Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > .::MEDİNEWEB DİN HİZMETLERİ ALAN BİLGİSİ SINAVLARI-(DHBT).::. > DHBT-1-Sınav Konuları > İslam İnanç Esasları

Konu Kimliği: Konu Sahibi Medineweb,Açılış Tarihi:  09 Mayıs 2014 (16:06), Konuya Son Cevap : 09 Mayıs 2014 (16:25). Konuya 3 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 09 Mayıs 2014, 16:06   Mesaj No:1
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:339
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Allah'a iman Etmek

Allah'a iman Etmek

ALLAH'A İMAN
a) Allah İnancı
Kâinatı yaratan, idare eden, kendisine ibadet edilen tek ve en yüce var­lık olan Allah'a iman, iman esaslarının birincisi ve temelidir. Bütün ilâhî dinlerde Allah'ın varlığı ve birliği (tevhid) en önemli inanç esası olmuştur. Çünkü bütün inanç esasları Allah'a imana ve O'nun birliği esasına dayan­maktadır.
"Allah" kelimesinin, kendisine ibadet edilen yüce varlığın özel ismi oldu­ğunu kabul eden bütün İslâm âlimleri konu ile ilgili açıklamaları sırasında O'nu şöyle tanımlamışlardır: "Allah, varlığı zorunlu olan ve bütün övgülere lâyık bulunan yüce varlığın adıdır". Tanımdaki "varlığı zorunlu olan" kaydı, Allah'ın yokluğunun düşünülemeyeceğini, var olmak için başka bir varlığın O'nu var etmesine ve desteğine muhtaç olmadığını, dolayısıyla O'nun, evre­nin yaratıcısı ve yöneticisi olduğunu ifade etmektedir. "Bütün övgülere lâyık bulunan" kaydı ise, yetkinlik ve aşkınlık ifade eden isim ve sıfatlarla nite­lendiğini anlatmaktadır. Allah kelimesi, İslâmî metinlerde, gerçek mâbudun (ibadet edilen varlığın) ve tek yaratıcının özel ismi olarak kullanılagelmiştir. Bu sebeple O'ndan başka bir varlığa ad olarak verilmemiş, gerek Arapça'da, gerekse bu lafzı kullanan diğer müslüman milletlerin dillerinde herhangi bir çoğul şekli de oluşmamıştır.
Allah'a iman, Allah'ın var ve bir olduğuna, bütün üstünlük sıfatlarıyla nitelenmiş ve noksan sıfatlardan uzak ve yüce bulunduğuna inanmaktır. Bir başka deyişle Allah hakkında vâcip (zorunlu, gerekli), câiz ve imkânsız sı­fatları bilip öylece kabul etmektir.
Her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten bir Allah'a inanmak, ergenlik ça­ğına gelmiş ve akıllı her insanın ilk ve aslî sorumluluğudur. İlâhî dinlerin kesintiye uğradığı dönemlerde yaşamış olan veya hiçbir dinden haberi ol­mayan kimseler de bir Allah inancına sahip olmakla yükümlüdürler. Çünkü insan yaratılıştan getirdiği mutlak ve üstün güce inanma duygusu ile evren­deki akıllara durgunluk veren düzeni gördükten sonra bu düzeni sağlayan bir ve eşsiz yaratıcının varlığı inancına kolaylıkla ulaşır. "...Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi vardır?..." (İbrâhim 13/10) meâlindeki âyet bu gerçeği dile getirmektedir.


b) Allah'ın Varlığı ve Birliği
Allah inancı insanda fıtrî (yaratılıştan) olduğu için, normal şartlarda çevre­den olumsuz bir şekilde etkilenmemiş bir kişinin Allah'ın varlığını ve birliğini kabullenmesi gerekir. Bu sebeple Kur'ân-ı Kerîm'de Allah Teâlâ'dan bahseden âyetlerin çoğu, O'nun sıfatlarını konu edinmiştir. Bu âyetlerde özellikle tevhid inancı üzerinde durularak Allah'ın ortağı ve benzeri olmadığı ısrarla vurgu­lanmıştır. Allah'ın var oluşu konusu, Kur'an'da insan için bilinmesi tabii, zo­runlu ve apaçık bir gerçek olarak kabul edilmiştir. Selim yaratılışı bozulmamış insanın normal olarak yaratanını tanıyacağı belirtilmiştir.
Ancak her toplumda çeşitli sebeplerle inanmayanlar veya şüphede olanlar bulunabilecektir. İşte böyleleri için Allah'ın varlığının ispat edilmesi önem arzetmektedir. Bu da öncelikle Allah'ın varlığının ve birliğinin delille­rinin öğrenilmesi ile mümkün olur.
İslâm akaidine göre Allah birdir ve tektir. Bu bir oluş, sayı yönüyle bir "bir"lik değildir. Çünkü sayı bölünebilir ve katlanabilir. Allah böyle olmaktan yücedir. O'nun bir oluşu, zâtında, sıfatlarında, isimlerinde ve fiillerinde, rab oluşunda ve hâkimiyetinde eşi ve benzeri olmayışı yönündendir. İhlâs sûre­sinde Allah'ın bir olduğu, hiçbir şeye muhtaç olmadığı, doğurmadığı ve doğurulmadığı, O'nun hiçbir denginin bulunmadığı ifade edilirken, Kâfirûn sûresinde de ibadetin ancak Allah'a yapılacağı, Hz. Peygamber'in, kâfirlerin taptıklarına önceden tapmadığı gibi, sonra da tapmayacağı ısrarla vurgu­lanmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm'in pek çok sûresinde Allah'ın birliğini, eşi ve benzerinin bulunmadığını vurgulayan pek çok âyet vardır: "Allah evlât edinmemiştir. O'nunla beraber hiçbir Tanrı da yoktur. Aksi takdirde her Tanrı kendi yarattığını sevk ve idare eder ve onlardan biri mutlaka diğerine üstünlük sağlardı. Allah onların yakıştırdıkları şeylerden münezzehtir" (el­Mü'minûn 23/91), "Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka tanrılar bulunsaydı yer ve gök kesinlikle bozulup gitmişti..." (el-Enbiyâ 21/22). Evrendeki düzen Allah'ın birliğinin en açık delilidir.
Mekke'de nâzil olan Kur'an âyetlerinin birçoğu doğrudan tevhidi telkin etmekte, bir kısmı da şirki reddetmektedir. Allah'ı yegâne ilâh, Rab ve oto­rite olarak tanımak, birliğini ikrar etmek, her çeşit ortaktan uzak olduğuna inanmakla gerçekleşen tevhid, İslâm dininin en önemli özelliğidir. İslâm, bu özelliğiyle hem Câhiliye putperestliğinden, hem Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi dinlerin sonradan bozulmaya uğramışşekillerinden, hem de Mecû­sîlik'ten ayrılır.


c) Allah'ın Varlığının Delilleri
Bir kısım İslâm bilginine göre insandaki Allah inancı, zorunlu ve yaratı­lıştan olduğu için Allah'ın varlığına dair dışarıdan deliller aramaya, mantıkî ve aklî deliller sunmaya ihtiyaç yoktur. Yaratılışı bozulmamış, aklı karışma­mış her insan Allah'ın var ve bir olduğunu bulur ve anlar. Bu yoldaki deliller sadece insanı uyarmak, içindeki zorunlu bilgiyi ve şuuru geliştirmek içindir. Mıknatıs ile demir birbirine yaklaşınca mıknatıs demiri çeker. Çünkü bu onun tabiatında gizlenmiştir. Bu özelliği bozulmadıkça da yaratılışının gereği gerçekleşecektir. İşte insan da böyledir. O, sadece iç ve dış dünyada Allah'ın varlığını ispat eden şeylere bakarak Allah'ın varlığını bunlardan anlayabile­cek özellikte yaratılmıştır. Ayrıca insanın kendi yaratılışı da bizzat Allah'ın varlığının açık bir delilidir.
İslâm bilginlerinin çoğuna göre insan, öz benliğinde ve dış dünyada Al­lah'ın varlığını gösteren birtakım deliller üzerinde durup düşünerek Allah'ın varlığına ulaşmak durumundadır. "O'nu gözler idrak edemez. Fakat O, gözleri idrak eder" (el-En‘âm 6/103) meâlindeki âyet, Allah'ın duyularla doğrudan doğruya idrak edilemeyeceğini bildirir. Fakat duyular, Allah'ı tanı­yacak olan akla, gönüle ve kalbe malzeme temin ederler. Bu malzeme de yaratılmış olan her şeydir, evrenin âhenk ve düzenidir. Bunlar Allah'ın var­lığını gösteren belirtiler, izler ve delillerdir. İnsan, aklı ile bu belirti, iz ve delillerden hareketle yaratıcıyı bulmaya çalışır. Bu bir âyette şöyle dile geti­rilir: "İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz ki, onun gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun..." (Fussılet 41/53; ayrıca bk. el­Mü’minûn 23/12-14; el-Furkan 25/47; er-Rûm 30/20-22; Yâsîn 36/37-40; Kaf 50/6-10).
Allah'ın varlığına delâlet eden ve insanı bu konuda düşünmeye ve iman etmeye çağıran Kur'an âyetlerini ve hadisleri dikkatlice inceleyip hem de dış dünyayı ve insanın yaratılışını gözlemleyen âlimler, Allah'ın varlığını ispat­lamak için insanın fıtraten Allah inancına sahip oluşu (fıtrat delili), âlemin ve âlemdeki varlıkların sonradan yaratılmış olup bir yaratıcıya muhtaç ol­duğu (hudûs delili), mümkin bir varlık olan âlemin var olması için bir sebebe ihtiyaç olduğu (imkân delili), tabiatın büyük bir âhenge ve şaşmaz bir dü­zene sahip olup bunun bir yaratıcının eseri olmasının gerektiği (nizam delili) gibi bazı deliller ortaya koymuşlardır.



d) Allah'ın İsimleri
Müminin Allah'ı tanıması amacıyla ilâhî zâtı nitelendiren kavramlara isim veya sıfat denilir. Hay (diri), alîm (bilen), hâlik (yaratan) gibi dil açısından sıfat kalıbında olan kelimeler isim kabul edilirken, bunların masdarlarını oluşturan ve Allah'ın zâtına nisbet edilen kavramlar sıfat olarak değerlendirilir.
1. "Allah" Özel İsmi
Kendisine ibadet edilen yüce varlığın özel ismidir. Özel isimler diğer dil­lere tercüme edilemezler. Hatta Arapça olan bir başka kelimenin onun yerini tutması da mümkün değildir. Bu sebeple bilginler ister Arapça olsun, ister diğer herhangi bir dilden olsun, başka bir kelimenin "Allah" isminin yerini tutamayacağı konusunda fikir birliği içindedirler. Ancak Kur'an'da, Allah kelimesinin işaret ettiği zât için ilâh, mevlâ, rab gibi isimler de kullanılmıştır. Bu sebeple Farsça'daki Hüda ve Yezdân, Türkçe'deki Tanrı ve Çalab... gibi isimler her ne kadar Allah özel isminin yerine geçmezse de ilâh, mevlâ, rab gibi âyet ve hadislerde geçen Allah'ın diğer isimlerinin yerine kullanılabilir.
2. İsm-i A‘zam
Bu tamlama, sözlükte “en büyük isim” anlamına gelmektedir. Terim ola­rak Allah'ın en güzel isimleri içerisinde yer alan bazı isimleri için kullanılmıştır.
Bir grup İslâm âlimi, Allah'ın isimlerinin hepsinin eşit derecede büyük ve üstün olduğunu söylemiş, birini diğerlerinden ayırmamışlardır. Bir grup ise hadisleri göz önünde bulundurarak, bazı isimlerin diğerlerinden daha büyük ve faziletli olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Hz. Peygamber'in bazı ha­dislerinde ism-i a‘zamdan bahsedilmekte, bu isimle dua edildiği zaman, du­anın mutlaka kabul edileceği bildirilmektedir (bk. Ebû Dâvûd, “Vitr”, 23; Tirmizî, “Da‘avât”, 64, 65, 100; Nesâî, “Sehv”, 58; İbn Mâce, “Duâ”, 9, 10). Fakat Allah'ın en büyük isminin hangisi olduğunu kesin olarak belirlemek mümkün değildir. Çünkü bu hadislerin bir kısmında Allah ismi, bir kısmında ise rahmân, rahîm (esirgeyen, bağışlayan), el-hayyü'l-kayyûm (diri ve her şeyi ayakta tutan), zü'l-celâli ve'l-ikrâm (ululuk ve ikram sahibi) isimleri Al­lah'ın en büyük ismi olarak belirtilmektedir.
3. Esmâ-i Hüsnâ
İsmin çoğulu olan esmâ kelimesi ile, “en güzel” anlamındaki hüsnâ kelimesinin oluşturduğu bir sıfat tamlaması olan esmâ-i hüsnâ (el-esmâü'l­hüsnâ), yüce Allah'ın bütün isimleri için kullanılan bir terimdir.
"Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır. En güzel isimler O'na mah­sustur" (Tâhâ 20/8), "...En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şanını yüceltmektedirler. O galiptir, hikmet sahibidir" (el-Haşr 52/24) meâlindeki âyetlerde de ifade edildiği gibi en güzel isimler Allah'a mahsus­tur. Çünkü bütün kemal ve yetkinliklerin sahibi O'dur. O'nun isimleri en yüce ve mutlak üstünlük ifade eden kutsal kavramlardır. Allah'ın isimlerine esmâ-i ilâhiyye de denilir.
Allah Teâlâ'nın Kur'an'da ve sahih hadislerde geçen pek çok ismi vardır. Kul bu isimleri öğrenerek Allah'ı tanır, O'nu sever ve gerçek kul olur. Kur'an'da "En güzel isimler Allah'ındır. O halde O'na o güzel isimlerle dua edin..." (el-A‘râf 7/180) buyurularak, esmâ-i hüsnâ ile dua ve niyazda bulu­nulması emredilmiştir. Esmâ-i hüsnânın birden fazla olması, işaret ettiği zâtın birden çok olmasını gerektirmez, bütün isimler o tek zâta delâlet eder­ler: "De ki: İster Allah deyin, ister rahmân deyin, hangisini deseniz olur..." (el-İsrâ 17/110).
Hz. Peygamber bir hadislerinde, yüce Allah'ın 99 isminin bulunduğunu, bu isimleri sayan ve ezberleyen kimselerin cennete gireceğini haber vermiş­tir (Buhârî, “Da‘avât”, 68; “Tevhîd”, 12; Müslim, “Zikr”, 2; Tirmizî, “Da‘avât”, 82). Hadislerde geçen “saymak” (ihsâ) ve “ezberlemek” (hıfz) ile maksat Allah’ı güzel isimleriyle tanımak ve O’na iman, ibadet ve itat etmektir. Allah’ın isim ve sıfatları 99 isimden ibaret değildir. Allah'ın âyet ve hadislerde geçen başka isimleri de vardır. Hadiste 99 sayısının zikredilmesi, sınırlama anlamına değil, bu isimlerin Allah'ın en meşhur isimleri olması sebebiyledir. Tirmizî ve İbn Mâce'nin rivayet ettikleri bir hadiste bu doksan dokuz isim tek tek sayılmıştır (Tirmizî, “Da‘avât”, 82; İbn Mâce, “Duâ”, 10). Bu isimler şunlardır:
Allah, Rahmân (esirgeyen), Rahîm (bağışlayan), Melik (buyrukları tutu­lan), Kuddûs (noksanlıklardan arınmış), Selâm (yaratıklarını selâmette kılan), Mü'min (inananları güvenlikte kılan), Müheymin (hükmü altına alan), Azîz (ulu, galip), Cebbâr (dilediğini zorla yaptırma gücüne sahip olan), Mütekebbir (yegâne büyük), Hâlik (yaratıcı), Bârî (eksiksiz yaratan), Musavvir (her şeye şekil veren), Gaffâr (günahları örtücü, mağfireti bol), Kahhâr (isyankârları kahreden), Vehhâb (karşılıksız veren), Rezzâk (rızıklandıran), Fettâh (hayır kapılarını açan), Alîm (her şeyi bilen), Kabız (ruhları kabzeden, can alan), Bâsıt (rızkı genişleten, ömürleri uzatan), Hâfıd (kâfirleri alçaltan), Râfi‘ (müminleri yükselten), Muiz (yücelten, aziz kılan), Müzil (değersiz kılan), Semî‘ (işiten), Basîr (gören), Hakem (hükmedici, iyiyi kötüden ayırt edici), Adl (adaletli), Latîf (kullarına lutfeden), Habîr (her şeyden haberdar), Halîm (yumuşaklık sahibi), Azîm (azametli olan), Gafûr (çok affedici), Şekûr (az amele bile çok sevap veren), Alî (yüce, yüceltici), Kebîr (büyük), Hafîz (koruyucu), Muhît (kuşatan), Rezzâk (rızıklarını yaratıcı), Hasîb (hesaba çeken), Celîl (yücelik sıfatları bulunan), Kerîm (çok cömert), Rakýb (gözeten), Mücîb (duaları kabul eden), Vâsi‘ (ilmi ve rahmeti geniş), Hakîm (hikmet sahibi), Vedûd (müminleri seven), Mecîd (şerefi yüksek), Bâis (öldükten sonra dirilten ve peygamber gönderen), Şehîd (her şeye şahit olan), Hak (hakkın kendisi), Vekîl (kulların işlerini yerine getiren), Kavî (güçlü, kuvvetli), Metîn (güçlü, kudretli), Velî (müminlere dost ve yardımcı), Hamîd (övgüye lâyık), Muhsî (her şeyi sayan, bilen), Mübdî (her şeyi yokluktan çıkaran), Muîd (öldürüp yeniden dirilten), Muhyî (hayat veren, dirilten), Mümît (öldüren), Hay (diri), Kayyûm (her şeyi ayakta tutan), Vâcid (istediğini istediği anda bulan), Mâcid (şanı yüce ve keremi çok), Vâhid (bir), Samed (muhtaç olmayan), Kadir (kudret sahibi), Muktedir (her şeye gücü yeten), Mukaddim (istediğini öne alan), Muahhir (geri bırakan), Evvel (başlangıcı olmayan), Âhir (sonu olmayan), Zâhir (varlığı açık olan), Bâtın (zât ve mahiyeti gizli olan), Vâlî (sahip), Müteâlî (noksanlıklardan yüce), Ber (iyiliği çok), Tevvâb (tövbeleri kabul edici), Müntakim (âsilerden intikam alan), Afüv (affedici), Raûf (şefkati çok), Mâlikü'l-mülk (mülkün gerçek sahibi), Zü'l-celâli ve'l-ikrâm (ululuk ve ikram sahibi), Muksit (adaletli), Câmi‘ (birbirine zıt şeyleri bir araya getirebilen), Ganî (zengin, kimseye muhtaç olmayan), Muğnî (dilediğini muhtaç olmaktan kurtaran), Mâni‘ (istediği şeylere engel olan), Zâr (dilediğini zarara sokan), Nâfi‘ (dilediğine fayda veren), Nûr (aydınlatan), Hâdî (hidayete erdiren), Bedî‘ (çok güzel yaratan), Bâký (varlığı sürekli olan), Vâris (mülkün gerçek sahibi), Reşîd (yol gösterici), Sabûr (çok sabırlı).
Allah'ın isimleri konusundaki temel dayanak vahiy olduğu için, bu isimler insanlar tarafından değiştirilemez. Âyet ve hadisler Allah'ı nasıl isimlendirmiş ise öyle isimlendirmek gerekir.
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi Medineweb 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Medinewebli önlisans İlahiyat 1.sınıf öğrencileri... İlahiyat Öğrencileri İçin Genel Paylaşımlar nurşen35 87 29499 23 Mayıs 2015 20:53
Gülmek isteyenler tıklasın :))) Videolar/Slaytlar Kara Kartal 3 3913 10 Mayıs 2015 15:16
Cumartesi Anneleri’nin ahı/Can Dündar İslami Haberler Medineweb 0 2574 10 Mayıs 2015 15:13
Ayın Üyesi ''zeynepnm'' Ayın Üyesi 9Esra 13 8256 30 Nisan 2015 13:29
Müzemmil suresi bize ne anlatıyor Tefsir Çalışmaları Medineweb 0 3078 19 Nisan 2015 14:45

Alt 09 Mayıs 2014, 16:07   Mesaj No:2
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:339
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Allah'a iman

Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun temsili şudur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil, kandil de bir cam fânûs içinde. Fânûs sanki inci gibi parlayan bir yıldız. Mübarek bir ağaçtan, ne doğuya, ne de batıya ait olan zeytin ağacından tutuşturulur. Bu ağacın yağı, ateş dokunmasa bile neredeyse aydınlatacak (kadar berrak)tır. Nur üstüne nur. Allah, dilediği kimseyi nuruna iletir. Allah, insanlar için misaller verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir." (Nur 24/35)
ALLAH'A İMAN

Ergenlik çağına gelmiş, aklı olan her erkek ve kadına ilk önce farz olan Allah'ı bilmek ve O'na inanmaktır. Allah'a iman etmek; O'nun varlığına, birliğine, kemal sıfatları ile donatılıp noksan sıfatlardan münezzeh (uzak) olduğuna iman etmektir. Allah vardır. O'nun varlığını anlamak ve bilmek için kendimize, kainata ve kainattaki yaratılış inceliklerine ve her şeyin yerli yerine konulduğuna bakmak yeterlidir. Evrende hiçbirşey kendiliğinden veya rastgele olmuş değildir. Mutlaka onu yapan ve ona şekil veren, aralarındaki denge ve ahengi düzene koyan birisi vardır. İşte O Allah'tır. Bizi yaratan ve yaşatan O'dur. Öldürecek ve tekrar diriltecek olan da O'dur. Bu nedenle bizim için ilk görev Yüce Allah'ı layıkıyla tanımak, ondan başka ilah olmadığına yürekten inanmaktır. Allah vardır ve birdir. Ondan başka ilah yoktur. Kainattaki ahenk ve düzen, tabiattaki kanunların birbirine uygunluğu Allah'ın birliğine, O'nun hiçbir surette eşi ve benzeri olmadığına açık bir delildir.

"Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka ilahlar bulunsaydı, yer ve gök kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki Arş'ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir. (Enbiya 21/22)"

Allah teala sıfatları ile bilinir ve tanınır. Çünkü Allah'ın zatını anlayıp kavramak mümkün değildir. Zaten Allah bizleri bununla yükümlü kılmamıştır. Allah'ın sıfatları zati (6) ve subuti (8) olmak üzere iki kısımdır ve 14 adettir.

Zati sıfatlar;

Vücud; "Var olmak" demektir. Allah vardır ve varlığı zatının gereğidir. Bu itibarla Cenab-ı hakk'a "vacibu'l-vucüd" denir. Allah var olmkta veya varlığını devam ettirmekte hiçbirşeye muhtaç değildir.

Kıdem; Allah kadimdir, yani varlığının başlangıcı yoktur. Varlığının başlangıcı olanlar bizleriz. Allah hiçbir şey yokken var olandır.

Beka; Allah'ın varlığının sonu olmamasıdır. Allah'tan başka herşeyin bir süre sonra varlığı sona erecektir. Allah ise hiç ölmeyecek hep var olacaktır. (Allah'ın zatından başka herşey helak olacaktır. Hüküm O'nundur ve siz O'na döndürüleceksiniz. (Kasas 28/88))

Vahdaniyet; Allah birdir. Zatında birdir, cüz ve parçası yoktur. Sıfatlarında birdir, benzeri ve dengi yoktur. İşlerinde birdir, eşi ve ortağı yoktur. ((Ey Muhammed!) De ki; O, Allah'tır, bir tektir. Allah sameddir. (Herşey O'na muhtaçtır, O hiçbir şeye muhtaç değildir.) O'ndan çocuk olmamıştır. (Kimsenin babası değildir.) kendisi de doğmamıştır. (Kimsenin çocuğu değildir.) Hiçbir şey O'na denk ve benzer değildir. (İhlas 112/1-4))

Muhalefetun li'l-havadis; Sonradan olanlara benzememek demektir. Allah yaratıklarının hiçbirine benzemez. O, herşeyinde benzersizdir. (Allah, hiçbirşeye benzemez. O, işiten ve görendir. (Şura 42/11)

Kıyam binefsihi; Allah zatıyla kaimdir. Varlığı zatının gereği olup başkasından değildir.

Subuti sıfatlar;

Hayat; Allah hakiki ve ezeli hayat ile diridir. her canlıya O hayat vermektedir. (Allah, O'ndan başka ilah olmayan, diri, her an yaratıklarını görüp gözetendir. (Bakara 2/255)

İlim; Bilmek demektir. Allah yerde ve göklerde olan herşeyi bilir. Hatta insanların gönüllerinde sakladıklarını da bilir. O'nun bilmediği hiçbirşey olamaz. Kainat ve kainatta olan herşey yokken onların hepsini nasıl ve ne zaman olacaklarsa öylece bilir.

Semi; işitmek demektir. Allah herşeyi uzaklık ve yakınlık söz konusu olmadan işitir. Hatta içimizdeki fısıltıları da işitir. İşitmek için kulağa ihtiyacı yoktur.

Basar; Görmek demektir. Allah herşeyi görür. O, şeyin yakında veya uzakta, kapalı veya açık, aydınlık veya karanlık, küçük veya büyük olması fark etmez. Görmek için göze muhtaç değildir.

İrade; Dilemek demektir. Allah diler ve dilediğini yapar. Dilediği herşeyi yapmada güçlük çekmez, yardımcıya da ihtiyacı yoktur. (Allah birşeyi dilediği zaman O'nun buyruğu sadece o şeye "Ol!" demektir., hemen olur. (Yasin 36/82)

Kudret; Güç yetirmek demektir. Allah'ın herşeye gücü yeter.

Kelam; Söylemek demektir. Allah harf ve sese muhtaç olmadan söyler. Kuran-ı Kerim ve diğer semavi kitaplar O'nun sözüdür. Allah peygamberlere ve meleklere istediğini söylemiş ve duyurmuştur.

Tekvin; Yaratmak demektir. Kainatı ve kainattaki tüm varlıkları yaratan, yaşatan ve besleyip büyüten O'dur. O'ndan başka yaratıcı yoktur.

İşte bunlar; Cenab-ı Hakk'ın sıfatları olup Allah bu sıfatlarla tanınır ve bilinir. Allah'a inanmak demek, bu sıfatların Allah'ın zati ile kaim olduklarına inanmak demektir.

Allah sevgisi;

Sevgilerin en yücesi Allah sevgisidir. Anne ve babamızı severiz çünkü onlardan ilgi ve sevgi görmüş, onların şefkat ve merhamet kanatları altında büyümüşü azdür. Onlar bizi büyütmede ve hayata hazırlamada hiçbir fedakarlıktan kaçınmmışlardır. Bunun için severiz. Allah'ı neden sevmeliyiz? Bizi yaratan ve sayısız nimetler veren kimdir? Bizi akıl, ruh ve şuur gibi üstün yeteneklerle donatan kimdir? Şüphesiz Allah'tır. O halde en çok sevgiye layık olan O'dur. Bunun için O'nu herşeyden çok sevmeliyiz. Allah'ı sevmek O'nu tanımaya ve bilmeye bağlıdır. Çünkü insan tanıdığı ve bildiği şeyi sever. Bu nednele Allah'ı sevenler ancak O'na inananlardır. Allah'ı nasıl sevmeliyiz? Allah'ı seviyorum demek yetmez. Allah'ı sevmek gönderdiği son Peygamberi de sevmek ve Peygambere uymaktır. Onun izinden gitmek ve güzel ahlakı ile ahlaklanmaktır. Çünkü bu aynı zamanda Allah'ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından sakınmak ta demektir. Allah'ı sevmek demek Peygamberi örnek almak ve sünnetine uymaktır. İnsan sevdiğini unutmaz. Allah'ı sevenlerde O'nu unutmaz, daima anarlar. Bir insanın sevdiğini sık sık anması ve onun memnun olacağı davranışlarda bulunmasından daha doğal ne olabilir? Allah kendisini ananları anar. Çünkü Allah yapılan hiçbirşeyi karşılıksız bırakmaz. O'nu seveni O'da sever. O'ndan isteyeni boş çevirmez, O'na güveneni korur, gözetir ve yüceltir.

Allah korkusu;

Allah bize şah damarımızdan daha yakındır. Bizi her zaman ve her yerde görür, işitir, yaptığımızı bilir. Yerde ve gökte olan hiçbirşey O'ndan saklı kalamaz. İçimizden geçenleri de, tehna yerlerde yaptıklarımızı da bilir. Birgün hayattyken yaptıklarımızdan dolayı bizi hesaba çekecektir. İyi iş yapanları ödüllendirecek, kötü ve çirkin şey yapanları cezalandıracaktır. Allah'a bu şekilde inanan kimse O'nun cezalandırmasından korkar. Allah'tan korkmak demek; O'nun emirlerine uyup yasaklarından sakınmak demektir. Allah korkusu dünya ve ahiret mutluluğunun temelidir. Allah'tan korkan ölçülü hareket eder, dürüst olur, çevresine iyi davranır. Günah ve haramdan sakınır, güzele ve helale yönelir. Merhamet eder, adaletli ve yardımsever olur. Allah korkusu insanı Allah'a yaklaştırır. O'nun rızasını kazanmaya ve cennete girmeye vesile olur.

İnsan üzerinde etkili olan ve insanı kendine çeken hiçbir şey düşünülemez ki, arkasında Allah bulunmasın. "Allah" gerçek ilâhın özel ismidir. Daha doğrusu zat ismi ve özel ismidir. Yani Kur'ân bize bu en yüce ve en büyük zatı, eksiksiz sıfatları ve güzel isimleriyle tanıtacak, bizim ve bütün kâinatın ona olan ilgi ve alâkamızı bildirecektir. Bundan dolayı Allah diye adlandırılan en büyük ve en yüce zat kâinatın meydana gelmesinde, devamında ve olgunlaşmasında bir ilk sebep olduğu gibi "Allah" yüce ismi de ilim ve irfan dilimizde öyle özel ve yüce bir başlangıçtır.

Yüce Allah'ın varlığı ve birliği kabul ve tasdik edilmeden kâinat ve kâinattaki düzeni hissetmek ve anlamak bir hayalden, bir seraptan ve aynı zamanda telafisi imkânsız olan bir acıdan ibaret kalacağı gibi "Allah" özel ismi üzerinde birleştirilmeyen ve düzene konmayan ilimlerimiz, sanatlarımız, bütün bilgiler ve eğitimimiz de iki ucu bir araya gelmeyen ve varlığımızı silip süpüren, dağınık fikirlerden, anlamsız bir toz ve dumandan ibaret kalır.

"Allah" yüce ismi, bütün duygularımızın, düşüncelerimizin ilk şartı olan öyle derin ve bir tek gizli duygunun, görünen ve görünmeyen varlıkların birleştikleri nokta olan bir parıltı halinde, hiçbir engel olmaksızın doğrudan doğruya gösterdiği yüce Allah'ın zatına delalet eden, yalnızca O'na ait olan özel bir isimdir. Yüce Allah varlığı zaruri olan öyle bir zattır ki, gerek nesnel ve gerek öznel varlığımızın bütün gidişatında varlığının zaruretini gösterir ve bizim ruhumuzun derinliklerinde herşeyden önce Hakk'ın zatına ait kesin bir tasdikin var olduğu inkâr kabul etmez bir gerçektir. Hatta bizim varlığımızda bu yüce gerçeğe basit ve öz ve sınırsız bir ilişkimiz, bir manevi duygumuz vardır. Ve bütün ilimlerimizin temeli olan bu gizli duygu; sınırlı duygularımızın, anlayışlarımızın, akıllarımızın, fikirlerimizin hepsinden daha doğru, hepsinden daha kuvvetlidir. Çünkü onların hepsini kuşatıyor. Ve onları kuşattığı halde O'nun zatı sınırlandırılamaz ve bu âlem O'nun kudret ve kuvvetinin bir parıltısıdır.

Durum böyle iken biz birçok zaman olur ki, dalgınlıkla kendimizi ve varlığımızın geçirdiği zamanları unuturuz. Ve çoğunlukla yaptığımız hataların, sapıklıkların kaynağı bu gaflet ve dalgınlıktır. Böyle kendimizden ve anlayışımızın inceliklerinden dalgınlığa düştüğümüz zamanlardır ki, biz bu gizli duygudan, bu ilk anlayıştan gaflete düşeriz ve o zaman bunu bize aklımız yolu ile hatırlatacak ve bizi uyaracak vasıtalara ve delillere ihtiyaç duyarız. Kâinat bize bu hatırlatmayı yapacak Allah'ın âyetleri (işaretleri) ile doludur.

Kur'ân, bize bu âyetleri, kısa ve özlü sözlerle hatırlattığı ve bizi uyardığı için bir ismi de "ez-Zikr"dir. Allah'ın hikmeti de bize buradan birçok mantıkî, akla uygun ve ruhî delilleri özetleyiverir. Diğer taraftan biz o gizli duygunun diğer sınırlı ve belirgin duygularımız gibi içimizde ve dışımızda ortaya çıkma ve kesintiye uğrama anlarıyla sınırlı bir şekil kazanmasını ve bu şekilde varlıkların parçalarının gözle görülen şeyler gibi anlayışımızın sınırına girecek bir şekilde açıklanmasını arzu ederiz. Bu arzunun hikmeti, O'nun tecellisindeki süreklilikte duyulan bir görme lezzetidir. Fakat bunda bilgisi ve kuvvetiyle herşeyi kuşatan Allah'ı, yaratılmış varlıklara çevirmeye çalışmak gibi imkansız bir nokta vardır ki, nefsin gururunu kıracak olan bu imkansız nokta birçok insanı olumsuz sonuçlara ulaştırabilir.

O zavallı gururlu nefis düşünemez ki, bütün kâinatın o ilk başlangıç noktasına açık, anlaşılabilir, başı ve sonu belli olan bir sınır çizmek, görünen eşyada olduğu gibi bir kesinti anına bağlıdır. Mümkün olmayan böyle bir kesinti anında ve noktasında ise bütün his ve bütün varlık kökünden kesilir ve yok olur. Öyle bir tükenme ise apaçık bir his ve anlayışa varmak değil, yokluğa karışmaktır. Aklî delillere böyle bir gaye ile bakanlar ve Allah'ın görünmeyen ve görünen bütün varlıkları kuşatan sonsuz tecellisi karşısında nefislerinin gururunu kırmayarak şuhûd zevkinden mahrum kalanlar "Allah'ı aradım da bulamadım." derken, sanat ve felsefe adına zarara uğradıklarını ilan etmiş olurlar.

Allah'ı sezmek için kalp ile doğru ve yanlışı birbirinden ayıran gözü ve ikisi arasındaki farkı ve ilişkiyi belli bir oranda idrak edebilmelidir. Allah ismi ulûhiyyet (ilâhlık) vasfından değil, ilâhlık ve mabudiyet (tapılmaya layık olma) vasfı ondan alınmıştır. Allah, ibadet edilen zat olduğu için Allah değil, Allah olduğu için kendisine ibadet edilir. Onun "Allah"lığı tapılmaya ve kulluk edilmeye layık olması kendiliğindendir. O'na herşey ibadet ve kulluk borçludur. Hatta O'nu inkar edenler bile bilmeyerek olsa dahi ona kulluk etmek zorundadırlar.

Yüce Allah'ın Rahmân oluşu, ezele (başlangıcı olmayışa), Rahim oluşu ise lâ yezale (ölümsüzlüğe) göredir. Bundan dolayı yaratıklar, yüce Allah'ın Rahmân olmasıyla başlangıçtaki rahmetinden, Rahim olmasıyla da sonuçta meydana gelecek merhametinden doğan nimetler içinde büyürler ve ondan faydalanırlar. Bu noktaya işaret etmek için dünyanın Rahmân'ı, ahiretin Rahîm'i denilmiştir. Aslında yüce Allah, dünyanın da, ahiretin de hem Rahmân'ı, hem de Rahîm'idir. Ve bu tabir de eski âlimlerden nakledilmiştir. Fakat her ikisinde öncelik itibariyle Rahman, sonralık itibariyle Rahim olduğuna işaret etmek için dünya Rahmân'ı ve ahiret Rahîmi denilmiştir ki, "hem müminlerin, hem kâfirlerin Rahmân'ı, fakat yalnız müminlerin Rahîm'i" denilmesi de bundan ileri gelmektedir. "Allah müminlere karşı çok bağışlayıcı, çok merhametlidir." (Ahzâb, 33/43).

Ana kuşlar, Rahmân'ın bir eseri olan yaratılıştan var olan içgüdüleri ile yavrularının başında kanat çırpar, ahlâklı insanlar da Rahim olma etkisiyle hayır işleri üzerinde acıma ve şefkatle yarışırlar. Bitkilerin, hayvanların anatomisi ve uzuvlarının faydalarıyla ilgili ilimlerde Allah'ın Rahmân oluşunun nice inceliklerini görür, okuruz. Ahlâk ilminde, insanlık hayatının olgunluk sayfalarında, peygamberlerin, velilerin menkıbelerinde büyük insanların biyografilerinde de iradeyle ve çalışılarak kazanılan işlerde Rahîmiyetin etkilerini okuruz.

Gerçekten Allah Teâlâ âlemlerin Rabbi olduğundan kâinatın hepsinde onun kanunları geçerlidir. insanların yaptığı işlerinden hangisi ele alınsa onun bir iyi veya kötü yönü ile uygun olacağı bir Allah kanunu vardır. İyilik yönü ile uygun olan Allah kanunu din, kötü yönüyle uygun olan Allah kanunu dinin zıddıdır. İki yönden de Allah'ın kanununa uygun düşmeyen iş, kötü ve batıldır. Allah'ın her kanunu, Allah tarafından konmuş olduğundan dolayı doğrudurlar.

İnsan tarafından konulmuş kanunlar, ne ilim, ne din hiç biri olamazlar. Bunlar, ilim açısından batıl, din açısından kötülük meydana getirirler ve doğru değildirler.

Bunun için insanlığın hakkı, gerek ilimde ve gerek dinde kanun koymak değil, Allah'ın kanunlarını arayıp bulmak ve bu kanunları keşfedip ortaya çıkarmaktır.

TEVHİD VE TEVEKKÜL

Mümin denilince akla Rabbinin gözü önünde ve melekler arasında yaşayan, yüreği peygamberin sevgisiyle dolu, kitabında Rabbinin merhamet ve nimetini bulan, yaşadığı her şeyi Yüce Allah’tan bir nimet, lütuf ve sınama olarak gören, dünya hayatını sabır ve huzurla doldurup doğduğu gibi ölen, öldüğünde dirileceğini bilen, ahiret âlemine müjdeler arasında adım atan insan anlaşılır.

Kur’an’a kulak verildikçe insan kendisini Yüce Allah’ın ayet ve mucizeleri ile dolu bir dünyada bulur ve ne yöne baksa orada imanı artıran delillerle karşılaşır.

İmanın iki yüzü vardır; Teki görünen ve bildiğimiz aleme, diğeri inandığımız ama göremediğimiz gayb alemine dönüktür. Gördüğümüz yüzde delil ve sesler vardır ve bu deliller göremediğimiz şeylerin varlığına götürür bizi. Görünmeyen yüzde ise Allah ve resulünün anlattıkları kadardır. İnanmak kadar o inancı korumak ve sağlamlaştırmakta önemlidir. Yoksa gün olur o iman çatlar, yıkılır ve kaybolmaya yüz tutar. Yaşayan bir imanın neşe ve ışığı müminin her hareketinde bellidir.

Alışkanlık ve önyargılar, toplum kuralları ve karmaşa bazen Allah’ın delillerini görmemizi engeller. Oysa sakin bir seherde veya günbatımında hele karmaşadan uzak bir yerdeysek Yaratanın sesi kulaklarımızı sağır edecek kadar güçlü çıkar.

Kâinatta Yüce bir varlığın delili gözümüzün önünde durur her zaman. İlmiyle ve kudretiyle zerreden en uzak galaksilere kadar her yeri saran bu haşmetli ve bir o kadar da rahmetli güç güneşte, havada, suda, toprakta, karıncada, kuşların annelik güdüsünde, velhasıl her yerdedir. Bu cansız ve akılsız varlıklar bile her saniye bir sanat eseri meydana getirir. Doğduğu andan itibaren kendisine öğretilen grup içinde, önceden bildiği işte çalışır. Güneş her gün zamanında doğar, yükselir, batar, tek bir güneş milyonlarca tür canlıya hayat kaynağı olur. Hava hayatı besler, rüzgâr, bulut, yağmur olur. Su nimet olur hayat olur. Derelerden, göllerden, denizlerden yükselir, bulutlara varır, toplanır, yağmur olur o tatlı nefasetiyle bereket olur düşer toprağa.

Hizmet edenler sayılıdır, hizmet edilense milyonlarca. Herkesin, her şeyin bir görevi vardır. Yapı ve yeteneğine göre herkes, her şey ne yapacağını bilerek gelir dünyaya. Bunlardan insan her şeyi ve her şeyin mahiyetini anlar, öğrenir. Kendisini de başkalarını da kavrar.

Niye geldik? bu dünyaya dersek bizi getireni bulmaya demek lazımdır. O’nu bulmak, bilmek ve tanımak için. Tüm bu canlı ve cansızlar bir bütündür, bir birliktir. Hepsi bir mozaiğin parçalarıdır.

Kuşların, kartalların, gergedanların anne şefkati nereden gelir? Cansız bir yumurtadan çıkan bir yavru hemen yanı başında şefkatle kendisine bakan annesini nasıl görür? Bu âleme rahmet ve merhamet yağdıran bir kaynağın merhametini taşır. Yağmur, bulut, bahçeler o rahmeti müjdeler, rahmet bizi kucaklar, kuşatır. O rahmetle nefes alır veririz. O rahmet Yüce Allah’tan gelir. Kur’an’da her surenin başında o rahmet ile bizi karşılar. Allah’ı rahman ve Rahim diye tanıtır. Çünkü rahmet Kur’an’ın en parlak ayetidir. Bizim rahmet ve merhametimizin kaynağı da işte bu ilahi rahmettir. Yüce Allah rahmetinin %1’ni bu dünyaya % 99’nu ahirete ayırdığı halde bu şefkat ve merhamet milyonlarca canlının yüreğini sıcacık yapar.

Bu ilahi lütuftan bize verilen mesaj ise şudur; “Kâinat, Kur’an, Allah’ın rahmet sıfatıdır. Sizi Rabbimiz getirdi. Görün, tadın, şükredin. Sizde o rahmeti etrafınıza yayın. Sizde kullara şefkatli ve merhametli olun.”

Dünyada her şey değişir, gelişir. Sabit kalmaz. Bu terbiyedir. Bir terbiye edici vardır. (Rab terbiye eden demektir.)Bu Rab kuşun da, rüzgârın da, canlı cansız varlıkların da, insanın da, âlemlerin de, görünenin de, görünmeyenin de Rabbidir.

Dünya güneş arası 150 milyon kilometre yoldur. Galaksimizde en yakın yıldıza ışık hızıyla 4 sene yolculuk yapmak gerekir. Yıldızların yaklaşık sayısı yaşayan insan sayısının en az yirmi katıdır. Aralarındaki mesafeler ise akıllara durgunluk verecek kadar büyüktür.

Ötesi de var. Galaksi sayısı yıldız sayısı kadardır. Hepsinde milyarlarca yıldız ve galaksiler arası mesafeler akıllara sığmaz. İki galaksi arası ışık milyonlarca sene gitmek zorunda kalır. Vücudumuzda hücre yapısı da kâinatla aynıdır. Bir vücut yaklaşık bin galaksi kadar hücreye sahiptir.

Hücre kâinata benzer. Yıldız ile sivrisineğin kanadının yapı maddesi aynıdır. Temelde yapı olarak fark yoktur. Aynı atomla orada yıldız burada kanat yaratılır. Kâinatın bu en küçük zerrelerinde kâinatın devasa projeleri gizlidir. Bu yıldız ve atomlar arası denge muazzamdır. Bir milim hata olsa, bir zerre bir gram fark etse kâinat yerle bir olur. Bu zerreyi yapan kimse kâinatı yaratan da odur.

Ay dünya semasına takvim olarak yerleştirilmiştir. Mercanlar ay ışığına göre ürer, kuşlar aya göre göçer, ürer, uçar. Balarısı güneşin farklı ışınlarını görerek hareketlerini belirler.

Yerçekimi tüm canlıları eşit etkiler. Kâinatın ta uzak ucunda bile yerçekimi vardır.

Güneşi herkes başka görür. Kızılötesi, mor ötesi, siyah-beyaz, kimi sadece hareketlileri görür, kimi ısısını hisseder ama hepsi de görür ve yaşar güneşi.

Sütün vücutlarda takip ettiği yol başlı başına bir mucizedir. Kan ile idrar arası geçip, süzülerek tertemiz ve besleyici olarak gelen binlerce çeşit süt rahmetin gölgesidir.

Sayısız yumurtadan sayısız cinste yavru çıkar. Tohum ve çekirdek zamanı gelince çatlar ve dev bir çınar ağacı olur.

Hücreler vücudun tüm hücreleri ile koordineli çalışır. Haberleşir, görevini yapar.

Sinek, arı çiçekten emer, aynı zamanda çiçeği döller. İnsan sa hem arıdan hem çiçekten istifade eder. Tabiatta, ekolojide her şey, her zaman, her şeyle ilgilidir. İşte bu örnek sistemdir, bütünün habercisidir.

Kainatı yaratan tek tek cisimleri de yaratandır. Bu şahitliği canlı cansız herşey yapar.

Akıl bu muazzam şeyi bir tek Allah nasıl yapabilir der! Hem de yaratan tek olmalı der. Bu ikilemin cevabı ise basittir.

Güneşin ısısını hesap eder inanırız 15 milyon derece olmalı diye. Bilmeyiz ama inanırız.

Hücrelerin vücuttaki durumlarını Marmara denizi atomsa, çekirdeği balık kadardır deriz. Atom Türkiye kadarsa çekirdeği ev kadardır deriz.

Allah’ı bilmek başka, anlamak ve algılamak başka şeydir. Biliriz ama mahiyetini ve şimalini asla algılayamayız.

Kâinat Allah’ın varlığını göstermekle kalmaz, sıfatlarını da anlatır. Arı altı haftalık ömründe mucizeler yaratır. Tabiattaki milyonlarca canlı her gün rızık bulur, rızık hiç eksilmez. Güzellikler her yandadır. Bir çekirdek te dev bir çınarın projesi saklıdır.

Kimsenin bilmediği iyilik te, içimizden geçen iyi niyeti de Allah bilir. Hakkımızda hayırlısını o bilir. Duamıza cevap verir. İlmi sonsuzdur.

Biz çiçeği beyaz görürüz. Arı mor ötesi görür. Çiçek herkesin kendisini görebileceği şekilde yaratılmıştır. Görenlerde o çiçeği o haliyle görmek için.

Seste görme gibidir. Ses sınırları olmasa karıncaların ayak seslerinden veya güneşin dev patlamalarına kadar her şeyi duyardık. Fil gibi ses altı dalgaları işitseydik çok uzaklarla haberleşebilirdik kimseye duyurmadan.

Allah işitendir görendir. Ama nasılını biz bilmeyiz. O göze ve kulağa muhtaç değildir. Gizli duamızı da işitir, iyiliğimizi de.

Konuşma başlı başına bir mucizedir. Anlamak, yazmak ve okumak ta. Nasıl duyarız? Şifreleri, mesajları, kriptoları kim çözer? Güldüreni de ağlatanı da duyarız. Dinlerken konuşurken hiç düşünmeyiz. Saatlerce kelimeler dökülür dudaklarımızdan da tükenmez.

Tüm canlılar kendisince konuşur. Sanıldığı gibi bu dil “aganigi” değildir. Bir güç o hayvanlara konuşmayı takdir eder.

Allah nasıl konuşur peki? Görmesi, işitmesi nasıl farklıysa konuşması da farklıdır. O’nun konuşması benzersiz ve çeşit çeşittir. Mahlûkatın sesi Rabbin sesidir. İlhamlar O’nun sesidir. Peygamberlere gelen vahiyler O’nun sesidir.

Arı, karınca doğmadan ilhamla öğrenir.

Rabbimiz milyarlarca şeyle aynı anda konuşur.

Allah tüm dilleri bilir, anlar, konuşur.

İnsanaysa Rabbimiz kitabı yollar.

Yumurta, çekirdek cansızdır. Sonra hayat olur. Dünyada her gün milyonlarca can olur, can ölür. Hayat açısından dünya sürekli dirilmeler ve ölmelerle çalkalanır. Etrafımızda her gün birileri ölür, birileri doğar.

Hayat verme sıfatı insanda en üstün şekilde tezahür eder. Gökte ve yerde tecelli eden bütün ilahi isim ve sıfatları bir odak noktası gibi insanda yoğunlaşır ve en parlak eserini gösterir.

Yaratıcı tek ve kudretlidir çünkü; 1. En küçük atom da, en büyük galaksi de aynı proje ürünüdür. 2. Kâinatta her yerde aynı kanunlar geçerlidir. 3. Olmayan bir şeyi yaratmak sonsuz kudret ister. Zerre yaratmakla kâinat yaratmak aynı şeydir.

Bakteriye can veren hayat yaratır. Yaratan yok eder, gerekirse yine yaratır.

İnsan vücudu hücreden başladığında bir irade milyarlarca hücreyi organlara, kemiklere, kirpiklere yönlendirir. Milyonlarca tercihten sıyrılarak mükemmel bir vücut yaratılır. İradenin varlığı ve tercihin mükemmelliği iradenin kusursuzluğuna delildir. Bu kâinatı yaratanın kudret, ilim ve iradesinin göstergesidir. Varlıkları da arasındaki kanunları da bu güç yaratır.

İnsan için bu kanun ve kurallar din demektir. Kâinat için yapılan tercihlerin mükemmelliği bizim için din de aynıdır.

Allah’ın tanınması Kur’an iledir. Bu manevi portre Allah’ın tüm sıfatlarını bize anlatır. Arş gibi hükmetme timsali, el ve avuç gibi egemenlik sıfatları bizim zihnimize temas etmek içindir. Bunların mahiyeti bize meçhuldür. O’na benzer hiç birşey yoktur. Biz O’nu eserleri, filleri, isim ve sıfatlarıyla tanırız.

Kâinatta her şey bu kanunla, sebebe bağlı olarak cereyan eder. Bu sebepler sonucunda ortaya çıkan sıfatların izleri o sebepte bulunmaz. Yani hadiseler ve varlıklar sebep ve kanunların eseri değildir. Bu sebep ve kanunlar sadece birer memurdur. Adeta hükümdarın yetkisi ve emriyle O’nun kuvvetine ilmine dayanarak iş görürler. Onlara itaat etmek bize düşen görevdir. Ancak sebep ve kanunların (sözgelimi tabiatın) fiillerde ortaklığı bulunduğunu düşünmek şirktir. Allah’ın icraatında ortaklık yoktur.

ŞİRK; Allah’a ortak koşmak, Allah’ın zatında, sıfat ve fiillerinde, mülkünde Allah’tan başkalarını da ortak ve tesir sahibi yapmak, Allah’tan başkalarını O’na denk tutmak, pay vermek veya O’ndan başkalarına kulluk etmek demektir.

İmanın yolu bir şirkin yolu ise çoktur.

Zamanımızda tabiatı Allah’ın yanına veya O’nun yerine ilahi güç farz etmek şirkin güncel halidir.

Kâinatın ezelden beri olduğu, yaratıcıya ihtiyaç olmadığını söylemek te böyledir. Kanunları icraatta pay sahibi yapmakta böyledir.

Alem bir kere kurulup kendi haline bırakılan saat değildir. Rabbimiz tasarrufu ile her şey gözlenir, müdahale edilir, geliştirilir veya yok edilerek yenisi ile değiştirilir.

Üçleme (Teslis inancı) Kur’an’da en çok tekrarlanan şirk türüdür. Hz.İsa’yı evlat olarak yakıştırmak aynı şekilde şirktir. Melekleri Allah’ın kızları nitelemek te Kur’anın şiddetle reddettiği şirklerdendir.

Dinde başkasını Allah’a ortak koşmak ta şirktir. Başkasının helalini helal, haramını haram kabul edersek o başkası yetki kullanmış olur ve insan bunu kabul ederse o başkasını Rab kabul etmiş olur. Dinde hüküm koyma yetkisi sadece Allah’ındır.

Allah’ı sever gibi başkasını sevmek, itaat etmekte şirktir. Başkalarının emir ve arzularını Allah’ın buyruklarına tercih etmek, hayatta en üstün otorite mevkine Allah’tan başkasını yerleştirmek, Allah’a isyan edip onun peşinden gitmek gibi davranışlar zaman ve modaya göre değişen şirklerdir.

En açık şirk başkalarına ibadet etmektir. (Allah ile birlikte veya sadece ona) Onları Rab saymak, şefaatçi görmek, onların rızalarını kazanmaya çalışmak (kurban kesmek vs..) şeklinde olur. Puta tapmak yerini değişik kılık ve mazeretler altında devam etmekte ve bu modern zaman putlarına tapmak kıyamet alametidir.

İmanı şirk tehlikesinden korumak lazımdır.

Yıldız, burçlara yakıştırılan güçlerde Allah’a ortaklıktır. “Gökyüzünü burçlarla süsledik” ifadesindeki burçlar yıldız toplulukları anlamındadır. (buruc)

Zümer suresi 35’nci ayette; “Allah bütün günahları bağışlar”

Nisa suresi 48’nci ayette ise; “Şirki asla bağışlamaz” der.

Ölüm gelip çatmadan, bu dünyada hala yaşıyorken, kul Allah’a ortak koşmaktan vazgeçer ve tövbe eder ve Allah’a bir olarak iman ederse Yüce Allah umulur ki evvelki şirkini bağışlar.

Bir elmasını paylaşmayan insan (fani dünyada) sonsuz kudret sahibi Allah’ın mülk ve kudretini birileri arasında taksim ederse ağır cezayı hak etmiş olur.

Kimse doğrudan Allah’ın benzeri var demez, “yarattıklarından ortağı, yardımcısı var” der. Bu şirktir.

İnsan seçkindir çünkü Allah’ın en güzel isim (Esmaül Hüsna) ve sıfatlarını görür, tanır, isimlerin eserlerini kendi üzerinde gösterir. Kendi fiillerinde de o isimlerin eserlerini yansıtır. Kâinatta tecelli eden en ilahi isimler en parlak eserini insanda göstermiştir.

İnanan insan; *Allah’ın isim ve sıfatlarını kendi fiillerinde yansıtır. *Allah’ın her şeyi bildiğini, hesap verileceğini bilir, *Sadece Allah’tan ilim, hikmet, nimet ister, *Allah’ın affetmeyi çok sevdiğini bilir, *Ahlakını düzeltir, affeder, bağışlar (Affetmeyen af dileyemez) *Bu isim ve sıfatları yaşayan, yansıtan hayır makinesi, iyilik jeneratörü olur.

İman; bir mümin kulun kainatı Esmasının rengarenk güzellikleriyle donatıp insanın önüne seren Alemlerin Rabbi’ne hayatıyla verdiği cevaptır. Gökleri yıldızlarla, yeri çiçeklerle süsleyen, Esmaül Hüsna insanı da güzel ahlak boyasıyla böyle süsler ve cennete layık hale getirir.

Yaratılış gayemiz; iman ve ibadettir. Bu üstün gücü görüp sığınmamak imkânsızdır. Resul ve elçilere kulak verilince doğru muhataba yönelinir, bu irşadlardan uzaklaşılınca yanlışa meyledilir.

Kulluk insanın kaderine mühür ile vurulmuştur. Tercih iki şıktır; Bütün kulları yaratana kulluk, ya da kendisi yaratılmışa kulluk.

Kur’an’ın iman ve ibadet çağrısı insanı kula kul olmaktan çıkarıp sadece Allah’a kulluk eden ve şerefli bir misafir mertebesine yükselten bir çağrıdır.

Başkasına ibadet etmemek için Allah’a ibadet ederiz.

Allah’tan başka hangi kul veya varlık tüm kâinatı çekip çevirir, en gizli şeyleri bilir, en ufak isteğe cevap verir, cenneti ve ebedi mutluluğu sunabilir?

İMAN; Allah’a bir olarak, hiçbir ortak koşmaksızın, kendisinin bize anlattığı şekilde inanmakla beraber, O’nun tarafından bize bildirilen her şeyi birden tasdik etmek anlamı taşır. Bu altı tasdik unsuru Allah’a, peygamberlerine, kitaplarına, meleklerine, ahirete ve kadere inanmaktır.

İBADET; Kulun gönülden isteyerek Allah’a yönelmesi, O’na boyun eğmesi, O’nun emrettiği şeyleri yapıp, yasakladığı şeylerden kaçınması demektir ki bu bize İslam dini olarak verilmiştir.

İSLAM’a gelince bu kelimenin hem “esenlik” hem “teslim olma” anlamı vardır. Bir yandan İslam’ın dünya ve ahirette barış ve esenlik demek olduğu vurgulanırken bir yandan da müminlerden bu barış ve esenlik dinine tam bir teslimiyetle girmesi istenir. İslam’ın şartları beştir.

İman tasdik, İslam teslimiyettir. Ya da iman kalbe ait bir hadise, İslam onun yaşanan biçimidir.

İmansız İslam, İslamsız iman kurtuluşa yetmez.

İnsanı sürekli olarak günaha sevk eden nefis, şeytan ve çevre baskısıdır. Bu nedenle mümin bile günah işleyebilir.

BÜYÜK GÜNAHLAR; “Kebair” adıyla bilinen ve haramlığı kesin delillerle sabit olunmuş, işleyen hakkında şiddetli tehditler bulunan günahlardır. Helak edici bu günahlar; ortak koşmak, büyü, haksız yere cana kıymak, yetim malı ve faiz yemek, savaştan kaçmak, masum kadınlara zina yakıştırmaktır.

Büyük günahtan kaçınanın küçük günahlarının affolunması umulur.

Kul kusurunu bilsin, hatasını meşru göstermeye kalkmasın, yasağı umursamazlık yapmasın, uluorta tehdide aldırmadan günah işlemesin ve günah işlemeyi marifet saymasın Allah tövbeleri umulur ki kabul eylesin.

TAKLİDİ İMAN; Araştırmadan kendisine telkin edilen veya çevre ve büyüklerinden gördüğü imanı benimsemektir.

TAHKİKİ İMAN; ise araştıran ve muhakeme eden kimsenin sapasağlam delillere dayanan imanıdır.

Taklidi iman edebi hayatta kurtuluş için yeterli olabilir ama bu iman sarsıntı ve zorlamalara karşı hassastır. Hele zamanımızda her yönden saldırıya maruz kalındığında imanın kendisini korumak güçtür.

Oysa bu dünyadan sağlam imanla ayrılmak en büyük meseledir. Bu mesele yanında dünyanın tüm süs ve eğlenceleri, tüm servetleri değersiz kalır. Onun için ebedi hayatı ciddiye alan herkes imanı ciddiye almalı, Kur’an’ın ve onu getiren Peygamberin (s.a.v) bize öğrettiği gibi sağlam bir imanı tahkiki surette elde etmek ve son nefese kadar korumak için çalışmalıdır. Zira Kur’an bu müjdesi imanla ölen bu kullar içindir.

Rabbinin makamından korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştıran için ise şüphesiz cennet yeğane barınaktır." (Naziat 79/40,41)






iman ilmihalinden alıntıdır
Alıntı ile Cevapla
Alt 09 Mayıs 2014, 16:21   Mesaj No:3
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:339
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Allah'a iman Etmek

ALLAH'IN VARLIĞININ DELİLLERİ


İmkân Delili: İmkân, birşeyin olması ile olmamasının eşit ihtimale sahip olması demektir. Günlük konuşmalarımızda da mümkün derken olabilir de olmayabilir de manasını kast ederiz. Yaratılmış olan her varlık bize şu gerçeği haykırır: Benim olmamla olmamam eşit idi. Şu an ben varsam, var olmamı yoklukta kalmama tercih eden biri var demektir. O ise ancak Allahtır.
Hudus delili: Hudus, sonradan olma demektir. Hudusun en büyük delili değişmedir. Bir varlıkta değişme varsa, bu hareketin bir ilk noktası olacaktır. İşte o noktadan önce o şey varlık sahasına çıkmamıştı. Henüz yoklukta iken var olmayı kendi kendine irade edemeyeceğine ve buna güç yetiremeyeceğine göre bu var oluş Allah’ın yaratmasıyla gerçekleşmiş demektir. Maddenin termodinamik kanununa göre sürekli yokluğa doğru kayması, kainatın durmadan genişlemesi, güneşin süratle tükenişe doğru yol alması gibi hadiseler, bu varlık aleminin bir başlangıcı olduğunu gösteriyor.

San'at: Atomdan insana, hücreden galaksilere kadar bütün kainatta, ince ve baş döndürücü bir sanat göze çarpmaktadır. Evet, bir baştan bir başa kainattaki her eser şu özelliklere sahiptir:
• Büyük sanat değeri taşır.
• Çok kıymetlidir.
• Çok kısa zamanda ve çok kolay yapılmaktadır.
• Çok sayıda olmaktadır.
• Karışık ve çeşit çeşittir.
• Devamlıdır.

Halbuki, kısa zamanda, çok sayıda, kolay ve karışık yapılan işlerde san'at ve kıymet olmaması gerekir. Ancak yapan Allah (c.c.) olursa, o zaman her şey değişir ve zıtlar bir araya gelebilir!..
Devir ve Teselsülün Muhal olması: Devrin muhal olduğu şu misalle açıklanıyor. Bir yumurtayı tavuğun yaptığını iddia eden adama soruyorsunuz. Tavuğu kim yaptı? Buna karşılık onun çıktığı yumurtayı gösteriyor. Buna göre tavuğu aradan çıkardığımızda yumurta yumurtayı yapmış oluyor. Bu ise muhaldir. Teselsül ise bir şeyin silsile halinde ta ilk noktasına kadar gidip o ilk varlığı kimin yaptığını sormak suretiyle Allah’ın varlığını ispat metodudur. Yani bu meyveyi şu ağaç yaptı, o bir önceki meyveden oldu, o da bir önceki ağaçtan. Böylece ilk ağaca yahut ilk meyveye kadar varıyor ve soruyoruz : Bunu kim yarattı diye .

Kur'an yolu devir ve teselsülden çok farklıdır. Yumurtayı kim yaptı? Yahut meyveyi kim yaptı? sorusunun cevabı, doğrudan doğruya, “Allah yarattı” diye cevap verilir. İlim, irade, şefkat, merhamet kavramlarından bir nasibi olmayan, insanı tanımayan, hikmetten, sanattan anlamayan bu sebeplerin (tavuğun ve ağacın) sonucun yaratılmasında hiçbir tesirleri olmadığı ispat edilir. Böylece devir yahut teselsül deliline gerek duyulmaz.

Hikmet ve gaye delili: Her varlıkta kendisine mahsus bir gaye, bir maksat, bir fayda takip edildiği göze çarpmakta ve hiçbir şeyde gayesizlik, manasızlık ve israf sayılacak herhangi bir durum müşahede edilmemektedir. Hâlbuki, ne madde aleminde, ne bitki ve hayvanat dünyasında, ne de eşya ve hadiselerde şuur ve idrak mevcut değildir ki, bu gayeler silsilesi takip edilebilsin. Öyle ise, kainattaki bu şuurlu işleyişi ve bu hikmet ve gayeleri ancak Allaha isnat etmekle makul bir yol tutmuş olabiliriz.
Yardımlaşma delili: Yağmurun toprağın imdadına, güneşin gözlerin yardımına koşmalarından, ta havanın kanı temizlemesine kadar, bu alem bir yardımlaşma hareketiyle adeta dolup taşmaktadır. Bu yardımlaşmayı yapan taraflar birbirlerini tanımamakta, bilmemektedirler Öyle ise bu merhametli icraatı sebeplere vermek mümkün değildir.
Temizlik: Kainattaki nezafet ve temizlik, başlı başına bir delil olarak, bize Kuddüs ismiyle müsemma bir Zat'ı (c.c.) anlatmaktadır. Toprağı temizleyen bakteriler, böcekler, karıncalar ve nice yırtıcı kuşlar; rüzgar, yağmur ve kar; denizlerde buzullar ve balıklar; gezegenimizde atmosfer, uzayda kara delikler; bünyemizde kanımızı temizleyen oksijen ve ruhumuzu sıkıntılardan kurtaran manevi esintiler, hep Kuddüs isminden haber vermekte ve o ismin verasındaki Zat-ı Mukaddes'i göstermektedir.
Simalar: Herhangi bir insanın siması, en ince teferruatına kadar kendisinden evvel geçmiş milyarlarca insandan hiçbirisine birebir benzememektedir. Bu kaide, kendisinden sonra gelecekler için de aynen geçerlidir. Bir cihette birbirinin aynı, diğer cihette birbirinden ayrı milyarlarca resmi küçücük bir alanda çizip, sonra da kendileri gibi olması mümkün, milyarlarca resimden ayırmak ve her şeyi sonsuz ihtimal yolları içinde bir yola ve bir şekle sokmak, elbette ve elbette yarattığı her varlığı, hem de hiç kapalı bir yanı kalmamak üzere bilen ve o varlığa istediği şekli vermeye gücü ve ilmi yeten Cenab-ı Hakk'ı en sağır kulaklara dahi duyuracak kuvvette bir ilandır.

Fıtrat ve Vicdan Delili: Allahı tanımanın sayılamayacak kadar çok delil ve işaretleri insanın yaratılışında, fıtratında mevcuttur. Bunlardan birkaç örnek: İnsan fıtratı ve vicdanı her nimetin mutlaka şükür istediğini bilir. Bir peygambere kavuşmuş ve hidayete ermişse şükrünü Allaha yapar. Aksi halde batıl mâbutlara tapar. Bu tapma insan vicdanın insanı zorlamasıyla gerçekleşir. Güzelliği takdir hissi de insan fıtratında mevcuttur. Sergiler, fuarlar bu his ile gerçekleşir. İnsan bu yaratılışının gereği olarak, şu sema yüzünde sergilenen yıldızları, zemin yüzünde boy gösteren çiçekleri, ağaçları, ormanları dolduran ceylanları, aslanları, denizlerde kaynaşan balıkları seyretmek ve onlardaki İlâhî sanatın mükemmelliğini takdir etmek durumundadır.

Tarih: Dinler tarihi şahittir ki, insanlık hiçbir devrini dinsiz geçirmemiştir. Batıl, hatta gülünç dahi olsa, hemen her devirde bir dine inanmış ve bir manevi sistemi takip etmiştir. İnsan fıtratına inanma duygusunu Allah koymuştur ve insan O’na (Allah’a) inanmakla mükelleftir.

Kur'an: Kur'an-ı Kerim'in Kelamullah olduğunu ispat eden bütün deliller, aynı zamanda Cenab-ı Hakk'ın varlığını da ispat eder durumdadır. Kur'an'ın Allah kelamı olduğuna dair yüzlerce delil vardır. Bunlar, Kur’an ile alakalı İslam kaynaklarında en ince teferruatına kadar mevcuttur. Bütün bu deliller, kendilerine mahsus dilleriyle "Allah vardır" derler.

Peygamberler: Peygamberlerin ve bilhassa Peygamberler Efendisi İki Cihan Serveri'nin (a.s.m) peygamberliğini ispat eden bütün deliller de, yine Cenab-ı Hakk'ı anlatan delillere dahil edilmelidir. Zira Peygamberlerin varlıklarının gayesi, Tevhid; yani Allah'ın varlık ve birliğini ilan etmektir. Öyleyse, her peygamberin kendi peygamberliğini ispat eden bütün delilleri, aynı zamanda, Cenab-ı Hakk'ın varlığına da delil olmaktadır. Bir peygamberin hak nebi olduğunu ifade eden bütün deliller, aynı kuvvetle, hatta daha da öte bir kuvvetle "Allah vardır ve birdir" demektedir.
Alıntı ile Cevapla
Alt 09 Mayıs 2014, 16:25   Mesaj No:4
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:339
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Allah'a iman Etmek

Burhân-ı İnnî
İnneli (elbetteli) delîl. Eserden müessire (o eseri yapana), san’attan san’atkâra ve netîceden sebebe götüren delîl. Kelâm (akâid) ilminde daha çok bu delîl kullanılır.
“Âlem hâdisdir (sonradan var olmuştur). Her hâdisin bir sânı’ı (yapanı) vardır” cümleleri, isbat edilmek istenen “Âlemin sânı’ı (yaratıcısı) Allahü teâlâdır” sözü için burhân-ı innîdir. (Teftâzânî)




Burhanı- limmî; müessirden esere, sebeplerden neticelere doğru yapılan istidlâl, yani delile dayanarak sonuca varma Usûlü/metodu... Mesela; merhametli bir zâtın şefkatinden, cömertliğinden söz ediyorsunuz ve böyle bir zât elbette fakirlere ve düşkünlere yardım elini uzatacaktır diyorsunuz. Burada, müessirden esere intikal etmiş oluyorsunuz.




Burhan-ı Temânu’…

Kelâm âlimleri, Kur'ân'dan, Allah'ın varlığıyla-birliğiyle ilgili birçok delil ortaya koymuşlardır. İşte bunlardan iki tanesi de burhan-ı temânu’ ve burhan-ı tevarüd adı verilen delillerdir. Mesela;

“Eğer yer ile gökte Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, bunların ikisi de muhakkak fesada uğrar yok olurdu. O halde Arş'ın Rabbi olan Allah, onların vasfetmekte oldukları şeylerden (bütün noksanlıklardan) beridir, münezzehtir" (Enbiya suresi, 22) âyetinden çıkarılan burhan-ı temânu’ şöyle ifade edilir:

Muhal farz, kâinatta birbirine her bakımdan eşit iki ilah bulunsaydı, bunlardan biri bir şeyin hareketini, diğeri de durmasını irade edebilirdi/isteyebilirdi... Çünkü ilah hür iradeye ve tam kudrete sahiptir. Bu durumda ise ortaya şu üç ihtimal çıkardı:

1) Ya her iki ilahın da dediği olurdu... Ki, bu ihtimal bâtıldır; çünkü aynı zaman ve mekânda hareket etme ve durma gibi iki zıd şeyin birleşmesi (cem’-i zıddeyn) imkânsızdır.

2) Ya da her iki ilahın dediği de olmazdı... Bu ihtimal de bâtıldır; çünkü iradesi gerçekleşmeyen âcizdir, âciz ise ilah olamaz. Âcizlik, sonradan olma (hudûs) ve vacip değil mümkün olma belirtisidir.

3) Veya ilahlardan birinin iradesi gerçekleşir, diğerininki gerçekleşmezdi… Bu da bâtıl bir ihtimaldir. Çünkü iradesi gerçekleşmeyen âcizdir, âciz de ilah olamaz. Diğer ilah da, her bakımdan buna eşit olduğuna göre, onun da âciz olması, dolayısıyla ilah olmaması gerekir. Öyleyse Allah'ın bir ve tek olması zaruridir/zorunludur.

Bu maddeleri şöyle basit bir misalle de müşahhaslaştırabiliriz:

Mesela iki ilahtan birisi, Mehmed ismindeki insanın hareket etmesini, diğeri de o anda hareket etmeyip sükûnunu/hareketsizliğini dilese, ilah oldukları için her ikisinin kudreti birlikte Mehmed'e te'sir edeceğinden, cem'-i zıddeyn (iki zıddın bir araya gelmesi) gerekir. Bu ise, mümkün değildir. Çünkü cem'i zıddeyn, muhaldir/imkânsızdır. Yani Mehmed aynı anda hem hareketli, hem hareketsiz olamaz; ya hareketlidir, ya hareketsiz... O halde Allah tektir, O'ndan başka ilah yoktur. Her şeyi yaratan, durduran ve hareket ettiren, muvazenelerini/dengelerini sürdüren O'dur.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Allah'a tövbe etmek YaŞuHa Allah(c.c) 1 26 Ocak 2023 21:44
Allah´a iman Medineweb Akaid 1 04 Ekim 2021 13:30
ALLAH A iMAN NASIL OLUR.. bilinmez Tevhid Ve Şirk Konuları 0 27 Ekim 2018 21:27
Allah'ın İndirdiği Kitaplara İman Etmek Elif Nur Uşma Allah(c.c) 1 07 Mart 2012 22:48
Allah'a Çocuk İsnad Etmek YaŞuHa Muhtelif Konular 0 07Haziran 2011 17:09

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.