Tekil Mesaj gösterimi
Alt 23 Aralık 2013, 14:46   Mesaj No:6

enderhafızım

Medineweb Emekdarı
enderhafızım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:enderhafızım isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5879
Üyelik T.: 28 Aralık 2008
Arkadaşları:32
Cinsiyet:Bay
Memleket:İst
Yaş:38
Mesaj: 3.185
Konular: 1383
Beğenildi:166
Beğendi:17
Takdirleri:216
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Din Sosyolojisi Ders Notları (14 Hafta)

6. HAFTA

DİN-TOPLUM İLİŞKİLERİ BAĞLAMINDA
DİN SOSYOLOJİSİ
Din ve Toplumun Karşılıklı Etkileşimi:
Din sosyolojisinin sistematik kurucusu Joachim Wach’
din sosyolojisini şöyle tanımlar; “din sosyolojisi; din ve toplumun karşılıklıve karmaşık ilişkilerini, dini grupları, dini önderleri sistematik ve bağımsız bir şekilde inceleyen bilim dalıdır. Bu tanımda en fazla dikkat edilmesi gereken noktalardan birisi din ve toplumun birbirini karşılıklı olaraketkilemesidir. Dinler, toplumları şekillendirmede en önemli kurumların başında gelir.
Dindar insanlar genellikle, hep dinin toplumu etkilediğini düşünürler. Din sosyolojisi ise, Dinin toplumu değiştirmek istediği kadar toplumun da dini değiştirmek istediği tespitinde bulunur. Günümüz din sosyolojisinde dikkat edilmesi gereken en önemli noktalardan birisi budur; din ve toplum ilişkileri karşılıklıdır.
Tevhidkelimesi, İslamiyet’in manevi bir sembolüdür.
Bir çekirdeğin ağacın bütün özelliklerini kendi içinde barındırması gibi, tevhid tohumu da İslam medeniyeti’nin bütün özelliklerini kendi içinde saklamaktadır. İslam’daki tevhid anlayışı aynı zamanda fertten başlayarak bütün toplumu yeniden inşa projesidir.
Din sosyolojisi açısından baktığımızda, dinin toplumu değiştirme talebi de toplumun dini değiştirme talebi de süreklidir.Bu talepler tamamen bitmez ya da ortadan kalkmaz. Dini hayatın güçlü olduğu dönemlerde, toplum dini zor değiştirmektedir. Dini hayatın zayıfladığı dönemde ise, toplum dine hâkim olmakta, onu kendi arzusuna göre değiştirmektedir. İslami literatürde, muharref dinler diye anılan sayısız din, bu gerçeğin bir ifadesidir. Aslı bozulan
dinlerin aslını kim bozdu, ya da onları kim tahrif etti? Bu dinler elbette toplumsal baskılar sonucu bozuldular.
Toplum fırsatbuldukça dini kendi talep ve istekleri doğrultusunda şekillendirmeye çalışmaktadır. Aynı dine mensup insanlar arasında yaşanan ihtilaflarda da din-toplum ilişkilerinin izleri vardır. Ehli Sünnet harici çıkan birçok dini akım, aslında bazı sosyal problemlerin yansımasıdır. Bu tepki hareketleri görünürde dini olsa da aslında çok derin sosyal ya da psikolojik sebeplerivardır.
Din sosyolojisi, dini olayların tahlilinde bu karşılıklı ilişki noktasının altını ısrarla vurgulamaktadır. İslam dünyasında 1800’lerden sonra yükselişe geçen modernleşme hareketi de bu bağlamda ele alınabilir.
Modernleşmede zayıf kültürlerin güçlü kültürleri taklit ederek kendini değiştirmesi vardır. Modernleşme değişiklik olsun diye yapılmaz. Belli oranda değişme bir ihtiyaçtır fakat bu öze bağlı kalarak yapılır. Modernleşmede ise, öz değerlere çok bağlı kalınmaz. Öz değerler küçümsenir güçlülerin değerleri yüceltilir.
İslam dünyasında ilk modernleşme dalgaları Osmanlı, Mısır, Tunus ve Hindistan, Pakistan taraflarında çıkmıştır.
Çünkü Batı ile en güçlüve cidditemaslarburalarda yaşanmıştır. Bu temaslar neticesinde Batı mağrur tavrıyla İslam toplumlarını ve İslamiyet’i küçümsemiştir.
Bu küçümsemeye muhatap olan insanlardan bazıları
da bu durumdan kurtulmak için onlar gibi olmayı yani modernleşmeyi seçmiştir. Böylesi bir sosyal temas olmasaydı dinde modernleşme talepleride olmazdı.
1880’lerde meşhur bir Fransız filozof olan Renan, Sorbon üniversitesinde bir konferans vermiş ve İslam dininin bilime, ilerlemeye engelolduğunu savunmuştur. Çünkü
o dönemde Batı her alanda İslam dünyasına fark atmıştır.
İslam dünyasını istediği gibi sömürmektedir. Batılı’lar Müslümanları geri kalmış insanlar olarak düşünmektedirler. Onlara göre bunun sebebi dinleridir. Bu meydan okuma karşısında, Namık Kemal’den Cemaleddin Afgani’ye kadar birçok kişi buna reddiyeler yazmışlardır. Bu durum, mevcut sosyal durumun dinlere bakışı derinden etkileyebileceğini göstermektedir. Dinlerle ilgili yapılan her modern yorumun,sosyal kesimlerin taleplerine cevap olduğu unutulmamalı.
Mesela, 1980’lerden sonra Türkiye’de bir liberalleşme dalgası başladı. Muhafazakâr insanların da ekonomik imkânları arttı, sosyal hayatta, iş dünyasında, üniversitelerde onlar da yer almaya başladılar.
Bu sosyal durum derhal dini yorumlara da yansıdı.
Bazıları dindarın dini kılıklarıyla sosyal hayatta görünmesini hazmedemedi. Bunu kanunen engellemeye çalıştılar fakat bu mümkün olmayınca, bazı din adamlarına İslam’da başörtüsü yoktur, dedirttiler. Böylece onları kamusal alandan çıkarabileceklerini zannettiler.
Burada şunu bir daha vurgulamak gerekiyor, bütün bunlar belli toplum kesimlerinin dine dair talepleri ya da dini kendi arzuları doğrultusunda değiştirme yani dini kendilerine uydurma talepleridir. Bu sosyal kesimler, güçlerine göre gerek ekonomik gerek de siyasi baskılar da uygulayabilir.
Bu baskılar neticesinde bazı modernist din adamlarının
o talepleri karşılama eğilimi de kaçınılmaz bir olgudur.
Moderntoplumlarda toplumun dine olan baskısı çok güçlüdür.Din eğer bu baskıları savuşturamazsa özünü kaybedip yozlaşmış olabilir. Tarihte böyle asliyetini kaybetmiş binlerce din vardır. Yahudilik ve Hıristiyanlık da sosyal baskılara dayanamamıştır. İslam dini, temel metni ilahi koruma altında olmasına rağmen, bu baskıya hep maruz kalmış ve kalacaktır.
Tarihte ırkçılık nasıl Amerikan toplumunu istila
ettiyse, aynı şekilde Amerikan dinlerini de istila edecektir.
Mormonizmin ondokuzuncu yüzyıl boyunca açıkça ırkçı bir dini hareket olarak nasıl geliştiği ve son dönemde ırksal açıdan daha açık, hoşgörülü ve dini kurumsallaşmayı kabul eden bir yapıya doğru nasıl evrildiğinin hikâyesi, şu teorik argümanı son derece başarılı ve neredeyse mükemmel bir biçimde ortaya koymaktadır: Dindar katılımcılar kabul etsin ya da etmesin, "dışarıda" yani sosyal hayatta cereyan eden hadiseler, çoğunlukla dini hayata da sirayet etmektedir.
Mormonizmin erken dönemlerinde Joseph Smith
ve diğer Mormon liderler köleliğe karşı olduklarını açıkça
ilan etmişlerdi. Erken dönem Mormon Kilisesine üye olan siyahların sayısı yok denecek kadar azdı. Bu üyelerden birisi, Mormonizmin henüz başlangıcında, 1830'larda, kiliseye katılan Elijah Abel, Mormon meselelerinde aktif
bir liderlik rolü oynadı. Mormonizmin ırkçılık konusunda yeterince özenli davranmadığı Mormonların kutsal kabul ettiği Mormon metinlerininden anlaşılır.
Burada bazı noktalar dikkat çekcidir:
Örneğin, kendi iradesine karşı kötü işler yaptıklarında, Tanrı insanların derilerini siyahlaştırır. Mormonların Tanrısına inanmayanlar, "karanlık, iğrenç vekirli insanlara dönüştürülürler".

Günah, ten rengiyle doğrudan bağlantılıdır; daha günahkâr halklar siyah renkli iken, neredeyse hiç
günahı olmayanların rengibeyazdır. İnsanlar inançsızlık
ve günahtan kurtulmak için tövbe ederek gerçek dine bağlanıp gerçek tanrıya tapınmaya başladıklarında, tenlerinin rengisiyahtan beyaza döner.
Eski Ahit'in iki lanetli karakterinin, yani Kabil ve Ham'ın, torunları olarak kabul edilirler. Açıkça ifade etmek gerekirse, bu ırkçı Mormon inanış ve doktrinlerin pratiğe dökülmesine yol açan olay, bütün siyahların Mormon papazlığından kurumsal olarak dışlanmasıdır.
Ve şu anlaşılmalıdır ki; küçük, kendi kendini seçen dini virtüöz gruptan oluşmuş Katolik papazlığının tersine Mormonizm' de oniki yaşın üzerinde pozisyonu iyi olan
tüm insanlar bir papazlık kurabilir.
Papazlığa kabul edilmediklerinden dolayı siyahlar, sonraki yaşamlarında tam olarak yücelmeleri için gerekli olan, ebediliğe doğru evlilik "mührünün" vurulması da dâhil, tapınağın en kutsal odalarındaki, çeşitli ayinlere katılma hakkı gibi önemli dini imtiyaz ve haklardan
mahrum kalıyorlardı.
1849'da "Kabil Habil'in hayatına son verdiği için...
Allah Kabil'in tohumunu lanetledi ve onların papazlığını yasakladı" diye açıklama yapan da Mormon dininin ikinci lideri Brigham Young'dı. Yirmi yıl sonra, 1969'da, Son Gün Azizleri (LDS) Birinci Başkanlığı kendi konumunu halka yeniden ilan etti: Biz diğer ırklar kadar zencilerin de toplumun bir üyesi olarak anayasal imtiyazlara sahip olmaları gerektiğine inanıyoruz ve kilise üyelerinin bu hakların çiğnendiğini gördüklerinde vatandaş olarak
kendilerine düşeni yapmalarını umut ediyoruz. Her bir vatandaş eşit fırsatlara sahip olmalı ve sivil haklar
açısından yasalarla eşit derecede korunmalıdır.
Fakat sadakat, vicdan ve teoloji, sivil hukukun alanına girmez... Yirmi yıl öncekinin aksine bu 1969 bildirgesinde
şöyle bir ima vardır: Mormonlar siyahlara uygulanan papazlık yasağından rahatsızdırlar-yani bunun önemi ya da amacıyla ilgili kayıtsız bir durumdadırlar- fakat sonuç olarak kendileri ne kadar gizemli olursa olsun sadece Allah'ın emirlerini izlemektedir.
Onlar siyahlara papazlık hakkı verilmeyişinin kendileriyle bir ilgisinin olmadığı, bunun yalnızca Tanrı ile ilgili olduğu konusunda ısrar ederler. Ayrıca şunu belirtmek gerekir ki; siyahların papazlık yasağına ilişkin bu bildirge, sadece gücü elinde bulunduranların hislerini yansıtmadı.
1972'de Louis Harris tarafından uygulanan bir anket, Utah'ta yaşayan bütün Mormonların %70'inin siyahların papazlık hakkı elde etmelerine karşı olduklarını ortaya çıkardı. Ayrıca oylayanların üçte biri 1960'lardaki siyahların papazlık yasağına ilişkin büyük çekişmenin, Mormon dinini yok etmeyi amaçlayan "siyahlara ait gizli bir-anlaşma"nın bir parçası olduğu konusunda hemfikirdiler.
Ne var ki, 1978'de mucizevî bir şeyler olmuş ve yukarıda zikredilen Harris anketinden sadece altı yıl sonra Mormon hiyerarşisi direkt olarak Tanrı'dan yeni bir emir almıştır.
Bu kez, Son Gün Azizleri Birinci Başkanlığı şöyle bir duyuruda bulunmuştur: Tanrı dualarımızı işitti ve uzunca bir süredir beklenen günün geldiği vahiy ile doğrulandı.
Kilisedeki hersadık ve değerli insan, O'nun kutsal otoritesini uygulamaya koyma gücüne sahip olarak papazlık
hakkını elde edebilir ve tapınaktaki kutsamalar da dahil bütün kutsamalara katılabilir. Bundan dolayı,kilisenin bütün değerli erkek üyeleri ırkına ya da renginebakılmaksızın papazlık hakkını elde edebilirler.
Ne olmuştu da papazlık yasağından 150 yıl sonra Son Gün Azizleri Kilisesi (Mormon Kilisesi üyeleri) siyahların katılımını içtenlikle karşıladığını resmi olarak ilan etmişti?
Resmi Mormon yorumuna göre şöyle olmuştu:
Spencer W. Kimball o sırada kilisenin başkanı, yani kurumsal ve ruhani lideriydi. Tanrıya yönelik tek başına yaptığı dualarına ilave olarak, Kimball, bu konuyu Mormon hiyerarşisindeki diğer insanların gündemine de taşıdı.
Bazı Mormon liderleri konuyu ciddi bir şekilde tartışmaya açtılar.Ve bir grup oluşturup Tanrıya yalvararak dua etmeye başladılar. Kimball tarafından yürütülen böyle bir dua oturumu sonrasında Tanrının yeni isteği ortaya çıktı.
Orada bulunanlardan birinin de belirttiği gibi:
İşte bu dua esnasında vahiy gelmişti. Tanrının ruhu güçlü bir şekilde hepimizi sarstı. Bu sırada, Pentekost gününde ve Kirkland Tapmak adamasında hissedilenlere benzer bir şeyler hissettik. Hepimiz de aynı sesi duyduk, aynı mesajı aldık ve duyulan sözün Tanrının isteği, iradesi ve sesi
olduğuna şahit olduk.
Siyahların papazlık yasağına son veren 1978'deki vahyin hemen öncesinde, Mormon liderlerini "güçlü bir biçimde sarsan" gerçekten Tanrı'nın Ruhu mu, yoksa sivil haklar sonrası Amerikan toplumununruhu muydu? İkincisinin daha iyi bir cevap olabileceğini düşündüren birkaç faktör bulunmaktadır:İlk olarak, bunun nedeni, Birleşik Devletlerdeki kurumsal ırkçılığın, daha yaygın bir biçimde 1950'lerdeve 60'larda Martin Luther King Junior tarafından yönetilen sivil haklar hareketinin direkt birsaldırısıyla karşı
Siyah Amerikalıların çok sayıda kurumsal ırk ayırımına maruz kalmaya devam etmelerine rağmen, sivil haklar hareketi, Mormonizm de dahil, genel olarak Birleşik Devletlerin, büyük oranda değişmesine yol açmıştır.
Her ne kadar tamamen yok olmasa da, ırkçılık artık yasal olarak daha fazla uygulanamaz ve kültürel olarak ise kabul
edilemezdi.
İkinci olarak, Mormon kilisesi sivil haklar hareketinin ardından bu öfkeyi belirli olaylarda doğrudan hissetmeye başladı. 1960'lar boyunca Ulusal Zenci Haklarını Geliştirme Derneği (NAACP), üyelerinin gazetelerde yazdıkları yazılarla, ırkçı politikalardan kaynaklanan belirli olaylara karşı yasal suçlamalarda bulunarak ve Utah'taki ayrımcı politikaları çok bariz olan çeşitli kamusal hizmetleri
boykot ederek Mormon ırkçılığını açıkça kınamaya başladı.
Ve Mormonların papazlığı engellemelerinin son bulmasına neden olan üçüncü bir faktör de, Mormonizm'in dışarıda/yabancı ülkelerde, özellikle Nijerya, Brezilya gibi ırksal çeşitliliği olan ülkelerde çarpıcı şekilde büyümesidir.
Eski politikalara göre, "Zenci Kanını taşıyan" ne erkeklerin ne de kadınların tapmağa girmesine izin veriliyordu.
ABD’de bir dini grup içerisinde yaşanan yukarıdaki örnek, sosyal şartların değişmesinin dini inanışları da ne oranda değiştirebileceğinin en çarpıcı örneklerinden birisidir.


[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Alıntı ile Cevapla