Konu Başlıkları: İslam Tarihi III 1-8. Haftalar
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27 Aralık 2013, 13:15   Mesaj No:10

Medineweb

Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:339
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: İslam Tarihi III 1-8. Haftalar

6. HAFTA
BÜYÜK SELÇUKLULAR(1040-1157)
Selçukluların Siyasî Tarihi
Selçuklu Ailesi ve Kuruluş
Selçuk ailesi Oğuzların Kınık boyuna mensuptur. Selçuk’un babası Dokak (Dukak) adını taşımakta ve önemli bir aileden gelerek Oğuz Yabgu Devleti'nde mühim bir mevki işgal etmekte idi.
Dokak'ın soyundan İslamiyet'i kabul eden ilk kişi ise Selçuk’tur.
Selçukluların Cend'e geldikleri sırada, bölge çevresinde ikisi Türk, Karahanlı ve Gazneliler ile biri İranlı hanedanların yönetiminde, Sâmânîler olmak üzere üç devlet vardı.
Selçuk’un Mikail, Arslan, Yusuf, Musa isimlerinde dört oğlu vardı. En büyük oğlu Mikail, daha babası hayatta iken (995'ten sonra) bir savaşta olmuş, onun iki oğlu Tuğrul ve Çağrı beyler bizzat dedeleri Selçuk tarafından yetiştirilmiştir.

Çağrı Bey'in Gaznelilere rağmen Horasan'ı geçerek Doğu Anadolu'ya gerçekleştirdiği akın (1016-1021)
önemlidir. Bu akınla Ermeni ve Gürcüler karşısında başarılı olunmuş, çok fazla ganimet elde edilmesi yanında, o bölgede, gelecek Türklere mukavemet edebilecek ciddi bir kuvvetin bulunmadığı da tespit edilmiştir.
Gazneli Selçuklu ilişkileri üç safhada devam edecektir. Bunun ilk safhası Nesa çevresinde geçer. Nitekim 1035 Haziranının son haftasında (29 Haziran) Nesa sahrasında karşılaşılan Hacib
Begtoğdı (Beydoğdu) komutasındaki fillerle takviyeli Gazne ordusu, Selçuklular tarafından büyük bir mağlubiyete uğratılmıştır.
Selçuklu-Gazneli münasebetlerinin ikinci merhalesinde, Serahs yakınlarında Talhab denilen yerde
1038 Mayısının üçüncü haftasında Hacib Subaşı komutasındaki Gazneli ordusu, ağır bir yenilgiye
uğratılmıştır.
Selçuklularla Gazneliler arasındaki üçüncü büyük savaş daha önemli sonuçlar doğuracaktır.

Dandanakan savaşı
Üç gün boyunca (22-24 Mayıs 1040) suren çarpışmalar sonunda Gazne ordusu büyük bir hezimete uğradı. Hazineleri ve külliyetli miktardaki savaş malzemesi Selçukluların ellerine geçti. Neticede Gazneliler Horasan'ı kesin olarak kaybederken, İran muhtemel hic bir direnci kalmayan acık bir ulke durumuna düşmüştü. Fakat savaşın esas önemli sonucu, Selçuklu Devleti'nin kesin olarak müstakil bir devlet tarzında kurulmuş olmasıdır. Nitekim muharebenin son günü Cuma namazından sonra Tuğrul Bey, Selçuklu Devleti'nin sultanı ilan edildi. Civar hükümdarlara fetihnameler gönderildi.

Dandanakan'dan bir ay sonra Selçuklu ileri gelenleri Merv'de, kurdukları devletin asıl teşkil ve tanzimini hedefleyen ve Tuğrul Bey'in konuşmasıyla acılan büyük bir kurultay düzenlediler.
Serahs ve Belh şehirlerinin dahil bulunduğu Ceyhun ve Gazne arasındaki bölge merkez Merv olmak üzere Meliku'l-Muluk Cağrı Bey'e; Herat merkez olmak üzere Bust ve Sistan havalisi Musa İnanç Yabgu'ya; Başkent Nişabur'da kalmak üzere Irak bölgesi bütün Selçukluların sultan sıfatıyla Tuğrul Bey'e verildi.

Tuğrul Bey (1040-1063)
Sultan Tuğrul Bey'in devletinin sınırlarını kuzey, güney ve doğu yönlerinde genişletmesi yanında, önemli icraatlarından biri de, Türkmen akınlarını Anadolu'ya kanalize etmek suretiyle, bu toprakların ebedi bir Türk yurdu olmasına katkısıdır.

İslam ülkelerine giren Türkmenler, isabetli bir biçimde Bizans ülkesine yönlendirildiler, böylece bölgenin Türkleşmesine önemli katkıları temin edildi. Futuhat bölgesine yakınlığı dolayısıyla Nişabur yerine buradaki Rey başkent yapılmıştır (1043).

Selçukluların her yöne doğru hızla fetihlerini sürdürdükleri sırada Abbasi Halifesi Şii Buveyhiler ve Fatımiler tarafından desteklenen Arslan Besasiri'nin baskısı altındaydı. Kaim-Biemrillah'ın daveti üzerine Tuğrul Bey Bağdat'a yöneldi. 18 Aralık 1055'te şehre girdi. Böylece 110 yıldan fazla surmuş olan Abbasi Hilafeti üzerindeki Buveyhi hakimiyetine son verildi.

Tuğrul Bey Ocak 1058'de Bağdat'a tekrar geldi. Bu sırada büyük törenler yapıldı. Halife Kaim-Biemrillah, Tuğrul Bey'e sancaklar, hil’atlar verdi, taç giydirdi, kılıç kuşattı. Onu Meliki'l-Meşrik ve'l-Mağrib ilan etti.
Bağdat'tan Tuğrul Bey'in ayrılmasını fırsat bilen Arslan Besasiri tekrar Bağdat'a girdi (Aralık 1058) ve el-Mansur Camiinde hutbeyi Mısır Fatımi Halifesi el- Mustansır (1036-1094) adına okuttu. Tuğrul Bey, İbrahim Yınal meselesini hallettikten sonra Bağdat'a üçüncü defa gelerek (Aralık 1059) Halife'yi tekrar makamına oturttu.
Tuğrul Bey, 4 Eylul 1063'te öldu. Tahran'a 22 km. uzaklıkta bulunan Rey'deki türbesine (Kümbed-i
Tuğrulî) gömüldü. Adaleti ve dindarlığı bütün kaynaklarda belirtilen Tuğrul Bey, zekası ve siyasi
görüşlerindeki isabetiyle, Selçuklu ailesi içinde temayüz etmiş, bu sebeple Selçuklu Devleti"nin ilk sultanı olmuş ve 25 yıla yakın saltanatı esnasında temelini attığı Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nu başarıyla yönetmiştir.
Tuğrul Bey'in dindar bir hükümdar idi. "Kendime saray yapıp yanında ALLAH 'in evini (cami) inşa etmezsem utanırım " sözü ona aittir. Kaynaklar Pazartesi ve Perşembe günleri daima oruçlu olduğunu da eklerler. Alimlere ve din adamlarına sevgi ve saygı onun tabiatıdır. Adaleti, şefkati, ihtiyatlılığı, sabrı, tahammülü ile göçebe bir teşkilatın reisliğinden imparatorluğun başına geçebilmiştir. Onun ölümünde devletin sınırları; Ceyhun'dan Fırat'a kadar ulaşmış, Türkmenleri Bizans'ın idaresinde bulunan Anadolu'ya sevk ederek burasının bir Türk yurdu haline gelmesine de yardımcı olmuştur.

Alp Arslan (1064-1072)
Alp Arslan 26 Nisan 1064'te Selçuklu tahtına oturdu. Bunun üzerine Abbasi Halifesi
Kaim-Biemrillah tarafından bir elcilik heyeti ile kutlanan Alp Arslan'a, Halife tarafından "Şehinşahü'l- Azam, Melikü'l-Arap ve'l-Acem" gibi birçok lakap ve unvanlar tevcih edilmiş, kılıç, hil'at, sancak ve çok sayıda değerli hediyeler de gönderilmiştir. Bu sırada o, otuz altı yaşındaydı. Önce ismi kendisi ve oğlu Melikşah'ınki ile birlikte yaşayacak olan Siyasetname sahibi Nizamu'l-Mülk’ü vezirliğe getirdi (29 Aralık 1064). Aile içi problemleri halledip üst düzey görevliler arasında değişiklikler yaptıktan sonra da fütuhata başladı.
Bizans'a bağlı olup çok iyi korunan ve "asla fethedilemez" şeklinde nitelenen, surlarıyla meşhur Ani fethedildi (16 Ağustos 1064). Buranın alınması İslam dünyasında çok olumlu yankılara neden oldu. Bu başarıyı bir beyanname ile kutlayan Halife, Alp Arslan'a Ebu'l-Feth unvanını vermiştir.

1065 yılında doğu seferine çıkan Alp Arslan, Ceyhun'u geçerek Türkistan’a girdi. Bu ilk Türkistan seferi
ile atalarının eski ülkesinin Maveraunnehir'e komşu kısımlarını Selçuklu Devleti'ne bağlamıştır.
1070'te Mekke Şerifi Muhammed b. Ebu Haşim Alp Arslan'ın huzuruna geldi ve Mekke'de hutbenin
Abbasi Halifesi ve Selçuklu Sultanı adına okunduğunu bildirdi.

Malazgirt Meydan Muharebesi (26 Ağustos 1071)
Romanos Diogenes, Türkleri Anadolu'dan kesin olarak çıkarmak amacıyla, kalabalık ve değişik
topluluklardan oluşmuş bir ordunun başında 13 Mart 1071'de İstanbul'dan hareket etti.
200.000 civarında askere sahiptir.
Alp Arslan, birlikte kılınan Cuma namazından sonra beyazlar giyinmiş, kokular surunmuş olarak askerlerinin başına geçmiş, onlara yaptığı kısa hitabede; Şehit düşerse vurulduğu yere gömülmesini, kendisinden sonra oğlu Melikşah'a itaat edilmesini bildirmiştir.

Savaş, Bizans ordusunun hücumuyla başladı. R. Diogenes'in hücumuna Alp Arslan, sahte ricatla cevap verince, sonuçta ordugahından uzaklaşan İmparator, akşama doğru pusuların olduğu yere gelip dayandı. Türk çemberi içinde kalan Bizans ordusu çok kotu bicimde mağlup olmuştu (26 Ağustos 1071). Bizzat İmparator esir duştu, fakat hayatı bağışlandı ve 3 Eylül 1071'de ülkesine iade edildi.

Malazgirt zaferinin sonuçlan, değişik yönlerden geniş bicimde incelenebilir. Bununla birlikte milli
tarihimiz ve İslam Tarihi acısından en önemli sonucunun, Anadolu'nun bir daha değişmemek üzere ebedi olarak Türk ve Müslüman yurdu olması sureci bu zaferle başlamıştır.

Alp Arslan, 1072 yılının Eylül ayında bölgede bozulan nizamı düzeltmek ve Karahanlı hükümdarı Nasr Han’ı cezalandırmak üzere Türkistan seferine cıktı. Alp Arslan’ın 200.000 kişilik buyuk bir ordunun ile hareket ettiği kaynaklarda yer almaktadır. Bu sefer esnasında kuşatılan Barzam kalesi muhafızı Yusuf Harezmi’nin suikastı sonucunda aldığı yaralar dolayısıyla 25 Kasım 1072'de 43 yaşında vefat etti ve Merv'de defnedildi.

Melikşah (1072-1092)
Alp Arslan, muhtemel kardeş kavgalarını önlemek amacıyla, Melikşah'ı veliahd ilan etmiş ve bunu birçok kere teyit etmiş, hatta Abbasi Halifesi Kaim-Biemrillah'ın da onayını almıştı. Babasıyla birlikte veya ayrı olarak, değişik cephelerde kahramanlıklar göstermiş, tecrübe kazanmış olan Melikşah, başta vezir Nizamu'l-Mülk olmak üzere devlet erkanı, komutanlar ve ulemanın da tasvibiyle, Selçuklu tahtına oturdu (25 Kasım 1072)
Melikşah'ın batı bölgesinde olduğu gibi, devletin doğu sınırlarını da genişletme gayreti içinde olduğu görülür. Nitekim Batı Karahanlı Hükümdarı Ahmet Han (1081-1089)'ın halk ve ulema ile arasının açılması, bunun üzerine ulemanın kendisini davetini değerlendiren Melikşah, önce Buhara ve daha sonra da Semerkant'ı alarak, Karahanlıların batı kolunu Selçuklulara bağlamıştır (1088-89).

Büyük Selçuklu Devleti'ni Cin'den Boğaziçi’ne, Akdeniz'e Kafkaslardan ve Aral golünden Hint Denizi ve
Yemen'e kadar genişleterek dünyanın en büyük imparatorluklarından biri haline getirmiş olan Melikşah, otuz sekiz yaşında 20 Kasım 1092'de Bağdat'ta zehirlenme sonucu öldü.

Sultan Melikşah'ın zehirlenerek olumu, kendisinden bir ay kadar önce 14 Ekim 1092'de, devletin yaklaşık otuz senedir vezirliğini yapmış olan Siyasetname sahibi Nizamu'I-Mülk’ün de İsfahan-Bağdat yolunda Ebu Tahir Arrani adlı bir İsmaili fedaisi tarafından öldürülmesi, Selçuklu ailesi fertleri arasında bir turlu onu alınamayan iktidar mücadelelerine eklenince, sonucta Buyuk Selcuklu Devleti once durakladı, sonra da parçalanmaya yüz tuttu.
Büyük Selçuklu Devleti'nin duraklama döneminde Melikşah'ın dört oğlu, Mahmud, Berkyaruk, Muhammed ve Sencer devletin başına geçmişlerdir.

Diğer Selçuklu Devletleri:
Sultan Sencer'in ölümüyle Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun 1040'da başlayan varlığı 1157'de son
bulmuştur. Bu kadar geniş toprakları ve bu derece çok sayıda milleti sinesinde barındıran Büyük
Selçukluların esas gövdelerinin inkıraza uğramasından önce ve sonra, kaynağını aynı kökten alan diğer bir
kısım Selçuklu devletleri de kurulmuş ve değişik sureler halinde varlıklarını devam ettirmişlerdir. Bunlar;
1 -Irak Selçukluları (1119-1194)
2-Kirman Selçukluları (1040-1187)
3-Suriye Selçukluları (1070-1117)
4-Türkiye Selçukluları (1075-1308)

Türkiye Selçukluları (1075-1308)
Turkiye Selcuklu Devleti, Selçuk’un oğlu Arslan Yabgu'nun torunu, Kutalmış oğlu Süleymanşah tarafından İznik merkez olmak uzere kurulmuştur. Selcuklu devletlerinin en uzun omurlusu olan Türkiye Selçuklu Devleti
(1075-1308) sayesinde, halen üzerinde yaşadığımız ve dünya durdukça bir Türk-İslam yurdu olarak kalacak olan bu ülke bizim olmuştur.
Birinci Haclı Seferinden sonra Türkler Anadolu'da yeni bir yapılanma içerisine girdiler, I. Kılıç Arslan başkentini Konya'ya nakletti.

Türkiye Selçuklularının başına önce Malatya'da tahta oturan Kılıç Arslan'ın oğlu Şehinşah (veya Melikşah) geçtiyse de (1110), küçük kardeşi Mesud ağabeyiyle giriştiği uzun sureli mücadeleyi kazanarak, Danişmentlilerin de yardımıyla Konya'ya girdi ve tahta oturdu (1116-1155). Sultan I. Mesud kırk yıla yakın bir saltanat ve mücadele devrinde çok sabırlı ve ihtiyatlı, fakat ısrarlı bir siyasetle Türkiye Selçuklu Devleti'ni önce yok olmaktan kurtarmış, sonra da Anadolu'da en önemli güç haline getirmişti.
Sultan I. Mesud hükümdarlığının ilk yıllarında, kayınpederi Danişmentli Emir Gazi (1105-1134)'nin nüfuz ve himayesinde kalmıştır.
Sultan II. Kılıç Arslan'ın başarıları Bizans İmparatoru I. Manuel'in gözünden kaçmıyordu.

Haçlı Seferleri:
Bu seferlere katılanlar, elbiselerinde haç işareti bulundurmaları dolayısıyla, bu şekilde isimlendirilmişlerdir.
Toplam dokuz buyuk ve bazı kucuk girişimleri iceren Haclı Seferleri, 1096'dan Latin Hıristiyanlarının Doğu'daki
son merkezleri Akka'dan cıkarıldıkları 1291'e kadar yaklaşık iki yuz yıllık bir devreyi icerir.
Papalığın onderliğinde duzenlenen Haclı Seferlerini doğuran farklı sebepler arasında, Batılı araştırmacılar, dini
unsurları one cıkarmaktaysalar da, Haclıları harekete geciren esas motiflerin siyasi, sosyal ve ekonomik olduğunda
şuphe yoktur. Din bu harekette sadece itici bir guc olmuştur. Nitekim bu seferlere katılanların
gunahlarının affı ve onlara uhrevi mukafaatlar vaat ederken Kilise, siyasi amacını gercekleştirme yolunda,
dini motiften faydalanmakta idi. 638 yılında Hz. Omer tarafından İslam toprağı haline getirilmiş Kudus icin,
aradan 650 seneden fazla bir sure gectikten sonra "Kutsal toprakları kurtarma" sloganı altında sefer
duzenlemenin başka bir acıklaması da yoktur. Nitekim Haclıların hedefleri arasında Kudus oncelikli
olmadığı icindir ki, orduları daha buraya ulaşmadan ve hatta ulaşabilecekleri de kesin değilken, Urfa ve
Antakya'da devletler kurmakla meşgul olabilmişlerdir. Butun bu ve diğer sebepler dolayısıyladır ki, Haclı
Seferlerinden Doğulu Hıristiyanlar faydadan cok zarar gormuşlerdir. Haclıların en buyuk kotulukleri ise
Bizans'a dokunmuştur. Dorduncu Haclı Seferi sonrasında Bizans İmparatorluğu ortadan kalkmış, tekrar
kurulduğunda da, bir daha asla eski kudretini kazanamamıştır. Haclı Seferlerinin Anadolu Turkluğune de
ciddi zararları dokunduğu muhakkaksa da, Turkiye Selcuklularının bu toprakları vatanlaştırmalarındaki
azimleri, bundan dolayı da Haclılara butun gucleriyle karşı durmaları, bu zararın kısa surede telafisini
mumkun kılmıştır.

Yükselme Dönemi:
I. Mesud vefatından bir sure once ulkeyi uc oğlu arasında taksim etmişti. Başkent Konya ve cevresini
alan Sultan II. Kılıc Arslan (1155-1192), gerek aile icinden ve gerekse dışarıdan muhalefetle karşılaştı. O
once ortanca kardeşi Devlet'i ortadan kaldırdı. Kucuk kardeşi Şehinşah Ankara-Cankın taraflarına kacarak
Danişmendli emiri Yağıbasan'la kendisine karşı işbirliği yapıyordu. Bizans İmparatoru I. Manuel Komnenos
(1143-1180) da Musul ve Halep Atabeği Nureddin Mahmud Zengi ile II. Kılıc Arslan'a karşı 1159'da ittifak
yapmıştı. Kilikya Ermeni Prensi II. Thosos da fırsattan faydalanarak Selcuklu topraklarına sızdı. Sultan,
butun bu gailelerin altından kalkma becerisini gosterdi. Bizans İmparatoru ile karşılıklı yardımlaşma ve
Turkmen akınlarını durdurma esası uzerine antlaşma yaptı (1162). Boylece batı sınırından emin olarak Anadolu'da
Turk birliğini gercekleştirmek uzere doğuya yoneldi. 1163'te Yağıbasan'ı mağlup ederek Elbistan, Darende,
Kayseri ve Malatya'yı; kardeşi Şehinşah'tan da Ankara ve Cankırı'yı aldı. 1178'de Dânişmendli Beyliği’ne son
verdi.

I. Alaaddin Keykubad donemi, Turkiye Selcuklularının siyasi, askeri ve iktisadi bakımlardan en parlak
devresidir. A. Keykubad, yaptığı seferlerle ticaret yollarının guvenliğini sağlarken, inşa ettirdiği kervansaraylar ve
geliştirdiği ticaret siyasetiyle de iktisadi kalkınmayı temin etmiştir. İlim ve kulturun gelişmesi tedbirlerini almış,
Moğollar onunden kacan Turkistanlı ve İranlı alim, şair ve sanatkarlara kucak acmış, onları korumuştur. Ulkeyi
baştan başa ceşitli eserlerle donatmıştır. Butun bu nedenlerle Abbasi Halifesi ona yazdığı mektup ve
menşurlarda "Sultamı'l-Azam" tarzında hitap etmiştir.

I. Gıyaseddin Keyhusrev (o. 1246)'den sonra Turkiye Selcuklu Devleti, tarihe karıştığı 1308'e kadar sozde
sultanların, şehzadelerin birbirleriyle mucadeleleri; devlet adamları ve ileri gelenlerin ihtirasları, tahrikleriyle;
suikastlar, isyanlar, Bizans'a ilticalar, Moğolların intikam seferleri, ekonomik cokuntu ve halkın perişanlığı
icerisinde omur surdu. Bu devrede sırasıyla; II. İzzeddin Keykavus (1246-1249), IV. Kılıc Arslan (1248-1249),
muteakiben II. İzzeddin Keykavus, IV. Kılıc Arslan ve II. Alaaddin Keykubad (o. 1254) (1249-1257
muştereken), II. İzzeddin Keykavus (1257-1262 ikinci defa) ile muştereken IV. Kılıc Arslan (1257-1266), III.
Gıyaseddin Keyhusrev (1266-1283), II. Gıyaseddin Mesud (1283-1296), III. Alaaddin Keykubad (1298-1302)
ve II. Gıyaseddin Mesud (1303-1308 ikinci defa) Turkiye Selcuklularının başında bulundular. Bununla
birlikte bu sayılanlar artık Moğolların elinde birer kukla idiler.

Anadolu Beylikleridir ve başlıcaları; Pervaneoğul-ları, Sahipatoğulları, Karesioğullan, Germiyanoğullaru
Saruhanoğulları, Aydınoğulları, Menteşeoğulları, Hamidoğulları, Eşrefoğullan, İnançoğulları,
Candaroğulları, Karamanoğullarıdır. Turkiye Selcuklu Devleti'nin batı uclarında 1299'dan itibaren gelişen
Osmanlı Beyliği de bunlardan biridir ve bilindiği gibi altı asırdan fazla yaşayacak olan bir cihan devletini
sinesinden cıkaracak tohum mesabesindedir.


Miriyokefalon (Myriokephalon
İmparator I. Manuel Komnenos, Kılıç Arslan'ın barışın devamı yönündeki isteklerini reddettikten sonra, Bizans kuvvetleri yanında Frank, Sırp, Macar ve Peceneklerle takviyeli 100.000'i aşan bir ordu ile 1176 baharında başkentten ayrıldı. Onun hedefi Malazgirt öncesindeki Romanos Diogenes'in hedefiyle aynıydı ve hatta daha da ileri giderek "eski Roma İmparatorluğu'nu ihyayı" düşünüyordu. Türk gailesinden kesin olarak kurtulmayı, bunun için de Türkiye Selçuklu Devleti 'ni yıkmayı hedeflemişti. Fakat II. Kılıç Arslan'ın maharetle uyguladığı sahte ric'at sayesinde Bizans kuvvetlerini, Denizli civarında dar ve sarp Miriyokefalon (Myriokephalon) vadisine sokarak, imha etmesi (17 Eylul 1176), bütün hesapları alt üst etti.

Artık Anadolu'nun, o zamana kadar Hıristiyan dünyasında düşünüldüğü gibi; "Türklerin işgali altındaki memleket" olmadığı kesinleşmiş, hakiki bir Türk-Islam yurdu olduğu ispat edilmişti. Bu savaş Bizans ve Türkiye Selçukluları ilişkilerinin Malazgirt'ten sonraki ikinci önemli donum noktasını oluşturur.

II. Kılıc Arslan'dan sonra Anadolu Selçukluları tahtına, Uluborlu Meliki I. Gıyaseddin Keyhusrev, kardeşi Melikşah'ı yenerek Konya'ya sahip olduktan sonra oturduysa da, babalarının hayatında başlamış olan kardeş kavgası dolayısıyla sakin bir devir geciremedi.
G. Keyhusrev'den sonra Türkiye Selçukluları tahtına, devlet erkanının kararıyla büyük oğlu İzzeddin Keykavus (1211-1220) gecti. Kardeşi Alaaddin Keykubad bu durumu kabul etmediyse de başarılı olamadı. İzzeddin Keykavus, saltanatının son yıllarını Eyyubiler ve Artuklularla savaşla geçirdi, yine bir sefer sırasında 1220'de Malatya'da vefat etti.

Yerine devlet büyüklerinin ittifakıyla kardeşi Alaaddin Keykubad (1220-1237) geçti
I. Alaaddin Keykubad'ın önemli fetihlerinden biri, daha sonra kendi ismine nispetle Alâiye (Alanya)
adını alacak olan Kalonoros kalesinin fethidir (1223).
Bu fetih Anadolu ticaretinin gelişmesi yolunda önemli bir adım olduğu gibi, Türk denizciliğinin başlamasında da mühim bir donum noktasını oluşturur.
Alıntı ile Cevapla