Konu Başlıkları: İslam Tarihi III 1-8. Haftalar
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27 Aralık 2013, 13:15   Mesaj No:9

Medineweb

Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:339
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: İslam Tarihi III 1-8. Haftalar

7. HAFTA
SELÇUKLULAR: MÜESSESELER
a- Merkez Teşkilâtı
Hükümdar
Büyük Selçuklularda devlet üç temele dayanıyordu: Saray, Hükümet ve Ordu. Hükümdar devletin başı, aynı zamanda bu üç müessesenin de başıydı ve yetkisini doğrudan doğruya Tanrı'dan almakta idi. Bununla birlikte Hükümdar/Sultan'ın yetkileri hiçbir zaman Sasani, Bizans ve hatta Gazneli hükümdarınınki gibi sınırsız değildi.

Hükümdarlık Alâmetleri
Unvan ve lâkaplar, Hutbe, Sikke, Saray ve Taht,
Tevkî ve Tuğra: Hükümdarların emir ve fermanların üzerine koydurdukları işaret ve yazılı alametlere denir. Tevki, hükümdarın ismini havi tuğra ile birlikte kullanılan, onun irade ve muvafakatini gösteren imzaya eş değer bir alamettir.
Tac: Hükümdarlığın tahttan ayrılmayan, maddi hakimiyet sembollerindendi.
Nevbet: Hükümdarlık unsurlarından olan Saray ve Saltanat Çadırı ile yakından ilişkili bir maddi
unsurda, bando ve belirli mekanlarda günde beş defa bu devlet bandosu tarafından verilen konserin adıdır ki, hakimiyetin devamının göstergesidir.
Bayrak (sancak, liva, alem),
Çetr: Hükümdarların sefere çıktıklarında veya alayla bir yere gittiklerinde başlarında tutulan, onların renk ve sembollerini taşıyan özel şemsiyeye cetr denilirdi ve bir hakimiyet alameti idi. Büyük Selçukluların cetri üzerinde ok ve yaydan müteşekkil armaları yer alırdı.
Tırâz, Hil'at: Üzerinde kenar yazıları tarzında hükümdarın ismi, lakap ve özel işaretlerinin işlenmiş olduğu kumaş ve bundan yapılan elbiseye verilen isim olan Tırâz da hükümdarlığın maddi unsurlarından biriydi.

SARAY:

Selçuklularda Saray'a dergâh ve bârgâh da denir ve burada hükümdar, ailesi ve devlet teşkilatı içerisinde yer alan, özelliği dolayısıyla doğrudan hükümdara bağlı bir kısım görevliler bulunurdu
Hâcibler; başkanlarına Hacibu'l-Huccab veya Hacib-i Buzurg denilen hacibler, Saray'ın hükümdar haricindeki en yetkili kişileriydiler ve hükümdarla Divân arasındaki irtibatı sağlarlardı. Aynı zamanda da Hacibu'I-Huccab, Saray'ın bütün işlerinden sorumlu olup, bürokraside de Vezir'den sonra gelir ve tabiatıyla hükümdarın en güvendiği kişi durumunda bulunurdu.
Emir-i Hares; Sultan'ın verdiği cezaların uygulanmasıyla görevli idi.
Vekil-i Has ise hükümdarın dairesi halkının nazırı idi. Saray mutfağına, tavlasına ait işlere, hükümdarın maiyeti ve oğullarıyla ilgili konulara bakardı. Hemen her zaman hükümdarın
meclisinde bulunurdu.
Vekil-i Der; Sultan'ın veziri ile ilişkisini sağlar,
Emir-i Alem; "Râyet-i Devlet" denilen bayrağı koruyan ve taşıyan,
Emir-i Candar; Hükümdar ve Saray'ın muhafızı,
Emir-i Şikar; avla ilgili işleri yürütür,
Emir-i Ahur; Saray ahırlarıyla ilgilenirdi.

BÜYÜK DİVÂN (HÜKÜMET)
Selçuklularda merkez teşkilatının en üst organı olarak Saray'ın yanında Büyük Divân bulunurdu. Vezir'in başkanlık ettiği Büyük Divanda yönetimle ilgili bütün konular ele alınırdı. Özellikle berat ve resmi emirlerin çıkışı ve mali konularla ilgilenirdi.
Divan-ı İstifa: Devletin Maliye Bakanlığı konumunda idi ve ehemmiyeti itibarıyla Vezaret'ten sonra gelirdi.
Divan-ı Tuğra: En önemli görevi dışişlerini idare etmek olan bu divanda, Büyük Divan'dan gelen kararlar yazılır, hükümdarın berat, nişan, menşur ve fermanları hazırlanırdı.
Divan-ı İşraf: Devletin genel teftiş dairesi olup, ülke sınırlan içerisinde, askeri ve adli konular
haricindeki bütün faaliyetleri teftiş yetkisine sahipti.
Divan-ı Arzu'1-Ceyş: Bu divan, gerek merkezdeki ve gerekse taşradaki teşkilatıyla, ordu ile ilgili her
turlu işlerin yürütülmesini üstlenmişti.
Selçuklularda kadılar yönetimindeki adalet teşkilatı haricinde, diğer İslam devletlerinde de gorulen
Divan-ı Mezalim bulunuyordu. Divan-ı Mezalim'e çoğu defa diğer normal mahkemelerde haksızlığa
uğradığını düşünen kişiler müracaat etmekte idi.

b- Taşra Teşkilâtı
Büyük Selçuklularda ülkenin doğrudan merkeze bağlı bölümleri, zaman içerisinde sayıları değişiklikler
gösteren, eyaletlere veya vilayetlere ayrılmış bulunuyordu. Birer idari ünite teşkil eden eyaletlerde devlet otoritesini temsil eden, onun görev ve yetkilerini üstlenen, merkezin talimatı doğrultusunda hareket eden bir kısım idari birimler vardı.
Büyük Divan'a bağlı olan Amîd, eyalette sivil idarenin en büyük memuru idi. Hükümdarla doğrudan
görüşme imkanına sahip olanların (Vezir, Büyük Divan üyeleri, Ordu Komutanı) sonuncusu Amid'di. Onun en önemli meşguliyet sahasını mali meseleler oluşturuyordu.
Eyaletlerde sivil idarenin amirlerinden biri de amide bağlı olan Reis'di. Çoğunlukla yerli halkın soylu
ailelerinden tayin edilen reislerden sonra, yerlerine oğulları geçerdi. Onların görevleri arasında eyaletin iç idaresi, mali, adli, asayiş, belediye işleriyle, vakıfların kontrolü bulunuyordu.

c- Adalet Teşkilâtı
Bütün İslam devletlerinde adalet hizmetlerinin düzenli yürütülmesine özen gösterilmiştir. Adalet
teşkilatının en önemli unsuru kadılardır. Bağdat'ta Kâdı'l-Kudât, eyaletlerde de kadılar bulunurdu.

d- Ordu Teşkilâtı
Büyük Selçuklu İmparatorluğu ordusunu oluşturan başlıca unsurlar şunlardı;
Gulaman-ı Saray; Ordunun bir bölümünü Sultanı ve Sarayı korumakla görevli Gulaman-ı Saray oluşturmakta idi.
Hassa Ordusu: Selçuklu ordusunun daimi olarak muvazzaf gucunu, doğrudan Sultan'ın komuta ettiği 46.000 kişilik bu suvari kuvveti oluştururdu.
Türkmen Kuvvetleri: Bilindiği gibi Selçuklulara Türkmen de denilirdi ve Selçuklu Devleti'nin kurucuları Tuğrul ve Cağrı, Kutalmış, İbrahim Yınal ve diğerleri birer Türkmen beyi idiler. Selçuklu ülkesinde Yıva, Kayı, Bayındır, Cepni, Yureğir, Doğer gibi çeşitli kabilelere mensup olup, boy ve oymak reislerinin komutası altında hareket eden Türkmenler, Selçuklu ordusunun bir unsurunu teşkil ediyordu.
Tabi Hükümetlerin Kuvvetleri: Bu kuvvetler Selçuklu ordusunun en son kısmını oluşturuyordu. Vasal
devletler, doğrudan Sultan'a bağlı olduklarından, onun isteğiyle, antlaşmalarda belirtilen sayılardaki kuvvetlerle orduya katılmaya veya herhangi bir melike, valiye yardım etmeye mecburlardı.

e- İktisadı ve İçtimai Hayat
Büyük Selçuklularda toprak, geneli itibarıyla devlete ait yani mirî arazi idi. Ahalinin ekip biçtiği bağ, bahçe, koru veya otlak olarak değerlendirdiği bu toprağın vergileri hükümdara tahsis edildiğinde buna hâs arazi denirdi. Şu veya bu hizmet dolayısıyla, asker veya sivil bir kişiye belirli bir toprak parçası verildiyse, bu takdirde toprağı işleyenler vergilerini ona verirlerdi. Böylece devletin yapması gereken bazı hizmetler yerine getirilmiş, karşılığı da toprak gelirlerinden ödenmiş olurdu ki, buna iktâ sistemi, toprağın bu şekilde ayrılıp verilmesine ve bu toprağa da iktâ denirdi.

iktâ sistemi
İktalar, yalnızca hususi masraf ve maişetlerinin temini amacıyla, hanedan mensuplarına
da verilebilirdi. Bu iktaların devamı, hizmetin devamıyla birlikte, bunu veren hükümdarın hayatıyla da kaimdi. Yeni bir hükümdar başa geçtiğinde, bütün ikta sahiplerine (muktalar) yeni hükümdar adına beratlar verilirdi. Ayrıca ikta sahibi, ancak kendine tahsis edilen miktar vergiyi alabilir, hakkından fazlasını talep ederek halkı sıkıntıya sokamazdı.

Anadolu'nun kervan yolları üzerinde, birer menzillik mesafelerde, Türkiye Selçuklu sultanları veya devlet ileri gelenleri tarafından, vakıf eserler olarak inşa ettirilmiş, kervansaraylar ticaretin gelişmesindeki en önemli etkendir.
Kervansaraylar, Anadolu'da ticaret yolları güzergahında, büyük kervanları; taşıyıcı hayvanları, yükleri, kervan görevlileri ile birlikte bütünüyle içine alabilecek ve onların yeme-içme ve yatıp kalkmadan, tedavilerine, yırtılan ayakkabılarının tamirine, ibadetlerine, okuma ihtiyaçlarına ... v.b. cevap verebilecek komple tesislerdi. Kervanın üç gün sureyle bakımı, görüp gözetilmesi, yiyecek temini ücretsizdi. Buralarda zengin-fakir, hür-köle ve tabii olarak Müslüman-Hıristiyan ayırımı yapılmazdı. Bütün bu hizmetler için kervansaraylarda geniş birer görevli kadrosu bulunur ve tesislerin giderleri için önemli miktarda para getiren vakıflar kurulurdu.

Selçuklular döneminde sosyal hayatı doğrudan etkileyen, değişik amaçlı çok sayıda hayır müessesesi
oluşturulmuştu. Selçuklular döneminde Bîmâristûn, Bîmârhâne ve Dârüşşifâ adı altında çok sayıda hastane kurulmuştu. Bu alanda öncelik Nizamu'l-Mulk'un Nişabur'da yaptırdığı Bimaristan'a aittir.
Anadolu ilk hastane Kayseri'de 1205'te yapılmış Gevher Nesibe Dâruşşifâ'sıdır.
Selçuklu şehir ve kasabalarında, orta ve küçük tüccarla, esnaf ve çeşitli zanaatkarlar kendi aralarında ayrı ayrı loncalar şeklinde teşkilatlanmışlardı. Fütüvvet teşkilâtı diye isimlendirilen bu sosyo-ekonomik ve dini birlik, üyelerin haklarını korurken, aynı zamanda da onları disipline etmekte, ekonomik ve sosyal hayatın en önemli unsurlarından birini oluşturmakta idi.

İslam ülkelerinde manevi birliği sağlamak maksadıyla Abbasi Halifesi Nasır-Lidinillah (1180-1225) tarafından resmi bir hüviyete kavuşturulan fütüvvet kurumu, Anadolu'da Ahi Evran (1172-1262)'ın şekillendirmesi ile Ahilik olarak tezahür etmiş ve burada çok büyük bir gelişme göstermiştir. Bizzat Türkiye Selçuklu Sultanları I. Aaaddin Keykavus (1214) ve I. Alaaddin Keykubad fütüvvet teşkilatına girmişler ve Anadolu'da ahiliğin gelişmesine önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Ahi birlikleri bir taraftan meslekleri ile ilgili sıkıntıları çözmekte, diğer taraftan da mensuplarının devletle olan ilişkilerini düzenlemekteydiler. Mal ve kalite kontrolü, fiyatların belirlenmesi bunların görevleri arasındaydı. Fakat ahiler yalnızca kendi mesleki sıkıntıları ile uğraşmazlar, bulundukları şehrin toplumsal hayatının çok önemli bir unsurunu oluştururlardı.
Ahi zaviyelerinin birer kültür ocağı işlevini yerine getirdiklerini de belirtmemiz gerekir. Nihayet zaviyelerde şeyh/ahinin yönetiminde, çeşitli toplantılar düzenlenir ve teşkilatın gençleri teorik ve pratik olarak, mesleki bilgi ve kurallar acısından olduğu kadar, geçerli manevi değerleri öğrenmeleri acısından da eğitilirlerdi.

f- İlim ve Kültür Hayatı
Selçuklular donemi, devletin sınırları içerisindeki çeşitli etnik kökenli Müslüman ve kısmen gayri
Müslim alimlerin, kendilerinden sonrakileri, muhtelif alanlarda etkileyen çok sayıda eser ortaya
koydukları, verimli bir devreyi oluşturmuştur.
İslam Bilim Tarihi'nde en başlarda yer alan ulemanın buyuk coğunluğu Turklerin hakim oldukları
bölgelerde, özellikle de Selçukluların yönetmekte oldukları topraklarda yetişmişlerdir. Bunların Tefsir,
Hadis, Fıkıh, Kelam gibi İslami disiplinler alanında yetişen en önemlileri arasında şunları hatırlayabiliriz:
Risale-i Kuşeyriye muellifi buyuk sufi Ebu'l-Ka-sım Kuşeyri (o. 1072) ve oğlu, et-Teysir adlı tefsirin yazarı Ebu Nasr Abdurrahim, Şafıi fakihlerinden ve Bağdat Nizamiyesi hocalarından Ebu İshak Şirazi (o. 1083), çok sayıda eserin muellifi Ebu'l-Meali Cuveyni (o. 1085), meşhur İmam Gazali (o. 1111), büyük Hanefi fakihi ve kadi'l-kudat el-Hatibi (o. 1079), Hanbeli fakihi, hadisci ve unlu sufi Abdullah el-Ensari (o. 1108), Usul ve Nahiv'de geniş bilgi sahibi Ebu'l-Kasım Debbusi (o. 1089), el-Mebsut sahibi Serahsi (o. 1090), Sultan Sencer döneminde yaşamış, Mezhepler Tarihi alanında büyük mütehassıs Kitabu'l-Milel ve'n-Nihal yazarı Şehristani (O. 1153), Envaru't-Tenzil muellifi Kadi el-Beyzavi (o. 1291), çok yönlü ve muteaddit eser sahibi Ebu'l-Kasım Carullah ez-Zemahşeri (o. 1144).
Selçuklular döneminde gelişme gösteren yalnızca dini ilimler olmadığı gibi, yetişen ilim adamları da
dini alana inhisar etmiş değillerdi. Bir fikir edinmek üzere bunların başlıcalarını, meşgul oldukları veya
tanındıkları yönleri ile şöylece gösterebiliriz: Meşhur Matematik ve Astronomi bilgini, aynı zamanda şair Ömer Hayyam (o. 1131), yine matematikçi ve "el-Feylesof namıyla tanınan Muhammed b. Ahmed el- Beyhaki (o. 1073'ten sonra), İsfahan Tarihi'nin yazarı Abdurrahman b. Muhammed el-İsfehani (o. 1077).
Alıntı ile Cevapla