Tekil Mesaj gösterimi
Alt 04 Aralık 2009, 15:49   Mesaj No:2

Bîhemtâ

Avatar Otomotik
Durumu:Bîhemtâ isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 11031
Üyelik T.: 02 Kasım 2009
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 8
Konular: 3
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart RE: Bediüzzaman'dan Kürt Sorunu ve Kardeşlik Çözümü - Said Nursi'ye Göre Sorunun Çözümü

NURSİ'YE GÖRE KÜRT SORUNUN TEMEL KAYNAĞI


1- Menfi Milliyetçilik: Kürt Kimliğinin İnkarı

En az bin yıldır beraber yaşayan Türkler, Kürtler ve diğer milletler, tarih boyunca ırkçılık anlamında sorun yaşamadılar. Tam tersine birbirlerinin milli kimliğini kabul temelinde yardımlaştılar. Tarihe şöyle bir göz attığımızda şu gerçek hemen görülür. Örneğin ilk başta Arap olan Emevi ve Abbasiler liderliğinde, Türkler, Kürtler ve Farslar birbirlerinin milli kimliklerini kabul ile, beraber parlak dönemler yaşadılar. Ardından Selçuklu Türkleri önderliğinde aynı kabullenme ve dayanışmayı görüyoruz. Sonra Eyyubi Kürtleri Öncülüğünde o birlik ve başarı kendini tekrar gösteriyor. En son örneği, Osmanlı Türkleri hakimiyeti herkesin malumudur. Osmanlı'da da Kürtler kendi ulusal kimlikleri ve coğrafi bölgeleri olan Kürdistan ismiyle kabul gördüğünü bilmem söylememe gerek var mı? İşte daha sonra batıdan kaynaklı milliyetçi akımların etkisiyle kürt kimliğinin inkarı, çatışmalara kaynaklık ederken, kapitalist Batı Devletlerinin müdahale edebileceği bir zemini de oluşturdu.
Bediuzzaman Said Nursi menfi(negatif, ilkel) milliyetçilik diye tanımladığı ve ‘başka ırkları inkar ve yutmaya dayanan ırkçılık fikri, kapitalist Avrupa'nın bir nevi fırenk illeti'dir der. Bunu, dışarıdan içimize girmiş bir hastalık olarak görür.: " Günümüz medeniyeti, Cemâatlerin râbıtâsını, «Unsuriyet, menfî milliyeti» tutar. Unsuriyetin şe'ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan, «Tecavüzdür»...İşte bu hikmettendir ki: Beşerin saadeti selb olmuştur."[1] Yine şöyle der: "Şu âyet-i kerime; kat'î bir surette menfî bir milliyeti ve fikr-i unsuriyeti kabul etmiyor. Yani: ‘Sizi taife taife, millet millet, kabile kabile yaratmışım; tâ birbirinizi tanımalısınız ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiyeye ait münasebetlerinizi bilesiniz, birbirinize muavenet edesiniz. Yoksa sizi kabile kabile yaptım ki; yekdiğerinize karşı inkâr ile yabani bakasınız, husumet ve adâvet edesiniz değildir!' şu âyetin ilân ettiği gibi, tearüf içindir, teavün içindir.. tenakür için değil, tahasum için değildir!.. Fikr-i milliyet iki kısımdır;
Bir kısmı menfîdir, şeametlidir, zararlıdır; başkasını yutmakla beslenir, diğerlerine adâvetle devam eder, müteyakkız davranır. Şu ise, muhasamet ve keşmekeşe sebebdir.

İkincisi: Müsbet milliyet, hayat-ı içtimaiyenin ihtiyac-ı dâhilîsinden ileri geliyor; teavüne, tesanüde sebebdir; menfaatli bir kuvvet temin eder; uhuvvet-i İslâmiyeyi daha ziyade teyid edecek bir vasıta olur. Evet menfî milliyetin, tarihçe pek çok zararları görülmüş. Ezcümle: Emevîler bir parça fikr-i milliyeti siyasetlerine karıştırdıkları için, hem âlem-i İslâm'ı küstürdüler, hem kendileri de çok felâketler çektiler. Hem Avrupa milletleri, şu asırda unsuriyet fikrini çok ileri sürdükleri için, Fransız ve Alman'ın çok şeametli ebedî adâvetlerinden başka; Harb-i Umumî'deki hâdisat-ı müdhişe dahi, menfî milliyetin nev'-i beşere ne kadar zararlı olduğunu gösterdi.Şimdi ise, en ziyade birbirine muhtaç ve birbirinden mazlum ve birbirinden fakir ve ecnebi tahakkümü altında ezilen anasır ve kabail-i İslâmiye içinde, fikr-i milliyetle birbirine yabani bakmak ve birbirini düşman telakki etmek, öyle bir felâkettir ki, tarif edilmez. Büyük ejderhalar hükmünde olan Avrupa'nın doymak bilmez hırslarını, pençelerini açtıkları bir zamanda, onlara ehemmiyet vermeyip belki manen onlara yardım edip, menfî unsuriyet fikriyle şark vilayetlerindeki vatandaşlara adâvet besleyip onlara karşı cephe almak, çok zararları ve mehâliki olur ..."[2]

2-Etkiye Karşı Tepki: Türkçülüğe Karşı Kürtçülük

Üstad Bediüzzamaman büyük bir öngörü ile tam bir asır önce, 1907 de, dönemin padişahı II. Abdülhamit'e ‘Kürtler Yine Muhtaçtır' başlıklı bir dilekçe ile müracaat eder. Sorun henüz tam ortaya çıkmadan, önlem ve önerilerden oluşan, bir birlik ve kardeşlik projesi sunar. Ancak, hükümet dilekçenin konusu olan üniversite projesinin önemini kavrayamadı. Bu proje Sultan Reşat tarafından taktir edilip uygulama aşamasında iken 1. Dunya harbi çıkar.
Bediüzzaman şunu haykırır: "Şu medeni dünyada ve bu ilerleme ve müsabaka çağında, diğer kardeşleri gibi ilerlemeye ayak uydurmaları için hükümetin gayretleriyle Kürdistan'ın kasaba ve köylerinde mektepler tesis ve inşa buyurulması aynı şükranla meşhut ise de, Türk dilini bilmeyen cocuklar yalnız medrese ilmini ilerleme kaynağı bilmeleri ve okul öğretmenlerinin yerel dili bilmemelerinden dolayı, eğitimden mahrum kalmaktadırlar. Bu ise vahşeti, keşmekeşi; dolayısıyla garbın şematetini(Batının oyunlarını) davet ediyor. Eskiden beri her yönden Kürtlerin gerisinde bulunanlar, bugün onların duraklama halinden istifade ediliyor. Bu ise ehli hamiyeti düşündürüyor. Ve bu üç nokta, Kürtler için müstakbelde bir müthiş darbe hazırlıyor gibi ehli basireti (öngürü sahiplerini) dağdar etmiştir"[3] ‘
Bediüzzaman memleketin kurtuluşuna yaptığı hizmetlerden dolayı başta Meclis Başkanı M.Kemal olmak üzere milletvekillerince T.B.M.M'ye davet edilir. 11 maddelik hitabede bulunur ve daha önce II. Abdulhamid'e sunduğu Türk-Kürt kardeşliği projesini burada da sunar: "...... Ben Van'da iken, hamiyetli Kürt bir talebeme dedim ki: "Türkler İslâmiyet'e çok hizmet etmişler. Sen onlara ne niyetle bakıyorsun?" dedim. Dedi: "Ben Müslüman bir Türkü, fâsık bir kardeşime tercih ediyorum. Belki babamdan ziyade ona alâkadarım. Çünkü tam imana hizmet ediyorlar. Bir zaman geçti, (Allah rahmet etsin) o talebem, ben esarette iken, İstanbul'da mektebe girmiş. Esaretten geldikten sonra gördüm. Bazı ırkçı muallimlerden aldığı aksülâmel(etki-tepki)ile o da Kürtçülük damarıyla başka bir mesleğe girmiş. Bana dedi: "Ben şimdi gayet fâsık, hattâ dinsiz de olsa bir Kürdü salih bir Türke tercih ediyorum." Sonra ben onu birkaç sohbette kurtardım. Tam kanaati geldi ki, Türkler bu millet-i İslâmiyenin kahraman bir ordusudur..."[4]
Nursi, daha sonra Demokrat parti döneminde, Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes'e de bu konuda çok önemli mektuplar gönderir. Sorunun neden ve çözümüne dair girişimlerini ömrünün sonuna kadar sürdürür. İşte "Reis-i Cumhur ve Başvekile" isimli mektubundan birkaç bölüm:Bir İslâm üniversitesi Asya'da lâzımdır. Tâ ki İslâm kavimlerini, meselâ: Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan, Kürdistan'daki milletleri, menfi ırkçılık ifsat etmesin. Hakikî, müsbet ve kudsî ve umumî milliyet-i hakikiye olan İslâmiyet milliyeti ile "mü'minler kardeştir" Kur'ân'ın bir kanun-u esasîsinin tam inkişafına mazhar olsun..."[5] Başbakan A. Menderesi de aynı konuda uyarır: "Frenk illeti tâbir ettiğimiz ırkçılık, unsurculuk fikriyle Avrupa, âlem-i İslâm'ı parçalamak için içimize bu freng illetini aşılamış. Şimdiki terbiye-i İslâmiyet'in za'fiyetiyle ve terbiye-i medeniyenin galebesiyle ekseriyet kazanarak başına geçerse, ekseriyet teşkil etmeyen ve ancak yüzde otuzu hakikî Türk olan ve yüzde yetmişi başka unsurlardan olanlar, hakikî Türklerin aleyhine cephe almaya mecbur olacaklar. Mâdem hakikat budur, ey dindar ve dine hürmetkâr Demokratlar. Yoksa, sizin yapmadığınız eskiden beri cinayetleri nasıl eski partiye yüklüyorlarsa, size de yükleyip, Halkçılar ırkçılığı elde edip tam sizi mağlûp etmeye bir ihtimal-i kavî ile hissettim. Ve İslâmiyet namına telâş ediyorum.

Tâ, bu yaraya bir merhem vurmalı. O vakit âlem-i İslâm'ın teveccühünü kazandıkları gibi, başkalarının zâlimane kabahati de onlara yüklenmez fikrindeyim. Dindar Demokratlar, hususan Adnan Menderes gibi zatların hatırları için, otuz beş seneden beri terk ettiğim siyasete bir iki gün baktım ve bunu yazdım." [6] Bu mektubun içeriği hala ne kadar güncel! Mektubun muhatabı olan dönemin Başbakanı ve hükümetinin durumu ile, günümüz iktidar ve hükümetin konumu ne kadar da paralellik arz ediyor değil mi? Bize düşen ise, o gün fazla kavranmayan veya kavranmasına fırsat verilmeyen ama bir asırdır haykırılan aynı gerçekleri erbabına hatırlatmaktır. Çünkü gerçek eskimez. Hak eninde sonunda yerini bulur. Evet Nursi'nin tabiriyle " ana-babanın terbiye etmediği kişiyi, zaman terbiye eder."[7]-
Alıntı ile Cevapla