Tekil Mesaj gösterimi
Alt 05 Ağustos 2015, 14:46   Mesaj No:2

Mihrinaz

Medineweb Baş Editörü
Mihrinaz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Mihrinaz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 14593
Üyelik T.: 15 Kasım 2011
Arkadaşları:68
Cinsiyet:Anne
Memleket:MEDİNEWEB
Yaş:43
Mesaj: 12.398
Konular: 1269
Beğenildi:11839
Beğendi:8986
Takdirleri:26241
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: OMU İslam hukuku 1 -14 ÜNİTE ÖZETLERİ

ÜNİTE 4.
MEŞHUR İSLAM HUKUK MEZHEPLERİ


4.1.2. Mezheplerin Doğuş Sebepleri Neticede, metinlerin seçiminde ve yorumunda, hangi şekilde uygulanabileceğinde, hemfikir olan insan gruplarının bir araya gelmesinden mezhepler oluşmuştur. Müslümanlar arasında Kur’an ve Hz. Peygamber’in peygamberliği hususunda bir ihtilafın bulunmayışı, kutsal kitapları olan Kur’an metninin bozulmamış olması, bütün Müslümanların tek bir Allah’a inanmaları, gerek inanç ve gerekse muamelât alanındaki farklı mezheplerin oluşmasını önleyememiştir.
Mezheplerin doğuş sebepleri, ortak özellikleri dikkate alınarak, İslam hukukunun kaynakları (naslar), hukukçuların şahsiyetleri ve ortam olmak üzere üç başlık altında ele alınabilir. Şimdi bunları sırayla görelim:
(1) Hukukun Ana Kaynakları/Naslar ile İlgili Sebepler
Bilindiği gibi İslam hukukunun ana kaynakları Kur’an ve Sünnet naslarıdır. Nasların mezheplerin oluşmasına yaptıkları etkileri iki başlıkta incelemek uygundur.
(a) Nasların sübutu ile ilgili sebepler
Kur’ân, sübutu bakımından kat’î bir kaynak olduğu için, bu yönüyle her hangi bir ihtilafa mahal olmamıştır. Sünnet ise farklı derecelerde rivayet edildiğinden değişik açılardan ihtilaf konusu olmuştur. Bunlar:
•  Bir hadisin bir müçtehide ulaşırken diğerine ulaşmaması,
•  Bazı hadislerin ahad yolla gelmesi,
•  Bazı hadislerin mürsel yolla gelmesi olup sübut bakımından ihtilafa sebep olabilmiştir.
(b) Nasların anlaşılması ve yorumlanması ile ilgili sebepler Mevcut Kur’ân ve Sünnet naslarının anlaşılması ve yorumlanması üzerindeki farklı anlayışlar da değişik mezheplerin oluşmasında etkili olmuştur.
- Bu bağlamda Kur’an ve Sünnet nasları, İslâm hukukçularının eline yazılı birer metin olarak geldiklerinden, bu nasların yazıldıkları dilin yapısı ve şari’in elastiki olan genel kiplere ya da birçok nasta kesin olmayan ifadelere yer vermesinden kaynaklanan birçok ihtilaf söz konusu olmuş, bu da mesajın farklı anlaşılması ve farklı yorumlanmasını zorunlu kılmıştır. Mesela: Bir nassın lafzındaki bir bağlacı, bir âlim “tahyir/muhayyerlik” anlamında değerlendirirken, diğeri “tafsil/açıklama ve ta’yin/belirleme” anlamında değerlendirmekte;- Yine nastaki bir kelimenin kimine hakikî anlamda, kiminde de mecazî anlamda kullanılmış gelmesi; - Kiminde bir kelimeden, o alandaki bütün bireyleri kapsayacak şekilde umumilik kastedildiği, yani kelimenin âmm lafız olduğu, kiminde de yalnızca özel bir anlam kastedildiği, yani kelimenin hâss lafız olduğu kanaati oluşması,
- Müşterek lafzın nasıl anlaşılacağı konusundaki görüş ayrılıkları mezheplerin oluşmasını sağlayan ihtilaf sebeplerindendir.
Ayrıca Sünnet bağlamında - Bir konuda birbiriyle çatışır görünen (tearuz) birden çok hadisin bulunması,
- Konu ile ilgili olarak ileri sürülen hadisin mensuh olup olmadığı,
- Hadiste ravinin hatasının bulunduğu veya hadisi tahrif ettiği kuşkusu,
- Hadisin bir kısmının hatırlanmadığı veya rivayet edilirken bazı kelimelerin düşmesi ihtimali;,
- Hadisin sebeb-i vüruduna dikkat edilmeden, farklı alanlarda hadisin kaynak gösterilmesi,
- Haber-i vahid şeklinde gelen bir hadisin, Kur’an’da yer almayan bir hüküm getirmesi,
- Haber-i vahidin meşhur hadise aykırı hüküm taşıması,
- Umum belva konusunda haber-i vahidin gelmesi,
- Haber-i vahidin şer’î naslardan çıkarılan genel ilkelere aykırı bir hüküm içermesi, gibi hususlar da farklı hukuk ekollerinin doğmasının amillerindendir.
Burada “umum belva” konusunda bir misal verecek olursak, öncelikle Hanefîler, bunun herkes tarafından yaşandığı için bilinmesi gerektiği, bu sebeple ahad yolla gelmesinin zayıflığına işaret olduğu kanaatindedirler. Cumhur ise hadisin sahih yolla gelmesinin yeterli olduğunu, herkesin bildiği konuda herkesin rivayet etmesinin gerekmediğini savunurlar.
.(2) Hukukçuların Şahsıyla İlgili Olan Sebepler Bunlar, şu şekilde özetlenebilir:
- Fakihlerin yaratılıştan getirdikleri zeka ve hafıza gibi farklılıklar. Bu özellikler meseleyi kavramada, ayet ve hadis naslarını yorumlamada farklılıklara yol açabilmektedir.
- Fıtrî eğilimlerindeki farklılıklar. Bu durum kimi müçtehitte reye, kiminde naslara bağlanma, kiminde ise sadece nasların zahirine bağlanma eğilimi doğurabilmektedir.
- Anlayış farklılıkları. Bu özellik de fıkıh usulü alanında farklı deliller ve hüküm çıkarma metotları kabul etmeyi doğurabilmektedir. Buna göre kimi kıyası, istihsanı veya maslahatı onaylarken, bazıları buna karşı çıkmaktadır. Yine kimi bireysel özgürlüğe ağırlık verirken, kimi de nasları muhafaza etmeyi ön planda tutabilmektedir.
- İlmi seviyelerindeki farklılıklar. - İlim dışındaki farklı meşguliyetleri. Fakihin meşgul olduğu alan, o konudaki meseleleri daha yerinde algılamaya ve kavramaya yardımcı olmakta ve içtihadını etkilemektedir. Burada fakihlerin anlayış farklılıklarıyla ilgili bir misal verecek olursak, Zâhirîler anlayış olarak nasların zahirlerine sarılıp, aklı arkaya atarlar. Bu sebeple naslarda yer alan hükümlere uyarlar, fakat sükût edilen konularda ise genel olarak mübah olduğu kanaatini benimserler.
(3) Ortamla İlgili Olan Sebepler Fakihlerin yaşadığı, ilim yaptığı beldeler, ziraat, zanaat veya ticaret yapma bakımından farklılık gösterdiği gibi, coğrafi şartlar bakımından da farklılık göstermekte idi. Bu farklılıklar zorunlu olarak bu ortamda bulunan fakihlerin fetva ve içtihatlarına yansıyor, bu da farklı mezheplerin oluşmasına katkı sağlıyordu. Diğer taraftan yeni ortaya çıkan olaylar, sosyal hayatın değişmesi neticesinde ortaya çıkan ihtiyaç ve zorunluluklar, ortamdan kaynaklanan İslâm bilginlerinin farklı fetvalar
vermelerinin sebepleri arasında yer almaktadır. Bu nedenle, haramı helal kılmamak şartıyla, farklı çevrelerde, aynı olayın maslahat içerme şekli değişik olabileceği için, zaman, mekân ve çevre faktörünün değişik olması nedeniyle, İslâm hukukçuları, aynı konuda farklı hükümler verebilmişlerdir. Bu da farklı hukuk ekollerini doğumunda etkili olmuştur.
Ortam ile ilgili farklılıkların görüş farklılıklarına yansımasına;
(a) hadislerin bol bulunduğu Mekke ve Medine fakihlerinin ağırlıklı olarak hadisçi olmaları, daha az bulunan Irak fakihlerinin ise reyci ağırlıklı olmaları ile (b) İmam Şâfiî’nin Irak’ta iken sahip olduğu kimi görüşlerini Mısır’a hicret ettikten sonra değiştirmesini örnek vermek yeterli olacaktır.
4.1.3. Mezheplere Uymanın Hükmü .Vahiy döneminde fetvâ mercii, Hz. Peygamber’in bizzat kendisi idi. Sorusu olanlar, esas itibariyle, onu Hz. Peygamber’e yöneltiyorlardı. Ancak sahabîler her zaman Hz. Peygamber’e ulaşamadıklarından, müçtehit olan sahabîlere fetvâ sormaktaydılar ve Hz. Peygamber onlara bu konuda izin vermekteydi. Hz. Peygamber’den sonra da durum değişmedi. Ashab problemlerini çözme konusunda müçtehit sahabîlerden yararlanıyorlardı. Ancak, bunlardan birine bağlanıp, sorularını sürekli ona sormak yerine, onlardan kolayca ulaşabildikleri birinden sorup, onun cevabıyla amel etmekteydiler. Tabiûn ve müçtehit imamlar devrinde de bu anlayış ve uygulama devam etmiştir.
Müçtehit imamlar dönemini takip eden hicrî III. yüzyılda ise bağımsız olarak dilediği müftüye müracaat edenler olduğu gibi, müçtehit imamların ortaya koyduğu sistematik fıkıh mezhebini bütün olarak öğrenip tatbik etmeye yönelenler de görülmektedir. Böylece fıkıh mezhepleri sosyal bir yapı kazanmaya da başlamıştır. Bunun doğal bir sonucu olarak artık bir mezhebe bağlanma konusu hicrî IV. asırdan itibaren tartışılmaya başlanmıştır.
Bir müçtehidi veya mevcut bir mezhebi taklit etme konusu çeşitli şekillerde tartışılmış olup, bu bağlamda mükelleflerin ilmî seviyeleri, başka bir bakışla dinî bilgi düzeyleri dikkate alınarak yapılan değerlendirme çoğunluk tarafından kabul görmüştür. Bu bakımdan mükellefleri üç grupta değerlendirmek mümkündür:
(1) Müçtehitler
Bunlar kutsal metinleri okuyup, anlayan ve onlardan hüküm çıkarma metotlarını da bilen ve hüküm çıkarabilen fakih kimselerdir. Bunlar da usul ve furuda bağımsız hareket eden “mutlak müçtehitler” ve usulde bir başka müçtehide tabi olan “mukayyet müçtehitler” olmak üzere iki derecelidir. Bu kimselerden “mutlak müçtehit” olanların diğer bir müçtehidi taklit etmesi haramgörülmüştür. Çünkü bu şahsın kendisince en doğru olana uyma zorunluluğu mevcuttur.
. Ancak, herhangi bir meselenin hükmünü istinbat edecek kadar vakit bulamayan bir müçtehidin, böyle bir zaruret halinde, bir başka müçtehidi taklit etmesi caizdir.
“Mukayyet müçtehitler”in ise içtihatta bulunduğu konular dışında, başka bir müçtehidi taklit etmesi caiz görülmüştür.
(2) Müttebiler/Uzmanlar
Bunlar kutsal metinlerin dilini bilen ve bu kaynaklardan hüküm çıkarma yollarını öğrenmek için tahsil yapmış olmakla birlikte, içtihada ehil olamayan müttebi’/uzman kimselerdir. Buna göre bir başkasının delilini bildiği halde, onun görüş ve içtihadıyla amel etmeye de “ittiba” denir.
Fıkıhta uzman kimseler ancak, müçtehitlerin görüşlerini dayandırdıkları delillerini inceleyip, görüşleri arasından tercih yapabilirler. Yani bunlar, imkân bulduklarında, delilini incelemeden bir kimseyi taklit edemezler. İmkan bulamadıklarında ise mevcut mezheplerden birine tabi olabilirler.
(3) Avam/Mukallitler
Bunlar Kitab ve Sünnet’in dilini bilmeyen, dolayısıyla onlardan hiçbir şey anlamayanhalk kesimidir. Avam için, bir müçtehidi taklit etmek zaruridir ve bu nedenle onların taklit etmeleri vacip görülmüştür. Çünkü kutsal metinleri okuyup anlama, buna göre dinî hayatını düzenleme gücüne sahip olamayanlar da, dinî açıdan mükellef olup, dinin emir ve yasaklarına uymakla yükümlüdürler.
İşte bir müçtehidin görüşü ile amel eden kimse, bu amelinden meydana gelecek uhrevimanevi mesuliyeti, o müçtehidin boynuna yüklediği için, bu ameline “taklit”, kendisine de “mukallit” denmiştir.
Sonuç olarak, kendi başına hüküm çıkarma imkânı olmayan halk çoğunluğunun, yükümlülüklerini yerine getirebilmeleri için, bilmeye ihtiyaç duydukları hükümleri, ilim ehline sormaları vacip olduğu gibi, amel konusunda âlimleri taklit etmeleri de vaciptir.
Ancak, karşılaştığı bütün meselelerde, belirli bir mezhep imamını taklit etmeleri şart değildir. Aksine, Müslüman bir kimse, bilgi, ihlâs ve samimiyetine güvendiği takdirde, dilediği müçtehidi taklit edebilir.
Çünkü çoğunluğa göre bir mezhebe bağlılık konusunda avamın mezhebi yoktur. Onun mezhebi, kendisine fetvâ veren müftünün mezhebinden ibarettir.
Çağdaş İslam hukukçularının çoğunluğu da, bir mezhebe bağlanmanın vacip olmadığı ve dileyenin dilediği mezhebe uyabileceği görüşünü benimsemişlerdir.
Yine İslâm âlimlerinin çoğunluğunun benimsediği görüşe göre, bir Müslüman, hayatının sonraki döneminde, bir başka mezhebe geçebileceği gibi, farklı problemleri için, kendi maslahatına daha uygun olması nedeniyle, diğer mezhep görüşleri ile amel de edebilir.
Çünkü Yüce Allah, kimseyi, bizatihi bir imama veya belli bir mezhebe uymakla mükellef kılmamış, aksine şu veya bu bilginle sınırlamaksızın, bilenlere uymayı emretmiştir (Nahl, 16/43; Enbiyâ, 21/7).
Kişinin mutlak olarak dilediği mezhebe uyabileceğini savunanlara göre, mesela kişinin bir gün Hanefî, ertesi gün Şâfiî mezhebi üzere namaz kılması da caizdir.
Bu bağlamda kişinin, kolaylık prensibine uygun olarak, daha rahat ve huzurlu bir dinî hayat sürme amacıyla, “yetkili kişiler”den o konuda mevcut olan “meşrû görüşleri” sorup, kolayına geleni veya Allah’a karşı kulluk bilincini ön planda tutarak kalbine yatanı almasının caiz olacağı görülmektedir. Nitekim Hz. Peygamber’in “Müftüler sana fetvâ verse de sen yine kalbine danış.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 194, 227, 228) hadisi de bunu desteklemektedir.
Bu yüzden bir mezhebe bağlılık pratiktir. Ayrıca dar anlamıyla dinî konularda, yani ibadetler ve helal-haram konularında, bir Müslümanın kendi içinde tutarlı kurallar bütününü hayatına uygulamak istemesi de tabiidir. Buna göre bir mükellef sürekli bir mezhebi taklit etmek istese bunun da caiz olduğu söylenmelidir.
Ne var ki, taklidi caiz görenler, bu konuda bazı noktalara dikkat çekmişlerdir:
(1) Müçtehit ve âlimi, bizzat itaat ve taklide ehil olduğu için değil, tebliğ ederek hükmü öğrenmeye vasıta olduğu için, taklit etmek. Çünkü itaat bizzat, Allah ve Rasûlü’ne gösterilir.
(2) Taklidin basit ve zannî de olsa bir tercihe dayanması. Başka bir ifadeyle bazı karine ve emarelerle taklit edilen şahsın âlim ve ehliyetli bir kişi olduğuna inanmak.
(3) Taassuptan uzak bulunmak. Yani taklit edilen âlimin yanılabileceğini kabul edip, onun görüşüne muhalif sahih bir nas ile karşılaşınca, imamın görüşünü terk ederek nassı kabul edebilmek.
(4) Taklit edilen konunun, iman konuları ve açıkça bilinen namaz, oruç gibi ibadetlerin farzlığı, zina, içki içmek gibi fiillerin haramlığı olmak üzere “zarurat-ı diniye” denilen konular dışında kalan ve taklidi caiz olan konulardan biri olması.
4.1.4. Mezheplerin Farklı Görüşlerini Birleştirmenin Hükmü
Fıkıh literatüründe aynı konuda, farklı mezheplerin hükümlerini birleştirerek, yeni bir şekil ortaya koymaya “telfik” denir. Bu şekildeki telfik hüküm itibariyle, “haram” ve “meşrû” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır:
(1) Telfik sonrasında ortaya çıkan yapı, teker teker olmak üzere, mezhep süzgecinden geçirildiğinde, hiçbir mezhebe göre onay alamadığında, bu telfik haram görülüp, böyle bir şeyle amel etmenin yasak olduğu kabul edilmektedir. Mesela: Hanefî mezhebine göre, ergen kızın nikâhında velinin bulunması şart değildir. Diğer mezheplerde ise, bu şarttır. Malikî mezhebinde, şahitlerin nikâh esnasında bulunmaları şart değilken, Şâfiî mezhebinde, nikâh akdi esnasında mehir belirlemek şart değildir. Ancak, Maliki mezhebinde akit esnasında mehir belirlemek şarttır. Şimdi; evlenmek isteyen erkek ve kadın, nikâh akdinde bu üç mezhebin hükümlerini farklı bir şekilde cemederek; veliden izinsiz, şahitsiz ve mehirsiz nikâhlanacak olsa, bu haram olan bir telfik olup, böyle bir nikâh caiz olmaz. Çünkü bu nikâh akdi, Hanefîlere göre eksik olduğu gibi, Şafiî ve Malikî mezheplerine göre de eksik şartlar bulundurmaktadır.
Buna göre, böyle bir nikâh şekli, İslâm hukuk ekollerinin hiçbirisinden onay alamadığından, yasak bir işlem olarak nitelenmiştir.
(2) Bundan farklı olarak, abdest organlarını yıkarken ovmadan abdest alan kişi Mâlikî mezhebine göre; şehvetsiz de olsa bir kadına dokunan kişi ise Şâfiî mezhebine göre abdestsiz sayıldığı için, her iki mezhebe göre de böyle bir abdeste sahip olan kişi namaz kılamaz. Ancak, diğer yandan Hanefî mezhebine göre bu iki durum da abdestin sahih olmasına engel değildir.
Bu sebeple bu nitelikteki bir abdestle kılınan namaz hiç olmazsa Hanefîlere göre sahihtir. Dolayısıyla abdestin geçersizliği konusunda mezhepler arasında icmâ gerçekleşmediği için, böyle bir telfik ise çağdaş İslam hukukçularının da aralarında bulunduğu çoğu âlim tarafından caiz görülmüştür.
4.2. MEŞHUR İSLAM HUKUK MEZHEPLERİ
günümüzde taraftarı bulunup, İslâm toplumlarında meşhur olan hukuk ekollerini, sünnî, şiî ve zâhirî başlıkları altında ana hatlarıyla tanıtmak istiyoruz.


4.2.1. SÜNNÎ MEZHEPLER
4.2.1.1. Hanefî Mezhebi
(1) Kurucusu ve Mezhebin Tarihçesi

Hanefî mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam Ebu Hanîfe’dir. Asıl adı Numan b. Sâbit olup 80/699 yılında Kûfe’de doğmuş, 150/767 yılında Bağdat’ta vefat etmiştir.
Ebû Hanîfe’nin fıkıh alanındaki ilmi, hocası Hammad b. Ebî Süleyman (ö.120/738) yoluyla ile onun hocası İbrahim en-Nehaî’ye (ö.96/714), onunla hocası Alkame b. Kays’a (ö.62/682) ve onunla da İbn Mes’ûd (ö.32/653), Hz. Ali (ö.40/661) ve Hz. Ömer (ö.23/644) gibi fıkıhta otorite sahabîlere bağlanmaktadır.
Ebu Hanife şiî mezhebi kurucuları Zeyd b. Ali ve Cafer-i Sâdık’tan da ders okumuştur.
Bu mezhebin sistemleşmesinde ve yayılmasında Ebu Hanîfe’den sonra şu müçtehit talebelerinin etkisi büyük olmuştur:
•  Ebu Yusuf (ö.182/798),
•  Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî (ö.189/805),
•  Züfer b. Hüzeyl (ö.158/775)
•  Hasan b. Ziyâd (ö.204/819)11

Hanefî mezhebi Irak’ta doğmuş ve Abbâsîler devrinde ülkenin başlıca fıkıh mezhebi olmuştur. Mezhep özellikle doğuya doğru yayılarak Horasan ve Mâverâunnehir’de en büyük gelişmesini göstermiştir. Birçok ünlü Hanefî hukukçu bu ülkelere mensuptur. Mağrib (Fas)’ta Hanefîler V. yüzyıla kadar Mâlikîlerle beraber bulunuyorlardı. Sicilya’da ise hâkim durumda idiler. Abbasîlerden sonra Hanefi mezhebinde bir gerileme görülmüşse de, Osmanlı devletinin kurulmasıyla yeniden gelişme olmuş; Osmanlı sınırları içinde, halkı başka bir mezhebe bağlı olan yerlere bile, İstanbul’dan Hanefi mezhebine sâlik hâkimlerin gönderilmesi, (Mısır ve Tunus’ta olduğu gibi) buralarda mezhebe resmîlik kazandırmıştır.
Günümüzde Afganistan, Pakistan, Türkistan, Buhara, Semerkant gibi Orta Asya ülkelerinde Hanefîlik hâkimdir. Bugün Türkiye ve Balkan Türkleri”, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya Müslümanları genel olarak Hanefî olduğu gibi, Hicaz, Suriye ile Yemen’in Aden bölgesindeki Müslümanların bir kısmı da Hanefîdir.
(2) İçtihat Metodu
.(a) Kur’ân: Hüküm çıkarmada önce Kur’an’a başvurulur.
(b) Sünnet: Kitapta bir delile rastlanmazsa, Sünnet’e bakılır.
(c) Sahabî Kavli: Sünnette de hüküm bulunamazsa, sahabe arasında icma olup olmadığına bakılır, icma varsa ona tabi olunur, yoksa sahabîlerden birinin bu konudaki görüşü tercih edilir.
(d) İcmâ: Buraya kadarki araştırmalardan bir hükme ulaşılamazsa, konu hakkında diğer tabakalarda icma olup olmadığına bakılır.
(e) İçtihat: Konu hakkında icmanın da bulunmadığı tespit edildiğinde, içtihada başvurulur. İçtihat yaparken, “kıyas”, “istihsan” ve “örf ve âdet” delilleri sıkça başvurulan kaynaklardır. Hanefî hukuk ekolü, akla daha çok yer vermesi, gerçekçi çözümler sunması, insan hürriyetine ve geleneklere önem vermesi, görüş ve hükümlerinin pratik hayatta uygulanma kolaylığı ile meşhurdur.
(3) Mezhepte Kullanılan Bazı Terimler
İmâm, Hanefî mezhebinin kurucusu Ebu Hanîfe için kullanılmaktadır.
İmâmeyn, Ebu Hanîfe’nin mezhebini sağlam yolla sonraki nesillere nakleden önde gelen talebeleri Ebu Yusuf ile Muhammed için kullanılmaktadır.
Sâhibeyn, keza bu terim de Ebu Yusuf ve Muhammed hakkında kullanılır.
Şeyhayn, Ebû Hanîfe ile Ebu Yusuf’u ifade etmek için kullanılır.
Tarafeyn, Ebû Hanîfe ile Muhammed için kullanılmaktadır.
Mütekaddimûn, önceki Hanefî hukukçular demektir ve Şemsü’l-Eimme el-Hulvânî’den (ö.474/1081) önce yaşayan âlimleri ifade eder.
Müteahhirûn, sonraki hukukçular demektir ve Hulvanî’den Hâfızuddîn el-Buharî’ye kadar olan hukukçuları ifade eder. Buna göre Ebu Zeyd ed-Debûsî, Pezdevî, Serahsî ve Kâsânî bunlar arasındadır.
(4) Furû Kitapları ve Dereceleri
Ebû Hanîfe’nin görüşlerini derlediği, kendisi tarafından yazılmış bir fıkıh kitabı bulunmamaktadır. Onun görüşleri, sonraki nesillere öğrencileri tarafından intikal ettirilmiştir. Hanefî mezhebinin en eski ve sağlam kabul edilen furû kitaplarının başında, Ebu Hanîfe’nin talebesi Muhammed b. Hasen eş-Şeybânî tarafından kaleme alınan kitaplar gelmektedir. Bu kitaplarda İmam Muhammed, kendi görüşü de dâhil olmak üzere, Ebû Hanîfe’nin ve Ebû Yusuf’un görüşlerini toplamıştır. eş-Şeybânî tarafından yazılan bu eserler şunlardır:
(1) “el-Asl” (el-Mebsut): Ebu Hanife’nin sabit ve ittifaklı görüşlerini ele almakla birlikte, ihtilaf bulunduğunda Ebu Yusuf ve eser sahibi Muhammed’in görüşlerini de alır.
(2) “el-Câmi‘u’l-Kebîr”: Rey ehlinin fıkhî görüşleri anlatılır.
(3) “el-Câmi‘u’s-Sağîr”: Mezhep imamlarının görüşlerini tanıtır.
(4) “es-Siyeru’l-Kebîr”: Devletler umumi hukukuna ait ilk eserdir.
(5) “es-Siyerü’s-Sağir”: Yine devletler umumi hukukuyla ilgilidir.
(6) “ez-Ziyâdât”: Bu eser yukarıdaki eserlerde bulunmayan görüşleri ele alır.
Bu altı eser, İmam Muhammed’den tevatür veya şöhret yoluyla nakledildiği için, “Zâhiru’r-Rivâye” (el-Usûl) olarak anılmaktadır. Bu altı kitap, Hâkim eş-Şehîd (ö.334/945) tarafından özetlenerek “el-Kâfî” adıyla bir araya getirilmiştir. Şemsü’l-Eimme es-Serahsî de bunu “el-Mebsût” adıyla şerh etmiştir. el-Mebsût, Hanefî fıkhının temellendirildiği, bu mezhebe ait görüşlerin delillerinin açıklandığı ve sistemli bir tahlilinin yapıldığı ilk ve en hacimli eserdir. Ebu Hanîfe, Ebu Yusuf ve Muhammed’in görüşlerini toplayan bazı kitaplar daha vardır.
(1) “Ziyâdâtü’z-ziyâdât”: ez-Ziyâdât’ta olmayan meseleleri ihtiva eden eserdir.
(2) “Keysâniyyât”: Süleyman b. Saîd Keysân rivayet etmiştir.
(3) “Cürcâniyyât”: Ali b. Salih Cürcânî rivayet etmiştir.
(4) “Rakkiyyât”: İmam Muhammed’in Rakka’da kadı iken gelen meselelere verdiği cevaplardan oluşur. Talebesi Muhammed b. Semâ‘a (ö.233/847) rivayet etmiştir.
(5) “Hâruniyyât”: Halife Hârunu’r-Reşîd’e (ö.193/809) sunulan meseleleri ele alır.
Bu eserler de İmam Muhammed’e aittir.
(6) “el-Emâlî”: Ebu Yusuf’un eseridir.
(7) “el-Mücerred” Hasan b. Ziyâd’ın eseridir.
İlk sırada yer alan Zâhiru’r-rivâye’den sonra ikinci derecede, rivayetinin güvenilirliği bakımından öncekilere ulaşamayan Nevâdir adlı eserler almaktadır. Daha sonra da Fetâvâ ve Vâkıât kitapları gelmektedir.
Hanefî ekolüne ait meşhur eserlerden bazıları ise şunlardır:
•  Ebû Cafer et-Tahâvî (ö.321/933) el-Muhtasar;
•  Kudûrî (ö.428/1037) el-Muhtasar;
•  Ebû Bekir el-Kâsânî (ö.587/1181), Bedâiu’s-sanai’ fî tertibi’ş-şerâi’;
•  Burhaneddin el-Merğınani (ö.583/1196), el-Hidaye;
•  Kemaleddin b. Hümam es-Sivasî (ö.861/1457), Fethu’l-Kadir;
•  Abdullah el-Mevsıli (ö.683/1284), el-Muhtâr ve şerhi el-İhtiyar li ta’lili’l-Muhtâr;
•  Molla Hüsrev (ö.885/1480), Düreru’l-hukkâm fi şerhi Ğureri’l-ahkâm;
•  İbrahim el-Halebî (ö.956/1549), Multeka’l-ebhur;
•  Muhammed Emin b. Âbidin (ö.1252/1836), Reddü’l-Muhtâr ale’d-Dürri’l-Muhtâr Şerhu Tenviri’l-ebsar.

4.2.1.2. Mâlikî Mezhebi
Maliki ekolü, meşhur dört büyük hukuk ekolünden birisidir.
(1) Kurucusu ve Mezhebin Tarihçesi
Mâlikî mezhebinin kurucusu Mâlik b. Enes olup, 95/713 yılında Medîne’de doğmuş, 179/795 yılında yine aynı şehirde vefat etmiştir.
Hicaz veya Medine ekolü diye bilinen bu mezhep, esas itibariyle Hz. Ömer, Zeyd b. Sabit (ö.45/665), Abdullah b. Abbas, Hz. Âişe gibi sahabiler ile Saîd b. el-Müseyyeb, Urve b. ez-Zübeyr (ö.94/712), Kâsım b. Muhammed, (ö.102/720) Ebu Bekr b. Abdirrahman (ö.94/713), Süleyman b. Yesâr (ö.107/725), Rabîatu’r-Re’y (ö.136/753) ve Hârice b. Zeyd (ö.100/718) gibi tabiilerin içtihat ve fetvâlarına dayanmaktadır.
Bu ekolün gelişmesi ve yayılmasında katkısı bulunan Maliki imamlarının önde gelenleri şunlardır:
•  Abdurrahman b. el-Kasım (ö.191/806);
•  Abdullah b. Vehb (ö.197/812);
•  Eşheb b. Abdilaziz (ö.204/819);
•  Asbağ b. el-Ferec el-Emevî (ö.225/839).

Malikî Mezhebi, başlangıçta Hicaz’da yaygındı. Ancak sonraları çeşitli sebeplerden dolayı bu bölgedeki müntesipleri azalmıştır.
Malikî mezhebi Mısır’dan Mağrib’e kadar bir şerit takip eden Kuzey Afrika’da yayılmıştır.
Malikî Mezhebi, Endülüs’te de en çok müntesibi bulunan mezheptir. Endülüs’te önceleri Evzâî mezhebi üstündü. Fakat Hicrî 200’lerden sonra Malikî mezhebi, bu bölgeye hâkim olmaya başladı. Malikîliği Endülüs’e ilk getiren kimse, İmam Malik’in seçkin öğrencilerinden biri olan, Ziyad b. Abdurrahman olmuştur. Endülüs Emevî Devletinin Abbasilerle olan kötü ilişkileri onların Malikî mezhebini devletlerine hâkim kılmasına sebep olmuştur.
Günümüzde Libya, Trablus, Tunus, Cezayir, Fas, Merakeş, Sudan, Afrika sahilleri ekseriyetle Malikidir. Irak, Suriye, Hicaz ve yukarı Mısır’da da Malikiler bulunmaktadır.
(2) İçtihat Metotları
Malikî mezhebinde, diğer mezheplerde olduğu gibi, bir mesele hakkında şu yol takip edilir:
(a) Kur’ân:
(b) Sünnet:.
(c) İcmâ:
(d) Medine’lilerin amel ve uygulamaları: Malikîler buna büyük değer verirler. Onlara göre, Medine’lilerin uygulamalarının bir hadise dayanma şansı vardır. Bu nedenle onlar, Medine halkının tatbikatıyla uyuşmayan bazı hadislerle, hadisin sıhhatı hakkında kuşku duyduklarından, amel etmemişlerdir.
(e) Sahâbî kavli: Malik sahabe fetvalarını, amel edilmesi vacip olarak telakki ederdi.
(f) Re’y: icmâda bir cevap bulunamadığında re’ye/İçtihada başvurulur.
(g) Kıyas: İçtihat bağlamında kıyas da kullanılmakla beraber, Malikîler, Hanefîler kadar kıyasa önem vermez.
(h) mürsel maslahat
(i) sedd-i zerai
(j) istihsan
(k) örf ve âdeti
Ayrıca onların içtihat metotları arasında mürsel maslahat ve sedd-i zerai önemli bir yer teşkil etmekte olup, istihsan ile örf ve âdeti de kullanırlar.
(3) Mezhepte Kullanılan Bazı Terimler
Rivayet, mezhebin kurucu imamı olan Mâlik b. Enes’in görüşlerini ifade eder.
Kavl/Akvâl, Mâlik’in talebelerini ve onlardan sonra gelen tahriç ehli müçtehitlerin görüşlerini ifade etmek için kullanılır.
Vech/Evcüh, mezhep müçtehitlerinin, mezhep usulüne göre tahriç ettikleri görüşlerini ifade eder.
İttifak tabiri, genel olarak mezhep alimlerinin ittifakını gösterir.
Fukahâ terimi ise, Medîneli meşhur yedi fakih için kullanılmıştır.
(4) Meşhur Eserleri
Maliki ekolüne ait meşhur eserlerden bazıları şunlardır:
•  Malik b. Enes (ö.179/ 795), el-Muvatta;
•  Sahnun/Abdüsselam et-Tenûhî (ö.240/854), el-Müdevvenetü’l-Kübra;
•  Abdullah b. Habîb (ö.238/852), el-Vâdıha;15
•  Kurtubî el-Utbî (ö.255/869), el-Utbiyye;
•  İbnü’l-Mevvâz (ö.269/883), el-Mevvâziyye;
•  Esed b. el-Furat ( ö.213/828), el-Esediyye;
•  İbn Rüşd el-Cedd (ö.520/1126), el-Mukaddemât;
•  İbn Rüşd el-Hafîd (ö.595/1198), Bidayetü’l-müçtehid ve Nihayetü’l-muktesıd;
•  İbn Cüzeyy (Ebu’l-Kasım b. Cizzi) (ö.741/1340), el-Kavaninü’l-Fıkhıyye fi telhisi Mezhebi’l-Malikiyye;
•  Seyyidi Halil (ö.767/1365), el-Muhtasar.
Bu eserler arasındaki hiyerarşiye gelince, el-Müdevvene, Mâlikî fıkhının en muteber temel kaynağı kabul edilmektedir. Zira doğru ve sağlam kanallarla rivayet edilmiştir. Müdevvene ile birlikte el-Utbiyye, el-Vâdıha ve el-Mevvâziyye Mâlikî mezhebinin dört ana kaynağını oluşturur.

4.2.1.3. Şâfiî Mezhebi Şafii ekolü, bugün de yaşayan sünni hukuk ekollerinden birisidir.
(1) Kurucusu ve Mezhebin Tarihçesi
Şâfiî mezhebinin kurucusu olan Muhammed b. İdrîs eş-Şâfiî 150/767 yılında Gazze’de doğmuş, 204/820 yılında da Mısır’da vefat etmiştir.
İmam Şâfiî’nin fıkhı Medine’de İmam Malik’ten, Bağdat’ta Ebu hanife’nin talebesi İmam Muhammed’den, Mekke’de ise Süfyan b. Uyeyne’den aldığı bilgilere dayanmaktadır. Bu sebeple onun mezhebi Irak ve Hicaz ehlinin fıkhının sistematik bir şekilde birleştirilmesinden oluşmuştur.
Şafii’nin Irak ve Mısır’daki hayatı onun içtihatlarını iki kısımda incelenmesini gerektirmiştir. Onun Mısır’a geçmeden önce Irak ve Hicaz’daki fıkhî görüşlerine “kavl-i kadîm” denir. Onun h.199’dan sonra Mısır’a hicretinden sonra çeşitli coğrafi ve sosyal farklılıkların etkisiyle daha önce sahip olduğu fıkhî kanaatlerini değiştirerek ulaştığı yeni görüşlere ise “kavl-i cedîd” denir.
Bu mezhebin sistemleşmesinde ve yayılmasında Şâfiî’nin şu talebelerinin katkıları büyük olmuştur.
•  Ebû Bekir el-Humeydî (ö.219/834),
•  Yusuf b. Yahyâ el-Büveytî (ö.231/845),
•  İsmâil b. Yahyâ el-Müzenî (ö.264/877),
•  Rabî’ b. Süleyman el-Cizz ( ö. 257/870);
•  Rebî’ b. Süleymân el-Murâdî (ö.270/884)
Şâfiî mezhebi özellikle Mısır’da yayılmıştır. Çünkü mezhebin imamı hayatının son dönemini orada geçirmiştir. Bu mezhep, Irak’ta da yayılmıştır. Çünkü Şâfiî fikirlerini yaymaya önce orada başlamıştır. Osmanlılar Mısır’ı ele geçirince Hanefî Mezhebi üstünlük kazandı. Daha sonra Mehmet Ali Paşa Mısır’a hâkim olunca, Hanefi mezhebi dışındaki mezheplerle resmi olarak amel etmeyi ilga etmiştir. Günümüzde Anadolu’nun doğu kesiminde, Kafkasya, Azerbaycan, Hindistan, Filistin, Seylan ve Malaya Müslümanları arasında Şafiî mezhebine mensup olanlar bir hayli fazladır. Endonezya adalarında ise hâkim olan tek mezhep Şâfiî mezhebidir. Şâfiî mezhebi İran’a da girmiştir. Günümüzde Şiî ekolü ile yan yana bulunmaktadır.
Ayrıca Yemen, Aden, Irak, Hit ve Doğu Anadolu’da da Şafiîler bulunmaktadır.

(2) İçtihat Metodu
(a-b) Kur’ân ve Sünnet: Meseleye ait bir hüküm öncelikli olarak Kur’an ve Sünnet’ten aranmaktadır. Âhad hadislerle amel konusunda, Hanefîler ve Malikiler’den daha müsamahakâr davrandıklarından, bu tür rivayetlerle büyük ölçüde amel etmişlerdir.
(c) İcmâ: Bunlardan hüküm çıkarılamadığında, icmaya başvurulur.
(d) Sahabî Kavli: Bundan sonra, hüküm çıkarımında bulunmak için sahabi sözlerine başvurulur. Sahabi sözlerinden, öncelikli olarak sahabenin ittifaklarına, sonrasında ise, sahabenin farklı görüşlerine dayanılır.
(e) İçtihat/Kıyas: Bunlardan sonra ise, içtihada başvurulmuştur. İmam Şâfiî kıyası içtihat manasında kullanmıştır. Ancak Şâfiîler, kıyası Hanefîler kadar kullanmamışlardır.
(f) Örf ve âdet
İçtihat bağlamında diğer mezheplerin kullandığı istihsan ve mürsel maslahat delilini eleştirerek reddetmişlerdir. Ancak, isim olarak tenkit ettikleri istihsan metodunu, aynı isim altında olmasa da kullanmışlardır. Şafii hukuk ekolünde, daha çok objektif nazariye takip edildiğinden, bir miktar zahiriciliğe kaçılmıştır.
(3) Mezhepte Kullanılan Bazı Terimler
Kavl/Akvâl, İmam Şâfiî’ye aidiyetinde ittifak bulunan görüşler için kullanılır
Vech/Vücûh, Şâfiî mezhebindeki müçtehitlerin, mezhebin usulüne uygun olarak, tahriç yoluyla çıkardıkları görüşler için kullanılır.
Tarîk/Turuk, İmam Şâfiî’ye ve diğer imamlara aidiyetinde ihtilaf bulunan görüşleri ifade eder.
(4) Meşhur Eserleri
Şâfiî ekolüne ait meşhur eserlerden bazıları şunlardır:
•  İmam Şâfii (ö. 204/ 819), el-Ümm,
•  -----------, er-Risale (ilk fıkıh usulü eseri);
•  el-Maverdi ( ö.450/1058), el-Havi’l-Kebir;
•  Ebû İshak eş-Şirâzî ( ö.476/1083), el-Mühezzeb ;
•  Gazzali (ö.505/1111), el-Vasît,
•  -----------, el-Veciz;
•  Nevevî (ö.676/1277) , Minhâcü’t-talibin,
•  -----------, el-Mecmu’ (el-Mühezzeb’in şerhi);
•  Şirbînî, Muğni’l-muhtâc.

4.2.1.4. Hanbelî Mezhebi
(1) Kurucusu ve Mezhebin Tarihçesi
Hanbelî mezhebinin kurucusu Ebû Abdillah Ahmed b. Hanbel eş-Şeybânî 164/780yılında Bağdat’ta doğmuş, 241/855 yılında yine aynı şehirde vefat etmiştir.
Ahmed b. Hanbel Hicaz’da Süfyan b. Uyeyne’den, Bağdat’ta Şâfiî ve Ebu Yusuf’tan fıkıh dersleri okumuş ve daha çok Süfyan b. Uyeyne’nin etkisinde kalmıştır.
Bu mezhebin gelişmesinde ve yayılmasında etkili onlalar şunlardır:
•  Ahmed b. Hanbel’in başta oğlu Sâlih (ö.266/879)
•  Ebû Bekir Ahmed b. Hanî el-Esrem (ö.273/886),
•  Ahmed b. Muhammed el-Mervezî (ö.275/888) ve
•  İbrâhim b. İshâk el-Harbî’nin (ö.285/898)
Hanbelî mezhebinin fakihleri çok güçlü olduğu halde, istenilen ölçüde yayılmamıştır.
Arabistan yarımadasında Hanbelî mezhebi oldukça güçlenmiştir.
Bu mezhebin fazla yayılmamasının sebepleri şunlardır: Hanbelî mezhebi teşekkül etmezden önce Irak’ta Hanefî, Mısır’da Şâfiî ve Mâlikî, Endülüs ve Mağrib’te yine Mâlikî mezhebi hâkim durumda idi. Diğer yandan Hanbelîler önceleri, başkalarına karşı delil göstermekten çok, sert hareketlere başvuruyorlardı. Güçleri arttıkça, iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma için insanlara baskı yapıyorlardı. Hanbelîlerin bu gibi davranışları
yüzünden insanlar bu mezhepten ürkmüşlerdir. Bu sebeple Hanbelî mezhebi fazla taraftar bulamamıştır. Bununla birlikte başta Hicaz olmak üzere, Irak, Suriye, Filistin ve Mısır’da Hanbelîler bulunmaktadır.
(2) İçtihat Metodu
Ahmed b. Hanbel, rey ve içtihaddan ziyade, Kitab ve Sünnet’e göre fetva vermekle ün yapmıştır. Bu tavrı sebebiyle, onun hukukçu olmayıp, sadece hadisçi olduğunu iddia edenler bile vardır. Bu ekol mensupları bir mesele karşısında sırasıyla;
(a) Kitab,
(b) Sünnet,
(c) İcma,
(d) Sahabilerin ihtilaf halinde olmayan fetvaları,
(e) sahabîlerin ihtilaf halindeki görüşleri,
(f) mürsel ve zayıf hadisler ve
(g) kıyas delillerine başvurmuşlardır.
Sahabîlerin görüşlerinden sonra, Tabiilerin fetvalarını da delil olarak kabul eden Ahmed b. Hanbel, icma konusunda çok ihtiyatlı davranmaktadır. İmam, kıyası da yetersiz görür ve ancak zaruret halinde kıyasa başvurulabileceğini ifade ederdi.Daha sonraki Hanbelîler,
(h) mürsel maslahat,
(i) istishab,
(j) istihsan ve
(k) sedd-i zerai gibi hüküm çıkarma metotlarını da, kendi anlayışları çerçevesinde, delil olarak kullanmışlardır.
(3) Mezhepte Kullanılan Bazı Terimler
İmam, mezhebin kurucu imamı Ahmed b. Hanbel’i ifade etmek için kullanılır.
Cemaat, Ebu Tâlib b. Humeyd (ö.244/858), Hanbel b. İshâk b. Hanbel (ö.263/876), Sâlih b. Ahmed b. Hanbel, Abdülmelik b. Abdilhamid b. Meymûn (ö. 274/887), Harb b. İsmail (ö.280/893), İbrahim b. İshâk el-Harbî (ö.285/898) ve Abdullah b. Ahmed b. Hanbel’den oluşan grubu ifade eder.
Mütekaddimûn, Ahmed b. Hanbel’den, Kadı Ebu Ya‘lâ el-Ferrâ’ya (ö.458/1066) kadar geçen devrede yaşamış bilginleri gösterir.
Mütevassitûn, Kadı Ebu Yâ‘lâ’dan Burhanüddin İbrahim b. Muhammed b. Müflih’e (ö.884/1479) kadar geçen devrede yaşamış olan mezhep fakihlerini belirtir.
Müteahhirûn ise, Alâuddîn Ali b. Süleyman el-Merdâvî’den (ö.885/1480), Muhammed
b. Abdillah Ali elÂmirî’ye(ö.1295/1878) kadar geçen dönemde yaşamış olan bilginler için kullanılır19
(4) Meşhur Eserleri
•  Ebu Bekir el-Hallal (ö.311/923), Kitabü’l-Câmi’;
•  Ebu’l-Kasım el-Hıraki( ö.334/945), el-Muhtasar;
•  Şemseddin ez-Zerkeşi, Şerhu Muhtasarı’l-Hıraki;
•  İbn Kudame (ö.620/1223), el-Muğni ,
•  ------------, el-Umde,
•  ------------, el-Mukni’;
•  Alaeddin el-Merdavi, el-İnsaf fi ma’rifeti’r-racih mine’l-hılaf;
•  Buhuti (ö.1051/1641), el-İkna’
•  -----------, Keşşafi’l-kına’ ani’l-ikna’.

4.2.1.5. Yaşamayan Diğer Mezhepler
Burada, bunların kurucu imamlarını hatırlatmakla yetinmek istiyoruz.
(1) Abdullah b. Şübrüme (ö.144/761).
(2) Kufe Kadısı, Abdurrahman b. Ebi Leyla (ö.148/765).
(3) Abdurrahman b. Amr el-Evzai ( ö.157/774).
(4) Süfyan es-Sevri (ö.161/778).
(5) Leys b. Sa’d (ö.175/791).
(6) Kadı Şüreyk b. Abdillah en-Nehai (ö.177/793).
(7) Süfyan b. Uyeyne (ö.198/813).
(8) İshak b. Rahuye ( ö.238/852).
(9) Davud. B. Ali el-Isfahani (ö.270/883).
(10) Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-taberi (ö.310/922).
4.2.2. ŞİÎ MEZHEPLER
Bu bölümde günümüzde milyonlarca mensubu bulunan Zeydîler ve Caferîler ana hatlarıyla tanıtılacaktır.
4.2.2.1. Zeydiye Mezhebi
Zeydiye hukuk ekolü, şia içerisinde, sünnî hukuk ekollerine en yakın olanıdır.
(1) Kurucusu ve Mezhebin Tarihçesi
Bu ekolün kurucusu, Zeyd b. Ali Zeynelâbidin olup, 80/699 yılında Medine’de doğmuş, 122/746 yılında Kufe’de, Emevi Halifesi Hişam b. Melik’e karşı ayaklanması esnasında şehit edilmiştir. Zeynelâbidin Hz. Peygamber’in kızdan torunudur.
Zeydî hukuk ekolünün gelişmesi ve yayılmasında katkısı bulunan imamlardan bazıları şunlardır:
•  Ebu Halid Amr b. Halid el-Vasıtî (ö.150/767);
•  Ahmed b. İsa b. Zeyd (ö.240/854);
•  el-Kasım b. İbrahim er-Ressî (ö.242/856);
•  el-Hadi ile’l-hak Yahya b. Hüseyin b. el-Kasım (ö.298/910).
Zeydîler Yemen bölgesinde yerleşmiştir. Günümüzde de Yemen’in resmi mezhebi Zeydîliktir.
(2) İçtihat metodu
Zeydî hukuk ekolünde sırasıyla; Kitab, Sünnet, İcma, Kıyas, İstihsan, Mürsel maslahat ve akla başvurulur. Bu ekol içtihada büyük önem vermiş, içtihat kapısının kapanmadığını benimsemiş, böylece çok sayıda müçtehit yetiştirmiş ve sünnî hukuk ekollerinden de istifade etmiştir.
Daha çok, Hanefi hukuk ekolüne paralel hükümler bulundurmaktadır.
(3) Meşhur Eserleri
•  İmam Zeyd b. Ali (ö.122/ 746), el-Mecmu’ fi’l-Fıkh;
•  Ahmed b. İsa b. Zeyd (ö.240/854), el-Emâlî;
•  el-Hâdî (ö.298/910), Kitabu Câmii’l-Fıkh,
•  ------------, el-Ahkâm fi’l-Helal ve’l-Haram;
•  Ahmed b. Yahya b. el-Murteza (ö.840/1436), el-Bahru’z-Zahhar.

CAFERİYYE/İMAMİYYE MEZHEBİ
İmamlara inanmayı imanın şartlarından gördükleri için İmamiye diye bilinen bu siyasi fırka, hukuk noktasında Şâfiîlere yakın bir hukuk ekolü sahibidirler.
(1) Kurucusu ve Mezhebin Tarihçesi
Bu fırkanın hukuk imamı Cafer es-Sadık (148/765) olup, bu fırka, Caferiye olarak da tanınmaktadır.


Bu fırkanın hukuk çizgisinde katkısı bulunan imamlardan bazıları şunlardır:
•  Musa Kazım (ö.183/799);
•  Ali Rıza (ö.202/817);
•  Ebû Cafer Muhammed b. Hasan el-Kummi (ö.290/903).
Caferîler İran’da resmi mezheptir. Irak, Suriye, Azerbaycan’da oldukça çok, Hatay ve Kars’ta ise az miktarda bulunmaktadır.
(2) İçtihat Metodu
Caferîlerin benimsediği içtihat metodu şöyledir:Hüküm çıkarmak için, sırasıyla; Kitab, Sünnet, İcma ve Akıl kaynaklarına müracaat ederler.
Ancak onlar, ehl-i beyt yolu ile rivayet edilen veya kendilerince makbul olan beş-on sahabinin naklettiği hadisleri kabul ederek, ayırımcı bir sünnet anlayışını benimsemişlerdir.
İcma konusunda da farklı bir anlayışa sahip olup, sadece, kendi masum imamlarının bir görüşü üzerindeki ittifak icma sayılmaktadır.Ayrıca içtihat kapısının daima açık olduğunu benimsemekle birlikte, kıyas ve re’ye dayanan içtihadı kabul etmeyerek, bunu bidat olarak görürler.
(3) Meşhur Eserleri
•  Musa Kazım (ö.183/799), el-Helal ve’l-Haram;
•  Ali Rıza (ö.202/817), Fıkhu’r-rıda;
•  el-Kuleyni Ebû Cafer Muhammed b. Yakub (ö.328/940), el-Kâfi;
•  et-Tusî Şeyhu’t-Taife Ebû Cafer Muhanned b. Hasan (ö.460/1067), el-İstibsar,
•  --------------, Tehzibü’l-ahkam;
•  Necmuddin Cafer b. el-Muhakkık el-Hılli (ö.676/1276), Şeraiu’l-ahkâm fi mesâili’lHalal ve’l-Haram.
4.2.3. ZÂHİRÎ MEZHEBİ
Kitab ve Sünnet lafızlarının zahir manalarına dayanmayı ilke edinen bir hukuk ekolüdür. Zahiri ekolünün kurucusu, Ebu Süleyman Davud b. Ali b. Halef el-İsfahani ez-Zahirîdir (ö.270/883). Bu ekolün gelişmesi ve yayılmasında katkısı bulunan bazı âlimler şunlardır: •  Muhammed b. Davud b. Ali ez-Zahiri (ö.297-909);
•  Abdullah b. Ahmed b. el-Muğalles (ö.324/936);•  Bu ekolün ikinci imamı olarak bilinen Ebu Muhammed Ali b. Ahmed b. Hazm (ö.456/1064). Hindistan taraflarında Zahiri mezhebine bağlanan pek az kimse vardır.
(2) İçtihat Metodu Zahiri hukuk ekolüne göre, bir mesele hakkında
(a) Kitab ve
(b) Sünnet’e bakılır,
Bu iki kaynaktaki nasların zahirine göre amel etmek esastır.
(c) İcmâ: Ana kaynaklarda konu hakkında belirleyici bir nas bulunmazsa, icmaya başvurulur. Bunlara göre icma, sahabîlerin ya da bütün ümmetin icması olduğundan, kaynak olarak kabul edilir.
(d) İstıshab: Bu ekolde, kıyas, istihsan ve rey ile içtihat reddedilmiştir. Buna göre, haram, helal, mekruh veya mendup olduğu naslarla bildirilmeyen ve hakkında icma bulunmayan şeyler mübahtır. Bu da usulde istıshab denilen delildir.
(e) Delil: Zahirîler, hakkında hüküm bulunmayan her konuya istishab delilini yansıtamadıklarını görünce, bu problemi aşabilmek için, kıyası kabul etmemelerinin de verdiği sıkıntıyla, kıyasla büyük ölçüde benzeşen bir kaynak olan “delil” kavramını oluşturmuşlar, buna dayanmışlardır. Zahirîlerin “delil” adını verdikleri bu kaynak, lafzın delaleti veya mantıkçıların “kıyas-ı izmari/kıyas-ı matvî (dürülgen kıyas)” dedikleri şeydir. Bunlara göre, naslardaki şart fiillerini genişleterek (tamim ederek) varılan sonuç da delil olarak nitelendirilir.
(3) Meşhur Eserleri
•  İbn Hazm (ö. 456/1064), el-İhkâm fi usuli’l-ahkâm ve
•  --------------------, el-Muhalla bi’l-âsâr.
ÜNİTE 5
AİLE HUKUKU


MUHARREMAT (Evlenme Engelleri)
1. Geçici Evlenme Engelleri a) Evlilik (evli olanla evlenilmez) b) İddet ( İddet bekleyen kadınla evlenilmez)
1- Kadın hamile ise doğuma kadar
2- Boşanmış, adeti düzenli 3 hayız yada temizlik dönemi
3- Boşanmış, adet görmeyen kadın 3 ay
4- Kocası ölmüş hamile olmayan 4 ay 10 gün (130 gün) c) Din farklılığı (Kadın hiçbiriyle erkek sadece kitap ehliyle) d) Eşin akrabası
2. Sürekli Evlenme Engelleri
a) karabe (kan akrabalığı)
1. kişinin usulu, furu
2. anne babanın furu
3. dede ve ninenin 1. Derece furu (amca, hala, dayı, teyze)
b) Musahare ( Evlilik sebebiyle akrabalık)
1. Usulun eşleri ( üvey anne baba gibi)
2. furunun eşleri ( çocukların eşleri gibi)
3. Eşlerin usulu ( kayınpedr, kayınvalide gibi)
4. Üvey evlatlar (zifaftan sonra)
c) Rada (Süt emme akrabalığı)
1. Süt anne baba usulu furu
2. Süt amca hala dayı teyze
3. Eşin süt usulu, süt çocukları
4. Süt anne babanın diğer eşleri
5. Süt çocuğun eşi
6. Süt anne için emzirdiği çocuk ve onun çocukları
Notlar: süt emme çağı : cumhur 24 ay Hanefi 30 ay
Süt miktarı: Şafi , Hanbeli en az 5 yada 3 doyurucu emiş Az yada çok süt fark etmez, çok süt akraba yapıyorsa azıda yapar.
6. ÜNİTE
EVLİLİK

Hıtbe: nişanlanmak ölüm iddeti bekleyen kadına üstü kapalı evlilik teklifi caizdir, açıktan caiz değildir, diğerlerine de üstü kapalı dahi olsa teklif cazi değildir...
Evlilik Rukunleri
İrade Beyanı (icap-kabul)
Taraflar (asil yada vekil)
İn’ikad Şartları (Nikahın gerçekleşmesi için gerekli şartlar)
İcab kabulun birbirine uyuşması
İcab kabulun aynı zamanda olması
Tarafların açık bir şekilde birbirlerini duymalı ve anlamalı
İcaptan sonra kabulden önce icabı iptal eden bir durum olmamalı
Tarafların evlenmeye, vekillerin evlendirmeye haiz olması
Evlenecek kadınsa erkeğin gayr-ı Müslim olmaması, evlenecek erkekse kadın ehli kitap olmalı


Evlilik Akdinin Sıhhat Şartları
Taraflar arasında evlenme engeli bulunmaması Nikah esnasında velinin bulunması
a) Ebu Hanife ve İmam Yusuf, veli bulunması şart değil rızasını almak müstehaptır
b) Fukahnın çoğunluğuna göre şarttır velisiz nikah caiz değildir
Nikah şahitlrinin bulunması ve nikahın ilan edilmesi
Nikahın Bağlayıcılık (Lüzum) Şartları)
Ehliyetsizler veliler tarafından evlendirilebilirler.
Kız 9 erkek 12 yaşından küçükse kimse evlendiremez
Kız 17 erkek 18 yaşında ise hakim velilerin izniyle evlendirir.
Kefaet (evlilikte denklik)
Mehir şart koşmadan nikah bağlayıcı değildir.
Kocadaki cinsel rahatsızlık kadına nikahı fesh hakkı verir.
Nikahın Yürürlülük (Nefaz) Şartları
Veliyi şart koşanlara göre, veli uzak veli ise yakın velinin icazeti
İmam Muhammede göre veliden izinsiz nikah veli izin verinceye kadar askıda kalır (mevkuf)
Nikahta veli yetki sınırını aşarsa yetki verenin iznine kadar askıda kalır
Yetersiz temsilci (fuzuli) şahısların kabulüyle geçerli olur, imam Şafiye göre ise olmaz
Evlilik Çeşitleri
Sarih
Fasit : Rukun ve in’ikad şartları tam, sıhhat şartı eksikse örneğin, bilemeden evli kadına nikah, şahitsiz nikaha)
Cinsel birleşme yoksa sonuç doğurmaz
b) Cinsel birleşme varsa sonuç doğurur: 1- Kadın mehire hak kazanır 2- çocuğun nesebi sahihtir 3- evlenenler arasında akrabalık oluşur 4- kadın iddet bekler ve nafaka alır
3. Batıl: rukun veya in’ikad şartları eksikse. Örnek: bilerek evli kadınla evlenmek. Hükmü: hiçbir sonuç doğurmaz
4. Muta: belirli bir maddiyat ve süre karşılığı evlenmek. Şianın Caferiye kolu hariç bu evlilik yasaktır.
[/SIZE]
__________________

~~~ Bilmediklerimi Ayaklarımın Altına Alsam Başım Göğe Ererdi ✒~




Alıntı ile Cevapla