Tekil Mesaj gösterimi
Alt 24 Mart 2009, 08:47   Mesaj No:52

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Sevgili Peygamberim 10.Cilt

SEVGİLİ PEYGAMBERİM
CİLT 10


ENMAR GAZASI: Bu sefere "Enmar Gazası" dendiği gibi "Zi-Emr Gazası" ve "Gatafan Gazası" da denir.

Bedr'in intikam ve öfkesiyle kavrulan Muhariboğullarından ve bu kabilenin en cesuru Avres bin Haris, halkı kışkırtarak bir bölük asker topladı...düşman askeri, Necd'in Zi-Emr denilen bölgesinde karargâh kurdu. Biraz sonra Avres bin Haris, bir taşın üzerine çıkarak askerlerine seslendi:

-Ey kahramanlar! Bedr'i unutmadık ve unutamayız! O, alnımızda silinmez bir kara leke!

Bazı askerler, mızraklarını yukarı doğru yükselte yükselte haykırdılar:

-İntikam! İntikam!

-Lütfen sükûnet!

Dedi Avres ve devam etti:

-Elbette intikam! Ama nasıl bir intikam!

Bunu derken dişlerini sıkmış, yumruğu ile görünmez bir cismi sıkıp ezer gibi bir hal almıştı.

-Öyle bir intikam alalım ki, Yesrib çevresinde ne bulursak yağmalayalım. Taşıyabileceğimizi yanımıza alalım. Alamadığımızı vurup kıralım, yakıp yıkalım.

Düşman bir ağızdan bağırdı.

-Vurup kıralım! Yakıp, yıkalım!

......

Hicretin üçüncü yılı, Rebiülevvel ayının onikisi idi.

...düşmanın yeri, sayısı ve niyeti derhal islâm istihbarat elemanları tarafından Peygamber Efendimiz'e haber verildi. Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, yerine Osman bin Affan'ı vekil bırakarak derhal dörtyüzelli sahabi ile düşmanın bulunduğu mıntıkaya doğru harekete geçtiler.

......

Bazı sahabiler, yolda Salebeoğullarından Cebbar ile karşılaşınca O'nu tutup sorgulamaya başladılar:

-Dur bakalım ya Cebbar! Nereye?

-Yesrib'e..

-Kabilen, Medine üzerine baskın hazırlığındayken sen salına salına Medine'ye gezmeye mi gidiyorsun böyle ya Cebbar?

-Hayır! Benim Salebeoğullarından haberim yok. Ama Avres bin Haris'in bir sefer için ahaliyi toparlamaya çalıştığını işittim.

-Sonra?

-Sonrası o kadar! Başka birşey bilmiyorum.

......

Cebbar gayet sakindi ve her haliyle itimat telkin ediyordu.

...kendisini yakalayan sahabiler, O'nu Resulullah Efendimizin huzuruna çıkararak aralarında geçen konuşmayı arz ettiler. Cebbar, belki de hayatından endişe ederken; bir teklifle şaşırdı...evet kelimenin bütün mânâsı ile şaşırdı. Çünkü kabilesi, Medine üzerine gelirken O, bundan habersiz de olsa müslümanların eline düşmüştü. Her türlü kötülüğü yapabilir; canına kıyabilirlerdi..

...ama yapmadılar. Zira onlar müslümandı; Allah'ın seçilmiş kulları. Cebbar, hayatından bile kaygılanırken en ufak bir taciz ve hakaret görmediği gibi koskoca bir Peygamber O'nu muhatab almış hak dine davet ediyordu...sıcacık; yumuşak, saran ve kucaklayan bir sesle. Cebbar, hiç zorlanmadan içten gelen bir arzu ile hemen müslüman oldu; radıyallahü anh.

Ve şu bilgiyi verdi:

-Ya Resullallah! Onlar, sizinle karşılaşma cesaretini gösteremezler. İslâm ordusunun üzerlerine gelişini haber alırlarsa muhtemelen dağlara kaçacaklardır. Nerelere gizleneceklerini tahmin edebiliyorum. Eğer müsaade ederseniz sizinle gelip saklanacakları yerleri haber vereyim...

...bir yerde cihad varsa, bu cihada iştirak her müslümanın üzerine farzdı; ve farzdır. Cebbar radıyallahü anh da müslüman olmakla bu yüksek mükellefiyete dahil olmuştu.

Efendimiz teklifi memnuniyetle kabul buyurdular; ve Hazreti Cebbar'ı Bilal-i Habeşi radıyallahü anh'ın yanına verdiler.

......

Şanlı islâm ordusu, Zi Emr'e geldiğinde bulutlanan gök, dökmeye başlamıştı bile.

...hakikaten Cebbar'ın dediği oldu. O kahraman edalı şirk ordusu, varlıklarından haberdar olan islâm askerinin gelmekte olduğunu öğrenince soluğu dağ duldalarında almışlardı.

...islâm ordusu, meydana doğru ilerlerken rahmet, bir başka rahmeti müjdelercesine hızlandıkça hızlanıyordu...kalkanı olanlar bunlarla, olmayanlar bulabildikleri ile korunmaya çalıştılarsa da sevgililer sevgilisi aziz Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem dahil, müminler, tepeden tırnağa su içinde kalmışlardı.

...yağmur, bir zaman olanca şiddeti ile devam etti ve sonra sakinleşti, yavaşladı ve dindi...şimdi güneş açmış; kurşuni bulutlar çekilmiş, her taraf aydınlığa boğulmuş; bir ebemkuşağı, ufka türlü renklerle köprüsünü kurmuş; hava iyiden iyiye ısınmaya başlamıştı...herkes bir tarafta üstünü başını kurutuyordu.

Resulullah Efendimiz de vadinin tenhaca bir yerine gittiler ve elbisesini çıkartarak bir bodur ağaca serdiler. Elbise kururken, Efendimiz yağmur sonrası o güneş güzelliğinde yumuşak kumlara uzandılar...sağ yanları üzerine idiler ve sağ avuçları sağ yanaklarının altındaydı.

......

Müminleri bulundukları dağ kovuklarından dikkatle izleyenler, Avres'e koştular. Bir büyük işi başarmışcasına nefes nefese idiler:

-Ya Avres! Muhammed, kenarca bir yerde; bir ağaç altında yalnız. Ne yapılabilirse şimdi yapılır. Haydi!

Avres:

-Siz burada kalın; O'nun işini ben bitireceğim.

...dedi ve kılıcını aldığı gibi gizlene gizlene Peygamber Efendimizin istirahat buyurdukları ağaç dibine kadar sokularak başuçlarında dimdik yükseldi. İşte kılıcı, kendisi ve düşmanı karşı karşıya idiler. Heyecandan belli belirsiz titriyordu. Nice kimsenin öldürmek için peşinde olduğu insan, önünde yapayalnız uyuyordu.

Efendimiz, birden mubarek gözlerini açtılar ve vaziyeti farkederek derhal ayağa fırladılar; ancak kılıçlarına uzanma imkânını bulamamışlardı.

Neticeden emin olan Avres gürledi. Sesi yırtıcı, gözleri hırsla dolu, kılıçlı sağ eli havadaydı:

-Ya Muhammed! Şimdi seni elimden kim kurtaracak? Şurada kılıçsız sen ve silahlı ben, yapayalnızız! Kim kurtaracak seni elimden kim? Söyle!!!

Avres, hançeresini paralar; pazu ve kılıcına güvenirken; karşısındaki muhteşem insanı dize getireceği zannındaydı. Zavallı ve sefil bir zan.

Sevgili Peygamberimiz, Avres'i şaşırtan bir sakinlikle cevap verdiler:

-Ya Avres! Allah, beni kurtarır; seni de mahcup eder...

Avres, kendisindeki kızgınlık ve şiddete mukabil muhatabındaki sakinlik karşısında ürktü. Az fakat emin konuşmuştu. O, bu ruh halindeyken yetişen Cebrail aleyhisselam, Avres'in göğsüne şiddetli bir yumruk indirdi.

...ta gerilere savrulan Avres, sırtüstü yere yuvarlanmış; elinden kurtulan kılıcı Efendimiz'in önüne düşmüştü. Kılıcı yerden alan Kahraman Peygamber, bir sıçrayışta düşmanın yanına gelerek başucuna dikildi. Avres kumların üzerinde bir böcek gibiyse, Sevgili Peygamberimiz elinde kılıç ile heybetli bir dağ gibiydi. "Eyvah", dedi Avres içinden, "İşte sonum geldi. Ben O'nu öldürecektim; halbuki şimdi O, beni öldürecek." Soğuk terler döküyordu.

Kâinatın Sultanı, ayakları dibindeki adama sordular:

-Ya Avres! Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?

..."Benim" dediği öz kılıcı, yerdeki adamın boynunu kesmek için güneşte yanıp dururken, sarı toprak, sarı kum ve Avres'in yüzü aynı rengi almışlardı. Yüzünü yalayan bir rüzgar, alnına yapışan saçlarını yerinden oynatamadı...gözlerine doluşan tuzlu terleri kolunun yeni ile sildi ve kuruyan boğazını yutkuna yutkuna yumuşatmaya çalıştıktan sonra, en alt perdeden yalvarmaya başladı:

-Hata ettim!

-Evet hata ettin. Ama asıl hatan küfrde inat etmen. Hataların menbaı küfrün. Sen inansan da inanmasan da mutlak hakikat değişmez. Bu sebeple gel, Allah'dan gayrı ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve Resulü olduğuna iman ve şehadet et.

Avres, şaşkınlıklar içindeydi. Hafif kekeleyerek konuştu:

-Beni öldürebilirdin.

Efendimiz, tebessüm buyurdular. Yanakları goncagül pembeliğinde:

-Biz, insanları öldürmek için gelmedik. Biz, ebedi hayatın habercisiyiz...

...Avres'in kalbi yumuşadı; gözlerini ılık yaşlar basmıştı. Yerinden doğrulurken Kelime-i şehadet getiriyordu:

-Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Resulühu.

Sevgili Peygamberimiz, kar renkli dişlerinin daha da güzelleştirdiği tatlı bir gülüşle kılıcını Avres radıyallahü anh'a uzattılar.

...mahcup bir el, Peygamberler Peygamberinin verdiği kılıca giderken, henüz mümin olmuş bu insan, hikmeti tâ canevinden yakalamıştı.

-Ya Resulallah! Sen insanların en hayırlısısın!..

......

Elbette ve muhakkak öyle...

O, insanların ve bütün mahlukatın en üstünü ve en hayırlısı...

......

Efendimiz, Avres'i tekrar bölüğünün başına gönderdiler...daha yaklaşırken düşman askerleri sormaya başladılar:

-Uzaktan seçebildiğimiz kadarı ile kılıcınla Muhammed'in karşısına dikilmişken birden geriye savrulup yere düştün. Ne oldu anlayamadık?

Hazreti Avres, yüksekçe bir taşa oturduktan sonra, başlığını çıkartıp alnının terini sildi ve tane tane cevap verdi:

-Evet. Gördükleriniz doğru. Tam O'nun karşısına dikilmiştim ki, birden nerden geldiğini anlayamadığım beyaz kıyafetli ve uzun boylu biri göğsüme şiddetli bir yumruk vurdu. Bu öyle şiddetli bir darbe idi ki, ben bir tarafa uçtum, kılıcım bir tarafa.

...askerler şaşırmışlardı. Biri sordu?

-Peki kimmiş o sana vuran?

-Peygamberimize vahiy getiren melek; Cebrail.

...askerleri bir kaynaşmadır sardı:

-Ya Avres! Demin dilin mi sürçtü? "Peygamberimiz" dedin.

Hazreti Avres, oturduğu taşın üzerinde ayağa kalktı...başı sanki bulutlara değiyordu...bir ân orda olanları süzdü ve konuşmaya başladı:

-Ben, elhamdülillah, müslüman oldum. Siz de müslüman olun..O ne diyorsa doğruyu söylüyor.

Hazreti Avres'in yüzü ışıl ışıl..

...

Salebeoğulları ve Muhariboğullarından nasibi olanlar imana geldiler.. Böylece Efendimizin Hazreti Avres'i niçin tekrar müşriklerin arasına gönderdiği anlaşılıyordu. İman etmeyenlerse O'na birşey diyemediler. Zira acı kuvveti imanla nakışlanan bu müslümana şimdi hepten karşı duramazlardı.

NECRAN GAZASI: Enmar'ı Necran Gazası takip etti; veya diğer ismi ile Beni Süleym Gazası.

Fer bölgesinin "Beni Süleym" mıntıkasında toplanan çok sayıda müşrikin Medine'ye saldıracağı haberi Resulullah'a gelince; Efendimiz, yerlerine İbni Ümmü Mektum Hazretlerini vekil bırakarak üçyüz kişilik bir kuvvetle düşmanın üzerine yürüdü...ancak düşmanla karşılaşmak mümkün olmadı. İslâm ordusunun Peygamberimiz kumandasında gelmekte olduğunu işitince kaçıp kaybolmuşlardı... Bu sefer de oniki gün sürdü.

KARDE SERİYYESİ: Kureyş müşriklerinin esas kazanç yolları ticaret. Ama Bedr hezimetinden sonra Şam'a ticaret kervanı yollayamaz oldular. Mekke-Şam sahil yolu müslümanların hakimiyetindeydi. Bu sebeple Kızıldeniz sahil şeridi ile Şam'a ne mal gönderebiliyor; ne mal getirtebiliyorlardı. Sevgili Peygamberimiz, Mekke'yi iktisadi kuşatmaya almıştı. Şimdi bu kuşatma yavaş yavaş neticelerini vermeye başlıyordu. Şam'la ticaretin kopması müşrikleri sarsmaya başlamıştı...gidişat kendileri için iyi değildi ve bu hale muhakkak bir çare bulmaları lâzımdı...

Bu sebeple bazı Kureyş büyükleri toplandılar.

Safvan bin Ümeyye ilk sızlanan oldu:

-Muhammed, ticaretimizi felç etti. Adamlarına karşı ne yapacağımızı bilmiyoruz. Kıyı şeridi tamamen ellerinde. Şam'a gidip gelecek bir yol, bir imkân bulmalıyız. Eğer böyle serbest gezen mahkûm gibi yaşamaya devam edersek yakında sermayeleri de tüketeceğiz. İyiliğimizin karşılığını veriyorlar! Biz, müslümanların ticaret için yazın Şam'a kışın Habeşistan'a gitmelerine izin vermemişmiydik?

Hayır, izin vermemişlerdi. Böyle bir kolaylıkları olmadığı gibi, Mekke'den göçe zorladıkları müslümanların yakınlık ve akrabalıklarına bile aldırmadan geride kalan mal ve mülklerini talan ederek mülkiyetlerine geçirmişlerdi.

Esved bin Muttalib:

-Evet; sahil yolu tehlikeli. Fakat tehlikesiz yol da var.

Safvan:

Neresi, dedi, hangi yol?

Esved:

-Irak yolu. Gerçi daha uzun ve çöllerle dolu bir güzergâh ama kış mevsimindeyiz. Bu mevsimde çölün mahzuru olmaz.

Konuşmayı dinleyenler neşelendiler:

-Hay aklınla çok yaşa Esved bin Muttalib. Şimdiye kadar Irak yolunu neden düşünemedik?

Yine kendileri cevap verdiler:

-Herhalde hiç kullanmadığımız için. Bir de çöller yüzünden. Ama şimdi nasıl olsa yaz değil; onun için iyi fikir.

Bir başkası yükü Safvan bin Ümeyye'nin üzerine yıkmanın tam zamanını yakaladı:

-Evet evet bu iş bitmiştir artık. Safvan bin Ümeyye bir Mekke kervanını Şam'a götürecek.

Safvan, kurtulmak istediyse de buna fırsat verilmedi:

Safvan:

-Ben o yolu bilmiyorum ki..

Esved:

-Senin bilmen şart değil.

-Kimin bilmesi şart ya?

-Sana öyle bir kılavuz vereceğiz ki, gözünü kapasan menziline varacaksın.

-Kim o?

-Furat bin Hayyan.

......

Furat'ı çağırdılar ve meseleyi izah ettiler.

Adam:

-Hiç endişe etmeyin! Benim sizi götüreceğim yolları Muhammediler asla bulamazlar!

Mesele kalmamıştı.

...develer hazırlandı ve bu yeni yolla Şam'a varmak için hareket ettiler.

...kervan, satmak için Ebu Süfyan'ın külliyetli mikdarda gümüşünü, Esved bin Muttalib'in üçyüz miskal altın ve gümüş külçesini, Safvan bin Ümeyye'nin otuzbin dirhem kıymetindeki çeşitli mallarını, gümüşlerini, kaplarını ve diğer Kureyşlilerin muhtelif ticaret eşyalarını taşıyordu.

Ebu Süfyan, Abdullah bin Ebi Rebia ile Huvaytıb bin Abdüluzza, Abdullah bin Ümeyye'ye refakat ediyorlardı.

...kervan zât-ı Irk'a doğru yol alıyordu.

Bu sırada Nuaym bin Mes'ud isminde bir müşrik, Mekke'den Medine'ye gelerek Beni Nadr yahudilerinden Kinane bin Ebilhukayk'ın evine misafir olmuştu.

O akşam, ev sahibi ile Mekkeli misafiri tas tas şarap devirdiler. Söz ve iradelerine hakim olamayacak kadar sarhoş olmuşlardı. Onlar bu haldeyken bir Mekkeli'nin izini tesbit eden Salit bin Numan radıyallahü anh da geçerken "merhaba" demek için uğramış gibi yanlarına geldi.

Mekkeli çoktan hezeyana başlamıştı.

-Biliyor musun yahudi uşağı?

-Neyi bilecek mişim?

-Şam'a bir kervan yolladık.

-Sen sarhoşsun!

-Kim? Ben mi? Ben sarhoş olmam! Bir küp şarap bana vız gelir.

-Canım madem öyle; Şam yolunun müslümanların elinde olduğunu niçin unutuyorsun da hayalden Şam'a kervan-mervan yolluyorsun.

Salit bin Numan, dikkatle dinliyordu.

-Hıh! Hayalimmiş! Bu yeni bir yol yeni.

-Yeni bir yol mu?

-Tabii ya! Irak yolu.

-O koca çölü nasıl aşacaklar..

-Sen yahudisin aklın ermez. Uzza var ya, Uzza!

-Var var. Latınız da var.

-Evet; şey de Menat da.. Üff be bizim de ne çok ilahımız var. Ne yapalım canım ben olsunlar demedim ki; işte öyle. İnanmış gidiyoruz..

-Neyse şerefe!

-Şerefe. Kervan reisi Saffan bin Ümeyye'nin şerefine...şeyin de şerefine.

Kinane, çıngıraklı bir kahkaha kopardı.

-Develerin..

-Bırak şimdi eğlenmeyi...şeyin de; kervan kılavuzu Furak bin Hayyan'ın da şerefine..

......

Salit bin Numan, zihninden "ey ahmaklar! Olmayan şerefinizi nelerle yaldızlıyorsunuz" dedi ve geldiği gibi bir bahane ile yanlarından ayrıldı. Dışarı çıkar çıkmaz seri adımlarla Hâne-i Saadet'e doğru yürüdü.

Gayet kıymetli bilgiler toplamıştı.

Peygamber Efendimiz, Salit radıyallahü anh'ı dinledikten sonra Zeyd bin Harise radıyallahü anh'ın derhal düşman kervanını vurmasını emrettiler.

Tarih, Hicri üçüncü yıl, Cümadelahire ayı başları; mevsim kış.

Ve Hazreti Zeyd'in ilk seferi.

Mubarek sahabi Peygamber teveccühünü bir yüce liyakat sayarak şimşek hızı ile harekete geçti ve yüz kişilik bir süvari birliği toparlayarak kâfirlerin üzerine aktı...

Zeyd bin Harise, düşman kervanına Necd bölgesinde Rebeze ile Gamre nahiyesi arasında bulunan El'karde çayında yetişti.

İslâm seriyyesinin/bölüğünün büyük bir azimle gelmekte olduğunu gören Kureyş kâfirleri, kaçtılarsa da kılavuz Furat bin Hayyan yakalandı.

Bütün kervan, eksiksiz bütün serveti ile müminlerin eline geçti.

Kervan, mallar ve esir alınan Furat, Medine'ye getirildiler. Ganimet malın hesabı yapıldı; yüzbin dirhem tutuyordu. Bunun beşte birini ayıran Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, kalan seksen bin dirhemini sefere katılan mücahidler arasında paylaştırdılar ve buyurdular:
Alıntı ile Cevapla