Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   Felsefe Tarihi (https://www.forum.medineweb.net/587-felsefe-tarihi)
-   -   Atauzem felsefe tarihi 5.ünite geniş özet (https://www.forum.medineweb.net/felsefe-tarihi/31377-atauzem-felsefe-tarihi-5unite-genis-ozet.html)

EyMeN&TaLhA 19 Mart 2015 10:05

Atauzem felsefe tarihi 5.ünite geniş özet
 
1. HELENiSTiK DÖNEM- ROMA FELSEFESi

Büyük İskender’in Doğu seferleri, Yunan düşünürlerinin Doğu dünyasının düşüncelerini ve buralarda ortaya çıkan dinleri tanımasına sebep olmuştur. İskender’in bu seferleri sayesinde, gerek Akdeniz havzası, gerek Ortadoğu ve daha doğudaki düşünceler Yunan felsefesinin gelişmesine katkıda bulunmuş, aynı zamanda Yunan felsefesinin de dışa açılmasına neden olmuştur. Bu bölgelerde bulunan büyük dinler ve düşünceler, Yunan felsefesinin mistik bir karaktere bürünmesine de yol açmış, böylece dini düşünceye tekrar yer verilir olmuştur. İşte bu farklı anlayışların bir araya gelmeleriyle oluşan felsefi akıma Helenizm denilmektedir. Bu sıralarda Batı’da bir büyük devlet olarak Roma İmparatorluğu ortaya çıkmış ve Yunan düşüncesinin bulunduğu bölgeleri de egemenliği altına almıştır. Bu önemli gelişmeyle, her ne kadar Yunan toprakları siyasi olarak Roma İmparatorluğu egemenliği altına girmişse de (M. Ö. 146) Yunan düşüncesi Roma İmparatorluğu’nda dominant bir konuma gelmiş, Roma eğitim ve öğretim hayatı Yunan düşüncesinin etkisi altında kalmıştır. Daha sonra bu geniş alanda bir başka büyük din olarak Hıristiyanlık ortaya çıkmıştır. Önceleri filozoflar çok rahat ve Hıristiyan olanlar Roma İmparatorluğu’nun hedefi halindeyken, sonradan Roma’nın Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul edişiyle birlikte seküler düşünce, dinin hem politik hem de düşünsel olarak etkisi altına girmiş, yani durum tersine dönmüştür. Bu kez filozoflar Roma İmparatorluğu tarafından takibe uğramış ve doğal olarak Roma’nın uzak sınırlarına doğru itilmişlerdir. Bu uzak sınırlarda iskenderiye‟de, Antakya‟da, Cündişapur‟da, Harran‟da, Rodos‟ta, Bergama‟da, Tarsus‟ta… felsefe okulları açılmış ve Helenistik dönem filozofları buralarda felsefelerini geliştirmişlerdir. Hatta Aristoteles’in bilim sınıflaması bu dönemde kendini göstermiş ve felsefeden ayrı olarak tabiat bilimleri, gök bilimi gibi ayrı bilim kolları da gelişmiştir. Felsefenin teorik tarafı giderek daha az ilgi uyandırmaya başlamış ve pratik alanlar daha fazla öne çıkmıştır. Böylece felsefe bu ortamda da farklı bir formatla varlığını sürdürmüş ve dinin doğal yapısına uygun olarak ahlak anlayışlarının gelişip ön plana çıkması söz konusu olmuştur.

Diğer yandan Roma İmparatorluğu’nun baskısı yüzünden mistik anlayışlar gelişmiş, dış dünyada mutluluğa ulaşamayan insan, mutluluğu kendi iç dünyasında bulmaya çalışmıştır. Böylece Yunan felsefesinin son dönemdeki çabası yaşam bilgeliği üzerine yoğunlaşmıştır. Bu dönemde insanın yaşamının amacı, yaşam karşısındaki tutumu, var oluş amacı ve ödevinin ne olduğu ele alınmıştır. İşte ahlakın bu dönemde önem kazanmasının nedeni budur. Bunun yanında insanın evren karşısındaki tutumunun ne olacağı, ödevlerinin mahiyeti vb’ni bilebilmesi, bu konuda fikir üretebilmesi için evrenin yapısını da bilmesi gerekmekteydi. Yukarıda belirtilen tabiat bilimlerinin önem kazanmasının nedeni de böylece anlaşılabilmektedir. Mantığın bu dönemde gelişme göstermesinin ve bir yöntem olarak benimsenip kullanılmasının nedeni ise, evrenin bilinmesinde izlenecek yolun ne olacağını tespit etme çabasıdır.

Yine bu dönemde ölüm teması da yoğun olarak işlenmiştir. Çünkü Sokrates felsefesinin takipçileri bu dönemde de varlığını sürdürmüş ve sözgelimi Epiküros, Sokrates benzeri bir ölüm felsefesi ortaya koymuştur.

Bir taraftan felsefi yöntem, diğer taraftan dini anlayışların etkili olması, kimi filozofların şüpheci bir tavır takınmalarına da neden olmuş ve bu dönemde Ģüpheci (septik) felsefeler de ortaya çıkmıştır.

Bu döneme damgasını vuran bir başka anlayış da dindir. Özellikle Plotinus’un dini ögelerden yararlanarak oluşturduğu felsefesi, Ortaçağ boyunca İslam Düşüncesi’ni de etkilemiştir. Sonuç olarak Helenistik felsefeyi üç döneme ayırmak mümkündür: Ahlak felsefesi, septik felsefe ve din felsefesi.

1.2. Helenistik Dönem Ahlak Felsefesi

Büyük sistemler dönemi sonrasında en önemli felsefe çalışmalarının ahlak alanında olduğu görülmektedir. M. Ö. 4. yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan bu ahlak anlayışları iki okulla temsil edilmiştir. Bunlardan ilki sütunlu mekanlarda ders yaptıklarından dolayı Stoa diye isimlendirilen okul, ikincisi de kurucusunun adıyla tanınan Epiküros okuludur. Bu iki okul ortaya çıktıkları devrin felsefi anlayışlarını temsil etmekle beraber, görüş bakımından birbirleriyle anlaşamayan ve fikir mücadelesi içinde bulunan okullardır. Ortak görüşleri ise, bilge kişi idealini taşımaları ve insanı, hayatı anlama çabası içinde gören, birer hayat filozofu gibi değerlendirmeleridir. Bununla birlikte bu iki okulun bilge kişi ideali birbirinden farklıdır. Sözgelimi Stoalılara göre bilge kişi aşırı isteklerini yenmiş olan, hayat karşısında olduğu gibi ölüm karşısında da ilgisiz kalabilen insandır. Epikürosçulara göre ise bilge kişi, ruhunu dinginliğe erdirmiş, hiçbir şey karşısında sarsılmayan insandır.

1.2.1. Stoa Okulu

Kıbrıslı Zenon tarafından kurulan bu okul Helenistik dönemin önemli düşünce hareketlerinden birini temsil eder. Stoa Okulu, felsefenin görevinin insanı mutluluğa eriştirmek olduğu kanaatindedir. Mutluluğun dıştan gelen etkilerle veya kaderle ilgili olmayıp insanın kendi elinde olduğunu, insanın kendi kendini mutlu edebileceğini iddia eder.
Stoalıların düşünme biçimi Kynikleri hatırlatmaktadır. Bunlar da Kynikler gibi insanların aşırı istek ve içgüdülerine hakim olmalarını esas alırlar. Stoa ahlakı erdem ve mutluluğu insanın iç huzuru ve hürriyetinde bulur. Bu düşünceye insanın Tanrıca bir kaynaktan geldiği ve bu dünyadaki görevinin önem ve üstünlüğünü kabul etmeleri noktasından hareketle ulaşmışlardır. Bu bakımdan Stoa ahlak anlayışı idealist bir karaktere sahiptir.

Bireyi hem kendine hem de içinde yaşadığı topluma karşı dürüst olmaya davet eden Stoa felsefesi, Eski Stoa (M. Ö. 300-130), Orta Stoa (M. Ö. 130-50), Roma Stoası (M.Ö. 50- M. S. 3. yüzyıl) olmak üzere üç kısma ayrılmıştır.

1.2.1.1. Eski Stoa

Belirttiğimiz gibi Stoa Okulu’nun kurucusu olan Zenon, (M.Ö. 336- 264) düşünce ile dil arasındaki ilgiden söz eden, düşüncenin söz kalıpları içerisinde nasıl ifade edilebileceğini gösteren önemli bir filozoftur. Bu bakımdan ilk dil felsefesinin Zenon tarafından yapıldığı söylenebilir.
Zenon, Stoa felsefesinin ana kavramı olan ‘logos’tan bahsetmekle Herakleitos’un süreç felsefesini kabul etmiş görünmektedir. Herakleitos gibi Logos’un alemde içkin olduğunu belirten Zenon, evrende sürekli bir değişim bulunduğunu, insanın da evren aklı olan ‘logos’a sahip yegane varlık olduğunu belirtmektedir. Zenon’a göre insan aklı, logosla aynı yapıya sahiptir; dolayısıyla da o, insanın evrene egemen olma düşüncesinin buradan ortaya çıktığına işaret etmektedir

Onun bu düşüncelerinden hareket eden sonraki dönem Stoalıları Aristoteles’in “pasif madde” ve “aktif prensip” anlayışlarını da kabul ederek yeni bir fizik anlayışı geliştirmişlerdir. Stoa mektebi de varlıkların temelinde birisi aktif prensip yani logos, diğeri de pasif ve vasıfsız madde olmak üzere iki ana güdü kabul ederler. Logos aynı zamanda Tanrı‟dır. Gerçekliği bulunan her şeyin, maddi olduğunu iddia ettiklerinden dolayı Tanrı’nın da çok ince ve görünmeyen bir madde olduğunu savunmuşlardır. Böylece Aristoteles’in düalist anlayışının yerini materyalist bir monizm almıştır.
Reel alem yeryüzü ve yıldızlar olarak bir bütünlük içinde planlı ve üstün bir düzenin yansımasıdır. Böyle üstün bir düzen, yalnızca belli bir amaca göre düzenleme yapan Logos’un yani Tanrı’nın eseridir. Evren, dünya ruhu ile iç içe, uyumlu ve güzel olan Tanrısal bir bütündür. Bu anlayış teleolojik bir karakter taşımaktadır. Evrendeki bu düzenin varlığı hem evrenin hem de Tanrı’nın aynı prensipten meydana gelmiş olmalarından dolayıdır. Tanrı ve evren aynı cinsten ve iç içe oldukları için madde ile prensip arasında hiçbir çelişki yoktur ve bu durum aynı zamanda evrendeki düzenin de temelini oluşturur. Evrende içkin olan bu prensip, anlaşılacağı gibi Tanrı’nın kendisidir. Dolayısıyla evren, ruhu ve canlılığı olan bir bütün halinde düşünülmektedir. Bu anlayıĢ Stoa Okulunu hem hilozoist hem de panteist yapmaktadır

Stoa Okulu Herakleitos gibi arke olarak ateşi kabul etmektedirler. Onlara göre her şey asli ateşten gelmiştir ve yine ona dönecektir. Asli ateşe dönen bütün varlıklar yine aynı formda yeniden dünyaya dönerler. Bu bir kısır döngü halinde devam edip gitmektedir. Görüldüğü gibi Stoa Okulu Pytagoras gibi, orphik bir düşünceyi benimsemiştir. Ancak Stoa Okulu Pytagoras’tan farklı olarak reenkarnasyon anlayışını, bu yeniden dünyaya dönmeyi de düzenleyen Logos’a bağlamaktadır. Bir başka ifadeyle, bu kısır döngüyü idare eden Logos’tur.

1.2.1.2. Eski Stoa Okulunun Bilgi Görüşü

Stoa Okulu bir taraftan tecrübeye dayalı olmayan, doğuştan gelen kavramların varlığını, bir yandan da tecrübelerle elde edilen bilgileri kabul ederler. Doğuştan kavramlar, sezgi yoluyla ve zorunlulukla bilinirler. Çünkü bunlar Tanrı’nın ve dış dünyanın varlığı gibi açık ve seçik bilgilerdir. Stoa’ya göre Tanrı’nın varlığı tıpkı dış dünya gibi açık ve seçiktir. İnsanlığın var olduğu günden bu yana Tanrı’nın varlığına inanmayan hiçbir kültür bulunmamaktadır. Bu tür bilgiler, hem sezgiye hem de denemeye dayalı olan ortak kavramlarla ifade edilen, yani insanlar için geçerli ve zorunlu olan bilgilerdir.

1.2.1.3. Eski Stoa Okulunun Psikolojisi

Stoa‟nın ruh anlayıĢı da materyalisttir. Çünkü insan ruhu çok ince ve görünmez olan Logos’tan bir parçadır ve Logos, saydam ve görünmez bir maddedir. Ruh, ateşten gelerek bir nefes gibi vücudun bütününe karışmış ve yayılmıştır. Ruh bedenden ayrılınca, beden yaşama kuvvetini kaybeder ve ölür. Ancak ruh, bedenin ölümünün ardından bir süre canlı kalır ve sonra ateşe döner. Stoa‟ya göre ruh, bazı bölümlerden oluşmaktadır. Duyu organları ve konuşma gücü de ruhun bölümlerinden sayılmıştır. Ruhun asıl düşünen ve hüküm veren yönü “hegemonikon” adı verilen bölümdür. Duyular bu üstün bölümün buyruğundaki araçlardır. Hegemonikon ruhun diğer bölümlerinden gelen verileri işleyerek, çeşitli hükümler ortaya koyar. Anlaşılıyor ki hegemonikon denilen bu bölüm akla karşılık gelmektedir. Ruh bu güçle, makul olmayan istekleri değerlendirerek uygulanıp uygulanmayacağına karar verir

1.2.1.4. Eski Stoa Okulunun Ahlak Anlayışı

Stoa ahlakı, İlkçağ felsefesi ahlak anlayışının genel karakterine uygun olarak mutluluk üzerine kurgulanmıştır. İnsan, tabiatın ve logosun bir parçası olmakla evrensel olarak kabul edilen aynı kanuna bağlıdır. Dolayısıyla esas olan, tabiata uygun yaĢamaktır. Onlar da Kynikler gibi, kendi kendine yetebilmeyi esas almış ve tabiata uygun yaşamayı, erdem saymışlardır. Erdem, bilge insanların elde edebileceği bir şeydir. Bilgisiz olanlar, erdeme asla ulaşamayacakları için, mutsuz olmaya mahkumdurlar. Bilgelik ise, insanın, tabiatın bir parçası olduğunu bilmesi ve tabiatta var olan kanuna uygun yaĢamasıyla gerçekleĢir. Yani bilge kişi, bütün aşırı istek ve tutkulardan arınmış, Logos’un (Tanrı’nın) kendisi için takdir ettiği kaderi yaşayan kişidir. Burada önemli bir problem olarak ortaya çıkan husus, evrenin ve Logos’un bir parçası olarak var olan insanın, bu kanunun dışında davranamayacağı ve dolayısıyla da ahlakta önemli olan irade özgürlüğünün olmadığı iddiasıdır. Çağdaş filozoflar, bu durumu eleştirmişlerse de Stoa Okulu, aslında irade hürriyetini ortadan kaldırmadığını iddia etmiştir. Çünkü onlara göre mutlu olmanın yolu erdemli olmak, erdemli olmanın yolu bilge olmak, bilge olmanın yolu tabiata ve dolayısıyla logosa uygun yaşamak, bunun şartı ise aklı kullanmaktır.

Böylece insanın, aklını kullanıp kullanmama iradesi vardır. Aklını kullanan insan, erdemli, mutlu, bilge olan insan olarak iradesini iyi yönde, tersini yapan ise kötü yönde kullanmış demektir. Dolayısıyla bir irade hürriyeti, mutlu olmanın ön şartı olarak mevcuttur. Anlaşılacağı gibi, Stoa Okulu‟nun ahlak anlayışı, rasyonalist, eudaimonist ve individualisttir.

1.2.1.5. Eski Stoa Okulu‟nun Devlet Felsefesi

Düşünce tarihinde ilk defa sistematik olarak dünya vatandaşlığı anlayışını ortaya atan, Stoalılardır. Daha önce belirtildiği gibi, Platon ve Aristoteles insanın bir toplum ve devlet içinde yaşamak zorunda olduğunu ifade etmişlerdi. Ancak her iki filozofun da toplum ve devletten kastettikleri, belli sınırlar içerisinde olan ve diğer başka devletlerden ayrılan site devletiydi. Bütün dünyayı kapsayacak bir devlet, Stoalılardan önce düşünülmemişti. Stoalıların bu düşünceye ulaşmaları belki Büyük İskender’in dünyanın büyük bir kısmını egemenliği altına alması nedeniyle olabilir. Diğer yandan bir dünya vatandaşlığından söz etmelerindeki başka bir neden, Stoalıların bütün insanların ve evrenin aynı kanuna (Logos) bağlı ve aynı amaç için var olmuş olduklarını kabul etmeleri olabilir. Böylece Stoalılar, kozmopolit bir devlet teorisi ortaya atmışlar ve bütün insanları aynı kaynaktan türemiş ve aynı amaca hizmet eden kardeşler olarak görmüşlerdir.
Bütün insanları bir tek Logos’un çocukları olarak eşit kabul eden Stoalılar, köleliğe de karşıdırlar. Buna göre insanlar, köleler, barbarlar, efendiler diye sınıflandırılamazlar. Çünkü bu, Logos’un herkesi aynı yaratmış olduğu prensibine aykırıdır. Fakat insanlar, yalnızca bilge olanlar ve olmayanlar diye sınıflandırılabilirler.

Stoa’ya göre gerçekten bir dünya devleti mümkündür. Çünkü insana ve evrene hakim olan akıl, her yerde ve herkeste aynıdır. İnsan, tabiatı gereği akla uygun davranmak ve aklın gereklerine uymak zorunda olduğundan yine akla dayalı aynı kanunlarla işleyen bir dünya düzeni kurulabilir. Örneğin aklın ortaya koyabileceği temel bir yasa, aynı akla sahip olan bütün insanlar tarafından kabul görecek ve geçerli olacaktır. Böylece Stoalıların vatanı, bütün dünyadır.

Bu anlayış, belki Stoalılar döneminde ya da geçmişteki herhangi bir dönemde değil ama günümüzde kabul edilebilir olmaya yakın durumda görülebilir.. Çünkü 18. yüzyıl Aydınlanma felsefesinden sonra aklın prensiplerinin tek ve genel geçer olduğu kabul edilmiş ve böylece bugün herkesin bildiği “insan hakları evrensel beyannamesi” deklare edilmiş, diğer yandan evrensel hukuk prensiplerinden söz edilerek uluslararası mahkemeler kurulmuştur. Ama böyle bir dünya devletinin uygulanabilir olması, çıkar çatışmalarının ve benlik duygusunun bulunduğu hiçbir dönemde mümkün gözükmemektedir.

1.3. Epikürizm

Eski Stoa döneminin diğer önemli filozofu olan Epiküros (M. Ö. 341-270) tarafından milattan önce 306 yılında Atina’da kurulan ve onun adıyla anılan okulun adıdır. Başlangıçta Demokritos felsefesini benimsemiş olan Epiküros aslında, insanı iç huzuruna ve düşünce hürriyetine götürecek bir yaşam felsefesi ortaya koymaya çalışmıştır. Ancak Epiküros, bu yaşam felsefesini sadece teorik olarak ortaya koymakla kalmamış, aynı zamanda bunun yaşanarak da gerçekleştirilmesini sağlamaya çalışmıştır. Epiküros’un temel felsefesi, insanın başlı başına bir değer olduğunu, kendisi ile yetinebileceğini ve insanın kendini mutlu edebileceğini kabul etmesidir. Epiküros’un okulu, bir felsefe okulundan çok, kendisinin düşünce ve görüşlerine bağlı kimselerden meydana gelmiş bir topluluktur. Bu topluluk, onun temel düşüncesinden yola çıkarak, toplum ve devlet hayatını fazla dikkate almayan, bu dünyada olup biten şeylerle ilgilenmeyen ve kendi aralarında bir uyum içinde yaşayan bir dostluk çevresi oluşturmuştur

1.3.1. Epiküros‟un Fizik Anlayışı

Epiküros doğa anlayışında Demokritos‟un atom teorisini kabul etmektedir. Atomlar ne belli bir zamanda meydana gelmişlerdir ne de belli bir zamanda yok olup gideceklerdir. Yani atomlar ezeli ve ebedidirler. Atomların mekanda yer kapladıklarını, belli bir büyüklüğe, şekle ve ağırlığa sahip olduklarını kabul eden Epiküros’a göre,atomlar arasındaki fark da bu asli niteliklere göre belirlenir. Atomlar sınırlı sayıda şekle sahipken, büyüklükleri daha çeşitlidir. Yani görülebilecek büyüklükte olan atomlar olduğu gibi, görülemeyecek derecede küçük atomlar da bulunmaktadır. Atomların bir ağırlığı da vardır ve bu ağırlıktan dolayı hep aşağı doğru düşerler. Varlık bakımından atomlar öncesiz ve sonrasız olduklarından dolayı, hareket bakımından da öncesiz ve sonrasızdırlar. Epiküros’a göre atomların hepsi sürekli aynı hızla hareket ederler. Bu yüzden her an birbirleriyle çarpışabilirler, bir araya gelebilirler ve ayrılabilirler. Evrendeki tüm varlıklar da bu hareketlerden ortaya çıkar. Buna göre evrende mekanik bir zorunluluk vardır. Ancak bu zorunluluk mutlak değildir. Çünkü Epiküros’a göre atomların düşüşü sırasında bazı sapmalar olmaktadır.

Zaten Epiküros’un fizik anlayışını, Demokritos’un fizik anlayışından ayıran nokta da burasıdır. Demokritos’da mutlak bir zorunluluk olduğu için, sapma sözkonusu değildir. Oysa Epiküros, hesaplanması güç olan bu sapmaları dikkate alarak, evrendeki tesadüfi olaylara imkan tanımaktadır.

Hatta bu rastgelelik sadece evrendeki hareketlerde değil, insan davranışlarında da görüldüğü için Epiküros bu noktadan yola çıkarak insandaki irade hürriyetine imkan tanımaktadır

1.3.2. Epiküros‟un Bilgi Teorisi

Epiküros, varlık anlayışında Demokritos’a dayandığı için, bilgi anlayışında da maddeci bir tavır takınmıştır. Bu bakımdan o, duyumcu ve tecrübecidir. Her tür bilgi, duyularla elde edilen algılardan oluşur. Bu algılar daha sonra onlardan bazı hükümler oluşacak biçimde düzenlenir. Yani bilgi, önce algıların bilince gönderilmesi, orada düzenlenip önermeler halinde kategorize edilmesidir. Bu bilginin önermelere konu olabilmesi için, öncelikle objelerden gelen görüntülerin algıya dönüşmesi gerekir. Epiküros‟a göre nesnelerden bazı görüntüler (eidola- hayal) çıkmakta ve gözümüze çarpmaktadır. Bu çarpan hayaller bizde algıya dönüşmekte ve bu algılar bilinçte değerlendirilmektedir. Eğer objeden çıkan hayal gözümüze gelmeden önce herhangi bir değişikliğe uğramazsa algımız, dolayısıyla bilgimiz doğru bilgi olur. Fakat şayet herhangi bir değişikliğe uğramışsa, algımız, dolayısıyla da bilgimiz yanlış olur. Bu yanlışlığa da farklı atom gruplarının rastgele bir araya gelmeleri neden olmaktadır. Yanlış bilgiyi önlemek için duyularımızın tecrübelerine güvenmek ve algının sınırı içine giren objeleri, dikkatlice incelemek gerekir

1.3.3. Epiküros‟un Ahlak Anlayışı

Epiküros’un ahlak felsefesi, İlkçağ’ın karakteristik ahlak anlayışına uygun olarak eudaimonisttir. Epiküros’a göre insanın dünyadaki tek amacı, dingin bir ruhla mutlu bir hayat sürmektir. İşte ahlak anlayışı, bu görüş üzerine kurulmuştur. İnsanın yaşarken en büyük korkusu ve insanı mutsuzlaştıran, huzurunu kaçıran en önemli etken, ölüm korkusudur. Halbuki Epiküros’a göre ölümden korkarak ruhun dingin yapısını bozmak ve huzursuz olmak boşunadır. Çünkü insan; ruh, ateş, hava ve su gibi, ne olduğu tam olarak Epiküros tarafından da ortaya konmamış olan dört unsurdan meydana gelmiştir. İnsan öldüğünde, bu dört unsur dağılarak çözülür gider. Bu nedenle Epiküros‟a göre ne reenkarnasyon, ne de ölüm sonrası bir ölümsüzlük söz konusudur. Dolayısıyla „ben varken ölüm yok, ölüm varken de ben yokum‟ diyerek, ölümden korkmanın gereksiz olduğunu ifade etmektedir. İnsanın mutsuzluğunun kaynağı olarak en önemli korkulardan biri olan ölüm korkusunun böylece gereksiz olduğunu söyledikten sonra Epiküros, mutluluğa ulaşmanın yollarını da belirlemeye çalışmaktadır. Bu anlamda zaten bütün ahlak anlayışının mutçu olduğunu daha önce söylemiştik.

Bu bağlamda Epiküros’a göre insan, sonraları hedonizmin temel önermesi haline gelen, acıdan kaçan hazza yönelen bir varlıktır. Kyrene mektebinin görüşlerini büyük ölçüde benimseyen düşünür, insanın kısa yaşamı boyunca sürekli haz içinde yaşamaya çalışması gerektiğini ifade etmektedir. Hazlar, tensel ve tinsel olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Epiküros, insanın mümkün olduğu kadar tensel hazlara da ulaşması gerektiğini kabul etse de onun asıl öngördüğü haz, daha çok duygusal ve manevi denilebilecek hazlardır. Ahlakın en temel kavramları olan iyi ve kötü, hazza göre belirlenmektedir.

Yukarıda da belirtildiği gibi, evrende, bir yandan insanın iradesi dışında olan kısmıyla mekanik bir zorunluluk, diğer yandan da hesaba katılması mümkün olmayan bir takım sapmalardan dolayı bazı tesadüfler de söz konusudur. İnsan, ne evrene hakim olan bu zorunluluğu değiştirebilir, ne de tesadüfün kendi yaşamındaki belirleyiciliğini ortadan kaldırabilir. Dolayısıyla insan, mutlu olabilmek için kaderi karşısında kayıtsız kalmayı da becerebilmelidir. İşte bu yüzden insan, yaşamında hazzı artırmaya çalışmalıdır. Ancak hazlar, monist bir izahla tanımlanamaz ve üç türlüdür.

Bunlardan birincisi tamamen zorunlu ve doğal olan beslenme ihtiyacından dolayı ortaya çıkan yeme hazzıdır. ikincisi doğal olan ancak zorunlu olmayan tensel-cinsel hazlardır. Üçüncüsü ise ne doğal, ne de zorunlu olan şan-şeref ve itibardan kaynaklanan hazlardır. Epiküros’a göre birincisi doğal ve zorunlu olmakla birlikte kandırılması kolay olan ve aşırısından kaçınılması gereken haz türüdür. İkincisini ise kandırmak, yine zor değildir. Üçüncü kategorideki ne doğal ne de zorunlu olan itibar, şan-şeref hırsı yine durdurulabilecek bir haz türüdür. Epiküros’a göre bu üç haz türü de sınırlanması ve kaçınılması gereken hazlardır. Çünkü kısa süreli hazlar, uzun süreli acılara neden olurlar. insan, her türlü hırstan ve aşırı hazdan kaçınmalıdır. Tam olarak hür olabilmek, bu hırslardan ve tutkulardan kurtulmakla mümkün olabilir.

Epiküros’a göre insanı mutlu edecek en önemli haz, dostluktan doğmaktadır. Bilge kişi için yalnızca dostluk önemlidir. Ancak Epiküros’ta bu dostluk tamamen bireyseldir. Çünkü Epiküros ve Epiküroscular, toplum hayatından, insanı sorumluluk altına sokan evlilikten uzaktırlar. Onların mutlulukları, tam olarak individualist bir anlayış üzerine kuruludur. Buna göre bilge kişi, toplumsallıktan ve bunun bir uzantısı olarak evlilikten uzak duran, kendisini mutsuz edecek hiçbir ruhsal sarsıntıya kaptırmayan, yani sürekli huzur ve mutluluk içinde olan kişidir. Bilge insanın iç dünyası, dalgasız ve pürüzsüz bir deniz gibi dingindir. Dolayısıyla bir materyalist olarak Epiküros, etik açıdan eudaimonist, rasyonalist ve individualisttir.

1.4. Orta Stoa

Orta Stoa dönemi felsefesinin en önemli şahsiyeti, Stoa felsefesine yeni bir ruh veren Rodoslu Panaitios’dur (M.Ö. 180- 110). Panaitios, Roma İmparatorluğu’na ve imparatorlarına bağlı olan ve Stoa dünya görüşünü Romalılıkla uzlaştıran önemli bir filozoftur. Roma imparatorlarından olan Kartaca fatihi Scipio’nun büyük doğu seferine katılan Panaitios, Afrika’daki Roma şehirlerini de gezmiş ve kendisini geliştirmiştir. Daha sonra Atina’ya dönen Panaitios Stoa Okulu’nun başına geçmiş ve ölünceye kadar hep Atina’da yaşamıştır.

1.4.1. Panaitios‟un Evren, insan ve Ruh Görüşü

Panaitios’un evren görüşü Zenon’un Logos anlayışına dayanır. Buna göre Logos bütün evreni idare eder ve bütün varlıkları şekillendirir. Panaitios’a göre evren, üstün bir düzene göre uyumlu bir bütünlük içerisinde noksansız olarak meydana gelmiştir. Evren belli zaman aralıkları içerisinde yok olup yeniden meydana gelen bir döngüde devam etmeyip, sonsuz bir yapıya sahiptir.

Panaitios’un asıl ilgisi insana yöneliktir. Panaitios, Pytagoras’çılar ve Platon gibi ruh ile bedeni birbirinden ayrı iki zıt kuvvet olarak görmemiş, ruhla vücudun başlangıçtan itibaren bir ve bütün olduğunu kabul etmiştir. Ne bedensiz bir ruh ne de ruhsuz bir beden düĢünülebilir. İnsan, dış dünya hakkındaki bilgiyi duyu organları vasıtasıyla elde eder. Duyu organları olmadan insanların bir araya gelmeleri, kültür, bilim ve din meydana getirmeleri söz konusu olamaz. insan, kozmos ve Tanrı bilgisine de duyu organları ile ulaşır. Beden de ruhsuz düşünülemez. Çünkü bedeni canlandıran ruhtur ve Tanrı bedenle ruhu birlikte var etmiştir. Bu birlik ancak ölümle bozulur ve bedenden ayrılan ruh tıpkı bir nefes gibi havaya karışarak dağılıp gider. Böylece Panaitios, ruhun bedenden önce var olmadığı gibi, bedenin yok olmasından sonra da yaşamayacağını kabul eder. Bu düşüncesiyle Panaitios, bütün Yunan düşünürleri arasında insan varlığını bir bütün olarak göz önünde tutan ilk filozof olmuştur. Bu bakımdan ilk bilinçli monisttir.

Panaitios, akıl ile ruhun irrasyonel güçlerini birbirinden ayırmayı denemiştir. Ruhun bu güçleri akıl tarafından dizginlenmedikçe önüne geçilemeyen vahşi kuvvetlere dönüşebilirler. Bu yüzden aklın bunlara egemen olması gerekir. Aklın bu güçlere hakim olması demek, onları ortadan kaldırmak demek değildir. Çünkü aklın kontrolü altında bulunan herhangi bir aşırı istek, insanı bazen verimli sonuçlara götürebilir. insan, ruhun aşırı istek ve zorlamalarını akıl ile yenmeyi bildiği sürece kendini yetiştirebilir ve ruh huzuruna erişip mutlu olabilir. Panaitios, insanın irade hürriyetini, tıpkı Platon ve Aristoteles gibi, kabul eder.

Ona göre insan, diğer bütün varlıklardan akıl sahibi olmasıyla ayrılır. İnsan aklı bizzat Tanrının kendisi olan evren aklına (Logos) benzer. Bu nedenle Tanrı hakkında bilgiye sahip olan tek varlık, insandır. Tanrı hakkındaki bilgi, insana, Tanrı’yı örnek alması, Tanrı’yı anlatan iyilik, güzellik, uyum ve düzeni kendi hayatında gerçekleştirmesi hedefini hatırlatır. İnsan aynı zamanda bu aklı ile diğer tüm varlıklardan üstün duruma geçer, onlara egemen olmasını, onlardan yararlanmasını bilir. İnsan aynı zamanda, diğer varlıklardan güzellik, uyum ve düzeni bilerek bir sanat meydana getirmesiyle de ayrılır.

Ayrıca insan, çevresindeki varlıkları çeşitli kategorilere göre sınıflandırabilmesiyle de diğer varlıklardan farklıdır. Panaitios yine Sokrates ve Platon gibi en yüksek değer olarak mutlak iyi ile mutlak faydalı olanın bir ve aynı şey olduğunu iddia eder.

[COLOR="rgb(139, 0, 0)"]1.4.2. Panaitios‟un Ahlak Anlayışı[/COLOR]

Panaitios’a göre insan, birincisi kendisini insan yapan, yani diğer insanlarla aynı olan ve ikincisi de yalnızca kendine özgü olan iki yönlü özelliğe sahip bir varlıktır. İnsanı diğer insanlardan ayıran kişisel özellikleri, yeteneği, karakteri, içinde yetiştiği çevre ve aile ortamıyla ilgilidir. Bu kişisel özelliklerin varlığını kabul etmekle Panaitios, insanın manevi bir varlık olarak anlaşılması hususunda öncülük etmiştir. İnsanın bireysel bir varlık olduğunu ileri süren Panaitios, onu diğer insanlardan ayıran bu bireyselliğin o insanın hayat görüşünde, düşünce ve eylemlerinde, jest ve mimiklerinde ve konuşma tarzında kendini gösterdiğini belirtir. İnsanın bu iki yönlülüğü, iki ayrı ödev alanı ortaya çıkarır.

Ortaklaşa olan nitelikleri onu, insanlıkla ilgili olan temel erdemleri gerçekleştirmekle sorumlu kılar. Çünkü her ferdin bir iç uyum ve ruh huzuruna
ulaşmış olması gerekir. Bunun yanında yine insan kendisiyle ortak özellikler taşıyan diğer insanlara, yani topluma karşı yalnızca ahlaki açıdan değil aynı zamanda diğer insanlarda estetik duygular uyandırma noktasında da sorumludur. Ancak insanın bireyselliği ile ilgili yönü Panaitios’a göre oldukça önemlidir. Tabiat her insana ayrı bir yetenek vermiştir. İnsan çalışarak bu kendine özgü yeteneklerini geliştirebilir, hatta geliştirmek zorundadır. Hatırlanacağı gibi Eski Stoa, insanın tabiata uygun yaşaması gerektiğini benimsemişti. Eski Stoa filozofları insanın, tabiatın bir parçası olması yüzünden tabiatla aynı yapıya sahip olduğunu, dolayısıyla insan ve tabiatın aynı kanuna (Logos) bağlı olduklarını, bu yüzden farklı bir iyi ya da kötü bulunduğunu kabul etmemişlerdi. Bu bakımdan insanları, doğaya uygun yaşayan ve dolayısıyla mutluluğu elde edebilen akıllı ve bilgeler ile bunu başaramayan akılsız ve bilge olmayanlar diye ikiye ayırmışlardı.

Buna mukabil Panaitios, bütün insanların aynı idealleri paylaşması ve dolayısıyla bütünün bir parçası olmaları yerine, onların bireyselliklerini kabul etmekte ve her insanın öncelikle kendi idealini gerçekleştirmek durumunda olduğunu söylemektedir. Dolayısıyla bütün insanlar için aynı idealin gerçekleştirilmesi diye bir şey söz konusu değildir. Hatta bir birey için iyi olan, başkası için olmayabilir.

1.4.3. Panaitios‟un Devlet Anlayışı

Panaitios, devlet anlayışını Eski Stoa’nın devlet ve ulus ayrılığı gözetmeyen anlayışından farklı bir şekilde ayrı devlet ve milletleri dikkate alarak oluşturmuştur. Panaitios devlet anlayışını, her bireyin kendisine özgü bir ideali bulunduğu biçimindeki ahlak görüşüyle birleştirerek, tarihin akışı içinde her devletin de dünya üzerinde gerçekleştirmek idealini taşıdığı bir görevi ve tarihte oynayacağı bir rolünün bulunduğu sonucuna ulaştırır. Panaitios bu düşüncesini gerçek bir devlet olarak yücelttiği Roma İmparatorluğu’na olan sevgi ve hayranlık duygularından çıkarmıştır. Panaitios, Eski Stoa’nın ayrı millet ve devletleri dikkate almaksızın düşündüğü dünya devleti idealinin, yaşadığı dönemde, farklı millet ve devletleri kendi yönetimi altında toplayan mevcut Roma İmparatorluğu ile gerçekleştiğine inanmaktadır. Yani Panaitios, kendi devleti olan Yunanistan‟ı da egemenliği altına almasına rağmen, Roma imparatorluğu‟nun bir dünya devleti olduğunu kabul etmektedir.




Atatürk Üniversitesi Uzaktan Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi


SAAT: 18:59

vBulletin® Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2024 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306