Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.PEYGAMBERLER-ASHAB-I KİRAM-ALİMLER.::. > Peygamberler-Ashab-ı Kiram-Alimler > Hadis-i Şerif

Konu Kimliği: Konu Sahibi Esadullah,Açılış Tarihi:  01 Şubat 2012 (18:57), Konuya Son Cevap : 05 Şubat 2012 (16:27). Konuya 7 Mesaj yazıldı

Beğeni Aldı1Kez Beğenildi
  • 1 Beğenilen Esadullah
Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 01 Şubat 2012, 18:57   Mesaj No:1
Medineweb Sadık Üyesi
Esadullah - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Esadullah isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15316
Üyelik T.: 18 Aralık 2011
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:Kayıp bir Kentten
Yaş:44
Mesaj: 734
Konular: 143
Beğenildi:280
Beğendi:94
Takdirleri:3260
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Her Yüzyılın başında bir Müceddid gelir Hadisinde ki incelik

Her Yüzyılın başında bir Müceddid gelir Hadisinde ki incelik

Her Yüzyılın başında bir Müceddid gelir Hadisinde ki incelik


Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır. (Aliimran 104)

"Şüphesiz ki, Allah her yüzyılın başında bu ümmete dinî işlerini yenileyecek bir müceddid gönderecektir" (Ebu Davud, Melahim, 1).


MÜCEDDİD:Yenileyen, yeni bir şekil veren, yeniden güçlendiren.
Peygamberimizin sünneti terk edilip bid'atlar yayılıncaya insanlara yeniden dinlerini öğreten ve bu bid'atleri bertaraf etmeye çalışan İslâm bilgini; "Ceddedi: " fiilinden ism-i fail.

Cenab-ı Allah, insanlara doğru yolu göstermek için ihtiyaç nisbetinde onlara zaman zaman peygamberler göndermiştir. Bu peygamberlerin sonuncusu Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s)'dir. Ondan sonra artık peygamber gönderilmeyecektir. "Muhammed adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. O, ancak Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur" (el-Ahzâb, 33/10).

Diğer ümmetlerde olduğu gibi Peygamberimizin ümmeti arasında da zamanla bid'at ve hurafeler baş gösterebilir ve bunun neticesinde müslümanlar dinden ve peygamberimizin sünnetinden uzaklaşmakla karşı karşıya gelebilirler. Ayrıca her gün değişen hayat şartları ve ilerleyen teknikle birlikte birtakım yeni meseleler ortaya çıkar ve bunlara dinî açıdan bir hüküm verme ihtiyacı doğar.

Toplum içinde çıkan bid'atlere karşı koyacak, dine yapılan saldırılar karşısında dini savunacak, yeni meselelere bir çözüm bulabilecek ve müslümanlara yeniden dinlerini öğretip onları yönlendirecek şahsiyetlere de bu ölçüde ihtiyaç hissedilir ki, peygamberlik müessesesi sona erdiğinden ve bundan sonra artık peygamber gelmeyeceğinden bu görev Peygamberimizin ümmetinden çıkan âlimlere düşmektedir. Bu âlimlere dinî literatürde "müceddid" denilmektedir.

Bir hadiste Efendimiz (s.a.v) buyurmuştur:Alimler peygamberlerin varisleridir. Şüphesiz peygamberler, altın ve gümüş cinsi maddi şeylerden miras bırakmazlar onlar sadece ilim bıraktılar. Kim o ilmi alır hakkı ile amel edip yayarsa (dünya ve ahirette) büyük bir nasip ve derece elde etmiş olur.(Ebu Davut İlim 1 Tirmizi İlim 19)

Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz ki, Allah her yüzyılın başında bu ümmete dinî işlerini yenileyecek bir müceddid gönderecektir" (Ebu Davud, Melahim, 1).
Diğer bir ifade ile Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:
"Allah-ü Teâlâ Hazretleri her yüz yılın başında bu dini ikâme edecek birini baas eder."

Bu Hadis-i Şerifte üç mühim mana vardır: Kutbiyet, Müceddid makamı, Allah İsm-i Celâli.

Kutup; Kutbiyet makamında tahakkuk edip oturabilmesi için, önce bir evvelki kutup ile arasında yüz senenin geçmesi lazım. Ta ki, ilâhî isimlerin küllisi onda tam tecelli edilebilsin. O isimlerin hemen hepsi, Hadis-i Şerifın metninde geçen Allah lafz-ı celâlinin tesiri altındadır.

Diğer tabirle bu kul Abdullahtır Allahın kuludur. ABD : Arapça, lügatta köle insan için kullanılır. Bir insanın kalbi, Allah'ın gayri herşeyden sıyrılmadıkça, kul olamaz. Bu durumda olan kişiye de, Allah'ın kulu denir. Allah mümin kulunu "abd" dan daha güzel bir isimle anmamış, Kur'an'da "ibâdun mukramun" (ikram olunmuş kullar)" (Enbiya/26) buyurmuştur. Nebilerini ve Resullerini de bu isimle anmıştır : "kullarımızdan İbrahim'i an" (Şad/45), "kulumuz Eyyub'u an" (Şad/41), "ne güzel kul" (Şad/30). Hz. Muhammed (s.a.v) de ibadetten ayakları şişip kendisine : "Ya Rasulullah (s.a.v), Senin geçmiş ve gelecek bütün günahların afvolmadı mı?" diyen eşine : "Şükreden bir kul olmayayım mı?" karşılığını vermiştir. Yine Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle der : "Melik peygamber olmakla kul peygamber olmak arasında serbest bırakıldım, ikinci şıkkı tercih ettim" Allah ile mahlukat arasında kulluktan daha yüksek bir derece olsaydı, Rasulullah onu kaçırmaz. Allah da, O'na verirdi. O, bu yüzden şehadet kelimesinde" abduhü ve resulüh" diye anılır. Görüldüğü veçhile, kulluk bir insan için en yüksek makamdır. Tasavvufta, aşağıdan yukarıya doğru manevi yükselişi ifâde eden makamların başına tevbe, en üst zirvesine de kulluk konulmuştur.

Kul olan kişi gerçek hürriyet sahibidir. Zira o, Rab'dan başka kimseye boyun eğmez. O, sadece Allah'ın emirlerine sarılır. O'ndan başka herşeyden bağımsız ve hür olur. Allah'ın emirlerine uzak kalan kimse, nefis veya şeytanın esareti altında demektir.

Mutasavvıflar, abd lafzını er-Rabb mukabilinde kullanırlar. Ubudiyyet salih kula mahsus olup, Allah onu birine nasip etti mi, artık o, Allah tarafından yardım görmüş demektir. Bu şekilde kulun nefsinin ve hevasının hazları örtülür. Sonunda, Allah onu kulluk nimetlerine daldırır ve sadece kendisi ile meşgul eder. İşte bu vasfa tam ulaşan ve Lafza-ı Celalin tecelisinde olan kula da Abdullah denir.



ABDULLAH: Allah, ism-i celâl, zât ismi. Hakk'ın kendisine, bütün isimleriyle tecellî ettiği kuldur. Kullar arasında bundan daha yüce bir makam yoktur. Çünkü bu kul, O'nun en büyük ismini gerçekleştirip, onunla sıfatlanmıştır. Bundan dolayı, şu âyette ifade edildiği gibi, bu isim, sadece Hz. Peygamber (s.a.v)'e mahsustur: "Allah'ın kulu, O'nu anmak için kalktığında, neredeyse, onun etrafında keçe gibi birbirlerine geçeceklerdi" (Cinn/19). Gerçekte bu, sadece Hz. Peygamber (s.a.v) için geçerlidir. Kutuplar için bu makam, sünnetine uymakla ona mirasçı olduklarından dolayıdır. Bu isim, başkalarına mecazen verilir. Çünkü, bütün isimlerle muttasıf olmak, vâhidiyyet ve tüm isimlerin ehadiyyeti iledir. Kur'an'da, ikibin altıyüz doksansekiz yerde geçer.

Yüz yılda Abdullah yani Allah ismi celilinin tam tecelli ettiği kul geldiğine göre diğer 99 yıl içinde de Rabbimizin diğer esmalarının tecelli ettiği veliler gelecek demektir. Zaten Tasavvufta Ehlullahın kendilerinde baskın olan esmalarla isimlendirilmesi de bu yüzdendir. Hangi veli hangi ismin tecellisine mazhar olmuşsa irşadı ve Ahlakı da o isme uygun olmuştur. Mesela:

ABDU'L-ÂHİR: Her şeyin sonunda Allah'ın varlığının devam etmesi, bulunması, O'nun el-Âhir ismini tanımlar. Yaratılanların fânî olmasından sonra, Allahü Ta'âlâ'nın bekâsını ve âhiriyyetini görüp, "Onun üzerine bulunan her şey fânîdir. Celâl ve ikram sahibi olan Rabbinin vechi kalıcıdır" (Rahman/26, 27), âyetini gerçekleştiren (hakikatına eren) kula denir. Bakî olan Allah'ın vechi, onun üzerine doğduğu için, O'nunla bakî kalmıştır. Allah'a kavuşmakla yok olmaktan kurtulmuştur. Velilerin bir kısmı, hatta büyük bir çoğunluğu bu ikisiyle (fena ve beka) muttasıftırlar. el-Âhir ismi Kur'an'da bir yerde geçer.


ABDU'L-ALÎM:El-Alîm, hakkıyla bilen demektir. Düşünme ve öğrenme söz konusu olmaksızın, aksine, sırf fıtrî saflık ve kudsî nurun te'yidi ile, Allah'ın kendi katından, keşfe dayalı ilmi verdiği kula, Abdu'l-Alîm denir. Kur'an'da 163 kere geçer.

ABDU'L-ALİYY: El-Aliyy, izzet, şeref ve hükümranlık bakımından en yüce demektir. Gücü akranına üstün, mânâları istemede, himmeti, kardeşlerininkinden fazla, üzerinde bütün rütbeleri toplayan, yüce faziletlerin tümüne ulaşan kula, Abdu'l-Aliyy denir. Kur'an'da 11 yerde geçer.

ABDU'L-AZÎM: El-Azim, azamet sahibi anlamınadır. Allah'ın azametiyle tecelli ettiği kul. Bu, azametinden dolayı Allah'a tam anlamıyla tezellül eder. Allah, bu kulunu, insanların gözünde büyük gösterir, şanını insanlar arasında yüceltir. Onlar ona saygı duyar, onu zahirinde görünen azamet sebebiyle yüceltirler. Kur'an'da altı yerde geçer.

ABDU'L-AZÎZ: El-Azîz, yenilmeyen yegâne galip, izzet sahibi anlamınadır. Allah'ın izzet tecellîsi ile azîz kıldığı kul, olaylar ve mahlûkattan hiç bir şey onu yenemez iken o her şeye üstün gelir. İşte bu durumdaki kula, Abdü'l-Azîz denir. Kur'an'da 99 yerde geçer.

ABDU'L-BÂ'İS: El-Bâ'is, ölümden sonra dirilten demekter. Nefsinin, sıfat, hevâ ve heveslerini iradî ölümle (nefis terbiyesi ile) nihayete erdirdikten sonra, Allah'ın, kalbini hakikî hayatla dirilttiği kişidir, işte Allah, bu kulu, el-Bâ'is isminin mazharı kılar. Böylece o, cehalet ölümünü, ilimle diriltir, Hakk'ın isteğine uygun olarak, onlara hayat verir. Kur'an'da yedi yerde fiil olarak geçer.

ABDU'L-BÂKî: El-Baki, devam eden demektir. Allah'ın bekasını gösterip fena-i külle erdiğinde onunla baki kıldığı kuldur. Allah'a bununla onun taayyünü için mutlaka gerekli ubudiyetle ibâdet eder. Bu, tafsilen cem'an, ta'ayyünen ve hakikaten, âbid ve ma'bûddur. Zira el-Baki vechinin tecellisinin tesiriyle resmi (şekli) kaybolmuştur. Hadis-i kudsi; "onu öldüren ben isem diyeti üzerimedir. Diyeti üzerime olanın diyeti benim" Kur'an'da müştak olarak iki yerde geçer."

ABDU'L-BÂRî: El-Bari', modeli olmaksızın canlıları güzel bir şekilde yaratan demektir. Manası, Abdu'l- Hâlık'a yakındır. O'nun ilmi, eksiltmek ve değişmekten uzaktır. O, böylece, dengeli, uygun ve eksilmekten uzak şekilde, el-Bârî isminin hazretine uygun olarak iş yapar. Âyet: "Rahman'ın yarattığında bir eksiklik göremezsin" (Mülk/3). Zira, el-Bârî, o kula, Rahman isminin altındaki isim şubelerinden biriyle tecelli eder. Kur'an'da iki yerde geçer.

ABDU'L-BÂSIT: El-Bâsıt, rızkı genişleten veya ruhları bedenlere yayan demektir. Allahü Ta'âlâ'nin hilkatinde (yaratılışında) bast verdiği kişi. Bu kişi, Allah'ın izni üzere kendisiyle ferahlık duyduğu kullara, malını, canını, emrine uygun olarak verir, bunun sonucu, onlar da, basta ererler. Çünkü Abdu'l-Bâsıt, el-Bâsıt isminin tecellîsi ile bast eder. Bu, şeriata aykırı olmayacak tarzda vuku bulur. Fiil faili halinde onbir defa Kur'an'da geçer.

ABDU'L-BÂTIN: El-Bâtın, zâtının görülmesi ve mâhiyetinin bilinmesi açısından gizli olan demektir. Kalbî muamelelerde bulûğa eren hamdi, sırf Allah'a mahsus kılan ve Allah'ın sırrını takdis ettiği kula, Abdu'l-Bâtın denir. Ruhanîliği kendisinde galebe çalana kadar, el Bâtın ismiyle ona tecellî eder, onu batınlara yaklaştırır. Gâib olan şeyleri haber verir. Böylece o, insanları manevî kemâlâta, iç arınmasına ve yolu temizlemeye çağırır. Abdu'l-Bâtın, semâviyyât, ruhaniyyât ve gayb âleminde kabuklardan sıyrılmaya davet eden Hz. İsa (a) gibi, tenzîhi teşbihe tercih eder. Kur'an'da bir yerde geçer.

ABDU'L-BEDÎ: El-Bedi, benzersiz şekilde yaratan demektir. Allah'ın zat, sıfat ve fiillerinde bedi' olduğunu gösterdiği kul. Allah onu bu ismin mazharı kılar. Kur'anda iki yerde geçer.

ABDU'L-BERR: El-Berr, iyilik eden, va'dini yerine getiren, anlamındadır. Manâ ve suret açısından, her çeşit iyiliği üzerinde taşıyan kişiye Abdu'l-Berr denir. Gördüğü bütün iyilikleri ve faziletleri uygular. "Lâkin bir (iyi olan kişi), Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitab'a, peygamberlere inanan, O'nun sevgisiyle yakınlarına yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal veren, namaz kılan, zekat veren ve ahitleştiklerinde ahidlerine vefa edenler, zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir. İşte onlar doğru (sâdık) olanlardır ve sakınanlar ancak onlardır" (Bakara/177). Kur'an'da bir yerde geçer.

ABDU'L-CÂMİ': El-Câmi, toplayan. Allah'ın isimlerinin tümünü kendisinde topladığı kul. Allah, onu câmi'iyye'nin mazharı kılar. O da nefsi veya başkasında ortaya çıkan dağınıklık ve parçalanmayı ilahî cem'iyyetle toplar. Kur'an'da fiil olarak sekiz yerde geçer.

ABDU'L-CEBBÂR: El-Cebbâr, iradesini her durumda yürüten veya yaratılmışların hâlini iyileştiren anlamınadır. Noksan veya kırık (yani zayıf) her şeyi (herkesi) güçlendiren kişi. Çünkü Hakk, kulunun hâlini güçlendirir. Bu ismin tecellîsi ile, yüksek bir hâle getirmek üzere, onu güçlü kılar. Kur'an'da sekiz yerde geçer.

ABDU'L-CELÎL: El-Celîl, azamet sahibi anlamınadır. Allah'ın celâli ile celîl kıldığı kişiye, Abdu'l-Celîl denir. Bu kul, sonunda öyle olur ki, kendisini gören herkes, kalbindeki celâlden dolayı heybete kapılır. el-Celâl, şeklinde Kur'an'da iki kere geçer.

ABDU'L-CEVVÂD: El-Cevvâd isminin tecellisine mazhar olarak, insanlar arasında cömertlikte ileri giden kula, Abdu'l-Cevvâd denir. Kur'an değil, hadisle sabittir.

ABDU'D-DÂRR ve ABDU'N-NÂFİ': Zarar veren fayda sağlayan Allah'ın dilediğini yapar olduğuna muttali kıldığı kul. Allah, ona fiillerin tevhidini açar. Gördüğü zarar; fayda, hayır ve şerrin tümünü ancak Alah'dan bilir. Bu iki isim gerçekleştirdiği, ve bunlara mazhar olduğu zaman, o insanlara zarar verir veya menfaat sağlar. Allah, bir takım kullarına bu ikisinden sadece birini nasib eder. Mesela şeytan ve ona uyanları ed-Dar isminin mazharı kılar. Hızır ve ona uygun kişileri de en-Nafi isminin mazharı kılar. Ed-Dasr, türev olarak Kur'an'da iki yerde en-Nafi de aynı şekilde olmak üzere sekiz yerde geçer.

ABDU'L-EHAD: El-Ehad, bölünüp parçalara ayrılmaması ve benzerinin bulunmaması anlamında tek olan demektir. Bu ismin tecellî ettiği kul, zamanın sahibi olan vaktin biriciğidir. O, ehadiyyet-i ûlâ'da bulunan, en büyük kutbiyyet sahibidir. Kur'an'da üç yerde geçer.

ABDU'L-EVVEL: El-Evvel, varlığının başlangıcı olmayan demektir. Hakk'ın evveliyet ve ezeliyetini, her şeyde müşahede eden kul. Bu kul, tâatlarda yarışıp, hayırlarda koşarak, her makamda bu ismi gerçekleştirmek suretiyle (Abdu'l-Evvel isimine layık biçimde) birinci gelir, el-Evvel olur. Halkiyyetle beraber bulunan herkese, ezeliyyeti gerçekleştirmek lâzımdır. Halkiyyete, hudûs (sonradan olma) adı verilmiştir. Kur'an'da bir yerde geçer.

ABDU'L-FETTÂH: El-Fettâh, iyilik kapılarını açan veya hakemlik yapan anlamlarını ifâde eder. Allah'ın, her çeşidiyle, anahtarların sırlarının ilmini verdiği kula, Abdu'l-Fettâh denir. Allah onun (yani Abdu'l-Fettâh olan kulu) vasıtasıyla, husûmetleri, kilitleri, problemleri ve sıkıntıları açar. Allah, onun vasıtasıyla nimeti tutup vermediği gibi, rahmet (fütûhât)ini de yine onun (vasıtası) ile gönderir. Kur'an'da üç yerde geçer.

ABDU'L-GAFFÂR: El-Gaffâr, daima affeden, tekrarlanan günahları bağışlayan demektir. Kendisine kötülük yapan herkesin suçunu örten ve kendisinden olanın örtülmesini istediği şeyi, başkaları için de isteyen kula Abdu'l-Gaffâr denir. Çünkü Allah, bu kulunun günahlarını örtüp, Gaffârlık tecellîsi ile, onu bağışlamıştır. Allah, el-Gaffâr'lığmı, Abdu'l-Gaffâr (olan kulu vasıtası) ile ortaya çıkarır. Kur'an'da doksan yedi yerde geçer.

ABDU'L-GANî: el-Ganî, zengin, ihtiyaçsız. Allah'ın cümle mahlûkâta muhtaç olmaktan kurtardığı kuldur. Kendisinden daha istemeden ona ihtiyaç duyduğu şeyleri verir. Ancak bu, kulunun himmetinin gücünün topluluğuna, kendine muhtaçlığına zatî fakrı gerçekleştirmesine ve istidadına bağlıdır. Kur'an'da onsekiz yerde geçer.

ABDU'L-HÂDÎ: el-Hâdî, yol gösteren, murada erdiren demektir. el-Hâdî isminin tecellî ettiği kişi. Allah, sıdk ile Hak'dan konuşarak emrettiklerini halka onun vasıtası ile tebliğ edip, onlara hidâyet edici kılar. Ona, Nebi'ye asaletle, tabi olanlarına verasetle olduğu gibi inzar eder. Kur'an'da on yerde geçer.

ABDU'L-HÂFID: el-Hâfıd, alçaltan, zillet veren demektir. Her konuda, Allah'a karşı tezellül hâlinde bulunan kuldur. Her şeyde Hakk'ı gördüğü için, nefsini alçaltın Kur'an'da bir yerde geçer.

ABDU'L-HAFîZ: el-Hafîz, koruyup gözeten ve dengede tutan demektir. Allah'ın, içini, dışını, düşüncelerini, hallerini, sözlerini ve fiillerini, her türlü kötülükten koruduğu kişidir. Allah, el-Hafîz ismiyle bu kuluna öyle bir tecellî eder ki, onunla beraber bulunanlara, bu hıfz sirayet eder. Ebû Süleyman ed-Darrânî'den, kalbine otuz sene müddetle kötülük gelmediği, onunla beraber bulunmaya devam ettiği sürece, yanındakilere de aynı durumun söz konusu olduğu, anlatılır. Kur'an'da on iki yerde geçer.

ABDU'L-HAK: el-Hak, fiilen var olan, realiteye uygun, gerçek gibi anlamlan ihtiva eder. Hakk'ın tecellî ettiği kişidir ki, Allah, bu kulunu, bâtıl fiil, söz ve hallerden korur. O da, her şeyde Hakk'ı görür. Çonkü O, zâtıyla kâim, vâcib ve sabit olandır. Siva adı verilen şey, batıl ve yok olucudur, varlığı Hakk'a bağlı (yani Hak ile)dir. Belki o, Hakk'ın suretlerinde O'nu Hakk olarak, batılı da bâtıl olarak görür.

ABDU'L-HAKEM: el-Hakem, son hükmü veren anlamındadır. Abdu'l-Hakem, kullara, Allah'ın hükmüyle hükmeder. Kur'an'da on üç yerde geçer.

ABDU'L-HAKîM: el-Hakîm, bütün emirleri ve işleri yerli yerinde olan demektir. Allah'ın, eşyadaki hikmet noktalarını gösterdiği, konuşmasında mükemmelliğe ve davranışında isabete muvaffak kıldığı kişidir. Bu kul, bir şeyde noksanlık görmez ki onu gidermesin, yine bir şeyde bozukluk bulmaz ki onu ıslâh etmiş olmasın. Kur'an'da doksan altı yerde geçer.

ABDU'L-HÂLIK: el-Hâlık, takdirine uygun bir şekilde yaratan demektir. Bu isim bir kulda tecellî edince, o, Allah'ın dilediği nisbette her şeye kadir olur. Zira, bu durumda Allah kuluna, halk ve takdir sıfatıyla tecellî etmiştir. Kul da, Allah'ın takdiri ile takdir eder. Kur'an'da sekiz yerde geçer.

ABDU'L-HAMÎD: el-Hamîd, öğülmeye lâyık olan demektir. Hakk'ın üzerine öğülen sıfatlarla tecellî ettiği kuldur, insanlar (Abdü'l Hamîd olan) kulu öğdükleri hâlde, o, sadece Allah'ı öğer. Kur'an'da onyedi yerde geçer.

ABDU'L-HALîM: el-Halîm, acele ve kızgınlıkla muamele etmeyen demektir. Bu ismin tecelî ettiği kul, kendisine karşı suç işleyene ceza vermede acele etmez, ona yumuşak davranır. Kendisine eza edenin sıkıntısına, sefihlerin sefihliğine tahammül eder, kötülüğü iyilikle savar.Kur'an'da onbeş yerde geçer.

ABDU'L-HASÎB: el-Hasîb, kullarına yeten veya onları hesaba çeken demektir. Allah'ın tâ nefislerine varana kadar, nefeslerini hesaba çeker hâle getirdiği ve bu konuda onu ve sevenlerini başarıya erdirdiği kişi.Kur'an'da dört yerde geçer.

ABDU'L-HAYY: el-Hayy, ebedî hayatla diri olan manasınadır. Hakk'ın ebedî hayatıyla, kendisine tecellî ettiği kuldur. Böylece (Abdu'l-Hayy olan) kul, O'nun devamlılığı olan hayatı ile yaşamayı sürdürür. Kur'an'da ondokuz yerde geçer.

ABDU'L-KÂBID: el-Kâbıd, rızkı tutan veya canlıların ruhunu alan demektir. Allah'ın tutukluk (kabz) verdiği kuldur Allah, bu kulu adli ve hikmetine uygun olarak, üzerlerine feyzolması (gelmesi) gerekmeyen ve kendilerine lâyık bulunmayan şeyden nefsini ve başkasını tutucu hale getirir. Yine Allah, bu (Abdu'l-Kâbıd olan kulujnu, kendilerine yakışmayan konularda, kullara engel kılar. Kullar da bu (Abdu'l-Kâbıd)nun engeli ve tutuşuyla kabza (tutukluğa) uğrarlar. Fiil olarak bir yerde geçer.

ABDU'L-KÂDİR: el-Kâdir, her şeye gücü yeten, kudretli demektir. el-Kâdir isminin tecellîsi ile, tüm takdir edilen şeylerde, Allah'ın kudretini gören kuldur. O, tutmayı kendisiyle gerçekleştiren ilâhî elin suretidir.Ona hiç bir şey engel olamaz. Her şeyde, Allah'ın etkisini, zatlarındaki ademiyet (yokluk) ile beraber,ma'dûmlara vücûdun yardımının sürekli olarak ulaştığını görür. Eşyada Allah'ın kudretiyle tesir etmesine rağmen, kendi nefsinin yokluğunu görür. Durum, Abdu'l-Muktedir için de böyledir. Ancak o, icad (var etmen)in kaynağını ve hâlini görür. Kur'an'da elliyedi yerde geçer.

ABDU'L-KAHHÂR: el-Kahhâr, yenilmeyen yegane gâlib, demektir. Nefsinin güçlerini kahretmek üzere, te'yidi ile, Allah'ın başarıya erdirdiği kuldur. Böylece, ona el-Kahhâr ismiyle tecellî eder. O, kendisinden yüz çevireni kahreder. Kendisiyle savaşan ve düşmanlık eden herkesi, hezimete uğratır. Mahlûkâta tesir eder, ancak, onlardan etkilenmez. Kur'an'da sekiz yerde geçer.

ABDU'L-KAVî: el-Kavî, her şeye gücü yeten, kudretli anlammadır. Gazap, şehvet, heva ile nefsine destek veren şeytan ve ordusunun, ayrıca ins ve cin şeytanlarından olan düşmanlarının sultasına karşı, Allah'ın kuvvetiyle güçlenen kişi. Kahri olmadıkça, Allah'ın hiç bir mahlûkâtı, ona mukavemet edemez. Galebesi olmadıkça, hiç bir kimse ona güç yetiremez. Kur'an'da onbir yerde geçer.

ABDU'L-KAYYÛM: el-Kayyûm, her şeyin varlığı kendisine bağlı olup kâinatı idare eden demektir. Eşyanın varlığını Hakk'a bağlı olarak gören kul. Kayyûmiyyet, tecellî edince, o kul, bununla, halk arasında, Allah'a bağlanıp emirlerini yerine getirerek, onlara, geçimleri, hayatları ve maslahatları için yaptıkları işlerde yardımcı olarak hizmet eder. Kur'an'da üç yerde geçer.

ABDU'L-KEBÎR: el-Kebîr, zâtının ve sıfatlarının mâhiyeti, anlaşılamayacak kadar uludur anlamına gelir. Hakk'm kibriyâsı ile büyük olan kişi. O'nun büyüklüğü, fazlü keremiyle halktan üstün olmasıdır. Kur'an'da otuzaltı yerde geçer.

ABDU'L-KERÎM: el-Kerîm, fazilet türlerinin hepsine sahip anlamını ihtiva eder. Allah'ın, el-Kerîm isminin vechini gösterdiği (yani, el-Kerîm ibmine mazhar kıldığı) kişi. O, keremi tecellî ettirir. Zira, kerem O (Allah)nun kadrini bilmeyi ve O'nun sınırına tecâvüz etmemeyi gerektirir. Malumdur ki, kulun malı mülkü olmaz. O, kulları üzerine olan Allah'ın kerem ve cömertliğinin dışında, hiç bir şeyi kendisine bağlamaz (nisbet etmez). Zira, Mevlâ'sının cömertliği, kendi mülkünde, dilediği kişilere tahsis edilmiştir. Onu, keremiyle herkesin günahını örtmüş olarak görür. Abdü'l-Kerîm, kendisine kötülük yapanı, en güzel huyla ve muamele ile karşılık vererek, onu affeder. Hz. Ömer (r.a), "Seni Kerîm olan Rabbine karşı gurura sevkeden şey nedir?" (infitâr/6) âyetini işitince, "Senin keremin ya Rab!" demiştir. Bunun hüccet telkin etmeyle ilgili olduğunu söylemiştir. Kısaca, Allah'ın keremi yanında, tüm kulların günahlarının bir değere sahip olmadığını görür. Kereminin feyzi gereği, Allah'ın tüm nimetlerini sınırlı görmez. Böylece, fiilleri, keremi sebebiyle kendisine tecellî eden Rabbisinin ikramı olarak ortaya çıkması bakımından bu kul, insanların en cömerdi hâline gelir. Abdu'l-Cevvâd'ı da bununla kıyasla; çünkü kullarına onun cömertliğinin vasıtası ve ve el-Cevvâd isminin mazharı (ortaya çıktığı yer) olmuştur. Halk içinde, nefsini sevgilisine adayan kişiden daha cömert kim olabilir? Böylece o, kalbini, Allah'tan başkasına bağlamaz. Kur'an'da yirmi yedi yerde geçer.

ABDU'L-KUDDÛS: el-Kuddûs, her eksiklikten münezzeh demektir. Allah'ın perdelenmeden arındırdığı kişi. Bu kulun kalbini, Allah'tan başkası meşgul etmez. Allahu Ta'âlâ'nın şu kudsî hadiste ifade ettiği gibi, kalbi sadece O, istilâ eder: "Yere göğe sığmadım mü'min kulumun kalbine sığdım" (Keşfu'l-Hafâ, U/373). Kim Hakk'ı kuşatırsa, başkasından arınır. Çünkü Hak tecellî ettiğinde, O'ndan başka hiç bir şey kalmaz. el-Kuddûs'ü, mahlûkâttan arınmış kalpten başkası kuşatamaz. Kur'an'da iki yerde geçer.

ABDU'L-LATÎF: el-Latîf, yaratılmışların ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip, sezilmez yollarla karşılayan kişi anlammadır. Lutf için lütuflu olma mevkilerini bilmesinden dolayı, Allah'ın kullarına lütufla davranan kişi. Bu kul, içlere muttali, kullara Hakk'ın lütfunun vasıtası olur. Latîf ismi kendisinde tecellî ettiği için,O'nun lütfü sebebiyle, kullarına sezmedikleri tarzda yardım eder. Basiretler O'nu idrâk edemezler. 7 yerde geçer.

ABDU'L-MÂCİD: el-Mâcid, şanlı, şerefli demektir Allah'ın kendi vasıflarıyla şereflendirdiği kul. Allah, ona kabiliyetine göre vermiş; Abdu'l-Mecîd gibi, şan ve şerefine göre, kaldırabileceği kadar tahammül (taşıma) gücü bahsetmiştir. Kur'an'da yoktur. Ancak hadislerde sabittir.

ABDU'L-MECÎD: el-Mecîd, şanlı, şerefli anlamını ifâde eder. Ahlâk ve sıfatını olgunlaştırdığı, Allah'ın ahlâkını gerçekleştirdiği için, Hakk'ın kullar arasında yücelttiği kişidir. Böylece, insanlar, güzel ahlâkı ve fazlından dolayı onu yüceltmişlerdir. Kur'an'da dört yerde geçer.

ABDU'L-MELİK: el-Melîk, görünen ve görünmeyen âlemlerin sahibi demektir. Allah'ın dileyip emrettiği hususta tasarruf ederek, kendine ve başkasına güç yetirendir. Bu, Allah'ın mahlûkâtı arasındaki en güçlü varlıktır. Kur'an'da bir yerde geçer.

ABDU'L-METîN: el-Metîn, her şeye gücü yeten, kudretli, demektir. Sapıttırmak isteyenden
etkilenmeksizin, dininde sağlam olan kul. Tam sağlam olduğu için, Hak'tan uzaklaştırıp dini yok eden kişinin yanında bulunmaz. Abdu'l-Kavî, her şeye tesir ederken, Abdu'l-Metîn hiç bir şeyden etkilenmeyendir.Kur'an'da üç yerde geçer.

ABDU'L-MUAHHİR: el-Muahhir, geriye bırakan anlamınadır. Kul, bu isim vasıtasıyla, her tecâvüz ve taşkınlıktan geri kalır. Onu tuğyan ve tecâvüzden, bulunması gereken hududa döndürür. Yine, geciktirilmesi (alıkonulması) gereken her fiil için de durum böyledir. Allah, hududu, insanlar için çizmiştir.

ABDU'L-MÜBDİ: el-Mübdi, ilkin yaratan demektir. Allah'ın, ibdâına (ilk yaratıcılığına) muttali kıldığı (ibda sırrına erdirdiği) kuldur. Halk ve emrin başlangıcını görür, ilk yapılan hayırları, Allah'ın izniyle başlatır.

ABDU'L-MUCîB: el-Mücîb, dualara karşılık veren anlamına gelir. Hakk'ın da'vetine icabet edip, O'na itaat eden kula denir. "Allah'a çağırana icabet ediniz"(Ahkâf/31) âyetini duyduğunda, Allah onun davetine öyle bir karşılık verir ki, sonunda, ona el-Mücîb ismiyle tecellî eder. İhtiyâcı için dua eden tüm kullarına karşılık verir. Çünkü bu, Allah'ın kendisine vacip kıldığı isticâbe cümlesindendir. Onun bu icabeti "Kullarım, sana Ben'den sorarlarsa, onlara yakınım. Dua ettiğinde, onun isteğine karşılık veririm. Haydi öyleyse, Ben'den
kabul talebinde bulununuz" (Bakara/186) âyeti gereğidir. "... Bana inansınlar!..." (Bakara/186) âyetindeki şuhûdî imân için gerekli tevhîd ve kurb hükmünce, onların duasını kendi duası olarak görür. Kur'an'da bir yerde geçer.

ABDU'L-MUGÎS: el-Muğîs, yardım eden demektir. Allah'ın, muhtacın ihtiyâcını, miktarı ve vaktiyle bildirip, bilgisine uygun biçimde, bunu başarmaya eksiksiz ve noksansız olarak muvaffak kıldığı kişidir. İhtiyâcı gidermekte, ne geç kalır, ne de erken davranır.

ABDU'L-MUHEYMİN: el-Müheymin, kâinatın bütün işlerini gözetip, yöneten anlamınadır. Hakk'ın, her şeyi görüp gözeten olduğunu müşahede eden kişi. el-Müheymin ismi kendisinde görüldüğü için o, üzerinde her hakkı bulunanın hakkını vererek, kendisini ve başkasını gözetmektedir.

ABDU'L-MUHYî: el-Muhyî, can veren demektir. Allah'ın el-Muhyî ismiyle tecellî ederek, kalbine hayat verdiği kula Abdu'l-Muhyi denir. Hz. İsa (a)'da olduğu gibi, (bu kulunu) ölüleri diriltmeye muktedir kılar.Kur'an'da bir yerde geçer.

ABDU'L-MU'îD: el-Mu'îd, tekrar yaratan anlammadır. Tüm halk ve emr'in, sonunda kendisine döneceğine, Allah'ın muttali kıldığı (veya bu sırra erdirdiği) kuldur. Bu kul, iadesi vacip olanı, Allah'a döndürür. Sonunda, akıbet ve me'âdını, en güzel biçimde saadetini görür.

ABDU'L-MUNTAKİM: el-Muntakim, suçluları cezalandıran demektir. Allah'ın kullan arasında, hududunu meşru şekilde gözetmek üzere, görevlendirdiği kul'dur. Abdu'l-Muntakim, (bu konuda), insanlara yumuşak ve merhametli davranmaz." O ikisi için, Allah'ın dinini uygulama konusunda sizi bir acıma tutmasın (Nur/2). Kur'an'da bir yerde geçer.

ABDU'L-MU'İZZ: el-Mu'izz, yücelten, izzet ve şeref veren demektir. Allah'ın el-Mu'izz ismiyle tecellî ettiği kul, Bu kul, velilerden Allah'ın izzetiyle şereflendirdiğini aziz kılar. Kur'an'da doksandokuz yerde geçer.

ABDU'L-MUKADDİM: el-Mukaddim, öne alan anlammadır. Allah'ın öne geçirip, ilk safta
bulundurduğu kuldur. O, bu ismin tecellîsi ile, fiillerden öne geçmesi gereken her şeyi ve ileri geçmeye hak kazanan herkesi, başa geçirir.

ABDU'L-MUKSIT: el-Muksıt, adaletli davranan anlammadır. Bu (ismin tecellî ettiği kul), adaletli davranmada, insanların en mükemmeli olandır. Öyle ki varsa, başkasının kendi üzerindeki hakkını bile teslim eder de bir başkası onu ne hisseder, ne de bilir. Zira o, kendisinde tecellî eden Allah'ın adaleti ile hükmeder. Her hak sahibine hakkını öder. Gördüğü her zulmü yok eder. O, nur kürsisi üzerindedir. Aşağı inmesi gerekeni alcaltır yükselmesi gerekeni de yüceltir. Hz. Peygamber (s.a.v) bir hadis-i şerifte şöyle buyurur:
"Adaletli davrananlar, nurdan minberler üzerindedir" (Ahmed ibn Hanbel, Müsned, c. II., s. 160).

ABDU'L-MUKÎT: el-Mukît, bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp veren demektir. Bu ismin tecellî ettiği kul, ihtiyaç içindeki kulların ihtiyacını giderir. Kur'an'da bir yerde geçer.

ABDU'L-MUKTEDİR: el-Muktedir, her şeye gücü yeten, kudretli demektir. Bu ismin tecellî ettiği kul, Allah'ın kudretini her şeyde görür ve O'nun izniyle her şeye güç yetirir. Kur'an'da üç yerde geçer.

ABDU'L-MUSAVVİR: el-Musavvir, şekil ve özellik veren anlamına gelir. Bu ismin mazharı olan kul, tasvirine Allah'ın muvafakat ve mutabakat ettiğinden başkasıyla tasvirde bulunmaz. Zira onun tasvir fiili, Allah'ın tasvir ediciliğinden kaynaklanmaktadır. Kur'an'da bir yerde geçer.

ABDU'L-MU'MİN: el-Mü'min, güven veren, va'dine güvenilen demektir. Allah'ın bela ve cezadan emîn kıldığı, insanların zatları, mal ve ırzları konusunda güven duyduğu kişidir. Kur'an'da ikiyüz yirmi sekiz yerde geçer.

ABDU'L-MUMÎT: el-Mumît, öldüren demektir. Allah'ın nefsindeki neva, gazap ve şehveti öldürdüğü kuldur. Böylece kalbi canlanır, aklı Hakk'ın hayatı ve nuru ile aydınlanır. Öyle ki, tecellî eden bu sıfat ve Allah'tan gelen etkili himmet sonucu, kendisinde; nefsî kuvvetleri öldürmesi neticesinde de başkalarında tesirli olur.

ABDU'L-MUTE'ÂL: el-Mute'âl, izzet, şeref ve hükümranlık bakımından en yüce, aşkın demektir. Başkasının idrak edemeyeceği yüceliğe ulaşıp yücelen. O, el-Müte'âl isminin mazharıdır. Elde ettiği olgunluk ve yücelikte durmayan, daha yüce himmetiyle, her kayıt, mekân ve makamdan üstün bulunan mukaddes, mutlak, hakîkî ulvîliği gördüğü için, Allah'tan, yücelikte ilerlemeyi isteyerek, her kemâlâtta üstünlüğü, varlıkların en şereflisi, rütbece en üstünü olmasına rağmen, Hz. Muhammed (s.a.v)'in "Rabbim, ilmimi artır"
(Tâhâ/114) âyetine muhatap kılındığını görmüyor musun? Kur'an'da bir yerde geçer.

ABDU'L-MUTEKEBBİR: el-Mutekebbir, azamet ve yüceliğini ortaya çıkaran demektir. Hak karşısında kendisini zelil kılması sebebiyle, büyüklenmesinin yok olup, neticede, kendi kibri yerine, Allah'ın kibriyâsının gelmesidir. Bu, Allah'tan gayrisine Hak ile tekebbür ederken, başkasının önünde eğilmez, Kur'an'da bir yerde geçer.

ABDU'L-MUZİLL: el-Muzill, zillet veren, anlammadır. Bu kul, el-Müzil isminin ortaya çıkış yeridir. O, Allah'ın zelil etmek istediği düşmanlarını, kendisinde tecellî eden el-Muzill ismiyle zillete düşürür.

ABDU'N-NÛR: en-Nûr, nurlandıran, nur kaynağı gibi anlamları vardır. Allah'ın en-Nûr ismiyle tecellî ettiği kuldur." Allah, yerin, göğün nurudur..." (Nur 35) âyetinin mânâsını bu kul, anlar. en-Nûr, kevnî ve ilmî olarak, her şeyin kendisiyle ortaya çıktığı ez-Zâhir'den ibarettir. O, kendisiyle hidayete erilen âlemlerin nurudur. Bu nura, asaleten Hz. Muhammed (s.a.v), O'nun sünnetlerini yaşamakla da mirasçıları sahiptir. Kur'an'da otuz üç yerde geçer.

ABDU'R-RÂFİ': er-Râfi', yücelten demektir. Her şeyin üzerinde yükselen kula, Abdu'r-Râfi' denir. O'nun ona nazarı, siva (diğer) ve gayr (başka)'ın nazarı iledir. Dereceleri yükselten, Hak ile kaim olmasından dolayı, nefsini kendi rütbesinden yukarı kaldırır. Durum bunun tersine de olabilir. Zira, el-Hâfıd isminin mazhariyeti sebebiyle, ilki, sırf adem (yokluk) hâlinde gördüğü için, her şeyi alçaltın İkincisi de, kendisinde olan er-Râfî' isminin tecellîsi ile gördüğü her şeyde, Hakk'ı yükseltir. Bana (el-Kâşânî'ye) göre, bu, daha doğrudur. Zira arif, sıfatlanmak üzere rahmeti ister, böylece acınan (merhum) değil, acıyan (rahîm) olur. Zira âsînin rahmetten olan payı, budur. Kur'an'da iki yerde geçer.

ABDU'R-RAHÎM: er-Rahîm, bağışlayan, esirgeyen, acıyan anlamlarınadır. er-Rahîm isminin tecellî ettiği kula, Abdu'r-Rahîm denir. O, rahmetini takva sahibi ve sâlihlere tahsis etmiş, kızdıklarından da intikam almıştır. Kur'an'da yüz on beş yerde geçer.

ABDU'R-RAHMÂN: er-Rahmân, bağışlayan, esirgeyen, acıyan anlamlarmadır. er-Rahmân isminin kendisinde ortaya çıktığı kula, Abdu'r-Rahmân denir. O, rahmetin dışında kalmadığı için, kabiliyeti ölçüşündü bütün âlemlere rahmettir. Kur'an'da elli yedi yerde geçer.

ABDU'R-RAKîB: er-Rakîb, gözetleyip, kontrol eden demektir. er-Rakîb isminin tecellîsi altında nefsinin fanî olup gittiğini idrak ederek, gözetleyicisini, kendisine nefsinden daha yakın bulan kula, Abdu'r-Rakîb denir. Bu kul, Allah'ın hiç bir hududuna tecâvüz etmez. Bu hadlere riâyet etmeye, kendini tam vermiş kimse bulunmaz. Arkadaşları yanına geldiğinde, onları Allah'ın murâkabesiyle gözetler. Kur'an'da beş yerde geçer.

ABDU'R-RAÛF: er-Raûf, şefkatli, demektir. Allah'ın re'fet ve rahmetine mazhar kıldığı kuldur. Bu kul, şer'î hudud hariç, insanlara çok re'fetli (şefkatli) olur. Allah'ın onun üzerine bağlı bulunan hükmü ve kazası gereği, günahtan dolayı kendine vacip kılmanı ve haddi, rahmet şeklinde görür. Her ne kadar dıştan nikmet gibi görünse de... Bu durumu, sadece havassu'l-havass seviyesinde bulunanlar, zevken bilirler. Zahiren üzerindeki haddi uygulamak, bâtınen ona acımanın ayn'ı dır. Kur'an'da onbir yerde geçer.

ABDU'R-RAŞîD: er-Raşîd, bütün işleri isabetli ve hedefine ulaşıcı, irşâd edici demektir. Allah'ın er-Raşîd ismiyle tecellî etmek suretiyle rüşdünü nasib ettiği kula, Abdu'r-Raşîd denir. İbrahim (as)'e dediği gibi:"Andolsun ki, daha önce ibrahim'e de, akla uygun olan (rüşd)ı göstermiştik..." (Enbiyâ/51). işte bundan sonra, halkı Allah'a, ma'âş ve me'âd konularında dünyevî, uhrevî maslahatlara yöneltmek üzere irşada başladı. Kur'an'da üç yerde geçer.

ABDU'R-RAZZÂK: er-Razzâk, bedenlerin ve ruhların gıdasını yaratıp veren demektir. Allah'ın rızkını genişlettiği kula, Abdu'r-Razzâk denir. Allah, kullarına, onun vasıtasıyla tesir eder. (Yani, Abdu'r-Razzâk özelliğini taşıyan kulu vasıtasıyla, razzâklığını ortaya koyar). O, Allah'ın vermeyi dilediği kişilere verir. Zira, Allah, genişlik ve bereketi, onun ayağı altına koymuştur. O, ancak kendisinde bereket olana gelir, Allah, hayrı onunla gönderir. Kur'an'da bir yerde geçer.

ABDU'S-SABÛR: es-Sabûr, çok sabırlı demektir. Bu kul, es-Sabûr isminin kendisinde tecellî etmesi sebebiyle, işlerde sebatlı hale gelmiştir. Cezalandırmada, muaheze etmede acele etmez, musibetlerde sabırsızlık göstermez, mücahedelerde, (Allah'ın tâat konusundaki emirlerinde, kendisine gönderdiği belalarda) maruz kaldığı eziyetlerde tahammüllü olur. Kur'an'da yirmi altı yerde geçer.

ABDU'S-SAMED: es-Samed, arzu ve ihtiyaçları sebebiyle, herkesin yöneldiği ulular ulusu bir müstağni demektir. Hayırları yardım olarak ulaştırdığı, belâları kaldırdığı için, kendisine ihtiyâç duyulan, samediyyet'in zuhur ettiği kuldur. Onun vasıtası ile, sevabın verilmesi, azabın kaldırılması için, Allah'tan şefaat istenir. O, terbiye edildiği alanda (kendine ait rubûbiyyet tecellisi ile), Allah'ın âleme nazar ettiği mahaldir. Kur'an'da bir yerde geçer.

ABDU'S-SELÂM: es-Selâm, esenlik veren demektir. Selâm ismi tecellî edip, her türlü noksan, âfet ve ayıptan kurtulan kişiye, Abdu's-Selâm denir. Kur'an'da otuz dört yerde geçer.

ABDU'S-SEMî' VE'L-BASÎR: es-Semî', işiten; el-Basîr, gören demektir. Kendisinde bu iki isim tecellî eden kul, Hakk'ın işitme ve görmesiyle sıfatlanır. Kudsî hadîs: "Onun işiten kulağı, gören gözü olurum..." (Buharî, l, 105). Bu kul, eşyayı, Hakk'ın gözü ile görür, kulağı ile işitir. Semi' ve basîr kelimeleri Kur'an'da elli bir yerde geçerler.

ABDU'Ş-ŞEHÎD: eş-Şehîd, her şeyi gözlemiş olarak bilen demektir. Şâhid olarak her şeyde Hakk'ı müşahede eden kul. O, kendinde ve Allah'ın yarattığı diğer varlıklarda, Hakk'ı görür. Kur'an'da otuz beş yerde geçer.

ABDU'Ş-ŞEKÛR: eş-Şekûr, az iyiliğe çok mükâfat veren demektir. Bu kul, Rabbisine daimî şükür halindedir. O, ni'meti ancak O'ndan gelmiş olarak görür. Bela ve cezalandırma şeklinde bile olsa O'ndan gelen her şeyi, sadece ni'met olarak değerlendirir. Çünkü, bela ve cezalandırmanın içindeki ni'metin farkındadır. Hz. Ali (ra) şöyle der: "Evliyasına rahmeti, cezalandırması kadar geniş, düşmanını cezalandırması, rahmeti kadar
şiddetli olan Allah'ın sânı, ne yücedir!" Kur'an'da on yerde geçer.

ABDU'T-TEVVÂB: et-Tevvâb, kullarını tevbe etmeye muvaffak kılan ve tevbelerini kabul eden, demektir Bu, Hak'dan gayri olan her şeye ve nefsine veda edip, onlardan sürekli olarak, Allah'a dönüş yapan kuldur. Öyle ki, sonunda, hakikî teveccühe şâhid olur da, günahından Allah (c)'a her dönen kişinin tevbesini makbul sayar. Kur'an'da on iki yerde geçer.

ABDU'L-VÂCİD: el-Vâcid, dilediğini dilediği zaman bulan bir müstağni demektir. Allah'ın kendisine ayn-ı ehadiyyetü'l cem'de vücûd bahşettiği kuldur. Vacibü'l-Vücûdi'l-Ehadî ile vâcid (bulan) mevcudu buldu. Onunla, her şeyden müstağni oldu. (Yani, onu bulunca hiç bir şeye ihtiyâcı kalmadı). Çünkü, bunu kazanan, her şeyi kazanmıştır. Bu kulun, ne kaybı vardır, ne de talebi...

ABDU'L-VÂHİD: el-Vâhid bölünüp parçalara ayrılmaması ve benzerinin bulunmaması anlamında tek olan demektir. Allah'ın vâhidiyyet hazretine ulaştırıp, tüm isimlerindeki ehadiyyeti kendisine açtığı kuldur. O, bu şekilde, O'nun isimleri vasıtası ile, idrak edileni kavrar, akledileni düşünür, Esma-i Hüsnâ'nın vecihlerini müşahede eder hâle gelir. Kur'an'da altmış iki yerde geçer.

ABDU'L-VEHHÂB: el- Vehhâb, karşılık beklemeden, bol bol veren demektir. Hakk'ın cömertlik ismiyle tecellî ettiği kişi. Herhangi bir karşılık gerektirmeyecek şekilde, istediği kişiye lâyık olanı verir. Allah'ın inayetine ehil olanlara, imdâdıyla yetişir. Zira, o Allah'ın cömertliğinin vasıtası ve mazharı (ortaya çıktığı yer) dir. Kur'an'da dört yerde geçer.

ABDU'L-VÂLÎ: el-Vâlî, kâinata hakim olup onu yöneten, demektir. el-Vâlî isminin tecellî ettiği zuhuru ile, kendisini insanlara vâlî kıldığı kula, Abdu'l-Vâlî denir, ilâhî siyâsetle o, kendisine ve başkasına valilik yapar. Kullar arasında, Allah'ın adaletini gerçekleştirir. Onları hayra çağırır, iyiliği emreder, kötülükten men eder. Allah, ona ikramda bulunur, onu hiç bir gölgenin bulunmadığı günde (mahşer meydanında) gölgelenecek olan yedi kişinin ilki kılar. O, âdil sultandır. Mizanda, insanların en ağır basanı, yeryüzünde Allah'ın gölgesidir.

Zira, idare ettiği insanların hasenatı ve hayırları (ecirlerinden bir şey kaybetmeksizin) onun terazisine konur. Allah dinini, onun vasıtasıyla ayakta tutar. Onları hayırlara yöneltir. O, Allah'ın eli ve yardımcısıdır. Allah da, onun destekçisi ve koruyucusudur.

ABDU'L-VÂRİS: el-Vâris, sonu olmayandır. el-Vâris isminin tecellîsine mazhar olan kul. Bu, Abdu'l-Bakî benzeri bir isimdir. Çünkü, o, nefsinden fanî olduktan sonra Hakk'ın bekasıyla varlığını sürdürür hâle gelince, Hakk'ın mirasçı olduğu şeyin hepsine vâris olur. Bu, ilim ve mülklerinde fanî olduktan sonra vuku bulur. Abdu'l-Vâris, enbiyaların her konudaki ilim, marifet ve hidayetlerine mirasçı olur. Kur'an'da altı yerde geçer.

ABDU'L-VÂSİ': el-Vâsi', ilmi ve merhameti, her şeyi kuşatan demektir. O, fazlı ve genişliğiyle her şeyi kuşatandır. Bütün mertebeleri ihâte ettiği için, hiç bir şey, O'nu içine alamaz. Allah, fazlından bir şey vermedikçe, onu kendisine lâyık bulmaz. Kur'an'da on üç yerde geçer.

ABDU'L-VEDÛD: el-Vedûd, çok seven, çok sevilen anlamına gelir. Allah ve velilerine sevgisi olgunlaşıp da, Hakk'ın sevgisine mazhar olan kula, Abdu'l-Vedûd denir. O kişi, sevgisini bütün mahlûkâta yayar insü cinnin câhilleri hâriç, herkes onu sever. Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle der: "Allah bir kulu sevdiğinde Cibril'i çağırır, ona 'Ben, filanı seviyorum, sen de onu sev'der. Böylece Cibrîl, onu sevmeye başlar. Sonra semâya şöyle seslenir: 'Allah filanı seviyor, o halde onu siz de seviniz'. Böylece onu, semâdakiler de sevmeye başlarlar. Bundan sonra o, yeryüzünde de makbul olur" (A. i. Hanbel, Musned, II., 267). Kur'an'da iki yerde geçer.

ABDU'L-VEKÎL: el-Vekîl, güvenilip, dayanılan demektir. Sebeplerin şekillerinde perdelenenlerin kendisine nisbet edildiği bütün fiilleri yapan varlık olarak sadece Allah'ı gören kişidir. Böylece o, aradan sebepleri kaldırır, bütün işlerini dayandığı Allah'a havale eder, O'nun vekilliği ile de hoşnutluk duyar. Kur'an'da yirmi dört yerde geçer.

ABDU'L-VELÎ: el-Velî, yardımcı ve dost anlamınadır. Allah'ın, sâlih ve mü'minlerden, kendisine dost edindiği kişidir. Zira Allah (c) şöyle der: "O, salihleri dost edinmiştir" (A'râf/196). Salih ve mü'minlerden olan velîleri, sadece Allah'ı dost edinmeleri münasebetiyle, O da, onları kendisine dost edinir. Âyet: "Allah, inananları dost edinir" (Bakara/257). Kur'an'da kırk dört yerde geçer.

ABDU'Z-ZÂHİR: ez-Zâhir, varlığını ve birliğini belgeleyen bir çok delilin bulunması açısından aşikâr olan anlamındadır. Hayır ve tâatlarla ortaya çıkıp, sonunda, Allah'ın kendisine, ez-Zâhir ismini açtığı kuldur. O'nu ez- Zahir olarak tanır. O'nun zâhiriyyeti ile sıfatlanır, insanları zahirî olgunluklara ve onlarla süslenmeye çağırır. Hz. Musa (as)'nın davetinde olduğu gibi, teşbihi tenzihe tercih eder. Bu nedenle, Hz. Musa, onlara, cennetleri, sığınılacak yeri ve cismanî lezzetleri va'detmiş, Tevrat'ı iri hacimli ve altın yaldızlı olarak, büyükçe ortaya koymuştur. Kur'an'da on sekiz yerde geçer.

ABDU Zİ'L-CELÂLİ VE'L-İKRÂM: Zü'l-Celâli ve'l-ikrâm, azamet ve kerem sahibi anlamınadır. Allah'ın kendi sıfatlarıyla sıfatlandığı, isimlerini tahakkuk ettirdiği için celil kılıp ikram ettiği kula denir. Onun isimlerini mukaddes, aziz, münezzeh ve celil olduğu gibi, onların zuhur yerleri, ortaya çıkan şekil ve görüntüleri de aynı durumu hâizdir. Bu kul, düşmanı görünce kudretinin celâlinden heybete kapılır, karşılaştığı evliyaullah'a da
sırf Allah ikramı olması bakımından ikram ve i'zâzda bulunur. Bu isimle sıfatlanan kul, Allah (c c )'ın evliyasına ikram, eder düşmanlarına da korku salar. Kur'an'da iki yerde geçer. (Tasavvuf terimleri ve deyimleri sözlüğü Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu)

Yukarda ki Hadise kaldığımız yerden devam edecek olursak. Burada bu kutbun meydana getirilmesine `baas' (diriltme) deniyor. Bu da ancak Allah tarafından yapılır. Yani, yalnız bu yüce ismin tecellisi sonunda olur. Diğer isimler, bunun tevabiidir, buna bağlıdır. Kaldı ki, "Allah baas eder.." (Hac Suresi, Ayet-7) mealine aldığımız ayette de, baas işini bizzat Allah-ü Teâlâ yapmaktadır. Çünkü; Allah lafza-i Celâli, bütün isimleri câmidir.
Dikkat buyurulursa, "Rahman baas eder" denmiyor. Çünkü Rahman da Allah İsm-i Celâli'nin şumulündedir. Bu bapta hidayet eden Allah' tır..

Netice: Her yüz sene başında bir müceddid gelir. Esasta değil teferruatta, önemsiz değil, önemli değişiklikler yapar. Asrın icabına göre bazı ahkâm çıkarır. Muannidlere (inatçılara) cevap verir. Açıklanması kendi zamanına kalan bazı meseleleri açıklar. İmam-ı Rabbanî gibi.

Müceddîd-i Elf-i Sânî:
Hicrî ikinci bin yılının yenileyicisi mânâsına İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin lakabı.

İmâm-ı Rabbânî hazretlerine ilk defâ, Müceddîd-i elf-i sânî ismini veren, zamânının en büyük âlimlerinden Abdülhakîm-i Siyalkûtî'dir. (Muhammed Hâşim-i Keşmî)

Sultanlar içinde Ömer bin Abdülazîz, din bilgilerinde İmâm-ı Şâfiî, tasavvufta (bir müslümanın İslâm ahlâkı ile ahlâklanması için lâzım olan bilgileri ve yolları öğreten ilimde) Ma'rûf-i Kerhî, esrâr (sırlar, gizli) bilgilerinde İmâm-ı Muhammed Gazâl î, feyz vermekte ve kerâmetler göstermekte Abdülkâdir-i Geylânî, hadîs ilminde Celâlüddîn-i Süyûtî, tarîkat, hakîkat ve akâid yâni îmânla ilgili bilgilerin inceliklerini açıklamakta ve kalblere akıtmakta İmâm-ı Ahmed Rabbânî müceddîd-i elf-i sânî, müceddîd idiler. Hepsi, İslâmiyet'in yayılmasına, kuvvetlenmesine hizmet ettiler. (Abdullah-ı Dehlevî)

İmâm-ı Rabbânî müceddîd-i elf-i sânî, derin âlim, büyük velî idi. Müctehîd yâni Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkaran âlim idi. İslâm âlimlerinin göz bebeğidir. Âlimlerin önderi, velîlerin baş tâcı idi. Resûlullah efendimizin güzel ahlâ kını açıklayan bir deryâdır. İmâm-ı Rabbânî'yi sevenler, mü'min ve müttekî olanlar yâni Allahü teâlâdan korkup, haramlardan kaçanlardır. Sevmeyenler münâfıklar yâni içi dışı başka, iki yüzlü olanlardır. İslâm memleketleri, hazret-i Müceddîd'in feyz ve nûrları ile doldu. İnsanda bulunacak her üstünlüğü, Allahü teâlâ İmâm-ı Rabbânî müceddîd-i elf-i sânî hazretlerine vermiştir. Vermediği yalnız peygamberlik makâmı kalmıştır. (Şâh-ı Dehlevî)

İmâm-ı Rabbânî müceddîd-i elf-i sânî hazretlerinin buyurduğu kıymetli sözlerden bâzıları şunlardır: İbâdetlerin hepsini kendinde toplayan ve insanı Allahü teâlâya en çok yaklaştıran şey namazdır.

Ölmek, felâket değildir. Öldükten sonra, başına gelecekleri bilmemek felâkettir.

Dünyâyı ele geçirmek için âhireti vermek ve insanlara yaranmak için Allahü teâlâyı bırakmak, ahmaklıktır.

Bu vazifeyi yapan aynı zamanda bir kutuptur. Seyyid Şerif Cürcanî Hazretlerinin kutb' u tarifıne de kısaca bir göz atalım. Diyor ki: "Kutb' a gavs da denir. Çünkü O, hacet sahiplerine aynı zamanda bir ilticâgâhtır. Bu öyle bir kimsedir ki bulunduğu zamanda Allah-ü Teâlâ' nın nazargâhıdır. Ve Allah-ü Teâlâ zatından ona en büyük mana tılsımını ihsan buyurmuştur. Bu manayı iyi anlamak için kendimizi ruhî bir safiyete devretmemiz gerekir.

Bir hususu daha belirtelim ki, Konunun başında verdiğim ayette:
Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır. Buyrulur.(Aliimran 104)

Bu ayeti celilede bahsedilen hayra çağıran kişiler gerçekte ehlullahtır. Bilindiği üzere Nebilerden sonra Allaha (c.c) davet eden derecelerin en büyüğü şüphesiz ki Âlimlerdir. Âlimler de üç guruptur.
a) Allah'ı (iyi) bilenler.
b) Allah'ın sıfatlarını bilenler.
c) Allah'ın ahkâmını bilenler. Allah'ı (iyi) bilenler, Hak Teâlâ'nın, haklarında, "Hikmeti dilediğine verir. Kime de hikmet verilirse, ona çok hayır verilmiştir" (Bakara. 269) buyurmuş olduğu hukemâ'dır Hakikat erbabıdır. İşte bunların içinde de Hadisin haber verdiği her yüzyılın başında müceddid gelir diye anlatılan o kutlu ve büyük şahsiyetler müceddidler bulunurlar.

Müceddid meselesinde Erenköylü Muhammed hikmet efendi de marifeti ilahiye adlı eserinde derki:

Müceddid; kudsiyyü’l-sıfat, racül-i sâlih, insan-ı kâmil, zâhirî ve bâtınî ilimlere vakıf ve mücehhez olan zatlardan her yüz senede bir, Cenâbı Hak tarafından seçilir. Bu zat, dini mübini ihya eder, o sünneti bidattan ayırır, bidat ehlini hezimete uğratır, ehli sünnet yolunu
tevsî, tahkim ve ihya eder. İnsan-ı kâmil olan müceddidin dinde yapacağı tecdid kitap ve sünnette gösterilen işlerden bozulmuş ve tefessüh etmiş olanları himmeti âlî ve ilmi tâlimle insanları ihya etmekle mükelleftir. Peygamber sallallâhu aleyhi vesellem efendimiz buyurmuşlardır ki: “Her asırda benim ümmetimden sâbikûn vardır ki bunlara büdelâ ve sıddîkûn denir. Haklarındaki inâyet ve merhameti ilâhîyye o kadar mebzuldur ki sizler de o sayede yer ve içersiniz. Ve yeryüzü halkı için tasavvur olunan bela ve musibetler onlarla def ve ref olunur.( Münâvî, Künûzü’l Hakaik)

Sâbikûn, tekaddüm edenler; mukarrabîn demektir. Asrı saadetten beri her zaman sâbikûn zümresi arz üzerinde mevcuttur. Asrı saadet’te sabikûn şerefine birinci olarak erkeklerden Hz. Ebu Bekiri Sıddık (r.a), kadınlardan Hz. Hatice (r.anha), gençlerden Hz. Ali (r.a), köleler içinde Zeyd bin Harise (r.a) nail olmuşlardır.

Sâbikûn, nur kaynağı Kur’anı Kerîm ve hadisi şeriflerle beşere saadet ve huzur behşeden şeriatı garrâ ve sünneti seniyye ile tarîki Hakka giden fırka-i nâciye ve ehli sünnet olan evliya zümresidir.

Hidâyet bulmuşlar, tarîkât-ı Muhammediyye’ye sâlik olmuşlar, hakîkat ilmine ermişlerdir. Huzur ve üns meclisine gelmişler, muhabbet deryasına dalmışlardır. Fenâfillah olup bekâbillâha kavuşmuşlardır.

Vesselam veddua

h.kerrar
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi Esadullah 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Gayb Alemine Açılan Kapılar... Kitaplar/Kütüphane Kara Kartal 1 295 29 Ocak 2023 13:22
Hiperaktif ve Otizm Çocuklar İçin ... Tıbbı Nebevi ve Alternatif Tıp Mihrinaz 1 338 14 Ekim 2022 01:49
Tabiat ve Burçlara Göre Beslenme-Hangi Tabiat... Tıbbı Nebevi ve Alternatif Tıp Esadullah 2 403 14 Ekim 2022 01:38
9-Kâinatın 6 Eyyamda (Devir-Süreç) Yaratılması... Esadullah Esadullah 1 360 02 Ekim 2022 13:57
8 - Kurana göre evren nasıl yok olacak Esadullah Esadullah 0 304 29 Eylül 2022 11:40

Alt 02 Şubat 2012, 14:09   Mesaj No:2
Meal Gurubu Üyesi
Medineweb Emekdarı
bilinmez - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:bilinmez isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13966
Üyelik T.: 27Haziran 2011
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 2.154
Konular: 309
Beğenildi:178
Beğendi:15
Takdirleri:560
Takdir Et:
Standart Cevap: Her Yüzyılın başında bir Müceddid gelir Hadisinde ki incelik

sayın esedullah,Allah dininin korunmasını kendisinin yapacağını ve müslüman olmak isyetenlerinde araştırarak doğruya ulaşa bileceğini[hicr süresi 9 da dinini koruduğunu,
cin süresi 14 tede müslüman olmak için araştıranın doğruya ulaşacağını beyan etmiştir].

Bu açıklamalara binaen size şu sorum şu olacak Allah dinini tamamlamışmı,yoksa tamamlamamış mı.
__________________
önce yazdığım katılım yaptığım beğeni yaptığım paylaşımların arasında azda olsa kuran ve sünnete uygun olmayan düşünceler olabilir.Bunların bana sorulmadan dikkate alınmasından mesul değilim... ...
Alıntı ile Cevapla
Alt 02 Şubat 2012, 17:14   Mesaj No:3
Medineweb Sadık Üyesi
kamer34 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:kamer34 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13038
Üyelik T.: 14 Aralık 2010
Arkadaşları:9
Cinsiyet:
Memleket:istanbul
Yaş:53
Mesaj: 871
Konular: 41
Beğenildi:6
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cevap: Her Yüzyılın başında bir Müceddid gelir Hadisinde ki incelik

Sâbikûn, nur kaynağı Kur’anı Kerîm ve hadisi şeriflerle beşere saadet ve huzur behşeden şeriatı garrâ ve sünneti seniyye ile tarîki Hakka giden fırka-i nâciye ve ehli sünnet olan evliya zümresidir.
alıntı

Tarikat dininin sözde alimlerinin “fırkayı NACİYE “ olduklarınıda böylece öğrenmiş olduk.. Hepsi haşa FENAFİLLAH olmuşlardır... Fakat ne yazıktırki islam dini ile müşerref olamamışlardır..

Henüz bu dünyada iken kendi şarlatanlarına Allah’ın indinde mevkiler tahsiz edenlere sorum şu. Sizin elinizde buna dair bir belgemi var? yoksa bizim bilmediğimiz başka bir Allah’tan sizlere vahiymi geliyor , o halde eğer doğru sözlü iseniz haydin artık delilinizi getirin bakalım... Allah’a yalancı gruhlara hidayet vermez...

Neml/ 64. (Onlar mı hayırlı) yoksa ilk baştan yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten hem yerden rızıklandıran mı? Allah’tan başka bir ilahınımzı mı var! De ki: Eğer doğru söylüyorsanız siz kesin delilinizi getirin!”

Bakara/ 111. “(Ehl-i kitap Yahudiler yahut hıristiyanlar hariç hiç kimse cennete giremeyecek, dediler. Bu onların kuruntusudur. Sen de onlara: Eğer sahiden doğru söylüyorsanız delilinizi getirin, de.”

Cenab-ı Mevla Bakara Suresi 111.Ayeti kerimesinde mealen buyuruyor ki,”Deki hadi delilinizi getirin”Madem müslümanım diyorsun buyur o zaman.Neye göre Müslümansın.Kim seni Müslüman yaptı.Gece yattın sabahında Müslüman olarak mı kalktın?Neye dayanacaksın,delilin ne?

Yahudi ve hıristiyanlar gibi boş iddialarda bulnan kendi şeyhlerini Allah’ın zatında görenler haydin bakalım yüce rabbimin ayetlerine cevap verin de delilinizi getirin bakalım..

Bu ayetlerden çıkarılacak sonuç şudur.Herkim ,ben müslümanım diyorsa,Allahın peygamberine uyacak.O,neyi yasaklamışsa ondan sakınacak.O,neyi emretmişse ona yapışacak.Allah’a ve Resulune muhalefet etmeyecek,aksi taktirde” Başlarına dünyada bir bela gelmesinden yahut ahrette gayet acı bir azap gelmesinden korkup çekinsinler(Nur/63)
__________________
Kimin Ne Dediği Değil / Allah'ın Ne Dediği Önemli.
Alıntı ile Cevapla
Alt 03 Şubat 2012, 02:27   Mesaj No:4
Medineweb Sadık Üyesi
Esadullah - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Esadullah isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15316
Üyelik T.: 18 Aralık 2011
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:Kayıp bir Kentten
Yaş:44
Mesaj: 734
Konular: 143
Beğenildi:280
Beğendi:94
Takdirleri:3260
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Her Yüzyılın başında bir Müceddid gelir Hadisinde ki incelik

Alıntı:
la diyebilmek Üyemizden Alıntı Mesajı göster
sayın esedullah,Allah dininin korunmasını kendisinin yapacağını ve müslüman olmak isyetenlerinde araştırarak doğruya ulaşa bileceğini[hicr süresi 9 da dinini koruduğunu,
cin süresi 14 tede müslüman olmak için araştıranın doğruya ulaşacağını beyan etmiştir].

Bu açıklamalara binaen size şu sorum şu olacak Allah dinini tamamlamışmı,yoksa tamamlamamış mı.
Allah c.c. 23 yılda peyderpey indirdiği Kuranı nasıl korumuş acaba? Kuran birden inmediğine göre nasıl oluyorda 23 yılda bozulmadan Kitap haline geliyor?

evet müslüman olmak için kişi araştıracaktır lakin biliosunuz isteyen istediği kadar araştırsın hidayet Allahtandır.Ama müslüman da dinini tanıtmak ve kişileri davet etmek le mükellef değilmidir?

sorunuza gelince bunu size göremi cevaplıyayım yoksa bize göremi?
Alıntı ile Cevapla
Alt 03 Şubat 2012, 03:21   Mesaj No:5
Medineweb Emekdarı
Yitiksevda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Yitiksevda isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2
Üyelik T.: 10 Nisan 2008
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:MALAZGIRT
Yaş:47
Mesaj: 5.078
Konular: 295
Beğenildi:124
Beğendi:24
Takdirleri:153
Takdir Et:
Standart Cevap: Her Yüzyılın başında bir Müceddid gelir Hadisinde ki incelik

Esadullah Kardeşim Hidayet ve Sapkınlık İnsanın özgür iradesi iledir .Topu her daim Allah'a atmaya alışmış kaderci anlayışın bakışı ise HERŞEYİ Allah'a mal etmektedir Buda bir nevi Allah'a iftiradır....

Müceddid kavramı ise Kur'ana muhaliftir çünkü Kuran/Sünnet dinin usullerini belirlemiştir yaşam şartlarına göre ortaya çıkan sorunlara ise Kuran ile bakıldığında temelini bulur güncel hayata göre hüküm çıkarılır bunuda akli selim olanlar rahatlıkla yapar yani dinin kimseye ihtiyacı yok aksine herkes dine muhtaçtır Maide suresi 3 ayet açık ve nettir.Şimdi Müceddid kavramına baktığımızda her grup her cemaat kendi şeyhini üstadını efendisini müceddid ilan ediyor hani her yüzyılda bir gelmesi gereken zat nedense her yüzyılda yüzlerce sayıya ulaşıyor hangisi müceddid nasıl ayrım yapacağız...NurÇular Saide Kurdi derken Nakşiler Mahmut ustaosmanoğlu diyor acaba hangisinde karar kılsak yazı turamı atmamız lazım?

Bu din şahısların efendilerin beylerin dini değildir bu din Allah'ın dinidir onu koruyacak olanda Allah'tır.Peygamberlerin geliş sebebi dahi insanların akıllarını işletemeyip şirke küfre düşmelerinden ötürüdür ve Peygamberler işletilemeyen akılların yeniden TEVHİD üzere işlemesini Allah'ın kelamı ile sağlarlar Allah resulünden sonra peygamber gelmeyeceği inancını tahrif etme anlayışının eseri olan her yüz yılda bir müceddid gelir uydurmalarıdır...


Şüphesiz Allah, kimseye zerre kadar haksızlık yapmaz; eğer hayırlı bir iş varsa onu kat kat arttırır ve rahmetinden büyük bir ödül bahşeder.
(Nisa-40)

O halde, işlediği kötü, çirkin fiillerin cazibesine kapılıp (sonunda) onları güzel gören biri (Şeytan'ın adamlarından başkası) olur mu? Kuşkusuz Allah, (doğru yoldan sapmak) isteyenin sapmasına izin verir, (aydınlığa ulaşmak) isteyeni de aydınlığa ulaştırır. O halde (ey müminler,) onlara üzülerek kendinizi perişan etmeyin: Allah, onların yaptıklarını çok iyi bilir!
(Fatır-8)

Çünkü, Allah dileseydi şüphesiz hepinizi bir tek ümmet yapardı; ama (sapmak) isteyeni saptırıp, (doğru yola ulaşmak) isteyeni de doğru yola yöneltiyor; Ve şüphesiz, yaptığınız her şeyden ötürü sorguya çekileceksiniz!
(Nahl-93)

Bakınız : (İbrahim-4=Müdessir-31= Şura 13 =Rad-27 )


Allah bu ayetlerinde ‘Kuşkusuz Allah, (doğru yoldan sapmak) isteyenin sapmasına izin verir, (aydınlığa ulaşmak) isteyeni de aydınlığa ulaştırır ‘’gibi kesin ifadelere dayanan ayetlerde ‘’sapma ve doğru yolun’’ Allah’ın belirmesiyle gerçekleştiği görüşünü benimseyen insanoğlu kendini kaderci bir anlayışı teslim etmiş gibi görünür.Ayetlere parçacı bir yaklaşım ile bakıldığında böyle bir sonuca varılması olağandır.Ancak bizler Kuran’a bir bütün olarak bakmalıyız ki en doğru olan sonuca ulaşmak için..

Kuran’i kerim bir bütündür ve bazı ayetlerin bazı ayetleri açıkladığı hususu Kuranda açıkça ifade edilmektedir. İşte Kuran ayetlerinden sonuçlar çıkarmaya çalışırken bu hususa mutlaka dikkat edilmesi gerekir.Şimdi sözünü ettiğimiz bütünlük içerisinde Allah'ın hidayete kavuşturduğu kişinin bizzat kendi özgür iradesi ile hidayeti seçtiği ve bu sebeple Allah'ın o kimseyi hidayete kavuşturduğu,gibi sapkınlık hususunda da durum aynıdır.Çünkü özgür iradenin seçmesi sonucu oluşan Kulun kendi fiilinin neticesidir.

Başka ayeti kerimelerde Sapma ile alakalı mutlak ifadeler kullanılmıştır.

Vaktiyle Musa, kavmine: "Size Allah tarafından gönderilmiş bir elçi olduğumu bildiğiniz halde neden beni üzüyorsunuz?" dedi(ğinde kasdettiği şey işte bu gerçekti). Böylece onlar doğru yoldan saptıklarında Allah da kalplerinin hakikatten sapmasına izin verdi: çünkü Allah günaha gömülüp gitmiş bir toplumu doğru yola çıkarmaz.
(Saff 5)

Hayır, onların kalpleri, yaptıkları (kötülükler) ile pas tutmuştur!
(Mutaffifin 14)

Bakın, Allah, bir sivrisineği (hatta) ondan daha küçük bir şeyi örnek getirmekten kaçınmaz. İmana ermiş olanlara gelince, onun Rablerinden gelen bir hakikat olduğunu bilirler. Hakikati inkara şartlanmış olanlar ise, "Bu örnek ile Allah ne demek istiyor acaba?" derler. Bu yolla Allah, bir çoğunu saptırırken bir çoğunu da doğruya yöneltir, fakat fasıklardan başkasını saptırmaz. Onlar ki, (fıtratlarına) yerleştikten sonra Allah'a karşı taahhütlerini bozarlar, Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi koparıp ayırır ve yeryüzünü fesada verirler: İşte bunlardır hüsrana uğrayanlar.
(Bakara 26-27)

Ayeti kerimelerde Allah’ın vermiş olduğu misaller ile imana ermiş olanlar bunun bir hakikat olduğunu anlarlar, hakikati inkara şartlanmış olanlar ise şüphe ile baktıkları için, sapkınlığı tercihe yönelirler ve bu yöneliş sonucu fıtratlarındaki Allah’a verilen sözü unutarak fasıklar zümresine ilhak olurlar.Birlikteliğin emrettiği her hususta ayrılık ve fitne yayarak insanlar arasına nifakı saçarlar,bu saçtıkları nifak onları hüsrana götürecek yola zemin hazırlar.

Bu ve benzeri ayeti kerimelerden açıkça anlaşılan sapmanı ve hidayetin insanın kendi tavır ve davranışları sonucu olduğu hakikatidir.Tercih İnsanın özgür iradesine bırakılmıştır .Düşünün insanın özgür iradesi olmasa idi peygamberlerin hakka davetinin bir manası olmazdı,Özgür iradeye sahip olmamış olsa idik,Hakk olan davete icabet etmezdik..

Özgür irade olmamış olsa idi,yani iman etmeyi ve sapkınlığı tercihler önceden belirlenmiş olsa idi,gelmiş geçmiş tüm hakk davetçilerinin o kadar meşakkat zulüm zorbalık ve türlü eziyetlere katlanmalarına gerek kalmazdı.

Doğru yola ulaş(mak istey)enlere gelince, Allah, onların (kendi) rehberliği(ne uyma arzu ve yetenekleri)ni çoğaltır ve Allah'a karşı sorumluluk bilinçlerinin derinleşmesini sağlar.
(Muhammed-17)

Ayeti kerime dikkatlice incelendiğinde, ‘’Doğru yola ulaşmak isteyenler’’ emri gereği kendi özgür iradeleri sonucu sorumluluk bilinci ile hareketleri neticesinde Allah’ın o istek sahiplerini doğruya ulaştırır.Sapmada ısrar ederek sorumluluk bilincini terk ederek başı boş olduklarını zannedenler ise kendi iradeleri ile yapıp ettiklerinin karşılığı olan Azabı hak ederler.Allah El Adl olandır kimseye zerre kadar haksızlık etmez.

Kaderci bir bakış açısı ile mazeret ileri sürenleri Kuran şiddetle reddetmektedir:

ALLAH’tan başka şeylere ilahlık yakıştırmaya şartlanmış olanlar, "Eğer Allah dileseydi Ondan başkasına ilahlık yakıştırmazdık; atalarımız da (öyle yapmazdı); ve (Onun izin verdiği) hiçbir şeyi de yasaklamazdık" derler. Onlardan önce yaşamış olanlar da böyle yaparak hakikati yalanladılar, tâ ki azabımızı tadıncaya kadar! De ki: "Bize sunabileceğiniz (kesin) herhangi bir bilgiye sahip misiniz? Siz sadece (başka insanların) zanlarına uyuyorsunuz ve kendiniz tahminde bulunmaktan başka bir şey yapmıyorsunuz."
(En’am-148)


Ayeti kerime’de ‘’ Eğer Allah dileseydi Ondan başkasına ilahlık yakıştırmazdık; atalarımız da (öyle yapmazdı)’’ mazeretini öne sürenlere Allah kendilerinden önce hakikati yalanlayanların sonunun ne olacağı hususunda acı bir azab ile müjdeler,Zan ile hareket etmek yoktur ya hakktır ya batıldır bunun ortası olmaz..Kişinin kendi özgür iradesi ile yapıp etmelerinde Allah’ın herhangi bir dayatması yoktur,İnsana istediği tarafı seçme hakkını tanımıştır.

Kur’an genelde marufu Allah’a Münkeri insanlara nispet eder.Kur’anın bu yönteminde ana ilke marufu insana nispet etmemesinde şımarıklığı önlemek,münkerde ise sorumluluk bilincini yüklemek hedef alınmıştır,hakikatte insanın özgür iradesi ile olur hayır da şerde .....

Konuyu daha net anlamak için şu örneği ele alalım:

Çocuk annesinden izin isteyerek oynamak için dışarı çıkmıştır,bir müddet sonra çocuğun kaza haberi gelir,bu durumda böyle bir annenin acısını dindirecek kader inancıdır,çünkü hangi anne yada baba çocuğunun kaza geçireceğini bilerek onu dışarı bırakması düşünülemez hiç bir zaman,şimdi burda anneyi teselli etmek isteyenler şu sözü söylerler ‘’Allah’ın takdiridir,eceli gelmiştir,kim ister ki çocuğuna araba çarpsın ‘’vb sözler ile teselli verilmeye çalışılır..Şimdi biz bu olayı baz aldığımızda Kur’anın bazen kaderci bazen özgürlükçü ifadelerini daha iyi anlarız .

Böyle bir olay esnasında anneyi teselli etmek için tamami ile kaderci bir yaklaşım sergileriz,anneye babaya ‘’Allah’ın takdiridir kaderi bu imiş eceli gelmiş ‘’ gibi sözler ile teselli ederiz.

Ama kazaya sebep olan araç sahibine karşı aynı yaklaşım ile sen ona çarpmasa idin yine ölecekti diyemeyiz,neden dikkatli olmadın önüne bakmadın neden hızlı idin vb sorgulamalar ile onu cezalandırmaya ve suçlamaya başlarız işte birine teselli vermek için kaderci yaklaşırken birini cezalandırmak için özgürlükçü yaklaşmalar gibi Kur’an’da bu bağlamda anlaşılmaya çalışılmalıdır yani kader gibi görünen olay teselli amaçlı söylenmiştir yada özgürlükçü bir bakış için sorgulayıcı tarzda verilmiştir İnsan her zaman yapıp ettiğinin mahsulünü alır kendi yapıp etmeleriniz Allah’a mal etmek kaderci pasif bir yaklaşımdır …..
__________________
Sakın başkasının kölesi olma; çünkü ALLAH seni hür yaratmıştır .

-İmam Ali- (a.s)
Alıntı ile Cevapla
Alt 03 Şubat 2012, 03:30   Mesaj No:6
Medineweb Emekdarı
Yitiksevda - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Yitiksevda isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2
Üyelik T.: 10 Nisan 2008
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:MALAZGIRT
Yaş:47
Mesaj: 5.078
Konular: 295
Beğenildi:124
Beğendi:24
Takdirleri:153
Takdir Et:
Standart Cevap: Her Yüzyılın başında bir Müceddid gelir Hadisinde ki incelik

Yine Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle der : "Melik peygamber olmakla kul peygamber olmak arasında serbest bırakıldım, ikinci şıkkı tercih ettim" Allah ile mahlukat arasında kulluktan daha yüksek bir derece olsaydı, Rasulullah onu kaçırmaz. Allah da, O'na verirdi. O, bu yüzden şehadet kelimesinde" abduhü ve resulüh" diye anılır. Görüldüğü veçhile, kulluk bir insan için en yüksek makamdır. Tasavvufta, aşağıdan yukarıya doğru manevi yükselişi ifâde eden makamların başına tevbe, en üst zirvesine de kulluk konulmuştur.

İşte Allah resulüne en büyük iftiralardan biri olan ve tasavvufun kendi ŞİRK anlayışları olan fenafillahtaki makamlarını doğru anlayış kabul ettirmek maksatlı uydurmalardan biridir.Yok efendim Peygambermi melikmi olayım Allah aşkına bunu bebeğe deseniz inanmaz Peygamber seçilirmi olunurmu bunu bir araştırın derim...

Tasavvufta Fenafillah ŞİRKİni savunanların en gözde sözlerinden biridir çünkü O efendileri Allah'ta koybolup sonra tekrar en alt makama inmeye başlarlar aman ha bu inme esnasında f 16 lar ile çarpışabilirler dikkatli olsunlar...
__________________
Sakın başkasının kölesi olma; çünkü ALLAH seni hür yaratmıştır .

-İmam Ali- (a.s)
Alıntı ile Cevapla
Alt 03 Şubat 2012, 06:01   Mesaj No:7
Medineweb Sadık Üyesi
kamer34 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:kamer34 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13038
Üyelik T.: 14 Aralık 2010
Arkadaşları:9
Cinsiyet:
Memleket:istanbul
Yaş:53
Mesaj: 871
Konular: 41
Beğenildi:6
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cevap: Her Yüzyılın başında bir Müceddid gelir Hadisinde ki incelik

Bunlar f16 değil bunlar heron görünmez araçlar... Bir vidyoda tarikatçının biri anlatıyordu... Bu zat sözüm ona hem araştırmacı hem yazardı..Şöyle diyordu..muhittin arabi bu uzay yolculuklarının birinde marsa uğrayıp orada bir çay içmek ister...

Birde bakarki pel perişan olmuş bir kabile sayıları takriben 250 ila 300 kişi arasında idi.. ibn-e-i arabi onları uzayda yolculuk yapan heronuna bindirir ve dünyaya getirir. Sunucu hayretler içerisinde ve şaşkınlıkla sorar peki hocam bu insanlar nerdeler şimdi.... Tarikaçı yazar cevap verir.. Bunlar insanların arasına karışıp gitmişlerdi...

İşte uçtu kaçtıların din anlayışları bu... “Yalancıların mumu marsa kadar yanar.. “
__________________
Kimin Ne Dediği Değil / Allah'ın Ne Dediği Önemli.
Alıntı ile Cevapla
Alt 05 Şubat 2012, 16:27   Mesaj No:8
Medineweb Sadık Üyesi
Esadullah - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Esadullah isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15316
Üyelik T.: 18 Aralık 2011
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:Kayıp bir Kentten
Yaş:44
Mesaj: 734
Konular: 143
Beğenildi:280
Beğendi:94
Takdirleri:3260
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Her Yüzyılın başında bir Müceddid gelir Hadisinde ki incelik

Uçak muhabbetini gördükten sonra elim tuşlara bir türlü gitmedi, zaten yazmakta anlamsız olurdu bu alaycı yaklaşımdan sonra ...

Bu bilgi amaçlı bir yazı inşaallah öylede kalır emeğe saygı çerçevesinde , herkes nasibi kadarını alır umut ederizki nasiplenenler olur ...

vesselam
Mihrinaz beğendi.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Konuyu değerlendir
Konuyu değerlendir:

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Son yüzyılın en komik fıkrası,, KuM TaNeSi Fıkralar-Hikayeler 3 08 Ekim 2021 18:22
Sana En Çok Ümmetinin Başında Olmak Yakışıyor Efendim Esadullah Şiirler ve Şairler 1 27 Kasım 2018 21:11
Bilgisayar Başında Fazla Oturmak! enderhafızım Tıbbı Nebevi ve Alternatif Tıp 8 23 Mayıs 2013 22:44
Kürt Ergenekonu iş başında wekteki Serbest Kürsü 2 11 Aralık 2009 20:50
Kız Erkek karışık eğitim yüzyılın en büyük pedagojik yanlışıdır... nuryuzlum Serbest Kürsü 3 07Haziran 2009 18:16

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.