Tekil Mesaj gösterimi
Alt 23 Aralık 2013, 15:49   Mesaj No:10

enderhafızım

Medineweb Emekdarı
enderhafızım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:enderhafızım isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5879
Üyelik T.: 28 Aralık 2008
Arkadaşları:32
Cinsiyet:Bay
Memleket:İst
Yaş:38
Mesaj: 3.186
Konular: 1383
Beğenildi:166
Beğendi:17
Takdirleri:216
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Din Sosyolojisi Ders Notları (14 Hafta)

10. HAFTA

ZİYA GÖKALP’İN DİN SOSYOLOJİ ANLAYIŞI:
1- KURTARICI BİR BİLİM:
Gökalp’in sosyolojiye yönelmesi, onun idealleriyle yakından ilgilidir. Gökalp, bu yeni bilimi mefkürelerine ulaşabilmek için en önemli bir araç olarak görmüştür.
Dolayısıyla ona göre sosyoloji ya da din sosyolojisi ideallere ulaştıran bir bilimdir. Bu ideallere ulaşılması
da milletin kurtulması ve yükselmesi anlamına geliyordu.
Bu durumda Gökalp, sosyolojiyi ya da din sosyolojisini kurtarıcı ve yükseltici bir bilim olarak algılıyordu.
Gökalp, sosyolojiyi Osmanlı Devleti’ndeki hastalıkları teşhis ve tedavi edecek ayrıca toplumu bütünleştirecek bir bilim olarak görmüştür.
Gökalp’in sosyolojiye bu bakışıyla Batı’daki A. Comte,
K. Marx, E. Durkheim, H. Spencer ve M. Weber gibi grand teorisyenlerin sosyolojiye bakışları arasında büyük bir benzerlik vardır. Onlar da Batı dünyasında Fransız ve
Sanayi Devrimlerinden sonra ortaya çıkan “karmaşa”ya odaklanmışlardı. Onlar bu büyük problemi sosyoloji ile çözebileceklerine inanıyorlardı. Örneğin Emil Durkheim, o dönemde Fransız toplumuna ortaya çıkan ahlak problemini çözebilmek için her türlü ön kabullerden uzak, objektif ve bilimsel bir bilim olan sosyolojinin hakemliğini önermişti.
Ziya Göklap, İttihat ve Terakki Fırkası delegesi olarak Selanik’e gittiğinde E. Durkheim’den haberdar değildi. Selanik’te ilk zamanlar Fransız sosyologlarından A. Foulle, G. Le Bon ve Gabriel Tarde’in etkisi altındadır. Fransa’dan yayınlar geldikçe ufku genişlemektedir. Bir gün eline
E. Durkheim’inSosyoloji Yönteminin Kuralları” adlı eseri geçer. Ona göre bu kitabın içindeki yazılar, ülkenin sosyal durumunu incelemeye olanak sağlayacak niteliktedir.
Durkheim ekolü, Türkiye’nin sorunlarına cevap üretecek
en uygun ekol olma özelliği nedeniyle kabul edilmiştir. Emil Durkheim’ın önderliğini yaptığı sosyoloji anlayışı, Batı’nın yine Batılı olan Marx karşısında geliştirdiği en kapsamlı ve sistemli sosyoloji ekolü, dünya görüşüdür. Comte-Durheim ikilisinin önderlik ettiği sosyolojizm ekolü, devrimci değil, düzen içerisinde ilerlemeci ve bu açıdan reformisttir.
Çatışmayı ve sınıf esasını değil, milliyetçiliği ve liberalizmi esas almaktadır. Dini bir uyuşturucu olarak değil, temel toplumsal bir kurum olarak görmekte ve bu yanı ile halkın dinsel değerlerini önemsemektedir. Yukarıdaki Batılı sosyologların teorilerinde din çok önemli bir yer işgal etmiştir. Bunlar modern din sosyolojisinin öncüleri
ya da kurucuları arasında yer almışlardır.
2. GENEL DİN SOSYOLOJİSİ:
Gökalp’in sosyoloji ve din sosyolojisiyle ilgileniş sürecine bakıldığında, belli oranda ona ideolog damgası vurulabilir. Onun gençliğinden beri siyasi faaliyetler içinde bulunduğu gerçeği de göz önüne alındığında onun ideologluk yönü inkar edilemez. Fakat Gökalp’in sosyoloji çalışmalarına ideoloji gömleği giydirmek ona karşı yapılmış en büyük haksızlılardan birisidir. Çünkü o, bilimsel çalışmalarında ideolojik ön kabullerin altında ezilmemiştir. O, ideal ile realite ve ideoloji ile bilimsellik arasında denge kurabilen nadir bilim adamlarımızdan birisidir. Mesela, Gökalp’in idealizmiaçısından bakıldığında milli tarihin,
milli sosyolojinin ve milli din sosyolojisinin objektif
bilimler olarak kabul edilmesi beklenirdi.
Fakat o, bunları objektif olmaktan çok subjektif bir gerçeklik alanında kabullenmeyi başarabilmiştir. Burada onun duygularından çok aklın ve bilimin rehberliğine
teslim olduğunu görüyoruz. Gökalp, genel sosyoloji ve din sosyolojisi çalışmalarında Durkheim’e ait bazı öncüllerden hareket etmiştir. Durkheim’e göre iki türlü tarih vardır:
Biri şe’ni (objektif) tarihtir, diğeri milli tarihtir. Şe’ni tarih, vakaları olduğu gibi görmeye çalışır. Bunda muvaffak olmak için vesikaları inceden inceye tetkik eder. Vesikaları, abidelerle kontrol eder. Tarihi usulün, bütün kaidelerine riayet ederek, geçmiş zamanlardaki vakaları yeniden diriltmeye, yeniden canlandırmaya çalışır. Şeni tarih gerek cemiyetlerle müesseseleri, gerek rönesans, reform, inkılâp gibi vakaları umumi enmuzecler haline ifrağ etmedikçe
bu kanunları bulamaz. Şe’ni tarih bu işleri yaparken sosyolojiye doğru gitmiş, onunla aynı şey olmuş olur.
Görülüyor ki şe’ni tarih tamamıyla ilim mahiyetindedir. Bu ilim geçmiş vakaların müstakil bir ilmi suretinde başladığı halde, neticede sosyoloji ile birleşiyor.
Gökalp’e göre milli tarih, bilimsel olmaktan çok pedagojik bir mahiyet taşımaktadır: “Milli tarihe gelince, bunun gayesi sırf pedagojiktir. Çocuklara kendi vatanlarını sevdirmek, milletlerini en muhterem bir millet tanıtmak için en iyi vasıta, onlara ataların faziletini,kahramanlıklarını, milletin şanlı, şerefli sergüzeştlerini öğretmektir.
Ona göre objektif ya da bilimsel tarih de milli tarih de faydalı ve gereklidir. Fakat ikisinin metodu asla birbirine karıştırılmamalıdır: “Tarihin bu iki nevi de faydalıdır ve ikisi de lüzumludur. Müverrihlerin itina edecekleri en mühim nokta; şe’ni (objektif) tarihe milli tarihin serbest usullerini sokmamaktır. Hulasa denilebilir ki şe’ni tarih insaniyetin hafızasıdır, milli tarih ise, ait olduğu milletin vicdanıdır.”
Gökalp, Batılı sosyal bilimlerin önemini kabul etmekle beraber, onlara mutlak anlamda teslim olmuş değildir. Örneğin ona göre, tarih konusunda Batılı tarihçilerin her dediği olduğu gibi kabul edilmemelidir. Çünkü onlar, özellikle de din konusunda birçok ön kabul ile hareket etmektedirler: “Mesela, Avrupa müverrihlerinin bugün bile, Hıristiyan taassubundan ve kurunu vusta zihniyetinden kurtulamayarak, İslamiyet aleyhinde birçok iftiralara kıymet verdiğini görüyoruz. Bu hal, ümmet vicdanının; değil şahitleri hatta en hakikatperest müverrihleri bile nasıl büyük hatalara sevk ettiğini gösterir. Avrupa’nın bizim hayatımızı doğru görememesi yalnız dini taassup saikasıyla değildir. Irki husumet de bu hususta büyük bir saiktir.”
O, bu gibi noktalardan hareketle, kendi dinimize ve medeniyetimize ait tarih çalışmalarını kendimizin yapması gerektiğini söylemektedir: “İşte bu iki ayrılık sebebiyle Avrupa tarihlerine -usulde ne kadar ileri giderlerse gitsinler- tamamıyla itimat etmememiz lazım geliyor…
Avrupalıların gerek milletimiz ve dinimiz, gerek medeniyetimiz ve siyasetimiz hakkında yazdıkları eserlerin hiçbirisine itimat etmemeliyiz. Biz doğru tarihi salt kendi muharrirlerimizle ve tenkitlerimizle meydana çıkarmaya çalışmalıyız.
Gökalp’ın düşünce sistemine göre, “İlim objektif ve müspet olduğu için beynelmileldir, binaenaleyh ilimde Türkçülük olamaz… felsefenin bir safhası objektif, diğer safhası sübjektiftir. Binaenaleyh felsefe, ilim gibi beynelmilel olmaya mecbur değildir. Milli de olabilir.”
Bu açıdan bakıldığında ona göre, sosyolojide ya da din sosyolojisinde Türkçülük ya da özgünlük ya da orijinallik olamaz. Çünkü, müspet bilimler bir millete, bir dine ya da bir medeniyete inhisar edilemez. Bu durum, Göklap’in kültür ve medeniyet ayırımının kaçınılmaz bir sonucudur.
Ona göre bilim; kültürle medeniyet arasındaki en önemli bağlantı noktalarından birisidir. Bilimin temel özelliklerinden birisi onun bütünleştirici olmasıdır.
Burada Gökalp’in müspet bilime yüklediği diğer önemli bir noktaya da dikkat çekmek gerekir. Ona göre hiçbir müspet bilim mutlak anlamda saf değildir, bunlarda birçok medeniyetin birikimi vardır ve taklit yoluyla yayılırlar.
Dolayısıyla müspet bilimlerde orijinallik aramak yersizdir.
Gökalp, genel ve özel sosyoloji arasındaki ince farkı şöyle ifade etmiştir: “...umum medeniyetleri ve harsleri mukayese ederek cemiyetlerin ve müesseselerin tabi olduğu kanunları arayan mücerret ilme mukayeseli içtimaiyat (genel sosyoloji) denilir. Yalnız bir millete ait harsın mensup olduğu medeniyetlerden ne suretle temayüz ederek nasıl hususi bir renk aldığını ve kendi şahsiyeti dairesinde nasıl tekâmül ettiğini arayan
marifete de milli içtimaiyat (özel sosyoloji) denilir.
3. ÖZEL DİN SOSYOLOJİSİ:
Gökalp, genel sosyolojinin bir alt başlığı olarak “genel din sosyolojisi”nin de müspet bir bilim olduğunu ifade etmiştir. Öte yandan özel sosyolojilerin birer alt dalları
olan milli din sosyolojisi, milli ahlak gibi bilimler müspet bilimden çok birer san’at özelliği göstermektedirler.
Gökalp, bu temel yaklaşımına rağmen, milli ya da özel sosyolojilerin de önemine vurgu yapmıştır. Örneğin o, “Milli İçtimaiyat” isimli yazısında bu tarz bir sosyolojinin gereğine işaret ederek onun temel prensiplerini tespit etmeye çalışmıştır. Ona göre genel sosyoloji ya da din sosyolojisinin başarısı özel sosyolojilerin gelişmesine bağlıdır.
Gökalp’e göre genel ve özel sosyolojiler birbiriyle uyumlu olmalıdır. Milli kültüre dayanmayan genel sosyoloji kitaplarının tercümesi yeterli değildir. Aynı şekilde genel sosyolojiden istifade etmeyen özel sosyolojiler de ideal değildir. Gökalp, felsefenin bir bölümünü objektif bilim alanı içerisinde gördüğünden dolayı, bu bakış açısına göre; objektifliğe çok dikkat etmek şartıyla örneğin bir “Türk
Din Sosyolojisi” kavramı kullanılabilir. Fakat bu ve benzer kavramlar kullanılırken sübjektif alana fazla kayılmamalıdır. Çünkü bu gibi konularda eğer öznellik ön plana çıkarsa; bu durumda millet asri ya da çağdaş olmaktan uzaklaşacaktır.
Gökalp’a göre; “Asri bir millet, müspet ilimlerle düşünen bir mahluk demektir.” Bu durumda birer medeniyet oldukları için Batı Din Sosyolojisi, Doğu Din Sosyolojisi ya da Akdeniz Din Sosyolojisi denilebilir. Fakat medeniyet olmadıkları için Hıristiyan Sosyolojisi ya da İslam Sosyolojisi gibi kavramları kullanmak doğru değildir.
Gökalp’in Din Sosyolojisinde Din: Ziya Gökalp, fikir hayatının bütün evrelerinde, toplumsal bir kurum olarak, dine önem vermiş, hiçbir zaman dini geri plana atmayı, paranteze almayı düşünmemiştir. Durkheim’in etkisi ve bakış açısı ile teorik din sosyolojisi alanına yönelen Gökalp’e göre, dinin sosyolojik özellikleri, toplumsal yararları ortaya çıkarılmalıdır. Bilimsel disiplinlerin belirli din anlayışları olsa da, o disiplin içinde yer alan bilim adamlarının da kendilerine göre bir din anlayışı vardır.
Bu bağlamda Gökalp’in dine tıpkı Durkehim gibi baktığına, dinin toplum tarafından yaratıldığını kabullendiğine dair iddialar isbetli değildir. Gökalp’in Durkheim’den etkilenerek toplumu tanrılaştırdığına dair görüş Uriel Heyd,kaynaklıdır.
O bu konuda Gökalp’ten hiçbir referans göstermeksizin şöyle der:Ama bu Allah, Kur’anın Allah’ı değildir artık; sufinin manevi varlık dediği Allah da değildir. Gökalp’in Allah’ı cemiyettir… Ona kudsiyet atfeder… Gökalp’in cemiyeti tanrılaştırması, Durkheim’den gelen bir görüştür.”
Gökalp, birçok açıdan Durkheim’den istifade etse de hiçbir zaman mutlak bir Durkheimci olmamıştır. Onun din sosyolojisi metodu E. Durkheim’den etkilenmekle birlite
o, M. Weber gibi sistematik bir din sosyolojisi yapmıştır.
Bu bağlamda onu Durkheim’in bir mütercimi ya da çırağı gibi vasıflandırmak isabetli değildir. En azından o, bir müslümandır ve toplumu tanrılaştırmamıştır. O, dinin semavi boyutunu asla inkâr etmemiştir. Yazılarında Allah ve Peygambere olan inanç ve sevgisi sık sık görülmektedir.
Bazı sosyal bilimciler Gökalp’in hem bir sosyolog hem de şair olmasını eleştirmişlerdir.
Gökalp’in din sosyolojisinin, dine bakışının temelinde değerler ve değerler piramidi vardır. Gökalp, değerleri maddi ve manevi olarak ikiye ayırmaktadır. O, maddi değerler için “şe’niyet hükümleri” manevi değerler için
de “kıymet hükümleri” kavramlarını kullanmaktadır:
Maddi ve Manevi Değerler: “Hükümler; şe’niyet hükümleri, kıymet hükümleri namlarıyla ikiye ayrılır. Şe’niyet hükümleri eşyaya maddi tabiatlarından sadır olan vasıfları isnat eder. Şeker tatlıdır, sülfato acıdır, ateş yakar dediğimiz zaman, bu hükümler birer şe’niyet hükmüdür. Zira tatlılık şekerin, acılık sülfato’nun, yakıcılık ateşin maddi tabiatında mevcuttur. Şu şey mukaddes, iyi yahut güzeldir, dediğimiz zaman, bu hükümlerimiz birer kıymet hükmüdür”
Bazı kuramcılara göre, manevi değerler de bir yönüyle maddenin bir yansımasıdır. Gökalp,bu görüşü benimsemez.
Ona göre birçok durumda maddi yapı ile ona
atfedilen manevi değerler arasında doğrudan doğruya
bir bağ kurulamaz. O, bu çerçevede Hacerül Esved’i ve Mukaddes Emanetleri örnek olarak göstermektedir: “Halbuki birçok ahvalde, bir şeyin maddi hassalarıyla kendisine verilen kıymet arasında hiçbir rabıta mevcut değildir. Mesela, Hacerül Esved, İslamiyette çok mübarek taştır. Emanatı mübareke çok mübarek tanınan muazzez bergüzarlardır. Fakat bunların mübarekliği Hacerül Esved’in yahut Emanatı Mübarekenin maddi cevherlerinden mi ileri geliyor? Şüphesiz ki hayır!”
Değerleri Anlamada Akıl ve Kalbin Rolü: Gökalp’e
göre değerleri sadece akılla anlamaya çalışmak eksik bir gayrettir. Özellikle manevi değerlerin anlaşılmasında akıl yetersiz kalmaktadır. Bu durumda devreye kalp girer:
Bu ifadelerden anlaşılıyor ki kıymet, hem fevkalmenfaat hem de fevkalmadde bir mahiyettir. Kıymet hükümlerinde, mücerret akıl hâkim olmadığı için, kıymetler aynı zamanda fevkalakıl bir mahiyettedir. İnsanın en çok ehemmiyet verdiği akıl melekesi yalnız şe’niyet hükümlerinde (maddi değerlerde) hâkim olabiliyor, kıymet hükümlerinde (manevi değerlerde) hâkim olamıyor.” Büyük Fransız filozoflarından Paskal diyor ki, kalbin başka bir aklı vardır ki aklın ondan haberi yoktur. Kalbimiz dini, ahlaki, bedii kıymetleri anlar, onlardan vecd alır, bu vecdlerle saadet içinde yaşar.

Aklımız ise kıymetleri maddi kadrolara sokmaya çalışır. Akıl bu işte muvaffak olamayınca akıl ile kalp arasında gayet şiddetli bir mücadele başlar.”
Gökalp, din incelemelerinde akıl ve kalp arasındaki ilişkileri şu şekilde sınıflandırmaktadır: “Ya akıl, kalbe galebe çalarak onu istibdadı altına alır. O zaman bu aklın sahibi maddeciler gibi bütün kıymetleri inkâr eder yahut kalp, akla galip gelerek onu tahakkümü altına alır.
O zaman, bu kalbin sahibi, sırriyun gibi mahlûkata hiç ehemmiyet vermez. Veyahut akıl ile kalp, müşterek noktai nazarlar bularak aralarında anlaşırlar ve her iki tarafı da -hiçbir müsaade ve fedakârlık yapmaksızın- tatmin edici cami bir sistem vücuda getirirler.”
Değerler Piramidi ve Din: Gökalp, Türkiye’de
modern anlamda ilk defa bir düşünce geleneği oluşturan bir sosyoloğumuzdur. Şüphesiz ki, Ziya Gökalp’in din sosyolojisinin en önemli yönlerinden birisi, onun değerler piramidinde görülmektedir. Gökalp, toplumu bir değerler armonisi olarak tanımlamaktadır. Bu uyumda her değerin önem sırasına göre yerini alması çok önemlidir:
İçtimai hayat birtakım kıymetlerin teşkil ettiği ahenktir; bu kıymetlerin ahengi, bir meratibe tabi olmalarıyla husule gelir. Kıymetlerin meratibi ise sırasıyla birbirinin fevkinde bulunmalarıdır.” Gökalp’e göre toplumdaki değerlerin en altında iktisat, en üstünde de din yer almaktadır: “İçtimai kıymetlerin en aşağısı iktisadi kıymettir.”, “Fakat başka
bir kıymet daha vardır ki, bütün manevi kıymetleri cami olmak dolayısıyla ahlaki kıymeti de camidir; bu itibarla ahlaki kıymetin de fevkindedir. Bu en yüksek kıymet, dini kıymetten ibarettir. Ona göre bir değerin diğer değerlerden daha üst konumda yer alması alttaki değerler için bir eksiklik değildir. Bu sağlıklı bir toplum yapısı için gerekli bir durumdur. Ayrıca değerler birbirinden tamamen bağımsız da değildir. Onlar birbirine destek vermektedir.
Gökalp, değerleri beş ana kısma ayırmaktadır. Toplumsal değerler piramidi önem sırası ve yukarıdan aşağıya doğru şöyle oluşmaktadır:
1) Dini Değerler. 2) Ahlaki Değerler. 3) Bedii Değerler.
4) Muakalevi (Felsefi) Değerler. 5) İktisadi Değerler.
Gökalp’e göre sağlıklı bir toplum yapısı için bu değerlere önem sırasına göre kıymet verilmelidir. Bu durum akıl ve adalet duygularının da bir sonucudur: “Şu kadar var ki
bu içtimai hayatların hepsine kıymet vermekle beraber, aralarındaki silsilei meratibi aramak da lazımdır. İnsanda aklın vazifesi, her şeyi layık olduğu mevkie koymaktır. Adalet de, herkese hakkını vermektir.”
Ona göre sadece toplumsal açıdan değil, ferdi ve aydınlar açısından da toplumsal değerlerin mertebesine dikkat edilmelidir. Aksi takdirde programsız hayat yaşanmış olur.
Gökalp’e göre bu beş ana değer, diğer değerleri de içermektedir. Örneğin, hukuk ve siyaset ahlaki değerlerin bir alt dalını oluşturmaktadır. Ona göre bir işin hukuki olması adil olmasına bağlıdır. Ayrıca hukukun halkın ahlakına dayanması gerekir. Kanunlar milli ahlaka dayanmazsa onlara gereği gibi itaat edilmez.
Dini Değerlerin Temeli ve Allah Ahlakı: Gökalp, değerlerin temelinde maddi ya da manevi faydaların olduğu görüşünü kabul etmez. Bu durumda insanların sadece zaruri işlerle meşgul olması gerekirdi.

Gökalp, dini yaşantıda da maddi ve manevi faydaların hedeflenmemesi gerektiğini savunmaktadır. Ona göre dini fiiller fayda hedeflenmeden yapılmalıdır.
Gökalp, dini yaşantının maddi ya da manevi menfaat üzerine bina edilmemesi gerektiğini “Allah ahlakı” kavramıyla da izah etmektedir. Çünkü İslam ilahiyatına
göre Allah’ın fiileri hikmeti ilahiye dışında hiçbir illete
bağlı değildir. Bundan ders alması gereken Müslümanlar
da dini fiillerini bu çerçevede yapmaya çalışmalıdırlar.
İnsanların ahlakı ilahiye ile tahalluk etmesi, en büyük fedakârlıkları, garazsız, ıvazsız, gösterişsiz, iftiharsız yapması demektir.”
Bu durumda Gökalp’e göre hayatın gayesi maddi hedefler değil manevi mefküreler olmadır: “Bu teşrihlerden anlaşılıyor ki, hayatın bütçesi birçoklarının zannettiği gibi, az zahmete mukabil çok mefaat istihsaline çalışmak kanununa tabi değildir. Yaşamak, daima büyük tehlikelere atılarak, büyük masraflara girişerek büyük vecdleri aramaktır. Bundan dolayıdır ki insanlarca en kıymetli eşya, kendileri için en faydalı olan şeyler değil, en çok vecd veren şeylerdir.”
Gökalp, insan ruhundan dini, ahlaki vb. değerlerin çıkarılması durumunda insanın hayvan gibi olacağını savunmaktadır. Dinin sadece din olduğu için yaşanması gerektiğini savunur. Ona göre din, siyaset ya da başka şeylere alet edilmemelidir. Eğer böyle yapılırsa din,
kendi yüksek değerini kaybeder:
“Din, yakınlı itikatlarıyla ve feyizli ibadetleriyle ruha büyük bir vecd, samimi bir saadet verir. Dini hayat, bu vecdleri yaşamak, bu zevkleri tatmaktır. Bazılarına göre din, siyaset içindir. Hakikatte ise, din yalnız kendisi içindir: Dine gerçek kıymetini verenler dinin itikatlarına ve ibadetlerine kıymet verenlerdir. Yoksa dinin başka bir gaye için iyi bir vasıta olduğunu kabul edenler değildir. Bizde münevver sınıfın dini bir hayat yaşayamaması, bu yanlış telakkinin bir neticesidir. Çünkü bizdeki dinciler, ekseriyetle dini, bir siyaset aleti telakki edenlerdir. Hatta müspet ilimleri, dinden çıkarmaya çalışanlar var. Bundan başka, dinin kendi manevi kuvvetine ehemmiyet vermeyerek, nasihatlerini, irşatlarını hükümetin maddi kuvvetiyle infaza çalışması da faydalı bir netice vermez.”
İslam Dini: Gökalp, bir Müslüman olduğu için İslmiyet’e diğer dinlerden daha farklı bakmıştır. O, İslam dininin çok üstün bir din olduğunu, kendisine giren bütün milletleri cehalet mertebesinden en üstün medeniyet mertebelerine çıkardığını savunmuştur. Ona göre İslamiyet sosyal bir dindir ve hem dünyaya hem de ahirete hitap etmektedir.
Ona göre İslam dini o kadar yüksek bir dindir ki, koca İslam ümmeti İslamiyetin birkaç itikadının medeni hayata yansımasıyla oluşmuştur. Yine o, öyle değerli bir hazinedir ki, onun hakikat cevherleri şaşalı İslam medeniyetini doğurmuştur. Gökalp’e göre bu cevherler Kur’anı Kerim
ve Hadis’lerde yer almaktadır. Bunları toplamak ve bütün dünyanın hizmetine sunmak için içtihad edebilecek ehil kimseler ve bunları yetiştirecek dini kurumlar olmadır:

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Alıntı ile Cevapla