve teolojiden ayrı bir disiplin haline gelmemişti. Aynı durum. 1884'te Brüksel Üniversitesi'nde ilk dinler tarihi kursunu veren Goblet d'Alviel-la'nın konuşmalarında da görülmektedir. 1886'da İtalya'da kurulan dinler tarihi kürsüsünün konuya bakışı da farksızdı. Nitekim iki yıl sonra bu kürsü Hıristiyanlık tarihini inceleyen bir kürsü haline dönüştürülmüştü.
Bu atmosfer altında Aydınlanma devri rasyonalistleri din problemine tarihî, felsefî, etnolojik, antropolojik, psikolojik, sosyolojik ve filolojik yönlerden eğildiler; ilkel kabile dinlerini, dinlerin çeşitli tezahürlerini incelediler, dinin menşei ile ilgili tezler geliştirdiler. Daha sonra bu tezleri tartışan taraftarlar yetişti: evrimcilik, animizm, natürizm, totemizm.
Durkheimcilik, Freudcülük, Comteçuluk gibi gelenekler kuruldu. Ancak bu devrede sivrilen önemli kimseler, aslında din bilimleri ve bu arada dinler tarihinin gelişmesinde katkıları bulunmakla beraber, Raffaela Pettazzoni dışındakiler gerçek anlamda dinler tarihçisi değillerdi.
Aydınlanma döneminin rasyonalizmini romantizm devri takip etti. Bu dönemde de din kavramını vahyi bir yana bırakarak açıklama geleneği (religio natura-lis) genellikle devam etti. Van der Leeuvv, dinlerin ilmî incelemeye tâbi tutulmasında üç romantik devre tesbit eder. Bunların ilki romantik felsefe dönemidir. Bu dönemde kendine has dinî tezahürler önceki bir vahyin sembolleri olarak görülüp dinler tarihinin önemi kavranmış-tır. İkincisi romantik filoloji dönemidir. Bu dönemde din insan düşüncesinin evrensel şeklinin bir ifadesi olarak görülmüştür. Üçüncüsü romantik pozitivizm dönemi olup bu dönemde din hâlâ beşeriyetin en köklü kurumu olarak kabul edilmektedir. Rasyonalist olsun romantik olsun dinler tarihiyle ilk ilgilenenler, felsefeden kopmaya çalışmalarına rağmen bunu tam olarak başaramamışlardır. Dolayısıyla onlar dinî- ilmî bir veriyi felsefî bir yorumla ele aldılar. Joachim VVach'a göre Max Scheler, muhtemelen felsefe ve din bilimleri arasında ayırım yapan ilk bilgindi. Dinî-ilmî bir konu, felsefî veya ilmî olarak değil kendi meto-dolojisiyle dinî-ilmî bir şekilde incelenmeliydi. Bununla beraber dinler tarihi dinlerin incelenişini inhisarı altına almış değildir. Teoloji ve felsefe gibi normatif çalışmalar, sosyoloji, antropoloji vb. nitelendirici (desk riptif) disiplinler dinler ve dinî fenomenin çeşitli yönleriyle ilgilidir. Din bilimleri "tarihî" ve "sistematik" başlıkları altında bölümlendi. Tarihî başlığı altına umumi dinler tarihi ve tek tek dinlerin tarihi; sistematik başlığı altına da dinlerin fenomenolojik, karşılaştırmalı, sosyolojik ve psikolojik İncelenmesi girer. Dinler tarihinin nitelendirici yönü. her dinin tarihî tavsifini ele alan disiplinlere dayanmalıdır; analitik yönü ise dinlerin kutsal kitapları, doktrinleri, kültleri ve cemaatleri gibi çeşitli özelliklerinin incelenmesinde psikoloji, sosyoloji, antropoloji, felsefe ve filolojiye dayanmalıdır. Öte yandan aslında din bilimleri de diğerlerine hem yardım götürmeye, hem de onlardan yardım almaya mecbur ve muhtaç disiplinlerdir.
Raffaela Pettazzoni'yi hazırlayan devreyi başlatan etnografık-etnolojik, antropolojik ilgiler bir dinî-ilmî araştırma geleneği doğurmuş; böylece tekâmül nazariyesi esas alınarak dinin canlı veya cansız varlık ve nesnelere tapınmak suretiyle başlayıp zamanla tek tanrı inancına ulaşıldığını ileri süren pek çok teori ortaya çıkmıştır. Diğer taraftan bu gö-rüşier reddedilerek dinin ilk şeklinin tek tann İnancına dayandığı da savunulmuştur. Daha sonraki çalışmalarında Alman ve Avusturyalı etnologlar, artık dinin kaynağı ve gelişmesi probleminden ziyade yaşamakta olan İlkel kabilelerin din ve mitolojilerine yöneldiler. Ancak bu noktada, dinler tarihinin Batı kültürünün kendisini yenilemesinde rol oynayabileceğini açıklayan R. Otto'nun ayrı bir yeri bulunduğu belirtilmelidir. Marburg ekolünün gözde siması Otto, dinî tecrübenin rasyonel olmayan karakteri üzerinde durarak kutsalla ilgili tezini ortaya atmıştı.
İngiliz asıllı antropologlar arasında R. M. Lowie, P. Radin'in dinle ilgili olarak yazdıkları özellikle önemlidir. İngiliz ilim adamları tarafından çeşitli ilkel kabilelerin dinî hayatları hakkında dikkat çekici çalışmalar yapılmışsa da R. Redfıeld, C. Kluckholn ve Ruth Benedicfin bazı eserleri istisna edilirse, bunların hiçbiri dinler tarihi ve karşılaştırmalı dinler tarihi açısından yazılmış değildir. İngiltere'de Frazer'in ölümünden sonra hiçbir antropolog, bütün ilkel kabile dinlerini çerçeveleyecek iddialarda bulunmadı. B. Malİnowski, A. R. Radcliffe-Brovvn'ın araştırmaları, E. E. Evans-Pritchardfın Nuer dini. J. Middleton'ın Lugbara dini, G. Lienhardt'ın Dinka dinine dair yazdıkları Önemlidir. XX. yüzyılın ilk yarısı içerisinde Taylor. Frazer, Marett devri kapanmıştır. Artık antropoloji, dinin kaynağı ve gelişmesi hakkında bir anahtar olarak telakki edilmemektedir.
R. Pettazzoni, dinler tarihinin boyutlarını ciddi bir şekilde kavrayan ender yetişmiş kişilerden biridir. Aslında Pettazzoni din bilimlerinin tamamında ihtisas kazanmaya çalışmasa da kendisini daima bir tarihçi gibi görmüş, kendi yaklaşım ve metodunun din sosyolog ve psikologlarından farklı olduğunu belirtmişti. Pettazzoni bir dinler tarihçisi olarak kalmak istedi. Aynı zamanda bu disiplinin sadece bir alanında derinleşmeyi de düşünmedi. Bu husus onu diğerlerinden ayıran önemli bir noktadır. M. Eliade'ye göre tarihî metot ve faraziyeleri kabul etmekle kendilerini dinler tarihçisi sayan birçok bilgin aslında sadece bir dinde, bazan da o dinin bir dönemi üzerinde veya bir yönünde uzman olmuşlardır. Çalışmaları şüphesiz din bilimleri bakımından vazgeçilmez niteliktedir. Ancak bir dinler tarihçisi herhangi bir dinde derinleşmiş olsa bile kendini sadece tek bir alanla sınırlandıramaz. Benzer ve farklı yönleri bulabilmek, karşılaştırmalara girişebilmek, böylece dinî davranışları, düşünceleri ve kurumları (mit, âyin, dua, cemaat, cemaate kabul, büyü, ruh, yüce Tanrı vb.) kavrayabilmek için bildiği din sayısını mümkün olabildiği kadar arttırmak mecburiyetindedir.
H. Oldenberg, H. Zimmer, H. von Gla-senapp Hint dinlerinde; O. Kem. VValter Otto Yunan dininde; L. Massignon, H. Corbin İslâm dininde uzman sayılırlar. Ancak bazı büyük âlimler, ihtisas sahibi oldukları alanın dışındaki birçok alanda da ehliyetlidirler. Nathan Soederblom ve G. F. Moore İran dinleri ve Yahudilik üzerinde önemli eserler vermişlerdir; fakat öte yandan umumi dinler tarihçisi-dirler. Yunan dini alanında uzman olan M. P. Nilsson, aynı zamanda folklor ve ilkel kabile inançları araştırmacısıdır. Jan de Vries. hem Keltler'in dini hem de folklor ve mitoloji alanlarında otoritedir. F. Altheim'ın ihtisas alanı, Roma ve Helen dinlerinden İranlılar. Türkler ve Orta Asya geleneklerine kadar gider. G. Dume-zil bütün Hint-Avrupa din ve mitolojilerinde üstattır. İsrail dininde uzman olan W. F. Albright'ın diğer Yakındoğu dinleriyle ilgili önemli neşriyatı da olmuştur.
Pettazzoni neslinin önemli diğer bilginleri yine dinler tarihine yardımcı ol-muşlarsa da onların bu alandaki kapasiteleri Pettazzoni'ye erişememiştir. Meselâ Marcel Mauss, içlerinde G. Dumezil ve Maurice Lienhardt'ın da bulunduğu bir kısım Fransız dinler tarihçisini etkileyen bir üstat olmasına rağmen kurban, büyü ve takdime gibi konulardan dışan çıkamamıştır. C. Clemen son derece ince araştırmalara girişen, bilgisi geniş bir kimsedir; ancak filolojik yorumlardan öteye gidemedi. E. 0. James, ayrıca din karşılaştırması konusunda kitap yazmasına rağmen eski kavimlerin tanrıları konusunun dışında bir faaliyet göstermedi. Hatta din fenomenolojisinin nâdir isimlerinden biri olan Van der Leeuw bile konuları bazan ayrıntıya inmeden ele aldı. Halbuki geniş bir öğrenim görmüş olan Pettazzoni, daima tarihî-dinî yorumu ön planda tutarak farklı araştırmaların sonuçlarını genel bir perspektif içinde birleştirebildi; geniş çalışma ve büyük emek istese de monoteizmin kaynağı, gök tanrıları, sırlar, günah İtirafı, Zerdüşt ve İran dini. Yunan dini vb. konuları ele almaktan çekinmedi. Açık. ölçülü, ince kalemiyle güzel eserler vermiş olan Pettazzoni. dini tamamen tarihî bir fenomen olarak görüyordu. Her dinin onu benimseyen ülke veya ülkelerin tarihi, edebiyatı, meskukâtı, kitabeleri, arkeolojisiyle yakından ilgisi bulunduğunu kabul ediyordu. Dolayısıyla meslek hayatının sonlarında fenomenoloji ile tarihin ne derecede birbirini tamamlayan iki disiplin olduğunun farkına vardı. Pettazzoni sayesinde dinler tarihinin önemi İtalya'da diğer Avrupa ülkelerinden daha fazla anlaşıldı. Dinler tarihinin ana konularını ilgi çekici hale getirmek ve bu disiplini modern kültür için daha anlamlı ve aktüel kılabilmek gayretini güden bir "Pettazzoni geleneği" doğdu. İngiliz antropologu E. B. Taylor ve İskoç araştırmacısı ve edebiyatçı A. Lang ile başlayan, İngiliz antropologu J. G. Frazer, İsveçli dinler tarihçisi ve teolog N. Soederblom, C. Clemen. Fransız sosyolog ve antropologu M. Mauss, A. Coomaras-wamy ve G. van der Leeuw ile devam eden ansiklopedistler devri Pettazzoni ile sona erdi.
Dinler tarihiyle ilgili çalışmalar gelişirken bazı metodolojik problemler ortaya çıktı. Eski metinlerin yazı şifreleri çözüldükçe mitolojiyle dinî hayat arasındaki bağ anlaşılmaya başlandı. İngiliz ilim adamı S. H. Hooke ve antropolog B. Ma-linovvski, İskandinav bilginlerinden S. Mo-vvinckel, G. VVidengren. özellikle eski Yakındoğu din ve kültürlerindeki umumi elemanlar üzerinde ısrarla durdular. G. Dumezil, sosyoloji ve felsefeden kazandığı tecrübe ile metinleri filolojik-tarihî tahlillere tâbi tuttu. Öte yandan içtimaî ve dinî kurumların altında yatan ana ideolojik sistemin tesbitiyle ilâhî bir şahsiyet mit veya âyinin doğru bir şekilde anlaşılabileceğini ileri sürdü.
Din fenomenolojisi alanında ilk eser G. van der Leeuw tarafından yazılmıştır. Çeşitli dinler ve din psikolojisi üzerinde çalışan bu âlim, aynı zamanda şair ve müzisyen olan bir kilise adamıydı. Leeuw dinî ifadelerin içtimaî, ruhî ve aklî fonksiyonlara indirgenemeyeceğini gösterdi; ayrıca dinin kendinden başka hiçbir şeyle açıklanamayacağı sonucuna vararak natüralist ön fikirleri reddetti. Ona göre din fenomenolojisi her şeyden önce isimler, kurban, dua, kurtarıcı, mit vb. dinî kavramlar üzerinde durmalı, dinin tarihî gelişmesi, kaynağı ile uğraşmamalıdır. G. van der Leeuw ile ilk önemli temsilcisini bütan din fenomenolojisi alanında, onun selefi C. de la Saussaye'nin ve halefi Amsterdam Üniversitesi'nde dinler tarihi profesörü C. J. Bleeker'in, öte yandan felsefî fenomenolojinin önemli siması E. Husserl'in prensiplerinin ve Marburg ekolünün önde gelen din felsefecisi R. Otto'nun rolü de unutulmamalıdır. Din fenomenolojisinin bir kısım metodolojik temelleri, aslında sadece R. Otto'da değil onun tesirlerini aksettiren aynı ekolün temsilcilerinden J. W. Hauer, H. Frick. Friedrich Heiler, G. Mensching ile E. Benz gibi son elli yılın diğer bazı önemli Alman bilginlerinde de bulunmaktadır.
Van der Leeuw, R. Otto'ya nazaran fe-nomenoloji felsefesinden olabildiğince fazla etkilenmiştir. Ona göre hayat tecrübesi eğer bir fenomen ise ve insanın vahye verdiği cevap da başka bir fenomen ise vahyin kendisi tamamen farklı bir şeydir. Din fenomenolojisi, kendisinin çözemeyeceği felsefî ve ****fizik meselelere götürse de din felsefesi değildir. Ancak din felsefesi, etnolojik mahiyetli konularda hataya düşmemek için din fenomenolojisinden uzak duramaz. Dinî fenomenin tarihî incelenişine doğru diğer bir adım yine Hollandalı C. J. Bleeker tarafından atıldı. Ona göre dinler tarihi sadece insanlık âleminin ortak manevî geleneğini nitelendirmeye değil aynı zamanda dünya dinlerinde tipik, emsalsiz, müstesna olanı aydınlığa kavuşturmaya gayret etmelidir.
Din fenomenolojisiyle ilgili tarihî-dinî çalışmalar Amerika Birleşik Devletleri'n-de büyük ilgi görmüştür. Tarihî-filolojik metodolojiyi takip ederek bilhassa eski dinler üzerinde yetişmiş bilginler her zaman bulunagelmiştir. Bunlara A. D. Nock, E. R. Goodenough ve R. M. Grant örnek olarak verilebilir. Ancak Amerika'da karşılaştırmalı dinler tarihi çalışmaları, çeşitli gayelerle her şeyden Önce yaşayan dinler alanında yapılmıştır. Amerika'da dinler tarihi çalışmaları Avrupalı bazı bilginlerin getirtilmesiyle geliştirildi. Bu bilginlerin ilki Joachim Wach oldu. Wach, din sosyolojisine yaptığı önemli hizmetleri yanında aynı zamanda bir dinler tarihçisi sayılabilir. Ancak ona bir din bilimleri araştırmacısı olarak bakmak daha doğru olacaktır. Wach, felsefenin dinlerin ilmî incelenişine katkısını kabul etse de din bilimlerinin ayrı bir araştırma alanı haline gelmesinin tarihî gelişmeleri bakımından dinler İçin bir kader teşkil ettiğine inanmıştır. Bu alanda yapılacak çalışmaların felsefî veya ilmî bir şekilde değil kendi metodolojisi içinde dinî-ilmî bir tarzda yürütülmesi gerektiğini savunmuştur. Wach, dinî hayatın sosyolojik şartlanmasının ve dinî ifadelerin sosyolojik muhtevasının ciddi bir şekilde araştırılması gerektiğini düşünmüş, ancak dinî hayatın sosyal yapının bir tezahürü olduğunu ileri süren aşırı görüşü reddetmiştir. Amerika'da Chicago Üniversitesi'nde dinler tarihi kürsüsünü uzun yıllar yönetmiş bulunan diğer bir Avrupa asıllı (Romanyalı) bilgin olan Mircea Eliade'ın dinler tarihi, karşılaştırmalı dinler tarihi, din fenomenolojisi alanlarında çok önemli çalışmaları vardır. Eliade çağdaş kültür içinde dinler tarihinin rolünü savunmuş, History oi Religions dergisi başta olmak üzere bu alandaki yayınlan teşvik etmiştir. Asya'nın dinleri, inançları, kültleri ve mitlerine, şamanist dinlerin çeşitli fenomenleri ve problemlerine, dinler tarihinin metodolojik konularına ve karşılaştırmalı araştırmalara kadar çok çeşitli konularda titiz ve metotlu bir çalışma tarzına sahip olan Eliade, din bilimlerinde son yılların en gözde araştırmacısı hüviyetini korumaktadır. Eliade, dinler tarihinin karşılaştırmalı konulardan uzak kalamayacağını, ancak bu işi yaparken de kendini filolojiye döndüremeyeceğini, öte yandan sosyolojik, etnolojik, antropolojik ve felsefî teorilerle kendisini sınırlayamayacağını açıklamıştır. Dinler tarihinin, çağdaş insana dinin önemini ve kendine has anlamını öğreterek modern kültüre büyük bir hizmeti gerçekleştireceğine inanan Eliade'ın yorumları, dinler tarihi üzerinde çalışanlar kadar fenome-nologlar, din felsefecileri ve teologlar arasında da yankı uyandırmıştır. Diğer bir seçkin dinler tarihçisi de dinler tarihinin metodolojik konularıyla Doğu ve Uzakdoğu dinleri üzerinde çalışan, Chicago Üniversitesi dinler tarihi profesörü Japon asıllı Amerikalı Joseph M. Ki-tagavva'dır.
İngiltere'de dinler tarihi ve karşılaştırmalı dinler tarihi alanlarında, Manches-ter Üniversitesi'nde karşılaştırmalı dinler tarihi çalışmalarıyla bilinen S. G. F. Brandon ve Eric F. Sharpe, Lancaster Üniversitesi'nde dinî incelemeleri yürüten Ninian Smart, ayrıca E. G. Parrinder ve R. C. Zaehner (Oxford Üniversitesi'nde Doğu dinleri üzerinde) örnek olarak verilebilir.
Diğer ülkelerden Ugo Bianchi (İtalya), W. Cantwell Smith (Kanada), Ake V. Ström (İsveç), Hans J. Schoeps (Almanya) gibi dinler tarihi alanında başarılı çalışmalar yapan bilginler de bu arada zikredilebilir.
Türkiye'de İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesi'nde 1874 yılı programında târih-i umûmî ve ilm-i esâtîri'l-evve-lîn dersi yer almaktaydı. 191 l'de Ulûm-i Şer'iyye Şubesi'nin dersleri arasına târih-i dîn-i İslâm ve târih-i edyân ilâve edildi. Ulûm-i Şer'iyye Şubesi'nin 1914'-te Medresetü'l-mütehassısîn'e dönüştürülmesinden sonra Kelâm, Tasavvuf ve Felsefe Şubesi'nin ders programında yine târih-i edyân vardı. 1918'de Dârü'l-hilâfeti'l-aliyye Medresesi teşkilâtı değiştirilip Medresetü'l-mütehassısîn Med-rese-i Süteymâniyye'ye çevrildiğinde Hikmet ve Kelâm Şubesi'nde yine bu ad altında dinler tarihi okutulmaktaydı. Tev-hîd-i Tedrisat Kanunu çıkarılınca Medrese-i Süleymâniyye İlahiyat Fakültesi adını aldı. Bu İlk ilahiyat fakültesinin programında Türk târîh-i dînîsi ve târîh-i edyân vardı. 1933'te İlahiyat Fakültesi'nin kapatılması üzerine kurulan İslâm Tetkikleri Enstitüsü'nde Türk dinleri ve mezhepleri tarihi ve umumi dinler tarihi dersleri yer alıyordu. 1936'-da bu enstitü de kapatıldı. 1949'da yeniden Ankara'da açılan İlahiyat Fakültesi'nin ve daha sonraki İmam-Hatip okulları, Yüksek İslâm enstitüleri, Erzurum İslâmî İlimler Fakültesi'nin programında dinler tarihi dersine de yer verildi.
Yakın tarihimizde, o zamanki adıyla târîh-i edyân derslerini Dârülfünün-i Os-mânfnin İlahiyat Şubesi'nde ve Medrese-tü'l-vâizîn'de ilk okutan (tah. 1911-1912) ve bu başlık altında bir de kitap hazırlayan kişi Ahmed Midhat Efendi olmuştur. Daha önceleri tarih kitaplarının giriş kısmında veya kısas-ı enbiyâ türü kitaplarda (son örneği A. Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiyâ'sıdu) bir çeşit peygamberler tarihi, dinî tarih olarak verilen bilgiler bulunmaktaydı. Ancak gerek bunlar gerekse Ahmed Midhat Efendi'den önce ve sonra yazılan esâtîr-mitoloji türündeki eserleri, bugünkü anlamda bir dinler tarihi çalışması saymak mümkün değildir. Ahmed Midhat Efendi'den sonra Mahmud Esad Sey-dişehrîve M. Şemsettin de (Günaltay) yine Târîh-i Edyön başlığını taşıyan birer kitap neşretmişlerdir. Hilmi Ömer'in 1935'te Dinler Tarihi adıyla yayımladığı eserinde ise daha çok Budizm'e ağırlık verilmiştir. Annemarie Schimmel'in Dinler Tarihine Giriş adlı kitabı bütün dinleri içine alması, kelime ve terim açıklamalarına yer vermesi bakımından önemlidir. Yine bir ders kitabı olarak Ahmet Kahraman'ın Dinler Tarihi, Mehmet Taplamacıoğlu'nun Karşılaştırmalı Dinler Tarihi, Hüseyin G. Yurdaydın - Mehmet Dağ'm Dinler Tarihi ve Ekrem Sankçıoğlu"nun Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi adlı eserleri zikre değer çalışmalardır.








bu hizmet [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] ailesine mahsustur..alıntı yapanlar kaynak bildirmezlerse kul hakkına girmiş olurlar
Alıntı ile Cevapla