Konu Başlıkları: Sözlerin En Güzeli ZİKİR..
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 03 Ağustos 2015, 19:50   Mesaj No:2

nurşen35

Medineweb Emekdarı
nurşen35 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:nurşen35 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 38944
Üyelik T.: 09 Şubat 2014
Arkadaşları:61
Cinsiyet:Bayan
Mesaj: 9.476
Konular: 1144
Beğenildi:4415
Beğendi:3686
Takdirleri:14203
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Sözlerin En Güzeli ZİKİR..






ZİKİR EN GÜZEL SERMAYE


Allah adını anmak, en güzel mutluluk. Kalb ancak O'nunla huzura erer. Kalb-i temizlik, zikirle mümkün olabiliyor. Zikirsizlik, nefse ve şeytana hizmettir. Zikir; insanı Sultan eder, ruhunun susuzluğunu giderir.
Peygamberimiz (s.a.v.); ''Kul günah işlediği zaman onun kalbinde siyah bir nokta olur'' buyurdu. İnsan, beşerdir, düşer, kalkar. Düşüp, kalkmayan Allah (c.c.)'dır. Biz kullar her an günahla yüz yüze gelebiliyor ve kalbimizi kirletebiliyoruz. Bu durumda yapabileceğimiz tek şey, istikameti yakalayana kadar, kalbimizi zikirle beslemektir. Çünkü, İlahi buyrukda da belirtildiği gibi, ''kalbler ancak Allah'ın zikriyle huzura erer.''
Kul, Allah'ı çokça zikrederek, kalbini temizler. Allah adıyla dopdolu kalbin, dünyaya bakışı da değişir. Artık çevrenin kirlenmişliği onu kolay kolay bozamaz. Yeter ki istikametle, Allah adını anmaya devam edilsin. Allah adıyla gönüller ''mesrûr'', gözler ''sevgi'', diller ''hikmet'' sahibi olur. Kelimenin tam anlamıyla Allah adı, insanı ''Sultan'' eder.
Resûlullah (s.a.v.), ''Kıyamet gününde kulların en büyük derecesi Allah'ı çokca ananlardır'' buyurarak zikredenleri müjdelemiştir. Kâinatta hemen hemen herşey, kendi lisanıyla Allah'ı zikretmektedir. Canlı, cansız, herşey Allah'ı zikreder, insan neden bu zikir senfonisinden mahrum kalsın? Evliyaullah'ın da belirttiği gibi, Allah'ı zikirde en çok sırayla:
Birinci derece Camidat (toprak, taş, cansız maddeler), İkinci derece Nebatat (bitki âlemi), Üçüncü derece Hayvanat, dördüncü derece insanattır. Cansızlıktan canlılığa, basit yapıdan daha çok mükemmel yapıya doğru gidildikçe dereceler de düşüş gösterir. Her mükemmelliyet, büyüme meyli, gelişme, her an Allah'dan alıkoyabileceğinden, insan, dördüncü derecede zikreden bir konumda. Fakat, insan nefsine rağmen, şeytana rağmen ve çevreye rağmen zikir de gayretli olursa bütün mahlukatın üstünde bir mevkiye sıçrayabiliyor. Ki, bu duruma ''ahsen-i takvin'' denilir. Eğer, kul nefsin hevasına kapılıp, şeytanın oyunlarına dalmış ve kötü insanların oyuncağı haline gelmişse hayvandan da aşağı dediğimiz ''esfel-i safilin'' e kadar inebilir. İnsanın eşref-i mahlukat (yaradılmışların en üstünü) olabilmesi Allah'ı çokca anmasına bağlı...
Hadisi Kudsi de, ''Dikkat ediniz, cesette bir kalp vardır. Kalbin içinde de bir fuad vardır. Fuadda dahi sır vardır. Sırda da hafi vardır. Hafide dahi ahfa vardır''buyurularak, aynı zamanda insanın göğsünde yer alan alem-i emirle bağlantılı letaiflere dikkat çekilmektedir. İnsanın göğsünde, kalp, ruh, sır, ehfa, hafi denilen letaifler söz konusu. Her insanda bunlar mevcut. Letaifleri, nefsin baskısından kurtarıp, Allah'a yönlendirmek ve asıllarına kavuşturmak insanın gayretiyle mümkün. Kul, Allah'ı sıkıca zikrederek letaiflerini çalıştırabilir. Zikir girmeyen vücuda, çözüm yok. Ruhumuzu, nefsinize galip kılmak için: ''1- Salih
insandan faydalanmak, 2- Amel etmek (Helal-haram bilmek), 3- Zikretmek'' şarttır. Aksi takdirde ruhumuzu, vücud şehrimize hakim kılamayız. Nasıl ki hastalandığımızda hemencecik doktora koşuyor, onun telkinleri doğrultusunda şifa bulmaya çalışıyorsak, aynen öyle de, insan da körelmiş letaiflerine derman bulmak için, o konuyla ilgili uzman salih (evliyaullah) insanlardan istifade etmesi gerekiyor. Evliyaullah, letaiflerin özelliklerinden bahsetmişler. Bu mevzuda Muhammed Şemseddin (k.s.)'in ''Miftahül Kulüb'' adlı eserinde özetle: ''Zikreden kalbin akik renginde ve sol memenin altında zikreden ruhun açık sarı ve sağ memenin altında, zikreden sırrın beyaz renkte ve sol memenin üstünde, zikreden hafinin zümrüt yeşili ve sağ memenin üstünde, zikreden ahfanın ya çok beyaz, ya çok siyah ve iki meme ortasında, nefsi natıka; turuncu sarı ve iki kaş ortasında'' olduklarını beyân buyurarak letaifi külle (letaiflerin tamamı) leri izah etmişlerdir. Eğer Hak yolunda mesafe katederek letaiflerin tamamını bitiren salik varsa, Nefiy ve ispat dediğimiz ''Kelime-i Tevhid'' zikri verilir. Nefiy isbata geçmek için, letaiflerin bütün özelliklerinin zuhur etmesi gerekiyor. Küllü letaiflerden sonra, ruhun tezkiyesi gerçekleşince, salikin (Hak yolunda ilerleyen, sülûk eden kişi) alnına sadakat mührü vurulur. Salik, bütün bu aşamalardan geçmiş olan mürşid-i kamilden istifade etmek zorundadır. Evliya'nın kalbi cin ve şeytandan etkilenmez. Çünkü, zikir sayesinde melek ruha, ruh da kalbe bildirir. Görüldüğü gibi, kulun iki yolu vardır:
1- Güzel itikad, 2- Kalbi zikir etmek...
Kudsi Hadiste; ''Allah'a ulaştıran yollar, yaratılmışların nefisleri sayısı kadardır'' buyuruyor. Zikir yolu, genelde iki yol üzerine, günümüze kadar gelmiştir:
1- Lisan-ı yol olan cehr-i zikir. 2- Kalb-i yol olan haf-i zikir.
Cehr-i zikir, sesli eda edilip, Hz. Ali (k.v.)'in de yaptığı zikirdir. Haf-i zikir, sessiz yapılan zikir olup, Hz. Ebubekir Sıddık (r.a.)'ın takip ettiği metoddur. Allah'a ulaştıran yollar, yaratılmışların nefisleri sayısı kadardır ölçüsünce, her iki yol da haktır. Her iki yolun yolcuları da Allah'a ulaşmak için zikrediyorlar. Farklılık izlenilen metodda, yani metod farklılığı söz konusu. Bediüzzaman Said-i Nursi Hz.; ''Nakşibendiler gizli zikir sayesinde nefsi emmarenin başını kırmaya muvaffak olurlar. Kadiriler ise zikri cehri ile tabiat tağutlarını tarumar eylemişlerdir'' diyerek konuya açıklık getirmiştir. Zikirden maksat çokluk değil, saflıktır. Önemli olan, İlâhi ente maksudi ve rıdaike matlubi (Ya Rabbi maksadım sen, isteğim senin rızanı kazanmaktır) ölçüsüdür. Resulullah (s.a.v.); ''Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza değil, kalbinize ve amellerinize bakar'' buyuruyor. Allah (c.c.) Kur'an-ı Kerim'de; ''Gerçek müminler, Allah anıldığı zaman kalbleri titrer (Enfal /2) '' beyan buyurarak zikreden gönülleri övmüştür.
İnsan hayatını mutluluğa çevirmek istiyorsa şu hadisi şerifi ölçü almalıdır: ''Zikredici bir dil, şükredici bilr kalp, imanımızda size yardımcı olacak bir kadın bulundurun.''
Hz. Peygamber (s.a.v.) sahabeler arasında, zikri hafiyi Sıddık-ı Ekber'e has kıldı. Bir gün komşular Hz. Ebubekir'i Resulullah'a şikayet ederler: ''- Ya Resulullah, Ebubekir et pişirip, hatta kokusu dışarıya kadar nüksettiği halde, kimseye ikram etmez''. Peygamberimiz (s.a.v.) duruma vakıf olur ve şu cevabı verir:
''- O sizin sandığınız et kokusu, pişirilen et kokusu değil. O koku zikreden kalbin yanan kokusudur'' diyerek sahabeye beyan etti. Hz. Ebubekir, öyle can-u gönülden kalb-i zikrediyor ki, ciğeri yanıyor, etrafı bile sarabiliyor. İşte Hz. Ebubekir'i ''Sıddık-ı Ekber'' yapan, bu durumdur. Bazıları belki diyebilir, efendim, nasıl oluyor, bir insanın kalbinin yanması? Gerçekte ateş yakar. Ama hangi ateş? Bizim ve herkesin bildiği ateş ne var ne yok yakar. Fakat bilmediğimiz bir ateş de var ki, (o ateş sayılmaz) o da ''nur''dur. Nurda ise yakıcılık yoktur. Nur yalnız bir aydınlıktan ibarettir. Ateşle, nurun farkı budur.
Allah ile kul arasında yetmişbin hicab perdesi vardır. Bu perdelerin aşılması da zikirle mümkün olabiliyor. Yalnız yetmişbin perde tabiri Allah'ın isim ve sıfatlarının tecelli daireleridir. Yani tezahür dereceleri manasındadır. Rabbûl Âlemin; ''Rabbini tazarru ile gizli olarak dua ediniz (Araf/55)'' ve ''Rabbini tazarruyla (titreyerek) ve korkarak zikret (Araf/205)'' beyan buyuruyor. Resulullah (s.a.v.) de; ''Zikrin hayırlısı hafi olanı, rızkın hayırlısı da kâfi olanıdır'' ve ''Benim ve benden önceki enbiyanın söyledikleri en hayırlı kelime Lâ ilahe illallah'dır. Bilesin ki yedi kat gök ve yedi kat yer terazinin bir kefesine, kelime-i tevhid de bir kefesine konsa bu kelime ağır gelir'' buyurdular. Yine Peygamberimiz (s.a.v.); ''Yeryüzünde Allah, Allah diyen bulundukça kıyamet kopmaz'' diyerek zikrin efdaliyetini bizlere beyan etmişlerdir.
İmam-ı Rabbani (k.s.) büyük bir zât. Zamanın müceddidlerinden ve aynı zamanda evliyalarından. Müceddid-i el fisani şöyle der: ''Tevhid iki kısımdır: 1- Tevhidi şuhud, 2- Tevhidi vücud.
Zikirlerinde efdaliyat bakımdan birbirlerine mukabil dereceleri söz konusu. Hz. Ayşe (r.a.)'dan rivayetle, Hz. Resulullah (s.a.v.); ''Bazı zikirler diğer zikirlerden 70 kat daha efdaldır'' buyurmuşlardır. Bir başka hadislerinde de; ''Kanın dolaştığı yerlerde muhakkak şeytan da dolaşır. Onun dolaşmaması için en kuvvetli silah Lailaheillahul-fealu'' buyurarak şeytana karşı, yapılacak tedbire dikkatinizi çekmiştir.
Gerek âyet-i celilede beyan olunan hakikatler ve gerekse hadis-i şeriflerdeki sözler, zikri teşvik ediyor ve insanlığın çıkış yolunun zikirden geçebileceği vurgulamaktadır. Eşyadan bilgi edinmek güzel ve insan diline çevirmek de güzel birşey. Yalnız, eşyanın, hakikatlerini çözmeye çalışırken, Allah'ı unutmak perdenin arkasını görememek demektir. İnsanlık galiba, gelecekte kendisini esir etmek isteyen teknolojik cihaz ve donanımlara karşı mücadelesini verecektir. Eşyanın esaretinden kurtulup, bir an Allah'ı hatırladığında, insan da aydınlığa çıkmış olacaktır. Eşyaya mahkumiyet, vahdet arayan insanlığı perişanlığa itmektedir.
Vahdet'e giden yol, Allah'ı anmaktan geçer... Zikreden insanın kalbi dakika da ortalama 124 kez vurur. İşte bu noktada zikrin ehemmiyeti ortaya çıkıyor. Her vuruşta bir kez Allah demek kadar bir güzel saadet var mı? Kalbin artışına paralel Allah adını vurgulayarak ebedi hayatın kapılarının açılmasını sağlar. Böylece zikreden bir insan dakikada 124 kez Allah diyerek huzura kavuşmuş kalbe zemin hazırlamış olur. Çünkü, ''Kalpler ancak Allah'ı zikretmekle huzura erer'' diye buyurulan, ilahi prensibin mana ve ruhuna kavuşulur.
Velhasıl, zikir en güzel sermayedir






Alıntı...
__________________
O (cc)’NA SIĞINMAK AYRICALIKTIR
Alıntı ile Cevapla