Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM DİNİ KONULAR.::. > Muhtelif Dini Konular > Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler

Konu Kimliği: Konu Sahibi inzar,Açılış Tarihi:  10 Kasım 2007 (20:06), Konuya Son Cevap : 13 Temmuz 2012 (16:44). Konuya 31 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 28 Mayıs 2012, 17:44   Mesaj No:21
Medineweb Sadık Üyesi
suhtem - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:suhtem isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 17229
Üyelik T.: 10 Mart 2012
Arkadaşları:27
Cinsiyet:
Memleket:......
Yaş:38
Mesaj: 974
Konular: 69
Beğenildi:89
Beğendi:40
Takdirleri:565
Takdir Et:
Standart Cevap: Hayata Dair

:....(
__________________
"..insanın ruhunu yücelten bir acı,
ucuz bir mutluluktan daha değerlidir..."
Alıntı ile Cevapla
Alt 01Haziran 2012, 18:14   Mesaj No:22
Medineweb Emekdarı
Esma_Nur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Esma_Nur isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 4458
Üyelik T.: 19 Ekim 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:kadın
Memleket:sivas/istanbul/
Mesaj: 5.421
Konular: 575
Beğenildi:4496
Beğendi:6075
Takdirleri:23787
Takdir Et:
Standart Cevap: Hayata Dair

Yalnızlık Çıkmazı ve İnsanımız


21. yüzyılda insanoğlunun karşılaştığı en önemli problemlerden birisi, kendini hayatta yalnız, yapayalnız hissetmesidir. Bu yalnızlık duygusu, bütün insanlardan uzak, tabiatın ortasında yaşamak mânâsında bir yalnızlık değildir. Meselâ insanın iş yoğunluğundan sıkılıp, kendini toparlamak için iradî olarak kısa süreliğine yalnız kalmayı istemesi, kötü bir tercih değildir. Kişi kendini dinleme sürecini, iradesiyle yönetebilir veya yönlendirebilirse, bu yalnızlık hastalık hâline gelmez, aksine bazı işlerin yapılması için itici bir güç olur.

Ne var ki günümüz insanı, kalabalıklar içinde kendini yalnız hissetmektedir. Burada kişinin yaşadığı yalnızlık, iş arkadaşları, akrabaları, dostları, hattâ aile fertleri yanındayken bile hissettiği yalnızlıktır. Cahit Sıtkı Tarancı, günümüz insanının içine düştüğü ve derinden hissettiği bu duyguyu şiirlerinde şöyle anlatır:
"Öyle yalnız kaldım ki hayatımda,
....

Hangi kapıyı çalsam kimseler yok
Hangi omuza dokunsam yabancı çıkar."

Acaba günümüzde insanlar kendilerini neden bu kadar yalnız hissetmektedir? Niçin kapılarını çalacak arkadaşları, iç dünyalarını paylaşacak gerçek mânâda dostları yoktur? Yüzyılımızda insanların sahip oldukları makam, mevki, mal, mülk, servet, para, kurdukları yuvalar, işi, eşi, aşı, sahip oldukları bunca teknolojik imkân, onları eğlendirecek yüzlerce eğlence aracı ve sosyal paylaşım siteleri, büyük ve kalabalık alışveriş merkezleri nasıl oluyor da insana yalnızlığını ve kimsesizliğini unutturamamaktadır?

Niçin insan, her akşam elinde kumanda, kanaldan kanala dolaşmakta ve bir türlü tatmin olamamaktadır. Facebook, twitter, google+ gibi onlarca duygu, düşünce ve yorum paylaşım sitelerinde dolaşan ve yüzlerce arkadaş ve dost edinen insan, neden hâlâ gerçek mânâda dost bulamamaktan yakınmaktadır?



Her gün gittiği oyun ve eğlence merkezleri, kafe ve sinema onu sadece geçici zevklerle tanıştırıp, çok kısa süreler için avuturken, acaba iç dünyasında niçin kalıcı bir huzur ve sükûn sağlayamamaktadır? Sahip olduğu bunca servet, banka hesapları, hisse senetleri, yazlık, kışlık saray yavrusu evler, son model arabalar, havalı makam ve mevkiler, üst yönetici pozisyonları, şan ve şöhret, medyatik görünürlük, insanın içinde oluşan derin boşluğu ve iç sıkıntısını niçin bir türlü ortadan kaldıramamaktadır?

Acaba her gün televizyona çıkıp, çeşitli programlara katılarak insanları güldürmeye, onları rahatlatmaya çalışan, onlara yalnızlıklarını unutturmaya gayret eden bunca sanatçı, başta kendileri olmak üzere, niçin seyircilerini bir türlü bu yalnızlık duygusundan kurtaramamaktadır? Üstelik bu programları sunanlar, gönüllerindeki derin boşluğu doldurmak veya unutmak için acaba niçin kendilerini içki ve uyuşturucunun kucağına atmaktadır? Günümüzde büyük şehirlerde insanlar, acaba neden apartman dairelerinde giderek çoğalan sayıda köpek beslemektedir?

Bu insanlar, acaba neden en yakın dostlarından ve arkadaşlarından çok, bu hayvan dostlarına güvenmektedir? Verilen örneklerden açıkça görüldüğü gibi, insanoğlu hiçbir devirde, kendini günümüzde olduğu kadar yalnız ve kimsesiz hissetmemiştir. Burada görünür sebeplerin çok ötesinde karmaşık, büyük bir problemle karşı karşıya olduğumuz açıktır. Dolayısıyla önce bu problemi tam ve doğru olarak tespit etmek, sonra o problemi ortadan kaldıracak çözümler üzerinde durmak gerekir.

Yalnızlık ve kimsesizlik duygusunun oluşmasında iki temel sebep karşımıza çıkar. Birincisi, gönlün ve kalbin ihtiyaçlarını tam olarak karşılayacak kuvvetli bir imandan, teslim ve tevekkülden mahrum olmaktır. Eğer insan, sağlam bir iman, öte duygusu, teslim ve tevekküle sahipse ve gönülden inandığı, bağlandığı bir gaye-i hayali (ideali) varsa, hiçbir zaman kendisini tam olarak yalnız hissetmez. O, bütün insanlar karşısında olsa bile, "Bana dost olarak Allah yeter!" diyebilecek kadar, kendi iç dünyasının kahramanıdır. Böyle bir insan yaşasa yaşasa, geçici ama tatlı, dayanılabilir gurbet esintileri hisseder. Modern psikolojide de, yalnızlık duygusunun önemli bir sebebinin Allah-kâinat-hayat ve insan arasındaki sırlı münasebeti anlayamamaktan kaynaklanan "anlamsızlık" ve değersizlik hissi olduğu vurgulanmıştır.

Bir başka ifadeyle ontolojik mânâ krizi, yalnızlık duygusunun önemli sebeplerinden biridir. Yalnızlık duygusu, teknolojik bakımdan gelişmiş toplumlarda daha yoğun bir şekilde yaşanmaktadır. Meselâ Amerikan toplumunda özellikle üniversite öğrencileri arasında yaygın bir problem olarak dikkati çeker. İlmî bir araştırmaya göre, üniversite 1. sınıf öğrencilerinin % 75'i kalabalıklar içinde kendini yalnız hissettiğini söylemiştir.

Bir de bunların dışında insanın mizacından, tabiatından, ahlâk ve karakterinden, kimseyi beğenmemesinden ve kimseye güvenmemesinden, herkesten şüphelenmesinden, paranoyak yaklaşımlarından kaynaklanan yalnızlık ve kimsesizlik duyguları da vardır. Bu tür yalnızlık duygusunun çözümü, kişinin iradî olarak kendini eğitmesi, sivri, zayıf ve zararlı yanlarını törpülemesiyle mümkün olur.
Yalnızlık hissinin ikinci sebebi ise, insanın çevresinden, dost ve arkadaşlarından gördüğü samimiyetsizlik, riyakârlık, menfaatini önde tutma, bencillik, vefasızlık, sır tutmama, zor zamanda yanında olmama, aldatılma ve dolandırılma gibi tutum ve davranışlardır. Bu ikinci sebebin oluşmasında insanın çevresini, arkadaş ve dostlarını iyi seçememesi kadar, onların negatif özellikleri de önemli bir rol oynar.

Bütün bu saydığımız yalnızlıklardan farklı olarak, anlaşılamamaktan, nâdânlar içinde kalmaktan, bir türlü kendi seviyesine ve mânevî derinliğine uygun insan bulamamaktan kaynaklanan farklı bir yalnızlık çeşidi vardır ki, bu yazıda üzerinde durulan yalnızlıktan fersah fersah uzaktır.

İnsanın yaşadığı bu menfi, yıkıcı, onu bitirip tüketen yalnızlık duygusu, Türk edebiyatına da yansımıştır. Yeni Türk edebiyatına baktığımızda, yalnızlık duygusuyla boşluk hissi, can sıkıntısı ve ölüm korkusu arasında yakın bir münasebet görülür. Orhan Veli Kanık, Cahit Sıtkı Tarancı gibi birçok şairin şiirlerinde, bu duyguların iç içe anlatılması bir rastlantı değildir. Sözgelimi Cahit Sıtkı Tarancı, "Otuz Beş Yaş" şiirinde yalnızlık duygusu ile ölüm korkusunu birlikte işler:

"Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız."

İnsan psikolojisi üzerinde çok olumsuz tesirleri olan bu duyguların kaynağı, çoğunlukla birbirine benzer: Millî ve mânevî değerlerden uzaklaşma, gönül dünyasının fakirleşmesi.

Türk edebiyatında 2. Meşrutiyet nesli ve Cumhuriyet'in ilk nesli, millî ve mânevî değerlerden uzaklaşıp, pozitivist bir anlayışa sahip olduklarından dolayı, yalnızlık duygusunu derinden hissetmiştir. Bu nesillerin büyük bir kısmı, ailelerinden ve okullarından hayatta kendilerini ayakta tutacak hiçbir değer ve inanç edinememiştir. Bu yüzden de, derin bir boşluk duygusuna düşmüş, hayatı, insanı ve kâinatı mânâlandıramamış, kendilerini ölüm korkusuna kaptırmış ve derin bir yalnızlık duygusu içinde kıvranmıştır.

Eski Türk edebiyatında ise, ölüm korkusu, boşluk hissi, yalnızlık duygusu gibi, menfi denilebilecek duygularla çok az karşılaşılır. Çünkü dinî duyguları sağlam olan eski şairlerimiz için ölüm, hiçbir zaman korkulacak bir şey değildir. Yunus Emre yüzyıllar öncesinden,

"Ölümden ne korkarsın, çünkü Hakk'a yararsın,
Bil ki ebedî varsın, ölmek fasidler işidir."

diye haykırır. Onun için ölüm, yokluk değil, hiçlik değil, aksine ebedî âleme açılan bir kapıdır. Ölümle insan, bütün dostlarına, sevdiklerine kavuşur. Mevlâna Celaleddin-i Rumî de, ölümü bir "şeb-i arus" yani bir düğün gecesi olarak görür. Ona göre ölüm, en güzel Sevgili'ye kavuşmanın, Hakk'a yürümenin bir adıdır. Yüzyıllar boyunca, bütün eski Türk edebiyatına bu görüş hâkim olmuş; ölüm, edebiyatçıların dilinde, asla korkulacak, endişe edilecek bir şey olarak görülmemiştir. Fakat Tanzimat'tan (1839) sonra, bu durum, hızla değişir. İnanç temelleri yıkılan aydınlarımız ve edebiyatçılarımız, ölüm korkusu, boşluk hissi ve yalnızlık duyguları içinde kıvranır dururlar.

Yeni Türk edebiyatının ilk tanınmış temsilcisi Şinasi, eğitim için gittiği Paris'ten deist düşüncelerle döner. Hayatının son yıllarını, melankoli içinde yapayalnız geçirir. Hiç kimseye güvenmez, herkesten ve her şeyden şüphelenir. Etrafta el yazısı hiçbir kâğıt bırakmamaya çalışır. Ziya Paşa, çeşitli felsefî fikirler içinde bocalar. Kafası son derece karışıktır. Abdülhak Hâmit, zihnine takılan soruların hiç birine tatmin edici bir cevap bulamaz. Recaizade Mahmut Ekrem, çocuklarını küçük yaşta kaybetmenin hüznüyle bunalımlar içinde yaşar; hayatta kendini yapayalnız hisseder ve bir ağlama edebiyatı meydana getirir. Beşir Fuad, daha hayatının baharında, bilek damarlarını kokainle uyuşturup keserek intihar eder ve cesedini kadavra olarak kullanılmak üzere tıp fakültesine armağan eder. O da, bunalım ve buhranlar içinde yaşayıp, kendini yapayalnız hisseder. Servet-i Funun edebiyatının en tanınmış şairi, Tevfik Fikret şiirlerinde,

"Bütün boşluk: Zemin boş, asuman boş, kalb ü vicdan boş,"

diye feryat eder. Selçuklu ve Osmanlı tarih ve medeniyetine hayran Yahya Kemal Beyatlı bile, bu pozitivist, ateist ve deist rüzgârlardan etkilenip,

"Dünyayı saran boşluğu hissetmeyelim,
Peymaneyi boş bırakma, doldur saki,"

diyerek rindane bir yaşayışa ve içkiye sığınır.
Cahit Sıtkı, Orhan Veli ve Sait Faik, en yakın akraba, dost ve arkadaşlarına bile güvenmez. Hayatta kendilerini kimsesiz ve yalnız hissederler. Cahit Sıtkı Tarancı, bu neslin içinde bulunduğu ruh hâlini, bir şiirinde ne güzel anlatır:

"Babam kırdı, beni ilk önce babam,
Dosttan gördüm kahrın daniskasını,
Nankör çıktı, iyilik ettiğim adam,
Sevdiğim kız da, savdı sırasını"

Bu psikolojiyi yaşayan bir insanın elbette, kendini yalnız, yapayalnız hissetmesinden daha normal bir şey olamaz. Bu derin yalnızlık duygusu, bu nesli bitirip tüketmiş, birçoğunu daha genç denebilecek yaşta hayattan koparmıştır. Sait Faik'in 48, Cahit Sıtkı'nın 46, Orhan Veli'nin 36 yaşında ölmesi boşuna değildir. Hayat, kâinat ve hâdiseleri doğru şekilde mânâlandırmayı sağlayan bir imandan mahrum oluş ve kendini ayakta tutacak mânevî dinamiklerden yoksunluk, insanın sadece ebedî hayatını, öte dünyasını yıkmaz. Birçok örnekte açıkça görüldüğü gibi, onun dünyevî huzur ve mutluluğunu da yıkar, ortadan kaldırır.

Bu yüzden ölüm korkusu, boşluk hissi ve yalnızlık duygusu gibi menfi duygulardan kurtulmanın yollarını arayan insana düşen şey, imanın ve İslâm'ın aydınlık yolundan gitmektir. Ebedî huzur ve sükûnun ancak bu şekilde sağlanacağına gönülden inanmak ve bu konuda üzerine düşen vazife ve sorumlulukları en iyi şekilde yapmaktır. Bunu başarmanın en kolay yollarından biri de, hayatı, bu sorumluluğa sahip güzel insanlarla birlikte yaşamaktır.



yazar:Fatih BAĞCIOĞLU
__________________
Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım...

Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE....
Alıntı ile Cevapla
Alt 04Haziran 2012, 15:13   Mesaj No:23
Medineweb Emekdarı
Esma_Nur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Esma_Nur isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 4458
Üyelik T.: 19 Ekim 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:kadın
Memleket:sivas/istanbul/
Mesaj: 5.421
Konular: 575
Beğenildi:4496
Beğendi:6075
Takdirleri:23787
Takdir Et:
Standart Cevap: Hayata Dair

İnan, İste ve İlerle
İsteklerime ulaşamadığım zamanlar kendi kendime hep şu muhasebeyi yapmışımdır: tüm bu ormanlar, dağlar, dereler, alabildiğine geniş ovalar benim olsa ve ben de gözlerini kaybetmiş bir hasta olsam. Gözlerime yeniden kavuşabilmek için hepsini hiç düşünmeden verirdim. Peki bize, onunla gördüğümüz her şeyden (neredeyse) daha kıymetli göz gibi bir organı ve daha nicelerini bağışlayacak kadar cömert olan, neden basit ve küçük isteklerimizi bazen vermiyordu. Bunun mutlaka bir sırrı olmalıydı da o neydi?
Nasıl istiyorsunuz? “ya olmazsa, ya başaramazsam, yıllardır istiyorum, çalışıyorum hâlâ olmadı” diyor muyuz? Böyle demenin, “Ya Allah yarat(a)mazsa, ya istediğimi ver(e)mezse, bu güne kadar istediklerimi ver(e)medi” demek anlamına geldiğinin farkında mıyız? Dahası, bu tür şüphelerle, “yapan benim, kendi gücümle kazandım” diyen Karun’a benzediğimiz ve Rabb’in rahmetini itham ettiğimiz bile söylenebilir.
İslâm Peygamberi asm bizi, dileklerimizin kabul edileceğinden emin olmaya davet ediyor: “Allah’a, kabul edileceğine kesin şekilde inanmış olarak dua edin. Şunu da bilin ki, Allah kendisinden gâfil ve başka işlerle meşgul bir kalbin duasını kabul etmez.”2 İstemekle, kabul edileceğine-gerçekleşeceğine-kesin emin olmak arasındaki ilişkiyi vurgulayan bu söz, başarının en heyecan verici boyutunu dile getirir.
İnanma gücü, Yaratıcının sınırsızlığına ayna olmak için insanın başvurabileceği tek kaynaktır. İnsan, alan; Yaratıcı, verendir. İnsan sınırlı; ama Yaratıcısı sınırsızdır.
Bedeninizde ve ruhunuzda yansıyan, hayat, güzellik, zekâ, zenginlik gibi tüm değerlerin kaynağı, evrenin Yaratıcısıdır. Bu değerlere ne kadar gelişmiş düzeyde sahipseniz, Yaratıcıdan o kadar almışsınız demektir. Diğer deyişle, Yaratıcının sıfatları üzerinizde ne kadar parlamışsa, size o kadar destek sunulmuştur. Yaratıcı, insanlardan gelen talepler arasında ayrım yapmıyor; insanlara dinlerine göre farklı davranmıyor. Çünkü yarattığı sistemi kanunlarıyla yönetiyor.
Yaratıcı sınırsız bir eminlik düzeyindedir. Bu yüzden, “bir şeyi dilediği zaman, onun buyruğu sadece o şeye ‘ol’ demektir.”3
Bize nasıl davranacağını, “ben kulumun bana olan zannı üzereyim; zannı iyi ise iyi muamele ederim, kötü ise kötü muamele ederim”4 sözüyle açıklamıştır. Yani, Yaratıcının zekânızı daraltacağını sanıyorsanız, zekânız daraltılıyor.
Kendi hakkınızda yaptığınız değerlendirme, hakkınızda bir duaya dönüşüyor: “Ben üzüntülüyüm” demekten, “üzüntülü olmak istiyorum” duası çıkıyor. Hafızanızı kaybettiğinizi sanıyorsanız, hafızanız gerçekten de alınıyor elinizden.

Bir askerin gücünü, arkasındaki ordunun gücü belirler. Tek başına kendi silahıyla askercilik oynayan çocuk, büyük bir orduyu esir alamaz. Dolayısıyla “yapabilirim” derken, askercilik oynamayalım; bizim gücümüze değil, bizimle olan güce dayanacağız. Bir askeri, ordu kadar güçlü kılan, ordusunun arkasında olduğuna güvenidir. Yaratıcısının yanında olduğuna kesin olarak inanmayan, Yaratıcının kudretine hangi hakla dayanabilir? Üstelik O’ndan şüphe ettikten sonra, “bana vermedi” demeye hakkımız olabilir mi?
İstanbul’da açılan bir sınava başvuran yüzlerce kişiden dördüyle, başvuru kuyruğunda yapılan röportajı tv.’de izledim. Söylediklerine bakın: “Şansım milyonda bir de olsa denemek istedim. Kazanacağımı hiç sanmıyorum. Türkiye’de dayın yoksa kazanamazsın. Ne yapıp edip torpillileri kazandıracaklardır. Şans işte, bakarsın kazanırım...”
İnanmadığınızı başarabileceğinizi ümit ederseniz, emeğinizi lüzumsuz yere sarf etmiş olursunuz. Tereddüt içinde büyük bir iş yapmaktansa, emin olarak küçük bir iş yapın. On kat başarılı olacağınızı söyleyebilirim.
Bir itiraz: “İyi de, bana çok duyduğum şeyleri söylüyorsunuz. Ben başarabileceğime inanıyorum; ama yine de olmuyor, inanmama rağmen başaramıyorum.”
Bir tuzaktır bu söz. Gerçekten başaracağınıza inansaydınız, bu sözü söyleyemezdiniz. İnanmak kelimesini GÜNEŞ kadar büyütün. Gerçekten inanıyor musunuz? Sözünü ettiğiniz inanç, bizim anlatmaya çalıştığımız iman mı? Yani içselleştirilmiş, hücrelerinize kadar vücudunuza kodlanmış, hiçbir saldırının sarsamayacağı inançtan mı söz ediyorsunuz?
Akıllı olduğuna inanan bir deli, “ben deliyim, bir türlü akıllı olamıyorum” diyebilir mi? Sağlıklı olan insan, “ben hastayım” diyebilir; ama, sağlıklı olduğuna inanan hasta, “ben hastayım” diyemez. Mantık size şöyle der: Eğer hastaysanız, sağlıklı olduğunuza inanamazsınız. Eğer başarısızsanız, başarılı olduğunuza inanamazsınız. Neden öne sağlığı veya başarıyı alıyorsunuz? Öne inancı almayı denemenizi öneriyorum.
“Sağlıklıyım” inancının nedeni, sağlıklı olmak değil, sağlıklı olduğuna daha önce inanmış olmaktır.
İnanç sağ beyin tarafından, mantık sol beyin tarafından yönetilir. İnanç ruhsal evrenin, mantık maddesel evrenin sınırları içerisindedir. Henüz başaramadığınız işle ilgili inancı, mantıkla sorgularsanız, birbirleriyle savaşacaklardır. Mantık size engellerinizi, inançsa desteklerinizi gösterir. Aslında mantık, ruhsal evreni kuşatabilecek kadar gelişebilir; ama, biz tabiat kanunlarının gösterdikleriyle sınırlanan mantıklar geliştiriyoruz. Daha doğrusu bizim mantıklarımız, bilinenlerle ilgilidir. Bilinmeyeni, basit mantıklar her zaman reddetmiştir.
Ustad “Hakiki imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir.” der. Sizinle, yaratılmışlar dünyasına meydan okumanın formülünü paylaşıyorum: Hiçbir şey yokken iman vardı, yani ruh vardı. Kadın bedeni yokken kadın ruhu, erkek bedeni yokken erkek ruhu vardı. Hastalık gelişmeden önce, hastalık inancı gelişti. Başarısızlık yokken başarısızlık inancı üretildi. Hiçbir komutan, yenileceği endişesine kapılmadan önce yenilmemiştir. Daha da kötüsü, Yıldırım Bayezit’in dediği gibi, “Yenileceğinden korkan daima yenilir.”
Her başarının öncesinde, başarma inancı gelişmiş; başarı, bu inancın eseri olmuştur. Kolomb Amerika’ya varmadan önce, Dünyanın öteki tarafından Hindistan’a geçen bir yol olduğuna inanmıştı. Elias Howe dikiş makinesini bulmadan önce, böyle bir makinenin varlığına inanmıştı. Edison ampulü keşfetmeden önce onun var olduğunu biliyordu. Başaranlar, önce inandılar, sonra yaptılar; başaramayanlar ise, önce yapıp sonra inanmayı deneyenlerdir.5
Yaratıcıyı tanımak O’nun gücünün sınırsızlığına inanmaktır. O’nun gücünden şüphe eden onu tanıyor olamaz. Kim olursanız olun; hangi dinden veya inançtan gelirseniz gelin, hayatınız şu evrensel kuralın emri altında geçecek: Başarıya ulaştırılacağınıza ne kadar çok inanmışsanız, o kadar az emekle, o kadar kolay ve o kadar hızlı başaracaksınız demektir. Başarmanız için, kanunların değişmesi, dağların denize dönüşmesi gerekse bile.
Sadece şu Peygamber sözü bile, size sunulan desteğin potansiyel büyüklüğünü anlatmaya yeter: “Eğer Allah’ı hakkıyla tanısaydınız, duanızla dağlar yerinden oynardı.”6
2- Tirmizi, Daavat:65; Müsned, 2:77 Bu olağanüstü sözün verdiği iki önemli ders var: Birisi emin olarak istemek; diğeri de akılla değil kalple istemek. Bu yazı, mesajın sadece birinci tarafına odaklanıyor.
3- Kur’an; 36:82
4- Cami’u’s-Sağir 2:312, Hadis No:1934
5- Zihninizde pek çok soru oluştuğunun farkındayım. Yanlış anlamayalım: “İnanma Gücü”, sırlardan sadece biridir. Anlatmak istediğimizi tamamen görebilmemiz için, konunun “Ruhsal Zeka” kitabımızda anlatılan tüm boyutlarını öğrenmeliyiz.
6- Hz.Muhammed (asm); Cami’u’s-Sağir 5:319, Hadis No:7448

Yazar:
Muhammed Bozdağ
__________________
Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım...

Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE....
Alıntı ile Cevapla
Alt 12Haziran 2012, 12:58   Mesaj No:24
Medineweb Emekdarı
Esma_Nur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Esma_Nur isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 4458
Üyelik T.: 19 Ekim 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:kadın
Memleket:sivas/istanbul/
Mesaj: 5.421
Konular: 575
Beğenildi:4496
Beğendi:6075
Takdirleri:23787
Takdir Et:
Standart Cevap: Hayata Dair

Genç bir çift, yeni bir mahalledeki yeni evlerine taşınmışlar. Sabah kahvaltı yaparlarken, komşu da çamaşırları asıyormuş. Kadın kocasına
' Bak, çamaşırları yeterince temiz değil, çamaşır yıkamayı
bilmiyor, belki de doğru sabunu kullanmıyor. ' demiş. Kocası ona bakmış,
hiçbir şey söylememiş, kahvaltısına devam etmiş.

Kadın, komşusunun çamaşır astığını gördüğü her sabah
aynı yorumu yapmaya devam etmiş.

Bir ay kadar sonra, bir sabah, komşusunun
çamaşırlarının tertemiz olduğunu gören kadın çok şaşırmış 'Bak' demiş
kocasına ' Çamaşır yıkamayı öğrendi sonunda, merak ediyorum, kim öğretti
acaba?'

'Ben bu sabah biraz erken kalkıp penceremizi sildim'
diye cevap vermiş kocası.

Hayatta da böyle değil midir ?

Başkalarını izlerken gördüklerimiz, baktığımız
pencerenin ne kadar temiz olduguna bağlıdır. Birini eleştirmeden ve hemen
yargılamadan önce zihin durumumuza bakmak ve 'iyi' olanı görmeye hazır olup
olmadığımızı farketmek güzel bir fikir olabilir...

Pencerelerimizi temiz tutabilmek dileğiyle...


Alıntı
__________________
Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım...

Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE....
Alıntı ile Cevapla
Alt 12Haziran 2012, 18:02   Mesaj No:25
Medineweb Sadık Üyesi
suhtem - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:suhtem isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 17229
Üyelik T.: 10 Mart 2012
Arkadaşları:27
Cinsiyet:
Memleket:......
Yaş:38
Mesaj: 974
Konular: 69
Beğenildi:89
Beğendi:40
Takdirleri:565
Takdir Et:
Standart Cevap: Hayata Dair

çok anlamlı .. saol esma ablam..
__________________
"..insanın ruhunu yücelten bir acı,
ucuz bir mutluluktan daha değerlidir..."
Alıntı ile Cevapla
Alt 12Haziran 2012, 18:52   Mesaj No:26
Medineweb Baş Editörü
Mihrinaz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Mihrinaz isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 14593
Üyelik T.: 15 Kasım 2011
Arkadaşları:68
Cinsiyet:Anne
Memleket:MEDİNEWEB
Yaş:43
Mesaj: 12.365
Konular: 1263
Beğenildi:11778
Beğendi:8957
Takdirleri:26191
Takdir Et:
Standart Cevap: Hayata Dair

fazla söze ne hacet,müthiş bir paylaşım olmuş sevgili esma nur,nasibimize düşeni almak dileği ile
Alıntı ile Cevapla
Alt 12Haziran 2012, 18:59   Mesaj No:27
Medineweb Emekdarı
Esma_Nur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Esma_Nur isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 4458
Üyelik T.: 19 Ekim 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:kadın
Memleket:sivas/istanbul/
Mesaj: 5.421
Konular: 575
Beğenildi:4496
Beğendi:6075
Takdirleri:23787
Takdir Et:
Standart Cevap: Hayata Dair

Tşkler arkadşlar
__________________
Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım...

Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE....
Alıntı ile Cevapla
Alt 20Haziran 2012, 13:00   Mesaj No:28
Medineweb Emekdarı
Esma_Nur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Esma_Nur isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 4458
Üyelik T.: 19 Ekim 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:kadın
Memleket:sivas/istanbul/
Mesaj: 5.421
Konular: 575
Beğenildi:4496
Beğendi:6075
Takdirleri:23787
Takdir Et:
Standart Cevap: Hayata Dair

Kaybolan Çorap Tekleri Nereye Gider?(İbretlik)

Bediüzzaman’ın Hayatından Bir Kesit
Alt kısmı odunluk, üst kısmında ise iki odası olan ahşap bir evde oturuyordu. Bir soba, bir yatak ve bir kilimden ibaretti eşyası…

On bir ay süren bir hapis hayatından sonra eskişehir’den Kastamonu’ya getirilmiş ve karakol karşısındaki bu eve yerleştirilmişti. Bu evde devamlı gözetim altında tutuluyor, yaptığı her şey kayda geçiriliyordu.

Birgün çoraplarını kaybetmişti. Nereye baktıysa bulamadı.

Talebesi Emin’den yardım istedi:

“Kardeşim, çoraplarımı her yerde aradım, bulamadım. Hatta kibrit kutusunun içine bile baktım” dedi gülerek.

“Bazı meczup evliyalar var, bu sıkıntılı günlerimde bana yardım edecekleri yerde, benimle uğraşıyorlar.”

“Beşyüz lira tazminat isteyeceğim onlardan” diye de ilave etti.

Beraber aradılar, yine bulamadılar.

Tebessüm ederek kalktı, abdest aldı, namaza durdu. Duasını ve tesbihatını yaptı.

Sonra soba deliğine bakmak geldi aklına. Uzun zamandır sobayı yakmamışlardı. Olsa olsa burada olur dedi.

Soba borusunun yanından sarkan çorabı gördüğünde, “Fesübhanallah,” dedi hayretle: “Bu buraya nasıl girer?”

Meğer fareler çorabı almış, sobanın içinden ve borulardan geçerek deliğe bırakıvermişlerdi.

“Bunda bir hikmet var” diye geçirdi içinden.

Çorapları alırken, bir muşambaya sarılmış kağıt parçalarını görünce hayreti bir kat daha arttı.

Bu, günler önce sakladığı Nur Risalelerinden parçalardı.Devamlı baskın ve arama olduğu için Risale yazılı kağıt parçalarını buraya saklamış, zamanla da oraya koyduğunu unutmuştu.

Risaleleri alarak daha güvenli bir yere sakladı.

Kısa bir zaman sonra kapı hızlı hızlı vuruldu ve bir anda içerisi polis ve jandarmalarla doldu.

“Yine baskın var” diye söylendi talebesi Emin.

Sırf imana ve inanmanın güzelliğine dair yazılan Nur Risaleleri, yasaklı eserler arasındaydı. Yazmak ve okumak büyük suçtu o zamanlar.

Her tarafı didik didik aradılar, soba deliğine kadar baktılar. Bir şey bulamayınca da tutanak tutarak çıkıp gittiler.

Mesela anlaşılmıştı. Fareler büyük bir iş başarmışlardı.

alıntı
__________________
Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım...

Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE....
Alıntı ile Cevapla
Alt 02 Temmuz 2012, 22:25   Mesaj No:29
Medineweb Emekdarı
Esma_Nur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Esma_Nur isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 4458
Üyelik T.: 19 Ekim 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:kadın
Memleket:sivas/istanbul/
Mesaj: 5.421
Konular: 575
Beğenildi:4496
Beğendi:6075
Takdirleri:23787
Takdir Et:
Standart Cevap: Hayata Dair

Yaşlanmak..Ama ihtiyarlamamak...



Evet!!..yaşlanmalıyız ama ihtiyarlamamalıyız..Peki arasındaki fark nedir ?
Yaşlanmak: Doğduğumuz günün üzerinden 12 ay geçmesi ile bir yaş daha atlarız ve diğer yıla nazaran yaşlanırız, büyürüz bir nevi.

Yoo..aslında geçen gün yaşlanıyoruz

İhtiyarlamak:Bedenen ve ruhen diri kalamamaktır, bu da bir nevi çökmek demektir

Konunun özüne temas ederek başlayalım.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla...



"Tedavi arayın ey Allah'ın kulları!!.. Zira, Allah Teala hazretleri yarattığı her hastalığa şifa da vermiştir, bundan sadece ihtiyarlık hariçtir, onun tedavisi yoktur."

Asırlar öncesinden ümmetine en güzel çağrıyı ifşa etmiştir Hazreti Muhammed.

Günler geçiyor birbiri ardına aceleyle. Hayat geçiyor. Ömür bitiyor. Elbet bir gün hayatlar sona erecek. " Her nefis ölümü tadacaktır. Bir imtihan olarak size iyilik ve kötülük veririz. Sonunda Bize döneceksiniz." ( Enbiya suresi, 35.ayet)
buyrulmaktadır.

..Ölmeden evvel, mutluluğu yakalamayı ve bırakmamayı öğrenmeliyiz...Unutmayalım ki; Çaresizseniz,"çare" sizsinizdir...Çare mü'mindir. Cenab-ı Allah eşsiz yarattığı kainatda her derdin devasını bizlere vermiştir. Bizlere yanlızca doğru yolda çareleri arayarak ilerlemek düşer. Nefes aldığımız süre zarfınca "Elbet buda geçer ya hu!. " diyerek yaşamdan tat almalıyız. Ayrıca nineminde çok güzel bir sözü vardır "dertsiz baş, denesiz aş olmaz. Unutma kızım!!.. " tabii küçük yaşta bu sözün idrakı benim için birhayli zordu, lakin şimdi çok iyi anlıyorum. Herkesin derdi var!!.. Farklı farklı kimisi hastalık ile kimisi borç ile kimisi evlat, kimisi vs.vs...

Sevgili Okurlar !! Hayatımızı yeşerteceğiz, değerli kılacağız çünkü amacımız kendimizi geliştirmek sosyal yaşama ayak uydurmak en önemlisi imanlı, adaletli, takva ehli bir hayat sürmek...Mutlu bir yuva kurmak, bu yuvayı hayırlı evlatlar yetişrirerek güçlendirmek..Cenab-ı Allah'a hayrlı bir kul, Hazreti Muhammed'e karşı hayırlı bir ümmet, ana babamıza karşı hayırlı bir evlat ve vatanımıza karşı hayırlı bir vatandaş, hem yetişmeliyiz hemde yetiştirmeliyiz... Ve veda ederken sevdiklerimizin yanı sıra yaşadığımız dünyaya, bu değerleri aktarıp miras bırakmak, ardımızdan da hayırla anılacağımız, güzellikler bırakmak. Şayet olmuşsa, oluşturabilmişsek bu MUTLU SON; yaşlanmışızdır, kaçınımsız ama asla ihtiyarlamamışızdır.

İhtiyarlamak, çok başka bir duygu ve oluşum. İdeallerle, çalışmakla, yaşama bakış açısıyla ilintili bir süregelim. O nedenle ki yirmi beş, otuzlu yaşlarda pek çok ihtiyar görmekteyiz çevremizde; yetmiş, seksen yaşındaki gençlerin yanı sıra. İdealsiz insan, üretmeksizin yaşayan, yaşamı bomboş, yemek içmek ve uyumaktan ibaret bırakın ihtiyarlamayı, yaşamıyor, ölüdür hatta. Her yaşın bir güzelliği, o güzellikleri güzellik yapan bir takım değerleri vardır. Olmalıdır da. Olması gereken budur.

Doğru yaşamayı yalnış nitelendirenler var. Şöyle ki; belli bir yaşa gelinince, elini eteğini dünyaya dair ****dan çekip bir köşede ölümü bekleyenler veyahutta aksine hep para mal-mülk gez-eğlen ahirete meğili olmayan yaşam tarzıda doğru değildir. Dengede yaşamanın adına " hiç ölmeyecek gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi ahirete hazırlanın" denmiştir. Son decere akılda idrakı kolay bir cümle. Lakin hayata geçirmekte birhayli zorlandığımız bir konu. İftat ve tefrit arasında yansıtılan yaşamlar biz kullara tat aldırmaz. Zaten Cenab-ı Allah bu kainati bir dengece yaratmıştır.

Fatih Sultan Mehmed " Hayatım boyunca Allah'ın emirlerinden dışarı çıkmadım. Allah'ın rızasını kazanmak için uğraştım. Tek Gayem bu idi. " demiştir. Yaşama ve insan ilişkilerine yönelik ibretli önerilerinin her birinde olduğu gibi, o meşhur inci sözlerinden biride budur. Nitekim Allah'ın rızasını kazanmak demek bütün maksada ulaşmak demektir. Cenab-ı Allah için tüketilen nefesde ihtiyarlamaksızın yaşlanlanmıştır.

Cenab-ı Allah yolunda, Hazret'i Muhammed'in rotasında yaşlanmanın ümidi ile..

Yazar:
Hatice Tüfekçi
__________________
Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım...

Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE....
Alıntı ile Cevapla
Alt 09 Temmuz 2012, 09:21   Mesaj No:30
Medineweb Emekdarı
Esma_Nur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Esma_Nur isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 4458
Üyelik T.: 19 Ekim 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:kadın
Memleket:sivas/istanbul/
Mesaj: 5.421
Konular: 575
Beğenildi:4496
Beğendi:6075
Takdirleri:23787
Takdir Et:
Standart Cevap: Hayata Dair

Hayata olumlu ve güzel bak; mutlu, sağlıklı ol


Bazı anlar var ki sorumluluklarımızı yerine getirmek, zorluklarla başa çıkmak için kendi irademizi (bilincimizi) kullanmamız ve gayret ederek kendimizi harekete geçirmemiz gerekmektedir. Bu demektir ki bedenimizin üretmeye alışık olduğu biyokimyasallar ve enerji, içinde bulunduğumuz durumun üstesinden gelmemiz için yetmiyor. Böyle durumlarda hayata daha olumlu, daha ümitli bakmak işimizi kolaylaştırıyor.

İnsanoğlu bir yere kadar kendini programlayabilen, değiştirebilen bir varlık. Ve biz bu sınırı bilmiyoruz. İnsanoğlu müthiş bir enerji potansiyeline sahip. Kişi, içindeki potansiyeli ne kadar çok ortaya çıkarabilirse zorlukların üstesinden o kadar çok gelmekte ve yapmak istediklerinde de o kadar başarılı olmaktadır. Enerjinin ortaya çıkarılması kadar yerinde kullanılması da önemlidir. Bazı kişiler son derece enerjiktirler fakat bu enerjiyi uygun şekilde kanalize edemeyince verimsiz olurlar. Bu durum bir huzursuzluk da meydana getirir. Bu sebeple enerjiyi uygun şekilde kullanma alışkanlığı kazanmak da gerekir.

Günlük hayatımızda daha başarılı olmak, sağlığımızı kaybetmemek veya kazanmak, insanlarla iyi ilişkiler içinde olmak, kendimize güvenimizin artması hep içimizdeki pozitif enerjiyi açığa çıkarmayla ilişkilidir. Şöyle bir düşünün, omuzlarınız ve kollarınız düşük, neredeyse bir adım bile atmak istemiyorsunuz. O gün de o kadar çok yapılacak işler var ki: Aynaya bakıyorsunuz, yavaşça arkaya geriliyorsunuz, derin bir nefes alıyorsunuz. "Biraz canlanmam gerekiyor" diyorsunuz. Omuzlarınız şimdi daha dik. Bakışlarınız daha canlı. İşte bu durumda siz pozitif enerjinizi harekete geçirmiş oluyorsunuz.

Eğitim, hayat boyu devam eder. Stres zihinde düşünce bozukluklarına yol açarken eğitimde verimliliği azaltır. Pozitif enerji, hayata olumlu bakan, inanan ve başarmak isteyen, öğrenmek için bir amacı olan kişilerde daha fazladır. Bu da doğal olarak başarıyı getirir.

Hayatta olumlu bakmak, olumsuzlukları hiç görmemek değildir. Olumsuzlukları görmek, tedbir almak için gereklidir. Birçok sıkıntılı durumun üstesinden gayret etmekle gelinebilir. İnsanoğlu hayatta karşılaşabileceği olumsuz durumlara da hazırlıklı olmalıdır, bu hayatın doğal bir parçasıdır. Fakat olabilecek olumsuzluklara odaklanmak kişinin yaşama sevincini ve enerjisini azaltmaktadır.

Pozitif enerjiyi açığa çıkararak karamsar düşüncelerden kurtulmaya çalışan, hayata gülen gözlerle bakabilen, gayret etmeyle kazanabileceği güzel özelliklere, güzel şeylere odaklanan kişinin bağışıklık sistemi kuvvetlenir. Nitekim tebessüm, seretonin gibi mutluluk verici hormonları artırır. Hayatın hep kötü yönlerini gören karamsar kişiler ise hastalıklara daha açıktırlar.



Pozitif enerji, travmayla

başa çıkmayı kolaylaştırıyor

Kişi yaşama gayesini ve sınırlarını bilerek hayata ne kadar olumlu yaklaşır, olumlu tarafları daha çok görür ve kendine düşeni yapmaya odaklanırsa zorluklarla da o kadar kolay başa çıkabiliyor. Bu durumda travmalardan sonra yaşanan stres bozukluğu ya hiç görülmüyor ya da daha kolay atlatılıyor. Bu gibi durumlarda profesyonel yardım ve tıbbî tedavi gerekse de daha kısa sürede sonuç alınıyor. Kişi pozitif enerjisini ortaya koyarak yani olaylara umutla yaklaşarak ve iyileşeceğine inanarak kanser gibi ciddi hastalıkları da yenebiliyor. Pozitif enerji, enfeksiyon hastalıklarının tedavisini de kolaylaştırıyor.


zaman
__________________
Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım...

Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE....
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Konuyu değerlendir
Konuyu değerlendir:

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Hayata Dair Notlar Allahın kulu_ Kişisel Gelişim ve Psikoloji 19 11 Nisan 2022 16:19
Vahiyden Hayata.. İslaminesil Serbest Kürsü 9 15 Aralık 2018 16:38
Hayata Dair Anekdotlarım/medineweb Arın Güzel Sözler-Deyımler-Nükteler 4 16 Kasım 2018 09:51
Hayata Dualarla Bakışınız.... nurşen35 Gönülden Dökülen Nağmeler 3 25 Temmuz 2015 19:08
İman ve hayata dair mülahazalar (VII) EyMeN&TaLhA Makale ve Köşe Yazıları 0 03Haziran 2014 16:29

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.