Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   Hz.Muhammed(s.a.v) (https://www.forum.medineweb.net/261-hzmuhammedsav)
-   -   Gel Ey Muhammed Bahardır! (https://www.forum.medineweb.net/hzmuhammedsav/16677-gel-ey-muhammed-bahardir.html)

ukba yolcusu 10 Kasım 2009 10:52

Gel Ey Muhammed Bahardır!
 
Seccadeden kumlardı...
....................................
Devirlerden, diyarlardan
Gelip göklerde buluşan
Ezanların vardı!

Mescit mü'min, minber mümin...
Taşardı kubbelerden Tekbir,
Dolardı kubbelere "amin!"

Ve mübarek geceler, dualarımız,
Geri gelmeyen dualardı...
Geceler ki pırıl pırıl,
Kandillerin yanardı!

Kapına gelenler, ya Muhammed,
Uzaktan, yakından-
Mü'min döndüler kapından!

Besmele, ekmeğimizin bereketiydi;
İki dünyada aziz ümmet,
Muhammed ümmetiydi.

Konsun -yine- pervazlara
Güvercinler;
"hu hu" lara karışsın
Aminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fatiha'lar, Yasin'ler!

Şimdi seni ananlar,
Anıyor ağlar gibi...
Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi;
Düşkünlerin kanadıydın,
Yoksulların sahibi...
Nerde kaldın ey Resul,
Nerde kaldın ey Nebi?

Günler, ne günlerdi, ya Muhammed;
Çağlar ne çağlardı;
Daha dünyaya gelmeden
Müminlerin vardı...
Ve birgün, ki gaflet
Çöller kadardı,
Halime'nin kucağında
Abdullah'ın yetimi,
Amine'nin emaneti ağlardı!

Hatice'nin koncası,
Aişe'nin gülüydün.
Ümmetinin gözbebeği,
Göklerin resulüydün...
Elçi geldin, elçiler gönderdin...
Ruhunu Allah'a,
Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke'de bunalırsan
Medine'ye göçerdin.

Biz dünyadan nereye
Göçelim ya Muhammed?
Yeryüzünde riya, inkar, hıyanet
Altın devrini yaşıyor...
Diller, sayfalar, satırlar
(Ebu Leheb öldü) diyorlar:
Ebu Leheb ölmedi, ya Muhammed;
Ebu Cehil, kıtalar dolaşıyor!

Neler duydu şu dünyada
Mevlid'ine hayran kulaklarımız:
Ne adlar ezberledi, ey Nebi,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık, yolunu bilmiyor;
Artık, yolunu unuttu
Ayaklarımız!
Kabe'ne siyahlar
Yakışmamıştır, ya Muhammed,
Bugünkü kadar!

Haset, gururla savaşta;
Gurur, Kafdağı’nda derebeyi...
Onu da yaralarlar kanadından,
Gelse bir şefkat meleği...
İyiliğin türbesine
Türbedar oldu iyi!

Vicdanlar sakat
Çıkmadan yarına.
İyilikler getir, güzellikler getir
Adem oğullarına!

Şu gördüğün duvarlar ki
Kimi Taif'tir, kimi Hayber'dir...
Fethedemedik, ya Muhammed,
Senelerdir!

Ne doğruluk, ne doğru;
Ne iyilik, ne iyi...
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi...
Günahın kursağında
Haramların peteği!

Bayram yaptı yabanlar:
Semave'yi boşaltıp
Save'yi dolduranlar...
Atını hendeklerden -bir atlayışta-
Aşırdı aşıranlar...
Ağlasın Yesrib,
Ağlasın Selman'lar!

Gözleri perdeliyen toprak,
Yüzlere serptiğin topraktı...
Yere dökülmeyecekti, ey Nebi
Yabanların gözünde kalacaktı!

Konsun -yine- pervazlara
Güvercinler;
"hu hu"lara karışsın
Aminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fatiha'lar, Yasin'ler!

Ne oldu, ey bulut,
Gölgelediğin başlar?
Hatırında mı, ey yol,
Bir aziz yolcuyla
Aşarak dağlar taşlar,
Kafile kafile, kervan kervan
Şimale giden yoldaşlar?

Uçsuz bucaksız çöllerde,
Yine, izler gelenlerin,
Yollar gideceklerindir.

Şu Tekbir getiren mağara,
Örümceklerin değil;
Peygamberlerindir, meleklerindir...
Örümcek ne havada,
Ne suda, ne yerdeydi...
Hakkı göremiyen
Gözlerdeydi!

Şu kutu, cinlerin mi;
Perilerin yurdu mu?
Şu yuva-ki bilinmez,
Kuşları hüdhüd müdür, güvercin mi, kumru mu?-
Kuşlarını, bir sabah,
Medine'ye uçurdu mu?

Ey Abva'da yatan ölü
Bahçende açtı dünyanın
En güzel gülü;
Hatıran, uyusun çöllerin
Ilık kumlarıyla örtülü!

Dinleyene hala,
Çöller ses verir:
"Yaleyl!" susar,
Uğultular gelir.
Mersiye okur Uhud,
Kaside söyler Bedir.
Sen de, bir hac günü,
Başta Muhammed, yanında Ebubekir;
Gidenlerin yüzbin olup dönüşünü
Destan yap, ey şehir!

Ebubekir'de nur, Osman'da nurlar...
Kureyş uluları karşılarında
Meydan okuyan bir Ömer bulurlar;
Ali'nin önünde kapılar açılır,
Ali'nin önünde eğilir surlar.
Bedir'de, Uhud'da, Hayber'de
Hak'kın yiğitleri, şehid olurlar...
Bir mutlu günde, ki ölüm tatlıydı;
Yerde kalmazdı ruh... kanadlıydı.

Konsun -yine- pervazlara
Güvercinler;
"hu hu"lara karışsın
Aminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fatiha'lar, Yasin'ler!

Vicdanlar, sakat çıkmadan,
Ya Muhammed, yarına;
İyiliklerle gel, güzelliklerle gel
Adem oğullarına!

Yüreklerden taşsın
Yine imanlar!
Itri, bestelesin Tekbir'ini;
Evliya, okusun Kur'an'lar!
Ve Kur'an'ı göznuruyla çoğaltsın
Kayışzade Osmanlar!

Na'tini Gaalip yazsın,Mevlid'ini Süleyman'lar!
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin Sinan'lar!
Çarpılsın, hakikat niyetine
Cenaze namazı kıldıranlar!

Gel, ey Muhammed, bahardır...
Dudaklar ardında saklı
Aminlerimiz vardır!..
Hacdan döner gibi gel;
Mi'raç'tan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!

Bulutlar kanad, rüzgar kanad;
Hızır kanad, Cibril kanad;
Nisan kanad, bahar kanad;
Ayetlerini ezber bilen
Yapraklar kanad...
Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler, kat kat!
Çöllere dökülsün yıldızlar;
Dizilsin yollarına
Yetimler, günahsızlar!
Çöl gecelerinden, yanık
Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun;
Bilal-i Habeşi sustuysa
Ezanlarını Davud okusun!

Konsun -yine- pervazlara
Güvercinler;
"hu hu"lara karışsın
Aminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fatiha'lar, Yasin'ler!
Şair : Arif Nihat Asya

Batılılaşma sevdasıyla evimizi ocağımızı terk edeli, medeniyet dilimizi, dolayısıyla sembollerimizi yitirdik. Mahremiyetimizi kaybettikçe mahrumiyetimiz arttı. Hakikatimize yönelmeye ve eve dönüşümüze vesile olur ümidiyle, unuttuğumuz sembolleri fırsat buldukça bu sayfalarda hatırlatmaya çalışalım istiyoruz.

Şiirin tamamını okumasanız da bu yalın çağrının gerisindeki sevgi ve özlemin, Rasulullah s.a.v.’e mülaki olma arzusunun şiddetini hissedebiliyorsunuz.

Dikkatliyseniz eğer, bir şeyi daha fark ediyorsunuz bu mısrada: “Bahardır” ifadesi Fahr-ı Kâinat Efendimiz s.a.v.’i davete gerekçe yapılmış. Bahar mevsimiyle ilgili bilgi ve çağrışımlarınızdan hareketle, bunun niye böyle yapıldığı konusunda fikir yürütebilirsiniz. Ama eski şiir kültürümüzde “bahar”la “İslâm”ın, özellikle de Asr-ı Saadet’in kastedildiğini bilmiyorsanız, bu yorumlarınız zahiri anlamaya yetecektir ancak.

Biz biliriz ki bütün varlık aleminin bir zahiri, bir de bâtını vardır. Aslolan, hakikat olan “bâtın”dır ve tabiatı gereği saklı, örtülü, mahrem bir alandır. Buna rağmen bâtına zahirden yol bulunarak ama zahirde kalmadan ulaşılabilir. İslâm medeniyetinde, her alanda olduğu gibi sözün en hâlisi, en süzülmüşü olan şiirde de “bâtındaki hakikatin zahirdeki mecaz ile örtülmesi” kanununa riayet edilmiştir.

Bu yüzden şiirlerde kendi içinde anlam bütünlüğü olan en küçük bölüme “beyit” denir. Beyit “ev” demektir. Nasıl bir evin hakikatini, içine girmeden, sadece dıştan bakarak anlayamazsanız, bizim şiirimizi de çoğu zaman zahirî görüntüsüyle kavrayamazsınız.

Fakat evin mahremi değilseniz o eve giremezsiniz. Hakikate vakıf olmak istiyorsanız, evin, yani sözün, şiirin, beytin mahremi olmanız, bunun için de zahirdeki sözlerin birer sembol olarak nereye kapı açtığını bilmeniz gerekir.

Batılılaşma sevdasıyla evimizi ocağımızı terk edeli, medeniyet dilimizi, dolayısıyla sembollerimizi yitirdik. Mahremiyetimizi kaybettikçe mahrumiyetimiz arttı. Hakikatimize yönelmeye ve eve dönüşümüze vesile olur ümidiyle, unuttuğumuz sembolleri fırsat buldukça bu sayfalarda hatırlatmaya çalışalım istiyoruz. Bunu sadece şiirle ilgili bir gayret, bir fantezi gibi görmemek lâzım.

Sembolleri çözerek bir sözün hakikatine varmak, hak etme duygusunun hazzını ve ayrıcalığını tattırır insana. Daha önemlisi, dünya imtihanımızı “mecazdan hakikate geçebilme” gayreti olarak da tanımlayabileceğimizi hesaba katarak, bu tür çalışmaları bir imtihan temrini, bize mahsus bir akletme ve düşünme tarzı gibi değerlendirebiliriz.

Evet, “bahar” bir “mazmun”dur; “içine, bâtınına başka anlam gizlenmiş söz” yani. Peygamberimiz s.a.v. ile birlikte anıldığı zaman “İslâmiyet”e, veya “Asr-ı Saadet”e işaret eder. Eskiler okuyucuya böylece bahar-İslâm münasebetini kurdurarak dinimizin birçok özelliğini tek kelimeyle anlatma imkanı bulur. Zira bahar, tabiatın yeniden hayat bulduğu bir mevsimdir. İslâm da daha önceki peygamberlerin yolundan saparak şirk ve küfür batağında helâk olmaya yüz tutmuş insanları yeniden canlandıran, onların kalbini gerçek anlamda diri kılan bir din. Bahar âsâr-ı rahmettir. İslâm da Rahman ve Rahim olan Allah’ın insanlara rahmetinin eseri, en büyük nimeti…

Bahar, hoşa giden, insana huzur ve mutluluk veren güzelliklerin sergilendiği bir mevsimdir. İslâm da getirdiği iman esaslarıyla müminlerin gönlünü huzur ve sükunetle dolduran bir din. Eskiler “itidal” kelimesini “gece ile gündüzün eşitliği” anlamına da kullanıyordu. Bahar, bu anlamda itidal mevsimidir. İslâm da, dünya-âhiret dengesini bir diğerinin aleyhine bozarak sapkınlığa yol açan Yahudilik ve Hıristiyanlığın aksine, ilâhi ölçüleri hassasiyetle gözeten bir “din-i adl”, yani itidal dini. Baharda da İslâm’da da çağlayıp akan sular gibi feyz ve bereket vardır.

Bunu böyle devam ettirmek mümkün. Fakat maksat sadece “bahar”ın “İslâm” olduğunu ima etmekten, bu bağlantıları kurdurmaktan ibaret değil. Böylece asıl şu anlatılmak isteniyor:

Siz eğer Rasulullah s.a.v.’den manen feyz almak, O’nu dünyanıza dahil etmek, O’nunla mülaki olmak istiyorsanız, hayatınızı “bahar” kılacak, yani İslâm’ı bütün ahkâmı ile yaşayacaksınız. İslâm’ı Asr-ı Saadet’teki gibi hakkıyla yaşamadıkça Fahr-i Kâinat Efendimiz s.a.v.’in ruhaniyetinden istimdat ve istifade edemezsiniz. “Gül”ün Hz. Peygamber s.a.v.’in sembolü olduğu malum. Bahar olmadan, bahar gelmeden, hayatınıza İslâm’ı yani baharı getirmeden “gül”ü çağırmanız, “gül”ü temaşa iştiyakınız beyhudedir.

Eskiler böyle düşündüğü, böyle inandığı için, İslâm’ı bütün icaplarıyla hayatlarına tatbik ederek Rasul-i Ekrem s.a.v.’i yanıbaşlarında hissedebiliyorlardı. Eskiler bu hakikati bildiği için, sevgi ve özlemlerini senenin sadece belli bir haftasında hatırlayarak, hem zemheriye razı olup, hem gülü arzulamak gibi bir samimiyetsizliğe tevessül etmiyorlardı.

İslâm’la hayatlarının her demini bahar gibi bereketli ve feyizli kılanlar, tahiyyattaki “es-selâmü aleyke eyyühe’n-Nebiyyü ve rahmetullahi ve berekâtuh” selamının hazırdaki muhataba verildiğini bilenlerdir. Ve onlar günde beş vakit bu selama mukabeleyi kalplerinin ta derinliklerinde duyabilenlerdir.

Biz hayatımızı “bahar” kılalım yeter ki. “Gül” açacaktır.




Merhum Arif Nihat Asya, o çok sevilen Naat’inin bir mısraında Alemlerin Efendisi’ne böyle sesleniyor: “Gel ey Muhammed bahardır..”


T. Ziya ERGUNEL


SAAT: 18:11

vBulletin® Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2024 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306