Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.İLİTAM İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA.::. > İLİTAM Bölümleri Ders/ Dökümanlar > İSTANBUL İlitam

Konu Kimliği: Konu Sahibi JAZARİ,Açılış Tarihi:  21 Şubat 2014 (22:27), Konuya Son Cevap : 15 Mart 2015 (15:23). Konuya 10 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 21 Şubat 2014, 22:27   Mesaj No:1
Medineweb Sadık Üyesi
JAZARİ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:JAZARİ isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 17525
Üyelik T.: 23 Mart 2012
Arkadaşları:1
Cinsiyet:
Yaş:44
Mesaj: 585
Konular: 65
Beğenildi:74
Beğendi:41
Takdirleri:13
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart İstanbul İlitam Felsefe Tarihi Konu Özetleri

İstanbul İlitam Felsefe Tarihi Konu Özetleri

FELSEFE TARİHİ I. ÜNİTE ÖZETİ

İLKÇAĞ FELSEFESİ (ÖZET)

“Hikmet sevgisi” olarak bilinen felsefenin tanımları:
Felsefe;
--Sanatların sanatı, ilimlerin ilmidir.
--İnsanın kendini bilmesidir.
--Mümkün olduğu kadar kişinin kendisini ilaha benzetmesine vasıtadır.
--Varlıklar üzerinde düşünmesine ve “Yapıcı (es-Sani)”yi tanımasına yardımcıdır.
--Ölüme hazırlıktır.
--Karl Jasper’in ifadesiyle, “Belli bir yolda olma” demektir.

Felsefe: Hikmet sevgisi
Feylesof: Hikmeti seven
Hikmet: Bilgelik
Hakim: Bilge

--Felsefe Yunanca Philosopfia (Filosofya=Hikmet sevgisi) kelimelerinden oluşur.
--Felsefe ve hikmet çoğunlukla birbirleri yerine kullanılmaktadır.
--İslam filozoflarının, hikmeti felsefeden ayırarak farklı anlamlar yükledikleri de görülmüştür.
İslam Filozoflarına göre;
Hikmet, kesin doğru bilgi, yapılması erdemli olan bir hareket tarzıdır. Yani her felsefe hikmet olabilir, fakat her hikmet felsefe değildir.
Hikmet, felsefeden daha geniş bir anlam kazanmaktadır.

Hikmetin Anlam Zenginliği
Bu anlamda ilim ve fıkıh demek olan hikmet, varlıkların özündeki manaları anlamaktır.
Kur’an’ın bir çok yerinde Hikmet;
--“Peygamberlik” kavramıyla birlikte bulunmaktadır. Dolayısıyla Hikmet, Allah’ın emrini anlamaktır.
--“İcat etmek” anlamına gelen hikmet, varlık düzeninde3 her şeyi yerli yerine koymaktır.
--“Adalet” demektir. (Uygulama açısından)

Kadim Kelamda ve Peygamber Dilinde Hikmet
a) Kur’an öğütleri : “…ve Allah’ın size indirdiği kitap ile size öğüt vermek için indirdiği hikmet…” (Bakara 221)
b) Analamak ve Bilmek : “Andolsun ki biz Lokman’a hikmeti verdik” (Lokman 12)
c) Nübüvvet (Peygamberlik): “Gerçek şu ki, biz İbrahim soyuna kitap ve hikmet verdik.” (Nisa 54)
d) İnce sırları ile Kur’an: “Rabbinin yoluna hikmetle davet et!” (Nahl 145)
“Her kime hikmet verilmişse ona çok hayır verilmiş demektir.” (Bakara 269)

Bu tariflerle beraberhikmeti farklı yorumlamak, izah etmek de mümkündür. Şöyle ki;
1. Faydalı amele götüren ilim,
2. İlme dayalı olarak ortaya konan faydalı amel,
3. İlimde ve amelde ihkam (sağlamlık).

**İlimden ayrı düşünülmeyen hikmet, Hz.Peygamber’in ifadesiyle. “Mü’minin yitiğidir, onu nerede bulursa alır.”

--İlahi bir hediye olan hikmet, ancak salim akıl ve temiz kalp sahiplerine bahşedilir. “O, hikmeti dilediğine verir.” (Bkara 269)
--Bütün bilgileri kendinde bulunduran kimseye hakim (filozof) denmiştir.
--Kur’an’da Hz.Lokman da “hakim” olarak tanıtılmaktadır. Kendisine hikmet verildiği için “Lokman el-Hekim” denilmiştir.

BİLGİ TÜRLERİ
Bilginin iki ana unsuru vardır: (1) Bilen, (2)Özne

Bilginin Çeşitleri:
1) Gündelik bilgi: “Halk bilgisi”, “sıradan bilgi”. Kaynağı yaşadığımız dış dünyadır. Vasıtaları görme, işitme, tatma ve dokunma gibi duyu organlarıdır.
…Kişisel tecrübeye dayanır, emprik bilgilerdir.
…Gündelik bilgi, düzensiz bilgidir; sistematik, bilimsel değildir.
2) Dinsel Bilgi: Tanrı, özne-nesne ikiliğini aşan ve kuşatan aşkın bir varlıktır.
…İlahi kaynaklı hakikatlere dayanan, doğruluğundan kuşku duyulmayan bilgilerdir.
3) Teknik Bilgi: Nesnelerin şeklini değiştirerek onların insana faydalı hale getirilmesinin bilgisidir.
4) Sanat Bilgisi:
--Öznel bir bilgi türüdür, sezgi ve hayal gücünün bir eseridir.
--Ölçüsü, doğru ve yanlışla belirlenmez. Sanat eserinin değeri, güzel ve çirkin olarak belirlenir.
5) Bilimsel Bilgi: Konusu, yöntemi, nesnelliği, düzenliliği yani sistemli oluşu ve kontrol edilebilmesi ile diğer bilgi türlerinden farklılık gösterir.
6) Okkült Bilgi: Gizli ve görünmeyen varlıkların insan hayatına müdahale etmesi ve bazı kişilerin bunlarla temas edebildikleri inancına dayanır.
7) Felsefi Bilgi: Kant felsefeyi “Kendisini akla dayanan nedenlerle meşru kılmak veya haklı çıkarmak iddiasında bir zihinsel etkinlik biçimi” olarak tanımlamıştır. Felsefede önemli olan husus felsefî sonuçlara ulaşmadan çok bu sonuçlara ulaşma şekli ve yöntemidir. Zira felsefede nesnel sonuçlar elde etmek pek mümkün değildir. Çünkü Jasper’ın da dediği gibi felsefe, “Daima yolda olma” çabasının bir yansımasıdır. Felsefede yeni ve özgün bir felsefî sorunu ortaya koymak, felsefî bir probleme yeni bir cevap vermek kadar değerlidir. Hatta çoğu filozof için ilki daha önemlidir. Bunlarla beraber, felsefi bilginin özellikleri de şunlardır;
-Felsefî bilgi akla dayanır; eleştirici ve sorgulayıcı bir nitelik taşır.
-Felsefî bilgi düzenli ve sistemli bir bilgidir.
-Felsefî bilgi birleştirici ve bütünleştirici; evrensel bir bilgidir; sonuçta bir dünya görüşü ortaya koyar. -Felsefî düşünüş şahsîdir.
-Sonuçları varsayımlıdır.
-Felsefî bilgide bitmişlik ve kesinlik yoktur.
-Felsefî bilgi birikimsel, yığılan (kümulatif) bir bilgidir
-Felsefî bilgi deneylerle test edilerek doğrulanamaz.

FELSEFİ DÜŞÜNCE VE ÖZELLİKLERİ

--Felsefe, bir tümel ilim, yani bütün ilimleri kendi bünyesinde toplayan genel bir bilgi halinde görünmektedir.
--Felsefe, bir düşünce sistematiğidir. Varlık hakkında sistemleştirilmiş ve birleştirilmiş bilgilere de “felsefe sistemi” denilmektedir.

Felsefi Düşüncenin Özellikleri
--Akla dayanır.
--Sorgulayıcı ve eleştiriseldir.
--Sistemlidir.
--Genel ve evrensel düşünce tarzıdır.
--Birleştirici ve bütünleştirici bir düşüncedir.
--Ferdi ve şahsidir.
--Sonuçları varsayımlıdır.
--Birikimsel (kümülatif) bir bilgi sağlayan düşüncedir.

Felsefî Bakış Tarzının Nitelikleri
1.Rasyonel olma: Aklın imkanlarını kullanarak daha ötelere gitmek.
2.Şumullü ve kapsamlı olma: Örneğin Tanrı’nın varlığı ile ilgili tarihi, ilmi ve mantıki bütün verileri dikkate almak ve Tanrı’nın olmadığına dair düşünceleri de görmek durumundadır.
3.Tutarlı olmak: Felsefi bakış tarzının en önemli özelliğidir. Filozofun her türlü tutarsızlık karşısında dikkatli olması zorunludur.
4.Objektif olmak

Felsefenin Ana Disiplinleri

…İlgilendiği mevzular: Bilim, varlık, ahlak, siyaset, sanat, din, dil, eğitim, hukuk, devlet, toplum, iktisat, insan, hürriyet, iletişim, tarih, anlam, çevre, spor gibi bir çok alanla çeşitlilik göstermektedir.
…Farklı konular üzerinde durmasından:
---A) Teorik olarak:
1. Bilgi Felsefesi
2. Bilim Felsefesi
3. Varlık Felsefesi
---B) Pratik sahalar
1. Ahlak Felsefesi
2. Siyaset “
3. Sanat “
4. Din “
5. Hukuk “
6. Dil “
7. Anlam “
8. İktisat “
9. İnsan “
10. Özgürlük “
11. İletişim “
12. Çevre “
13. Devlet “
14. Toplum “
Gibi sahalar ortaya çıkmıştır.

FELSEFENİN KAYNAĞI, MAHİYETİ VE YARARI

Platon’a göre:
1.felsefenin kaynağı, şaşma,
2.kuşku (düşüncede tatmin)
3. olarak evrendeki nesnelerin bilinmesi

Stoacı Epiktetos: “Felsefenin kaynağı, kendi yetersizliğini ve güçsüzlüğünü bilmektir.”

Felsefenin Kaynağı:
…Kendi kendine şaşma
…Kuşku
…Sınır durumlarının deneyle kavranmasıdır.

Felsefe öğrenmenin amacı:
Yüce Yaratıcıyı bilmek, O’nun hareket etmeyen ve değişikliğe uğramayan “Bir” olduğunu; cömertliği, hikmet ve adaleti ile O’nun bu aleme düzen veren olduğunu bilmektir. Filozofların yapması gereken şey de gücü nispetinde Yaratıcı’ya benzemeye çalışmasıdır.

Felsefe Bilmenin Yararları
Felsefeyi bilen, var olanların hakikatini bilmekle ve onları kendi yararına kullanmakla erdemleri elde eder.
Allah’ın yarattığı varlık türlerindeki hakikati, hikmeti iyi kavrar; onların sebep ve sonuçlarını araştırır ve mükemmel düzeni anlar.
Türlerine göre felsefenin faydalarına bakıldığında;
--Siyaset felsefesinin faydası, insan türünün devamı ve hayat için gerekli olan konularda yardımlaşabilmeleri amacıyla fertler arası işbirliğini öğretmesidir.
--Aile felsefesinin faydası, insanın ev idaresini sağlayabilmesi için, ev halkı arasında gereken işbirliğini öğretmesidir.
---Ahlak felsefesinin faydası, erdemleri ve ruhun bu erdemlerle arınma yollarını öğretmesidir.

**Hakikatte felsefenin görevi, var olanlara bakmak ve varlıkların Yaratıcıya delaletinden başka bir şey olmadığını göstermektir. Nitekim dinimizde de varlıklar hakkında düşünmeyi sürekli öğütlemektedir.
**İslam’dan önceki toplumların ve halkların akli birikim ve tecrübelerinden haberdar olmak ve onları bilmek Müslümanlar üzerinde bir gerekliliktir (vacibtir).
**İslamdan önceki toplumların ortaya koydukları kitapları inceleyip değerlendirmek, dinin bizi sorumlu tuttuğu bir yükümlülüktür. Zira onların kitaplarındaki amaçlarla, dinin teşvik ettiği amaçlar arasında paralellik vardır.
**Bilimsel donukluk ve gerilik, beraberinde felsefenin de İslam coğrafyasından taşınmasına yol açmışitır.
**Dolayısıyla gerçek bilim, gerçek felsefeden soyutlanamaz.
Her bilimsel faaliyet, bilim olmadan önce felsefi düşünce evresinden geçer.
İbn-i Rüşd’ün deyimiyle “iki arkadaşı dost ve süt kardeş” gibi değerlendirmeli; ne dini felsefeyle ne de felsefeyi dinle çatıştırmalıdır.
Unutmamalıdır ki, dinin ve felsefenin kaynak ve kökleri ilahi referansa yani vahye dayanmaktadır.

FELSEFE-BİLİM İLİŞKİSİ

Ortak Noktalar:
--Genellikle akıl adına konuşur, gerekçelerini akla dayandırırlar.
--Bilinçli, yöntemli ve sistemli birer araştırma faaliyetidirler.
--Her ikisi de kavram ve soyutlamalar kullanarak ilke ve yasalara ulaşmayı hedefrler.

Farkları:
—Bilimdeki kavram ve soyutlamalar, felsefeden daha az geneldir ve daha özel alanları konu edinir.
---Felsefe değerlerle ilgilenir. (İnsan bilimleri, sosyal bilimler gb.)
---Değerler; anlamlar idealler bu anlamda bilimin konusu değildir. Çünkü bilim incelediği olgularda iyi, kötü, doğru, yanlış gb. Değer yargılarında bulunmaz.
---Bilimin önermeleri doğrulanabilir.
---Bilimsel araştırma ve buluşlar yapmada yöntem ve usuller belli iken filozofların üzerinde uzlaştığı belli ve standart bir metodu yoktur.
---Bilime dayanarak teknolojiler üretilirken felsefede böyle bir imkan yoktur.
Felsefe bir düşünme (nazar) ve eyleme (amel); bir yapma ve meydana getirme (sanat) değildir.

FELSEFE-SANAT İLİŞKİSİ
Sanat, “felsefenin eylem gerektiren alanlarından biridir.” Sanat eseri, insanın yaratıcı gücünün bir işaretidir.
Sanat felsefesi de, aynı zamanda güzellik felsefesidir.
**Sanat, güzeli arar, bulur ve özgün bir şekilde duyarak ifade eder, sergiler.
**Felsefe ise sistematik düşünme yeteneği kazandırır.


DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Hakîm kime denir? (2011 VİZE)
A.vezir B.müdür C.danışman D.savaşçı E.filozof

2.Felsefe, “Belli bir yolda olma demektir. Felsefenin soruları yanıtlarından daha özlüdür, her yanıt yeni bir soruya dönüşür.. Felsefe bir insanda yaşayıcı düşüncenin olgunlaşması, bu derin düşünceye dayalı bir görüş ya da eylem ve bu konuda konuşmadır.” İfadesi kime aittir?

A .Aristo B.Platon C.Herakleitos D.Karl Jasper E.İbn Rüşd

3.Felsefeyi “varlık olmak bakımından varlığın ilmi” olarak tarif eden filozof kimdir? (2011 VİZE)

A. Pytagoras B. Descartes C. Thales D. Kant E. Aristo

4.Hikmet ne demektir? (2011 VİZE)

A. Vefa B. Bilgelik C. Merhamet D. Cesaret E. Adalet

5.Aşağıdakilerden hangisi, hikmetin Kur’ân-ı Kerim’de geçen anlamlarından biri değildir?

A. Kur’ân öğütleri B.Anlamak ve bilmek C.İcat etmek D.Nübüvvet (Peygamberlik) E. İnce sırları ile Kur’ân

6.İnsanın iç ve dış dünyasını düzenlemeyi amaçlayan, doğruluğundan kuşku duyulamayan bilgi aşağıdakilerden hangisidir?

A.Gündelik bilgi B.Dinsel bilgi C.Teknik bilgi D.Okkült bilgi E.Sanat bilgisi

7.Sıradan ve düzensiz (sistematik ve bilimsel yönü olmayan) halk bilgisi ne tür bir bilgidir? (2011 VİZE)
A. teknik bilgi B. sanat bilgisi C. dinsel bilgi
D. felsefî bilgi E. gündelik bilgi

8.Felsefeyi, “Kendisini akla dayanan nedenlerle meşru kılmak veya haklı çıkarmak iddiasında bir zihinsel etkinlik biçimi” olarak tanımlayan filozof kimdir?

A.Sokrat B.Aristo C.Platon D.Kant E.Epiktetos

9.Aşağıdakilerden hangisi felsefî düşüncenin özelliklerinden değildir? (2011 VİZE)

A. sistemlidir B. akla dayanır C. düzensizdir
D. evrenseldir E. sorgulayıcı ve eleştireldir

10.Aşağıdakilerden hangisi felsefi bakış tarzının özelliklerinden biri değildir?

A.Subjektif olması B.Rasyonel olması C.Tutarlı olması
D.Objektif olması E.Kapsamlı olması

11.Aşağıdakilerden hangisi, felsefe bilmenin yararlarından biri değildir?

A.Var olanların hakikatini bilir.
B.Metafizik sırlara ve mucizelere vâkıf olur
C.Allah’ın yarattığı varlık türlerindeki hikmeti iyi kavrar
D.Varlıkların sebep ve sonuçlarını araştırır
E.Erdemleri ve ruhun bu erdemlerle arınma yollarını öğrenir

12.İslâm’dan önceki toplumların ve halkların aklî birikim ve tecrübesinden haberdar olmak ve onları bilmek, Müslümanlara ……………………. . Cümlede boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisi getirilmelidir?

A.Mekruhtur B.Menduptur C.Vaciptir
D.Farzdır E.Haramdır

13.Felsefe/Hikmet’in, dinin arkadaşı ve süt kardeşi olduğu görüşü kime aittir?

A.Gazzali B.İbn Rüşd C.İbn Miskeveyh D.İbn Tufeyl E.Farabi

14.Aşağıdakilerden hangisi, felsefe ile bilim arasındaki ortak noktalardan biri değildir?

A.Felsefe ile bilim genel olarak akıl adına konuşurlar ve kendilerini akla dayanan gerekçelerle haklı kılmaya çalışırlar.
B.Her ikisinin de önermeleri doğrulanabilir.
C.Her iki disiplin de bilinçli, yöntemli ve sistemli birer araştırma faaliyetidir.
D.Her ikisi de kavram ve soyutlamalar kullanır.
E.İkisi de ilke ve yasalara ulaşmayı hedeflerler.

15.Felsefenin tarih boyunca en fazla ilişkide olduğu ve işbirliği yaptığı ve etkilendiği kültürel-insanî faaliyet aşağıdakilerden hangisidir?

A.Sanat B.Teoloji C.Mistisizm D.Bilim E.Teknik

Cevap Anahtarı: 1)e 2)d 3)e 4)b 5)c 6)b 7)e 8)d 9)c 10)a 11)b 12)c 13)b 14)b 15)d
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi JAZARİ 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Yaşlı Olmasam Dağa Çıkardım Muhtelif Konular yasarakkas 5 2105 06 Ekim 2015 09:47
74 yaşında bir Terörist(!) Serbest Kürsü ayrıLık_ 2 1593 15 Eylül 2015 16:04
2014 ALES Sonbahar dönemi sınav Başvurusu ÖSYM'den Duyurular JAZARİ 0 2281 21 Eylül 2014 21:01
DHBT Soru-Cevap/Medineweb DHBT-Çıkmış Sorular-Cevaplar Mihrinaz 8 12835 11 Eylül 2014 23:30
2014/2 EKPSS/KURA İle Engelli Memur Yerleştirme... ÖSYM'den Duyurular JAZARİ 0 2231 11 Eylül 2014 20:12

Alt 21 Şubat 2014, 22:30   Mesaj No:2
Medineweb Sadık Üyesi
JAZARİ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:JAZARİ isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 17525
Üyelik T.: 23 Mart 2012
Arkadaşları:1
Cinsiyet:
Yaş:44
Mesaj: 585
Konular: 65
Beğenildi:74
Beğendi:41
Takdirleri:13
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: İstanbul İlitam Felsefe Tarihi Konu Özetleri

ll.ÜNİTE ÖZETİ

ANTİK YUNAN DÜNYASI VE FELSEFESİ

A. ANTİK DOĞU FELSEFESİ (FELSEFENİN ÇIKIŞ YERİ)
--Felsefenin doğuş ve çıkış yeri olarak Farabi: Söylendiğine göre bu ilim eskiden Irak halkı olan Kaldeliler arasında mevcuttu. Onlardan Mısır’a, oradan Yunanlılara intikal etmiş, Süryaniler ve Araplara geçinceye kadar onlarda kalmıştır. Bu ilmin içerdiği her şey Yunan dilinde, daha sonra Süryancada, nihayet Arapçada ifade edilmiştir.”
--Batılı düşünür ve tarihçilerden Charles Werner, Yunan felsefesinin doğudan etki aldığını, Thales ve Pythagoras’ın matematiği Mısır’dan öğrendiğini, Demokritos’un ansiklopedik bilgisinin Doğu’ya yaptığı birçok seyahatten kazandığını, bu vesile ile Mısır’a ve Hindistan’a gittiğini ileri sürer.

Doğu Felsefesinin Genel Özellikleri
1.Tipik özelliği dini bir karakter taşımasıdır. Felsefe, Dinler Tarihi ve Teoloji ile birleşmiş bir karakter taşımaktadır.
2. Doğu Felsefesi, dini bir ahlak inşa etmeyi, erdemli, mistik insan yetiştirmeyi amaçlar.
3. Doğu Felsefesi, şiir (ilahiler) ve mitolojiye karışmış, gelenek ve göreneklere ve kıssalara çok yer vermiştir.

**Felsefenin en belirgin niteliği olan özgür düşünüş ve eleştiriye gerekli yer verilmediği görülmektedir.

Antik Doğu Felsefeleri şunlardır:
--Hint Felsefesi,
--Çin “
--İran “
--İbrani “

**Dolayısıyla Doğu’da felsefenin varlığı Antik Yunan Felsefesinden daha önceki zamanlara dayanmaktadır.

HİNT FELSEFESİ

Ana kaynağı:
1. Veda (4 ciltlik kitap)
2. Manava Sastra (Manou Kanunları)

Filozoflara, Brahman
Filozofların ortaya koyduğu felsefeye, Brahmanizm
Brahmanizm, alemde ezeli ve ebedi bir cevher kabul eder ki buna Brahma denir.
Brahma, evrenin yaratıcısıdır ve iki yanı vardır:
1. Vişna (Evrenin koruyucusu ve düzenleyicisi)
2. Şiva (Yok edici güç)

--Brahma ilk önce madde (maya)yi yarattı.
--İnsan ruhu, ruhların en büyüğü olan Atma’dır.
--İnsanların ruhları yeryüzünde durmadan canlı ve cansız varlıklara girip çıkarlar (Ruhların göçü= tenasüh= reenkarnasyon)
--Hintlilerin ilimi dili Sanitçe, Vedalar’ın da yazı dilidir.
--Budizm aslında Brahmanizm’in bir koludur. Vedalar’ın bazı ilke ve prensiplerine karşı koyulmasından ortaya çıkmıştır.
--Budizm, tenasüh ve ebedi hayat (karmon) inançlarını Brahmanizm’den almıştır. Ruhların göçü Nirvana’da son bulacaktır.

Hint Felsefesini Batı Felsefesinden Ayıran Konular
1. Hint düşüncesi, büyük oranda geleneği öne çıkarır ve ona bağlı olan bir düşüncedir.
2. Bilmek için bilginin peşine düşmek yerine, onlar, daha çok doğru yaşam aramakta ve kurtuluşa giden yolu gösterme amacı taşır.
3. Hint düşünürleri akılla kavranan düşünceye en büyük değeri vermiştir.
4. “Genedoğum” inancı, bu kültürün dışındakiler için yabancı bir düşüncedir.
5. Belirgin özelliği hoşgörüdür.
6. Dünyayı önemsememe, dünyadan ve dünya için çalışmaktan kaçma eğilimi önemli bir niteliktir.

ÇİN FELSEFESİ

King adı verilen kutsal kitaplarda kayıt altına alınmıştır.
Birbirinden farklı 2 felsefe okulu vardır:
1. Konfüçyüs Okulu: Metafizik düşüncesi yoktur. İnsanı doğru ve tutarlı düşünmeye ve iyi muhakeme yapmaya götüren bir mantık sistemi kurar. Kurduğu ahlak görüşünün ilk prensibi “atalara saygı”dır.
2. Tao Okulu: Metafizik düşüncesi üzerine kurulmuştur. Kurucusu Lao-Tseu’dur.
Tao, dünyaya düzen verenin en büyük akıl olduğunu savunur.
Yong: Kemal, aydınlık ve gökleri temsil eder.
Yin: Eksik, karanlık, toprağı temsil eder.

Çin Felsefesinin Belirgin Özellikleri

--En belirgin özelliği, “uyum” düşüncesidir.(ölçü, denge, altın, orta)
--Bir Çin atasözüne göre “üç din bir aileden” kastedilen Konfüçyüs’çülük, Taoculuk ve Budizm’dir.
--Çin Düşüncesi farklı inanç, kültür ve felsefelere açık olduğu için dünyaya dönüktür. Oysa her Hintli bir dine bağlanır.
--Konfüçyüs, insanın kendi kendini geliştirerek ve eğiterek olgunlaşmasını ister. Lao-Tseu,ise doğaya, doğa yasalarına uymaya önem verir.
--Çin felsefesinde felsefeden amaç, pozitif bilgiyi artırmak değil, zihnin yüceltilmesidir. Bu, gerçek dünyanın ötesinde ve ahlaki değerlerden daha üstün değerlere bir yöneliştir.
--Azla yetinme, ölçülü olma, iç barış ve iç rahatlığı Çinlilere göre insanın mutluluğunun temel unsurlarıdır.

İRAN FELSEFESİ

İran Sasani felsefesinin en önemli temsilcisi “Zerdüşt” kabul edilir. Eserleri Zend dilinde Zend-Avesta adında yayınlanmıştır.
Eski İran’da uluhiyetin sembolü “ateş” olarak bilinir.
Zerdüştlükte düalizm (İkilik) inancı vardır.
1. Ahoura Mazda (Hürmüz): En büyük Tanrı, aydınlığın ve iyiliğin yaratıcısıdır.
2. Angra Mainyau (Ehrimet): Karanlıkların ve kötülüğün yaratıcısı
“Bu iki ilke arasında sürekli bir çarpışma ve çatışma bulunur. İnsan da buna müdahil olur.”
--Zerdüşt’e göre Ehrimen’e uyup esir olan hayvanları öldürmek gerekir. Bu kural, Brahmanizm ile aralarında çatışmaya yol açar.

İBRANİ FELSEFESİ

Müstakil bir felsefe değildir. O, dini inanışlar şeklindedir.
Bu felsefenin kurucuları Hz.Musa, Hz.Davut, Hz.Süleyman gibi İbrani peygamberleridir.
İbrani düşüncesinin temelleri Tevrat’ta bulunmaktadır.
--Babil esaretinden sonra 2 mezhep ortaya çıkmıştır:
1. Sadukiler
2. Ferusiler
--Talmud, Tevrat’tan sonra İsrailoğullarının en önemli felsefe kitabıdır.(Felsefe ve dini düşünceleri iade eder)
--İbrani Felsefesi, Yunan felsefesine ve Hristiyanlığa etki ve katkıda bulunmuştur.

B. ANTİK YUNAN DÜNYASI

İlkçağ felsefesine “Antik Çağ” felsefesi de denir.
**İlkçağ Felsefesi------Yunan Felsefesi--------Helenistik-Roma Felsefsefesi
**İlkçağ Antik Yunan Felsefesi ile başlamaktadır. (bunun doğru olamadığı aşikardır)
--Batı ve İslam Felsefesine kaynaklık etmiştir.
--Batı, Aristo’yu Doğulu filozofların yaptığıçeviriler sayesinde tanıma imkanı bulmuştur.
--Felsefe yapmak ve üretebilmek için öncelikle klasik filozofların yüzyıllar boyunca geliştirdikleri görüş ve düşüncelerin bilinmesi ve kavranılması gerekir.
--Klasik Filozoflar:
Antikçağ’da: Platon ve Aristo
Yeni zamanda: Descartes, Leibniz, Kan, Auguste Comte
--Yunanlılar 3 kabilenin birleşmesinden oluşmuştur:
1. Eoli’lar (Köylüler) 2. Doria’lar (Asker) 3. İyonya’lılar (Antik Yunan dünyası bilim ve düşünce merkezi)
--M.Ö.Vl.YY’da İranlıların Yunan kolonilerine saldırısı sonucu, Yunanlıların kendi aralarında birleşip zafere kazanmalarıyla birlikte, Yunanlılarda kültür, sanat, düşünce ve siyasette mesafeler kat edip, başarılı eserler ortaya çıkmıştır.
--Antik Yunan düşüncesi bu gelişmeleri tecrübe ederken, kendinden önceki toplumların birikimlerini görmüş, incelemiş ve onlardan yararlanmıştır.
***Astronomi ve aritmatikte, Babilonya,
Geometride Mısır,
Yazıda, Girit ve Mısır’dan faydalanmıştır.
***İlkçağ felsefesi deyince Yunan Felsefesi anlaşılır.
--İlkçağ,ilk yazılı belgelerle başlar (4000 yıl önce); İsa’dan sonra 476 yılında Batı Roma İmp:nun çöküşüne kadar devam eder.
**Pythagoras kendine Philosophos (filozof) dermiş.
---Philosophia, durup dinlenmeden aralıksız bilgiyi doğru arama çabasıdır.
--Felsefenin adını da ilk olarak eski Yunan’da “İyonya”da buluyoruz.
+++İlk Yunan filozoflarının eserleri anacak fragmentler (parçalar) halinde günümüze ulaşmıştır.
+++Platon ve Aristo’nun en önemli eserleri bize kadar ulaşmıştır.
+++Yunan felsefe tarihi 2 grupta toplanır:
1. Biyograflar: Filozofların öz geçmişlerini tasvir ederler. En önemlisi Diogenes’kidir. Diogenes, bildiği filozofları bu eserinde birer birer sayar ve onların hayatları ve eserleri hakkında bilgiler verir.
2. Doksokgaflar: Evrenin ve hayatın başlangıcı gibi yalnız belirli bir felsefe problemlerini ele alır ve bununla ilgili filozofları görüşlerini, kanaatlerini (doksa) tasvir eder. En önemli doksografik kaynak Aristo’nundur.

HELENİSTİK FELSEFE

--Roma kültürü ve kısmen de Doğu Felsefesi, ile karışmış olması anlamında kullanılır. Yunana özgü saflığını yitirmiş bir felsefe görünümündedir.
--Helenistik felsefenin yaşam alanı kent devletidir.
--Bu felsefenin tüm disiplinleri bırakarak salt ahlak problemi üzerinde yoğunlaşmış pratik bir felsefedir.
--Bu felsefe bazen şüpheci bazen de mistikleşmiş bir felsefe halini alır.
***Thales ile başlayıp, Atisto’nun öldüğü 322’ye kadar süren Helenistik Felsefe kendi içinde 3 döneme ayrılır:
1. Presokratik Felsefe: Milet, Elea, Fisagor ve Alodera Okulları temsil etmiştir
2. Sokratik Felsefe: İnsan üzereine araştırmalar yapmıştır.
3. Sistematik Dönem: Büyük Sokratik dönem olarak da adlandırılır.

**Yunanlılardan önce Mısır ve Mezopotamya’da astronomi, tıp ve matematiğin; İran, Çin, Mısır ve Hint’de ise önemli bir felsefi düşünce geleneğinin bulunduğu ifade edilmiştir.
**Yunan Felsefesini, diğer felsefelerden ayıran en önemli diğer özelliği yazılı bir geleneğe sahip olmasıdır.
Alıntı ile Cevapla
Alt 21 Şubat 2014, 22:33   Mesaj No:3
Medineweb Sadık Üyesi
JAZARİ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:JAZARİ isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 17525
Üyelik T.: 23 Mart 2012
Arkadaşları:1
Cinsiyet:
Yaş:44
Mesaj: 585
Konular: 65
Beğenildi:74
Beğendi:41
Takdirleri:13
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: İstanbul İlitam Felsefe Tarihi Konu Özetleri

lll. ÜNİTE SOKRAT ÖNCESİ YUINAN (DOĞA) FELSEFESİ

A.MİLET OKULU
1. Thales
2. Anaksimandros
3. Aneksimenes
4. Herokleitos

B. ELEA OKULU
1. Parmenides
2. Ksenofones
3. Elealı Zenon

C. FİSAGOR OKULU: Pythagoras veya Pyhtagorasçıların başlattıkları kardeşlik, vatandaşlık için pratik eğitim okuludur.

D. ABDERA OKULU (Atomcular,Plüralistler)
1. Empedokles
2. Anaksagoras
3. Demokritos

--Doğa Felsefesi veya Sokrat Öncesi (Presokratik) felsefe olarak adlandırılan bu dönemde felsefe doğa ya da varlık felsefesi olarak kabul edilmiştir.
--İlk doğa filozofları “arche” problemi üzerine yoğunlaşmışlar ve dış dünyadaki varlıkların kendisinden doğduğu ilk maddeyi tespit etmeye gayret etmişlerdir.
--Bu probleme (Varlık), sırasıyla görünüş, gerçeklik, çokluk-birlik, değişme-kalıcılık ekseninde bir çözüm aramışlardır.

A.MİLET (İYONYA) OKULU
Ege kıyılarındaki Yunan boyu İyonyalılar, ticaretin gelişmesiyle de şekillenen 12 kent kurdular. Bunların en güneyinde olanı Milet’tir.
--M.Ö.Vl.yy.da önemli bir ticaret limanı ve Yunan şehirlerinin en zengini idi. Farklı dinlerin ve dillerin kaynaştığı bu kentte, Batı bilim ve felsefesi doğmuştur.
--Yunan felsefesinin doğduğu yer olan eski İyon kolonisi plan Milet’te ortaya çıkan bu okulun 3 temsilcisi buluınmaktadır: Thales, Anavimandros,, Anaksimenes (Aristo bunlara Fizikçiler, der)
Bu filozoflar MÖ 6.yy.da Mitosu bir yana bırakıp, deneme ve gözlemden yola çıkarak düşünceler geliştiren ilk filozoflardır.
--Felsefe tarihinin ilk materyalistleri olarak kabul edilirler.
--Miletli filozoflar maddi neden dışında bir neden, maddeye hareket verecek, onu harekete geçirecek bir dış güç tasarlamadıkları için, kendi hareketini yine kendisinin açıklayacağı bir ilk madde arayışı içinde olmuşlardır.

THALES
**Thales, dünyayı suyun üzerinde duran bir tepsi gibi tasarlamaktaydı.
--MÖ 5.yy.da Milet’te yaşadığı bildirilir.
--Mısır’a seyahat ettiği, piramitin gölgesini hesaplayarak saptadığı ileri sürülür.
--Astronomi ve geometriyi bilirdi.
--Thales, suyu, sıvı olanı, her şeyin başı, kökü, ilkesi (arkhe) kabul eder.
--Gökyüzü ve yeryüzündeki olaylarla ilgilenmiştir.
“Her şey Tanrılarla dolu” der.

ANAKSİMANDROS
--Thales’in öğrencisidir.
--Astronomi, coğrafya ve evrenbilim (Kozmoloji) gb. Alanlarda çalışmış, haritalar çizmiş, güneş saati yapmıştır.
--Metafizik bir kavram olan “sonsuzluk” kavramını ortaya koydu. Onun için realitenin gerçek prensibi sonsuzluktur.
--Her şeyin başlangıcında olan, harekete geçiren, kuşatan, bir sonsuzluk, bitip tükenmeyen sınırsız şey Anaksimandros’a göre ”Apeiron”dur.
--Ona göre hayatın kaynağı “su”dur.
--Ona göre bu alem, günün birinde yok olacaktır. Apeiron’dan çıkan her şey günün birinde ona, Apeiron’a dönecektir.

ANAKSİMENES
--Anaksimandros’un öğrencisidir.
--Ona göre ana madde “hava”’dır.
--Ruh kavramını ilk o kullanmıştır. Ona göre canlıyı ayakta tutan ruhtur.
--Anaksimandros gibi o da bir fizikçi ve doğa bilimcidir.
--Thales gibi o da, yeryüzünün bir tepsi olduğunu iddia eder. Yalnız yeryüzü hiçbir şeye dayanmayıp havada durmaktadır.
-***Aristo, Milet okulunun bu 3 filozofuna fizikçiler der. Bu 3 düşünür de sadece doğa ile ilgilenmişler, doğa olaylarını, doğal sebeplere bağlı olarak izah etmişlerdir.
***Hepsi de Tanrılardan söz etmiştir. Tanrılar ifadesiyle doğadaki yaratıcı ve yapıcı gücü kastetmişlerdir. Yalnız Aneksimenes “ruh”tan da söz etmiş, ancak ondaki ruh, canlıyı ayakta tutan, sürdüren “nefes”ten başkası değildir.
***Aneksimenes, metafizik düşünme cesareti veya astronomik tasavvurları itibariyle Anaksimandros’tan daha ileride ve önemli kabul edilir.
Thales’ten hareket eden entelektüel geleneğin bir zirvesi ve bütün Milet Okulu’nun tezlerini en iyi bir şekilde temsil eden filozoftur.
Takipçileri arasında: Pythagorasçılar, Anaksogoras ve Atomcular sayılabilir.

HERAKLEİTOS
--İyonya filozoflarının 4.sü, Milet’in dışındaki bir kentte, Efes’te doğdu.
--Eseri çok güç anlaşılır, karanlık bir üslupla ve özdeyişler şeklinde yazılmıştır. İlkçağ’da ona “Karanlık Herakleitos” denir.
--O da varlıok problemi üzerinde durmuştur.
--Evrenin temel maddesi “ateş”tir.
--Ona göre “Logos” evrende egemen olan yasa, düzen ve akıldır.



B.ELEA OKULU
--Okulun kurucusu Parmenides ve takipçileri varlık sorununu tümdengelimsel bir akıl yürütmeyle ele alır.
--Onlara Rasyonalist geleneğin öncüleri denir.
--Okul adını Elea’dan almaktadır.
Elea Okulu 3 aşamada ele alınır:
1.Parmenides:
--Felsefenin asıl kurucusudur.
--Süreklilik öğretisini varlık-bilim dizgisinde ele alır.
--“Değişmeyen, hareket etmeyen, bölünemeyen şey varlıktır (o, bir Tanrı’dır)” der.
--İlk akılcı, rasyonalist filozof olduğu söylenir.
2.Ksenophanes
--Felsefenin habercisi olarak bilinir.
--Temel düşüncelerini tanrı-bilimsel bir biçimde sunmuştur.
--“Tanrı, bir yaratıcı olmayıp evren ile aynıdır, özdeştir, evrene eşittir.” (Panteist: Tanrı ile evreni özdeşleştirme)
3.Zenon ve Melissos
--Her ikisi de Elea Okulu’nun dialektikçileridir.
--Zenon, cedeli ustaca kullanmıştır. Aristo onu cedelin kurucusu olarak görür.
--Elealı Zenon, çokluğa ve harekete karşı ileri sürdüğü kanıtlarıyla bilinir.
--Zenon: “var olanı bir çokluk ve hareket olrak düşünürsek, çeişkilere düşeriz. Öyle ise var olan “bir” ve hareketsiz olabilir” der.

C. PYTHAGORAS OKULU
--Yunanistan’da Sisam adasında doğmuştur.
--Pytha goras ve Pythagorasçıların başlattığı veya temsil ettiği okuldur.
--Bu dönemde insanları bilgilendirmeyi değil, günahlardan, suçlardan arınmayı amaçlayacaktır. Bunun için insanları dini-felsefi cemaatler halinde örgütlemeye yönelir.
--Güney İtalya’ya giderek Kroton’a yerleşmiş, bu kentte kendi adını taşıyan bir cemiyet veya tarikat kurduğu söylenir.
--Pythagorasçıların tanrısı, Anadolu tanrısı Apollon’dur. Kurduğu tarikat, mistik ve eğitimsel amaçlar taşımaktadır.
--Bu mistik tarikat sonraları Kroton’da siyasi etkinliğini artırarak iktidara sahip olma amacında olmuştur.
--İnsanları olimpiyat oyunlarındaki gibi 3 gruba ayırır: Seyirciler, oyuncular ve yöneticiler
--Yunan dünyasına aritmetiği sokan ilk kişi olduğu kabul edilir. Ruh göçü düşüncesini Mısır’dan aldığı söylense de kabul görmemiştir.
--Arkhe olarak sayıyı kabul etmekte ileri bir adım attılar.
--Matematiğe kendini veren ilk insanlardır. Sayıları, doğaları gereği ilk (şeyler)olmalarından söz etmişlerdir.
--İyonya metafiziği fizikten çıkmıştır, Pythagorasçı metafizik matematik üzerine aşılanmıştır.
--Ruhlar, Tanrıdan birer parça olup sonsuzdurlar. Ruhun bir bedende bulunması bir günahın neticesidir. Ölünce ruh, bir hayvana geçebilir. Bu yüzden hayvan eti yemezler. (Ruh göçüne inanırlar)

D. ABDERA OKULU (Atomcular, Plüraistler)
--Plüraist filozoflar: Empedokles, Anaksogoras ve Demekritos.
--Varlığın temeline ikiden fazla arkhe koymaya yönelmişlerdir.
--Fail nedenli açıklamanın önemini vurgulayan Empedokles ve Anaksogoras gibi filozoflar, ilk doğa filozoflarının hilosoutmine yani kendi hareketini kendisinin açıklayacağı canlı bir madde anlayışına karşı çıkıp, ezeli fakat cansız maddeyi harekete geçirecek bir dış güç arayışı içinde olmuşlardır.

Empedokles
--Abdera Okulu’nun 3 filozofu da Miletliler gibi doğa filozofudur. Empedokles ve Anaksagoras’ın dini düşünceleri de vardır. Empedokles’in daha önce yaşadığı shayat bilgisine sahip olduğu söylenir.(Ruh göçü, tenasühe inanır)
--Dört Unsur nazariyesini formüle etmiş ilk düşünürdür. Var olan şeyin temelini su, ateş, hava ve toprak oluşturur. Dört unsur birleşince doğma, ayrılınca ölüm gerçekleşir.
--Alemin oluşumunu yöneten 2 ilke: aşk ve kin’dir.

Anaksagoras
--Madde tek bir unsura (su, toprak, ateş ve havaya) indirgenemez. 4 unsurdan ziyade unsurlar da vardır, sonsuzdurlar.
--Alemdeki varlıklar arasında önceden bir kaos (düzensizlik ) egemendi. Düzenleyici ilke Nous sayesinde alem kaostan kosmosa(düzene) ulaşmıştır.
--Alemin düşünen, makul bir kuvvet tarafından düzenlendiğini ileri süren Anaksagoras’a göre Nous, alemi belli bir gaye ve hedefe göre düzenlemiştir. Bunun için alem bir gayeye göre, Telos’a göre gelişmektedir. Bu sebepten ilk teolojik görüşü ileri süren filozoftur.
--Sokrat ve Platon bundan dolayı onu ilk gerçek filozof olarak kabul etmişlerdir.

Demokritos
--Aristo ve diğerleri onu atom sisteminin gerçek kurucusu olarak kabuk etmişlerdir.
--Evren, ona göre, yalnızca atomların çarpışmaları ve birbirleri üzerindeki basınçlarıyla oluşmuştur.
--Ruh dinginliğine ancak bilgelikle varılır.

***Doğa filozofları varlığı anlama ve kavrama arayışında tabiat çerçeveli çözümler ve öğretiler ortaya koyup geliştirmişlerdir.
***Bu filozoflar okullar kurup, düşüncelerini bu yolla yaymışlardır.
.
Alıntı ile Cevapla
Alt 21 Şubat 2014, 22:39   Mesaj No:4
Medineweb Sadık Üyesi
JAZARİ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:JAZARİ isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 17525
Üyelik T.: 23 Mart 2012
Arkadaşları:1
Cinsiyet:
Yaş:44
Mesaj: 585
Konular: 65
Beğenildi:74
Beğendi:41
Takdirleri:13
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: İstanbul İlitam Felsefe Tarihi Konu Özetleri

IV. ÜNİTE ÖZETİ
KLASİK VE SİSTEMATİK YUNAN (İNSAN) FELSEFESİ
Doğa filozoflarından sonra felsefenin seyri değişerek, insan merkezli anlayışlara doğru bir yöneliş görülür.
A-KLASİK YUNAN FELSEFESİ
SOFİSTLER
Her ne kadar bir filozof okulu oluşturmasalar da onları birlikte sınıflamayı mümkün kılan ortak bir takım özelliklerden,bir sofistik (bilgelik öğreten) zihniyetten veya düşünceden, bir hareketten söz edilebilir.
Sofistlerin en önemli özelliklerinden bazıları şunlardır:
--Verdikleri eğitim karşılığında ücret almaları,
--Eleştirisel bakış açıları,
--Geleneksel ahlaki eleştiri
--Kesin ve mutlak bilgiye karşı güvensiz ve şüpheli tavırları

Protogoras: “üşüyen için rüzgar soğuktur, üşümeyen için değildir.”
--Duyularla elde edilen algıların subjektif ve dğişik olduğunu ilk savunan filozoftur.
--İlk defa çeşitli kelimeleri birbirinden ayırmış; mantık ve gramerin incelenmesine girişilmiştir.
--Sofistlere göre insanların eşit ve aynı haklardan yararlanması doğal ve olması gerekendir.
--Kölelik, Protogoras için haklı bir kurum olarak kabul edilemez.

Gorgias
--Georgias, hatip ve hitabet öğreticisidir.
--Felsefeyi tümüyle ortadadan kaldırmak, onun yerine hitabeti geçirmek istemiştir.

Sokrat : Heykeltraş bir babanın ve ebe bir annenin çocuğu olarak MÖ 471’de Atina’da doğmuştur. Sokrat hakkında en güvenilir kaynak, Platon’un dialog tarzındaki eserleridir. Sokrat’ın öğretileri hk.da ortak bir görüş bulunmamaktadır.
--Sokrat’ın felsefi faaliyeti, kavramların belirlenmesi yani tanımıdır.
--Örnek alınacak doğruluğu, ahlak temizliği, kanaatkârlığı, dindarlığı, ruh saflığı, manevi dinginliği gibi birçok erdem ve özelliklere sahiptir.
--Sokrat’a, ahlak biliminin icatçısı ve kavramlar felsefesinin ilk kurucusu diyebiliriz.
--Bir okul kurmamıştır.
--Başkalarının geliştirebileceği bir felsefe sistemi yoktu. Ondan ancak “felsefe yapmak” yani hayatın anlamı ve amacı üzerine derin tefekkür öğrenilebilir.
--Sokrat’a ait düşünceleri geliştirmeye çalışan bazı kişiler, bunları eski felsefi sistemlerin unsurlarıyla birleştirerek yeni bir sistemi geliştirme çabasına giriştiler.

Platon’un dışında 4 Sokratçı okul vardır:
1.Megara Okulu: Kurucusu Euclides (Öklid)’dir. Sokratçı öğretilerle Elea öğretisini birleştirip bir sentez oluşturmaya çalışmıştır.
2.Elis-Eretria Okulu: Elisli Phaidon kurucusudur. Megara okulundaki gibi bir erdem öğretisi geliştirmiştir.
3.Kynikler Okulu: Kurucusu Antisthenes’dir. Mutlu olmak için tek vasıta erdemdir. Kynik, köpek gibi olan, köpeksi demektir.
4.Kyrene Okulu: Kurucusu Aristippos’tur. Her ana ait olan hazzı, hareketimizin hakim ve düzenleyicisi saymıştır.

B.SİSTEMATİK YUNAN FELSEFESİ

• Yunan felsefesi başlangıç devrelerinde, doğa (kosmos), felsefenin en önemli sorunu olmuştur.
• İkinci dönemde her şeyden önce insan sorununu ele almıştır.
• Üçüncü dönemde ise ilk iki dönemde doğa ve insan konusundan elde edilen bilgilerin sentezi ve kaynaştırılması yoluna gidilmiştir. Ayrıca metafizik problemlerine geri dönülmüştür.
• Bu yeni tarzın üstadları, İlkçağın en büyük iki filozofu Platon (Eflatun) ve Aristo’dur.
• Bilgilerin kapsayıcı bir felsefe öğretisi içinde sistemleştirme denemesi Platon ile başlamış, Arisro’da en yüksek seviyeye ulaşmıştır.

PLATON (EFLATUN)
**Düşünce tarihinde ilk büyük sistem, Platon felsefesiyle ortaya çıkar.
--Sokrat’tan sonra elde ettiklerini olgunlaştırarak, felsefe tarihinin ilk büyük felsefsini meydana getirdi.
Sokrat’ı, Platon’un diyaloglarından tanıyoruz.
** “Akademya” denen yeri satın alarak kendi okulunu kurdu.

İdeler Nazariyesi
--Platon için gerçek bilgi, kavramlı bilgidir.
--Kavramlı bilgi, idelerin bilgisidir. Bu kavramlar yani ideler, deneme dünyasında kazanılmış bilgiler değildir.
--Platon’a göre insan, bu kavramları, bu dünyadan daha önceki varlığından tanımıştır.

Fizik
--Platon daha o zamandan havanın ağırlığı konusunda açık bir düşünceye sahipti. Sesi bir titreşim hareketi olarak düşünüyordu.
--Elektrik ve çekim gücüne ilişkin bazı olayları biliyordu.

Ahlak
Platon’daki ahlak, tıpkı Sokratik etik gibi bütünüyle aklın özerkliğine bağlıdır. O dönemde geçerli olan din anlayışından büyük oranda bağımsızdır.
Son eserlerinde Platon, çeşitli şekillerde ateizme saldırır ve ortaya eksiksiz bir teodise ortaya koyar.
Yaşlandıkça dini inançları daha da muhafazakar hale gelir.

Ruhun Ölmezliği
Bu konu Platon’un felsefesinde önemlidir.
Pythagorasçıların etkisinde kaldığı bilinmektedir.
Onlara göre ruh, sürekli şekil değiştirir. Tenasüh, ruhun ölmezliği için esastır.

Siyaset
--Platon, devlet görüşünü Politeia (devlet) diyaloğunda ele alır.
--İnsan organize bir varlıktır; buna göre devlet büyük çapta bir insandır.
Platon’a göre yanlış devlet şekilleri:
Timokrasi (Militarist) Devlet: Bir askeri zümrenin altındaki devlet şeklidir.
Plütokrasi: Bu tip devletlerde her şey servet ve zenginliği amaçlamaktadır.
Müstebit (Tiranlık) Devleti: Sadece müstebit ve köle ruhlu insanlar yetiştirirler.

--Platon, bir “ideal devlet” fikri geliştirir. Onun için devlet, öncelikle vatandaş arasındaki bir iş bölümüne dayanmalıdır.
1. İşçiler Zümresi: Köleler, işçiler ve sanatkarlardan oluşur.
2. Muharipler ve Bekçiler Zümresi: Emniyet ve asayişi korumakla görevlidirler. Bu grup iki yönde eğitilir: a) Beden Terbiyesi b) Müzik terbiyesi
3.İdareciler Zümresi: Devleti yönetirler. Platon’a göre filozoflar devleti yönetmelidir.
**İdeal devleti tek bir hükümdar değil, filozoflardan meydana gelen bir “Aristokratlar Tabakası” idare eder.

--Platon şüphe ve endişelerin etkisiyle yazmış olduğu “Kanunlar” (Nomol) adlı eserinde, ideal devletin de bazı değişiklikler yaparak yeni bir devlet projesi sunmuştur.
**Platon yeni devlet anlayışında, önceki sosyalist devlet anlayışından vazgeçmiştir.
**Ona göre hükümet, hiçbir zaman kanunların üzerinde değil, onun sınırları içinde olmalıdır.
**Platon’un “Devlet” adlı eserinde, ayrıntılarını ele aldığı siyaset felsefesine yönelik eleştirilere, yaşlılık döneminin kendisine sunduğu olgunlukla karşılık vermiştir. Bu aşırı ve sakıncalı düşünce ve önerilerini bizzat kendisi değiştirmiştir. Bu değişiklikleri “Yasalar” isimli eserinde açık ve kesin bir biçimde görebiliriz.

Din
--Mükemmelliğin ideası olan “Tanrı” ile, ideler sisteminin tepe noktasında yer alan “iyilik” idesi bir ve aynıdır.
--Tek bir Tanrının varlığına inanır.
--Bilge kişi iyiliğin kendisi olan “Tanrı”yı kendine örnek almalı ve Tanrıya benzemeye çalışmalıdır. (Tevhit damarından beslenmiştir)
--Sokrat’tan önce yaşamış olan Pythagoras. “İnsan her şeyin ölçüsüdür” derken, Ploton, “Yasalar”da: “Her şeyin ölçüsü insan değil, Tanrı’dır” demektedir.
Alıntı ile Cevapla
Alt 21 Şubat 2014, 22:41   Mesaj No:5
Medineweb Sadık Üyesi
JAZARİ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:JAZARİ isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 17525
Üyelik T.: 23 Mart 2012
Arkadaşları:1
Cinsiyet:
Yaş:44
Mesaj: 585
Konular: 65
Beğenildi:74
Beğendi:41
Takdirleri:13
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: İstanbul İlitam Felsefe Tarihi Konu Özetleri

5.HAFTA SİSTEMETİK YUNAN FELSEFESİ

ARİSTO
--Sistematik dönemin Platon’dan sonraki en büyük filozofudur.
--Onun mantık, bilgi nazariyesi, metafizik, ahlak ve siyaset konularındaki fikirleri, sonraki düşünür ve filozoflara temel kaynaklık yapmıştır.
--Platon’un “Akademi”(Değişik derslerin verildiği bir çeşit üniversite)sinde bir süre onun öğrencisi olarak kaldı.
--Sonraki yıllarda Aristo, Platon’un felsefesinden uzaklaşıp, birçok konuda karşıt fikirler ileri sürmüşse de Aristo üzerinde hocasının tesiri büyüktür.
--Aristo, Atina’da”Lyceum” adlı kendi okulunu kurmuştur. Orada bir kütüphane açtı. İlk doğal tarih müzesini burada inşa etti.

Platon ve Aristo’nun Karşılaştırılması
--Platon, mevcut düşüncenin ötesinde, mahiyeti itibariyle yeni alanı ararken; Aristo mevcut alanlardan en iyisini bulmaya çalışmıştır.
--Platon, dini coşkusu olan, şair yaratılışlı, siyasi, sosyal, reformcu bir filozoftur. Karakteri bakımından daha çok Thaales, Pythagoras ve Paremenides’in açtığı yoldan gitmiştir.
--Aristo ise büyük oranda bir araştırıcı, bir toplayıcı, bir gözlemcidir. Araştırmasına konu yapmadığı hemen hemen hiçbir problem yoktur, denilebilir.
--Aristo, her ele aldığı soruyu sistematik olarak inceler. Onun asıl büyük filozof olması da bu sistemli çalışmasındandır.
--Platon ve Aristo’ya göre insanoğlu için en kıymetli yaşam cemiyet içindedir. Cemiyetten kasıt Yunan Şehir Devletleridir.
--Aristo, Platon’un rasyonel devamı gibidir. Örn. Platon’un yaptığı gibi “Platonik İdealar” teorisini eleştirir.
--Platon’un her diyalogunda tek bir konu baştan sona işlenmez; hemen hemen her diyalogda çeşitli -metafizik, bilgi, ahlak- sorunlarını içi içe buluruz.
--Aristo’nun mantık, fizik, metafizik, ahlak, siyaset vb. üzerine ayrı ayrı yazdığı eserleri vardır. Bunlardan her biri konuyu sistematik olarak işler.
--Büyük bir emprist ve sistemci olan Aristo’nun her adımında Platon’un bir öğrencisi olduğu söylenebilir. Felsefesinin ana kavramları ve düşüncesinin birinci planda olduğu sorunlar, açık olarak, Platon felsefesinden gelmektedir.

Eserleri:
Bilim Eserleri: Organon (mantık kitabı), Ulamlar, Yoruma Dair, Topika, Safsatacıkların Çürütülmesi, Birinci Analitika, İkinci Analitika, Beyan Bilim, Şiir Bilimi
. Metafizikler (İlk felsefe hk.da 12 ciltlik külliyat)
. Tabiat hk.da ve hayvanlarla ilgili biyoloji eserleri vardır.


Aristo’nun Bilim Tarihi Açısından Önemi
--Aristo felsefi düşünürlüğünün yanında bilim tarihi bakımından da önemli bir şahsiyettir. Bazıları onun bilim adamlığı yönünün filozofluğundan daha üstün görmektedir.
--Aristo ele aldığı her alanda veya problemler grubunda o zamana kadarki bütün çalışmaları, ileri sürülmüş olan bütün görüş ve düşünceleri derler, toplar, tasnif eder, sistemleştirir.
Lise (Lyceum)’de kurduğu ilk kütüphanede
--İlk felsefe ve bilim tarihçisidir.
--Eudemos Yunan dünyasının ilk matemetik tarihi yazarıdır.
--Mantık ve biyoloji gibi alanlarda öncülük etmiştir. Kant’ın belirttiği gibi Aristo’nun mantığına 18.yy. sonuna gelinceye kadar hiçbir katkıda bulunulmamıştır.
--“Lise” içinde daha çok İskenderiye ve Bergama kütüphaneleri için model teşkil edecek ilk büyük kütüphaneyi kurmuştur. Çok sayıda haritayı bir araya getirerek bir harita koleksiyonu oluşturmuştur.
--Doğa tarihi üzerine verdiği derslerde kullandığı materyalle bir doğa müzesi oluşturmuştur.
-- Muhtemelen siyasal incelemelerde faydalanmak amacıyla 158 Yunan sitesinin anayasalarını toplatmıştır. Bu anayasalardan sadece biri, Atinalıların Anayasası günümüze ulaşmıştır.

Aristo Felsefesinin Değeri
--Aristo felsefesinde en etkileyici olan konu, sistemin gücüdür. Madde ve form kavramlarının insan deneyiminin her yönünü bütünlüğe kavuşturmak ve açıklayacak şekilde kullanılma tarzıdır. Fiziksel dünya, toplumsal dünya ve insanın ahlaki ve estetik iç hayatı hep birlikli bir dünya görüşü içerisinde bir araya toplanır.
--Form, şetlerin “ne-lik”i, madde ise “bu-luk”udur. Formsuz maddeden ve maddesiz formdan söz edilemez.
--Aristo’ya göre salt form, hareketsiz hareket ettiricidir.
--Biyolojiye önemli katkılarda bulunmuştur.
-- o, bilimsel çalışmalarında amprik yöntemi kullanıyordu. Fakat modern bilimin yöntemi ağırlıklı olarak matematiksel olmuştur.
--Aristo’nun fiziği tek yanlıdır.
--Dinsel deneyiminin kusursuz olduğu söylenebilir.
--Platon’un hayalci ve ironik olduğuve ima ve dolayım yoluyla yürüttüğü yerde, Aristo neredeyse yaya yürüyen bir gerçektir.
--Platon’un yazılarının sıradan deneyim dünyasuının gerisinde, üstünde, ötesinde buluna ve o deneyimi aydınlatmakla kalmayıp aşan, daha iyi ve güzel dünya duygusuyla dolup taştığı yerde, o sıradan bir deneyim üzerinde yoğunlaşmıştır. Onun gerçekliği budur ve ona göre felsefenin işi burada ve şimdi olanı anlamlı kılmaktır.
--Aslında Platon ve Aristo’nun bu dünya görüşleri birbirine zıt gibi görünse de birbirini tamamlar. Bir arada alındıklarında onların teorilerinin ikisi de, Yunan kültürünün ana problemlerini çözmek için el ele vermiş gayret ve çabalarıdır.

Arito’nun Dini
Aristo, Allah ve ruh konularında eksik ve kapalı kalmıştır. Ruhun bundan sonra yaşayacağını inkar etmiyor; ancak bundan Platon gibi “dini” denilebilecek gerçek anlamda bir disiplinin de ortaya koyamıyordu.

Mantık
Aristo’dan önceki felsefede ilkin “doğa”, sonra “insan”la ilgili sorunlar araştırılmış, Platon bunlara da “diyalektik”i eklemişti. Böylece beliren 3 sorunun başına, Aristo yeni bir bilim yerleştirir:”Mantık”(Logike)
--Mantık, bütün bilimler için bir giriştir, hazırlanmadır.
Aristo okulunda mantık, hep bilimsel çalışmanın bir aleti (organon) diye kabul edilmiştir. Nitekim Aristo’nun mantık üzerine yazıları bu ad altında bir araya getirilmiştir.
--Tasım (syllogism), Aristo mantığının çekirdeğidir. Tasım, verilmiş olan önermelerden zorunlulukla neyin sonuç olarak çıkacağını bulmak için yapılan bir incelemedir.

Bilgi Nazariyesi
--Aristo duyumu, felsefenin temeline yerleştirir. Aristo, en güzel duyumun haz verdiğine inanır. Bu da bilgi edinmede görmenin önemini göstermektedir. Ona göre bilgi edinmede başlıca kaynak “dış dünya”dır. Bu yüzden bilgide duyular, büyük önem taşır. Felsefe tarihi içinde felsefi bakış açılarını temelden belirleyen “ülkücülük” ve “gerçeklik” ayrımı onun felsefesinde açıklık kazanmıştır.
--Tek tek şeylerin bilgisinden giderek oldukça evrensel bilgilere ulaşabiliriz. Fakat en evrensel bilgiye tek tek şeylerin bilgisinden ulaşamayız. Buna göre gerçek bilgi üretimi tümevarımla değil tümdengelimle yapılır. Önemli olan daha evrenselden daha özeli ya da daha evrenseli çıkarmaktır.

Metafizik
--“Duyulur somut varlıklar” üzerinde yoğunlaşmıştır. Aristo’ya göre “tanım” (tarif) ve “kanıt” (burhan) duyulur somut varlıklar hakkında değil, belki genel ve tümel olanlar hakkındadır. Bilginin aslı ve oluşması sorunu Aristo’dan başlayarak felsefi düşünceler içinde geniş yer tutar.
--Bilgi eleştiricisi Eflatun için bu sorun, anacak ikinci derecede kalıyordu.
1. Tikel ve Tümel: Aristo’ya göre gerçek olan, ancak bireysel şeydir. (şu insan, bu at gb.) . “cevher”, kendinde olan şey olarak kullanılmaktadır.
2. Madde ve Suret: Madde, şekilsiz sabit cevherdir. Temelde olan odur, suret onun şekil almasıdır.
Örneğim tunç ve mermer, maddedir. Hazırlanmış ve tamamlanmış heykel onun suretidir.
Birine oranla madde olan diğerine oranla suret olabilir. “Kereste” ağaç kütüğüne oranla suret, yapılmış eve oranla maddedir.
3. Hareketli olan şey ve hareket ettirici neden-Tanrı- İmkândan fiil ve gerçeğe geçişi, zorunlu harekete değil değişmeye bağlıdır.
Hareket, henüz tamam olmayan varlıktır. Her şey gibi hareketli olanın da nedeni (illeti) olması gerekir. Bu nedeni daima geriye dönerek izleyelim. Böylece mekân ve zaman başlangıçsız ve sonsuz olduklarından sonunda maddi olmayan bir “ilk hareket ettirici”ye ulaşırız.
O, hareketli değildir ve hareketlendirilemez. Tektir, mutlak olarak yetkinlik sahibidir. Cismani değildir yani bir akli varlıktır, ulûhiyet veya ilahi ruhtur. (nous=akıl).
4. Gaye: Gaye ilkesini ilk kez ileri süren yine Aristo’dur. Her şeyin niteliği ve nedeni, onda içkin olan gayedir. Bunula birlikte Aristo, ilk kez özel bir gai teorinin (Teleologie) koyucusudur.
Aristo’nun 4 ilkesi sanatkârca eserlerde ve zanaatta hemen hemen belirleyici olarak bulunur. “ev” örneğinde, madde olarak taşları, suret olarak ev kavramını, hareket ettirici etmen olarak kalfayı, gaye olarak da gerçek evi anmakta ve göstermektedir.
Dolayısıyla o, esas olarak 4 tür neden tasavvur eder:
• Kavramsal ya da formel neden
• Hareket ettirici veya fiili neden
• Maddi neden
• ve gai neden
Böylece Aristo’nun asıl felsefesi bize, katıksız bir “metafizik” olarak gözüküyor.

Fizik
4 ana unsur: Toprak, su, hava ve ateş uzvi olmayan unsurlar alemini oluştururlar.
Bu 4 unsur nazariyesini Empedokles’ten almıştır. Ancak Empedokles’e göre öncesiz ve sonsuz olan bu unsurlar belli nispetlerde birbirleriyle ya birleşirler ya da ayrılırlar. Aristo’ya göre bu 4 unsur, birbirleriyle değişebilirler. Bunların her birinde, öteki unsurları kendine çevirme gücü vardır. Mesela ateşte, katı cisimleri kendine çevirme, ateş yapma kabiliyeti vardır.
Aristo’da bu dört unsur, en son unsurlar değildir. En son bir takım unsurlara sahiptir ki, birbirine değişen de yalnız bu ana sıfatlardır.
**Aristo fiziği, sıfatçı “Kalitatif” bir fiziktir. Aristo renk ve sesi de eşyanın objektif sıfatları olarak görür.
**Pythagoras fiziği ise unsurların bir takım geometrik şekiller meydana getiren atomlardan ibaret olduğu şeklinde idi.
**Aristo fiziği bütün Ortaçağ boyunca varlığını sürdürmüş ve egemen olmuştur.

Alem Düşüncesi
--Aristo’ya göre Tanrı, bütün aleme ilk hareketi vermiştir. Alem “yeryüzü” ve “gökyüzü alemi” olarak 2’ye ayrılır.
--Yeryüzünü öncesiz ve sonsuz olan 4 unsur oluşturur.
--Gökyüzü alemini ise yine ezeli ve ebedi olan, ama yeryüzü ilke ilgili olan 4 unsurdan çok daha ince ve eksiksiz bir unsurdan yani “Ether”den meydana gelir.
--Antikçağ’da bilinen 5 gezegen, (Venüs, Merkür, Mars, Jupiter ve Satürn) ile Güneş ve Ay gökyüzünü oluşturur.
--Gökyüzü alemi, sabit olan arzın üstünde yükselir ve birbiri içine geçmiş çok sayıda şeffaf kürelerle çevrilmiş Ether’den meydana gelmiştir.

İnsan Anlayışı
İnsan âlemde Tanrı’ya en çok benzeyen ve ona en çok yaklaşmış olan varlıktır. çünkü akla sahip olan insan, bütün üstün bilgileri elde etme yeteneği vardır. İnsan, Tanrı’yı, varlığı, oluşu ve oluşun sebeplerini kavrayabilecek şekilde yaratmıştır.
Aristo’ya göre insan beden ve ruh yapısı yönünden tam bir kosmos, uyumlu bir alemdir. Onu hayvandan ayıran en önemli özelliği (ayrımı)ise düşünebilmesidir, buna bağlı olarak da konuşabilmesidir.

Psikoloji
Ruh Aristo’da organik dünyanın esasını oluşturur. Her canlıda canlılığın belirtisi olan biri etkin, diğeri edilgen iki varlık vardır.
Burada etkin olan ruh, edilgen olan bedendir. Beden madde, ruh ise formdur.
Alıntı ile Cevapla
Alt 21 Şubat 2014, 22:46   Mesaj No:6
Medineweb Sadık Üyesi
JAZARİ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:JAZARİ isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 17525
Üyelik T.: 23 Mart 2012
Arkadaşları:1
Cinsiyet:
Yaş:44
Mesaj: 585
Konular: 65
Beğenildi:74
Beğendi:41
Takdirleri:13
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: İstanbul İlitam Felsefe Tarihi Konu Özetleri

Felsefe Tarihi 6. Ünite Özet
________________________________________
FELSEFE TARİHİ 6. ÜNİTE ÖZET

HELENİSTİK FELSEFE VE ROMA (AHLÂK) FELSEFESİ
Dönemin Ayırt Edici Özellikleri Teorik Felsefeden Pratik Felsefeye / Ahlâk ve Dine Yöneliş

A. ŞÜPHECİLİK
İlk (Eski) Şüpheciler (Pyrrhon, Timon)
Akademi (Orta) Şüpheciliği (Karneades)
Yeni Şüphecilik (İskenderiye), (Ainesidemos, Sextos Emprikus)

B. STOACILIK
ESKİ (ERKEN) STOA (Kıbrıslı Zenon)
YENİ (GEÇ) STOA / FELSEFENİN ROMA’YA GEÇİŞİ (Cicero, Seneca, Epiktetos, Marcus Aurelius)

C. EPİRÜROSÇULUK
Epiküros Metafizik Ahlâk, Toplum ve Siyaset

ÖZET
-Helenistik felsefe ve Roma felsefesiyle birlikte, felsefe, yönünü ahlâk alanına çevirmiştir.
-Bu felsefe, teorik felsefeden pratik felsefeye, bir başka ifadeyle ahlâk ve dine yönelişin iz ve işaretlerinin belirginleştiği bir dönemin ürünüdür.
-Ortaya çıkan ekoller Şüphecilik, Stoacılık ve Epikürosçuluktur.


HELLENİSTİK FELSEFE VE ROMA FELSEFESİ (AHLÂK) FELSEFESİ

-Yunan kültürü Yakın Doğu ülkelerine yayılma sürecine devam etmiştir.
-Büyük İskender’in imparatorluğu parçalanmıştır (Makedonya, Suriye ve Mısır’da parçaları kalmıştır)
- Yunan kültürü eğitimin ve öğrenimin temeli sayılmıştır.
-Ancak artık Yunan kökenli olmayan hakların da yadırgamadan paylaşabildiği, hayat şartlarına, dünya görüşlerine uydurduğu bu kültür, Doğu’ya özgü düşüncelerin tesiri altında köklü bir değişime uğramıştır.
-Bu değişim ve kaynaşma, o zamanki dünyanın bu geniş ve önemli bölgesinde yaşayan insanlığın ortak malı “kozmopolit” bir kültüre dönüşmüştür.
-Bu kültüre Helenizm (Hellenism, Hellas: Yunanistan) ismi verilmiştir.
-Helenist dünyanın bütün ülkelerinde felsefe öğrenimini görmek isteyen öğrenciler, bu filozofların (Sokrat, Platon, Aristo) ders verdiği şehre gelmişlerdir.
-Atina’nın yanında, en başta İskenderiye ( Aleksandria) olmak üzere, daha başka kentler de kültür merkezleri olarak önem kazanmıştır.
-Roma birer birer Helenist devletleri yutarak görkemli imparatorluğunu kurmayı gerçekleştirmiştir.
-Yunanlılar Roma’yı fethetmeyi başarmışlardır.
-Yunanlı sanatçılar ve mimarlar Roma’ya davet edilmiştir
-Yunan kültürü Helenize edilmiş olan Yakın Doğu gibi Roma’yı da tesiri altına almıştır.
-Bu dönemde çok kullanılan şu kavramlar öne çıkmıştır:
Kozmos: bir düzen içindeki evren düşüncesi
Logos: her şeyi yöneten ve varoluşun temel ilkesi olan akıl
Eros: erdemler ve iyiliklerle birlikte güzele yöneliş
-Antikçağ’ın son döneminde Yunan felsefesinin büyük Yunan filozofları gibi, düşünürlerle karşılaşılmamıştır.
-Felsefe bu çağda din ve sanatta da önemli bir kültür öğesi olmuştur.
-Bu durum Hıristiyanlık iyice yerleşinceye ve felsefe rafa kaldırıncaya kadar devam etmiştir.
-Hıristiyanlık bu felsefelerin tesirinde kalmıştır.
-Roma, dünya İmparatorluğunun merkezi haline gelmiştir.
-Grek felsefesi Platon ve Aristo’yla zirveye ulaşmıştı.
-Tabiat araştırması ahlâk sahasında ciddi araştırmalarla desteklenmiş, tabiat bilim belirgin şekilde değiştirilmiş ve genişletilmiştir.
-Grek dünyasının entelektüel hazineleri hem kapsam hem de değer bakımından bir çok yönden zenginleşmiştir.

Dönemin Ayırt Edici Özellikleri

- Yunan kültürü İskender’in fetihleriyle açılan dünyaya taşınmıştı.
-Yunan uygarlığı ve ilmi Akdeniz etrafındaki bütün kavimlerin ortak malı haline gelmiştir.
-Buna Hellenismus (Yunanlılaşan dünya) dönemi adı verilir.
-Bu dönemde, siyaset bakımından zayıflık içinde bulunan Yunanistan, manen dünyayı fethetmiştir
-Aristo, Yunanlının bütün teorik ve pratik düşüncelerini bir büyük felsefe sistemi halinde, nihayet yine bir kez daha birleştirmeyi başarmıştı.
-Bu dönem taklitçiler dönemi başlamıştır (Bunların kendilerine özgü felsefî dehası yoktur, görevlerini var olan felsefî fikirleri benimsemek ve yaymakla sınırlı tutarlar.)
-Felsefî yaratma gücünün yok olmasıyla bağlantılı olarak bilginin mahiyeti değişir. Genel ve kuşatıcı konulardan ziyade, bireysel konuların araştırılmasına başlanır. (Sofistler zamanında)
-O döneme gelinceye kadar genel olarak filozoflar, aynı zamanda matematikçi, astronom, fizikçi, hitabet öğrencisi ve siyaset adamıydılar.
-Bu dönem ihtisas adamları henüz çoğunlukla bir felsefe okuluna bağlı veya eğilimli, her bireysel ilim de özel temsilcilere sahip hale gelmiştir.
-Uzmanlık ilimlerinin merkezi Mısır’da İskenderiye idi. Bu şehirde, özellikle hükümdarların hoşgörüsü sayesinde gözlemevleri, aletler, hayvan ve bitki bahçeleri, bir ameliyathane ve özelikle büyük bir kütüphane bulunuyordu.
-Doğa felsefesi ve bilgi teorisi geri çekilerek yerine maddeci veya özelikle deneye dayalı ve doğru anlayışlara bırakmıştır
-Filozoflar genellikle eski sistemleri sadeleştirmek veya düzeltmekle yetinmişlerdir.
-Pratik felsefelere ilgi artmıştır.
-Aristo’dan sonraki bu dönem filozoflarının, tıpkı Tekyönlü Sokratçılar gibi, felsefî önemleri az, uygarlık ve ahlâk tarihi üzerindeki etkileri ise daha fazladır.
-Dönemin felsefesi, daha çok avam arasında yaygınlık kazanıp nüfuz etmiştir.
-Yeni öğretilerin temsilcileri çoğunlukla toplumun orta veya aşağı tabakalarından çıkmıştır.
-Ahlâk felsefesi, derinliği bakımından “bireysel” ise de, diğer taraftan millî sınırları aşarak insanlık düşüncesini kavramıştır.
-Bu zamandaki felsefeyi iki kısımdır:
1. Helenistik Dönem: Felsefenin Diyadoklar döneminde ve Diyadokların egemen oldukları alanlarda gelişmesi. Henüz Yunanlı, ya da Yunanlılaştırılmış kültür özelliği bu dönemde hissedilir. Felsefenin içeriğini tercih olarak ahlâk sorunu oluşturur. Bu dönem ait olan filozoflar: Eski Stoalılar, Epiküros Okulu ve Eski Şüpheciliktir. Bu dönem M. Ö. 300-150 yılları arasını kapsar.
2. Roma İmparatorluğu Alanında Felsefe: Felsefî çalışmaların içinde olanlar, artık Yunanlılardan başka, onların yanında Romalılar ve diğer topluluklardır. Ahlâkî özelliği giderek artan bir dinî renk alır, ta ki Yeni Platonculuk hemen bütünüyle ulûhiyete ilişkin mistik düşünceler (Theosophie) şekline dönüşür. Bu döneme mensup olanlar, Orta ve Son Stoalılar, Son Şüpheciler, Lecretius, eklektikler ve nihayet Yeni Platoncular’dır. Bu dönem, Yunanistan’ın Romalılar tarafından fethiyle başlar (M.Ö. 2. yüzyıl ortası) ve M. S. 6. yüzyılda, Antikçağ felsefesinin son izleyicileriyle neticelenir.


Teorik Felsefeden Pratik Felsefeye/Ahlâk ve Dine Yöneliş

-Helenistik Roma döneminin bilimsel bakımından en önemli özelliği, tek tek bilimlerin gelişmesidir.
-Metafizik problemlere karşı ilgi azalmıştır.
-Tek tek bilimlerde, matematikte, doğa bilimlerinde, filoloji ve tarih alanındaki çalışmalarda ise çok başarılar elde edilmiştir.
-Felsefenin pratik bakımdan ele alınıp işlenmesi çok gelişmiştir.
-İnsan hayatının amaçları bilimin yardımıyla belirlenmeye başlamıştır.
-Din gittikçe bir gelenek-görenek şeması olmuştur.
- Yaşayış Bilgeliği (bilgece bir yaşama), Aristo’dan sonraki felsefenin ana-sorunu olmuştur.
-Felsefe yalnız pratik sorunlarla kalmiş ve problem koyma daralmıştır.
-Daha çok teorik meseleler üzerinde durulmuştur.
-Eski öğretiler, pratik düşüncelere bağlı olan kılık değiştirmiş şekilleridir.
-Yunan felsefesi gelişmesinde gittikçe din ile bir karşıtlık durumu ortaya çıkmıştır.
-Din ve devlet bakımından dayanakları kalmamış olan aydınlar da bu dayanağı felsefede bulmaya çalışmışlardır.
- Helenistik Roma felsefesi öncelikle “tek kişinin mutluluğu”nu kendisine başlıca sorun yapmıştır.
-Ahlâk felsefesi ağırlıktadır. En belirgin Epikürizmde)
-Büyük kitaplıkları, müzeleri olan önemli bilim merkezleri inşa edilmiştir. (Rodos, Bergama, İskenderiye, Tarsus, Roma, sonları Antakya ile İstanbul gibi). En ünlüsü İskenderiyedir.
-Derin bir din ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Doğu ile Batının dinleri birbirleriyle kaynaşmıştır.
-“ahlâklı yaşama” ülküsü felsefe de dinî bir renk almıştır.
-Bir sürü dinî tasavvur felsefeye de sokulmuştur.
-Helenistik Roma felsefesi, sorunlarının ağırlık merkezlerine göre iki dönemde değerlendirilebilir:
Ahlâkî dönem: Hemen Aristo’dan sonra başlamıştır
Dini dönem: başlangıcı birinci Milat yüzyılıdır.
-Aristo’tan sonra felsefe iki kanaldan ilerlemişt (hem ahlâk felsefesi, hem de pozitif bilimler gelişmişti)
Platon ile le Aristo’nun okulları (Akedemia ile Lykeion) da bu gelişmeye uyum sağlamışlardı.
-Lykeion’da yetişen bilginler, sonra İskenderiye’deki bilimsel çalışmalarda yer almışlardır.
-4. Yüzyılın sonlarında Stoa ile Epiküros okullarının kurulmasıyla Akedemia ile Lykeion’un Atina’daki otoriteleri sarsılmıştır.
- Bu dört okul (Akademia, Lykeion, Stoa, Epikorusçu Okul) Atina’da yüzyıllarca yan yana birlikte varlıklarını sürdürmüşlerdir.
-Bu dönem metafizik, fizik ve mantık sorunlarındaki tartışmaları dolaylı idi; esas mücadele alanı, ahlâk görüşleri sebebiyleydi.
-Dogmatik nitelikte olan bu dört felsefenin yanı sıra bütün Helenistik Roma dönemi boyunca Şüphecilik (Skepsis) de sistem olarak varlığını korumuştur.
-Şüpheciliğin diğerleri gibi bir okul örgütü, disiplini, çerçevesi yoktu. Ancak onun sistematik bir bağlantısı bulunmaktaydı.

A. ŞÜPHECİLİK
-Yunanca ‘skepsis’ kelimesi normal kullanımda ‘bir şeyi ele alma, inceleme, bir şey üzerinde düşünme’ anlamına gelmektedir.
-Bir süre sonra filozof ve bilim adamlarını herhangi bir konu üzerindeki yöntemli soruşturmasına karşılık gelmeye başlamıştır. Böylece ‘Septik’ kelimesinin kendisi özel olarak ‘felsefî araştırıcı, soruşturucu’ anlamını kazanmıştır.
-Sextus Empiricus, Pironculuğun Ana Görüşleri adlı eserinde “Septiklik’ten söz etmemizin sebebini, Septiklerin ‘araştırıcılar olmasından kaynaklandığını söylemektedir.
-Sextus’a göre herhangi bir şeyi araştıranlar başlıca üç gruba ayrılır:
1. Grup: Dogmatikler (Sextus’a göre bunlar hiç olmazsa bazı sorunlara cevap bulmuş olduklarını düşünen Aristo, Epikür, Stoacılar ve başkalarıdır. )
2. Grup: Tersine Dogmatikler(Araştırılan grubu, araştırılan problem veya konunun çözülemez olduğunu ileri sürerek araştırmadan vazgeçenler oluşturur. Sextus bu gruba da Kleitomakhos, Karneades ve diğer Orta Akademi dönemi filozoflarını sokmaktadır. Ona göre bunlar da dogmatiktirler, ama tersine dogmatiktirler; çünkü onlar dogmatik olarak bir şeyin bilenemeyeceğini savunurlar)
3. Grup: Pironcular/Pironcu Septikler (Bunlar sorunun o ana kadar çözülmemiş olduğunu düşünürler; ama bundan dolayı araştırmayı bırakmazlar, soruşturmalarına devam ederler. Sextus kendisi bu gruba dâhil eder.)
-Orta Akademi dönemi Septikleri kendilerini açık olarak Sokrat’ın ve Platon’un varisleri olarak tanımlamışlardır.
-Ainesidemos ve Sextus Empricus gibi büyük şüpheci yazarlar veya filozoflar, Antikçağ şüpheciliğinin bütün tezlerini ve argümanlarını bir araya toplayarak çok zengin bir şüpheci argümanlar mirası bırakmışlardır.

Şüphecilerin Üç Dönemi
1. Pironculuk veya Eski Şüphecilik: Piron ve onun öğrencisi Timon tarafından temsil grup.
2. Akademi Şüpheciliği: Arkesiaos’un başlattığı ve Akademi’nin bünyesi içinde ortaya çıktığından dolayı Akademik Şüphecilik denmiştir. (Orta akademi dönemi de denir.)
(Orta Akademi dönemi içinde ikinci bir ayrım yaparak Karneades ve onu izleyen diğer bazı şüpheci filozofların dönemini üçüncü veya Yeni Akademi dönemi olarak isimlendirenler de vardır.)
3. Yeni Akadami dönemi: Şüpheciliğinin ‘dogmatik’ diye nitelendirdiği bilinemezci tutumundan rahatsızlık duyduğu için kendi bağımsız felsefî şüpheciliğini ortaya atmış olan Ainesidemos’la başlayan ve Sextus Empricus’un da dâhil olduğu son dönemdir.

-Ainesidemos, Yeni Akademi döneminin yani Karneades ve onu takip edenlerin şüpheciliğini reddederek kendisini Pironculuğun bir yeniden canlandırılması olarak sunar.
-Bazı düşünce tarihçileri, bu son dönemi de Pironculuğun Ainesidemos tarafından yeniden canlandırıldığı, sistemleştirildiği ve diyalektik olarak geliştirildiği bir ilk dönemle, Sextus Empricus’ta zirve noktasını bulan Empirik Septiklik dönemi olarak iki ayrı alt dönem olarak değerlendirirler.
- Sextus Empricus, İlkçağ şüpheciliğinin en olgun, en zengin versiyonunu temsil etmektedir.
-Bu dönem Ainesidemos ve Sextus Empricus gibi şüpheciler Antikçağ şüpheciliğinin bütün tezlerini ve
argümanlarını bir araya toplayarak daha sonraki çağların şüphecilerinin kendisinden faydalanabilecekleri zengin bir şüpheci argümanlar malzemesi oluşturmalarıdır.

İlk (Eski) Şüpheciler
-Elisli Piron (Pyrrhon)’un hocası olan (Demokritos ekolüne bağlı) Anaksarchos’tır.
-Piron “İlâhî kalb sükûneti”ne sahip olmakla ünlenmiştir.
-Piron hakkında öğrencisi Phliuslu Timon’un yazıları sayesinde haberdar olunmuştur.
-Timon hicviyelerinde dogmatik filozofları eleştirmiştir.
-Piron’la birlikte sadece Ksenophanes, Protagoras ve Demokritos’a saygı göstermiştir.
-Ruh sukunetine ulaşmak esastır.
- “Bu, bana böyle gözüküyor”derler. Yani, yargı ve olumlamalarımızın, ancak kendimize yönelik olmasını doğru bulurlar.
- İşte “şüpheci filozofların bir sistemi vardır”, sistemin temeli de “muhakemenin durdurulması”dır (epokhe). Bu yüzden şüphecilere “epokhtikai” de ismi verilmiştir.
-Şüphecilik Akademi’de, bir yüzyıldan fazla bir süre hâkim olmuştur.
-Pironculuk, filozoflara kesinlik probleminin esas olduğunu hatırlatmıştır.
-Piron Plotun’un kürsüsüne yerleşmiştir.


Akademi (Orta) Şüpheciliği
-Akademia, şüpheci olmakla, kendi öz ilkesini abartmaktan ve âdeta beşiğine dönmekten başka bir şey yapmamıştır. (Şüphecilik Sokrat ve Platon’un hareket noktası idi.)
-Orta ve yeni Akademia’nın başkanlarından Arkesilaos ve Karneades olmuştur.
-Kendi kendilerine düşünmeyi, araştırmayı, doğru ile yanlışı ayırt etmeyi öğretmekle yetinmişlerdir.
-‘İşimize gelenlerden başka hiçbir şeyi kabul etmemek’ dogmasını benimsemişlerdir.
-Karneades Stoalılarla, ontoloji ve eleştiri alanında olduğu gibi, ahlâkî ve dinî alanda da mücadele etmiştir. Diyalektik ustasıdır. Tanrı fikrini bütün bakımlardan çelişkili bulmuştur. Adaletin bir gün lehinde, ertesi gün aleyhinde konuşmuş biridir. Apaçıklık olmayınca, pratikte olduğu gibi teoride de, muhtemel ile yetinmek gerekir demiştir.
-Yeni-akademia şüpheciliği yerini sinkretizme terk etmiştir.


Yeni Şüphecilik
-Merkezi İskenderiye olan görüşü başlatan düşünür Giritli Ainesidemos’tur.
-Bir yanda eklektizm, öbür yanda da Son (Roma) Stoa görüşü hakimdi.
-Ainesidemos, Yeni Şüpheciliğin kurucusu olmayı başarmıştır. Bu sisteme, “Yeni Pironculuk”, “Akademia-sonrası Şüpheciliği” de denir.

Ainesidemos
-Felsefî faaliyet, hemen hemen genel bir hareketsizlik içindeydi.
- Piron’un koymuş olduğu eski ve güçlü şüpheciliğin yeniden diriltmiştir.
-Şüphecilerin “şüphe”yi haklı göstermek için kullandıkları on kanıtı (tropos-tarz) ilk kez belirleyen filozoftur.
-Bütün bilgilerimizin göreceli olduklarını, ilk olarak canlı varlıkların arasındaki anlaşmazlıklarla göstermeyi hedeflemiştir. Bu anlaşmazlıklar da, duyu organlarının, durumların, ülkelerin, eğitim ve öğrenimin, örflerin başka başka olmasından ileri gelmektedir der.
-On tropos, daha sonra beşe ve ondan sonra da ikiye indirilmiştir.
-Ne vasıtalı, ne de vasıtasız kesin bilgi mümkün değildir derler.
- Aenesidemos’un düşüncelerine en yaklaştığı kişi Herakleitos’tur.
- Aenesidemos şüpheci yöntemi, Herekleitos’un her şeyin, evrenin sürekli akış halinde olduğu konusundaki (sonsuz değişme) teorisini anlamak için gerekli anahtar gibidir.
- Aenesidemos bir “genel biçimde görünür olan”ın varlığını kabul etmiştir. Fakat şüpheciler her dogmaya karşı isyan etmiş ve saldırmışlardır
-Pozitivist eğilimlidirler
-Gerek şüpheye düşürücü bir kontrol ve sınavla, gerek aceleyle ve kendine fazla güvenerek verilen yargılara karşı müdahele ederek her şeyden önce gerçeği lâyıkıyla kurmak ve tespit etmek istemişlerdir.
-Bu yüzden, bu sonraki şüpheciler alçakgönüllülük göstererek kendi görüşlerine yalnızca “giriş” ismini vermişlerdir

Sextus Emprikus
-Şüphecilik, bir safsatadan ibaret değildi, belki bugünkü pozitivizme yaklaştırılması daha uygun olan bu felsefî görüş “dogmatik safsatacılar için insafsız bir edep üstadıydı.
-Özellikle doğa bilimlerine bağlı olanlar bu görüşü benimsemişlerdir.
-Şüphecilerin büyük bölümü doktordu.
-İskenderiye’de gerçek bir “deneyci hekimler” okulu bulunmaktaydı.
-Hastalıkların sebepleri hakkındaki tartışmalarını, başarılı bir sonuca ulaşılmasının imkânsız olmasına dayanarak terk etmişlerdi ve deneyle, yani açık gözlemlerle yetiniyorlardı.
-Bu “şüpheci deneyciler” ve “deneyci şüpheciler”in düşüncelerinin yayıcısı, Emprikus (deneyci) lakabını taşıyan, doktor Sextus Emprikus idi.
- Önemli eserleri: Üç kitaba ayrılan Pironcu Taslaklar, Matematikler (felsefî tarzda mantık, fizik ve ahlâkla meşgul olanlar aleyhine beş kitap.)
-Kitaplarda, şüphecilerin mutlak biçimde kesin bir burhan konulmasının imkânsız olduğuna ilişkin bütün kanıtları ortaya koymuştur. Allah’ın varlığı için ortaya konulan dogmatik kanıtlar da boşa çıkarılır.
-Sonraki şüphecilerin gözünde ahlâk felsefesinin hedefi, en yüksek iyi ve “ataraksiya”, yani için sarsılmaz sükûnudur.
-Şüphecilik, kültürlü kişilerin, devlet dinlerinden hoşlanmamasına sebep olmuştur.
-Rönesanstan başlayarak, tanrıbilimsel şüpheciliğe, onu savunanların çoğunda, bilime karşı çoşkun bir inanç olmuştur.
- Olimpos tanrıları saygınlılarını yitirdiğinden, Hıristiyanlığın üstünlüğüne değin, ortalık boş insanların desteğini sağlamaya çalışan Doğu dinlerine kalmıştır.

B. STOACILIK
-Helenistik ve Roma döneminde ikinci önemli felsefe okuludur.
- Kıbrıslı Zenon’un kurduğu Stoacılık, yaklaşık beş yüzyıl boyunca varlığını devam ettirmiştir.
-Stoacılık üç dönemden geçmiştir:
1. Eski veya Erken Dönem Stoacılığı
2. Orta veya Geçiş Dönemi Stoacılığı
3. Yeni veya Geç Dönem Stoacılığı.
- Zenon’dan sonra okulun başına öğrencisi Kelanthes (M.Ö. 331-233) geçmiştir.
- Okulun ikinci kurucusu olarak kabul edilen Krizippos’tur (M.Ö. 281-208).
-Orta Dönem Stoacılığının iki önemli temsilcileri Panaitios ve Poseidosnios’tur.
-Dönem Stoacılığı pratik felsefeye veya ahlâk felsefesine daha fazla önem vermiştir.
-Poseidonison ile birlikte okulun öğretisinin dinî çizgileri de yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştır.
-İlk Dönem Stoacılığının felsefesi kendi tarzında bağımsız düşüncelerden oluşmuştur.
-Orta Dönem Stoacılığı daha eklektik bir bakış açısını benimsemiştir.
- Atina’da dönemin iki önemli Stoacısı Seleukialı Diogenes ile Tarsuslu Antipatros’tur.
- Helenistik-Yunan özelliği taşıyan Stoa Okulu Panaitos ve onun öğrencisi olan Posedoinos ile birlikte Roma’ya taşınır ve Roma dünyasının bir anlamda resmi felsefesi haline gelir.
-Stoacılığın son dönemi ise Roma’nın imparatorluk dönemine rastlar. Bu dönemde Stoacılığın en önemli temsilcileri Seneca, Epiktetos ve Marcus Aurelius’tur.
- Son dönemde Stoacılıkta dinî ilgiler en yüksek seviyesine ulaşmıştır.
(Bir çeşit felsefi din olma özelliğine bürünmüştür)


ESKİ (ERKEN) STOA

Kıbrıslı Zenon
-Zenon hayata bir tüccar olarak hayata başlamıştır.
-Sokrat’ın güçlü kişiliğinin ve mutlu, iyi hayat anlayışının tesirinde kalmıştır.
-Hazzı reddeden, en yüksek iyi olarak insanın kendi nefsine hâkimiyetini ve dış dünyaya karşı bağımsızlığını savunan Kinik okulu düşüncelerini etkilemiştir.
-Paranın, evliliğin reddi, gerçek insanî topluluğun ancak iyi ve erdemli insanlardan meydana gelen bir topluluk olabileceği yönünde bazı görüşlerin bulunmaktadır.
- Stoacılar İslâm felsefesinde Revâkiyyûn ismini almıştır.
- Zenon gençleri erdem ve ölçülülüğe özendirerek en iyi olana yöneltmeye çalışmıştır.
- “Zenon’dan daha kendine hâkim” deyimi oluşmuştur.
- Zenon’a hırsızlık yapınca kırbaçlanan talebesinin “Ama hırsızlık benim alın yazım” itirazına
“Kırbaçlanman da öyle!” demiştir.
- “Bir ağzımız ve iki kulağımız var, konuşmaktan çok dinleyelim diye.” Demiştir.
- Soktas’a hayran olan Zenona en fazla Kinikleri tesir etmiştir.
- Kinikler’in öğretisinde önemli değişiklikler yapmıştır
-Stoa Helenizmin tipik felsefesidir. Stoa felsefesinin kök ve kaynakları Kinik felsefesine dayanır.
-“doğaya uygun yaşama” kavramını koyarak, bunun Stoa ahlâkının temel kavramı olmasını arzulamışlardır.
- Panteist bir dünya görüşü olan Stoa ahlâkı, bu düşüncesinde eski İyonya felsefesinin, bilhassa da Herakleitos’un tesirinde olmuştur.
- Herakleitos, Stoa öğretisinin gelişmesinde önemli bir yere sahip olmuştur.


Zenon ve Mantık
-Zenon’un, felsefeyi; mantık, fizik (metafizik) ve etik diye üç sahaya ayıran ilk filozof olduğu kabul edilir.
- Sokrat’ın ve Kiniklerin felsefesini kendisine çıkış noktası yapan Zenon’un düşüncesinin temel amacını etik (ahlâk) oluşturmaktadır.
-Fiziği de, ahlâkı da mantık ile destekleme çabası içerisindedir.
-Zenon için mantık çerçevesinde üzerinde durulacak konu, bilgi problemidir.
-Kinikyerin tesiriyle sensualisttir. Bütün ilk tasavvurlarımızın kaynağı, dış etkiler yüzünden ruhta ortaya çıkan izlenimlerdir der.
-Katalepsis (kavrama) dediği, episteme (gerçek bilgi) ile doxa (sanı) arasında bulunan bir şeydir.
–Zenona göre episteme yalnız bilgelerde bulunur. Kalepsis değil de, epistemeye sahip olan bilge doğru’nun ölçüsü der.


Zenon ve Metafizik
- Zenon, Kinik Okuluna bağlıdır.
-Stoa’nın metafiziği de materyalist ve monist bir metafiziktir.
-Zenon’un metafizik görüşünde bir yaratılıcık, özgünlük bulunmamaktadır.
Zenon da cisimsel olanın asıl gerçek olduğunu söyler.
- Bu maddî ilke de bir etkin, bir de edilgin öğe vardır: Hareket ettiren “neden”, “etken” (aiton) ile hareket ettirilen ilk madde (prote hyle). İlk madde –Platon ile Aristo’ta olduğu gibi- nicelikçe değişmezdir, hiçbir niteliği yoktur. “Neden” (aiton) ise, Herakleitos’un Logos’u ile Anaksaragoras’ın Nous’una benzer:
Aiton, evrene düzen kazandıran rationel prensiptir. Bu birlikli maddî ilkeye (arkhe) Zenon, “Tanrı” da der, “Doğa” da der; Tanrı ya da Doğanın özü ateştir.
- Aristo gibi Zenon için de yıldızlar akıllı, canlı varlıklardır.
- Akıllı varlıklarda akıl (nous), canlılarda ruh (psykhe) bitkilerde dar anlamıyla doğa (physis), cansızlarda bir yetenek olarak bulunur.
-Bütün varlıkların “neden”i olan ateş, bir zaman sonra tek tek nesnelerin dünyasını yeniden kendisine geri alır; ana-ateş’e geri dönmekle de, bu arada kabalaşmış olan nesneler arınmış olurlar (katharsis).


Zenon ve Psikoloji
-Zenon’un psikolojisi de bu fizik (metafizik) görünüşüne uygundur.
-Bedene baştan aşağı ve bütün görevlerinde ruh hâkimdir; ruh sıcak bir soluktur ve bedenî bir arada tutan ilkedir.
-Ruhta 8 kısım vardı: Akıl, beş duyu, konuşma yetisi ve ürüme gücü; bunların hepsi de, insanın birlikte yönetici hayat gücünün, ruhun birliği (hegemonikon) çeşitli görünüşleri ve ışınımlarıdır.
-Ruhun bütünü üzerinde hâkim bir güç olan hegemonikon, ruhun belli bir organa bağlı olan aşağı yetkinliklerinin de, düşünme gibi yüksek etkinliklerin de organıdır. Onda, iyiye ve kötüye kendiliğinden dönen bir esneklik vardır.
-Zenon bu hegemonikon kavramı ile kişiliğin, ben’in birliği kurulmuş oluyordu.
-Ona göre Tanrısal ruhla insan ruhu birdirler.
- Zenon, ruhun mutlak ölümsüzlüğünü de kabul etmez.


Zenon ve Ahlâk
-Zenon’un felsefesinin ana-konusu olan ahlâk felsefesi de Kinizme bağlı olup, Sokrat’ınki gibi tam bir entellektualizmdir.
- ilgi ile eylemin birliği düşüncesi, Stoa öğretisinin bir ana özelliğidir.
-“Ahlâkça yetkin olma” anlayışını Stoa, bilge idealinde canlandırmıştır.
-Bilgelik, erdemli olmaktır: Bilge kişi, erdemli kişidir. Erdem, doğaya, akla uygunluktur
(Stoa öğretisinde doğa ile akıl aynı şeylerdir). Erdem, aklın doğru durumda olmasıdır.
- Aklın doğru durumda olması da, insanın, özü bakımından rationel olan dünyayla (doğanın) uyumlu olması, ona kendini bağlı kılması ile elde ediler. “Doğanın yasasına boyun eğmek” Stoa ahlâkının başlıca bir ilkesidir.
- Stoa ahlâkının ideali olan bir apatheia (duygusuzluk)dır.
- Nesneleri doğru olarak değerlendirmeyi bildiği için, bilge kişi korku, üzüntü, acıma gibi duyguları bilmez.
-Kötülük insanı mutlu yapar, erdem ise mutlu olmasına sebep olur. Bundan dolayı Stoalılar dış değerlerin mutluluk üzerinde bir etkisini kabul etmemişlerdir.
- “doğal olan”, akla uygun olandır der.
- Stoalılar, ödev kavramını ilk olarak ahlâk felsefesine getirip yerleştirmişlerdir.
- Doğaya, akla uygun bir hayat yaşamak bir ödevdir (kathekon); bilge kişi, maddî yönüne karşı gelerek, aklın yasasına uyarak bu ödevi yerine getirecek ve gerçekleştirecektir.
-Mutlu olmak için, Zenon’a göre, erdem yeterlidir.
-Zenginlik, maddî zevkler, şeref, saygınlık, sağlık, hatta hayatın kendisi bilge için aldırış edilmeyecek, ilgisiz kalınıcak şeylerdi der.
-Zenon da, Kleanthes de intihar öderek ölmüşlerdir
- Zenon’a göre “doğruları” da, eğrileri de eylemlerinde birdirler, ahlâk bakımından ikisi de değersizdirler.
- Zenon’a göre, iyi ile kötü, bilge ile bilge olmayan arasında mutlak bir karşıtlık vardır; insalar ya iyidirler, ya kötüdürler.
-Stoa ahlâkı kendi kendine yeten bilge ideali ile individualist bir öğretidir
-Stoa bilgenin sosyal ideali dünya yurttaşlığıdır (kosmopolitik).
-Stoa’nın individualizm (bireycilik) ile universalizmi (tümcülük) uzlaştırmaya çalışan toplumsal teoridir.
-Bir engel yoksa, bilgenin devlete faydalı olmasını öğütler.
-Dünya-yurttaşlığı, bütün insanların kardeşliği, zümre ve ulus ayrılıklarının üstünde insanları hakça eşitlikleri anlayışı Stoa öğretisinin ideali olarak kalmıştır.

Kleanthes
-Zenon’dan sonra stoa okulunun lideri olmuştur.
-Üstadı gibi ciddî ahlâka sahipti, ancak düşünce bağımsızlığı daha azdı.
-En büyük ilâh Zeus şerefine ilâhi yazmıştır. (Antikçağda da ünlü olan bu eseri Panteist eğilimlidir.)
- Tanrı evrenin hegemonikon’ıdır (birliğini sağlayan ilke) ve güneşle birdir der.
-Ruhun akıllı olan ve olmayan iki kısmı olduğunu söyler, bu yüzden de, kalkınmak için insan Tanrının yardımına ihtiyaç duyduğunu kabul eder.
-Stoa okulunun başkanlığına Kleanthes’den sonra Chrysippos gelmiştir.
-Chrysippos’un üstünlüğü, diyalektik ustalığı sayesinde Stoa görüşünün düşünce yapısını her yönden onarmasında, düzeltmesinde ve tamamlamasındadır. “Chrysippos olmasaydı, Stoa olmazdı” sözü yaygınlık kazanmıştır.
- Panaetius da Stoa felsefesini Roma’ya nakletmiştir.
-Eski Stoa ekolü birliğe sahip bir bütün olarak nitelendirilmiştir.
-Stoalılar genel olarak kendilerini Kiniklerin düşünce çocukları kabul etmişlerdir.
-Felsefe ve hayatın amacının erdemin uygulanmasından başka bir şey olmadığını söylerler.
-Antikçağ medeniyetinde yerleşmeye başlayan felsefenin mantık, fizik ve ahlâk alanlarına ayrılması Stoalılarda da geçerli ve kalıcı olmuştur.
- Stoalıların yaptıkları benzetmelerden birine göre mantık, bir bahçenin etrafının çitle çevrilmesidir, fizik o bahçenin ağaçlarına benzer, ahlâk felsefesi de tek değere sahip şey olan yemişlerini içerir.
- İlk Stoalılar, gerek mantık ve gerekse fizik ilimleriyle özenli bir biçimde uğraşmışlardır.
-Oysa Son Stoalılarda bu uğraş giderek terkedilmiştir. Sonunda bütünüyle ortadan kaldırılmıştır.


ORTA STOA

Panaitios
-Orta Stoa’nın kurucusu olan Panaitios’tur.
-Panaitios Eski Stoa’nın ahlâk konusunda sert bir disiplinden yana olmasına karşı çıkar. (Eski Stoa’ya göre insanlar ya üstündürler, ya aptaldırlar. İnsanlar arasında başkaca bir fark yoktu. Eski Stoacılar, öncelikle, “üstünlük ideali”ni açıklamak istemiştir.)
-Üstünlük, kişinin kendini tutkularından kurtarıp yaşamına aklı üstün kılmasıdır.
-Panaitisos’a göre her insanın ideali, “kendi kişiliği”nde bulunur.
-Tüm insanlar için geçerli olan tek bir idel göstermenin anlamının olmadığını savunurlar ve bir insan için doğru ve uygun olan bir davranış biçiminin, bir başkası için yanlış ve aykırı olabileceğini söylerler.
-Eski Stoacılar, dünya devletinden söz ederken, bunun çok uzak bir gelecekte gerçekleşecek bir ideal olduğunu düşünürler. Hâlbuki Orta Stoa bu idealin Roma devleti ile gerçekleşmiş olduğunu kabul eder.

Poseidonios
-Panaitios’un öğrencisidir. Suriyeli bir Grektir.
-Gökbilimle ilgili önemli çalışmalar yapmıştır. Güneşin uzaklığı konusunda onun yaptığı ölçümleme, eski çağın en iyi ölçümlemesiydi.
-Tarihçi olan Poseidonios seçmeci (eklektikos) bir filozof olarak bilinir.
-Pek çok Stoacı gibi ruhun, bedenle yok olduğuna inanmıştır.
-Poseidonios tersine ruhun yaşantısını havada sürdürdüğünü ve dünya yeniden tutuşana değin, değişmeksizin orada kaldığını savunur.
-Cehenneme inanmaz ama günahın ruhun yükselişini engellediğini söyler.
-Çok kötü olanın yere yakın kaldığını ve yeniden bir bedene gireceğini; erdemli olana ise yıldızların yöresine çıkacağını ve yıldızların dolaşmalarını gözleyerek vakit geçireceğini söyler. Erdemli ruhların başka ruhlara da yardım edeceğine inanır. (Bunları yıldızbilimin doğruluğunu açıklar.)
-İnsanın bir Tanrısal (akıllı olan) yönü, bir de hayvansal (akıllı olmayan) yönü olduğuna inanır.
-Ruhun akıllı olmayan yönünün bedene bağlı olduğunu, bu yüzden de değersiz olduğunu ve ruh için bir zindan olduğunu savunur
- Ruhun akıllı yönünün (logistikon) akıllı olmayan yönü (alogstikon) üzerinde hakimiyet kurmasıyla insan erdemi, dolayısıyla mutluluğu elde edeceğine inanır.


YENİ (GEÇ) STOA/FELSEFENİN ROMA’YA GEÇİŞİ
-Helenistik felsefenin özelliği, zıt düşüncelerin birbirine yaklaşması, bir uzlaşma çabası içerisinde olmasıdır.
- Stoa Okulu’nda Panaitios ile Poseidonios, Eski Stoa’nın dogmatizmini yumuşatıp bir uzlaşmaya, bir eklektizme sebep olmuşlardır.
- Yunan düşünürleri Yunan felsefesinin fikirlerini Romalı aydınlara öğreten öğretmenler olmuşlardır.
-Felsefeyi Yunanlılardan öğrenen Romalılar bu sahada yaratıcı olamamışlardır.
-Halk dini üstüne yükselmiş Romalı aydın için, felsefen dinin yerine tutan bir dünya görüşü olmuştur.
-Romalı düşünürler, Stoacılığı reddetmek yerine, onu aşırılıklarından arındırma yolunu tercih etmişlerdir.
-Stoacıların erdemin birliği konusunda diretme tavrı terk edilmiştir.
- Çileci (ascetic) ve özgeci (altruistic) Roma Stoa düşüncesine egemen olmaya devam etmiştir.
- İntihar (“özgür ayrılış”) onlara göre cesur adamın işaretidir.
-Cesur adam politik ödevlerini ciddiye alan ve yılmadan yerine getiren adamdır.
- Stoacılık, tutarlı bir ahlâk felsefesi geliştirmeyi hiçbir zaman tam olarak başaramamıştır.
-Stoacılık, gerçekte felsefî bir teori olmaktan çok bir dindi ( kuşkusuz bir hayli dünyevî bir din) olmuştur.
-Stoacılık hâlâ daha akılsal ve hâlâ daha Yunan kalmıştır.

Cicero
-Panaitios dönemindeki filozoflar ile Roma iyi ilişkiler içinde olmuştur.
- Panaitios’un Roma’da yetiştirdiği öğrenciler arasında ünlü “Cicero” bulunmaktadır.
-Cicero’nun eserleri tam anlamıyla Romalıdır, yani bu eserin orijinal bir yanı bulunmamaktadır.
Yani Yunan eserlerinin bir çeşit uyarlamalı çevirisinden başka bir şey değildir.
-Cicero “Latince felsefe terimleri”ni toplamakla büyük bir hizmette bulunmuştur.
-Hukukçu olan Marcus Tullius Cicero, bu alandaki yetenekleriyle M.Ö. 63’te konsüllü olmuştur.
- Caesar’ın suikastla katledilmesinden sonra öldürülmüştür.
-Cicero, Stoacı olduğu kadar, Peripaetik, Akademik ve eski Roma’ya özgü kaynaklardan beslenmiştir.
- Hayatın Ereklerine Dair isimli eserinde muhalif okulların ahlâk görüşlerini tartışıp eleştirmiştir.
-En Yüksek İyi doğayla barış ve uyum içerisinde yaşamaktır der.
-Devlet Üzerine ve Yasalar Üzerine eserler yazmıştır. (Teselli, Akademia’lıların Sorunları, Dostluk ve Yaşlılık üzerine küçük yazıları ve Tanrıların Niteliği Üzerine, Kahinlik Üzerine, En Yüksek İyi ve Kötü Üzerine, Tusculum Tartışmaları)
- Yunan felsefesinin terimlerini Latince’ye çevirmiştir.
Bu terimler, Latince terimler sistemine dayanan felsefe dillerinin bugün de hâlâ temelidirler.
-Cicero için, felsefe mutluluğa götüren yoldur; gerçek mutluluğun tek dayanağı da erdemdir.
-Haz, sağlık, zenginlik, saygınlık vb. gibi dış değerler ikinci planda yer alırlar.
-İnsanın kendisini bilmesi, erdeme götüren ilk yoldur; ama doğayı da bilmek, insanın kendisini bilmesinin bir parçasıdır der.
-Tanrısal akıl bulunduğu için, ruhun bedenden üstün olduğunu söyler.
- Cicero bütün Helenistik Çağda (Epikürizm, Stoa) ağır basan individualist ahlâk anlayışını aşarak, Platon’da olduğu gibi, sosyal nitelikte bir ahlâka ulaşmıştır.
-Onun da düşünceleri, Platon’da olduğu gibi, hep ideal devlet üzerinde toplanırlar.
-De re publica adlı eserinde yurttaşlarını devlet işlerine katılmaya çağırır.
- Yasalar Üzerine adlı eserinde insanlar için geçerliliği olan bir doğa hukukunu, bütün insanlarda ortak olan akıldan türetmek girişiminde bulunmuştur.
-Öldürmek, çalmak, yalancı şahitlik, bütün bunlar toplumların hükümdarların ya da hâkimlerin kararlarıyla yasaklanmış değildir; bunların yapılmamasını duyuran doğal hukuktur, akıl ile tanıtlanabilen hukuktur der.
-Stoa Okulu, Panaitios’a çok şey borçludur; çünkü ondan çok şey öğrenmişlerdir.
-Romalı Stoalılar arasında yer alan İmparator Neron’a mürebbilik yapmış olan Seneca, köle olan Epiktetos ve İmparator Marcus Aurelius Antonius çok önemli üç isimdir.

Seneca
-Geç Stoa döneminin ilk önemli filozofudur (M.Ö. 4-M.S. 65).
-Stoacılığın tesirinde kalmıştır bir avukat ve senatördür.
-Verimli bir yazar olan Seneca’nın eserleri dört grup altında toplanmaktadır: Nutuklar, tragedyalar, felsefî diyaloglar veya denemeler ve mektuplar.
-Felsefî diyalogları: Teselli Üzerine, Acıma Üzerine, İnayet Üzerine, Öfke Üzerine, Hayatın Kısalığı Üzerine, Ruh Sükûneti Üzerine, Mutlu Hayat Üzerine.
-Dostu Lucilius’a yazmış olduğu yüz yirmi dört mektubu ise esas olarak ahlâkla ilgili konuları ele aldığı için Ahlâk Mektupları olarak isimlendirmiştir.
-Mantık ve bilgi teorisiyle ilgili konularla ilgilenmemiştir. Daha cok ahlâk konuları üzerinde yoğunlaşmıştır.
-Ahlâk felsefesi alanında da, özel olarak ruh huzuru ve toplumsal sorumluluk, ödev kavramları üzerinde durmuştur.
-Seneca’nın Tanrı’sı Stoacılığın evrenin her tarafına yayılmış olan Aklıdır; insan ruhu ise insan bedeni içine yerleşmiş tanrısal soluktan başka bir şey değildir. (akıl=Tanrı)
-Poseidonios’un Altın Çağ’da filozofların insanlara uygarlığı öğrettiğini görünce itiraz etmiştir.
-Ahlâkın bozulmuş olduğundan bahseder.
-Her türlü sanatın para hırsını körükleyerek insanları mutsuz etmekten başka işe yaramadığını söyler.
-Felsefe ona göre iyi yaşama yoludur, mutlu olma sanatıdır. O, doğaya uygun yaşamanın yolunu göstermiştir. Mutluluğun da doğaya uygun yaşamaktan geçtiğini söyler.

Epiktetos
-Düşüncesi üzerinde bir Hıristiyanlık etkisi olduğu tahmin edilmektedir.
-Felsefeyle tanışmadan önce Roma’da bir köleydi.
-Döneminde zengin Romalılar parlak genç kölelerine iyi eğitim aldırmışlardır.
-Özgürlüğünü elde ettikten sonra kendini geliştirmiş ve Roma’da dersler vermiştir.
-Sokrat gibi bir eser bırakmamıştır, fakat öğrencileri onun “konuşmalar”ını kitap haline dönüştürmüştür.
-Epiktatos’ta Stoacılığın dinî eğilimi açık bir şekilde görülmektedir. Stoacı epistemolojiyle ve fizikle tanışık olduğu halde, dostu ve ilk derlemecisi Arrianus “dinleyenlerinin zihinlerini en iyi şeylere taşımaktan
-Epiktetos, dünyayı yönetenin tanrısal öngörü olduğunu kavrarlarsa insanların daha iyi olacaklarına inanmıştır.
-Tanrı insanları kendine eş yaratmıştır der. İnsan Tanrı’dan kopmuş bir parçadır. Her insanın içinde bir “Tanrı payı” vardır der.
-“tahammül” ve “sabır” önemlidir der. “İnsan bu iki kelimeyi yüreğinde tutar da, kendine hâkim olmak ve kendini kollamak suretiyle onlara dikkatle kulak kabartırsa, hemen hiç kötü yola düşmez ve dingin ve huzurlu yaşar”der.


Marcus Aurelius
-Erkenden felsefeye eğilim duymuş ve Stoa’cı kurallar içinde yaşamıştır.
-Güzel sanatların hemen tüm dallarına ilgi duymuş, özellikle edebiyat sahasında bir üstat durumuna gelmiştir.
-İmparator Hadrianus ölmeden önce siyasete yönelmiştir.
-İmparator olduktan sonra hoşgörülü, adaletli, tutarlı yönetimiyle kısa zamanda sivrilmiştir.
-Düşünce tarihinde onun kişiliği; dürüstlüğün, iyiliğin, hoşgörünün, çalışkanlığın, ruh soyluluğunun, kısacası yetkin insan olmanın simgesi olmuştur.”
-Platon’un filozof-kral idealinin tarihtedeki ilk örneğidir.
- Roma Stoacılığının son büyük temsilcisi kabul edilmektedir.
-Platonculuk, Aristotelesçilik ve Stoacılılkla ilgili dersler almıştır.
-Dört felsefe okulu, Platoncu, Aristocu, Epikürosçu ve Stoacı okulların her biri için yeni kürsüler açtırmıştır.
-On iki defterden meydana gelen Düşünceler’i felsefe sevenlere bırakmıştır.
-Marcus Aurelius’un düşünceleri evrenin, eşyanın birliği, sürekli değişme, evrensel determinizm veya kader, insan hayatının gelip geçiciliği, ölümün kaçınılmazlığı, tanrısal inayet, toplumsal sorumluluk ve işbirliği, hoşgörü gibi konulardır.
-Düşünceler’in en etkili pasajlarının bir bölümü sürekli değişim kavramıyla alakalıdır.
-Evrensel sürekli değişim temasına parelel bir konu, insan hayatının gelip geçiciliği, ölümün kaçınılmazlığıdır.
-‘Doğa’ya uygun yaşamak’, diğer Stoacılar gibi Marcus Aurelius’un ahlâk felsefesinin temel prensibidir.
- Marcus Aurelius’un evrenin akılsallığı, düzenliliği ve iyiliği konusundaki bu temel inancında, diğer Stoacılarda olmayan belli bir şüphecilik de bulunmaktadır.
- Montaigne gibi yazarlarla aynı gruba (ihtiyatlı iyimserler, şüpheci iyimserle) sokabiliriz.
-Tanrısız, inayetsiz bir dünyada yaşama düşüncesi Marcus Aurelius’a tahammül edilmez bir husus olarak kabul edilmektedir.
-Düzensiz, rastlantısal, karışık bir evren tasavvurunu kabul etmez.
- Stoacılar gibi başlarına gelen kötülüklerden, mutsuzluklardan sorumlu olanların, insanların bizzat kendileri olduklarını söyler.
-Bize haksızlık yapanlara, bizi incitenlere de iyi davranmamız, onlara hoşgörü göstermemiz gerekir der.
-Stoacı düşünceler Batı felsefesinde Giordano Bruno, Descartes, Spinoza, Locke, Kant, Schiller, Goethe ve diğer bir çok filozofta bu felsefenin tesirleri görülmektedir.
-Hıristiyanlık üzerinde izler bırakmıştır.
-Stoacılık azla yetinebilme, dünya varlıklarının ardında çılgınca koşmama, kendini tutmasını bilme gibi erdemlere önem vermiştir.
-Tanrı’ya “Baba” diye seslenmiştir.
-Ülke sınırlarını aşan bir “insan sevgisi”yle tüm insanlığa sevgiyle, anlayışla bakabilmiştir.
-Stoacı Mark Aurel, Hıristiyanlara hoşgörü ve anlayışla bakmamıştır.
-Stoacılar, kendilerine göre yorumladıkları, eleştirebildikleri eski halk inançlarından vazgeçmemişlerdir.
-Hıristiyanlık bütün sürtüşmelere ve çekişmelere karşın, Stoacı öğretiden ve oluşan ortamdan yararlanmıştır.
- Stoacılık, İmparatorluğun işleriyle uğraşan sayısız ve uzun zamandır adı sanı bilinmeyen insanlar için günlük hayatın işleriyle –krizlere göğüs germe, geleceği planlama, çalışma ve ölme- bir amaç ve değer duygusu içerisinde boğuşmalarını mümkün kılan aklî bir ortam hazırlamıştır.

C. EPİRÜROSÇULUK

Epiküros
-Stoa okulunun muhalif kardeşi, onunla sürekli münakaşa içinde bulunmakla birlikte, bu okulla bir çok ortak noktaları paylaşan Epikürosçuluktur.
-Takipçileri “bahçe filozofları” ismiyle anılmıştır.
-Felsefe, Epiküros’a göre, ruh için bir ilaçtır.
-Epiküros’un ismi haksız yere bir zevk ve haz hayatıyla birlikte anılmıştır.
-Topluluğundaki gençlere hoş mektuplar yazmış olan Epiküros, eski filozoflardan beklenen, heyecanların dile getirilmesindeki ağırbaşlılık ve titizliği göstermemiştir.
-Yiyecek ve içeceği çoğunlukla ekmek ve su olan Epiküros “Ekmek ve suyla yaşadığımda, zevkle titrer bedenim, lüks zevklerden, kendi adlarına değil, onları izleyen uygunsuzluklar adına nefer ediyorum” demiştir.
-Faydasız oldukları ve gerçekle örtüşmedikleri gerekçesiyle karşı çıktığı bilimsel araştırma yahut matematik bilimlerden çok az yararlanmıştır. Her iki alanda da kendi eğitimi oldukça sathidir.
-Diyalektiğin sadece kıstas yahut ölçütle ilgili bölümüne önem vermiştir. (kanonik)

Epiküros ve Metafizik
-Metafiziğiyle, insanı Tanrı ve ölüm korkusundan kurtarıp, bir ruh sükûnetine ulaştırmayı amaçlayan Epiküros, daha önceki atomcular gibi, gerçekte var olanın yalnızca iki türden şeye indirgenebileceği düşüncesindedir: Atom ve boşluk.
-Epiküros’a göre, cisimlerin var oldukları olgusu apaçık bir olgudur.
-Bileşik cisimler ve atomlardır der. (Bir atom varlığa gelmiş olamayacağı gibi, yok olup gitmez der.)
-Epiküros’un metafaziğinin atomlar ve boşluktan sonraki üçüncü temel kategorisi, hareket ya da değişmedir.
-Atomcu görüşün kurucusu olan Demokritos’tur.
-Epiküros’un evren görüşünde rastlantıya da yer vardır.
-Maddî evren görünüşünü, Epiküros, Tanrıları da içerecek şekilde genişletmiştir. Tanrılar da var olduklarından, onlar da atomlardan meydana gelmiş olmalıdır. Bununla birlikte, Tanrıları meydana getiren atomlar en ince ve en yetkin atomlardır der.
-Tanrıların yeryüzünde olup bitenlere karışmadıkları, dünyadaki her şeyin yalnızca atomların çarpışmaları ve birleşmeleri sonucunda doğal olarak oluştuğunu savunur.
-Epiküros’un materyalist teolojisi insanları Tanrı korkusundan kurtarmayı amaçlar.
- Epiküros’un atomcu görüşü, insanı, ruhsal sükûnete erişmesini engelleyen üç korkudan, sırasıyla Tanrı, ölüm ve kader korkularından kurtarır.
-O genelde sade ve azla yetinen kanaatkâr bir hayat sürmenin “daha iyi” (yani uzun vadede daha haz verici) olduğu düşüncesini taşıMIŞTIR.
-Tabiî arzular kolaylıkla doyulurken, tabiat dışı arzuların doyurulmaları zordur der.
-Atina’ya geldiği zamanlarda, Epiküros, burada sosyal bir çöküntü ile karşılaşmıştır. Çünkü servet belirli ellerde toplanmış, insanlar fakirleşmiş, ahlâkî çötünü baş göstermişti.
-Epikürosçuluk, pratik bir karakter taşıyan mutçu bir ahlâk felsefesidir.
-Felsefenin bu üç dalından (Mantık=Kanonik, Fizik ve Ehtik) esas olan ethik’tir der.
-Doğrunun pratik alanlardaki ölçüleri ise “haz” ve “acı” duygularıdır der.
-Felsefenin asıl görevi, Epiküros için, insana mutluluğu sağlamaktır. Bu mutluluğa ulaşmanın yolu irade özgürlüğünden geçer.
-Demokritos’un metafiziğini ve varlık görüşünü benimseyen Epiküros için “gerçek varlık” boşluk ve atomlardan oluşmaktadır.
-Epiküros’un fizik varlık açıklamasında Tanrı’nın yeri yoktur. Dünya üzerinde hiçbir etkileri olmasın diye Epiküros onları, dünyalar arasındaki boşlukta eyleştirir.
- O, tanrıları inkar etmez; ama bu dünyada bulunmaları da uygun görmez.
-Tanrılar gibi olgun bir bilgenin de bu dünyada hiçbir zaman olmayacağını düşünmüştür.
-Epiküros’un fiziği gibi psikolojisi de materyalisttir.
-Ona göre psikolojisinin görevi, insanı ölüm korkusundan kurtarmaktır. Ruh da maddî ve cisimseldir.

Epiküros’ta Ahlak, Toplum ve Siyaset
-Epiküros fiziğinde atomlar her türlü varlığın temelidir.
-İyi ve kötü değerlendirmesinin kıstası hislerimizdir.
-Nihâi hedefimiz müspet haz değil fakat ıstıraptan âzadeliktir; ruhun devinimi değil fakat dinginliğidir.
-Epiküros zihnin haz ve ıstıraplarını bedeninkinden çok daha önemli olarak görür.
-Yaşama sanatı, haz ve ıstırabı ve birinin diğerine karşı olan sonuçlarını doğru bir biçimde ölçüp tartan bir tür ölçme sanatından ibarettir.
-Akıllı insanı arzular asla baştan çıkaramaz der.
-Kusursuz mutluluk çoğu kez dalgasız denize ve açık, güneşli havaya benzetilmiştir.
-Arzuların çok daha büyük bir bölümü gayrı tabii ve beyhude görülmüştür.
-Çok çeşitli hayat zevklerini de yasaklamıştır.
-Tahammül sınırlarını aşan ızdırap dolayısıyla hayata son vermeye izin vermiştir.
-Toplumsal hayatın gerekliliğinden veinsanların birbiriyle birlikteliğinden elde edeceği faydalardan bahsetmiştir.
-Bütün yasaların amacı toplumu adaletsizliğe karşı muhafaza etmektir der.
-Ancak akıllı kimseler haksız davranışlardan uzak dururlar der.
-Epiküros Okulu, keskin bir dostluk anlayışına sahip olmuştur.
-Epikürosçu dostluklar Pythagorasçılar arasındakiler kadar şöhret bulmuştur.
-Pythagorasçılar arasındaki mefruz mal ortakcılığı Epiküros tarafından eleştirilmiştir.
-İlkesel olarak bireyci ve sekincidir.
-Stoacılık gibi Epikürosçuluk da, ahlâkının fizikî temeli için tutarlı bir monizmdir.
-Uygarlık teorisi dinî çılgınlığa karşı mücadele eden Sofistlerinkine dayanır.
-Epikürosçular, Platon’dan ve Aristo’dan daha gerçekçi idiler.
-Eski klasik dünya ölmekteydi ve yeniden diriltilemezdi. Öte yandan, bu düşünürlerden hiçbirinin düşlerinde bile görmediği Roma İmparatorluğu varlığa gelmiş ve içerisinde klasik ideallerin birçoğunun görkemli bir uzatma evresi yaşadığı yeni bir düzen ortaya koymuştur.


SONUÇ
-Helenistik felsefe ve Roma felsefesiyle birlikte, felsefe ahlâk alanına yönelmiştir.
-Felsefe, teorik felsefeden pratik felsefeye bir başka ifadeyle ahlâk ve dine yönelmiştir.
ÇALIŞMA SORULARI 1. Yunan uygarlığı, kültürü ve ilmi, Akdeniz etrafındaki bütün kavimlerin ortak malı haline geldi. Bu döneme ne ad verilir? a) Bizans b) Hellenismus c) Atina d) Sparta e) Polis 2. Aşağıdakilerden hangisi şüphecilik dönemlerinden biri değildir? a) ilk şüphecilik b) akademi şüpheciliği c) yeni şüphecilik d) yeni şüphecilik e) Müslüman şüpheciliği 3. Kıbrıslı Zenon’a göre bilge kişi kimdir? a) erdemli kişi b) erdemsiz kişi c) ahlâksız kişi d) faziletsiz kişi e) varlıklı kişi 4. Neron’un hükümdarlığı sırasında Roma’da bir köle olan filozof kimdir? a) Kıbrıslı Zenon b) Herakleitos c) Sokrat d) İbn Bacce e) Epiktetos 5. “ Ekmek ve suyla yaşadığımda, zevkle titrer bedenim; lüks zevklerden kendi adlarına değil, onları inceleyen uygunsuzlar adına nefret ediyorum” diyen ve yiyecek içeceği çoğunlukla ekmek ve su olan filozof kimdir? a) Epiküros b) Demokritos c) Platon d) İbn Sînâ e) Gazâlî
Alıntı ile Cevapla
Alt 21 Şubat 2014, 22:48   Mesaj No:7
Medineweb Sadık Üyesi
JAZARİ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:JAZARİ isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 17525
Üyelik T.: 23 Mart 2012
Arkadaşları:1
Cinsiyet:
Yaş:44
Mesaj: 585
Konular: 65
Beğenildi:74
Beğendi:41
Takdirleri:13
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: İstanbul İlitam Felsefe Tarihi Konu Özetleri

FELSEFE TARİHİ 7. HAFTA ÖZET
7. DİNSEL DÖNEM / FELSESE: PHİLON VE YENİ PLATONCULUK

A. PHİLON

B. YENİ PLATONCULUK
İskenderiye-Roma Okulu: Plotinos, Porphyrios
Suriye Okulu: Jamblichos, Hypathia
Atina Okulu: Proklos

Antik Felsefenin Sonu: Boethius

Döneme kısaca bir bakış:
*Helenistik felsefe ve Roma felsefesi sonrasında felsefe, dinî anlayışlarla ilişki içerisinde gelişme ve ilerlemesini sürdürmüştür.
*Dinsel dönem ve dinî felsefe diyebileceğimiz bu dönem, Philon ve Yeni Platonculuk’un ortaya çıktığı bir zaman dilimidir.
*Yeni Platonculuk’un okulları ve filozofları, Platon’un düşüncelerini dinî karakterli düşüncelerle yoğurmuş ve uzlaştırmaya çalışmışlardır.

7. DİNSEL DÖNEM/FELSEFE: PHİLON VE YENİ PLATONCULUK

-İlkçağ felsefesinin son dönemidir
-Bu dönem dinî ve mistik bir karaktere sahiptir.
-Yunan felsefesinin önemli klasik başarılarından, yani Platon ve Aristo’dan sonra, ayrı ayrı yeni felsefe okulları ortaya çıkmıştır.
-Bu okullar tarafından temsil edilen metafizik ve ahlâk görüşlerinin, bu mekteplerle ilgili olan şahıslar için bir din yerine geçmiştir.
-Başta sürekli çelişen bu mekteplerin, İlkçağ’ın son zamanlarına doğru, birbirlerine yaklaşmak ve birbirleri ile kaynaşma çabaları olmuştur
- Felsefenin gerçekleştirmek zorunda olduğu görevinden de şüphe edilmeye başlanmıştır
-Felsefe sorgulanmaya başlanmıştır
-Fazilete, bilgi yoluyla değil, her çeşit bilgiden vazgeçilmek suretiyle ulaşılabileceği iddia edilmiştir
- Stoalılar da kendi bilge kişi ideallerinin tam bir şekilde gerçekleşemeyeceğini anlamışlardı.
-İnsan kendi gücü ile ne bilgiye ve ne de mutluluğa ulaşabilir, üstün bir kuvvetin yardımına ihtiyacı vardır denmiştir.
- Bütün felsefî sistemler, dinî karakterler taşımaya ve içlerine dinî motifler almaya yönelmiştir.
-Ahlâk prensipleri, bir Tanrı buyruğu olarak göz önünde tutulmaya başlanmıştır.
-Bu dönemin ilgi ve alakası, gelip geçici olan bu dünyadan çevrilerek, görülmeyen ve gelip geçici olmayan dünyaya yönelmiştir.
-Yunan kültürü Doğu’ya yayılırken, Doğudaki dinî sistemler de, Batı’ya sokulmuştur
-Birçok dinî kültler ortaya çıkmıştır (bu dinî kültlerin mücadelesi başlamıştır)
- Bu kültlerden her biri, bir Tanrı’ya inanan moniteistbir karakter taşımaktaydı.
-Bütün bu kültlerin hepsi ruhun ölümsüzlüğüne ve tenasuh inancına sahipti
-Bu dinî kültlerin hedefi, ruhu vücuttan uzaklaştırarak saf ruh haline gelmesini sağlamaktı
(maddî zevklerden uzak faziletli bir hayat ön plandaydı)
-Bu devir, sırf ruh olan bu varlıkların, yani Daimon’ların Tanrı ile insan arasındaki alanda yer aldıklarını ve kendi aralarında derecelendiklerini kabul ediyordu
-Poseidonios, saf ruh olan varlıklar hakkındaki bu görüşün en tipik tasvirini sunmuştur.
-Bu devir Astrolojiye de inanılıyordu
-Doğunun tesiri ile ortaya çıkan bu dinî kültlerin hepsi, Yunan ilmi ve Yunan düşüncesi ile düzenlenmişlerdir.
-Hıristiyanlıkta da benzer durumlar ortaya çıkmıştır. İç hayatın ihtiyaçları ile ilmin gerekleri birbiri ile karışmış ve birbirini tamamlamaya çalışmıştır.
--Din, duygu hayatını karşılayacak bir inanç yolu ararken, ilim, bu inancı temellendirmek, ona ilmî bir şekil vermek arzusuna girmiştir.
-Dinle ilgili olan metafizik de bu suretle teşekkül evresine geçmiştir. Eski Yunan dinini eleştiriyle işe başlayan Antik düşünce, gelişme gidişi içinde dinden gittikçe uzaklaşmış ve Epiküros’da bu uzaklaşmanın en son sınırına ulaşmıştır. Bununla birlikte, daha sonra, yeniden, dine yaklaşmaya başlamış ve en sonunda, yeni baştan ona dönmüştür.
--Dönemin başka bir karakteristik düşüncesi de, bu âlemde, birbirine zıt olan iki ayrı kuvvet, bir “iyi” kuvvetle, bir de “kötü”kuvveti kabul etmesidir.
-Reel kuvvetler olarak göz önünde tutulan bu iki ayrı ilke, birbirleri ile sürekli şekilde mücadele ederler. “İyi” duyular dünyası dışında ve Tanrı ile ilgili olan olgudur. “Kötü” ise yeryüzünde bulunan ve duyularla, görünüşler âlemi ile ilgili olan olgudur. Bu iki zıt kuvvetin mücadele alanı, insan ruhunda tezahür eder.
-Aynı görüş daha sonra, Yunan felsefesinde, Pythagorasçılar tarafından temsil edilmiştir.
-Bununla birlikte, bu görüş, en kuvvetli ifadesini, iyinin kendisi olan ideler dünyası ile görünüşler dünyasını birbirinden kesin olarak ayıran, Platon metafiziğinde bulmuştur.
- Platon felsefesi, Antik düşüncenin son devresindeki dinî gelişme üzerinde çok etkili olmuştur. Platon metafiziği, bu son devredeki metafiziğin esas karakterini belirlemiştir.
-İskenderiye’de ortaya çıkan ilk felsefe sistemi, Yeni Pythagorasçılıktır.
-Pyhagorasçılıkla ilgili olan dinî inanç ve yaşayışlar, sayılar mistisizmi, bu felsefe sistemin temel karakterini belirlemiştir.
- Pythagoras’u, olağanüstü bilgi yetkisine sahip olan bir insan olarak görürler
- Akla, mantığa değil de, bir çeşit sezgiye dayanan yeni bir bilgi ideali ortaya çıkar. Yeni Pythagorasçılık için Pythagoras, derin bir mistik bilgiye ve sezgiye ulaşmış olan seçkin kişilerden biridir.
-Bu sistem, Pythagoras gibi, olağanüste bilgilere sahip olan kimselerin, ancak tabiatüstü sırlı kuvvetlerle temas halinde bulunan şahıslar olduklarını kabul eder.
-Böylece, Antik felsefeye Platon’dan beri hâkim olan Sokrat idealinin yerine, Pythagoras ideali geçer. Bu sistemle ilgili olanlar, kendilerini Pythagoras ismiyle anar ve eserlerini de Pythagoras ismiyle yayınlarlar.


A. PHİLON (M.Ö. 25-M.S. 50)
-Doğu ülkelerinde çeşitli unsurlardan meydana gelmiş bir teosofi yönelimi oluşmuştur. (Buna Yahudi-İskenderiyeli felsefe veteosofi denir)
-İskenderiye’nin yetiştirdiği önemli filozoflardan biri de Philon’dur.
-Yahudi asıllı bir filozof olarak Philon, öğretisiyle önemli tesirleri olan bir düşünürdür.
- Yahudi dini ile Yunan felsefesini, özellikle de Platon felsefesini uzlaştırmaya çalışmıştır.
-Yunanca’yı eski İbranice’den daha iyi bilen Philon, eserlerinde, Platon’u Hz. Musa’nın bir öğrencisi olarak tanıtır. Bunun için Tevrat’ın görüşlerini Platon’un görüşleriyle uzlaştırmaya çabası içerisine girer.
-Philon’un eserleri, özü yönünden, Tevrat’ın yorumlarından oluşmaktadır.
- Platon’un, idelerini “Allah’ın ruhunda gizli olan” düşünceler olarak tasavvur etmiştir.
-İdeler, Allah’ın kendilerini düşünmesi halinde var olurlar. Böylece Philon, Platon’un felsefesine “Yaratan” kavramını dahil etmiştir.
-Platon ve Aristo Allah’ın evrenin yaratıcısı olmayıp yalnızca mimarı olduğunu söylerler
-Philon ise, Allah’ı evrenin yaratıcısı ve Platon’un idelerini Allah’ın düşünceleri olarak yorumlar.
- İskenderiye’de Yahudi ve Yunan düşünceleri birbiriyle kaynaşmış ve karışmışlardı.
-M.Ö. 3. yüzyılın başlangıcında Ahd-i Atik Yunanca’ya tercüme edilmiştir.
-İskenderiyeli Yahudiler, gerek siyasî, gerekse ekonomik yönden, kendilerini Yunan-Roma evrensel imparatorluğunun önemli bir unsuru olarak görmüşlerdir.
- İskenderiyeli Yahudi Philon’un amacı, Yunan ve Yahudi kültürünün (felsefesinin) birbirlerine yaklaştırılması, kaynaştırılması ve birleştirilmesiydi
-büyük bir rahip ailesinden olan İskenderiyeli Yahudi Philon ırkdaşlarının haklarını korumak için çalışmıştır
-Yazılarından büyük bir bölümü elimize ulaşan Philon’un bu çalışmalarının beş büyük bölümü, Beş Gezi yorumu şeklindedir.
-Philon, en yüce filozof olarak tanıdığı Musa ile birlikte Platon’un Pythagoras’ın, Parmanides, Empedokles ve Stoa okulu kurucunun da bilgeliğine hayrandır.
-Yunan felsefesiyle, kendi kavminin kutsal kitabını birleştirebilmek için çalışır
-Örneğin, ona göre Ahd-i Atîk’te geçen hayat ağacının anlamı, Allah korkusudur
- Diğer Yunan filozofları içerisinde Philon’u en çok Platon etkisinde bırakmıştır.
-Platon idealizminin önemli unsurları (nüanslar), Philon’un felsefesi içindedir.
-Philon’a göre, gerçek varlık, ancak akledilirdedir. Bundan dolayı aklediliri “temâşâ” eden saf aklı (nous), maddî olmayanı ayırabilmek için bilgiye ihtiyaç vardır. Fakat düşüncenin niteliği, birliktir.
-Kısacası, Philon felsefesinin odak kavramı ulûhiyettir
-Philon’un Allah tasavvuru, olağanüstü saf ve yücedir. Yehova (Yahudi; mevcut olan binim) adı da bundandır. Allah, yetkinliklerin en yetkinidir, hatta iyi, güzel ve gerçek idelerinden daha çok yetkinliğe sahiptir, aynı zamanda her şeyin nedenidir, tümel güç sahibidir. Sonsuz bağışlayıcıdır, en saf mutluluğa sahiptir, fakat hiçbir belirli mekânda değildir.
-Philon bunları, bazen ideler, bazen sadece güçler ( Allah’ın kudreti ve sevgisi) bazen de somut bir biçimde, hizmetçi ruhlar tarzında tasvir eder.
-Philon’un felsefesinde, Yahudi dinindeki melek ve şeytan inancı, bir taraftan Platon’un manevî cevherler olarak tasavvur ettiği idealarla, diğer yandan Stoalıların da Allah’tan sudur ettiğini düşündükleri güçlerle yoğrulmuştur.
- En yüksek ve bütün diğerlerini içeren güce Philon, bir Stoa deyimini kullanarak LOGOS der, bazen de “bilgelik” (sofia) diye isimlendirir. Logos, (yani söz veya düşünce) Allah ile dünya arasında geçiştir, diğer bir anlatımla logos demek, etkin ve yaratıcı olmak bakımından ulûhiyet demektir.
-Logos’a şu sıfatlar yüklenir: Allah’ın ilk doğan oğlu, ikinci tanrı, ya da (oteos, yani ilk yaratıcıdan farklı olarak teos) sadece Allah, Parakletos (teselli edici), evrenin ilk idesi, dünya ruhu. Bu deyimlerle, Ahd-i Cedid’te, belirli metinlerde karşılaşmak mümkündür.
- Philon’un felsefesi tereddütlü ve kararsızdır
-Şüphesiz Allah’ın etli canlı bir insan haline dönüştürülmesi tasavvuru (her şeyden önce maddenin saflıktan yoksun olmasına dayanarak) logos hakkındaki felsefî anlayışla çelişki gösterir. Philon’a göre Allah, oğlu logos aracılığıyla dünyayı kaostan yaratmış ve ona en büyük yetkinliği bağışlamıştır. Şu da var ki, bizzat madde, hayattaki kötülüklerin, noksanların kaynağıdır, beden de nefsin zindanıdır.
-İnsanın en yüce vazifesi, Philon’a göre, Allah’a benzemektir (Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak). Bu da, ruhun beden üzerine zaferi, etkilenmelerin, ihtirasların bütünüyle köklerinden kurutulması ile gerçekleşir.
-Philon’un ahlâkî anlayışlarında birçok noktalar, Platon’la ve Platon’dan çok Stoalılarla ortaktır. ( hayatın sadeliği, insanlık düşüncesi, demokrat ve toplumsal bir devlet ideali, kozmopolitlik, bilgenin ve bilgeliğe doğru ilerleme yolunda olanın tasviri vs.)
- Philon dünyadan kaçmayı sevmez. Fakat diğer yönlerde Philon’un ahlâk felsefesi, Stoalıların en muttaki olanlarından daha çok öteye giden dinî bir karaktere sahiptir.
-İnsan ancak, Allah’ın inayet ve hidayetiyle adaletli olur.
-Bilgeliğin çıkış yeri imandır; bilginin değeri ancak takvaya yardımcı olmasıdır. İnsanlar için en yüksek iyi ve en son gaye, Allah’a ulaşmaya çalışmak, ona hizmet etmek, onun kutsal mabedi olmaktır; en büyük mutluluk, onun yüzünün görülmesiyle, ulûhiyet içinde boğulmak ve beka ile vecdle meydana gelir. (bu hale cezbe denir)
- İstemli davranışlar ve zihinsel akıl yürütmeler, bu derecelerin çok aşağısında bulunur.
-Platon’un ve Stoalıların şiddetli nüfuzu altında bulunmasına rağmen Philon’un öğretileri böylece, en saf bir mistikliğe ulaşmıştır.
- Philon’un İskenderiye’de, doğrudan doğruya izleyicileri olmadıysa da, Hıristiyanlık inancına bütün Hıristiyan mistisizmine ve bundan başka Antik felsefenin son şekline, Yeni Platonculara önemli tesiri olmuştur.
-Fakat bu etki, Platon’un gerçek ideler teorisinin anlaşılmasına engel olmuştur.
-Philon, dinî belgeleri, yani olumlu dinlere ilişkin tarihî metinleri, bir felsefî sistem içine sokarak yorumlama ve açıklama yöntemini ortaya koymuştur.
-Yunan felsefesi, kendisini dinin etkilerinden kurtarmaya çalışan bir düşünce olarak başlamıştır. Ancak zamanla dinî görüşlerin yerini bilimsel görüşler geçmiştir.
- Yunan felsefesi, dönüp dolaşıp başlangıçtaki amacının tam karşıtı olan bir sona ulaşmış, yani son dönemlerinde bu felsefeye dinsel görüşler egemen olmuştur.
-İlkçağ’ın son dönemlerinde “dinsel motifler” gittikçe daha çok güç ve de etkinlik kazanmıştır. Bu dönemde, öncelikle insanın dinsel gereksinimlerini doyuma ulaştırma için felsefeye müracaat edilmiştir. İlkçağ’da Tanrılar, özel kişilerle ilgileri çok az olan “Devlet Tanrıları” idi. Bu gelişimin sonunda devletin kendisi de bir Tanrı şekline sokulmuş, söz gelişi Roma’da imparatorlara tapınılmış ve kurbanlar sunulmuştur. İmparator devletin temsilcisinden başka bir şey olmadığına göre, gerçekte tapınma konusu yine devlettir.
-Roma’da bu resmî din yanında bir de tamamen “bireye” ait bir din ihtiyacı ortaya çıkmıştır. - İlkçağın sonlarında din ihtiyacı, felsefeyi de etkilendiğini, felsefede de yer aldığını görmek mümkündür. Bu sebeple dönemin felsefesi, ruh göçüne inanıyor. Daimonlara evrende önemli bir yer ayırıyordu. Çünkü bu felsefe evrene yalnız maddî güçlerin değil, aynı zamanda ruhsal güçlerin de egemen olduğuna inanıyordu.
-Din ile iç içe geçmiş bu felsefeden büyük bir sonuç, önemli bir başarı ortaya çıkmıştır: İlkçağın son dönemi, öteki büyük felsefe sistemleriyle haklı olarak aynı ayarda sayılabilecek olan bir felsefe akımını, yani “Yeni Platonculuk”u doğurmuştur.


B. YENİ PLATONCULUK

-Yunan felsefî ruhu, ölümden önce son kez olarak uyanmış ve muazzam bir üslûpta yeni bir düşünce yapısı oluşturmuştur
- Teosofi fikir akımları, M.S. 3. yüzyılın ortalarında Yeni Platoncular tarafından ve özellikle bunun en büyük temsilcisi Plotinos tarafından, büyük bir sistem halinde birleştirilmiştir.
-Bunlar, üç Yeni Platoncu okul şeklinde ortaya çıkmış olup, zaman bakımından birbirlerini takip etmişlerdir: İskenderiye-Roma Okulu (Plotinos), Suriye Okulu (Jamblichos), Atina Okulu (Proklus).


İskenderiye-Roma Okulu
-Yeni Platonculuğun kurucusu Ammonios olarak kabul edilir (lakabı Sakkas’dır, hamaldır)
- İskendireyeli (yaklaşık 175-242) olan Ammonios’u, anne babası Hıristiyan dinine göre büyütmüştür. Ancak o, “felsefe ve akıldan tadınca”, Yunan inançlarından ayrılmıştır.
- Felsefî eserleri yoktur. Yeni Platoncu Origenes, Hıristiyan Origenes, filolog ve eleştirmen Longinus Ammonios’un öğrencileri arasında bulunmaktadır.
- Longinus’un üstünlüğü, diğer Yeni Platoncuların büyük bölümünden daha doğru bir şekilde Platon’u kavramış olmasıdır.
-Ammanios’un en önemli öğrencisi, Yeni Platoncu felsefeyi bir sistem haline getiren Plotinos’dur.


Plotinos (İskenderiye-Roma Okulu Filozofu)
-204 tarihinde Mısır’da doğmuştur
-Biyografisini yazan Porphyriostur.
- Onbir yıl Ammonios’a öğrencilik yapan Plotinos, onun ölümünden sonra, Roma’da 244 tarihinde kendi okulunu kurmuş ve oranın 24 yıl başkanlığı yapmıştır.
- Yunan edebiyat ve felsefesini bilen Plotinos, özellikle Pythagoras’ı, Platon’u, Aristo ve Platonculardan Numenius’u daha yakından incelemiştir.
- Ancak 50 yaşından sonra, öğrencilerinin zorlaması üzerine, doktrinini yazılı olarak tasvir etmeye yönelmiş. Ölümünden sonra öğrencisi Porphyrios, hocasının yazdığı kitapçıklardan 54’ünü, kendi seçimi ve arzusuyla altı dokuzluğa (Enneade) bölerek yayınlamıştır.
- Rönesans (Uyanış) döneminde, Plotinos da Platon’la birlikte yeniden düşünürlerin dikkatlerini çekmiş ve saygınlığına mazhar olmuştur.
Plotinos’un Bilgi Teorisi:
-Plotinos’un bilgi problemi bakışında kesin ve açık bir prensip bulunmamaktadır.
-Doğru düşünmeye alıştıran matematiğe değer vermiş ve örneklerini tercih olarak matematikten almış, aynı şekilde doğru düşünmek için bir alıştırma oluşturan diyalektiğe önem vermiştir.
-Eşyanın akıldan (nous) dışarıda bulunmadıkları konusunu işlemiştir.
-Platon gibi düşünceye (akletmeye) “temâşâ, bakış, doğurma” demiştir.
-Platon’un hyptesis tasavvuruna ve onu anlama eşdeğer saymasına, bundan başka metekhein (pay alma), mimesis (benzetme), birlik, var-olmayan (lâ-vücud) tasavvuruyla da Plotinos’ta karşılaşılmaktadır.
-Ona göre kavramlar doğma özelliğine sahiptir, hatta bir kez bütün doğa logos (kavram) ismini alır. Aynı şekilde, zaman ve mekân, ancak düşüncemizin kategorileridir.


Plotinos’un Varlık Nazariyesi:
-Plotinos’un felsefesinin bütünü genç veya olgunluk yaşındaki Platon’u değil, Platon’un Pythagorasçılığa eğilim duyan yaşlılığını,Timaois adlı eserini hatırlatır.
-Mutlak varlık düşüncesine bir, iyi veya ulûhiyet der.
-Bu BİR, bütün varlıkların üstündedir, hatta sadece varlığın değil, aklın da üstündedir.
-Bütün varlıkların temel çıkışı yerlerinden ilk tecelli eden akıl, ya da ruhtur (nous) der
-Akılda içkin bulunan (yani aklın dışında varlığı olmayan) idealar, aynı zamanda tasavvurlar ve hareket ettirici güçlerdir.
-Akıl: Varlık, sükûn ve karar, hareket, ayniyet, başkalık kategorileri içinde düşünür.
-Plotinos, bu beş temel kavramı (kategoriyi), Platon’un Sofist isimli kitabından almıştır.
-Nefs, ruhsal dünya ile maddî (cismânî) dünya arasında geçiştir.
-Nefs, her iki dünyaya katılır, her ikisine de yöneliktir.
- Plotinos iki nefsten söz eder, biri yüksektir, salt ruhânîdir, diğeri aşağıdır, cisimsel olanı oluşturur.
-Maddî olmayan dünya ruhu da, doğanın biçim verici gücünü doğurur (Bunun adı physis’dir). Bu da en ince esîr’den (ether) oluşmuştur (nasıl ruhumuz bedenimizle bağlantılıysa, aynı şekilde physis de, dünyanın bedeniyle bağlantılıdır der)
-İlâhî temel gücün en aşağı ve olgunluktan en yoksun görünüşü maddedir, der.
-Plotinos maddeyi cisimsel olarak değil, Platon ve Aristo’da olduğu gibi, şekil ve belirlenmişlikten arınmış olarak düşünür.
-Görünüşler dünyasında, birlik yerine çokluk, zıtlık ve ayrılık (fark), sonsuzluk yerine zamanla sınırlılık, gerçek varlık yerinesahte hayaller ve görünüşler yer alır der.
-kötü, hiçbir yerde kendiliğinden gerçekleşmez, aksine yalnızca iyinin yokluğundan ibarettir. -Bir maddî dünya, mümkün olduğu derecede güzel ve mükemmeldir: Plotinos bu iddiasını İlâhî Yönetim Üzerineiki kitapçığında ayrıntılarıyla kanıtlamaya çalışır.


Plotinos’un Kurtuluş Teorisi:
-Plotinos, diğer Yunan filozofları gibi, insan varlığının biri ruh, diğeri beden olmak üzere, iki öğe ya da bileşenden oluştuğunu tasavvur eder. (düalist bir filozoftur)
- Ruhun özsel ve Tanrısal ve ölümsüz olduğuna, bedenin ise ölüp gittiğine inanır. ( yani ikisini aynı düzey ve değerde olan bileşenler olarak görmediği için radikal bir düalisttir)
-İnsan ruhu Dünya-Ruhunun bir parçasıdır ve Dünya-Ruhundan çıkmıştır, der.
-Plotinos, tıpkı Platon gibi, kendisine nihâi ve en yüksek hedef olarak Tanrıyla birleşmeyi gösterdiği ruhun, üç parçalı olduğunu söyler. (Başka bir deyişle, o ruhta, biri Nous’u temaşa etmeye yönelen, diğeri bedenle ilişkili olan ve bir diğeri de ikisi arasında aracı rolünü üstlenen üç kısım ayırt eder.)
-İnsan duyulara dayalı, maddeye düşkünlük gösteren, bedensel hazlarla belirlenen bir yaşam sürebildiği gibi, “düskirsif” çalışan aklıyla uyum içinde da yaşayabilir; nihayet, insan saf düşünce faaliyeti içinde, Nous’un hayatını da sürebilir.
- Ruhun kurtuluşuyla ilgili bir öğreti geliştiren Plotinos, söz konusu öğretisinde, insan ruhunun Tanrıyla birleşmeye yükselişinin güç ve zahmetli bir iş olduğunu ifade eder.
-Ona göre ruh için kurtuluş, onun bedenin, maddenin kirinden kurtularak saflaşması, kendisinin ve tüm varlıkların yüce ve ilk kaynağına yükselmesi ve Tanrıyla birleşmesidir.
- Plotinos’a göre, ruhun felsefesindeki entelektüel faaliyete yüksebilmesi için önce dünyadan ve onun maddî değerlerinden vazgeçilir.
-Ruhun kurtuluşuna, Tanrı’ya yükselişi ve Bir’le birleşmesine giden yolda, ahlâkî erdemler kadar teorik ya da entelektüel değer ve erdemler önemli bir yere sahiptir.
- Tanrıyla birleşme yolunda, ruhu harekete geçiren ilk ve temel güç, aşktır. Buna göre, tinsel aşk, akılcı aşk ve irrasyonel aşk olmak üzere, ruhun üç kısmına uygun düşen, üç ayrı aşk bulunmaktadır.
-Bunlardan örneğin irrasyonel aşk insanı duygusallığa gömerken, tinsel aşk tanrılaştırabilir.
-Plotinos’a göre, yükseliş yolunda, aşkın etkisiyle ilk adım, KATARSİStir; insan ya da insan ruhu, burada, kendisini bedenin baskısından ve duyuların etkisinden kurtaran bir arınma süreci içine girer ve çileyle düzene giren bir yaşam sürecek, dört temel erdemi hayata geçirir. Bundan sonraki ikinci aşamada, ruh duyu algısından tümüyle uzaklaşır, diskürsif düşünce faaliyeti içinde bilim ve felsefeyle uğraşarak, yüzünü Nous’a döner. Bundan sonraki aşama, ruhu bilim ve felsefenin diskürsif düşüncenin ötesine, Nous’la birleşmeye götürür. En yüksek aşamada ise ruh Tanrıyla birleşir.


Plotinos’un Ahlâk Felsefesi:
-Platon’un doktrinine uyarak ahlâk felsefesini, bilgi eleştirisi temeli üzerine kurmuştur
-Bilgi, ahlâk felsefesinin varlığı için şarttır, ancak bilinçli bir davranışa ahlâk özelliğini yükleyebiliriz. Haz, hiçbir ölçü sağlayamaz (ahlâkı iyiyi bir diğer şeye aracı değil, belki mutlak biçimde amaç kabul ederek istemelidir)
-Mutlak iyi ile ulûhiyet aynıdır (bunlar görünen gerçekliğin üstünde olduğundan, onu ancak “nefsimizde ona benzer” olanla biliriz; onun mümkün olması, ancak bizim onu tasavvur etmemiz dolayısıyladır)
- iyi, özü bakımdan, ancak tektir
-Plotinos’un düşünceye fazla değer yüklemiş, iradenin değerini azaltmıştır.
-İradenin özgürlüğü, aklın kendi kendine yasa koyucu olmasında görülmektedir.
(bu düşünceyi daha sonraları Kant’ta da göreceğiz)
-Plotinos’un ahlâk felsefesi de giderek daha güçlü bir dinî belirleyici hal alır.
- En yüksek mutluluğa ruhumuzda bir arınma süreci, bir temizlenme sayesinde ulaşabiliriz.
–Siyasî veya medenî erdemler bu yükselişin ilk aşamasını oluştururlar.
-Dianoetique erdemler (bilgenin erdemleri) önceki medenî erdemlerin çok üstündedirler.
-Aristo’daki gibi, en yüksek mutluluk, bilgenin düşünce faaliyetiyle duyduğu mutluluktur.
-Duyulur algı bize zayıf izler sağlar, zihin faaliyetiyle meydana gelen diyalektik bilgi, öncekinden yüksek bir aşamadadır.
-İlâhî varlığın vasıtasız gözlenmesi daha yüksek bir aşamayı meydana getirir.
-Fakat en yüksek aşama, bilinçsiz cezbe (ekstasis), Allah’ta yok olma durumunda sarhoşluk, TEMEL BİR’le tamamen yek-vücut olmaktır. (Nefs bütünüyle akıl olmuştur). Kendi kişiliğimizi de bütünüyle unutmamız gerekir. (Plotinos, hayatında böyle bir durumu ancak dört kez tatmış olduğunu bildirir.)
- Fizik ve mantık gibi, ahlâk felsefesi de sonunda dinî mistisizme dökülür

Plotinos ve Estetik:
-Plotinos’ta estetik unsur, Platon’dan beri diğer filozoflardan daha güçlüdür.
-İlk kitapçığı da “güzel”in tanımına ayrılmıştır.
-Güzellik ona göre sezgi maddesinin, düşüncenin disipline tabi olması, idealin duyumlanır görünüşler içinde belirmesidir.
-Akli veya aslî güzelliğe yükselmemiz, nefsin arınması sürecine dâhildir.
-Plotinos buna karşı duyulan özleme, Platon’un Şölen adlı eserine uyarak “aşk-eros” isimlerini verir.
- Plotinos’a göre gerçek sanatçı, doğanın basit taklidiyle yetinmez
-Aklen sarhoş bir hale gelmiş olan bu Yeni Platoncu filozof duyular ve hayalleri mantıksal düşünceden daha güçlü kabul etmiş ve mutlağı (duygular ve hayalleri) mantıksal, aklî bir sezgiyle kavramak istemiştir.
-Plotinos’un düşüncelerinin temeli ve ayırıcı özelliği, murâkebe ve temâşâya yönelmiş olmaktır, bu da iradenin geriye itilmesini doğurur.
-Plotinos, halk dinine karşı düşmanca tavır almamıştır. (Belki onun mitolojilerini ve âdetlerini bütünüyle aklî bir tarzda yorumlayarak kendi felsefe sistemiyle uygun bir duruma koymaya, diğer yönden onları zamanının yeni canlanmış olan din ihtiyacına (Hıristiyanlığın daha iki yüzyıldan beri var olduğu düşünülmeli) intibak ettirmeye çalışıyordu.)
-Yeri geldiğinde Hıristiyanları eleştirir ve kötüler; kendi teorisine göre var olmakla birlikte, henüz önemli baş yeri tutmamış olan daimonlara (yani Allah ile insanlar arasındaki aracıları, ki Olimpos tanrıları Plotinos’a göre bunlardandır), Hıristiyanlar gereği gibi saygın göstermemektedirler.
-Bununla birlikte öte yandan Plotinos, her türlü müneccimlik, kehânet ve falcılık yöntemlerini kabul etmez, şahsen Allah’a, içsel ibadetle yetinirdi.
- “İlâhlar bana gelmelidirler, yoksa ben onlara değil” sözünü, hocasını mabuduna götürmek isteyen öğrencisi Amelius’a karşı söylemişti.
-Hayatının sonunda: “Ben de ilâhî olanı, şimdi, evrendeki Allah’a geri götürmeye teşebbüs ediyorum.” Demiştir.
-Plotinos’un öğrencileri Yeni Platonculuğu Roma’da sürdürmüşlerdir.
-Plotinos okuluna mensup olanların en önemlisi, Porphyrios’dur.


Porphyrios (İskenderiye-Roma Okulu Filozofu)
-232 tarihlerinde doğmuş, başlangıçta Atina’da Longinus’un, otuz yaşından sonra da Roma’da Plotinos’un öğrencisi olmuş ve orada 304 tarihlerinde ölmüştür.
-Porphyrios’un amacı, hocasının doktrinini olgunlaştırmak ve geliştirmekten çok, açıklamak ve savunmak, kısmen de daha açık ve zevkle izlenebilecek bir şekilde sunmaktı.
-Plotinos’un yerine, Roma, Yeni Platoncu okulunda Porphyrios’a geçti.
-Porphyrios, Akademia ve Lykeion’un doktrinlerinin aynı olduğu konusunda görüşler vardır.
- Aristo’nun kategorilerin ait Kategoriler’e Girişadlı eser yazmıştır.
-Evrenseller sorununu koymakta gösterdiği açıklık sayesinde, gelecek yüzyıllardaki felsefenin gelişimi üzerinde hocası kadar etkili olmuştur.
- Plotinos ve Porphyrios, Ksenohanes’ten başlayarak bütün büyük filozoflar gibi, hakikatin araştırılmasında, gittikçe dine ve dinî savunmaya ait kaygılara bağımlı olmuştur.
-Porphyrios, halk inançlarının yeminli düşmanı iken, pişman olup ve din değiştirip, ileride Kilisenin Kölesi olacağı günleri bekleyerek, zulüm gören Tanrıların koruyucusu, Roma’daki tapınağın kölesi olmuştur.
-Hocası Plotinos’un doktrinini vecizeler şeklindeki özetlemiş ve onun biyografisini yazmıştır.
-Aristo’nun kategoriler teorisine bir giriş olan ve İslâm dünyasında bugün bile yegâne mantık ders kitabını oluşturan İsaguci’yiyazmıştır.
-Yemekten kaçınılmasını tavsiye eden yazıları vardır.
- “Hıristiyanlar aleyhine” yazdığı 15 kitaptan oluşan Kata Hıristiyanonadlı eseri koybolmuştur. (Porphyrios bu yazısında, Hz. İsa’nın ulûhiyeti iddiasına karşı çıkmiştır).
- Porphyrios’un Plotinos’tan farklı yönü, ancak hocasından daha açık olarak pratik-dinî bir düşünce yönüne yönelmiş olmasındadır.
-Felsefesinin amacı, ona göre, ruhun kurtuluşudur.
-Porphyrios da halk dinini, hocasından daha güçlü bir şekilde yükseltmeye çalışmıştır


Jamblichos (Suriye Okulu Filozofu)
-Hıristiyan olmayan edebiyattan etkilenmiştir
-Pythagoras’tan, Platon’dan, Doğu’nun ve Mısır’ın teolojik geleneklerinden ve özellikle bunun kutsal üç üçüzlüsünden esinlenmiştir.
-Matematik dehasına ve parlak hayal gücüne dayanarak, müşrik Panteon’u felsefî yönden yeniden kurmaya çalışmıştır.
- Hıristiyanlığın Tanrı-insan’ına zıt olarak Plotinos’un ilahiyatçı spiritüalizminden daha ileri gitmiş ve mutlakın, kendisiyle ilişkiye girilemez olduğunu ileri sürmüştür.
-En yüksek Tanrı sadece her zekâya karşı değil, herhangi bir ilişkiye karşı da kendini gizler.
-Ona göre tanrıların aşamalar dizisindeki üç basamak vardır: Entelektüel tanrılar, âlemüstü tanrılar ve âlemdeki içkin tanrılardır (Platon’un İdeleri, Pythagoras’ın sayıları, Aristo’nun cevher formları), bizi yöneten onlardır.
- Jamblichos (öl. 330), Suriye okulunun müdürü kabul edilir.
-Porphyrios’un öğrencisi olan ve ona büyük saygı duyan Eunaipos, Jamblichos’un biyografisini yazmıştır
-Jamblichos’un eserleri şunlardır: Pisagorcu Yaşam Üzerine; Felsefeye Teşvik; dinî aritmetik içeren diğer üç yazı. Bunların dışında Platon ve Aristo’ya şerhler de yazmıştır. 28 kitaptan oluşan bir Keldanî ilahiyatı (!) da yazmıştır.
-Jamblichos’un önemli bir özelliği, politeizmin (çok tanrılılığın) felsefî teorilere dayanan bir dogmacısı olmasıdır. Yani o, politeizmi değişmez bir prensip (dogma) olarak kabul eder.
- Felsefî tuhaflıkları vardır. ( Temel bir’i üstünde, bütünüyle ifadesi mümkün olmayan bir temel varlık koyar. Bu temel varlık, üç ilahî unsurdan oluşan akledilir dünyayı ve yine üç ilâhî güce ayrılan aklî dünyayı doğurur. Dünya üstünde olan bu nitelikler’in yanında, ya da altında olan on iki göksel ilah bulunur, sonra bunlar 32’ye ve daha sonra 320’ye çoğalırlar; bunları izleyerek 72 tür olan göğün altında yerleşmiş bulunan ilâhlar ve 42 cins doğa ilâhları gelir. Bütün bu “ilâhlar”dan sonra, daha çok büyük bir sürü oluşturan baş melekler, şeytanlar ve kahramanlar gelir.)
- Jamblichos bu delilikleri, Yeni Pythagorasçı tarzda, sayılar teorisiyle karıştırmış, bu ilahî gök içine, (Hıristiyanlık dışında) bütün dinlerin ilâhlarını yerleştirmeye çalışmıştır
- Üçe ayrılan, insanî nefse inanır. Jamblichos’a göre, insanın ahlâkî-dinî vazifesi nefsin temizlenmesinden başka bir şey değildir.
-İnandığı dışsal vasıtalar şunlardır; dualar, tılsımlar, büyüyle kötü ruhların bedenden kovulması, mistik âyinler, her türlü kefaret kurbanları.
-Mısırlıların Mistik Ayinleri ve İbadetleri Üzerineadını taşıyan ve büyük ihtimalle Jamblichos’un bir öğrencisi tarafından kâhinlik (Mantık) karşıtları aleyhine yazılan kitapta fal, kurbanlar ve büyüden başka en kaba ahmaklıklar da savunulmaktadır.
- İlâhi vahyin taşıyıcısı olması bakımından râhibin, filozoftan daha yüksek bir makamda olduğunu söyler.
- Jamblichos’un üçüzler sistemi, öğrencisi Theodorus tarafından daha fazla geliştirilerek olgunlaştırılmıştır.
-Diğer öğrencileri, sihir ve keramet sahipliğinden üstatları gibi ün kazanmışlardır. Dexippus ve Themistius gibi daha başkaları, Aristo eserlerinin güçlü açıklayıcıları olarak kendilerini ispatlamışlardır.

Hypathia (Suriye Okulu Filozofu)
-Genç bir filozof kız olan Hypathia 415 tarihinde bağnaz keşişlerin galeyana getirdiği İsevî halk tarafından öldürülmüştür.
-Kingsley ve Mauthner’in aynı adı taşıyan romanları sayesinde bu filozofun ismi geniş okuyucu kitlelerine kadar ulaşmıştır.
-Hypathia’nın öğrencisi olan Kyrene piskoposu Synesios, üstadının öğretisini, Hıristiyanlıkla, kendine özgü bir tarzda birleştirip kaynaştırmıştır.


Proklos (Atina Okulu Filozofu) (410-485).
-Hem ruhbanî tavırlarına sahip olan Jamblichos’tan, hem de sistemci ve skolastik eğilimlerini paylaştığı Plotinos’tan etkilenmiştir
- Sisteminin esası olan Jamblichos’un üç Üçüzlüsünü almıştır.
-Sonsuz’a aperion, gaye ve forma peros, zekaya (statik düşünceye) nous der.
-Tanımlanamaz Birlik, Tükenmez Verimlilik ve Sonsuz Mükemmellikten bahseder.
-Özünde doğaüstü olana, ancak doğaüstü çaralerle varılabileceğini söyler.
- Bilimin anlaşılırın üstüne erişebilmek için, dinin realitelerine muhtaç olduğunu savunur.
-Proklos için, dinin realiteleri sihir uygulamalarıdır; hâlbuki bu, Platon’a göre, adaletin uygulanması idi. (Bu iki görüş arasında, olgun, aydınlık ve kuvvetli çağ ile bitkin ve hurafe ihtiyarlığı ayıran önemli mesafe vardır.)
-Politeist Yeni Platonculuğun son halkası olan Proklos’un ders vermiş olduğu Atina Okulu İmparator Justinianos’un emriyle 529’da kapatılmıştır.
- Yeni Platoncular teosofik (mistik) felsefeleri ve politeizmi canlandırmak yerine, daha çok ilim alanına, özellikle Platon ve Aristo yazılarının şerhine yönelmişlerdir.
-5. yüzyılda 6. yüzyılın ilk bölümüne ait olan Yeni Platoncu filozoflar, Atina’da eski Platon okulunun başkanlığını yapmışlardı.
- Peripatos, Stoa ve Epiküros okullarının ve belirtilen okulların ortadan kalkmasından yüzyıllar geçmiş olmasına rağmen, bahsi geçen dönemde Platon’un okulu hâlâ ayaktaydı.
- Platoncu filozoflar arasında genç Plutarchos (ö. 433) ve İskenderiyeli Syrianus vardır.
- Aristo’nun Metafizik’inin bazı kitaplarına yazmış olduğu şerhte Platon ve Pythagorasçıların görünüşlerini şiddetle savunmaktadır
-Proklos Plutarchos ile Syrianus’un öğrencisidir
-Görüşlerinde felsefî derinlik, kuru bir genişlik, keskin diyalektik yeteneği, eleştiriden uzak bir tarzda birbirine karışmıştır.
-Platon’un yazılarını yorumlamıştır.
-Proklos, sadece bir mistik değildir, aynı zamnda Platon’un hypotesis’ine vakıftır.
-Proklos’a göre bütün bilgilerin ölçüsü, “genel biçimde akıl”dır.
-Düşünme biçimi, bir dereceye kadar Hegel’in diyalektik yöntemini andırır.
- Plotinos’un şu temel düşüncesi Proklos’un hareket noktasıdır: “Bir, çok olur, çok da bire dönmeye çalışır.“
-Proklos, bütün varlıklar için üç evrim aşaması kabul eder: Mene (etkilenenin etkileyen içinde kalıcılığı ve devamı), proiedos(etkilenenin etkileyenden etkileyen içinde kalıcılığı ve devamı), epistrofe (etkilenenin etkileyene dönüşle yönelmesi).
-Proklos’un skolastiğinde etkin ve faal nedenler yerine, ölü soyutluklar, bir felsefî görüş yapısı yerine, yolları karışık ve tuhaf hayaletlerle dolu bir labirent, aklın zorunlulukları yerine, mistik sayı oyunları ortaya çıkar.
-Jamblichos gibi, Proklos’un ahlâk felsefesi de duyular üstüne yükselmeyi öngörür.
-Proklos’a göre yetkinliğin en son noktası, ulûhiyetle mistik bir tarzda birliğe ulaşmaktır.
-Düşünce gücü, nüfuz ve önem bakımından Proklos’un takipçilerinden hiçbiri, onun derecesine ulaşamamıştır.
- Proklos sayesinde bir Atina okulunda Yeni Platonculuk bir süre daha yaşamaya devam etmiştir.


Antik Felsefenin Sonu- Boethius (480-525)
- Boethius son Romalı ve ilk Skolastik düşünürdür. Dış görünüşüyle Hıristiyandı.
-Eski “dinsiz” felsefeye (Stoacılık ve Yeni Platonculuğa) içten bağlıydı.
-Atıldığı zindanda yazdığı Felsefeyle Avunmakadlı yazısında, son bir kez daha, İlkçağ felsefesinin gür ve özgür sesini duyurmuştur.
-Artık yavaş yavaş her yerde ağırlığını duyurmaya başlamış olan Hıristiyanlıkla, özellikle Yeni Platonculuğun Atina okulu, tüm benzerliklerine ve ortak düşüncelerine rağmen, birbirlerini suçlamaya ve karalamaya başlamışlardır. Bu da, dine karşı çıkan felsefenin sonunu getirmiştir.
-Nihayetinde Batı Doğu diye parçalanmış olan Roma İmparatorluğunun doğusunda hüküm süren İmparator Justinyen, Platon’un zamanından beri ayakta kalmış olan ünlü Akademiyi 529 yılında Atina’da kapatmıştır. Akademinin malvarlığına el koyan İmparator, son yedi öğretmenini de sürgüne yolarak burada dinsiz Yunan felsefesinin öğretilmesini yasaklamıştır.






SONUÇ
*Helenistik felsefe ve Roma felsefesi sonrasında felsefe dinî anlayışlarla ilişki içerisinde gelişme ve ilerlemesini devam ettirmiştir.
*Dinsel dönem ve dini felsefe diyebileceğimiz bu dönemde, Philon ve Yeni Platonculuk ortaya çıkmıştır.
* Philon, Yahudi düşüncesi ile felsefeyi uzlaştırmaya çalışmıştır.
*Platon’un öğretisini, bu dönemde, yeniden yorumlayan okullar ve filozoflar, dinî düşüncenin birikimini de kullanarak felsefe ile din arasında bir uzlaştırma çabası içerine girmişlerdir.
*En önemli okullar: İskenderiye, Suriye ve Atina okullarıdır.
*En önemli filozoflar Plotinos, Porphyrios, Jamblichos, Hypathia, Proklos ve Boethius’dur.

ÇALIŞMA SORULARI
1. Ölümünden sonra öğrencisi Porphyrios, hocası Plotinus’un yazdığı kitapçıklardan 54’ünü, kendi seçimi ve arzusuyla dokuzlara bölerek yayınladığı eserin adı nedir?
a) Doğa Üzerin b) Enneadler+ c) Metafizik d) Ruh e) Etik

2. Atıldığı zindanda Felsefeyle Avunmak adlı çalışmayı yazan ve Got kralı Theodench’ın emriyle idam edilen Son Romalı ve ilk Skolastik düşünür kabul edilen kişi kimdir?
a) Galileo b) Plotinos c) Boethius+ d) Kopernik e) Aristo

3. Yunan kültüründe Tanrı ile insan arasındaki alanda yer aldıkları kabul ruhsal varlıklara ne ad verilir?
a) Nomos b) Daimon+ c) Logos d) eros e) hiçbiri

4. (M.Ö.25- M.S.50) yılları arasında yaşamış ve Yahudilikle Platon’un felsefesini uzlaştırmaya çalışan filozof kimdir?

a) Maiomonides b) Spinoza c) Kant d) Philon+ e) Plotinos

5. İslâm dünyasında yüzyıllardır okutulan İsaguci adlı mantık kitabı eserin sahibi kimdir.
a) Platon b) Hegel c) Kant d) Porphyrios+ e) Pascal
Alıntı ile Cevapla
Alt 21 Şubat 2014, 22:52   Mesaj No:8
Medineweb Sadık Üyesi
JAZARİ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:JAZARİ isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 17525
Üyelik T.: 23 Mart 2012
Arkadaşları:1
Cinsiyet:
Yaş:44
Mesaj: 585
Konular: 65
Beğenildi:74
Beğendi:41
Takdirleri:13
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: İstanbul İlitam Felsefe Tarihi Konu Özetleri

8.ÜNİTE ÖZET
Ortaçağ felsefesini, yaşanılan olay ve olgulardan ayrı ele almak gerekmektedir. Bu çerçevede Ortaçağ’da felsefeyi iki kategoride değerlendirmek mümkündür: 1. Patristik Felsefe 2. Skolastik Felsefe Patristik felsefe, pagan kültürlerin yaygın olduğu M.S. I.-VI. yüzyılları kapsarken; Skolastik felsefe de, M.S. VIII-XIII. yüzyıllarındaki döneme rastgelmektedir. Bu iki dönem arasında IV-VIII. yüzyıllarda, Skolastik felsefe için kaynak metinlerin teşekkül ettirildiği bir zaman aralığı olarak düşünmek mümkündür. Patristik ve Skolastik kavramlarını tarihî dönemler olarak ele almaktan ziyade, olay ve olgular karşısındaki iki tavır ve bakış olarak görmek daha makul bir tutum olacaktır. Patristik dönemdeki felsefe, Yeni Platonculuk’un etkisiyle şekillenmiş, ancak henüz tam olarak olgunlaşmamış olup, inancı akıl temeline yerleştirme gayreti içindeki bir felsefe görünümündedir.
ORTAÇAĞ FELSEFESİ BATI (HIRİSTİYAN) ORTAÇAĞ FELSEFESİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ
Antikçağ ile Ortaçağ arasında kesin ve net sınılar koymak mümkün değildir. İki çağ arasındaki ayrımın çizgilerini belirlemek gerekirse, o da VI. yüzyılın başındaki gelişmeler olabilir. Platon’un Akademi’si 529 yılında kapatılmış; Norcialı Benedictus’un (480-547) tespit ettiği ilkeler çerçevesinde manastırların yeniden teşkilatlanması gündeme gelmiş; bu kapsamda Montecassino Manastırı açılmıştır. Bu yüzyıl, Avrupa ve Akdeniz ülkelerinin kültürel, toplumsal ve kültürel hayatı/yapısı üzerinde köklü değişim ve dönüşümlerin yaşandığı bir zaman aralığını işgal etmiştir.
Roma Kilisesi ile Doğu Kilesesi arasındaki ayrılma ve ayrışmayı da başlatmıştır.
Bu çerçevede Ortaçağ’da felsefeyi iki kategoride değerlendirmek mümkündür:
1. Patristik Felsefe 2. Skolastik Felsefe
Yeni Platonculuk’un etkisiyle şekillenmiş, ancak henüz tam olarak olgunlaşmamış olup, inancı akıl temeline yerleştirme gayreti içindeki bir felsefe görünümündedir. Skolastik dönemde ise, felsefe Aristo’yu yeniden ele almakta ve bunun yanında inancı akılla temellendirme yoluna gitmiştir. Bununla birlikte, hakikat ile insan aklının yetileriyle ulaşılabilen hakikatler arasında ayrım yapılma yoluna gidilmiştir.1 Çağdaş felsefeden farklı olarak, Ortaçağ felsefesi akıl-inanç ve teoloji-felsefe bütünlüğünü ortaya koyma amacındadır. Ortaçağ felsefesicileri aklı bağımsız ve özgür bir otorite olarak kabul etmeseler de, inanca göre aklı ikinci bir otorite olarak görmekten genellikle uzak durmuşlardır. Ortaçağ ilk büyük filozofu Aziz Augustinus (354-430) ve bu çağı sonlandıran filozof ise Modern çağın kurucusu ve başlatıcısı olan Rene Descartes’tır (1596-1650). Ortaçağ’ın son birkaç asrı Modern Çağ’a geçişi sağlayan Rönesans’tır. Ortaçağ’ın konuları genellikle retorik, mantık, metafizik ve teoloji iken, Rönesans felsefesi Platoncu bir anlayışla bilim ve hümanist temelli bir Antikçağı yeniden keşfetme çabası içerisindedir. Ortaçağ düşüncesi teolojiye ilgi gösterirken, Rönesans felsefesi bilim ve insanı öne çıkarmaktadır. Ortaçağ felsefesindeki teoloji ve felsefe konu ve problemlerini ilk olarak Aziz Augustinus’ta görmek mümkündür. Augustinus’a göre, insanın dünyadaki yeri ve konumu, dünyanın anlamı ve Yaratanla ilişkisi Yeni Platoncu felsefenin yorumlanmasıyla sonuçlanan Hıristiyanlık’a imanı akla getirmektedir. Ortaçağ felsefesi bilginin inançla olan münasebetini fark ederek ve ettirerek, inancın bilgiyi mümkün kıldığını onaylar. Böylece inanç, bilgiyi hem mümkün kılar, hem de anlaşılır hale getirir. Nihayetinde eski ve yeni bilgiler, inancın gölgesinde ve kesinliğinde güvenilir, tutarlı ve doğru noktaya ulaşır. Tam ve kâmil bir anlama ve algılama Tanrı ve insan bilgisinin birlikteliğinde gerçekleşir. Benzer düşünceleriyle Augustinus, Ortaçağ felsefesinin programını, gidişini ve formülünü tespit etmiştir. Augustinus tarafından ortaya konulan Ortaçağ felsefesinin ana omurgası, Aziz Anselmus (1033-1109) dilinden “anlamak için inanıyorum” (credo ut intelligam) şeklinde ilkeyle ifade edildi. Bu ilke, dönemin felsefesi için yabancı bir anlam dünyasını ortaya koymaktır.

Aziz Augustinus’tan sona Ortaçağ felsefesinin ikinci büyük filozofu Bouthius’tur (480-524). Boethius’un felsefesi, büyük ölçüde Augustinus felsefesinin şekillendiği problemleri kendisine konu edinerek oluştu. O, öğretisinde, aklın sınırları tespit çerçevesinde aklın sınırlarını ve inancın aydınlattığı aklın ulaşacağı alanları tespite çalıştı.
Boethius iki farklı kişiliği kendisinde birleştirdi. Bu çerçevede o, hem bir filozof hem de bir teologtur. Ancak Bouethius teolojik eserlerini kaleme almasının ardından inancından uzaklaşarak bir pagan filozof haline geldi. Hem filozof hem de teolog olma Ortaçağ’a özgü niteliklerden birisidir. Ancak bu iki tavırlı hal, sonraki asırlarda da varlığını korudu. İrdanlı bir keşiş olan John Scotus Erigena ( 810-875), Ortaçağ’ın genel görüntüsüyle örtüşen bir şekilde Tanrı, varlık, bilgi, insan konularını teolojik bir formla ele alsa da, nihaî noktada ifade edilen problemleri bir Yeni-Platoncu olarak bakış açısıyla değerlendirmiştir. Bu özelliği sebebiye üç yüz elli sonra papa onun tüm kitaplarının yakılması gerektiğine karar vermiştir. Batı’da Yeni-Platoncu ve Augustinusçu anlayışlar çerçevesinde teolojik felsefî ürünler yaygınlık kazanırken, Doğu’da Hz. Muhammed’e gelen İslâm dini, hızlı bir yayılma göstererek Orta Doğu, Kuzey Afrika, İran, Hindistan ve Anadolu’ya tesir etti. IV. yüzyılda Suriyeli Hıristiyanlar, Yunan felsefesi ve tıbbında önemli gelişmeler kaydederken, V. yüzyılda İmparator Zeno, bu çabaların merkezi olan okulu kapattı. Burada çalışanlar da İran’a geçerek araştırmalarını orada sürdürdüler. Müslüman Araplar, Suriye ve İran’ı feth ettikten sona halifeler felsefeci ve bilim adamlarını himayeleri alarak her türlü imkânı sundular. 750 ile 900 yılları arasında Aristoteles, Euclides, Archimedes, Hippocrates ve Galen’in eserleri Arapça’ya tercüme edilerek, Müslüman düşünür ve bilginlerin kullanmalarına fırsat verildi. Erigena’nın da çağdaşı olan İlk Müslüman ve Arap felsefeci el-Kindî, Aristoteles’in De Anima’sı hakkında önemli bir eser telif etti. Bu filozofla başlayan İslâm felsefesi Fârâbî (870-950) ve İbn Sînâ ile varlığını sürdürdü. İslâm filozofları, varlığı Aristocu bir kapsamda izah ederken, mantığı temel alan bir metafizik inşa ettiler. Sonraları Aristo tarzında felsefe yapan İslâm filozoflarına karşı, sezgi ve Tanrı inancını öğretisini prensip yapan Gâzâlî, teolojik felsefenin yeniden canlanmasına gayret etti. Filozofların tutarsızlığını ortaya koyarak, salt akılcı düşünceleri eleştirdi. Gâzâlî’nin ölümünden yaklaşık çeyrek yüzyıl sonra doğan İbn Rüşd, aklı öne çıkaran felsefesiyle Batı enteliyansiyasını ve felsefe çevrelerini derinden etkiledi. Bu tesir o kadar büyük oldu ki, Batı dünyası Aristo ve eserlerinin Latince bilmeyenler İbn Rüşd’ün eserlerinden öğrendi. Bir başka deyişle eğer İbn Rüşd olmasaydı, Batı Aristo’nun eserlerinden haberdar olmayacaktı.
Batı düşünce dünyası, Aristo’nun eserlerini İslâm dünsayıdan öğrendikten sonra, Aristo felsefesine dönüş yaparak, tümeller tartışması üzerine yoğunlaştı. Anselmus ve Roscelinus (1050-1142) tümeller tartışmasında karşıt iki görüşü temsil ettiler. Anselmus aşırı realizmin temsilcisi olurken, Roscelinus kavramların tekillerden uzlaşım yoluyla elde edilmiş isimler olduğunu savundu. XII. yüzyılda benzer problem Paris Üniversitesi’nin iki filozofu ola Champauxlu William ve Abelardus (1079-1142) arasında da sürdürüldü. William aşırı realizmi ileri sürerken, Abelardus ılımlı realizmle tümelleri izah etmeyi benimsedi.
Aziz Augustinus’tan sonra XIII. yüzyılda Batı Ortaçağı’nın ikinci büyük filozofu Aziz Thomas Aquinas (1224-1274) (1224-1274) ortaya çıkacaktır. Aristo ile Augustinus’u uzlaştırma amacında olan Aziz Thomas, hem bir teolog, hem de bir filozof olarak önemli ve iz bırakan eserler vermiştir. Aquinalı Thomas’ın çağdaşı ve Paris Üniversitesi’ndeki meslektaşı olan Aziz Boneventura, Aristo’yu sadece bir doğa filozofu olarak gördü. Nihayetinde o, yeni Thomasçı ve Aristocu olmayan insan aklı ile dünya arasındaki ilişkiyi ortaya koydu. Ockhamlı William (1285-1349) ise, teoloji ve mantık alanlarının farklılığı üzerinde yoğunlaştı. Sonraki geç Ortaçağ filozofları, yeniden Platonculuğa dönerek Platonculuğun yeniden yorumlanmasıyla birlikte matematik, bilim, deney ve gözlem XV. ve XVI. yüzyılların temel alanları haline geldi. Geç Ortaçağ, yani XV. Ve XVI. yüzyıl Antikçağ’ın yeniden doğuşunu simgeleyen Rönesans’ı ortaya çıkardı. Rönesans ile Ortaçağ’ı birbirinden kesin sınırlarla ayırmak mümkün değildir. Zira, Rönesans, farklı yer, alan ve zamanlardaki çalışmaların bir neticesiydi. Bu çalışma ve çabalar, felsefeye aşama aşama yansıdı; son aşamada Descartes’le noktalandı.2 Ortaçağ kültürü, Helenistik kültür ve daha sonra Roma kültürü olan Latin kültürüdür. Latin kültürü de çoğu kez doğudan gelen göçlerin tesiriyle saf kalamamıştır. Bilhassa Hunlar’ın Roma’ya kadar gelen istilaları ve Got istilası, Latin kültürünü değiştirmiştir. Kısaca Ortaçağ kültür bir karışımdan meydana gelmektedir. Bunu şöyle formüllüllendirmek mümkündür:
Ortaçağ kültürü: Helen+Latin+Doğu+Hıristiyan
Köklerinde Yahudiliğin izlerini taşıyan Hıristiyanlık Ortaçağ’a damgasını vurarak, düşüncede, kültürde, bilimde vb. etkinlikler de değişime sebep olmuştur. Ortaçağ’ın diğer tek tanrılı dini ise İslâm’dır. Her üç din de yoktan yaratmayı kabul ederek, Tanrı’nın evreni belli bir zamanda yarattığı düşüncesini benimserler. Evrenin, kısaca varlığın bir başlangıcı ve bir de sonu vardır. Ebedîlik; varlığa değil, yaratana yani, Tanrı’ya aittir.
Ortaçağ felsefesinin amacı, “varlık nedir?” sorusunu “varlığın özü nedir?” sorusuna dönüştürerek sormak ve bu soruyu her şeyi yaratan Tanrı aracılığıyla izah etmektedir. Ana sorusu “bir şeyi o şey yapan nedir?” sorusuyla eşdeğerdir. Öz arayışı Aristoteles geleneğine bağlı olan Aquinalı Thomas felsefesinde en yüksek sınırlarına varmıştır. Böyle bir etkinliğin sınırlarını de din belirlemiştir. Şu halde, felsefî soru tipi dinsel inançların cevabının arandığı soru tipleri haline gelmiştir.
Söze ait bilimlere Trivium (üçlü) bilimler,
Sayıya ait bilimlere Qudrivium (dörtlü) bilimler adı verilir.
TRİVİUM; gramer, diyalektik ve retorik’ten oluşmaktadır.
QUDRİVİUM İSE; Aritmetik, geometri, astronomi ve müzik’tan meydana gelmektedir.
Ortaçağ’ın genel niteliğine göre, doğa bilimleri din için gerekli olduğu kadar araştırılmalıdır; fazlası insan için gereksiz, hatta zararlı olarak görülmüştür. Buna karşılık teoloji, yani tanrıbilim asıl bilinmesi ve uğraşılması gerek olan bilgi sahasını oluşturur.
Ortaçağ felsefesinde genel olarak insan, yaratılmış varlık olarak sunulur. Yaratılmış varlık olarak insan, Aristo geleneğine uygun olarak, bazı güçlere sahiptir ve yeri diğer varlıklara göre de tespit edilmiştir. Tüm varlık ve nesneler yaratılmıştır. Ancak Tanrı sonradan meydana gelmemiştir, yaratılmamıştır; çünkü o, yaratandır. Ortaçağ’a göre, insan cüz’î iradesi sayesinde özgür, fakat her şeyi bilme gücünde olmayan yaratılmış varlıktır. Antikçağ, ikinci Ortaçağ’da da ifade edilmektedir. İnsanın bir beden bir de ruh yönü bulunmaktadır. Amaç ruhsal yönü geliştirmek olmalıdır; zira ruhsal yön tanrısal olandır.
Ortaçağ’da insan, birey ya da özne olarak kabul edilmez. İnsan, kuldur yani Tanrı’nın yarattığı bir varlıktır.
Örneğin, Hıristiyanlığa göre, Tanrı, insan bedeninde cisimlenerek İsa olarak yeryüzüne inmiştir. İsa’nın yaşamı, gerçek dünya için bir hazırlıktır. İlk Günah ile doğan insan, kurtuluşa giden yolu İsa’nın hayatında görebilir. Şu halde, günahlı insan, sonsuz ve ölümsüz hayattaki kurtuluşuna ancak tanrısal olan yola hizmet etmekle ulaşabilir.
Fakat zaman zaman dünyanın yuvarlak değil, düz olduğu da savunulmuştur. Fizik konusunda tamamen Aristo’nun fikirleri kabul edilmiştir.
Ortaçağ, bilgi ve inanç konusunda, Antikçağ’dan ayrı bir duruş sergiler, hatta karşıt bir kurama sahiptir. Akıl, Tanrı’nın varlığını bilmek için bilgi edinmek zorundadır. Bilgi, inancın hizmetine sunulmuştur. Bu sebeple doğru, uygunluk kuramıyla bilgide aranmıştır.
Ortaçağ düşünürleri, insan bilgisi ve Tanrı bilgisi arasındaki uygunluğu akıl yoluyla ortaya koymaya çaba göstermişlerdir.
Tanrı bilgisini vermiyorsa; sorgulanacak, yeniden araştırılacak olan insan bilgisidir; zira Tanrı bilgisi (dinî önermeler ve inançlar) esas hakikat olarak hiç değişmeyen, ezelî ve ebedî doğrulardır. Önemli olan insanın akıl bilgisinin Tanrı’dan gelenle uyum ve uygunluk içerisinde olmasıdır.
PATRİSTİK FELSEFE

Ortaçağlar, felsefî açıdan çorak ve kurak olan bir dönem değildir. Modern felsefe, belirleyici prensiplerinden çoğunu bu dönemdeki Hıristiyanlığın etkisi sonucunda elde etmiştir. 17., 18. hatta 19. yüzyıldaki felsefelerin ortaya koyduğu görüşleri incelendiğimizde, Helenistik dönemin sonu ile Rönesans’ın başı arasındaki rasyonel düşüncenin önemli çalışmalarını göz önüne almadan izah edilmeyecek bir takım belirgin özelliklerle karşı karşıya geliriz.
Ortaçağların Yunanlılara olan borcu ve sorumluluğu büyüktür; herkes bunu çok iyi bilir. Diğer taraftan Helenizm’in Ortaçağ’a olan borcu da büyüktür; ancak bunun da çok az kimse farkındadır.
Ortaçağ Felsefesi, Antikçağ sonlarında atılıp geliştirilen temeller üzerinde yükselen ve gelişen bir düşünce yapısını bize anlatır. Bu temeller de dinî bir kaygı ile atıldığı için, bunların üzerine kurulmuş olan Ortaçağ Felsefesi de baştan aşağı dinî karakteri baskın bir felsefe görünümündedir. Böylece bin yıllık –Rönesans’a kadar- bir ömrü olacak bu felsefe, özel düşünce yapısıyla felsefe tarihinin belli başlı dönemlerinden birisini ifade etmektedir.
Hıristiyan felsefesinin ilk dönemine Patristik Felsefe denilmiştir. Aslında Patristik Felsefe, Kilise Babalarının felsefesidir. Peki o halde Kilise Babaları kimlerdir? Kilise Babaları, 2.-6. yüzyıllar arasında yaşayıp Hıristiyan öğretisinin temellerini inşa etmeye çalışmış olan bilginlerdir ki, onlar bu öğretinin ilk büyük öğretmenleridir. Hepsi, Kilisenin “aziz” –kutsal, ermiş- diye tanıdığı ve tanıttığı din adamlarından teşekkül etmektedir.
Apologetik adı verilen bu literatürden bir kısmı, imparatorlara takdim edilen dilekçeler ve kınama yazılarından teşekkül etmektedir. Bunlarda Hıristiyan inancının hoşgörülmesi talep edilir, adalet ve insanlık beklenir.
Bu kovuşturmalar, ancak büyük Konstantin’in 313 yılında Hıristiyanlığı öteki dinler yanında resmen bir din olarak benimsemeyle nihayetlenecektir.
Asurlu Tatianus adlı bir savunucu (apologet), bütün Yunan Felsefesini kesin olarak tepki göstererek reddeder; Kutsal Kitaptaki “Yaradılış” Mythosunun yalın güzelliğini takdir eder. Yine Grek Patristik’inden Justinus (2. yüzyıl) ise, Hıristiyan inancının Yunan düşüncesine uygunluğunu savunur; Platon ile Stoa’nın düşüncelerini kullanarak, İsa’da kendini göstermiş olan aynı Logos’un her insanda “tohum” halinde (logos spermatikos) bulunduğunu, dolayısıyla her insanın “iyi” ile “kötü”yü birbirinden ayırt edebileceğini, putatapan-çoktanrıcı paganın da “doğru”yu sezebileceğini ve ona ulaşabileceğine inanır. Başlı başına bir akım olarak beliren gnostisizmi (gnosis, gnostik) de, bu heretik (=sapkın) sistemleri de, Hıristiyan öğretisini savunan ve geliştiren süreç içinde değerlendirmek mümkündür. Gnostisizm, felsefî olmaktan çok dinî-mistik bir akım; yalnız Hıristiyanlıkta değil, Yahudilik ve politeizmde de bulunmaktadır. Bu akımın en önemli düşünceleri Hıristiyan gnostisizmi olarak belirginleşmiştir.
Gnostiklere karşı koyanların başında bulunanlardan biri de, Latin Patristiğinde Latince Hıristiyan literatürünü başlatmış olan Kartacalı Tertullianus (yak. ol. 160-222)’tur. Hıristiyanlığın inanç kurallarına olduğu gibi inanılmalı, bunları felsefe ile kanıtlandırmaya girişilmemelidir. İnanç ve insanın kendi başına bilmesi (gnosis), birbirine karşıt olan olgulardır. Çünkü inanç, insan aklının Tanrı önünde alçakgönüllü olması, kendini alçaltması, gurunu yok etmesidir. Gnostiklerin istediği gibi, Tanrının insanın içinde doğrudan doğruya doğmasını, bir ışık olarak parlamasını beklemek, Tanrının sırlarına erişmeye kalkışmak, insan aklının bir saygısızlığıdır ve küstahlığıdır. Onun için Tertullianus “akıl almaz olduğu gibi için inanıyorum” anlayışını benimsemiştir.
Bu sıralardaki Patristik Felsefenin ileri gelenlerinden biri (Grek Patristik’inden), Hıristiyan Gnostiği İskenderiyeli Clemens’in (yakl. ol. 150-215) ise felsefe karşısındaki tutumu farklı bir konumdadır. O, Tertullianus’un “anlamak için inanıyorum” anlayışını itiraz eder. Clemens’e göre, gerçi “inanmak” “bilme”den önce gelmeli, “inanma” hep “bilme”nin temeli kalmalı, ona yol gösterip rehberlik yapmalıdır. Ama amaç, önce inanma ile benimsemiş olanı sonunda kavramaktır, anlamaktır; inanılanı aklın da alması gerek. Tertullianus ise, “akıl almaz” olduğu için inanmak istiyordu. Clemens, Halılar adlı eserinde, gnosis (bilgi) ile iman’ı akıl ile vahyi uzlaştırmaya çaba gösterir. Böylece Hıristiyan inancı için felsefenin önemini vurgular.
Augustinus’tan önceki Hıristiyan düşüncesinin en önemli temsilcisidir. Şöhreti sayesinde Hıristiyan olan olmayan bir çok kimse, onun derslerini dinlemek üzere İskenderiye’ye gelmiştir. Origenes, ilkece pek anlaşamamakla birlikte, gnostisizme yakın durmuştur. Bu yüzden de, İskenderiye’deki sözü geçen okulun başında 30 yıl bulunduktan sonra, aforoz edilmiş, Filistin’e kaçarak öğretimini orada devam ettirmiştir.
Origines’den günümüze İlkeler Üzerine isimli eserinden fragmentler ulaşmıştır. Eser, Hıristiyan inancı ile ilgili öğretileri bir araya getirmeyi deneyen ilk derleme çalışmadır. Kitapta Platon’un düşünceleriyle Hıristiyan görüşlerinin iç içe olduklarını, bunların bir sentezi yapılmaya çalışılmıştır. Temel düşünceler şöyle ifade edilebilir: Evren, belli bir zaman anında varlık kazanmamıştır, Tanrının ebedî bir yaratmasıdır. Dolayısıyla, ruhlar bundan sonra varolacakları gibi, bundan önce de vardılar. Bundan sonraki düşünceler daha çok Hıristiyan: Tanrıdan “Logos”tan türemiştir; sonra da “Oğul”un Logosu’nun aracılık etmesiyle “Kutsal Ruh” oluşmuştur.
Origenes, en sonunda, yalnız bütün insan ruhlarının değil, Şeytan ile takımının da kurtulup Tanrıya döneceklerini düşünür.
AUGUSTİNUS
18-19 yaşlarında Cicero okuması, Augustinus’u, Katolik Hıristiyanlık dediği şeye dönmeden önce çok sayıda farklı düşünsel konumdan geçmesine sebep olacak felsefî bir soruşturma içine dahil etti.
Madde kötü, ruh iyidir ve her insan bu ikisinin bir karışımıdır. Ruh, aydınlığın işaretiyle bedenin kaba maddesinden kurtulmayı ister. Nihayetinde Platon’un Akademia’sına o dönemde hakim olan benzer bir şüpheci haline geldi. Augustinus’u, Platon’u ve Yeni Platonculuğu Plotinos’un eserlerinden incelemeye yönelten sebep, dış yönüyle söylenecek olursa bu şüpheydi. Bir süre tamamen onların tesiri altında bulunan Augustinus, 32 yaşında Hıristiyanlık’a döndüğünde Platonculuğu ve Yeni Platonculuğu da beraberinde getirdi ve onları Hıristiyanlık’la uzlaştırarak birleştirdi. Bu birleşimin, son derece önemli sonuçları ortaya çıkmıştır.
Modern anlamda ilk özyaşamöyküsü niteliğindeki mükemmel eseri İtiraflar’da bu gelişmenin hikayesini, yani kendisini anlatır. Bu eserde, çoçukluğu, dokunaklı bir anne portresi ve gençken yaşadığı cinsel gevşekliğe dair içten itiraflar etkileyici ve içten bir dille ifade edilmektedir. Cinselliğe bu tutsaklığından (henüz değilse de) kurtulmak için Tanrı’ya hep şöyle dua edip yakardığını nakleder: “Tanrım beni iffetli kıl, ama henüz değil”.
İtiraflar’daki en ilgi çekici felsefe bölümü, zamanın doğasıyla ilgili kısım oluştur: “Eğer hiç kimse benden bunu sormasa biliyorum; ama soran kişiye açıklamak istesem bilmiyorum”. Zamanın akması, yalnızca yaşantıyı (deneyimi) niteleyen bir şeydir; yaşantıdan bağımsız, kendi başına var olan bir şey değildir. Bu saptamasıyla Augustinus, Kant’ın felsefesinin öncüsü oldu. Descartes’la ilgili olanıdır: Ona göre şüpheciler yanılıyor olsa gerektir; çünkü, bırakalım “her şey”den, herhangi bir şeyden bile şüphe etmek için onun var olması gerekir; dolayısıyla, benim kendi yaşantım, şüphe etmeyi benim için imkânsız hale getiren bir şeydir. Çünkü, var olduğum, mutlak kesinlikle bildiğim bir hakikattir. Herhangi bir şeyi bilemeyeceğimizi ya da herhangi bir şeyden emin olmamızın imkânsız olduğunu ya da daha doğrusu (şüpheci görüşün tam da temelini oluşturan) her şeyden şüphe etmemizin olanaklı olduğunu söylemek doğru değildir. Bu böyleyse, demek ki başka şeyler de var olabilir ve onları kesinlikle bilmek benim için olanaklı bir durumdur.
Hıristiyanlığın temel inançları, felsefî olmaktan çok tarihîdir. Platoncu felsefenin, gerçekliğin Kitabı Mukaddes’in ilgilenmediği yönleri hakkında önemli hakikatler barındırdığına inanan Augustinus, Platonculuğu Hıristiyan dünya görüşüne içinde eritmeye çalıştı denebilir.
Felsefî öğretilerin ayrıntılı çözümlenmesini yapmayı gündenimine alırken Augustinus’un aklında bu düşünceler bulunmaktaydı. Felsefeye her zaman dinsel vahyin yanında ikincil bir önem veren Augustinus’un her şeye rağmen mükemmel bir felsefesi vardır. Platoncu ve Yeni Platoncu felsefeyi, kilisenin gerçekliğin doğasıyla ilgili görüşüne yedirmeyi başardı.
Augustinusçu düşüncenin temelinde Platon ve Plotinos’un gizemci ve çileci anlayışların belirgin bir yeri bulunmaktadır. Plotinos’un “Bir” diye adlandırdığını Aziz Augustinus “Doğru” diye ifade edecektir. Augustinusçu düşüncenin temelinde düşünülür dünyanın ya da tanrısallığın sezgisi vardır. “Doğru” insan zihnine doğrudan yani aracısız açınır. Bu açınım duyulardan tümüyle bağımsızdır. Böylece şüphe felsefenin dışına atılmış olur; düşünülür olanın sezgisinde yanılgı olanaksızdır. Düşünmek hiçbir yanılgıya düşmeden doğrulara açılmaktır. Aziz Augustinus da Descartes gibi kesinliğe ulaşmak için şüpheden yola çıkar veya başka bir deyişle şüpheyi şüpheyle giderir. Ancak Aziz Augustinus Descartes gibi yapmaz, “ben”i her şeyin dayandığı tek temel olarak tespit etmez. Aziz Augustinus şöyle akılyürütmeye başvurur; şüpheleniyorsam, düş görüyorsam, yaşıyorum demektir; aldanıyorsam varım; varım derken nasıl aldanabilirim, aldanıyorsam varolduğum kesindir. O şöyle devam eder: “Çünkü biz varız, varolduğumuzu biliyoruz, varlığımızı ve bilgimizi seviyoruz. Bu üç şeyin varlığından kuşku duymuyoruz. Bu, yanlış bir bağlantıyla bizi aldatabilen duyularımızın nesnelerine benzemiyor. Varolduğum, bildiğim, varlığımı sevdiğim konusunda ben kendimde tam bir kesinlik içindeyim... Yanılıyorsam varım, çünkü insan varolmazsa yanılamaz.”
Tanrı’nın parmağı olmadan insanın başında tek kıl düşmez” der Aziz Augustinus. Aziz Augustinus insanda dış duyum yanında bir de iç duyum tespit eder. Bu iç duyum dış dünya nesnelerinin verilerini birleştirir ve düzenler. İç duyumu akılla karıştırmamak gerekir, iç duyum hayvanlarda da bulunur. Akıl bir yargılama gücü olarak yalnızca insanda bulunur: duyuları ayırmak, belirlemek, düzenlemek işlevinin ötesinde yargıya ulaşmak onun işidir. Akıl bizim en yüce yetimizdir, fikirler zihnimizde değişmez kurallar olarak bulunurlar. Örneğin herhangi bir güzelliği belirlemek için zihnimizdeki mutlak Güzel’e müracaat ederiz.
Tanrı, tüm yetkinliklerin bir araya geldiği ve özdeşletiği en yetkin Doğru’dur, tüm varlığın ve doğruların kaynağıdır. Onun başlıca niteliklerinden biri basitliktir, tüm yetkinliklerin özdeşleştiği varlık ancak basit olabilir, hiçbir bileşikliği kendinde barındırmaz. O basit olduğu kadar tek’dir, tek olduğu kadar değişmez’dir. Ayrıca ölümsüz ve uçsuz bucaksızdır. Evrendeki tüm gerçeklikler ondan türemiştir. O iyiliğin ve güzelliğin kaynağıdır.
Tanrı dışında her şeyin hiçlik olduğu bir an vardır, bu anı evrenin yaratılması izler; varolan tüm şeyler Tanrı’dan gelmedir ve İdea’lar örneğine göre var olmuştur. Oluşum tablosunda Tanrı en üstte yer alır. Tanrı yarattığı şeylerin dışında, o şeylere belli bir uzaklıktadır. Bir kaynak gibidir, aşağılara inildikçe ışığı daha az sezilir.
Plotinos’da olduğu gibi Aziz Augustinus’da da bu yöneliş bize Tanrı’yla tam bir kavuşmayı getirmez. Yaratılmış şeylerin en üst basamağına ulaştığımız zaman bile, Tanrı’ya çok yaklaştığımızda bile Tanrı’yla aramızda büyük bir uzaklık bulunacaktır. O tüm bilginin ve iyiliğin kaynağıdır; kötülük’ü de varetmiştir, günahı da yaratmıştır. Bir müzik parçasında daha olanaklı kılan akıllar gibi, kötülük iyiliği duyurduğu için anlamlıdır. Aziz Augustinus insan yaşamını tümüyle ruhsallığa bağlar, ruhu cisimselliğin dışındaki bir töz olarak tespit eder. insan ruhu tanrısal bir şeylere sahiptirİnsanla Tanrı arasında yer alan ruhlar, yani azizlerin ruhları en yetkin ruhlardır.
İnsan bedeni nicelikselken, cisimsel olmayan insan ruhu tam anlamında nitelikseldir. Buna göre beden karmaşık, ruh basittir. Ruhun bu yetkinliği onun yaratıcılığını gerektirmez. Ruh bedeni yaratmamıştır, yaratıcı olan yalnızca Tanrı’dır. Buna karşılık ruh ölümsüzdür.
BOETHİUS
Yaklaşık olarak 480-525 yılları arasında yaşamış olan Boethius, Romalıların sonuncusu, Skolastiklerin de ilki olarak kabul edilir.
Kavimler Göçü kargaşasında Roma’da meydana gelen olumsuzluklar çok büyüktü; Augustinus’un ölümünden elli yıl kadar sonra dünyaya gelen Boethius’un Roma’sı Gotlar ve kuzeyden gelen istilacılar tarafından yıkılmış bir Roma’ydı.
510 yılında konsül olan Boethius, başlangıçta Teodoricus’un çok yakın dostuydu; ancak sonraları aralarının açılması Boetius’un sonunu hazırladı. Felsefenin Tesellisi Üzerine isimli eseri, sıkıntılı geçen bu yılların ortaya çıkardığı bir üründür.
Çağdaşları Boethius’u hep derin bilgilere sahip bir filozof olarak kabul ettiler. Aristo’dan ve Aristocu geleneğin temsilcilerinden biri olan Porphyrios’tan yaptığı çevirilerle, Batı düşüncesinin Aristo’yu mantık yönünden tanımasında önemli etkisi oldu. İsagoci’yi Latince’ye çevirerek ona kapsamlı bir şerh yazdı.
Boethius, Tanrı’nın varlığını; tek tek varlıkların ve tek tek gerçekliklerin temeli olan, evrendeki sıra düzeninin en yükseğinde bulunan, başsız sonsuz bir birlik, her tür mantıksal belirlemeden üstün olan bir Tanrı kabulüne dayanarak kanıtlamaya çalışmaktadır.
Boethius’a göre Tanrı dışında varolan her şey zamana bağlıdır; Tanrı ise zaman dışı, sonsuz, sınırsız bir varlıktır.
Fakat burada Boethius’a göre bir çelişki yoktur, çünkü ruh özgürlüğü demek Tanrı’nın istediği şeyi istemek, onun sevdiği şeyi sevmektir. Ayrıca sonsuzluğu içinde değişmeyen, her olayı önceden bilen Tanrısal öngörüş insanın seçme özgürlüğünü yok etmez. Çünkü Tanrı insanın tek tek eylemlerinde özgürce seçim yapabileceği bir alanı onlara sunmuştur.
“İnsanlar, tanrısallığa kavuşmakla mutlu olur.” “Tanrısallığı elde edenler tanrı olurlar.” Böylece mutlu olan herkes Tanrıdır. “Öz, köken ve neden gibi aranan bütün şeylerin iyilik olduğu düşünülür haklı olarak.” “Tanrının cevheri iyilikten başka bir şeyden oluşmaz.” Her iki grup da kendilerini ilgilendirene ulaşmak istediği halde sadece erdemliler istediklerini elde ederler. Bilge kişilerde asla “nefrete yer yoktur”.
SONUÇ
Ortaçağ ilk büyük filozofu Aziz Augustinus (354-430) ve bu çağa sonlandıran filozof ise Modern çağın kurucusu ve başlatıcısı olan Rene Descartes’tır (1596-1650). Ortaçağ’ın son birkaç asrı Modern Çağ’a geçişi sağlayan Rönesans’tır. Ortaçağ’ın konuları genellikle retorik, mantık, metafizik ve teoloji iken, Rönesans felsefesi Platoncu bir anlayışla bilim ve hümanist temelli bir Antikçağı yeniden keşfetme çabası içerisindedir. Ortaçağ düşüncesi teolojiye ilgi gösterirken, Rönesans felsefesi bilim ve insanı öne çıkarmaktadır. Ortaçağ felsefesindeki teoloji ve felsefe konu ve problemlerini ilk olarak Aziz Augustinus’ta görmek mümkündür. Augustinus’a göre, insanın dünyadaki yeri ve konumu, dünyanın anlamı ve Yaratanla ilişkisi Yeni Platoncu felsefenin yorumlanmasıyla sonuçlanan Hıristiyanlığa imanı akla getirmektedir. Ortaçağ felsefesi bilginin inançla olan münasebetini fark ederek ve ettirerek, inancın bilgiyi mümkün kıldığını onaylar. Böylece inanç, bilgiyi hem mümkün kılar, hem de anlaşılır hale getirir. Nihayetinde eski ve yeni bilgiler, inancın gölgesinde ve kesinliğinde güvenilir, tutarlı ve doğru noktaya ulaşır. Tam ve kâmil bir anlama ve algılama Tanrı ve insan bilgisinin birlikteliğinde gerçekleşir. Benzer düşünceleriyle Augustinus, Ortaçağ felsefesinin programını, gidişini ve formülünü tespit etmiştir.
Alıntı ile Cevapla
Alt 22 Şubat 2014, 14:02   Mesaj No:9
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:339
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Standart Cevap: İstanbul İlitam Felsefe Tarihi Konu Özetleri

Alıntı ile Cevapla
Alt 29 Nisan 2014, 15:23   Mesaj No:10
Avatar Otomotik
Durumu:efzabeyza isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 42134
Üyelik T.: 23 Nisan 2014
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 1
Konular: 0
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cevap: İstanbul İlitam Felsefe Tarihi Konu Özetleri

allah razı olsun.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 3 Kişi okuyor. (0 Üye ve 3 Misafir)
 
Seçenekler
Konuyu değerlendir
Konuyu değerlendir:

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Atauzem felsefe tarihi özetleri 1-14 EyMeN&TaLhA Erzurum Atatürk İlitam 15 25 Şubat 2019 20:51
İNÖNÜ İlitam Felsefe Tarihi Final Soruları Mihrinaz MALATYA İNÖNÜ İlitam 0 10 Ekim 2017 09:39
İstanbul ilitam Felsefe Tarihi deneme soruları JAZARİ İSTANBUL İlitam 6 27 Mart 2016 02:15
OMÜ İLİTAM felsefe tarihi 1-6.ünite özetleri EyMeN&TaLhA SAMSUN OMÜ İlitam 5 11Haziran 2015 11:54
Atauzem felsefe tarihi 1-4.ünite özetleri EyMeN&TaLhA Erzurum Atatürk İlitam 3 05 Mart 2015 09:34

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.