Tekil Mesaj gösterimi
Alt 20 Ekim 2013, 12:49   Mesaj No:4

Medine-web

Medineweb Site Yöneticisi
Medine-web - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medine-web isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:7
Cinsiyet:Erkek
Yaş:49
Mesaj: 2.985
Konular: 339
Beğenildi:1161
Beğendi:331
Takdirleri:7457
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Ankara ilitam arapça 2.sınıf unite tercümeleri

2. sınıf / 4. Ünite 1. Metin
Muhammed es Sıddık


1. Kişi insanları sever ve insanların sevgisine de layık (ehil) olursa, o kişi için iki taraf açısından da doğruluğun (sıdgın) sebepleri tamamlanmış olur. O kişi için sıdkın şartları, kendisine verilen, insani geniş şefkat, sağlam zevk alma ve vefakarlık tabiatı miktarınca tamamlanmış olur.
2. (peygamberimiz) 12 yaşında küçük bir çocuk iken, amcası sefere çıkacağı gün, amcasına yapışmış amcasıda ona şefkatını göstererek mekkede bırakmayıp yolculuğunda onu yanına almıştı. (peygamberimiz) Çocukluğunda bakımını üstlenen, konuşması düzgün olmayan cariyenin sevgisini, ömrünün geri kalan kısmında da unutmamıştı. Nasıl ki bir baba kızının ve akrabasının evlenmesiyle meşgul olursa, peygamberimiz de o dadısının evlilik işinde onunla meşgul olmuştur. Bu hususta ashabına demiştir ki: “kim cennet ehli bir kadınla mutlu olmak isterse Ümmü Eymenle evlensin…” yine her gördüğünde ve her konuştuğunda “ey anacığım” “ey anacığım” diyerek onunla konuşmaya devam ediyordu. Onu bir savaş zamanı bozuk dili (lisanı) ile, nasıl dua edeceğini bilmeden, Allaha dua ederken gördü. Bu korkunç savaş halinde bile ona (dadısına) kulak vermeyi, ona acıyıp merhamet etmeyi unutmamıştır.
3. Asv 60 yaşına yaklaştığı ihtiyarlığında, annesinin kabrinde unutulmayacak derecede ağlamıştı. İnsani sevgi sicillerinde (kayıtlarında) (sav’in) süt annesi Halimeye olan şefkatinden ve ona saygısından daha değerli ve daha güzeli yoktur. 40 yaşını geçtiğinde (bile süt annesine) rastladığında (ona) “anneciğim” “anneciğim” diye (saygıyla) hitab eder, hırkasını oturması için serer, iki eliyle süt annesinin göğüslerine dokunur, kendisine o göğüslerin iyiliğinin olduğunu hatırlardı. Kıtlık yıllarında onu zengin yapacak miktarda deve ve davarlardan süt annesine verdi. Huneyn vakasında Hevazin Kabilesi mağlup olarak Sav’e geldiler. İçlerinde Sav’in süt amcası vardı. Bu süt amcası için (hatırına) Sav esir olan kadın ve çocuklarını geri vermeleri için Müslümanlara müracaat etti. Mal olmadan (bedava serbest bırakmayı) reddedenler (sahabeler)d en de bu esirleri satın almıştır.
4. Onun (Sav’in) şefkati, bütün canlıları kuşatacak kadar, her zaif için genişti. Ona çocukluğunda duyulan merhamet ve süt emmedeki akrabalık bağı hatırlatılmadığı halde. (o bu kadar şefkat ve merhametli idi.) Ne bir hizmetçi azarladı ne de bir kimseye vurmuştur. Enes Ra. Dedi ki: “10 yıl Sav’in hizmetini yaptım. Bana asla ‘öf’ bile demedi. Yine yaptığım bir (yanlış) iş için bunu neden yaptın, yapmadığım bir (görevim olan) iş için bunu neden yapmadın ? dememiştir.”
5. Kedinin su içmesi (ni kolaylaştırmak) için kabı (ona) yaklaştırırdı. Hizmetçisinin kardeşinin kuşu öldüğünde ona baş sağlığında bulunurdu. Ve Müslümanlara şu tavsiyede bulunurdu: “hayvanlara bindiğiniz zaman onların istirahat etme haklarını gözetin, üzerlerinde şeytanlardan olmayın”. Şu sözüyle bu vasiyetini tekrar etmiştir: “konuşamayan hayvanlar hususunda Allah’tan korkun. Onlara binmeniz ve onlardan yemeniz güzelce (merhametlice) olsun.”
6. Hayır ! onun şefkati hen canlı hem de cansız varlıkları kuşatıyordu. Onun bir tabağı vardı ona “ğarra” denilirdi. Süslü bir kılıcı vardı “zül fikar” diye isimlendirilirdi. Bir lambası vardı “eddac” diye isimlendirilirdi. Bir kilimi vardı “el kezze” diye isimlendirilirdi. Küçük bir kovası vardı “es sadir” diye isimlendirilirdi. Bir aynası vardı “el medille” diye isimlendirilirdi. Tırnak makası “el câmi” diye isimlendirilirdi. Değneği “memşûg” diye isimlendirilirdi. Bu eşyaların böyle isimlendirilmesindeki mana bilinen canlılara benzemelerindeki muhabbetten kaynaklanıyordu.
7. (Asv’in) Bu insani şefkati, Sav’i ihata eden, Onun da (o şefkatla) kuşattığı (çevresindeki) her şeyi içine alacak kadar genişledi. Bu yüce nefisteki doğruluğun sebepleri bu kadar değildi. Bilakis, bununla beraber (bu şefkatte) lezzet almaya benzeyen bir yücelik vardı. İşte bu (lezzet alma duygusu) Sav’in insanlarla ilişkilerinde ve insanların şuurlarına riayette en güzel bir örneklik oluyordu. (Şöyle ki) Asv sahabesinden biri ile karşılaşınca sahabe kalkınca o da onunla birlikte kalkar, o sahabe ayrılmadan peygamber as. sahabisinden ayrılmazdı. Sahabesinden biri onunla karşılaştığında ona elini uzatınca onun elini sıkar, sahabisi bırakmadan o sahabisinin elini çekmezdi. Örtüsü içindeki genç kızdan daha hayalı ve insanların eziyetlerine karşı insanlara en çok sabreden idi. İnsani şefkat, sağlam zevk ve güzel edepli olmakla beraber güzel bir kıyafet, bâliğ bir temizlik ve insanların kendisini en güzel bir surette görmesi hususnda bir hırsı (gayreti) vardı.
8. Bütün bunlarla beraber, düşmanları için bile güven verici idi o. Dost için nasıldır? Onan düşmanlık besleyenlerin emanetlerini ona vermeleri insanların ona güvenleri (hususunda delil olarak) sana yeter. O tehdit altında olduğu halde taraftarları arasında hicrete çıkmadı taki emanetleri sahiplerine iade etmedikçe.
9. Biz (yukarda) takdim edilen hususlarda bir insan ile (başka bir) insan arasındaki sadakat sevgisini kasdettik. Müminlerin peygamberine olan sevgisini kasdetmedik bu bölümde. Müslüman erkek ve kadınların kalplerinin bu (peygamber) sevgi ile dolması (şu noktaya) ulaşmıştır: Bir kadına savaş haberlerinden yakınının ölüm haberi kendisine ulaşıyor. O (bu haber üzerine) istirca edip, bu haberi önemsemeden peygamber as’ın selametini önemsediğinden onu soruyordu. Onun için kardeş ve amca çocuklarının selametinden daha öncedir peygamberin sav’in selameti. Ancak bizim kasdımız (genel anlamda sadakat) doğruluk sevgisidir. Çünkü O sevgi çoğu insanı peygamber sav’e iman etmeye götürdü. Böylece onlar onu seviyor ve ona imanda (tatmin olup kalpleri imanla huzur buluyordu) itmi’nan oluyorlardı.



**************************
2. sınıf 4. Ünite 2. Metin
Hz. Ömer Döneminde Yönetim
1. YÖNETİM: islamın ilk yıllarının tarihini ince bir anlayışla okumayı murad edersek, devlet yönetimi bilmemiz gerekir ki o (devlet yönetimi) bu asır onun üzerine bina olmuştur. Bilakis bu yönetim Hz. Ömer’in devrinin sonlarındaki yönetimi alırsak, onunla büyük işlerinde İslami devleti onunla büsbütün anlamaya güç yetiririz. Hz. Ömer dönemindeki yönetim öyle bir yönetimdi ki aslında hilafetle ilgili işler onun üzerine dayanıyordu. Bu yönetim bize islamın ilk yıllarındaki bir çok hadiseyi açıkladığı gibi Emevi Devleti Dönemindekileri de açıklamaktadır.
2. HİLAFET: Hilafet nizamını Hz Ebu Bekir vaz etmiştir, sahabeden (oluşan) bir şura ile. O Hilafet Nizamı nedir? O Halife Allah Rasülünün halifesidir. Bu mana hilafetin yönünü bize açıklıyor. Nebinin Halifesi, Onun sireti ile siretlenir, Onun saltanatıyla da güç sahibidir, peygamber gibi. Ey Allah. Ancak nebilik hariç. Çünkü nübüvvet peygamberlik sahibi olarak ona hastır. rasül genel maslahatları ikame ederdi ve yönlendirirdi. Aynı şekilde O din işlerine de bakar ve onları yönlendirirdi. Halife imametle yani din işleri ile imareti yani dünya işlerini bir arada yürütürdü.
3. Halife Allahın yeryüzündeki gücünü temsil eder. Ancak O Allahtan bir yetki ile tayin olmamıştır. Bilakis Rasül de Halifeyi tayin etmemiştir. O halde halifenin gücünü herhangi bir yönden alması lazımdır. İşte bu gücü (O) fiilen ümmetten alıyor. O halde Halife toplumun ve ümmetin temsilcisidir.
4. Toplumun Halife(nin meşruluğu için) muvafık olması gerekir. Onun üzerinde anlaşamazlarsa O toplumun halifesi olmaz. Muvafakat bey’atla olur. Bey’at halife(nin meşruluğu) için gereklidir. (Çünkü) halife gücünü beyattan alır. Bey’at hıl ve akl sahibi olanlarca akdedilir, Ümmetin basiret ve görüş hahibi olanlarından. Yine o ümmetin rey sahiblerince olanlarca akdedilir.
5. Toplum halife üzerinde muvafık olunca, gücünü halktan almış olur. Eğer halife hata yaparsa toplum ona hatasını açıklar. Toplum için halifeye gücünde ortaklık vardır. Ancak (halifeye yetkilerindeki) gücündeki bu müşareke (katlılm) dolaylı yöndendir ve hudutları halife tarafından belirlenmiştir. Halife ümmetin şahıslarından bir şura seçer. Böylece kendine bir istişare meclisi oluşturur. Şura Meclisini seçen toplum değildir. Sonra halife o meclisle istişare eder. Ancak son kelam halifenindir. O nasıl hüküm verecekse öylece hüküm verir. Ancak ümmet ve toplum onu bu kararından dolayı sorgular.toplumun bir kısmı Hz. Osman bin Affanı yaptığı işlerden dolayı sorgulamak istemişlerdir.
6. Öyleyse, halifeye gücün verilmesinde ve hata işlediğinde hatasının açıklamasında ve istişare meclisindeki (yanlış durumlarda) toplum müdahale eder. Bütün bunlar yönetimdeki demokratiklikten kaynaklanmakta, aynı şekilde ferdiyetçilikten (yeşermekte) kaynaklanmaktadır. Bu durumda halife son söz sahibidir. Onun verdiği hükme itaat edilir. Şüphesizi insanlar halifeyi dinlerler. O (halife) hükümlerini mimberin üzerinden (yayar) açıklar. Bazı kimseler de halifenin bu hükümleri hususunda görüşlerini açıklar. Böylece demokrasinin özellikleri ortaya çıkmış olur.
7. EL VİLEYET: İslam şehirlerini valilikle yönetme şeklini Hz Ömer vaz etmiştir (hulefai) Raşidin döneminde, son şekliyle. Ancak Hz Ebubekir bu yönetim şeklinin ilk ilkelerini ortaya koymuştur, fetih için ordular göndererek ve ordunun başına da komutanlar (ihdas ederek). Hz Ebubekir nazarında ordu komutanı fethettiği bölgeleri de idare eden kişidir. (bundan sonra) Hz Ömer Vilayet yönetim (biçimini) sağlam bir şekilde vaz etmiştir. Onun döneminde vali veya amil “emir” diye adlandırılmıştır. ( ilk emir diye adlandırılan kişi Muğirabin Şu’be’dir. Sonra bu lafız ondan başka komutanlar ve valiler için de kullanılmaya devam etmiştir.
8. Emirin sorumlu olduğu bölgelerindeki yürüttüğü işler için halifenin gücü onun üstündeydi. Emirin elinde 3 alanda yetki vardı. Bunlar: yasama, yürütme ve yargılama yetkileridir. Ancak Hz Ömer bu güçlerin bazısını bazısından ayırdı (emirin elindeki bu yetkilerin kimini ond an aldı). Emirde yürütme ve mescidlerde namaz imamlığı kaldı. Yargıyı ondan ayırıp şehirlere kadılar tayin etti. Haraç işlerini ondan ayırıp sadaka ve haraç (toplama) işçileri tayin etti. Kadı insanlar arasındaki husumetleri çözer. Yine O fey (gelirlerini) dağıtır. Yine O (kadı) yetimlere, dullara ve mallarına bakar (onları korurdu). Ancak haraç toplayan amiller (memurlar) da vergilerin tanzim işlerine bakar, (haraç) malları toplar ve sadaka mallarını (toplardı). Bunlar Valiler, kadılar ve ummalar (yetkililer) halifeye dönerler yani onları halife tayin de eder azl de eder. Bu yönetim düzeni Raşit halifeler döneminin sonuna kadar böyle devam etmiştir.


2. sınıf 4. Ünite 3. Metin
Ömer b. Abdülaziz’in İç Siyaseti
1.Ömer b. Abdülazizin hilafetinin en önemli yönü, iç siyasete önem vermesi (itibar etmesidir). Bununla birlikte bu yönü bu ana kadar ciddi bir araştırma görmemiştir. Belki de bunun sebebi halifenin bariz bir yönünü (şahsında ve kişiliğinde topladığı ) süslerini insanların beğenmesindendir. O süste adalet, zühd vetakvasıdır.
2.Ömer malın ve vaktin kıymetini biliyordu. O şeyler ki (mal ve vakit) Müslümanlar onu saçıp savuruyorlar şimdi faydasızca. Bundan dolayı da ızdırap çekiyorlar kimseye gizli olmayan geri kalmışlıklarıyla. Lakin Fakih Ömer, malın korunmasını ve zamanın önemini islamın üzerinde çaba sarfettiği ehemmiyetli şeylerden olduğunu biliyordu. Ömerin Medine valisi bekr b. Hazm’a dediğine bak, Vilayetin işlerini yazacağı kağıt istediği vakit ondan. Halife şöyle demişti ona: “ kalemini incelt ve satırlarının arasını yakınlaştır. Ben Müslümanların mallarından çıkarmayı (harcamayı) sevmem, onlara faydası olmayan (durumlarda).
3.Vakit hususunda ömerin hırsıdandandır, bu günün işini yarına bırakmayı bilmemesi. Onun bütün günü iştir. Ne zaman ki ehlinden bazıları onun üzerinde çok çalışmaktan dolayı sitres belirtilerinin olduğunu düşündüler ona şöyle dediler: ey müminlerin emiri, biraz -tenha bir yere gitsen de- rahatlasan ! onlara cevap verdi: benim bu günkü işimi kim yapacak? Dedi(ler): onu yarın (başka gün) yaparsın. Ömer cevap verdi: beni çaresiz bırakır bir günün işi. İki günün işi toplanırsa onu nasıl (yaparım)?
4.Ömer usluplarından razı değildi, beni ümeyyeden devlet işlerini idare eden bazı çalışanlardan. (ömer) şu görüşte idi, onlar (idareciler) kabalık ve şiddetle hadde tecavüz ediyorlardı. ( Ömer idareden) Uzaklaştırmaya güç yetirdi, idaredeki haccac oğulları okulu öğrencilerinin kalıtılarını. (Ömer) karar verdi uzaklaştırmaya ki (Onlar Ömere idare işlerinde) rahat vermiyorlardı. Ve daha fazıl ve daha Salih adamları seçti iş başına getirdi. Ömer b Abdülazizin seçtiği isimlerden açıkça meydana çıkan şu ki, onun hırsı (seçtiği idarecilere) itimad (noktasında) bir çok unsurdur. (o unsurlar ise seçtiği idarecilerin) denklik,ilim ve iman (bakımından) ve Müslümanların çoğunluğu nazarında itibar görmeleridir.
5.Kötü eserlerdendir ki Ömer onları (halife olunca gördü) buldu. Ve onların izalesi için bütün gücü ve samimiyetiyle çaba gösterdi. (o kötü şey de şudur) yeni Müslüman olan(lar)dan cizye alınmasıdır. Beni Ümeyye yöneticilerinden bazıları, islama girenlerden cizye alınması (kuralını) bırakmışlardı, (ki o Müslümanlar) fetholunmuş ülkelerin oğullarıydı. Zannetmişler ki o Müslüman olanlar bu Müslümanlıklarında sadık seğillerdi. Onları cizye vermekten affetmekle de beytül mal zarar görecektir (böyle zannetmişlerdir). Bir de kim islamı seçerse onun sünnet olması gerektiği bidatını ihdas etmişlerdir. Lakin ömer onları zemmetmiştir bundan dolayı. Ömer, horasan valisi cerrah b. Abdullah Hakemiye bir mektup yazarak: kim senin yanında kıbleye dönüp namaz kılıyor ona bak da cizyeyi onlardan kaldır. (Vailnin böyle yapmasıyla) insanlar islama koşmuşlar. (bunun üzerine) Vali Cerrehe denildi ki, insanlar islama cizyeden kurtulmak için kaçıyorlar, Onları sünnet olmak ile imtihan et. Cerrah bu durumu ömere yazdı. Ömer de ona cevap olarak şöyle yazdı: Allah peygamberini bir davetçi olarak göndermiştir, bir sünnetçi olarak değil. Ve horasan valisi cerrahı valilikten azlederek, oraya abdurrahmen b. Naim guşayriyi vali olarak atamıştır. Sonra haraç işleri için de Ukbe b. Züra taiyyi atamış ve ona şöyle yazmış: saltanatın (direkleri) rukünleri vardır ki onlar, Vali rüknü, kadı, maliyaci ve 4.sü de benim (yani saltanat bu 4 şeyle mevcut olur). Müslümanların sınırları (diğer bölgeleri), horasan sınırından (bölgesinden) benim katımda daha yüksek bir değere sahip değildir. Haracı genel yap ve onu koru. Eğer toplanan haraç onların ihtiyaçlarına yeterliyse (onlardan başka isteme haraç toplamada uygun olan) bu yoldur. Eğer yetmezse, bana yaz da sana mallardan yollayayım ki sen onların paylarını (yeter miktarda) onlara ver.
6.Ömer b. Abdulazizin idari ve mali ıslahatlarını bünüyle kavramak zor olmaktadır. Velakin icmalen şunu dememiz kafidir: (Onun) mali siyaseti fakirliği bitirmiş ve insanlar arasında (mali) dengeyi gerçekleştirmiştir. Taki orada sadakaya muhtaç bir fakir kalmamıştır. Zehebi Abdurrahman b. Yezidden o da Ömer b. Üseydin’den rivayetle dedi ki: “Vallahi, ömer b. Abdulaziz ölmedi taki, bir adam büyük bir malı bize getirir derdi ki, (bu malı alın) neyde uygun görürsen öyle kıl (öyle kullan). (adamın getirdiği malı dağıtacak bir ihtiyaç sahibi olmadığından) malının tamamını almadan adan mordan gitmezdi. (yani malının tamamını geri götürürdü). Ömer insanları zengin etmişti.
7.Ömer b. Abdülaziz ümmetin tamamından kendini sorumlu tutuyordu. Orada (onun idaresinde) bir (mümin) kimse bir diğerinden daha evla değildi. Kuruluşundan beri Emevilere düşmanlık besleyen Haricilere de bu düşünce ile bakmıştır. Ömer bu insanların (haricilerin) ahret (için çabalayan) talipliler olduklarını idrak etmiştir. Ancak onlar yolu şaşırmış, hem kendi takatlarını hem de İslam devletinin takatını, altında fayda olmayan iç savaşlarda harcamış (zayıflatmışlardır). Bilakis bu savaşla hem kendileri hem de devletin üzerine kötü tesiri olmuş. (zarar vermiştir). Ömer (hariclerin) konumlarının hatalı olduğunu kendilerine göstermeyi kendine bir vecibe bilmiş ve onları tartışıp (konuşmaya) davet etmiş, onlar da icabet etmiş harici cemaatla konuşmuş ve ikna etmiştir. Hatta onlardan bir cemaat ömerin yanında kalıp, (haricilerle) geri dönmemiştir. Ancak günler Ömeri ihmal etmemiş (unutmamış), bu olaydan kısa bir süre sonra vefat etmiştir. (Allah rahmet eylesin amin)
2. SINIF 4. ÜNİTE 4. METİN

İBNİ HALDUN TARİH FELSEFESİNİN KURUCUSUDUR
1-Alemin büyük fikir adamlarının çoğu itikad etmişlerdir ki, felsefenin dallarından (tarih) felsefesinin kurucusu İbni Haldundur. Bunlardan (bazıları şunlardır): çağdaş İngiliz tarihçisi meşhur Toynbee, felsefe üstadı Flint, Fransız müsteşrik Gaston Bouthoul ve (yine) Fransız müsteşrik Garady Foe (ile) Arap düşünürlerden : Setığ el Hasrıyyi, Üstad Muhammed Abdullah ve diğer pek çoğu.
2-Amma Dr Taha Hüsyin bize veriyor –bilmeden- tarih felsefesini getirdiğinin delillerini. Böyleyken Taha Hüseyin, İbni Haldunun sosyoloji ilmini getirmediğine inanmıştır, çoklarının iddia ettiği gibi. (o iddia edenlerin) başında, Feriro ve Gomplowitz gelmektedir. (onlara göre İbni Haldun) sosyoloji içinde bir felsefe getirmiş (o da) ilmi bir dereceye yükselmemiştir. (Dr) bu görüşü delillendirmede diyor ki: “İbni Haldun tarihi açıklamak için toplumu incelemiştir”. Ve “Mukaddime, Montesquie’nun Kanunların Ruhu adlı kitabına şiddetle benzemektedir”. (bunları söyleyerek) Taha Hüseyin bilmeden bize vermemiş midir, İbni Haldunun tarih felsefesi getirdiğinin delillerini? (yani vermiştir). Burada (yukardaki delilleri getirerek) onun hedefi, sosyoloji ilminin kurucusunun İbni Haldun olduğunu söyleyen karşı görüş(teki insan)leri susturmaktı.
3- İbni Haldun çalışmalarında isim olarak “tarih felsefesi” tabirini kullanmamıştır. O (çalışmalarını) “beşeri ümran” olarak isimlendirmiştir. (O) bize mukaddimesinde “beşeri ümran” ancak “beşeri ictima”dır demektedir. İbni Haldunun nazarında “umran” tam olarak nedir? Araştırmacılardan pek çoğu onun “medeniyet” olduğu (hususunda) hemfikirdirler. Nickholson, Toynbee ve bu ikisi dışında Arap düşünürlerden Üstad Sedığ Hasrıyyi ve Doktor Abdurrahman Bedevi bunlardandır.
4-Larousse Ansiklopedisinde gelmiştir (açıklanmıştır) ki, Hadari: fikri, fenni, ahlaki, siyasi ve maddi hayatın hasletlerinin toplamıdır, bir belde veya bir toplum için. (yine) O ansiklopedi “hadari” nin tarih felsefesinin konusu olduğunu ekliyor (açıklamasına). Yazar Duplessy Lucien “medeniyetlerin ruhu” adlı kitabında, (bir medeniyetin) doğuşu, yaşayışı ve batışını bize demektedir.
5-İbni Halduntarih felsefesini nereden aldı? Mukaddimesinde dediği gibi onu bilfiil kendi mi icad etti? Ve bizim açıklamalarımızda geçtiği gibi. Ya da kendinden öncekilerden mi aldı? Eğer bu doğruysa , o halde kimden aldı? Bize mümkün olan İbni Haldunun kendinden önceki arap mütefekkirlerden almadığıdır.karşılaştırmalar buna delalet ediyor.
6-Ancak tarih metodu açısından, Müslümanlar tarihi bilgileri ayan olan şahid ve ilk kaynaklarından nakletmede mümkün olduğunca dikkat ve doğruluğu talep ediyorlardı. (bununla) gayeleri isnat silsilesinin doğruluğunu pekiştirmekti. Onların metotları “cerh ve ta’dil” idi. O metot Dr Abdürrazzak Mekkiyyi’nin bize dediği gibi nebevi hadislerin ravilerinin icat ettiği yoldur. Ravinin doğruluğu ve güvenilirliğini pekiştirmek için araçtırmacıların (bu metodun gereğini ) yerine getirmeleri gereklidir. Müslüman alimler bu hususta öyle uzmanlaşmışlar ki yapılan bu araştırma icraatları neticesinde ansiklopediye benzer eserler oluşturmuşlardır. Bazı gaideleri çıkarmak için bu eserlere müracaat etmek mümkündür. O gaideler ki her hadisin kıymetini takrir etmede yardımcı olan gaidelerdir. “mustalahul hadis” (hadis ıstılahları) ilmi bu kaidelerden oluşmuştur. İbni Haldun bu metodu aldı. Ancak bu minhac onun yanında asıl metod değildir. Bilakis ona nisbet edilen onun metodu tabiata hükmeden kanunlar vasıtasıyla tarihi rivayetleri araştırmaktır. Bu da toplumda hükmeden (kanunlardır). Orada tarihi rivayetler arasında ve bu kanunlar arasında ittifak olduğu zaman onun sahih olduğuna itibar ederdi. Ama orada tenakuz varsa onu terk eder, onları nakleden ravilerin silsilesine (bile) bakmadan
7-İbni Haldun mukaddime de bize bir çok örnek sunmuştur, tabiat kanunlarıyla çelişen bazı rivayetleri terk etmesiyle alakalı olarak. Misal, İskenderiyye şehrinin kuruluşuyla (alakalı olan ) kıssa. Ya da toplumsal kurallarla çelişen (rivayetlere) misal, Beni İsrail askerleri ve Musa as kıssası. O halde İbni Halduna tesir etmemiştir bu (rivayetleri yapan) alimler, O yeni ilmini vaz ederken (oluştururken kimseden etkilenmemiştir).


2. SINIF 4. ÜNİTE 5. METİN
İSLAMIN ORTA ASYADA YAYILIŞI

1. Değerli Peygambere SAV Kuranın nuzülü ve Rasülullahın SAV davete başlaması, insanlık tarihinde bu ikisi, en bariz olaylardandır. Dünya tarihinin seyri üzerinde çok büyük tesiri olmuş ve de olacaktır, beşeri toplumun ilerlemesi için. Alemde baş döndüren bir süratle İslam Dini yayıldı. Bu( yayılma) bizim ülkemiz Orta Asyada (da aynı süratle olmuştur), Orta asya, Kafkas ve Fulga etrafının Arap Yarımadasından binlerce km uzakta olmasına rağmen, oradan hanif dinimiz doğdu ve zuhurunun ardından memleketimizde (onun) aydınlık öğretileri yayıldı.
2. İslam ilk önce ülkemiz Azerbaycan ve Dağıstanda yayılmıştır . bu olay m.7. asrın başlarında Hz. Ömerin hilafeti günlerinde olmuştur.
3. İslam Orta asya ya geldiğinde, orası “ma veraun nehr” olarak adlandırılıyordu. Burası da şu şehirleri kapsıyordu: Semerkand, Buhara, Veşşeş, Tirmiz, Nseef, Keş, Havarizm, Merv, Hacende, Balasagun, Özkent, nesee ve diğerleri. Bu şehirler islamın tesiriyle zengin bir tarihe ve dopdolu bir kültüre sahiptirler. Bu (gelişmeler) Muaviyenin Hilafeti ve Said b. Osmanın komutanlığı zamanında olmuştur. Eski “Sek” kabileleri “Sağdiyyin” ekarşı yapılan savaşlarda, Peygamberimizin SAV amca oğlu Gasam b. Abbas meşhur olmuştur. O da Semerkandda şehid olmuş ve oraya defnolunmuştur.
4. Halife Abduülmelik döneminde, Orta Asyaya gönderilen Kuteybe b. Müslimle (İslamın hudutları) Çin sınırına kadar ulaşmıştır. Beni Ümeyye Halifeleri, bu bölgeye (arap) dilinin ve Kuranın öğretilmesini ve İslam akidesinin yayılmasını gerçekleştirecek kişiler göndermişlerdir.
5. İslam niçin bu süratle dünyada yayıldı? İnsanlar niçin eski inançlarını terk ederek İslama tabi oldular? Ulemadan ve filozoflardan pek çoğu muhtelif memleket ve zamanlarda bu soruda düşünmüşlerdir. Mümkün müdür, bu veya şu inanç sistemlerinden, milletler arasında bu serilikte yayılarak insanların akıllarını ele geçirebilecek (islamdan başka bir inancın) olması? (Bu soruya) her insaflı araştırmacı ve düşünür olumsuz cevap verir.
6. Tabiatlarında ciddi iki farklı kişinin sözlerini (burada örnek olarak) getiriyoruz. (Biri) “Dünya Tarihinin Özeti” kitabının yazarı Herebert Wales, (diğeri Hintli) Jawahar lal Nehru.
7. Wales diyor ki: İslam dini nazil olduğu bütün insanlığa yönelmiş, adaletin ilahı olan Allah ile onları mücdelemiş(ona imana çağırmış)tir. Peygamber Muhammed SAV öğretileri ve metodu (ile öyle bir şey) bina etti ki, hiyanet ve şüphe dolu olan o dünyada, insanlar arasında güven ve kardeşlik ruhu önünde iki kanadı üzerinde kapıyı açtı (güven ve kardeşliği tesis etti). Nasıl ki Muhammed SAVin öğretilerinin binası, cennetin kapılarını açtıysa. Lakin onun cenneti, ibadet ve kesintisiz namaz kılmakla kazanılan cennet değildir, geçmişteki gibi, din adamları, kahinler ve kralların yüksek yerleriyle meşgul oldukları gibi (o cennet öyle bir yer değildir). Bilakis o cennet, hakiki kardeşlik ve ruhların özlediği basit lezzetler cennetidir. İslam (insanlığa) diğer dinlerden daha iyi şartlar sunmuştur.
8. Ama Dünya Tarihi Etrafında Düşünceler adlı kitabın yazarı, ki o kitabını sömürgecilerin hapishanelerinde telif etmiştir, diyor ki: Muhammed SAVin mücdelediği din, basit, istikamet üzere, demokratik ve eşitlik dinidir. Bu ikisini de o ilan etmiştir. Bütün bunlar (sayesinde bu din) çevre ülke toplulukları nezdinde geniş ses getirdi ve kabul gördü. Bu beldeler uzun süre, zalim melik hükümdarların, kahinlerin ve keşişlerin (din adamlarının) boyunduruğundan ızdırap çektiler. O kahin ve din adamlarının zorbalığı ve zalimliği hükümdarlarınkinden daha az değildi. Toplumlar eski (zalim) düzenden yorulmuş, yeniyi kabul etmeye hazır idiler. Bu yeniyi de onlara İslam sunmuştur. Eski düzenden kaynaklanan bir çok kötülüğe de sınır koymuştur.
9. Araplara imkansız olurdu savaşları kazanmak, eğer milletlerin karşı koymalarıyla karşılaşsalardı islamı dünyada geniş uyerlere yaymaları (Araplar için kolay olmazdı). Bilakis tersi olmuş (karşı koymamışlar). Doğru olan da budur. Muhakkak Müslüman toplumlar onlarca fesat, zulüm, baskı, cehalet ve fakirlikten kurtarıcı olarak karşılanmışlardır. Nasıl olmasın ki Allah cc buyuruyor:” Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır..” (bakara 256)


2. SINIF 4. ÜNİTE 6. METİN
PAKİSTAN DEVLETİ

1. Pakistan ismi yeni idi, bundan dolayı insanlar soru sormak için yöneldiler bu ismin seçim yoluna dair. Deniliyor ki, bu kelimenin seçimi Hint Yarımadasından Müslüman Milletvekillerine aittir. O vekiller İngilterenin Cambridge Üniversitesinde okumuşlardır. Öğrenciler iki kelimeden oluşturmuşlardır ki o kelimeler “bêk” manası: temizlik ve “sitên” manası: yer (toprak) veya devlettir. Bütün manası: “temiz toprak” , “temizlerin toprağı” veya “temizlerin devleti”dir.
2. Pakistan devleti kurulduğunda doğ ve batı diye iki kısımdan oluşuyordu. Bu bölünme kendi içinde sıkıntı tohumları taşıyordu aşağıdaki sebeplerden dolayı: A) İki bölüm arasındaki mesafe bin mil dolaylarında idi. B) Doğu Pakistan Patı pakistana, yerleşimciler, dil ve coğrafi tabiat bakımından yabancı idi. Din birliğindan başka aralarında bir bağ yoktu. C) Bundan daha yehlikelisi, Hindistan, Doğu Pakistana saldırıp onu kuzey, doğu ve batısından kuşatıyordu. Sanki Hindistan, Doğu Pakistanı yutuyordu.
3. DOĞU PAKİSTAN: Geniş ovalar, ırmaklar, nehir, bol yağmur vardır. Ayrıca, yeşillikler, çiçekler, ovalar mevsut olup, (insanları) uysal (uyumlu) ve eğlenceye meyilli (neşelidir).
4. Ama BATI PAKİSTAN o da: engebeli çöllerden oluşur ve kuraktır. Bundan dolayı tabiata galip gelmek için çatışma ve korku kuvveti oluşmuştur (insanların kişiliklerinde). Ancak Lahor ve Hunzadaki Sihr Bölgesini unutmamamız gerekir. Buralar Çin ve Afganistan sınırında bulunmaktadır. Muhakkak Hunza; gölgelikleri bol, esenlik yeri, basit, rahat, emniyetli, sevgi ve yardımlaşmanın olduğu bir “cennet” olarak vasıflandırılmıştır. Seyyahlardan birisi Hunzadaki yaşamı şu sözüyle özetlemiştir: Hunze halkı, matematik olmadan geometriyi, vaiz olmadan güzel ahlakı, doktor olmadan sağlıklı olmaya …. güç yetirmişlerdir. Eşim ve ben oradan ayrılmak üzereyken birbirimize sorduk: biz medeniyete mi dönüyoruz? Yoksa medeniyeti terk ederek çatışma olan bir hayata mı dönüyoruz?
5. Batı Pakistanaşağıdaki bölgelerden oluşmuştur: A) “Buluhistan” vilayeti, Pakistanın güney doğusundadır. Yüzölçümü en büyük vilayettir. B) “Sind” vilayeti, Buluhistanın doğusunda bulunur. Oranın başkenti “Haydarabat”tır. Burada “Karatşi” şehri bulunur ki o Pakistanın ilk başkentidir. C) “Pencap” bölgesi, oranın başkenti Lahordur. Doğunun Parisi diye nitelendirilir. O Pakistan şehirlerinin en güzelidir. D) kuzey Sınırı Bölgesi, onun başkenti Bişaverdir. Ama Doğu Pakistan aşağıdaki bölgelerden oluşmaktadır: A) “Deka” Doğu Pakistanın başkenti burasıdır. B) “Şita Cünc” buranın başkenti kendi ismiyle anılır. C) “Racşahi”
6. Hindistandaki bütün Müslümanların Pakistana göçmesi mümkün değildi. Hindistanın bazı bölgelerinde Müslümanlar yaşıyordu. Onlar mekanlarında kalmayı istiyorlardı. Onlar bir şekilde kendilerini koruyabilecek güce sahip idiler. Bu yüzden 80 milyon civarında Müslüman Hindistanda kaldı. Hindistandaki Müslümanlar bir bölgede toplanıyorlar ki orası “Haydar Abad Dekin” Emirliğidir.
7. Bazı Müslümanlar Hindistanda en yüksek makamlara ulaşmışlardır. Onlardan biri Hindistan Cumhur Başkanı Dr. Dakir Hüseyindir. Yine onlardandır, Mevlana Ebul Kelam Azad. O ki Hindistanda Müslüman ve Hindlilerin liderdir. İngiliz sömürgesinden Hindistanın kurtuluşunda onun büyük çabası vardır. Çok uzun süre El Mu’temer Partisinin reisliğini yaptı. Taki Hindistan istiklalini kazanana kadar. Kuranı Kerim için onun “Yercümanül Kuran” isimli tefsiri vardır. Ebul E’la Mevdudi onun müridlerindendir.
8. Mevlana “Ebul Kelam Azad”a nisbetle son bir söz. Hindistan Parlementosunun bazı azaları itiraz etmişlerdi, Hindistan Eğitim bakanlığının İslami müesseselere yardımlarda bulunmasına. Ebul Kelam onlara şöyle cevap vermişti: Bu küçük beyinlerdir ki onlar Hindistanın bölünmesine sebep olmuşlardır.

__________________

Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır.
Alıntı ile Cevapla