Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27 Ekim 2009, 11:09   Mesaj No:1

ABDULLAH ALMAZ

Avatar Otomotik
Durumu:ABDULLAH ALMAZ isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 10978
Üyelik T.: 14 Ekim 2009
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 9
Konular: 5
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Hakkı/doğruyu savunmanın adabı

Hakkı/doğruyu savunmanın adabı

HAKKI/DOĞRUYU SAVUNMANIN ADABI
Gerek geçmişte gerekse günümüzde her daim hakkın/ doğrunun karşısında, haksızlıklar yanlışlıklar yer alarak gelmiştir. İnsanoğlu varlık sürecinde insan olması hasebiyle hatalar, yanlışlıklar yapa gelmiştir. Beşerlikten insanlığa geçişten sonra kendisinde taşıdığı şeytani ve meleki özellikleri nedeniyle zaman zaman hak ve doğru, zaman zaman ise yanlışlıklar ve hazsızlıklar ön planda yer almıştır
Yüce Yaratıcı insana, şeye ism verme/ şeyi anlamlandırma/tanımlama yetisi verdikten sonra, insan bu yeti ile doğruyu yanlıştan, hakkı batıldan, adaleti zulümden ayırmayı öğrendi. Bunun anlamı artık insan bir beşer değil, yaratılanların en şereflisi ve yeryüzünde Allah’ın halifesi olduğudur
Bu çerçevede tarih boyunca hak ile batılın, adalet ile zulmün, doğru ile yanlışın mücadelesi süregelmektedir/sürmektedir. Ancak Yüce Yaratıcı yeryüzünde halife olarak atadığı varlığın insanca yaşam sürmesini murad etmektedir. Bunun için de zaman zaman, yine insanlar arasından elçiler seçip görevlendirerek insanları yönlendirmiştir. Bu süreci Âdem ile başlatanlar olduğu gibi, Hz. Nuh ile başlatanlar da vardır. Ancak bizim için bu noktada önemli olan haksızlığa, zulme ve yanlışlığa karşı verilen mücadelenin şeklidir.
Kur’an’dan öğrendiğimiz kadarıyla hiçbir peygamber direkt olarak hiçbir insanı bu noktada hasım olarak görmemiştir. Mücadelenin yapıldığı kişi değil, her zaman eylem/fiil olmuştur. Bu gerçeklik çok çok önemli ve mutlaka göz önünde bulundurulması gereken bir durumdur. Hz. Nuh’un kavmine, Hz. İbrahim’in nemruta, Hz. Musa’nın firavuna… karşı verdikleri mücadelenin temelinde eylem ve fiillere karşı bir duruş sergilendiği hemen göze çarpmaktadır.
Nitekim Hz. Muhammed (s) de peygamberlik süresi boyunca daima eylem ve fiillerle mücadele etmiş, kişileri hiçbir zaman eylem/fiil yerine koyup hasım kabul etmemiştir.
Bu noktada şunun üzerinde iyice düşünülmesi gerektiği kanısındayım. Vahiy neden hiçbir zaman kişileri direkt olarak mücadele edilecek şey olarak görmemiştir de her zaman eylem/davranış ve fiillerini mücadele sathının karşı tarafı olarak değerlendirmiştir? Bir diğeri ise eylem/ davranış ve fiillerle yapılan mücadele sürecinde eylemin/fiilin kendisinden sadır olduğu kişileri neden öncelikle hep yumuşak bir şekilde uyarma yolunu seçmiştir?
Bu sorulara vereceğimiz cevaplar bizlerin mücadele hayatımızı daha da rahatlatacak, yaşamımız boyunca insanlara insanca yaşamaları konusunda katkıda bulunmamızı sağlayacaktır.
İnsanların hayatlarında önem verdikleri şeyler farklı farklı olmakla birlikte, can, mal, namus ve gelecek ile ilgili güven hepsinde ortak önemli unsurlardır. Bu unsurların sağlanması insanlık tarihi sürecinde öncelikle aile, kabile, kavim ve günümüzde ise devletlerin sorumluluğu altında bulunmaktadır.
Bizler tarihi incelediğimizde hakkı ve doğruyu savunanların zaman zaman büyük zulümlerle muhatap olduklarına, hatta canlarından ve mallarından olduklarına şahit oluyoruz. Bu anlamda kimi peygamberlerin kavimleri tarafından katledildiklerini, başlarının kesildiğini, vücutlarının testerelerle biçildiğini yine Kur’an’dan öğreniyoruz. Bu insanların mücadelelerinde, karşısında yer aldıkları zalim/gaddar insanlara karşı hakkı savunurken olgunlukların hiçbir şekilde elden bırakmadıklarını, karşılarında duranlara, küfür, hakaret, aşağılayıcı, hakir görücü bir yaklaşım sergilemediklerini biliyoruz.
Bu tavır idam sehpalarında bile devam etmiş, Müslüman şahsiyetler kendilerinin ipini çekenler için bile Yüce Yaratıcıdan merhamet, iyilik ve bağışlanma dilemişlerdir. Kavimleri helak olan hiçbir peygamber bu duruma sevinmemiş aksine onların insanca yaşamasına vesile olmadığı için üzülmüşlerdir.
Hakkı/ doğruyu savunmanın da bir yöntemi/adabı/yolunun olduğu/olması gerektiğini insanlık sürecinden öğrenebiliyoruz. Elbette hakkı/doğruyu savunurken, ister günümüzde/yaşıyor olsun ister tarihte yaşamış/yaşanmış olsun hiçbir zaman hakaret/küfür ederek, aşağılayarak, hakir görerek yapamayız. Sahip olduğumuz değerler bizlere bu şekilde davranmamamızı öğütlüyor.
Belki şu gerçeği de görmemiz gerekiyor. Bizim hak/doğru olarak gördüğümüz bazı şey/durumları başka insanlar göremeyebilir. Bu durumda en güzel şekilde anlatma/ifade etme yolu varken, savunduğumuz hak/doğruyu içinde görünemeyecek duruma getirecek davranışlar/söylemler içine girmemeliyiz. Asabi, kavgacı, saldırgan bir tutum her zaman için hak ve doğruyu bulunduğu yerden edecektir/etmektedir
Bu yazıyı kaleme almama sebep olan, bazı arkadaşlarımızın tarihin raflarında yerini almış olan olayları değerlendirirken sergiledikleri tavırlardır. Bizler tarihi okumalarımızı hakkı, doğruyu daha iyi anlama ve günümüzde insanca bir yaşam için gereken çıkarımlara ulaştırması için yapıyoruz. Değilse tarihi okumalarımız bizi, tarihte zalimliği, haksızlığı, zorbalığı ile ünlenen şahıslara hakaret, küfür etmek, onları aşağılamaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Selam ve dua ile…
Abdullah ALMAZ
27/10/2009
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi ABDULLAH ALMAZ 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Politik zalimlerin dersim gafı Makale ve Köşe Yazıları KARAKÖSE 2 1870 23 Kasım 2009 11:39
Düşünceler ve değişim Makale ve Köşe Yazıları Yitiksevda 1 1925 05 Kasım 2009 12:13
Hakkı/doğruyu savunmanın adabı Makale ve Köşe Yazıları ABDULLAH ALMAZ 5 2226 27 Ekim 2009 11:09
Kur’an-i kavramları nasıl anlamalıyız? Makale ve Köşe Yazıları Yitiksevda 1 1742 22 Ekim 2009 11:41
Cahillerle tartışmayın zira görenler… Makale ve Köşe Yazıları Yitiksevda 6 3636 16 Ekim 2009 15:04