Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.İLİTAM İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA.::. > İlitam 4.Sınıf Dersleri > Din Eğitimi

Konu Kimliği: Konu Sahibi serpil,Açılış Tarihi:  26 Aralık 2013 (16:00), Konuya Son Cevap : 26 Aralık 2013 (16:01). Konuya 2 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 26 Aralık 2013, 16:00   Mesaj No:1
Medineweb Kıdemli Üyesi
serpil - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:serpil isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 43
Üyelik T.: 03 Temmuz 2007
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:38
Mesaj: 316
Konular: 35
Beğenildi:16
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Din Eğitimi 10.11.12.Hafta

Din Eğitimi 10.11.12.Hafta

10. Hafta
10. DİN EĞİTİM VE ÖĞRETİM ALANLARI
İslam dini, ilahi ve toplumların hayatlarını derinden etkilemekte ve yönlendirmektedir. O, diğer dinler gibi dinlerin sonuncusu ve en kapsamlısı olarak mensubu bulunan insan sadece belli alanlarda etkili olmakla kalmaz, iman, ahlâk, muamelat (ibadet ve sosyal hayat)
üçlüsü olarak getirdiği temel tasnif içinde hayatın bütünü ile ilgilenir. Dinin iki temel kaynağı olan Kur’an ve Sünnet insanı beşikten mezara kadar hayatın tamamında iyiye, doğruya ve güzele yöneltecek öğretiler getirmiştir. Dolayısı ile din ne sadece çocukların, ne sadece yaşlıların, ne de sadece belli bir zümrenin öğrenip yaşayacağı bir olgudur, o her
yaştan ve her konumdaki insanları kuşatır.

Türkler İslamiyet’le karşılaştıklarında onu bu geniş ilişkiler dokusu içinde kabul ederek kendileri için bir davranış biçimi, bir hayat tarzı yapmışlardır. On beş asırdır kültürümüz, sanatımız, ahlakımız, mefkuremiz ve bir bütün olarak sosyal hayatımız İslamiyet’le yoğrulmuş ve şekillenmiştir.

Böylesine hayatımıza girmiş ve yerleşmiş bir dinin eğitim ve öğretiminin, gayrı resmi yol ve yöntemlere terk edilmesi veya aile içi eğitimle sınırlandırılması düşünülemez. Din eğitimini, planı, programı ve hedefleri çok iyi belirlenmiş organizasyonlarla, gelişmiş uygun yöntemlerle yürütme zarureti vardır. Bu organizasyonlar, hayatın bütünü içinde ihtiyaç duyulan her alanda yer alacaktır.

Türkiye’nin bugünkü sosyal ve idari yapısı ile mevcut eğitim sistemi içinde din eğitimi faaliyetlerinin yürütüldüğü alanlar, amaç ve nitelik bakımından farklılık göstermektedir. İnsan-din, insan-eğitim ilişkisi yönünden de normal olan bu alanlarda farklı şekillerde din eğitimi etkinlikleri yürütülmektedir. Yetişmekte olan bireylerin gelişim
sürecinde ihtiyaç duydukları din eğitimi ile yetişkin bireylerin hayatın akışı içinde ihtiyaç duydukları din eğitimi aynı değildir. Gelişim sürecinde ihtiyaç duyulan din eğitiminin okulda verilmesi ile ailede verilmesi de farklıdır. Ayrıca toplumun çeşitli din hizmetlerinin
yerine getirilmesinde ihtiyaç duyulan meslek elemanlarının yetiştirilmesini sağlayacak din eğitimi etkinliklerinin amaç ve muhtevası da ona göre farklı olacaktır. Bu durumda toplumdaki din eğitimi faaliyetlerinin, alanların özelliklerine göre farklı amaç ve muhtevalarla, farklı şekillerde yürütülmesi kaçınılmaz olmaktadır.




Toplumda din eğitim ve öğretiminin yürütüldüğü alanlar amaç, nitelik ve muhteva yönünden dört gruba ayrılmaktadır:
1- Genel Din Eğitimi
2- Mesleki Din Eğitimi
3- Yaygın Din Eğitimi
4- Ailede Din Eğitimi

Bu sınıflandırma toplumumuzda bireye dini inanç, bilgi ve davranış kazandırmak üzere yürütülen din eğitimi faaliyetlerinin incelenmesi ve geliştirilmesi bakımından önemlidir. Zira yürütülmekte olan din eğitimi faaliyetleri tekdüze olmayıp amaçlar, hedef kitle, muhteva ve yöntemler bakımından ciddi farklılıklar göstermektedir. Toplumdaki din
eğitimi faaliyetlerinin bu sınıflandırma çerçevesinde ele alınıp her tür din eğitimi faaliyetinin kendi hedeflerine ve yöntemlerine uygun olarak verimli bir şekilde yürütülmesi, kendi kategorisi içinde incelenmesi ve geliştirilmesi gerekir.

Genel Din Eğitimi
Genel din eğitimi, okul çağındaki çocuklara belli düzeyde dini bilgi, duygu ve değerleri kazandırmayı, genel bir din kültürü vermeyi amaçlayan, kişiliğin manevi yönden gelişmesine yönelik bir eğitimdir. Ülkemizde ilk ve orta öğretim kurumlarında okutulan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri ile yürütülen bu eğitim diğer ülkelerde din dersi, din bilgisi, ahlak eğitim, maneviyat eğitimi gibi farklı adlar altında yürütülmektedir.

İnsanın maddi yönü kadar manevi yönünün de düzenli, planlı, bilimsel çabalarla geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Maneviyat kişiliğin ayrılmaz bir parçası olarak onunla hep vardır ve hayat boyunca bir şekilde var olmaya devam edecektir. Manevi gelişme ve olgunlaşmanın ihmal edilmesi onun varlığını ortadan kaldırmadığı gibi kişinin hayatında ki etkisini de azaltmamaktadır. İnsanın manevi yönü düzenli ve planlı eğitim çabaları ile geliştirilmediği taktirde kendiliğinden ve rastlantılara dayalı etkilerle şekillenmeye terk edilmiş olur. Bu durumda öngörülemeyen ve kontrol edilemeyen insan tabiatına aykırı bir dizi manevi eğilim ve girişimler kendini gösterir. Batıl inançlar, hurafeler, dini sapıklıklar,
saplantılar, düzenli etkilerle karşılanmayıp kendi haline bırakılmış insanın manevi tatmin ihtiyacının ürünleridir.


İnsan sadece tabiatı gereği maneviyat olgusuna sahip olmakla kalmayıp aynı zamanda bir din ve maneviyat ortamında ve maneviyatın derinden etkilediği bir kültürel yapı içinde dünyaya gelmektedir. Bu manevi ortam ve kültürel yapı da hayatın geriye kalanı gibi yetişmekte olan bireyin uyum ve intibak sağlaması gereken önemli bir durumdur. Bireyin gelişim sürecini kapsayan temel eğim, onun hayata, çevreye ve topluma uyum ve
intibakını sağlama eğitimi olduğundan genel din eğitimi de bu çerçevede dini ve manevi uyum-intibak işlevi de görmektedir.

Bu durumda genel din eğitiminin iki temel işlevi ortay çıkmaktadır:
1- Bireyin manevi yönden gelişmesinin ve olgunlaşmasının sağlanması
2- Bireyin toplumdaki manevi ve kültürel yapıya uyum ve intibakının sağlanması

Bu iki işlevin yerine getirilmesi, bireyin kendi dini görevlerini ve sorumluluklarını bilecek ve gereklerini yerine getirmeyi başaracak derecede asgari dini bilgi ve duygu sahibi olmasıyla mümkün olur. Bu bakımdan genel din eğitimi inanılan dinin eğitimidir. Yoksa
genel din eğitimi, inanılan dini değerleri öne lamadan bütün din ve inançlara aynı gerçeklik algısı ile bakan, Tanrı ve dinler hakkında genel bir kültür kazandırma şeklinde yürütülemez. Genel din eğitimi diğer dinlere karşı anlayışlı ve hoşgörülü davranmayı, farklı din ve inanç
mensupları ile barış ve huzur içinde birlikte yaşamayı öğretebilir. Günümüz şartlarında giderek artan bir şiddette buna ihtiyaç da duyulmaktadır. Ancak gerçeklik algısı, kişinin değerler sistemi ve kişilik bütünlüğü ile ilgili bir husus olduğundan farklı dinleri aynı
gerçeklik konumuna yerleştiren bir anlayış gelişim çağındaki bireyler için faydalı olmaktan çok zararlı olur.

Öte yandan dini inanç ve maneviyat insanın kişiliğinin ayrılmaz bir parçası olduğu için yukarıda ifade edilen işlevleri yerine getirecek bir din eğitim ve öğretiminin, çocukların karakterlerinin şekillendiği, kişilik geliştirme çağları olan temel eğitim ve ortaöğretim aşamalarında verilmesi kaçınılmazdır. Ancak bu çağ nüfusuna verilecek din eğitim ve



öğretiminin zorunlu mu yoksa isteğe bağlı mı olması gerektiği husus günümüzde tartışma konusudur. İsteğe bağlı olması gerektiğini ileri sürenler, kişinin din ve inanç özgürlüğünün zedelenmemesi, baskı altına alınmaması gerekçesine dayanmaktadırlar. Şüphesiz ki bu doğru bir gerekçedir ama din öğretiminin isteğe bağlı olup olmaması ile ilgili bir husus değildir. Genel din eğitimi, insanların dini ve inanç ve kanaat özgürlüklerini zedelemeden yapılabilir bu şekilde yapılması da zorunludur.

Bu konuda dikkat edilmesi gereken husus, hem dini inanç ve kanaat özgürlüğün hem de inandığı dini öğrenme ve öğretme özgürlüğünün temel insan haklarından olduğudur. Bu haklar Birleşmiş Milletler Evrensel Beyannamesi ile diğer uluslar arası sözleşmelerde kayıt altına alınmıştır.

İster zorunlu, ister isteğe bağlı olsun genel din eğitiminde verilecek eğitim, herkesin kendi dininin eğitimi olacaktır. Bu kapsamda diğer dinlere ait bilgilere tarafsız bir şekilde, objektif bakış açısı ile yer verilmesinin, çağdaş dünyada farklı din mensuplarıyla barış ve
hoşgörü içinde birlikte yaşama kültürü kazandırması açısından faydalı ve gerekli görülmektedir. Artık günümüzde okullarda din öğretiminin verilip verilmemesinden çok nasıl verilmesi gerektiği tartışılmaktadır.

Aslında çocuğun genel din eğitimi doğumla başlayıp ailede, yaşanılan çevrede ve belli yaştan itibaren de okulda devam etmektedir. Belki okul öncesi dönem din eğitiminde daha önemlidir. Ancak bu, aile eğitimi, aile yapısı ve toplum yapısı ile ilgili, ayrıca ele alınması gereken başlıca bir konudur. Türkiye’de bu konuda henüz sistemli çalışmalar yapma noktasına gelinmiş değildir. Halbuki yetişen kuşakları kendi milli, manevi, ahlaki ve kültürel değerlerimize sahip, uyumlu, dengeli, üretken, toplum için her bakımdan yararlı bireyler olarak yetiştirme hedefi, genel din eğitimini okul öncesinden başlatma ihtiyacını ortaya koymaktadır. Çeşitli toplum grupları, dini alandaki kuşku ve kaygılarını özgürlükçü
demokrasi ve hoşgörü ortamında, zaman içinde bertaraf ettikçe bu ihtiyaç daha belirgin bir şekilde herkes tarafından fark edilecektir.

Genel din eğitiminin muhtevası, bu eğitimin amacına uygun olarak insani anlayış ve erdemlerle kişiyi olgunlaştırıcı olmalı, farklılıkları belirginleştirmekle birlikte din üzerinden ayrıştırıcı olmamalıdır. Modern dünyada insanlar kendilerini dini ve kültürel farklılıkları ile
tanımlamak ve farklılıkların saygınlığı ortamında birlikte yaşamak eğilimindedirler. Giderek toplumların daha sıkı ilişkilerle birbirine karıştığı günümüzde hangi din konusunda olursa olsun genel din eğitimi çalışmaları, farklılıkları geliştirme ve farklılıkların birlikteliği anlayışını güçlendirme hedefine yönelmek durumundadır.

Genel din eğitiminin amaç ve muhtevası, bu eğitimde uygulanacak yöntemleri de tayin etmektedir. Yetişme çağındaki bireyin uyum ve intibak kabiliyetlerini, kişiliğini ve zihniyet yapısını geliştirmeyi esas alan pedagojik yöntemler, genel din eğitiminin temel yöntemleridir. Genel din eğitiminde dogmatik kabullerin telkin yöntemleri yerine özgür
düşünceyi önceleyen, eleştirici, sorgulayıcı yöntemler kullanılarak dini değerlerin özümsenmesi, dini ve ahlaki yönden bireyin değerler sisteminin oluşması esas alınacaktır.

Genel din eğitimi, belli dini bilgilerin zihinlere transfer edilerek hafızalara yığılması olarak görülmemelidir. Bilgiler ancak kullanıldıkları ölçüde kişi için yararlı olduğundan birey bilgiyi işleyip değerlendirecek zihinsel gelişme düzeyine ulaşıncaya kadar öğrendiği bilgiler
onun için fazla bir anlam ifade etmeyecektir. Genel din eğitimi, kişiliğin şekillenmesi aşamasında verilen bir eğitim olduğu için inanç, ahlak, edep, iffet, merhamet, sadakat, saygı, sevgi gibi dinin öngördüğü değerlerin, tutum ve davranışların kazandırılmasına yönelik yürütülecektir.

Genel din eğitiminin temel özellikleri şunlardır:
1- Temel eğitim esaslarına göre yürütülür
2- Bireyin kişilik gelişimi ve olgunlaşmasına yöneliktir
3- Öğretim yaklaşımı birey merkezlidir
4- Pedagojik yöntemler kullanılır

Bireyin genel din eğitiminin
Günümüz dünyasında toplumların giderek daha fazla birbirine karışmasının sonucu, farklı din ve kültürlerden bireylerin birlikte yaşamaları, okullarda birlikte öğrenim görmeleri kaçınılmaz olmuştur.

Özellikle Batı toplumlarındaki çok kültürlü karmaşık yapı, yetişen
bireylere verilmesi gereken genel din eğitiminin muhteva ve keyfiyetinin sorgulanmasına yol açmıştır. Karmaşık sınıflarda nasıl bir din eğitimi verelim ki herkes hem kendi inandığı din konusunda kendisini geliştirsin hem de diğer din ve inanç mensuplarına karşı hoşgörülü ve uzlaşmacı davranmayı öğrensin? Çocuklar kendi dinlerini öğrenirken diğer dinleri
aşağılamasın, diğer din mensupları ile din üzerinden ayrışma ve zıtlaşmalar yaşamasınlar.

Bu kaygılarla İngiltere Almanya gibi farklı din mensuplarını içinde barındıran ülkelerde “mezhepler üstü din eğitimi”, “dinler üstü din eğitimi”, “fenomonolojik din eğitimi” adları ile din eğitimi yaklaşımları denenmiş istenilen sonuç elde edilememiştir. Halen konu çok kültürlülük ve farklılıkların birlikteliği bağlamında tartışılmaya devam edilmektedir. Tartışmalarda dikkat çeken üç görüş öne çıkmış görünmektedir:

1) Dinden Öğrenme (Learning From Religion)
Bu görüşe göre dinlerin ortaklaşa öngördüğü insani ve dini değerler öğretim konusu yapılmalıdır. Tanrı inancı, tanrı sevgisi, barış ve dostluk, çalışma ve işbirliği, ahlak ve erdemlilik, kötülüklere karşı tavır gibi konuların öğretilmesi amaç olmalıdır. Ancak bu konular işlenirken birini diğerlerine karşı öne çıkarmadan dinlere atıfta bulunulmalıdır.
Böylece ortak insani değerler genel anlamda din olgusu ile özdeşleştirildiği için her öğrenci buları kendi dininden almış gibi olur ve din ayrışmanın değil belli noktalarda birleşmenin aracı haline gelmemiş olur. Bu görüş, farklı dinlerden öğrencilerin oluşturduğu karma
sınıflarda işe yarar gibi olsa da homojen sınıflar için uygun değildir.

2) Din Hakkında Öğrenme (Learning About Religion)
Bu görüş, belli önemli dinleri tarih veya felsefe tarzında öğretim konusu yapmayı öngörür. Öğrenci okulda kendi inandığı din dahil olmak üzere bütün dinlere dıştan bakarak onları tarafsız bir şekilde inceleme ve değerlendirme imkanı bulur. Çocuğun bu şekilde dinlere önyargısız yaklaşmasının hem uzlaşma kültürü geliştirmesi bakımından hem de din
ve inanç özgürlüğü bakımından yararlı olacağı savunulmaktadır.

Bu yaklaşımın gelişme çağındaki bireyler için çok önemli sakıncaları vardır. Öncelikle o çağdaki çocuklar, bir inanç ve değerler sistemine sahip ailede yetişmektedir. Ailelerin çocuklarını kendi inanç değerleri istikametinde yetiştirme hakkı vardır. İkinci olarak o çağdaki bireyler, kendi haklarıyla ilgili konularda karar verme yeteneğine sahip
değiller iken dini inanç konusunda nasıl tercihte bulunacaklardır? Üçüncü olarak da bütün dinlere dıştan yaklaşımla onlar hakkında eşit şekilde gerçeklik ve doğruluk algısı genç bireyin değerler sisteminin oluşması bakımından son derece sakıncalı görülmektedir.

3) Dini Öğrenme (Learning Religion)
Dini öğrenme yaklaşımı ise, herkesin kendi dininin esaslarını, kurallarını ve değerlerini öğrenmesini sağlayacak şekilde din eğitiminin verilmesini öngörmektedir. Klasik din eğitimi diye de ifade edilen bu yaklaşım her şeye rağmen en çıkar yol olarak görülmektedir. İnsanlık, herkese kendi dinini doğru ve yeterli bir şekilde öğretmekle uzlaşma kültürünü ve farklılıkların birlikteliği idealini birlikte gerçekleştirmeyi başarabilmelidir.

Mesleki Din Eğitimi
Mesleki din eğitimi, toplumun ihtiyaç duyduğu din hizmetlerini, din eğitim ve öğretim görevlerini yürütecek elemanları yetiştirmeyi amaçlayan bir dini uzmanlık eğitimdir. Her ülkede bu ihtiyacı karşılamak üzere resmi veya özel eğitim faaliyetleri yürütülmektedir. Batı ülkelerinde mesleki din eğitimi kilise tarafından yürütülmektedir. Ülkemizde ise mesleki din eğitimi Devlet eliyle orta öğretim düzeyinde İmam-Hatip Liselerinde, yüksek öğretim düzeyinde İlahiyat Fakültelerinde yürütülmektedir.

Mesleki din eğitimi denilince ilk akla gelen, dini bilgilerin meslek bilgisi olarak ileri düzeyde okutulması, bu eğitimi alanların da meslek elmanı olarak göre yapabilme yeterliğine ve imkanına sahip olmasıdır. Esas itibariyle İslam dininin ilkeleri ve öğretileri açısından din görevliliği veya din mesleği diye bir meslek söz konusu değildir. Dini konularda herkes bir diğerinde yardımcı ve destek olabilir ama bir kimsenin sadece
imamlık, hatiplik gibi işleri yürütmekle görevlendirilmesi, bu işler için kendisine maaş ödenmesi İslam’ın ilk devirlerinde görülen bir uygulama değildir.

İslamın ilk devirlerinde bu görevler için özel maaşlı kişiler tayin edilmemiş, Medine' de Hz. Peygamber bizzat kendisi imamlık görevini hayatının sonuna kadar yürütmüştür.

O'ndan sonra da sırasıyla dört halife bu görevi aynı şekilde yapmışlardır. Mescidi Nebi’nin bakım ve temizliğini de müminler gönüllü olarak yerine getirmişlerdir. Medine dışındaki beldelerde ise ilk zamanlar halkın içerisinde dini yönden en bilgili, en iyi Kur' an okuyan ve en faziletli saygın kişiler her defasında öne geçer ve namazı kıldırırlardı. Bu görev bir kişiye inhisar etmez, cemaat toplandığında içlerinde o anda en uygun olan kimse bu görevi yapardı. Cuma günlerinde imamlığı yapan kişi hutbeyi de okur, gerekirse vaaz da ederdi. Peygamber, müezzinlik görevini ise sesinin güzel olması sebebiyle, herhangi bir ücret karşılığı olmaksızın Habeşli Bilal'e vermişti. Hz. Bilal ikinci müezzin olan İbni Ümmü Mektum ile birlikte bu görevi Peygamberin vefatına kadar sürdürmüştür.

Günde beş vakit namazın camide cemaatle kılınmasına dinde büyük önem verilmesi, cuma ve bayram namazlarının da mutlaka camide cemaatle kılınması zorunluluğunun bulunması zamanla imamlık görevinin ortaya çıkarmasına yol açmıştır. Camilerin sürekli açık ve ibadete müsait halde tutulması, güvenlik ve temizliğinin sağlanması, namaz vakitlerinin başladığını duyurmak üzere günde beş defa ezan okunması, ayrıca camide toplanan cemaatin hutbe ve vaazlarla aydınlatılıp, dini ve sosyal konularda bilgilendirilmesi ihtiyacı, bu görevleri hakkıyla yerine getirecek kimselerin yetiştirilerek bu
işler için görevlendirilmesini zaruri hale getirmiştir.

Namaz kıldırmak üzere camilere imamların tayin edilmesine ve bunlara nafakalarını karşılamak maksadıyla maaş bağlanmasına Hz. Ömer zamanında başlanmıştır. Camilerin bakımı, temizliği, eşyalarının korunması ve dini görevlerin yerine getirilmesi önem arz eder hale gelince İslam bilginleri camilere maaşlı görevlilerin tayin edilmesini olumlu karşılamışlardır. Böylece din görevliliği, imamlık ve müezzinliğin dışında nikah, cenaze, çocuk okutma gibi işlerin de yürütüldüğü bir meslek haline gelmiştir. Günümüzde bu görevler için gerekli yeterliklere sahip profesyonel elamanlar yetiştirilmekte ve
görevlendirilmektedir.

Bu şekilde başlayan din görevliliği mesleği, asırlarca dini hizmetlerin düzgün bir şekilde yerine getirilmesinde, toplumun dini yönden bilgilendirilip dini hayatın canlı tutulmasında çok önemli bir yer tutmuştur. Din görevlisi, her köy ve mahallede manevi lider, dini danışman, sosyal dayanışma ve kaynaşma lideri rolünde önemli hizmetler yapmış, toplumun bilgilenmesine, bilinçlenmesine birli ve bütünlüğüne önemli katkılar sağlamıştır.

İslam coğrafyası genişleyip Müslümanlar farklı kültür, inanç ve ideolojilerle karşılaşıp onların yoğun baskısına maruz kalınca, tevarüs kalıbına sıkışmış geleneksel dini inanç ve yaşantıları sorgulama, onları yeniden tartıp değerlendirme, karşıt inanç ve ideolojiler karşısında taşınabilecek ve savunulabilecek zihni bir temele dayandırma ihtiyacı
doğmuştur. Günümüzde kitle iletişim araçlarının mesafe mefhumunu ortadan kaldıracak boyutta gelişmesi ve insanların bilgi kanallarının çoğalması bu ihtiyacı daha belirgin hale getirmiştir. Artık din görevliliği, dini hizmetlerin yerine getirilmesi ile sınırlı kalmayıp daha çok bir temsil, tanıtım ve her türlü inanç ve düşüncelere açık bulunan toplumda dini değerleri benimsetme, yüceltme görevi olarak önem kazanmıştır. Buna müftülük, Kur’an kursu öğretmenliği, İmam-Hatip lisesi öğretmenliği ilk ve orta öğretimdeki din öğretimi öğretmenliği görevleri de eklenince din öğretimi ve din hizmetleri mesleğinin muhteva ve
niteliği de geçmiş dönemlere göre farklılaşmıştır.

İşte günümüz toplumunda din eğitimi ve din hizmetlerinin bu yeni niteliği ile en olumlu ve verimli bir şekilde yerine getirilmesi, sistematik bir mesleki din eğitimini gerektirmektedir. Bu yüzden mesleki din eğitiminin genel din eğitiminden ve yaygın din eğitiminden ayrı olarak ele alınıp değerlendirilmesi önem arz etmektedir. Zira mesleki din
eğitiminin amacı, muhtevası ve sistematiği diğer din eğitimi etkinliklerinden oldukça farklıdır. de amaç, bu alanın tanımına ait bilgilerden de anlaşıldığı üzere dini konuda toplumun ihtiyaç duyduğu meslek elemanlarını yetiştirmektir.

Mesleki din eğitiminin amacı eğitime alınan insanların salt dini bilgi, duygu ve davranış kazanmalarını sağlamak değil, bunu sağlayacak elemanları yetiştirmektir. Yani bu bir din eğitiminden ziyade din eğitimcilerinin eğitimidir.

Mesleki din eğitiminin özellikleri şunlardır:
- Din hizmeti ve din eğitimi görevlerine hazırlayan programlar uygulamak
- Dinin esaslarına, muteber görüş farklılıklarına dair doyurucu bilgiler içermek
- Halkla ilişkiler ve iletişim esaslarını dikkate almak
- Staj ve uygulama çalışmaları ile pratik beceriler kazandırmak
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi serpil 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
insan vucudunu inceleyıpde imana gelmeyen... Tıbbı Nebevi ve Alternatif Tıp serpil 0 1678 18 Kasım 2014 20:14
Diyanet İşleri Başkanlığı Mesleki Bilgiler Seviye... ÖSYM'den Duyurular serpil 0 2712 01 Kasım 2014 18:00
Medineweb Üyelerine KPSS karma özetler KPSS (İ.H.L-İlahiyat) serpil 4 2761 27 Temmuz 2014 23:59
Medineweb Üyelerine DHBT karma özetler Siyer nurşen35 1 4277 27 Temmuz 2014 23:57
Medineweb Üyelerine Hz. Muhammed ve Evrensel... Siyer serpil 0 3076 27 Temmuz 2014 23:56

Alt 26 Aralık 2013, 16:00   Mesaj No:2
Medineweb Kıdemli Üyesi
serpil - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:serpil isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 43
Üyelik T.: 03 Temmuz 2007
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:38
Mesaj: 316
Konular: 35
Beğenildi:16
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Din Eğitimi 10.11.12.Hafta

11. Hafta

11. YAYGIN DİN EĞİTİMİ
Yaygın Din Eğitiminin Mahiyeti
Yaygın din eğitimi, her yaştan insanlara ihtiyaca dayalı olarak temel dini bilgileri kazandırmayı, bu konudaki eksikleri gidermeyi, yanlışları düzeltmeyi amaçlayan eğitim faaliyetlerinin bütünüdür. kurslar, seminerler, konferanslar, paneller, müftülüklerce yürütülen irşat faaliyetleri, basınyayın Camilerde verilen vaazlar, hutbeler, çeşitli vesilelerle düzenlenen yoluyla yapılan bilgilendirme çalışmaları birer yaygın din eğitimi faaliyetidir.

Yaygın din eğitimi, “beşikten mezara kadar eğitim” anlayışı ile ihtiyaç duyulan her zaman, uygun olan her mekanda, ihtiyaç ve beklentilere uygun muhtevayla ve uygun şekilde ömür boyu devam eder. Takviye, geliştirme, yeni durumlara uyum ve intibak yeteneği kazandırma amacı güden yaygın eğitim faaliyetleri yalnız dini alanda değil, bütün alanlarda
eğitimli, eğitimsiz herkesi kapsamaktadır.

Artık günümüzde yaygın eğitim, genel eğitimin çok önemli bir parçası olarak, kuşaklar arası eğitim farkını azaltmayı, örgün eğitimin ulaşamadığı kitlelere iletişim araçlarının desteği ile eğitim vermeyi sağlayacak, hızlı sosyoekonomik gelişmenin ortaya çıkardığı bir ihtiyaç olarak görülmektedir (Varış,1985). Bu yolla, gelişen dünyada gençyetişkin- yaşlı arasındaki farkın kaldırılmasına, kitlelerin bütün olarak ve sürekli eğitilmesine çalışılmaktadır. Belli düzeyde örgün eğitim imkanlarının herkes tarafından kullanılır olması, hatta bunun bazı batılı ülkelerde olduğu gibi 8-11 yıl zorunlu tutularak herkesin belli düzeyde eğitim görmesinin sağlanması yaygın eğitim ihtiyacını ortadan kaldırmamıştır. Aksine yaygın eğitime, eğitilmişlerin eğitimini de içine alacak şekilde daha büyük bir genişlik kazandırılarak "yaşam boyu eğitim" den söz edilir olmuştur.

Dini alanda da durum aynıdır. İnsanın din ile ilişkisinin, dini tavır ve yaşantılarının hayat boyu devam etme özelliğinden ve gelişen sosyal, kültürel, teknolojik şartlar karşısında dini inanç ve yaşantıların sürekli canlılığını koruma ihtiyacından dolayı yaygın din eğitimi faaliyetleri vazgeçilmez bir zorunluluk olmaya devam edecektir. Bu bakımdan din eğitimi içinde yaygın din eğitimi hem kapsam hem de etkinlik itibariyle önemli bir yer tutmaktadır. Konunun İslami yönü ise başlı başına bir zorunluluğu işaret etmektedir. İslam’da ilim öğrenme yükümlülüğü "beşikten mezara" boyutunda ele alınırken öğretme yükümlülüğü
belli düzeyde herkese, onun üstünde de bu konuda yetkin olanlara görev olarak verilmiştir: "Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun” (Ali İmran, 3/104)

Bu ayetteki hayra çağırmak, iyiliği emretmek, kötülüğü men etmek tefsir
kitaplarında kısaca Allah’ın emirlerinin ve yasaklarının öğretilmesi olarak açıklanmıştır. Demek ki insanların sürekli öğrenme ihtiyacında olduğu bilgileri bir kesim onlara her fırsatta öğretecektir. İşte bu fırsatlardan biri örgün eğitim ise diğeri de yaygın eğitimdir.

Yaygın din eğitimini gerektiren sebepleri şunlardır:
1- Dini yönden öğrenme ve öğretme faaliyetinin ömür boyu devam eden bir görev olması
2- Gelişen sosyal ve kültürel hayat şartlarında dini inanç ve yaşantının sürekli canlılığını koruyabilme ihtiyacı
3- İnsanın daima yeni bilgiler öğrenmeye ve öğrendiklerini hatırlamaya ihtiyaç Duyması

Türkiye'de örgün din eğitimi Milli Eğitim Bakanlığınca, yaygın din eğitimi faaliyetleri de bir anayasal kuruluş olan Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yürütülmektedir. Bu kurum Anayasa'nın 136. maddesinde şu şekilde yer almaktadır:

"Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda bütün siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.”



Anayasa’da “özel kanunu” diye ifade edilen Diyanet İşleri Başkanlığının kuruluş ve görevlerini düzenleyen 22.6.1965 tarih ve 633 sayılı kanunun 1.07.2010 tarih ve 6002 sayılı kanunla değişik 7/b Maddesine göre Başkanlık bünyesinde Eğitim Hizmetleri Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Artık Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bünyesinde eğitim hizmetlerini
yürütmek üzere bir genel müdürlük hizmet verecektir.

Şüphesiz yaygın din eğitimi çalışmalarının odak noktasını camiler oluşturmaktadır. Camiler, müslümanların toplanıp ibadetlerini yaptıkları "Allah'ın evi" kabul edilen kutsal mekanlar olmakla beraber, aynı zamanda birer dini eğitim öğretim yerileridir. İslam dininin ilim öğrenmeyi "beşikten mezara" kadar süren bir görev sayması sebebiyle başlangıçtan beri camiler ve mescitler birer öğretim merkezi olarak kullanıla gelmiştir. Halen her yaştan ve her kültür seviyesinden insanlar ibadet maksadıyla camilere gidip buralarda verilen hutbe ve vaazları dinlemektedirler. Beş vakit namaz için günde beş kez müminleri toplayan
camiler hutbe ve vaazların dışında düzenlenen diğer dini eğitim faaliyetleri için de hazır fiziki mekanlardır. Ayrıca Cuma ve bayram namazlarında okunan hutbelerin ibadetin bir parçası olarak namaz içinde yer alması yaygın din eğitimine ibadet ölçüsünde bir anlam katmaktadır.

Günümüzde artık bir meslek haline gelmiş bulunan din görevliliği, sadece toplu ibadetlerin, cenaze, nikah vb. dini hizmetlerin yerine getirilmesinden ibaret değil, belki bunlardan da önemli olarak halkın dini konularda bilgilendirilmesi ve aydınlatılması işidir. İslam dininde, alimler peygamberlerin varisleri kabul edilerek (Ebu Davud:3641) onlara
insanları ilahi doğrulara çağırma, bilgilendirip irşat etme görevi vermiştir. Bu görevi peygamberler yaptıklarına göre onların varisleri de yapacaklardır.

Peygamberimiz "İnsanların bilgisine ihtiyaç duyduğu kimse bilgisini onlara anlatmayıp saklarsa kıyamet gününde Allah onun ağzına ateşten bir gem vurur" (Ebu Davud: 3658, Tirmizi: 2649) buyurmuştur. Bu hadis de müminlere, bildiklerini ihtiyaç duyan insanlara öğretmelerini tehditkar bir ifade ile emretmektedir. Bütün bunlar, bugün din görevliliği mesleğini icra edenlere İslam dininin insanların dini bilgi ihtiyaçlarını giderme, onları dini yönden aydınlatma görevi verdiğini göstermektedir. Bu görev aynı zamanda dini açıdan oldukça faziletli ve şerefli bir görevdir.

Din görevlileri ve din öğreticileri Allah'a ve Resulüne vekalet anlamına gelen irşat ve davet görevini, yaygın din eğitimi anlayışı ile hassasiyetle yerine getirmek durumundadırlar.

Muhammed Ebu Zehra şöyle diyor:
"Allah Teala' nın Kur' anı Kerimde (sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun) buyurduğu kimseler dinin inceliklerini bilen, onun meramını anlayıp maksadını kavrayan vaizler ve mürşidlerdir. Onların yaptığı iş büyük bir şereftir. Çünkü yaptıkları Allah' ın dinini insanlara açıklamaktır." (Ebu Zehra, t.y./94)

Günümüzde Diyanet İşleri Başkanlığı, yaygın din eğitimi konusuna titizlikle eğilmekte, bu konudaki hizmetleri hem yasaların kendisine yüklediği bir görev hem de dini bir sorumluluk olarak yerine getirmeye çalışmaktadır.

Yaygın Din Eğitiminin Hedefi ve Muhtevası
Genel eğitim içinde toplum eğitiminin önemli bir parçası kabul edilen yaygın eğitim çalışmaları belli bir yaş grubunu hedef almayıp yediden yetmişe her yaştan insanlara yönelik olduğu için yetişkin eğitimi olarak da değerlendirilmektedir. Zira örgün eğitim yetişme çağındaki çocukları ve gençleri hedef alırken yaygın eğitim de istisnai durumlar dışında genel anlamda yetişkinleri hedef almaktadır.

Çocukların gelişim süreçlerini esas alan eğitim modeli ile yetişkin eğitimine yönelik eğitim modeli ayrı şeylerdir. Her ikisi de eğitim kategorisine girmesine rağmen ikisi arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır. Bunlardan yetişme çağındaki çocuklara yönelik olanına pedagoji, yetişkinlere yönelik olanına ise andragoji denilmektedir.

Diğer bir ifadeyle pedagojik eğitimin hedef kitlesi gelişim çağındaki bireyler iken andragojik eğitimin hedef kitlesi fiziksel ve zihinsel gelişimini tamamlamış olan yetişkin bireylerdir. Her iki eğitime muhatap olan insanlar; ilgileri, ihtiyaçları, yeterlikleri, birikimleri ve öğrenme güdüleri bakımından farklı özelliklere sahiptirler.


Bu yüzden yetişkinin eğitimi için ileri sürülen varsayımlar, çocuğun eğitimi için öne sürülen varsayımlardan oldukça farklıdır.

İnsanların sosyal, zihinsel ve biyolojik farklılıklarına bağlı olarak onların öğrenme becerilerinde farklılıklar olacağı, yetişkine pedagojik esaslara dayalı eğitim vermenin doğru olmayacağı tezinden hareketle andragoji doğmuştur. Amerika’da mesleğe yönlendirmenin hız kazandığı 20. yüzyılın başlarında sürdürülen çalışmalar sonucu mesleğe yönlendirmenin sadece çocuklarla ilgili bir mesele olmadığı yetişkinlerin de birer meslek edinmelerinin gerekli olduğu anlaşıldı. 1920’li yılların ortalarına gelindiğinde yetişkinlerin çocuklardan farklı ilgilere ve
yeteneklere sahip oldukları görülerek onlara farklı eğitim vermenin gereği üzerinde durulmaya başlandı.

Yetişkinlerin öğrenmeleri hakkında geliştirilen kavramalar, anlayışlar ve araştırma sonuçları Harry Overstreet’in 1949 yılında yayınlanan “Olgun Akıl” adlı eserinde bir araya getirilmiş oldu. Daha sonra Malcolm Knowles’in öncülüğünde 1968 yılında yapılan çalışmalar sonucu andragoji, teorisi, yetişkinlerin etkin öğrenmelerini sağlamada kullanışlı bir model haline getirildi. (Öner, 2001)

Dünyada bilgi ve teknoloji alanında yaşanan hızlı gelişmeler karşısında sürekli yenilense bile pedagojik eğitimin yeterli olması beklenemezdi. Ortaya çıkan yeni bilgi ve teknolojilere uyum sağlama ihtiyacı sürekli eğitimi gerekli kılıyordu. Diğer yandan giderek azalmakta olan sınırlı maddi kaynakların bilinçli ve akılcı kullanılması gereği de yetişkin
eğitimini gündeme getiriyordu. Her yetişkinin bilinçli bir üretici, bilinçli bir tüketici ve bilinçli bir kullanıcı olması gerekiyordu. Bunun için önce “Halk Eğitimi” kavramı etrafında düzenlenen eğitim etkinlikleri giderek “Yetişkin Eğitimi” adıyla yeni bir eğitim alanı ve ayrı bir eğitim modeli olarak gelişti. Bugün artık pedagojik eğitim alanının dışında her yaştan, her eğitim düzeyindeki insanları kuşatan geniş bir eğitim alanının önemsendiğini görüyoruz. Bu alandaki eğitim çabalarının pedagojik eğitim çabaları kadar gerekli olduğu kabul edilmektedir. Çünkü insanların öğrenme yetenekleri hayat boyu devam etmekte, bilgi de “beşikten mezara” kadar kazanılması gereken bir değer olmayı sürdürmektedir.

Bu gerçekten hareketle insanların dini bilgi, anlayış ve davranış kazanmalarında oldukça etkili bu geniş alanın, dinin öğretimi açısından ihmal mümkün değildir. Mevcut pedagojik din öğretimi imkanlarının yetersizliği, siyasi ve ideolojik mülahazalarla bu imkanlar üzerindeki olumsuz etkiler yetişkin din eğitiminin önemini daha da artırmaktadır.

Günümüzde dini bilgi, duygu ve düşünceleri andragojik eğitim yoluyla kazandırmaya yönelik çok değişik faaliyetler yürütülmektedir. Bunları vaazlar, hutbeler, konferanslar, paneller, sohbetler, radyo ve televizyon konuşmaları diye sıralayabiliriz. Her ne ad altında olursa olsun farklı yaşlardan insan topluluklarına dini bir konu anlatılacaksa bunun pedagojik değil andragojik esaslara göre yapılması gerekir. Çünkü muhatap kitle bir sınıfta toplanmış aynı yaş grubundan, aynı gelişim düzeyindeki çocuklar değil, farklı yaşlardan, farklı anlayışlarda, farklı bilgi ve düşüncelere sahip insanlardır. Yani muhatap grup birçok bakımdan birörnek (homojen) değildir. Ayrıca yetişkinlerin öğrenme yaklaşımlarında okul eğitimindeki çocuklara göre belirgin farklılıkların bulunduğu gerçeği de dikkate alınınca yetişkinlere yönelik din eğitimi çalışmalarının ayrı bir alan olarak ele alınıp yürütülmesinin gerektiği daha iyi anlaşılmış olur. Andragojik eğitim modeli dikkate alınmadan yetişkinlere yönelik din eğitimi çalışmalarında istenen başarının elde edilmesi mümkün olmayacaktır.

Yetişkinlerin Öğrenme Farklılıkları
Yetişkinler, çocukluğun hayal ve heves atmosferinden çıkıp hayatın gerçekleri ile yüzleşerek onları umut, kaygı ve sorumluluk duyguları ile tecrübe etmiş bireylerdir. Çocuklar ise onların yaşadıklarını henüz yaşamadıkları için dünyaları doğal olarak yetişkinlerin dünyasından farklıdır. Buna bağlı olarak yetişkinlerin ilgileri, korkuları, umutları ve arzuları çocuklarınkilerden farklı olduğundan onların öğrenme yaklaşımları ve motivasyonları da aynı şekilde çocuklardan farklıdır. Bu farklılık, yetişkin eğitim modeli olan andragojinin özelliklerinin belirlenmesini ve pedagojiden farkının ortaya konulmasını sağlamaktadır.

Yetişkinlerin belirgin öğrenme farklılıkları şöyle sıralanmaktadır:
1- Yetişkinler kendi kararlarından sorumlu oldukları şeklinde bir benlik algısına sahiptirler. Bu bakımdan muhatap oldukları bilgilere karşı seçici ve sorgulayıcı davranırlar.

2- Yetişkinler kendilerini rahat hissettikleri ortamlarda öğrenmeye istekli olurlar.
3- Yetişkinler öğrenme ihtiyacını kendileri belirlerler, ihtiyaç duymadıkları konularda öğrenmeye istekli olmazlar.
4- Yetişkin grubu, çocuk grubundan daha keskin ve çeşitli bireysel farklılıklara sahiptir.
5- Yetişkinler depolanıp saklanacak bilgilerden çok hayatlarında uygulanabilir pratik değeri olan bilgilere eğilimlidirler.
6- Küçükler; ödül, müeyyide gibi dış etkenlerle öğrenmeye motive olurken yetişkinler ikna olma, öz saygı, ihtiyaç karşılama gibi iç etkenlerle öğrenmeye motive olurlar.

Yetişkinlerin bu öğrenme farklılıklarından hareketle onlara yönelik andragojik eğitim modelinin pedagojik öğretim modelinden farklı yönlerini ortaya koyan özellikler tespit edilmiştir. Andragojik öğretim ilkeleri denilen ve yaygın din eğitiminde de aynen dikkate alınması ve uygulanması gereken bu özellikleri maddeler halinde sıralayabiliriz.

Andragojik Öğretim İlkeleri
Yetişkinlerin bu öğrenme farklılıklarından hareketle andragojik eğitim modelinin ilkeleri şöyle sıralanmaktadır:

1- Andragojide esnek öğretim tarzı uygulanır
2- Yetişkinler için uygun öğretim ortamları gerekir.
3- Andragojik eğitim samimi ve dostça yaklaşımla yürütülür.
4- Andragojik eğitim ihtiyaçlara göre verilir.
5- Andragojik eğitimde sonuçlar dikkatle gözlenir.
6- Andragojik eğitimde günlük sosyal dil kullanılır.
7- Dikte edici değil özgürleştirici bir yaklaşım takip edilir.
8- Pragmatik ve akılcı bir öğretim tarzı benimsenir.
9- Andragojik eğitimde grup normları dikkate alınır.

Şimdi bu maddelerden her birini kısaca açıklamaya çalışalım
1- Andragojide esnek öğretim tarzı uygulanır
Yetişkinlerin kendi kararlarının sorumluluğunu yüklenici benlik algılamaları göz önünde tutularak onlara verilecek bilgilerin rahatlıkla kavramalarını sağlayacak bir düzen içinde sunulması gerekir. Öğretici tarafından belirlenen doğruların tek gerçeklik olarak sunulmayıp alternatifleri de verilerek karşılaştırma yapılmalı, dinleyenlerin kendi
mukayeselerini yapıp karar oluşturmalarına imkan tanınmalıdır. Dini konularda kalıplaşmış görüş ve kararların tek gerçeklik şeklinde tartışmaya kapalı olarak aktarılmasına dayanan öğretim tarzının yetişkin eğitimi konusunda işe yaramadığı, aksine olumsuz neticeler verdiği
İslam toplumlarının genel yapısına bakılarak kolayca anlaşılabilir.

2- Yetişkinler için uygun öğretim ortamları sağlanır
Yetişkinlerin ilgileri, ilişkileri ve problemleri dikkate alınarak onlarla verilecek eğitim için uygun ortamlar seçilmelidir. İş, eğlence, dinlenme vb. özel meşguliyet ortamlarındaki insanlarla din öğretmeye kalkışmanın pratik bir yararı olmaz. Farklı kaygı ve zihinsel gerginliğin yoğunlaştığı anlarda teselli niteliğindeki telkinler dışında dini anlatımlardan bir
sonuç beklenemez. Hutbe ve vaazlar için camiler uygun din eğitimi ortamları olsa bile buralarda havanın üşütücü derecede soğuk veya bunaltıcı derecede ağır olması, cemaatin bir an önce namazı kılıp işine yetişme kaygısı içinde olması, rahatsız edici ses sistemi gibi durumlar, ortamı uygun olmaktan çıkaran etkenlerdir. Böyle durumlarda ezan okunduğu halde vaaza devam etmek, hutbeyi uzatmak faydasız ve anlamsız olduğu kadar rahatsız edici de olur. Konuşmanın anlamsız hale geldiği durumlarda sözlerini tamamlamaya çalışan hatipler sadece
kendilerini tatmin etmiş olmaktadırlar.

3- Andragojik eğitim samimi ve dostça yaklaşımla yürütülür.
Andragojik dini eğitim kesinlikle dostça olmalı, kin, nefret ve düşmanlık içeren ifade ve tavırlardan kaçınılmalı, herhangi bir zümre, grup, özellikle de şahıslar hedef alınmamalıdır.
Unutmamak gerekir ki cemaatte hedef alınan veya kin duyulan zümre ile kendini özdeşleştirip üzerine alınanlar mutlaka bulunacaktır. Bazı hatipler cemaatten birilerini dolaylı bir yolla eleştirmeyi hatta konuşurken “sana söylüyorum” dercesine yüzüne bakmayı marifet
zannederler. Halbuki peygamberimiz “Kolaylaştırınız zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz” (Buhari, İlim, 11; Müslim, Cihad, 164; Ebu Davud, Edeb, 17) buyurmuştur. Bir toplumda eleştirilip hedef alınmak her insanın nefretini çeker. Ayrıca konuşma üslubunda
muhataplara saygılı davranmak, kaba sözlerden kaçınmak, insanları bilgisiz ve aptal yerine koymamaya özen göstermek başarılı bir yetişkin eğitimi için çok önemlidir.


4- Andragojik eğitim ihtiyaçlara göre verilir.
Andragojik din eğitiminde verilecek bilgiler muhatapları genel ve ortak ihtiyaçlarına göre belirlenmelidir. Uygun bilgi eğitim veren kişinin önemli ve yararlı gördüğü değil, ona muhatap olanların ihtiyaç duyduğu bilgidir. İhtiyaç, var olan durumla istenen ve beklenen durum arasındaki boşluğu ifade eder. Dini yönden var olan aksaklıkları ve olumsuzlukları
sayıp dökmek ve irdelemekten ziyade onları ortadan kaldıracak tedbirler ve teklifler üzerinde durmak gerekir. Andragojik eğitimde muhatapların ihtiyaçları eğitim veren kişinin o andaki üstünkörü varsayımları ile belirlenmemeli, sistematik gözlemle, anketle veya cemaat içindeki
dikkatli kimselerin görüşlerinden elde edilen verilere dayandırılmalıdır.

5- Andragojik eğitimde sonuçlar dikkatle gözlenir.
Eğitimde sonuçların test edilmesi ve değerlendirilmesi başarı için önemlidir. Andragojik eğitimin sonuçlarını test etme, sınavla ölçme imkanı olmadığından iyi bir gözlemle bunu yapmaktan başka yol yoktur. Bazı durumlarda dinleyenlerin soru sormak itirazda bulunmak şeklindeki tepkileri konunun doğru anlaşılıp anlaşılmadığı hususunda fikir verse de
yeterli değildir. Yetişkin din eğitimi etkinliklerinin çoğunda özellikle hutbelerde, vaazlarda kitle iletişim araçları ile yapılan konuşmalarda dinleyenlerin soru sorma, açıklama isteme, itiraz etme imkanları da olmadığından yapılan etkinliğin sonuçları, insanların tutum ve
davranışlarında gözlenebilir değişikliklerle ölçülebilir.

Andragojik ölçme ve değerlendirme yöntemi sınavlarla değil, kapsamlı ve sistematik gözlem, görüşme ve anketlerle yapılır. Dini hatipler, iletişim becerilerini geliştirebilmek, başarı düzeyini yükseltebilmek için bu değerlendirme yöntemlerini uygulamak zorundadırlar. Yıllarca
bir camide hutbelerle, vaazlarla ve diğer etkinliklerle cemaate din eğitimi hizmeti veren bir din görevlisi cemaatte belirgin dini tutum ve davranış değişiklikleri göremiyor ve onlardan olumlu kanaat bildirimleri alamıyorsa onun eğitim çabalarının olumlu sonuçlar verdiği söylenemez.

6- Andragojik eğitimde günlük sosyal dil kullanılır.
Andragojik eğitimde dini bilgilere muhatap olan insanların farklı yaşlarda, statülerde, bilgi ve kültür düzeyinde olmaları kaçınılmazdır. Onlara iletilecek verilen eğitimde bu farklılıklar dikkate alınarak herkes tarafında kolayca anlaşılabilir bir dil kullanılmalıdır. Bu da herkesin kullandığı günlük sosyal dildir. İçlerinde sadece bir kısmının anlayacağı bir dille veya sadece bir kısmının ilgisini çekecek bir üslupla verilen eğitimden herkesin yararlandığı ve verimli bir sonuç almak mümkün olmaz. Dil, üslup, konu ve yöntem bakımından cemaatin ortak noktaları yakalanmalıdır. Aynı konu anlatılacak olsa bile bunun kırsal kesimde ve kenar muhitteki insan grubuna ayrı, entelektüel kesimdeki insan grubuna ayrı yoğunlukta, düzeyde ve üslupta sunulması gerekir.

7- Dikte edici değil özgürleştirici bir yaklaşım takip edilir.
Yetişkinlere yönelik eğitimde insanlara öğretmen edasıyla “gerçek budur, bunu böyle biliniz, şunu kabul etmelisiniz, şöyle davranmalısınız” yaklaşımı içinde olmak doğru değildir. Muhatapların kendilerine özgü değerlendirme yapma, karar oluşturma, seçici davranma eğilimleri dikkate alarak düşüncelerin önünü açıcı, değişim alanlarını ve yollarını gösterici, kıyaslama imkanı verici, danışmanlık edici bir yol izlemelidir. Yetişkin insanlar üzerinde etkili olan başarılı danışmanlar nutuk çekmekten çok paylaşır, zorla kabul ettirmek yerine sunar,
istemekten çok önerir, kabul etme veya reddetme hakkını karşısındakine bırakarak onun karar oluşturmasına imkan verir. Yetişkin insanlar başkalarının kararlarını kolayca benimsemek istemezler ama kendi verdikleri kararları sahiplenir arkasında durur ve gerektiğinde onları
savunurlar.

8- Pragmatik ve akılcı öğretim tarzı benimsenir.
Yetişkinler uygulanabilir pratik bilgilere daha fazla ilgi duyduklarından andragojik eğitimde bu durum dikkate alınarak insanların motivasyon unsurlarına, konuların onların dünyaları ve ilgi alanları ile bağlantılı olmasına, bilgilerin yarar ve zarar ilişkilerine önem verilmelidir. İdeolojik ve afaki heyecanları tahrik eden konuşmalar dinleyicilerin ilgisini çekip onları motive ediyor görünse bile kanat oluşturmada, olumlu davranışlar kazandırmada işe yaramamakta aksine duygu yoğunlaşmaları rasyonel olmayan eğilimlere yol açmaktadır.

9- Andragojik eğitimde grup normları dikkate alınır.
Belli meslek, inanç ve anlayışlar etrafında toplanmış gruplara yönelik yetişkin eğitiminde grubun ortak değerleri, davranış ve yaşayış biçimleri dikkate alınmalı onları hedef alan, eleştiren, ayıplayan tutumlardan kaçınılmalıdır.


“Grup normları, grup yapısının muhtevasıdırlar. Bu sebeple grup davranışı, normatif davranışla yani grup normlarına uygun davranmakla eş anlamlıdır. Algılamada tutum ve davranışlardaki stereoptik (tekrarlayıcı) benzerlikler, ayırt edilemez bir şekilde grupla psikolojik olarak özdeşleşmesinin sonucudur. Dolayısı ile grup üyeleri, grupta sergilenen ortak davranışların normatif standartları kendilerine bir alt kimlik (grup kimliği) geliştirirler. Bu kimlik onların korunması gereken özel alanıdır.

Böylesi özdeş gruplara eğitim verilirken dikkate alınması gereken husus; öncelikle grup normlarının oluşturduğu özel alanı ihlal etmemek, bu küçük dünyanın normatif davranışlarına ve alt kimlik özelliklerine aykırı düşen sözlerden, tutum ve davranışlardan kaçınmak ve herhangi bir şekilde grupla çatışmamaktır. Grup normları yanlış ve düzeltilmesi gereken durumlar ise yine de onları hedef alıp rencide etmek ve onlarla çatışmaya girişmek, andragojide sonuç alıcı işe yarar bir yöntem değildir.


Alıntı ile Cevapla
Alt 26 Aralık 2013, 16:01   Mesaj No:3
Medineweb Kıdemli Üyesi
serpil - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:serpil isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 43
Üyelik T.: 03 Temmuz 2007
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:38
Mesaj: 316
Konular: 35
Beğenildi:16
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Din Eğitimi 10.11.12.Hafta


12. Hafta
12. AİLEDE DİN EĞİTİMİ
Aile Eğitiminin Mahiyeti
Çocuğun ailede din ve ahlâk eğitimi, anne-babanın onu dini ve ahlâki değerler açısından etkilemelerine ve her türlü öğretici rollerine dayanır. Anne-babanın etkilemeleri ve öğretici rolleri, ya bilinçli ve sistemli rasyonel eylemlerle veya gelişigüzel, tesadüfi, bilinçdışı tavırlarla ortaya çıkmaktadır. Öğretme ve etkileme bilinci ile yapılmayan tesadüfi (olağan ve kendiliğinden) davranışların hangi sonuçları hasıl edeceği kestirilemez. Çünkü her etki, farklı kişilerde, farklı zamanlarda değişik
tepkiler oluşturabilmektedir. Rasgele etkilerin olumlu tepkiler oluşturması için bunların belli değerler üzerinde tutarlılık ve süreklilik göstermesi gerekir. Babanın veya annenin bütün davranışları dini ve ahlâki değerler üzerinde doğru, tutarlı ve sürekli olduğu taktirde çocukların bu yönde davranışlar geliştirmeleri kaçınılmaz olur.

Ancak her babanın veya annenin kendi değerleri doğrultusunda dört dörtlük bir tutarlılık ve süreklilik göstermesi olgusu kolay rastlanır bir şey değildir. Buna anne ve babanın farklı kişiler olarak gösterdikleri davranış farklılıkları da eklenince aile içindeki etkileşimlerin tesadüfi sonuçlar üretmeye terk edilmemesinin önemi daha iyi anlaşılmış olur. Çocuklar, büyüklerin zaaflarını çabuk fark eden dikkatli birer gözlemci
oldukları için onların aile içinde istenilen dini ve ahlâki değerler ve davranışlar kazanabilmeleri ancak bilinçli, sistemli ve akılcı çabalarla mümkün olur.

İnsan yaratılıştan çok üstün özelliklere, mükemmel bir ruhi dokuya sahip olarak dünyaya gelmesine rağmen fiziksel, zihinsel ve ahlâki olgunluğa kavuşuncaya kadar uzun süre geçmektedir. Çocuk bu süre içinde kendi kendine yetmeyip yetişkinlerin yardımına ihtiyaç duymaktadır. Onun nasıl bir kişiliğe sahip olacağına, hangi değerleri edineceğine kendisi değil büyükler karar vermektedir. Çocuk her türlü etkiye açık, hayrı da şerri de kabul edebilecek kabiliyette yaratılmış olduğundan ana-baba onu ne şekilde etkiliyorsa çocuk o şekilde etkilenip o etkilerle şekillenmektedir. Bu durum çocuk yetiştiren büyükler için ciddi bir sorumluluktur. Anne ve babının bu sorumluluğu en iyi şekilde nasıl yerine getirecekleri konusu önemli bir ailede din eğitimi problemi olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu konuda neler yapılabileceği, çocukları dini ve ahlâki yönden istenen iyi özelliklerle yetiştirebilmek için onlara aile içinde ne tür etkilerin yöneltileceği deneysel araştırmalara dayanan bilimsel ve akılcı tespitleri gerektirmektedir. Son zamanlarda bu konuda önemli çalışmalar yapılmakta, tecrübelere dayalı birtakım ilkeler ve yöntemler
geliştirilmektedir. Şüphesiz ki, tecrübeler ve bunlardan çıkarılan prensipler ve idealler çocuk yetiştirmede ihmal edilemez imkanlardır. Ancak çocuk ister istemez bir değerler dünyasının içinde doğmakta ve bu dünyanın mensuplarının birikimleri, fikir ve kanaatleri çerçevesinde kendi kişiliğini ve kabiliyetlerini geliştirebilmektedir. İlkeler
her zaman olgularla örtüşmemekte ve beklenen sonucu vermemektedir. Bu durumda ilkelerle birlikte idealler de ön plana çıkabilmektedir. Ancak hiçbir ideal, prensip veya metot çocuktan önemli olmamalıdır. Çocuğun fıtrattan getirdiği saf ve dingin yetileri ile kendini gerçekleştirme çabası, dini ve ahlâki değerlere özgürce yönelmesini sağlayacak tedbirlerle beslenecektir. Bu husus göz ardı edilerek sabit idealler uğruna
katı ilkeler uygulamak çoğunlukla beklenenin aksine sonuçlar vermektedir.

Şimdi ana-babanın çocuğuna nasıl bir eğitim vereceği hususuna dönecek olursak öncelikle bunun doğumdan itibaren başlanan uzun bir süreç olduğunu belirtmemiz gerekir. İnsanın dünya ile bağlantısını kuran beş duyusu çalışmaya başladığı andan itibaren çevre ile ilişki kurma ve etkilenme süreci başlamaktadır. Bu süreçte çocuğun fiziksel, zihinsel ve cinsel yetilerinin gelişimi uzun zaman alan ve belli aşamalardan
geçen bir seyir takip eder. Bu süreç içinde çocuğun gelişimi belli ilkelere dayandığı için onun eğitimi de bu ilkeler çerçevesinde yürütülecektir.

Piaget* çocuğun belli dönemlerdeki yetilerinin karakteristik özelliklerine göre zihinsel gelişimi üç evreye ayırır. Bunlardan ikisi çocuğun tamamen ailenin kontrolünde olduğu okul öncesi döneme aittir. Bu evreler, duyu-hareket dönemi ve işlem öncesi dönem diye adlandırılır.

Duyu-Hareket Dönemi, doğumdan itibaren geçen ilk iki yıllık süreyi
kapsamaktadır. Bu dönemde bebek çevresindeki nesnelere bir anlam verememesine karşın onlara büyük bir ilgi duyar. Çocuk bu dönemde çevresiyle sadece duygusal etkileşimler yaşar, annesinin sıcaklığını, sevgisini duyar, onun ilgi ve ilgisizliğinden etkilenir, çevresindeki sesleri, görüntüleri, sevgi ve kavga davranışlarını algılayıp bilinç
altına kaydeder. Bu dönemde çocuğun dini ve ahlâki değerler kazanmasını sağlayacak öğretici anne-baba rolü, onun hep dini ve ahlâki değerler yönünde tutum ve davranışlar görmesini, yanlış ve aykırı sesler yerine tatlı, hoş, sevecen sesler duymasını sağlamak şeklinde olacaktır. Büyüklerin çocuğa karşı içten, sıcak ve sevecen tavırları, onun görebildiği ortamlarda başkalarına karşı gösterdiği sevgi, uyum, yardım
davranışları çocukta çok olumlu etkiler bırakır.

Çocuk sevgi-nefret, cömertlik-cimrilik, uyum-uyumsuzluk, dürüstlük-hilekarlık vb. bütün duyguları duyu-hareket döneminde ana-babası ve diğer aile bireyleri ile ilişkilerinden kazanmaya başlar. Bireyin sosyal gelişimi üzerinde duran Erikson’a* göre sosyal gelişimin ilk evresi olan 0-18 aylık dönemde çocuk annesi ile sıkı bir duygusal iletişim yaşamaktadır. Bu dönemde annenin çocukla olan iletişimin olumlu
olması onda temel güven duygusunun, olumsuz olması da güvensizlik duygusunun gelişmesini sağlar. Bebeğin beslenme, temizlik, dokunulma, rahatlatılma ihtiyaçlarını gidermede annenin uygun zamanlı, düzenli ve tutarlı davranışları çocukta temel güven duygusunun gelişmesine sebep olurken bu konudaki düzensiz ve tutarsız davranışları da çocukta güvensizlik duygusunun oluşmasına sebep olmaktadır.

İşlem Öncesi Dönem, 2 yaş ile 6 yaş arasında geçen süreyi kapsamaktadır. Bu dönemde çocuk nesnelere anlam vermeye, onların ilişkilerini fark etmeye başlarlar, nesnelere yönelik eylemlerini düşünceye dayandırsa da mantıksal davranış gösteremez; kötüyü, yanlışı, faydalıyı, zararlıyı kendine göre bir ilişki düzeyinde algılayabilir ve ancak bu düzeyde onlara karşı tutum alabilir. Ancak çocuk bir şeyin
kötü veya yanlış olduğunu, öğretilmedikçe veya denemedikçe bilemez, her gördüğünü taklit etmeye çalışır ve büyüklerin yaptığı her davranışı iyi ve doğru olarak algılar.

Yine bu dönemde çocuk ben merkezlidir, kendi eğilim ve arzularını ön planda tutarak başkalarının bakış açısı ile kendi bakış açısı arasında ayırım yapamaz. Annebabanın yoğun bir şekilde korumacı davrandığı bu dönemde çocuk kendisine ilginç ve çekici gelen olaylar ve ilişkiler içinde kişiliğini geliştirme, kendisi olma ve bağımsız davranma eğilimindedir. Ana-babanın sınırlayıcı tavrı ile çocuğun özgürleşme eğilimi şeklinde başlayan bu zıt yönlü davranış ilişkisi, dikkatli bir şekilde uzlaştırılmadığı taktirde ileride tarafları birbirinden uzaklaştıracak yönde gelişme potansiyeline sahiptir.

Bu açıklamalardan sonra işlem öncesi dönemde çocuğun geliştirdiği yetiler şöyle sıralanabilir:
1- Nesnelere anlam vermeye ve ilişkilerini fark etmeye başlar
2- Mantıksal davranış göstermese de ilişkilerini düşüncelere dayandırır
3- İyiyi-kötüyü, doğruyu-yanlışı, faydalıyı-zararlıyı öğretilmedikçe bilemez
4- İyiyi-kötüyü, doğruyu-yanlışı, faydalıyı-zararlıyı kendisine göre bir ilişki düzeyinde algılayabilir.
5- Her gördüğünü taklit eder, büyüklerin bütün davranışlarını doğru kabul eder.
6- Ben merkezlidir, kendi eğilim ve arzularının ön planda tutar.
7- Girişimde bulunma, bağımsız davranma eğilimindedir.

Aile eğitimi çocuğun bu özelliklerini dikkate alarak yürütülmesi gereken çok önemli ve o ölçüde de bilgi ve maharet gerektiren bir iştir.


Aile Eğitiminin İlkeleri
Aile içinde ana-baba ile çocuklar arasındaki iletişimlerin olumlu ve sağlıklı yürümesine, gelişim sürecinde çocuğun olumlu değerler kazanmasına anne-babanın nasıl yardımcı olacağına dair yapılan deney ve araştırmalar sonucu tespit edilmiş bir takım tedbirler vardır. Ortama ve uygulayıcıya göre farklı sonuçlar verse de bu tedbirlerin bilinmesi ve ana-babaların onları uygulama bilinç ve kararlılığına sahip olmaları daima olumlu sonuçlar vermektedir. Aşağıda anne-babanın çocuklarla başarılı iletişimler kurmalarına ve onları yönlendirmelerine yardım edecek becerilere dair bazı temel ilkeler kısaca açıklanacaktır

a. Eğitici ve Öğretici İlişkiler Kurma
Henüz bir yaşını doldurmamış çocuğun aile içinde anne- babası ve diğer aile bireyleri ile iletişimleri dokunma, okşama, gezdirme, bakım ve diğer fiziksel ilişkiler şeklindedir ve bu ilişkilerin her biri onda kalıcı etkiler bırakır. Altı yaşa kadar devam eden ilişkiler zaman içinde dil becerisi, sözel tanımlamalar ve sembollerle gelişir. Çocuk altı yaşa kadar ana-babası ve diğer aile bireyleri ile yaşadığı ilişkilerle temel karakterlerini şekillendirir. Okul öncesi çocuğun aile bireyleri ve özellikle annebabasıyla iletişimleri sözlerden çok daha fazla duygusal ağırlıklı ilişkiler yoluyla olur.

Çocuğu sevmek, okşamak, onun ilgilerine uygun karşılıklar vermek, onunla oynamak veya ona ilgisiz davranmak, onun gözü önünde cereyan eden diğer aile bireylerinin birbirleri ile ilişkileri çocuğa duygusal mesajlar gönderir. Her nesnel göstergede olduğu gibi onunla ilgili olsun veya olmasın duyduğu sözlerin arkasındaki duygular çocuk için daima ön plandadır (Gordon, 2000). Dolayısı ile büyüklerin sözlerinin ve davranışlarının kendileri açısından doğruluğu değil çocuğun onlardan nasıl bir duygusal etkileme yaşadığı önemlidir.

Ana-baba çocuğa karşı veya çocuğun yanında onu hep olumlu yönde etkileyecek davranışlar sergilemelidir. Çocuğun gözü önünde sergilenen korku ve dehşet figürleri, öfkeli bağrışma ve tartışmalar, ağlama ve benzeri yoğun üzüntü hali onu derinden etkiler ve olumsuz bir kişilik geliştirmesinin yolunu açar, onda güvensizlik, suçluluk,
şüphe, utanç, cimrilik, kıskançlık duygularını geliştirir. Aile bireylerinin çocukla olan doğru ve tutarlı ilişkileri ve onun bulunduğu ortamlardaki doğru davranışları da, çocukta paylaşma, yardımlaşma, uzlaşma, özgüven, özerklik ve girişkenlik duygularının gelişmesini sağlar. Bu duygular dini ve ahlâki erdemlerin, tutum ve anlayışların temelini oluşturacağından ailedeki din eğitimi öncelikle çocukta bu duyguların gelişmesini sağlamak olarak anlaşılmalıdır.

Ailede çocuğa din eğitimi vermek ona sadece dini bilgileri öğretip belletmek değildir. Dinin önemsediği duyguların, erdemlerin, tutum ve davranışların kazandırılması, çocuğu dini davranışlara sevk edecek kabiliyetlerin geliştirilmesi en anlamlı ve kalıcı din eğitimi değeri taşır. Küçük çocuklara dini bilgileri belli ölçülerde belki sadece kavramlar ve semboller olarak sözlerle anlatarak öğretmek mümkün olsa
da bu onların anlama ve kavrama kapasiteleri ile sınırlı kalmak zorundadır. Eğer çocuğun din eğitimini sözel bilgileri öğretme olarak anlarsak onun anlayabileceği yaşa, bazı konuları kavrayabileceği zamana kadar beklememiz gerekecektir. Halbuki din eğitimini değerler ve anlayışlar kazandırma olarak kabul ettiğimizde buna doğumdan
itibaren başlayabiliriz. Bu da ilişkilerle öğrenmenin gerçekleştiği dönemde çocukla düzenli ve doğru ilişkiler kurmakla mümkün olacaktır.

b. Bilinçli Kontrol
Genellikle anne daima çocuğunu koruma ve kontrol altında tutma, çocuk da özgür davranma ve kendini gerçekleştirme tutkusu ile hareket eder. Henüz tek başına sokağa çıkamayacak yaşta bir çocuğu annesi elinden tutup yolun kenarında gezdirirken çocuk annesinin elinden kurtulup rasgele yürümeye, yolun ortasına dalmaya çalışır. Anne de takılıp düşmesin, başına bir kaza gelmesin diye dikkatle onu kontrol altında
tutar. Başlangıçta gayet normal görünen bu zıt yönlü özgürleşme ve sınırlama davranışları yıllar ilerledikçe başka alanlarda ve başka şekillerde her iki taraf için de bir tutku halinde sürüp gider.

Çocuğun kendini gerçekleştirme ve özgürleşme eğilimi, onun anne-babasından kopma, uzaklaşma, onları reddetme anlamı taşımaz. Aynı şekilde anne-babanın korumacı ve sınırlamacı davranışları da çocuğun özgürlüğünü elinden alma anlamına gelmez. Hal böyleyken bu zıt yönlü eğilim ve davranışlar iyi yönetilmediği taktirde zamanla her iki taraf için de problem olmaya başlar. Ancak problem oluşmasını önleme, durumu kontrol etme ve ilişkileri doğru bir şekilde yönetme sorumluluğu
anne-babaya aittir, çocuktan bu konuda bir şey beklenemez.




İlişkiler iyi yönetilemezse, anne-babanın aşırı sahiplenici ve korumacı tavrı çocuğun özgürleşme hasretini besleyeceğinden çocuk kendine yeter duruma geldikçe ebeveyninden uzaklaşacaktır. Anne-baba çocuğun bazen yanlış da olsa özgür davranışına örneğin düşüp canının yanmasına izin verirse çocuk ağlayarak annesinin yardımını isteyecek ve ondan kopamayacağını öğrenecektir.

Aile içinde anne-baba ile çocuk arasındaki zıt yönlü eğilimler her zaman sorun teşkil edecek bir husustur ama asıl sorun anne-babanın bebeklik yıllarından itibaren çocuğa karşı alışkanlık haline getirdiği sınırlayıcı tutumunu zamanla akılcı ve bilinçli bir şekilde geliştirememesindedir. Çoğunlukla anne-babalar çocuk büyüdükçe ona karşı davranışlarını geliştirmek yerine çocuğun hep emir alan, söz dinleyen, itaatkar
davranışlar göstermesini beklerler. Aslında anne-babanın korumacı ve sınırlayıcı tavrı da çocuğun özgürleşme davranışları da gayet doğaldır. Çocuk hem özgür davranışlarla kendini gerçekleştirmeye ve yeteneklerini geliştirmeye çalışacak hem de anne-baba onu kontrol ederek, her konuda anne babasının yardımına baş vurmasını öğretecektir.

Aralarında sorun bulunan iki taraf da birbirlerinin varlığından ve diğerinin kendisi için vazgeçilmezliğinden değil, birbirlerinin tutum ve davranışından şikayetçidirler ve bu şikayetlerini de yakınma şeklinde açığa vururlar. Çocuğun yakınması bir geri bildirim olarak anne-baba için değerli ve önemlidir fakat anne-babanın yakınması anlamsızdır.
Onların yapması gereken, çocuğa karşı yeni tutumlar geliştirerek ilişkileri olumlu ve yararlı bir şekilde yönetmektir.

Dini ve ahlâki değerler açısından yanlış bir davranışı gözlenen çocuğa söylenen“ayıptır”, “günahtır” şeklindeki yargı sözleri davranışın yanlışlığına işaret ederek çocuğun bir ölçüde tutum değiştirmesini sağlayabilir. Ancak bu yargı sözleri, 6-12 yaş arası çocukların bütünleştirici ve kategorize edici yaklaşımları sebebiyle yanlış
sonuçlar verebilir. Sürekli yargı sözleri ile telkinde bulunmak, bu yaşlardaki çocukların şekilsel benzerlikler kurdukları diğer konulardaki cesaretlerini kırar ve ayırt edicilik yeteneklerini köreltebilir. Çocuğun yanlış olan ilk deneyimleri böylesi otoriter ve yargılayıcı tavırlarla karşılandığında onun her zaman hata edebileceği korkusu ile
kendine güveninin zayıflaması, kişilik gelişiminin olumsuz etkilenmesi ihtimali de yüksektir. Bunun için ana-baba çocuğun bir yanlış davranışını düzeltmek istediğinde onun bunu niçin yaptığını sorgulamaktan kaçınarak ona suçlandığı hissini vermeden davranışın yanlışlığını öğretmeyi başarmalıdır.

c. Model Davranışlar Gösterme
Okul öncesi çağdaki çocukların büyükleri gözleyerek onları taklit ederek
öğrenme eğilimleri baskındır; onlar gibi olmaya özenir, onların davranışlarını doğruluk ve yanlışlık yargısında bulunmaksızın benimserler. Bu çağdaki çocuklar yoğun bir şekilde nesneler ve sembollerle kurdukları ilişkiler dünyasına sözel uyarıcılardan çok
görsel uyarıcılarla nüfuz edilebilir. Modern eğitim bilimi, çocukların, ana dilin öğrenilmesi, kişiliğin gelişmesi, uyum ve intibak konularındaki öğrenmelerinin sembollerle gerçekleştiğini vurgulamaktadır. Çocuklar çevrelerine uyum sağlama çabasında önce sembollerden yola çıkıyorlar, onlara ilgi duyuyor ve onlarla bütünleşmekten haz duyuyorlar, sonra onları kavramaya ve anlamlandırmaya çalışıyorlar. Onlar çevrelerindeki insanların davranış sembollerini model olarak alıp taklit etmeye çalıştıkça kendi davranışlarını geliştiriyorlar.

Bu bakımdan aile içinde çocuklara dini değerleri ve bu değerler üzerinde olumlu davranışları kazandırmanın en temel yollarından biri onlara görsel zenginlikli modeller sunmaktır. Çocuğun örnek alıp taklit erme eğilimi sebebiyle bir doğruyu ona sürekli söylemek ve anlatmaktansa o doğruyu çocuğun gözü önünde davranış olarak tekrarlamak daha etkileyicidir. Örneğin ailede bir büyüğün namaz kılma, dua ve niyaz
hali onlar için oldukça etkili figürlerdir. Yapılan bir araştırmada dini prensipleri yaşayan ana-babanın bu davranışları ile çocukları ibadete teşvik ettikleri ve çocukların da buna olumlu karşılıklar verdikleri tespit edilmiştir.

Aile büyükleri özellikle de anne-babalar farkında olmasalar da tutum ve
davranışları ile sürekli çocuklar için birer örnek ve modeldirler. Çocuk hayatı onlardan öğrenir; onlara bakarak, onlar gibi yapmaya ve onlar gibi olmaya çalışarak davranış geliştirir Çocuğuna dürüstlük, çalışkanlık, cömertlik, merhamet, yardım severlik vb.


erdemleri öğretmek isteyen anne-baba bunları kendilerinin yaparak, yaşayarak göstermesi gerekir. Çocuk, dini değerlere ve ahlâki erdemlere uygun davranışların nasıl olduğunu gözünün önündeki modellerden öğrenecektir. Anne-babalar çocuklarının iyi davranışlar kazanmasını isteyerek onlara hep iyi şeyler söylerler, nasıl davranmaları gerektiğini anlatırlar. Ancak çocuğa söyledikleri ile kendi yaptıkları çelişik olan anne-babanın çelişkisini çocuk çabuk fark eder ve sözlerine itibar etmez.

Çocuğuna 20’ye aldığı ayakkabısını “arkadaşlarına 50’ye aldık dersin”, “telefon çalarsa evde olmadığımı söyle” türünden basit gibi görülen yanlışlıkları olan büyükler, çocuklarına dürüstlük adına bir şey öğretmezler. Çünkü çocuklar sözel telkinlerden çok gözünün önünde cereyan eden davranışlara, yaşantılara ve olaylara itibar ederler;
onlara göre gerçek olan sözler değil olaylar ve yaşantılardır.

d. Dolaylı Etkileme
Nasihatler şeklinde sürekli öğretici telkinlere maruz kalmak, çocuk için sevimli bir durum değildir. Kazandırılmak istenen değerlerin çocuğun ilgi alanına giren yaşantılar içinde verilmesi, ilgi duyduğu bir konu ile meşgul olurken hissettirilmesi etkili bir yoldur. Oyun merakı, arkadaş çevresi, medya vb. etkenler çocuğu farkında olmadan birtakım anlayış, tutum ve davranışlara sürükler. Onu bu etkenlerin cazibesinden kurtarmak imkansızdır, kurtarmaya çalışmanın da bir yararı yoktur.
Aksine çocuğun bu ilgileri, ona dini ve ahlâki değerleri kazandırmada önemli bir imkandır.

Çocuk ilgilerinin eğitim yönünden önemi, bunların öğrenme için gerekli olan güdülenmenin (motivasyonun) kaynağını oluşturmasından gelmektedir. Çocuk merakını tatmin eden ve onu eğlendiren meşguliyetlere kapıldığında farkında olmadan bütün yetileri ile öğrenmeye yönelmiş demektir. Onu haz duyduğu meşguliyetlerden
başka hiçbir şey bu ölçüde öğrenmeye hazır hale getiremez. Oyun ve eğlence etkinlikleri, gezi ve seyirler, hikaye, masal, çizgi filim çocuklar için daima ilgi çekici ve onlara yönelmek haz vericidir. Dini ve ahlâki değerler içeren hikaye, masal, çizgi film, sinema, tiyatro, toplantı ve geziler, başka ilgilerle çocuğu çekerken aynı zamanda ona zihinsel ve duygusal değerler kazandırır. Bu kazanımı ona öğütle, nasihatle aynı ölçüde güçlü ve etkili bir şekilde vermenin imkanı yoktur. Dini ve ahlâki değerleri doğrudan anlatıp benimsetmeye çalışmak yerine dolaylı etkileme denilen çocuğun ilgi alanındaki meşguliyetlerle ona değerler kazandırmak büyüklerin göz önünde bulundurması ve özenle uygulaması gereken bir husustur.

e. Uygun Yaşantılarla Özdeşleştirme
Çocuk hayatı yaşamaya, hayatın içinde kendisi olarak var olmaya çalışırken bunu büyüklerinin sözel telkinlerinden çok kendi yaşantıları yoluyla başarabilmektedir. Çocuğun soyut işlemler düzeni ve ortak yapı sistemleri oluşuncaya kadar onun hayata dair eylemler şeması deneyimlerle oluşmaktadır. Çocuk bizzat yapmaktan, denemekten
ve duygusal ilişkilerden haz duyar, yapıp ettikçe öğrenir ve yaşayarak öğrendikleri ile bütünleşerek o yönde bir kişilik geliştirir. Böylece çocuk kendi iç dinamiklerinden daha çok dış dünyanın yani içinde bulunduğu çevrenin bir ürünü olmaktadır.

Somut işlemler döneminde gerçekliğe ulaşmaya çalışan çocuk bu çabasını nedensellik bağlamında yürütür. Çocuktaki nedenselliğin en ilkel biçimi, dış süreçlerin onun iç yaşantısından gelen şemalarla sürekli olarak özümsenmesinden ileri gelmektedir. Çocuğun iç şeması ile özdeşleşen dış yaşantılar onu çekmekte ve bunun sonucu girişilen ortak ilişkiler onu dış süreçlerin karakteri ile bütünleştirmektedir. Çocuk önce taklit ve özenti ile giriştiği yaşantıları zamanla özümseyerek onlarla
özdeşleşir ve kendi davranışları haline getirir. Bu bakımdan çocuğun istenilen dini ve ahlâki değerlere uygun davranışlar geliştirebilmesi için ona olabildiğince bu değerleri içeren özendirici yaşantılar hazırlanması, onunla paylaşılan uygun ortak yaşantı alanları oluşturulması gerekir. Böylece çocuklar bu yaşantı ortamlarında geliştirdiği ilişkilerle istenilen değerleri kazanma imkanını elde etmiş olurlar.

Çocuk televizyon, bilgisayar, oyun ve arkadaş ortamında kontrolsüz bir şekilde kendi yaşantılarını oluşturmaya terk edilirse onun nasıl bir kişilik kazanacağı bu yaşantıların sürüklemesine terk edilmiş olur. Modern hayat düzeninin aile içi ortak yaşantıları adet ve gelenekleri zayıflattığı bir gerçektir. Çocuklar artık aileden çok başka etkenlerin Gordon’un deyimi ile öteki ana-babaların etkisinde gelişmektedirler.


Çocuğun haz duyarak katıldığı bir ilişki içindeki öteki ana-babalar kaçınılmaz olarak onu kendi değerleri doğrultusunda şekillendirmektedirler. Onların olumsuz etkiledikleri hesaba katılmadan çocuğun doğru davranışlar geliştirmesine yardımcı olmak güçtür.

Çocuğu yanlış tutum ve anlayışlara sürükleyen birlikteliklerin getireceği
olumsuzlukları önleyebilmek için dış etkenleri kontrol altında tutup onlarla mücadele etmek yetmiyor. Çocukla daha fazla birlikte olmak, onunla daha çok ortak yaşantılar oluşturmak gerekiyor. Anne-baba çocuğuna daha çok vakit ayırmalı, onunla oynamalı, şakalaşmalı, konuşmalı, ona hikayeler, masallar, anılar anlatmalı, onu gezdirmeli, bazı
olayları ve nesneleri birlikte incelemeli ve değerlendirmeler yapmalıdır. Özellikle yemeklerde sofraya birlikte oturmak, birlikte dua etmek, çocuğun ibadet ve sohbet ortamlarına, faydalı sosyal ve kültürel etkinliklere katılmasını sağlamak çok değerli sonuçlar vermektedir. Çocuğun haz duyarak katıldığı dini törenler (bayramlaşmalar,
kandil geceleri programları, mevlitler vb.), ibadetler, dualar, ilâhiler, dini sohbetler gibi tecrübeler onda ömür boyu silinmeyecek izler bırakır.

Ailede Dini Gelenek ve Adetler
Farklı zamanlarda meydana gelen birçok olayın aynı biçimde tekrarlandığını izleyen insan zekası, bunlardan genellemeler yaparak soyut kurallar meydana getirir. Bunlar da hayatın bütününe şamil olan sosyal düzen kurallarını oluşturur. Bu kurallar herkes tarafından paylaşılarak uzun süre devam ettirilirse yerleşir ve toplumun
yazılmamış kanunları olarak bağlayıcılık kazanır. Bu yüzden gelenek topluma ortak idealler ve müşterek davranış kalıpları oluşturmada sağlam bir dayanak temin eder ve toplumsal kararlılığın ve meşruluğun kaynağı olarak görülür. Daha küçük insan gruplarının tekrarladıkları özgün yaşantılar olan adetler de aynı şekilde o gruplardaki bireyleri yönlendiren grup içi meşruiyet kaynağı durumundadır. Aile sosyal gruplar
içinde üyelerini kan ve gönül bağı ile birleştiren yegane kalıcı, değişmeyen, en sağlam gruptur. Aile içindeki adet ve gelenekler bireylerin en has, tabii ve içten paylaştıkları yaşantılardır.

Eğitimin sadece planlı ve programlı etkilemelerden ibaret olmadığı, bireyin içinde bulunduğu çevre içindeki etkileşimlerinin çok daha güçlü ve kalıcı öğrenmeler sağlayan eğitim işlevi gördüğü bir gerçektir. Sosyolojik pedagoji ekolu, eğitimi"yetişmiş neslin sosyal hayat içinde henüz olgunlaşmamış olan nesle karşı sarf ettiği faaliyetlerin bütünü" olarak görür. Aynı faaliyetler adet ve gelenek yaşantıları ile aile
içinde daha yoğundur. Manevi ve kültürel mirası yeni kuşaklara aktarmanın iki yolundan biri planlı eğitim faaliyetleri, diğeri de adet ve geleneklerdir. Eğitim tevarüsün bilinçli ve akılcı şekli ise gelenek de tabii ve normatif şeklidir. Üstelik gelenekte tekrar ve süreklilik bulunduğundan bu yolla kazanılan değerlerde kalıcılık daha güçlüdür. Bu bakımdan adet ve gelenekler, değerlerin korunmasına, yaşatılmasına, yeni kuşakların bu değerlerle yetiştirilmesine yönelik pratik sonuçlar
açısından çok önemlidir.

Din-gelenek ilişkisine yani geleneğin dini yönden meşruiyeti hususuna
baktığımızda gelenek bağlamında İslam dininin iki temel özelliğinden bahsedilebilir. Bunlardan biri İslam dininde, dini yaşantıların kesintisizliğinin ve sürekliliğinin önemsenmesi, diğeri de ibadetlerin ve vahiy kaynaklı temel kuralların dışındaki dini yaşantılarda zaman ve mekan farklarını tanıyan hareket serbestliğinin olmasıdır. Bu iki
temel öğeden hareketle, İslam’ın öne çıkardığı değerlere uygun davranışların sosyal hayat içinde sürekliliğinin gelenekle ilişkili olduğu bir gerçektir. Çünkü hangi davranışlar gelenekleşirse onların sürekliliği sağlanmış olur. Dini alanda sürekliliği olan davranış ve yaşantılar en çok geleneksel forma bürünmüş olanlardır. Demek ki adet ve gelenekler dini davranış ve yaşantıların sürekliliğini sağlamanın bir yoludur.

Aile içinde değerlerin paylaşılması ve aktarılması yönünden adet ve gelenekler meşru ve önemli eğitici ve öğretici unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu imkanlar doğru ve yerinde kullanıldığında değerli sonuçlar elde edilebilir. Zira çocuk, aile içinde yerleşmiş bulunan adet ve gelenekleri kendiliğinden öğrenir ve onların barındırdığı değerleri benimser. Bu bakımdan dini ve ahlâki değer yönünden yerleşmiş
gelenekleri ve güzel adetleri bulunan ailelerin çocukları tutum, davranış ve kişilikler bakımından diğerlerinden ayrılır. Çünkü çocuklar aile içinde yaşatılan adet ve geleneklerden sanıldığından çok fazla ve güçlü bir şekilde etkilenmekte, bu yolla kazandıklarını ömür boyu taşımaktadırlar.

Çocuğun aile içinde sağlam ve köklü değerler kazanabilmesi için aileler dinden gelen, dini değerler ve ahlâki erdenler üzerine kurulu geleneklerini ısrarla sürdürmelidirler.

Her işe besmele ile başlama; ezana ve Kur’ana saygı gösterme;
yemeklerde, yatıp kalkarken, yolculuğa çıkarken dua etme; dini törenler, mevlitler, sohbetler vb. yaşantılar dini duygu ve sıcaklığı taşıma ve yerleştirme etkisine sahiptirler. Çocuklar üzerinde yapılan bir araştırmada, onlardaki dini duygunun, büyükleri izlemek, onların davranışlarını gözlemek, ezan, dua, namaz gibi sembolleri
düşünmek suretiyle geliştiği tespit edilmiştir. Çocukların geleneğe bakışını tespit etmek üzere yapılan bir araştırmada da çocukların, selamlaşma, bayramlaşma, düğünler, bayramlar vb. ortak geleneklerin sağladığı sosyal faydaları değerlendirmede beklenmedik derecede isabetli düşüncelere sahip oldukları görülmüştür. Örneğin Kurban Bayramı etkinliklerin, insanlar arasında dostluk ve kardeşlik ve yardımlaşma
duygularının gelişmesini sağlamak açısından değerlendirmişlerdir (Cebeci, 1996).

Demek ki çocuklar için gelenek, insanları oyalayan, onları kültürel bütünün bir parçası halinde tutan davranış kalıpları olmaktan öte bir anlam taşımakta, insanın tarihten gelen manevi kimlik değerleri ile bağlantıyı kurup sürdürecek bir öze işaret etmektedir. İşte geleneğin bu özü ve gelenekteki "tekrarlama" nın dinamik gücü, günümüz insanı açısından bir kültür ve kimlik mücadelesinin diğer bir ifadeyle fazilet
mücadelesinin temelini oluşturmaktadır. Günümüzde yerleşik değerlere sahip bir müslüman için güçlü, olgun ve saygın bir aile ve toplum yapısı oluşturmada gelenekler vazgeçilmez birer kültür ve kimlik öğeleri olarak görülür. Geleneklere uymayanlar dinden, kültürden ve sosyal kimlikten uzaklaşmış, yozlaşmış ve topluma yabancılaşmış kabul edilir.

Geleneğin güçlü bir manevi yönü vardır ve insanın kutsala yönelmesi ile gelenek arasında doğrudan bir ilişki mevcuttur. Geleneğin kurucu değeri daima dindir ve her geleneksel yaşantı kutsal tasavvuruna dayanmakta, insanın kutsala yönelişinin tezahürü olarak ortaya çıkmaktadır. Bu kutsal da genelde onların kabullendikleri dinin özünde bulunur. İnsanlar inandıkları dine bağlılıkları ölçüsünde geleneklerine saygı duyar ve
onları yaşatmaya çalışırlar. Din ile geleneğin en önde gelen müşterekliklerinden biri de yaşantılarda görülür. Dinler sürekliliği gerektiren değişmez kurallar ve değerler yaşantılar öngörürken gelenekler bu değerler üzerinde geliştirilen normatif yaşantılarla
onların sürekliliğine hizmet ederler.

Adet ve gelenekler konusunda dikkatten uzak tutulmaması gereken önemli bir husus vardır: Geleneksel yaşantıların zaman içinde değişime uğrayabilme, kurucu değerinden uzaklaşabilme özelliği mevcuttur. Başlangıçta Sünnet’e dayanan bir geleneğin zaman içinde yön ve şekil değiştirerek dinin kabul etmediği forma bürünebilmektedir. Tamamen dini inanç ve değerler üzerine kurulmuş bazı geleneklerin zamanla kurucu değerinden uzaklaşarak ona ters bir yöne kayması sonucu
hurafeler ortaya çıkabilmektedir. Böylece geleneklere bağlı dini anlayışlar da tabii olarak geleneğin değişebilme niteliğinden etkilenebilmekte ve insanlar hurafe şekline dönüşmüş anlayışların dini inanç ve anlayış olduğunu zannedebilmektedirler. İşte çocuklara dini ve Ahlâki değerleri aktarmada adet ve gelenekleri önemli birer imkan
olarak değerlendirirken bu hususa dikkat edilmesi, sağlam dini anlayışların yerine hurafelerin kabullenilmesini önlemek gerekir.


Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Din Eğitimi 13.14.Hafta serpil Din Eğitimi 1 26 Aralık 2013 16:03
Din Eğitimi 7.8.9.Hafta serpil Din Eğitimi 2 26 Aralık 2013 15:59
Din Eğitimi 4.5.6.Hafta serpil Din Eğitimi 2 26 Aralık 2013 15:56
Din eğitimi 10.hafta Medine-web Din Eğitimi 0 20 Aralık 2013 06:02
Din eğitimi 5.hafta Medine-web Din Eğitimi 0 20 Aralık 2013 05:58

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.