Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   Hz.Muhammed(s.a.v) (https://www.forum.medineweb.net/261-hzmuhammedsav)
-   -   Diyecektimki gülüm... (https://www.forum.medineweb.net/hzmuhammedsav/2603-diyecektimki-gulum.html)

Seher Yeli 04 Nisan 2008 02:12

Diyecektimki gülüm...
 
Ay Gülüm[/B]
Kapımızda nöbet tutuyor ölüm

Diyecektim ki gülüm;
Mevsim hazan mevsimi, mevsim gözyaşı mevsimi... Mevsim ayrılık mevsimi. Tarifsiz bir hüznün sarmalındayız.

Anlatılması zor, ifadesi güç. Fikirler tel tel, şehra şehra düşünceler, duygular buruk buruk....
Bir yanı bahardır kıyılarımızın bir yanı cehennem.
Durmadan gözyaşı dökülüyor yüreğimizin üstüne. Acıdan, ayrılıktan haritalar ekleniyor alnımızın çizgilerine...

Sararan yapraklar tutunamıyor artık dallarda gülüm! Rüzgar estikçe savrulup gidiyor her biri bir yana. Katar katar turnalar göçüp gidiyor üstümüzden...

Diyecektim ki gülüm;
mevsim hazan mevsimi, mevsim hüzün mevsimi, har düşmüş bağlara, bahçelere. Yapraklar üşüyor, yapraklar düşüyor dalından. Turna göçü gibi yapraklarında göçü başladı gülüm!...

Diyecektim ki gülüm;
mevsim hazan mevsimi, mevsim kıran mevsimi. Her taraf ölümlerle acılarla dolu. Kan gölüne döndü dünya. Dört bir tarafta barut kokuları geliyor. Her tarafta savaş, kan gözyaşı var. Her tarafta bir kaos sürüyor... Bu yüzden karalar giydik gülüm!. Utandık insanlığımızdan!.
Bacakları kopan çocukların feryatları doluyor yüreklerimize. Çığlıkları, çocukları ölen anaların. Hiç bu kadar sahipsiz, hiç bu kadar umutsuz, bu kadar çaresiz kalmamıştı yüreğimiz.

Gerçeklerle hayallerin karıştığı, rüyalar şehri İstanbul’da bombalar patlıyor durmadan. Özlemler, hayaller ıstırap veriyor artık... Her ah! çekişte içimiz titriyor... Derin bir ah gibi sızlıyor yüreğimiz... Yüreğimiz parça.parça..
Güvercinlerin öldürüldüğü, defnelerin sessizce ağladığı günlerdeyiz gülüm!...

Diyecektim ki gülüm;
Çiçektir çocuklar: Bakım ister, özen, özveri, güven ve sabır ister, açmak için çiçeklerini bahara... Hepsinden önemlisi şefkat, sabır ve sevgi ister... Sulanmak ister sevgi pınarlarıyla ... Tomurcuk tomurcuk açmak için dünyaya çiçeklerini ... Sevgisizlikle solmamak için yaprak yaprak ...

Diyecektim ki gülüm;
Bahçedir çocuklar:. Tohumdur ekilir, sürer filiz filiz.. Umudu besler bağrında. Emek ister, bakım ister... Büyür, olgunlaşır , sevgi meyvesi verir; sevinçle koklar ve tadarsın. Karşılık beklenmez, verdiğini alırsın...

Diyecektim ki gülüm;
Yüreklerimizi yıllardır sıcak ve hillesiz bir sevgiye kilitleyip, umutla ,özlemle geleceğe dair apak düşler kurduk. Güneşli, aydınlık, güzel günlerin özlemini çektik. Belki biraz yorgun, belki durgun, ama yine de umutlu, yine de mutlu, sevgiyi işleyip mavilere, bütün yollara, dallara, dağlara gül yazdık.
Sevgiyi, umudu, güveni, dostluğu, barışı, özgürlüğü, mutluluğu ve bunların getireceği güzellikleri bekledik ölümüne...

Diyecektim ki gülüm;
Geleceksin diye bütün yollara gül döktük. Güvercinler uçurduk mavilere.
Sevgiyi,dostluğu, barışı, baharı, sevinci getireceksin diye dağlara, ovalara, denizlere . Bunca çirkinliklerin içinde güzelliği, saflığı, temizliği getireceksin diye kirlenmiş hayatımıza, yıldızlara haber saldık ...

Diyecektim ki gülüm;
Yaşamak güzel... Yaşamak bir çiçek gibi, dört mevsim güzel kokular saçıyor üzerimize... Sevgiyle bakıyor herkes biribirine, sevgiyle sarılıyor... Kinler, düşmanlıklar, kötülükler Kaf Dağı’nın ötesine sürülmüş...

Diyecektim ki gülüm; Gel!
Yorulduk yollarına gül döküp beklemekten. Ey ömrümüzün taze gülü, ey gözleri öksüzümüz, her hazan bir gül getirip yüreğimize bırak ki, sevdamızın ateşiyle yakalım saçlarını yeryüzünün...

Diyecektim ki gülüm;
Herşeye rağmen yüreğinde bin umut taşıyor çocuklar gelecek baharlara...
Dünyanın dört bir tarafında barış ve umut şarkıları söylüyor... Özgürlük ve mutluluk şarkıları söylüyor çocuklar, diyecektim...

Ama diyemedim, diyemedik gülüm!...
Kapımızda nöbet tutuyor ölüm...


Belgin 04 Nisan 2008 07:10

Cvp: Diyecektimki gülüm...
 
ablam çok güzel.. paylaştığın için teşekkürler ah söylenecek o kadar çok şey varki...

Emekdar Üye 04 Nisan 2008 21:09

Cvp: Diyecektimki gülüm...
 
Bir tanede ben paylaşayımBen, Seni Sadece Biraz Hayal Ediyorum…. O Kadar….

Yazamam ki…. Çünkü ben, Sen’i yaşamadım ki… Her yazdığım, “yaşadığım” değil, ama belki…

Zaten, taklit edemiyorum… Öyle tahlile de gücüm yok Sen’i… Sadece hayal benimkisi… Sen gibi yaşamaktan, Sen’i anlamaktan uzaklarda… Sadece hayal…

Uzaklarda dediysem, öyle çok da uzak değil aslında… Hatta pek ilginçtir, ama birçok sözüme ve görüşüme delil yapmışımdır Sen’i… Örnek diye Sen’i vermişimdir… İdeal diye Sen’i sunmuşumdur… Bunca ayrılığıma karşın, apayrı kalmamışımdır Sen’den… Bunu, Sen’in beni sevişine bağlıyorum, zira “Kişi, sevdiğiyle beraberdir.” buyuran Sen’sin.

Madem, ben taklit edecek kadar bile sevememişken, Sen bunca dilimdesin; o halde, beni seviyor olmalısın. Ve bu beraberlik de, Sen’in beni sevişin hürmetine olmalı. Yani ben Sen’inle değilim evet, ama Sen, benimle berabersin.

Bu aynı, “…Ben, kuluma şah damarımdan daha yakınım!” (Kâf, 16) buyuran Rabbimin hâli gibi… Şöyle ki: O bana şah damarımdan daha yakınken, ben çoğu zaman O’ndan gâfil kalırım… Ve O’nunla bunca yakın oluşumuz, benim O’na duyduğum sevginin değil, O’nun bana duyduğu şefkatin neticesidir.

“Ümmetim, ümmetim!” feryâdıyla, en zor zamanında bile beni duânın içine katışın da gösterir ki, Sen beni seversin. Hatta bana “Kardeşim!..” hitabıyla, asırlar öncesinden seslenişin de bundan. Ve işte Sen’i, bu yazı vesîlesiyle hayal etmeye durmam da, yine O’nun bir lütfudur ki, pek âlâ başka bir durumda bulunuyor da olabilirdim.

Şimdi, mahzun bir çocuk canlanıyor hayalimde… Hani, babasını daha doğmadan yitirmiş; anasını ise, o kucaklanıp sevilmeye pek de muhtaç yaşında kaybedince, yalnız ve mahzun kalmış bir çocuğun bakışı... Bu bakış, öylesine yakıcı geliyor ki bana, üstelik ne öksüz, ne de yetim değilken; bu iki hâlin ne anlama geldiğini hiç bilmemiş biriyken, gözlerim doluveriyor…

O mahzun çocuğun, bir Nisan ayında doğuşu geliyor sonra aklıma… Seninle aynı ayda doğan arkadaşlarım, sanki Sen’in “sıkıntı çekme” sünnetini pek yoğun yaşıyor gibiler… Aklıma pek imtihanlı geçmekte olan bir ömür geliveriyor, biri “Nisan’da doğdum.” deyince… Bu ayın başında doğanlara “Koç” diyorlar. O çileli arkadaşlarıma, “Koçum benim!” deyip, espriyle karışık tesellî vermeye çalışırken, hep bir kolaylık ve kavîlik duâsı ediyorum gizlice… Bir yandan, Sen’deki kavîlikten eser taşıdıklarını seyredip, saygı duyuyorum onlara…

Babasız olduğun için sütanne bulmakta zorlanışın, dedeciğine sığınışın, düşmanların daha çocukluğunda kıymetini fark edip peşine düşmüşken, amcan Ebû Leheb tarafından horlanışın geliyor sonra aklıma… Sen’i fark etmiş olmak, düşmanlarına hayır getirmemişti… Sen’i fark etmemiş olmak da amcana… İşte o vakit, uyanıklığın da, uykunun da hayırlısını diliyorum tekrar tekrar...

Pek genç yaşında, onca emîn bir kişi olarak Hatice’ye tavsiye edilişin, ardından, aynı Hatice’ye, zevc olarak lutfedilişin… İlk vahyin titretişiyle evine koşman ve:

“– Beni örtün!” diyerek seslenişin canlanıyor gözümde… “Heybet” ve “korkuyla titreyiş” aynı bedende kendisine bu kadar yakışan ikinci bir insan gelmiş midir diye düşünüyorum…

Huzurunda, heybetinden titreyen birine:

“– Korkma, ben Kureyş’ten, kuru et ve ekmek yiyen bir kadının oğluyum!..” diyen o rahatlatıcı tavrını… Vazgeçmeni isteyen amcana:

“– Bir elime hilâli, diğerine de güneşi verseniz, yine de dâvâmdan dönücü değilim, ya bu dâva muzaffer olur, ya da ben bu yolda ölür giderim!..” diyen kararlılığını…

Mescide pisleyen bedevîye gösterdiğin, ana şefkatinden kat kat öte merhametini… Sırtına işkembe yükleyen gâfile gösterdiğin eşi bulunmaz sabrını… Ve gözbebeği kızın Fatıma’ya, onca sevmene karşın, dünyalık hususlarda tâviz vermeyişini hatırlayıveriyorum işte…

Nedense, sevdiklerini toprağa verirken ağlayışından ziyâde, geride bırakıp gittiklerinin hâli geliyor gözlerimin önüne…. Nedense, ağlayışından ziyâde, sana ağlayanların hâli acıtıyor içimi… Belki, Sen’den geriye kalmışlardan biri olduğum içindir, Sen’den ayrılmayı yaşamışların hâlini az-çok hissedivermem…

Seni, hiç görmeden; sadece yaptıklarını ve yaşadıklarını duyarak tanımaya çalışmak tuhaf… Seni bizzat görüp, dokunup, kokunu duyup, sözlerini senin meclisinde, senin sohbet halkanda dinleyip de senden ayrılmış olanlar, şüphesiz pek çetin bir imtihan, pek ağır bir acı yaşamışlardır. Fakat bu ağırlık, elbet Sen’inle birlikte bulunmanın hazzına ait bir külfettir. Kendimi, hem o hazdan, hem de o külfetten uzakta hissediyorum. Hani biraz, Medine’ye, Sen’i ziyarete gidip gelen hacıların yüzünde oluyor sanki o acı… Ve ben bunu da anlayamıyorum, çünkü oralara gelmişliğim hiç yok…

Zaten, öyle aman aman bir özlem de yok içimde, yanına gelmeye dair… Ben, Sen’i özlemeyi pek bilmiyorum… Sadece, özlemlerim arasına zaman zaman giren bir düşünce gibisin… Sadece bir-iki sefer, Medine’ye, yanına gelmeyi, oralarda sırf sana hürmet duygusuyla yalınayak yürümeyi ve topraklarının sıcağıyla ayaklarımın yanmasını… Sonra bir duânla o yanıkların geçivermesini hayal etmiştim, o kadar… Sonra, Sana dair yanıklık ya da özlem adına her ne varsa geçti gitti… Ben hasret denince, sevda denince Sen’i hatırlamıyorum ki… Sana yanmıyorum ki ben… Ve içinde bir yanık sızısı bile yokken mektup yazmak Sana, öyle zor ki…

Ben Sana tâbi de değilim hem… Tâbi olmak sevmekle olur... Ben Sen’i sevemiyorum ki… Âişe’ninki gibi bir kıskançlık var içimde… Ama kıskandığım Sen değilsin. Sen değilsin, ismi anılınca içimi titreten… Sen değilsin, ayrılığıyla burnumun direkleri sızlayan. Ve Sana karşı böylesi donukken, yazmak Sen’i, öyle zor ki…

Hani, hayal ediyorum ara sıra ama, diğer tüm hayallerimden vakit kalırsa… Öyle, arada bir yerlerde… Öyle, boşluk doldururcasına… Esas hayalim, biricik özlemim değilsin… Özlemek denince, aklıma gelen Sen değilsin…

İşte bak gör, nerelerde geziniyorum ki, yolum da yurdum da uzak görünüyor Sana.… Yazdığım şu yazı da belki, uzaklığımı ve yabancılığımı îtiraftan ibaret… Hani tevâzulu tavır, kişiyi güzelleştirir ya… Hatta belki tüm bu dediklerim, birilerinin gözünde güzelleşmek arzusundandır, bilmiyorum. Hani, ben Sana uzaklığımı haykırdıkça, insanların beni Sana yakın sandıklarını fark etmişimdir de belki, bundan yapıyorumdur bunca lakırdıyı... Ne fenayım değil mi!? Ama yine de, hiç değilse, Sana yakınlığın iyi bir şey olduğunu fark etmişim….

Yoksa, kime ne yakınlığımdan ya da uzaklığımdan! Kime ne faydası var, Sana sevdalanmamın... Ve kime ne zararı var, Sana el gibi kalmamın… İşte şu, hissettiği ve hissetmediği her şeyi, gevezelik ederek ortaya dökme huyumun bir neticesidir belki bu da… Böylece, herkese, her hâlimle âyân olmanın bir devamını yaşıyorumdur belki...

Günlerdir Sen’inle ilgili bir yazı yazmam gerekiyordu ve ben ne yazacağımı bilmeden, bekliyordum. Sen’den bahseden bir yazı yazmak mecbûriyetinden ötürü pek ağırlaşmıştım. Zira, konu Sen olunca, öyle bir hadsizlik, öyle bir boşluk, öyle bir seviyesizlik çarpıyor ki, benden bana, yazmak bile istemiyordum. Ne yazabilirdim ki, Sana dair, uzaklığımdan başka… Zaten bak, şimdi, ellerim kendiliğinden yazıyor sanki… Sen’i değil, Sen’den ayrılığımı yazmaya başlayınca işim kolaylaşıyor…

Oysa, az çok tadını tatmışımdır sevmenin… Sevince nasıl da dökülür kelimeler kağıda, az çok bilirim… Ve bilirim ki, Seni sevemediğimi yazmaktan başka çıkarım yok, bu noktada… Sana methiyeler ve şiirler döktüren âşıkların neler hisseder, nasıl bir ateşle yanar, hiç bilmem ben. Sen hiç, “Ne yana baksam gördüğüm, biricik güzel!..” olmadın benim için... Sen hiç, gözümün biricik perdesi olmadın. Her baktığımda gördüğüm “yegâne sevgilim” olmadın ki hiç…

Hem, karnı açlıktan hiç sırtına yapışmamış, karşısına çıkan densizlere karşı Sen’in gösterdiğin sabrın zerresini bile, neredeyse hiç göstermemiş… Bir hurmayla doymasını bilmemiş… Bir “söz taşı”na, başka bir “söz taşı”yla karşılık vermekten geçmemiş biri olarak ben, Sen’den aşkla bahsetmeye kalksam ne çıkar!?

Tâif’te taşlanışın ve buna rağmen sadece ellerini açıp, o kişiler için hayırlı bir nesil dileyişin, benim için çok uzaklarda bir hâl iken, Sana dâir sevgi cümleleri kursam ne çıkar?!

Sevmek, benzeşmek değil midir?

Kara gözlerinden, ay parlaklığını kıskandıran teninden, gül kokundan, inci dişlerinden, o hafif dalgalı saçlarından, hasır izi çıkmış gül yanağından hangi yüzle bahsedeyim ki!? Yumuşacık yastıklarda gömülüp kalmış, uykulu yüzümle mi?!

Geceleri namaz kılarken şişen ayaklarını hangi yüzle anayım… Ayaklarım namaz kılmaya gitmekten bile bunca âciz kalırken, üstelik “namaz kılmaktan yorulmak” nedir, hiç bilmez ki... Bunca bilmezlikle, Sen’i yine de dilime dolasam ne çıkar!? Bu, gevezelikten başka bir şey mi olur?!

Yediği önünde, yemediği dolaplarda bekleyen biri olarak ben, nereden bilebilirim ki, yarının rızkı için endişelenmemeyi ve kapısına her kim gelirse gelsin boş çevirmemeyi… Kendi açlığı pahasına, bir başkasını doyurmayı ben ne bilirim. Böylesine bilmezken, şimdi, sırf yazılması gerekiyor diye yazıyorsam Sen’i, ne çıkar?!

Evet, konu Sen olunca yazmak, bana çok ağır!.. Ama işte! Sözü uzun etmeye gerek yok! Hâlim, vaktim, vaziyetim budur!..

Alnımda böylesine etiketten ibâret kalmışken «ümmetlik», nasıl olur da:

“– Ya Rasûlallah! Ben senin ümmetindenim! Bana da şefaat et!..” derim?! Ama ben yine de derim ha, pek edepsiz ve pek pişkinim!

Rabbimin Sevgilisi! Ben, Canımı bile işte böyle yarım yamalak, laftan ibaret bir sevgiyle severim. O hâlde, gel, Sen bu kötüyü, sana yakışan rahmetle, pek derin, yine de sev, ki Sen sevmezsen, “Kişi sevdiğiyle beraberdir.” sözünün müjdesine dâhil olmam mümkün değil…

Bunca ayrılık içinde, tek bir şey var; işte, ondan şeksiz şüphesiz eminim: Hâlimin manzarası ne olursa olsun, Sen’i andığım her andan, mutlaka haberdarsın…. Ve selam göndermeye muktedir oluşumun biricik sebebi de ancak, Sen’in hasretle bekleyişindir….



O hâlde, ey vazifeli melek! Hadi, her zaman yaptığın gibi, götür selâmımı, o kadrini bilmekten âciz kaldığım Rasûller Efendisi’ne!.. O saf kula, o arş nuruna götür!

De ki:

“– Ey Allah’ın sevdiği! Ümmetinden Neslihan Nur’un selamı var… Seni sevmekten âciz kalmış… Mahzunmuş, ama masum değilmiş; paklığını, saflığını yitirmiş… Hem ilmi, hem ameli, hem ibadeti eksikmiş… Kendisi de bıkmış bu hâlinden ama… Öyle-böyle, yine de arkandaymış… Yine de dilinde adın varmış… İşte, yine dilendi, yüzsüzlüğüne yüzsüzlük ekleyip, hem utanmadan, bir de şefaat diledi…

Salat ve selam Sana olsun!..” dedi, “Ey Allah’ın habibi! Salât ve selâm sana olsun….”

Aysima 23 Kasım 2008 15:12

Cvp: Diyecektimki gülüm...
 
DİYECEKTİM Kİ GÜLÜM Senin hüzün senen , bizim bir ömür hüznümüz var..

Bir gün gelir bu hasreti bu özlemi sana diyebilir miyiz gülüm

Ey; gönlünden gül dökülen Resul!(sallallahu aleyhi ve sellem)
Sana salat sana selam ..

Çok dokunaklı,hüzünlü satırlardı... Allah razı olsun.

EcelBekcisi 24 Aralık 2008 21:31

Cvp: Diyecektimki gülüm...
 
Alıntı:

Seher Yeli Üyemizden Alıntı
[CENTER][COLOR=#7030a0]
Diyecektim ki gülüm;
Herşeye rağmen yüreğinde bin umut taşıyor çocuklar gelecek baharlara...
Dünyanın dört bir tarafında barış ve umut şarkıları söylüyor... Özgürlük ve mutluluk şarkıları söylüyor çocuklar, diyecektim...

Ama diyemedim, diyemedik gülüm!...
Kapımızda nöbet tutuyor ölüm...





Evet Bekliyor ölüm.Sonunda hesap var ama sevgiliye kavuşmak var.

Rabbim cc bizleri ona layık bir ümmet eylesin.

su damlası 13 Temmuz 2021 21:31


Diyecektim ki gülüm;
Yüreklerimizi yıllardır sıcak ve hillesiz bir sevgiye kilitleyip, umutla ,özlemle geleceğe dair apak düşler kurduk. Güneşli, aydınlık, güzel günlerin özlemini çektik. Belki biraz yorgun, belki durgun, ama yine de umutlu, yine de mutlu, sevgiyi işleyip mavilere, bütün yollara, dallara, dağlara gül yazdık.
Sevgiyi, umudu, güveni, dostluğu, barışı, özgürlüğü, mutluluğu ve bunların getireceği güzellikleri bekledik ölümüne...


SAAT: 19:03

vBulletin® Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2024 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306