Tekil Mesaj gösterimi
Alt 23 Aralık 2013, 14:23   Mesaj No:5

enderhafızım

Medineweb Emekdarı
enderhafızım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:enderhafızım isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5879
Üyelik T.: 28 Aralık 2008
Arkadaşları:32
Cinsiyet:Bay
Memleket:İst
Yaş:38
Mesaj: 3.185
Konular: 1383
Beğenildi:166
Beğendi:17
Takdirleri:216
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
evtx Cevap: Din Felsefesi Ders Notları (14 Hafta)

5. HAFTA
1. ATEİZM PROBLEMİNİN MAHİYETİ:
Din literatürümüzde “ateizm” terimine en yakın terim olarak, “ilhad” kelimesi kullanılmaktadır. Yine Arapçada kullanılan ve ''inanç yolundan sapan" anlamına gelen "zındık" "zaman yönünden dünyanın bir başlangıcı olmadığına ve zamanın her şeyi yok ettiğine inanan" anlamına gelen “Dehri” kelimeleri tıpkı "ilhad" kelimesi gibi, günümüz felsefe yazılarında kullanılmaz, ayrıca bu
son iki terim teizm terimini tam olarak karşılamaz.
Günlük dilde ve halk arasında kullanılan “Allahsız” sözü, bilindiği gibi "insafsız, merhametsiz v.b." anlamında ve kullanıldığı için, ateizmle doğrudan bir ilgisi yoktur.
Basım tarihleri oldukça yeni olan bazı sözlüklerimiz,
ateizm terimini, genellikle "tanrıtanımazlık" terimi
ile ifade etmektedirler.
Fichte ateistlikle suçlanmış, ancak o, "bir insanın gerçek anlamda ateist olabilmesi için hiçbir ahlaki ideale sahip olmaması gerektiğini'' öne sürerek, kabul etmemiştir. Spinoza'nın Tanrı kavramı Yahova'dan daha geniş olduğu için ateistlikle suçlanmıştır. Hegel'e teist, panteist diyenler bulunduğu gibi ateist diyenler de olmuştur. Oysa filozofun kendisi Luther’ci bir Hıristiyan olduğunu açıkça dile getirir.
İslam dünyasında ateizm hiçbir zaman ciddi bir problem olmamıştır. Bundan dolayıdır ki, felsefi ateizmi karşılayan İslami bir terim yoktur. Genellikle dinin herhangi bir prensibini inkâr eden kimselere bazen “zındık” bazen “mulhid”, bazen kâfir v.s. denmiştir. Mesela ahiret
hayatını inkar edenlerden bahsedilirken daha ziyade "mulhid" teriminin kullanıldığını görmekteyiz.
Ateizm sözü, genellikle, biri geniş diğeri de dar anlamda olmak üzere iki ayrı şekilde kullanılır. Geniş anlamda ateist, sadece "teist olmayan", başka bir deyişle Tanrı’yı hayatına sokma gereğini duymayan kişi, şeklinde tanımlanır.
Dar anlamda ise ateist, düşünerek ve tartışarak Tanrı'nın var olmadığını öne süren kişidir. Bazen bunlardan,ikincisine "pozitif ateist" birincisine de "negatif ateist" denmektedir.
Pozitif ateist sadece Tanrı’nın varlığına inanmamakla kalmıyor aynı zamanda O'nun yokluğunu kanıtlamaya çabalıyor. Felsefede asıl önemli olan, bu ikinci tür ateisttir.
Kaldı ki, geniş anlamda veya negatif anlamda ateizmin varlığı da tartışma konusudur. İnsan; apolitik ve asosyal olduğu gibi, kolayca ateist olamaz. Özellikle tek Tanrıcı dinler geleneği içinde doğup büyüyen bir insanin, ciddi olarak düşünmeden ve birtakım gerekçelere dayanmadan Tanrı'nın varlığını inkâr etmesi hiç de kolay bir iş değildir. Tanrı’nın varlığına pek aldırış etmeden hayatlarını sürdüren kişiler için "ateist" sözünü kullanmak doğru değildir.
Felsefe tarihinde teizm ve ateizm terimleri kadar "agnostisizm" terimi de önemli bir yer tutar. Bilindiği gibi, agnostik, Tanrı'nın varlığı ya da yokluğu hakkında hiçbir şey bilmediğini, yani bu konuda hiçbir şey söyleyemeyeceğini öne süren kişidir. Tanrının varlığına inanmak başka şey O’nun var olduğunu kanıtlamak ise daha başka şeydir. Tanrı’nın varlığını kanıtlayamamaktan agnostisizmi veya ateizmi çıkarmamız doğru olmaz. Agnostisizmin haklı olabilmesi için, şu iddialardan birinin ya da ötekinin kabul edilmesi gerekir: (a) Tanrı’nın hem var hem yok olduğunu gösteren bir takım ipuçları vardır. (b) Tanrı'nın var veya yok olduğunu gösteren hiçbir ipucu yoktur.
Agnostik birinci iddiayı kabul edemez; çünkü "orta yerde" (yani teizmle ateizm arasında) durabilmesi için, leh ve aleyhteki ipuçlarını tam anlamıyla denkleştirmek zorundadır. Aksi takdirde ya teizme, ya da ateizme
kaymadan edemez. O, ikinci iddiayı kabul edemez; çünkü Tanrı’nın varlığı veya yokluğu hakkında hiçbir ipucu yoksa
agnostisizmin dayanacağı bir temel de yok demektir.
Eğer teizmin sınırları çok geniş tutulursa, sadece agnostisizmin değil, ateizmin de imkânsız olduğu öne sürülebilir. Nitekim böyle bir iddia ile ortaya çıkan düşünürler de yok değildir. Örneğin, ilk Hıristiyan ilahiyatçılarından Anselm, Kutsal Kitab'ın "Mezmurlar" bölümündeki şu ifadeyi tekrarlamaktadır; “Kalbinde Tanrı yoktur diyen bir aptalın zihninde bile kendisinden daha yetkini düşünülemeyen bir Tanrı fikri vardır." Yine tanınmış Hıristiyan ilahiyatçısı Augustine, bir duasında söyle der: “Tanrım sen bizi kendin için yarattın; kalplerimiz senin varlığında sükûn buluncaya kadar huzursuz olmaya devam edecektir." Bu demektir ki, insan kendi hayatını er- geç bir yoruma tabi tutacak ve bir takım bocalamalar ve kuşkular geçirse bile, sonunda Tanrı’ya varacaktır. Bu görüş açısından hareket edilince, inanç konusunda içine düşülen şüphelerin ve hatta ateizmin bile dini değer taşıdığı düşünülebilir, düşünülmüştür de.
Birkaç yıl önce Paul Riceur ve A.MacIntyre’in birlikte yazdıkları bir kitaba “Ateizmin Dini Önemi” şeklinde oldukça dikkat çekici bir başlık koydukları görünmektedir.
Ateizme dini bir değer atfedenler, ateizmin değil,
Tanrı karşısında ilgisizliğin teizm için bir tehlike olduğu görüşündedirler. Ateist, olumsuz bir açıdan da olsa, Tanrı ile ilgilenmektedir dolayısıyla ciddi bir ateist, bir tür mistik bir tavır içinde bulunmaktadır. Bu tavır onu psikolojik olarak duyarlı bir noktaya götürebilir ve ateizm bir tür teizme dönüşebilir.
Günümüz düşünürlerinden J.A.T. Robinson, “Tam anlamıyla çağdaş olan bir insan ateist olmayabilir mi?"
başlığını taşıyan bir yazısında dogmatik başka bir deyişle düşünülmüş ve tartışılmış bir ateizmin mümkün olmadığını
ifade etmektedir. Ona göre, insan ilahi gücün varlığını. içinden gelen bir zorlama ile duymaktadır. Bu duyuş tabiatın aracılığıyla, artistik ve bilimsel bir kanalla, toplumsal ilişkiler yoluyla ortaya çıkabilir. Böyle bir durumda olan insan kendisini çepeçevre saran bir varlığa ne ad verebileceğini ve onu nasıl tasavvur edebileceğini bilmeyebilir, hatta onun duygu ve düşünce dünyası tam bir karışıklık içine gömülebilir. Buna rağmen o, kendi yolunu açmak ve ilahi sese doğru gitme gereğini er-geç idrak eder.
Görülüyor ki, Robinson bir iç zorlamadan söz etmekte ve ateizmi bir tür "kaçış" olarak görmektedir.
Salt ateizmin imkânsız olduğu inancı öyle sanıyoruz ki
iki önemli düşünceden kaynaklanmaktadır: 1. Teizmin sınırlarının çok geniş tutulmasıdır. Fichte, “Tanrı” terimi ile “ahlak kanunu” terimi arasında bir özdeşlik gördüğü için, ahlak kanununa boyun eğen herkesi Tanrı'nın sesine kulak
veren kişi olarak kabul etmiştir. 2. Ateizmle nihilizmin aynı şey olduğu inancıdır.Çevresinde, ateist olduğu halde nihilist ve hatta materyalist olmayan insanların varlığına tanık olan teist bir bakıma kolay bir çözüm biçimini seçmekte ve ateizmin imkansızlığını öne sürerek güçlüklerden kurtulmayı denemektedir.
Bugünkü anlamda ateizm: Teist sistemlere bağlı olarak ortaya çıkan bir harekettir. Düşünce tarihinin geleneksel ateizmi, gıdasını büyük ölçüde teizmden, özellikle de Tanrı'nın varlığını ispat etmeye çalışan felsefi delillerden almaktadır. Tanrı'nın varlığının aleyhinde öne sürülen klasik tartışmaların başında: "kötülük problemi" maddenin ezeliliği, teizmin delillerinin yetersizliği, hatta geçersizliğine ilişkin görüşlerle özellikle günümüzde büyük bir önem kazanan bazı sosyolojik ve psikolojik teoriler gelmektedir.
Ayrıca Nietzsche tarafından önemle savunulan ve ateist
varoluşçularca geliştirilen ahlaki gerekçelere dayanarak Tanrı’yı reddetme görüşünü de günümüz ateizminde önemli bir yeri vardır.
2. MADDENİN EZELİLİĞİ VE KOZMOLOJİK
DELİLE YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER:

Başka önemli bir ateist iddia da maddenin ezeliliği ve onun her şeyin kaynağı olduğu görüşünden hareketle
ateizmi temellendirmeye çalışmaktır. Bu iddianın iki
önemli basamağı vardır: 1. Maddenin ezeliliğinin apaçık olduğu, hatta bunun bilimsel olarak kanıtlandığı ve maddenin, şuur dahil, her şeyin kaynağını oluşturduğu
söylenmektedir. 2. Bu görüşün yaratıcı bir Tanrı fikrini imkânsız kıldığı öne sürülmektedir. İddiaya göre, eğer yaratıcı Tanrı, fikrine yer verirsek, madde miktarının ya da kütle enerjinin sıfır düzeyde olduğu bir zamanın var olduğu düşüncesini kabul etmemiz gerekir ki, bu, fizik biliminin vardığı sonuçlar açısından mümkün değildir.
Maddenin ezeliliği görüşünü temel alan bu iddia, aslında kozmolojik delilin ve belli bir yere kadar da teleolojik delilin geçersizliğini göstermeye çalışmaktadır. Kozmolojik delil, dünyadaki varlıkların, var oluş sebeplerini kendi içlerinde taşımadıkları, dolayısıyla kendi varlık alanlarının dışında var olan bir sebebe muhtaç oldukları, bu sebebin de kendi kendine yeterli ve başka hiç bir şeye muhtaç olmayan bir varlık olduğu sonucuna varmaktadır. Eğer en Son Sebep kendi kendine yeterli olmasaydı. Başka bir deyişle var oluş sebebini bizzat kendi içinde taşımasaydı, o zaman sebep-sonuç zinciri sonsuza değin uzayacaktı ki, bu, teolojik bir deyimle “muhal”dir, yani imkânsızdır.
Yaratma fiili için bir başlangıç tanımayan ve onun sürekliliğini kabul eden birçok teist vardır. Farabi, Muharnmed İkbal, Lotze bunlardandır.
3. ATEİZMİN DAYANDIĞI BAZI SOSYOLOJİK
VE PSİKOLOJİK TEORİLER:

Fransız sosyologu Emille Durkheim tarafından geliştirilen "sosyolojik teori"ye göre: Tanrı, toplumun, (fertlerin düşünce ve davranışlarını kontrol altında tutmak için) uydurduğu hayal ürünü bir kavramdır. Yine bu teoriye göre, insan dini bir duyguyla kendisini aşan bir varlık karşısında korku ve ümit içinde beklerken; aslında, Tanrı
adı verilen evrenin ötesindeki bir varlık karşısında değil, kendisini çepeçevre saran toplum realitesi karşısında durmaktadır. Tanrı fikri, toplumun yaptırım güç ve
işlevini gösteren bir sembolden başka bir şey değildir.
Bu sosyolojik teoriye verilen cevap:
1. Bu teori, dini şuurun evrenselliğini açıklayamamaktadır. Söz konusu şuur, ferdin içinde yasadığı toplumun çok daha ötesine gitmekte, evrensel nitelikte bağlar ve toplumsal birlikler oluşturmaktadır. Yine bu şuur, bütün insanlığa kapısını açık tutan bir özellik taşımaktadır.
2. Sosyolojik teori, bir dinin belli bir toplumda ortaya çıktığı sırada dile getirdiği Tanrı kavramı ve toplumsal
ideallerin çok kere çatıştığını görmezlikten gelmektedir.
Söz gelişi, Kur'an'ın ilk inen surelerinde ifadesini bulan
Tanrı’nın, Mekke toplumunun, özellikle Mekke aristokrasisinin ideallerinin yanında değil, karşısında
olduğu bilinen bir gerçektir.
Freud’un Ateizmi Temellendirmesi:
Freud'a göre, Tanrı fikri, çocuktaki baba imajının
bir yansımasıdır. Tanrı fikrinin kaynağı, insan soyunun, çocukluk döneminde karşı karşıya kaldığı zorluk ve felaketler karşısında geliştirdiği zihinsel bir savunma mekanizmasıdır. Bundan dolayı din, Freud'un nazarında,
“nevrotik bir kalıntı”dan ibarettir. “Yansıtma Din Teorisi”
Freud, ateizmle ilgili görüşlerine “Bir Yanılmanın Geleceği” ile “Medeniyet ve Gayrimemnunları” adlı
eserlerinde yer verir.
İnsan neye dayanarak dini inançlarını öne sürmektedir?
"Atalarımız onlara inanmaktaydı." "Atalarımız onların doğruluklarını ispatladı ve bu ispatlar bize de intikal etti."
"Böyle bir soruyu sormaya dahi kimsenin hakkı yoktur."
Bu gerçeklerden ilk ikisi insanoğlunun kendisini bir türlü
kurtaramadığı kör bir taklitçiliğin, üçüncüsü ise, daha da kör bir irrasyonalizmin ifadesinden başka bir şey değildir.
Freud ve Feuerbach'a göre, insanlık olgunlaştıkça
hayali varlıkların yardımına ihtiyaç duymayacak ve
yavaş yavaş Tanrı fikrinden kurtulacaktır.
4. TANRININ HİSSİ VE AHLAKİ
GEREKÇELERDEN DOLAYI REDDEDİLMESİ:

Descartes'in "düşünüyorum o halde varım" seklinde ifade edilen felsefi çıkış noktası da bu hissi ateizmin güç
kazanmasına sebep olmuştur. Descartes, teist olmasına rağmen süjeyi ön plana çıkarmış ve ilk kesin prensibini “ben” de bulmuştur. Sartre, Descartes'in bu prensibini felsefede inkılâp vücuda getiren bir fikir olarak görmüş
fakat böyle bir çıkış noktasının mantıki sonuçlarını çıkaramadığı yahut çıkarmadığı ve neticede teist olmaya devam ettiği için Descartes'i eleştirmiştir. Ona göre, Descartes'in en büyük suçu, sonsuz olanla sonlu olanı
bir ve aynı dünyada var kılmaya çalışmasıydı.
Neitzsche'ye ve varoluşçuluğun ateist kanadına mensup düşünürlere göre; ya insanın önceden belirlenmiş bir
“öz”ü vardır; ya da insan Tanrı anlamıyla karmakarışık bir, akıntı içindedir; dolayısıyla özünü kendisi oluşturmak
zorundadır. Neitzsche, kısır ve sıkıcı akılcı felsefelerin insanın önceden belirlenmiş bir özü olduğu görüşüne
dayandıklarını söyler. Yine, insan, bu düşünürlere göre, ya kölece bir bağlılık içindedir yahut da, Sartre’ın deyimiyle
özgürlüğe mahkûmdur. Eğer Tanrı, yani bir yaratıcı varsa, insanın özü de var demektir bu öz, varlıktan önce gelmek zorundadır. Başka bir deyişle eğer Tanrı varsa özgürlük
yok demektir ve insan, kendi özünü oluşturma imkân ve gücünden yoksundur. Bu imkân ye gücün olabilmesi için Tanrı'nın olmaması gerekir. Acaba Tanrıdan bu derece çabuk kurtulmak kolay iş midir? Neitzsche, Tanın ölümünün ne büyük ve endişe verici bir olay olduğunun farkındadır.
O şöyle der; dünyanın bir daha sahip olamayacağı en kutsal ve güçlü varlık hançerlerimizin altında kana boyandı.
Bu, insanlığın kaldıramayacağı kadar büyük bir olaydır.


Buna rağmen Neitzsche'ye göre bu, yerine getirilmesi gereken bir işti. Eğer insanın gücünün bir değeri olacaksa, sonsuzca güce sahip olan bir varlığın olmaması gerekirdi; çünkü sonsuz olanla sınırlı olan, en yetkinle yetkin olmayan, tamla eksik bir ve aynı dünyada barınamazdı.
Varoluşçulara Verilen Cevap:
Ne Neitzsche, ne Sartre, ne de Camus ne de onlar gibi düşünenler, yavaş yol alan, kılı kırk yaran serinkanlı birer düşünür gibi çıkarlar karşımıza. Onların ispat etmeye,
hatta ikna etmeye ne vakit ne de sabırları vardır. Onlar,
bir haykırış içindedirler muhatapları ise, ne teolog, ne de filozoftur, sadece bunalım içinde olan insandır. Bu bunalım felsefesi, Tanrı yoktur demekten çok Tanrı var olmamalıdır diyor. Bunun için gösterdiği gerekçeler ise, aşırılıklarla-dolu.
Sartre gibi düşünen ateist varoluşçuların, ateizm ile hürriyet -yahut hürriyetsizlik- arasında kurdukları ilişki de
sağlam bir felsefi temele oturmamaktadır. Sartre'a göre, teizm ile materyalizm insana aynı gözle bakıyor ve onu bir
“obje” olarak görüyor. Maddecilik, filozof da dâhil, bütün insanları tespit ve tayin edilmiş reaksiyonların bir toplamı
gibi görüyor. İnsan, bu anlamda, bir masa, sandalye yahut taştan pek farklı olmuyor.
Teizm de insanı Tanrı karşısına bir "obje" gibi koyuyor. Teizmin Tanrı’sı, gözü her yerde olan bir takipçi gibidir.
İnsanın özü dahil her şeyi O belirlemekte, dolayısıyla insanı insan yapan hürriyet de yok olmaktadır. Varoluşçuluk,
maddeciliği reddettiği gibi teizmi de reddetmek zorundadır.
Felsefenin ağırlık merkezi olarak hürriyeti seçen Sartre'ın ateizminin de dayandığı şey, bir sezgidir. Sartre, hürriyet anlayışına felsefi bir temel bulmada, hiçbir zaman başarılı olamadığı için ateizmi temellendirmede de başarılı olamadı
5. TANRI KAVRAMININ ANLAMSIZLIĞI İDDİASI:
1. Şimdiye kadar üzerinde durduğumuz çeşitli ateist görüşlerin ortak bir yanı vardır. O da teizmin son derece
ciddiye alınmasıdır. Aynı ciddiliği analitik felsefe geleneğine bağlı ateist düşünürlerde ve özellikle mantıkçı pozitivizmi savunanlarda görmemekteyiz. Bunlardan bazılarına göre, Tanrı aleyhinde bile konuşulacak bir konu değildir; çünkü Tanrı kavramı derli-toplu bir anlam ifade etmemektedir.
Bu görüşte olanların ilk ele aldıkları konu ontolojik delil olmuştur. Bu delil daha çok düşünce ve dil çerçevesi içinde kaldığından dolayı kavramsal çözümleme için verimli bir alan oluşturmaktadır.
2. Ateist olduğunu açıkça söyleyen günümüz filozoflarından Findley, "zorunlu varlık" kavramını çözümleyerek bir tür "ontolojik ateist kanıt" çıkarmaya çalışmıştır. Findley, “Tanrı vardır” önermesinin zorunlu olamayacağını söyler. Ona göre, “zorunlu varlık” kavramı tıpkı "yuvarlak kare" kavramı gibi, bir zıtlığı içermektedir. Zorunlu önermeler totolojik yapıda olan önermeler olup bu önermelerden hiçbiri "existentielle" bir durumu içermez. Zorunluluk, mantıksal çıkarımlar ve dildeki kurallar için söz konusudur. Varlığa ilişkin yargılarımız ise zorunlu değil mümkündürler. Bu durumda "Tanrı zorunlu olarak vardır" önermesi kendi içinde zıtlığa yer vermekte, dolayısıyla anlamsız olmaktadır.




Pozitivistlere Verilen Cevap:
Bize öyle geliyor ki, bu tür bir çözümlemeye dayanarak bir delil dile getirmek kolay bir iş değildir. Şöyle ki, teist
"zorunlu varlık" kavramıyla varlığının başlangıcı ve sonu olmayan, yok edilmeyen, sınırlayıcı herhangi bir şarta bağlı
olmayan bir varlığı kastetmektedir.Bu çeşit bir zorunluluğu, mantıki zorunluluktan ayrı düşünmek gerekir. Hatta Tanrı’ nın varlığının zorunlu olması ile bizim Tanrı'nın varlığına ilişkin iddialarımızın zorunlu olup olmadıkları hususu"
arasında da bir ayırım yapmak zorundayız.
Filndley'in "Tanrı zorunlu olarak vardır" önermesi hakkında öne sürdüğü çözümlemelere ve itirazlara benzer çözümlemeler mantıkçı pozitivizm geleneğini sürdürenlerce hemen bütün dini hükümler için öne sürülmüştür.
Sonuç olarak denebilir ki, klasik delilere yapılan hücumlar, ve dini iddiaların kavramsal çözümlemelerinde öne sürülen itirazlar, genellikle inancın birtakım delillerle ayakta durduğu görüşüne dayanmaktadırlar. O kadar ki, bazı iddialı ateistler, Tanrı'nın varlığına ilişkin derli toplu bir delilin bulunmayışını ateizm için yeterli görmektedirler.
Nitekim Baron D'Holbach, “Tabiat Sistemi” adlı yazısında şöyle demekteydi: Eğer Tanrı var olsaydı, bu derece akıl, bilgi ve hikmet sahibi bir varlık kendisi hakkında bize akıl
ve mantık dışı mucizelerle değil, doğrudan bilgi ulaştırırdı.
Bir programda B.Russell'a söyle bir soru yöneltilmiştir: Eğer öldükten sonra bir öteki dünya var da bu dünyada inanmadığınız Tanrı, "Bana niçin inanmadın?" diye sorarsa ne cevap vereceksiniz? Russell'ın bu soruya verdiği karşılık şu olmuştur: “Tanrım, bana var olduğuna ilişkin niçin doğru dürüst bir delil göstermedin?"
İnanan bir kimse, inancını destekleyecek bir delil bulamadığı için, inancından vazgeçmez. İnanmayan bir kimse de teizmin delilleri karşısında söyleyecek hiçbir şeyi bulunmasa da inanmayabilir. Ernest Nagel’in “Ateizmin
Savunmasi” adlı yazısında da işaret ettiği gibi, ateistin “inanıyorum ve ispat etme gereğini duymuyorum” diyen
bir kimseye söyleyecek hiçbir şeyi bulunmaz.
Hiçbir şüphesi olmadığı için, kanıt getirmeyi gereksiz gören "kömürcünün imanı" karşısında ateistin eli ve dili bağlıdır.
Özetle söyleyecek olursak, bu bölümde ateizmi dört görüş açısından incelemeye çalıştık: (1) Teizmin klasik
delillerinin eleştirisinden güç alan ateist görüşler. (2) Bazı sosyolojik ve psikolojik teorilerden kaynaklanan görüşler.
(3) Ahlaki bir ilgi ve endişeden kalkan görüşler. (4) Bir
dizi kavram çözümlemelerinden kalkarak dini iddiaların
anlamsızlığını ortaya, koymaya çalışan görüşler.


Alıntı ile Cevapla