Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM GENEL.::. > Edebiyat > Makale ve Köşe Yazıları

Konu Kimliği: Konu Sahibi aadiguzel,Açılış Tarihi:  02 Aralık 2007 (10:55), Konuya Son Cevap : 19Haziran 2013 (09:11). Konuya 28 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 06 Ekim 2012, 11:35   Mesaj No:21
Meal Gurubu Üyesi
Medineweb Emekdarı
bilinmez - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:bilinmez isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13966
Üyelik T.: 27Haziran 2011
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 2.154
Konular: 309
Beğenildi:178
Beğendi:15
Takdirleri:560
Takdir Et:
Standart Cevap: kötü huy gıybet

Gıybet ,gaybten gelir,yani kişinin şahid olmadığı veya mesnetsiz konuşmasıdır,yoksa heleki politikacıların ki Allahın hükmüyle hükmetmeyen bu tağuti düzenlerin yanlış olduğunu ifşa etmek,islamın olmassa olmazıdır.

Yoksa peygamberlerde kendi dönemindeki tağutlar hakkında konuşmuşlardır...
__________________
önce yazdığım katılım yaptığım beğeni yaptığım paylaşımların arasında azda olsa kuran ve sünnete uygun olmayan düşünceler olabilir.Bunların bana sorulmadan dikkate alınmasından mesul değilim... ...
Alıntı ile Cevapla
Alt 06 Ekim 2012, 14:32   Mesaj No:22
Avatar Otomotik
Durumu:fetihcan isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 20289
Üyelik T.: 15 Eylül 2012
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 32
Konular: 0
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cevap: kötü huy gıybet

Alıntı:
bilinmez Üyemizden Alıntı Mesajı göster
Gıybet ,gaybten gelir,yani kişinin şahid olmadığı veya mesnetsiz konuşmasıdır,yoksa heleki politikacıların ki Allahın hükmüyle hükmetmeyen bu tağuti düzenlerin yanlış olduğunu ifşa etmek,islamın olmassa olmazıdır.

Yoksa peygamberlerde kendi dönemindeki tağutlar hakkında konuşmuşlardır...
GAYB "uzaklaşmak, gözden kaybolmak, gizli kalmak" gibi anlamlara gelen "gayb" kökünden türeyen GIYBET, dinî bir kavram olarak, bir kimseden, gıyabında hoşlanmadığı sözlerle bahsetmek demektir.


Bir olayı ve yanlışlığı tartışmak konuşmak ayrı GIYBET ayrı bir olaydır...

Yüce Allah’dan lütfunu ve her hoş olmayan şeyden afiyet vermesini dileriz...

Allah Bes Baki Hevesss....
Alıntı ile Cevapla
Alt 14 Ocak 2013, 07:01   Mesaj No:23
Meal Gurubu Üyesi
Medineweb Emekdarı
Nesli_Nur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Nesli_Nur isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 20510
Üyelik T.: 01 Ekim 2012
Arkadaşları:24
Cinsiyet:
Mesaj: 1.012
Konular: 166
Beğenildi:76
Beğendi:1
Takdirleri:187
Takdir Et:
Standart gıybet etmemek mümkün

Gıybet etmemek mümkün

Gıybet, kendimizi alıkoyamadığımız büyük günahlardan. İnsanların arkasından bazen isteyerek bazen de istemeyerek konuşuyoruz. Oysa biraz hüsnüzan biraz da muhabbetle dedikodu kapanına yakalanmamak elimizde.



"Benden duymuş olma; ama şu bizim alt katta çalışan kız ile ilgili ilginç havadisler var.
— Aaaaaa! Anlatsana, ne olmuş?
—Yok. Ben söylemeyeyim. Dedikodu olur şimdi!
—Aman, çatlatma insanı. Bir şey olmaz.
— İyi o zaman çaktırma.” Bu ve benzeri diyalogları başlatan ya biz oluyoruz ya da merakımızı kamçılayacak benzer cümlelere maruz kalıyoruz. Konu komşu, hısım akraba, mesai arkadaşımız, eşimiz, öğretmenimiz derken hemen her yerde birileriyle ilgili konuşma ihtiyacı hissediyoruz. Dilimiz; kavgalarımız, kişisel çıkarlarımız, kırgınlıklarımızdan beslenip döndükçe dönüyor ve ağzımıza bal çalınırcasına konuşup duruyoruz. Gözümüzün tutmaması, ufak bir hataya maruz kalmamız, ortak yönlerimizin olmayışı bile birinin hakkında olumsuz konuşmamız için yeterli oluyor. “Karşımızdakine zarar gelir mi, söylenenlerden rahatsız olur mu?” diye hiç düşünmeden özel hayatları kurcalıyor, karakterleri irdeleyebiliyor, insanlara haksızlık etme ihtimalimizi aklımıza dahi getirmeden bir sürü söz sayıp dökebiliyoruz. Şahısları kendi zihnimize göre kurguluyor, yargılıyor ve idam ediyoruz tabiri caizse. “Falanca yalancı, filanca kıskanç” gibi sıfatlarla insanları yaftalamakta da üstümüze yok. Karakterlerle yahut kişilerin zaafları ve hataları ile ilgili kulp takmak, hiç zorlanmadığımız dedikodu usullerimizden. Ayrıca gıybet, sadece şahıslar üzerinden yapılmıyor. Kimi zaman cemaat, halk ve topluluklar da kötüleniyor. İpin ucu kaçırılıp “Onlar böyleler, onlar şöyleler. Biz biliyoruz...” gibi müphem ve ucu açık cümleler hiç çekinmeden sarf ediliyor. Gıybet eden zaman zaman özeleştiri de yapsa bu söylemler dilde kalıyor ve kalbe intikal etmiyor ne yazık ki. Üstelik dedikodu yalnızca dil ile de yapılmıyor. Allah’ın hayırda kullanmak üzere verdiği tüm uzuvlarımızı, bu zehire bulaştırmak için olanca gayretimizi gösteriyoruz. Bakışlarımızla, mimiklerimizle, dudak bükmelerimizle, beden dilimizle de gıybete giriyoruz.
Halbuki Cenâb-ı Hak, “Birbirinizin gizli hallerini ve kusurlarını araştırmayın. Birbirinizi gıybet de etmeyin. Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Bundan tiksinirsiniz. Öyleyse Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah tövbeleri kabul edici ve çok merhamet edicidir.” (Hucurat Sûresi, 12) ayet-i kerimesiyle gıybetten uzak durmamız ikazında bulunuyor. Fakat, ayetin emrettiğini hayata nasıl geçireceğimiz konusunda hepimiz çelişkiler yaşıyoruz. İlahiyatçı yazar Faruk Çetin, gıybetin fıtratlarımızın bir parçası haline gelmesini, kalplerimizdeki sevgisizliğe bağlıyor. Ona göre dedikodunun ne olduğunu bilmek kadar insanlara muhabbet beslemek de bizleri bu günahtan kurtarabilir. Gıybet gayyasına düşmemek için “O muttakiler ki kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler. Allah da böyle iyi davrananları sever.” (Ali İmran, 3/134) ayetine tutunmak gerekiyor. Çünkü ancak o zaman bizleri insanlar hakkında konuşmaya götürecek sebeplere gözlerimiz kapanabilir.
Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden İslâm Hukukçusu Hasan Ellek ise yediden yetmişe herkesin bu kuyuya düşmesini, gıybetin ne olduğu konusundaki bilgisizliğimize bağlıyor. Haksız sayılmaz. Birçoğumuz hâlâ nelerin dedikodu olduğunu ayırt edemiyoruz. “Olanı anlatıyorum!” deyip arkadan yaptığımız konuşmalarımızın masum olduğunu iddia ediyoruz. Fakat Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), meseleye Ebu Hureyre’nin bildirdiği bir hadis-i şerifte açıklık getiriyor. Ebu Hureyre’nin rivayetiyle: “Resûllullah Aleyhissalatu Vesselam buyurdular ki; ‘Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?’ ‘Allah ve Resûlü daha iyi bilir!’ dediler. Bunun üzerine: ‘Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır!’ açıklamasını yaptı. Orada bulunan bir adam: ‘Ya benim söylediğim o kişide o varsa bu da gıybet midir?’ dedi. Aleyhissalatu Vesselam: ‘Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış olursun. Eğer söylediğin onda yoksa bir de bühtanda (iftira) bulundun demektir.’” Anlıyoruz ki müspet ya da menfî olan bir şeyi muhatabından habersiz başka bir kişi ile konuşmak dedikodu.
‘Daha neleri var neleri’ dememek gerekiyor!

Büyük İslâm âlimi Gazalî, ‘İhyâ-i Ulûmi’d-Din’ isimli eserinde gıybeti altı farklı kategoride ele alıyor. Bunlardan ilki fizikî hususlarda yapılan gıybetler. İmam-ı Gazalî, bir kimsenin fizikî kusurunu “Falan kişi şaşıdır, kördür, keldir, boyu kısa veya uzundur...” gibi tanımlamalarda anmanın gıybet olduğunu söylüyor. Ebu Davut’un bildirdiği üzere, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de bu meselede Hz. Aişe Validemiz’i uyarıyor: “Bir gün, Hz. Aişe, Efendimiz’e Safiyye Annemiz’in kısalığından bahseder.
Allah Resûlü de bunun üzerine onu ikaz eder ve şöyle der: ‘Öyle bir laf ettin ki, şayet o söz denize karışsaydı onun suyunu bozardı.’” Bu olay gösteriyor ki bizim gıybet değeri atfetmediğimiz tanımlamalar bile bu şekilde değerlendiriliyor. Bu sebeple nelerin dedikodu olduğunu çok iyi bilmek gerekiyor. Gazalî’ye göre gıybetin diğer beş kategorisi; ahlâk ve karakterlerle ilgili hususlara dair yapılan konuşmalar, şahısların dinî hayatları ve kılık kıyafetleri hakkında yapılan yorumlar, yapılan taklitler, kaş-göz işaretleri. Bunlar aslında az çok dedikodu olduğunu bildiğimiz hususlar. Fakat gıybet olmadığını düşünerek bu günahı işlediğimiz de oluyor. Örneğin “Daha neleri var neleri” tarzında ucu açık cümleler kurarak, konuşulan kişinin hatasını açık açık söylemekten kaçınıyoruz. Sözde gıybet etmemek için bu tarz müphem-muğlak ifadelere hepimiz sığınabiliyoruz. Oysa Hasan Ellek, böyle bir gıybetin kast edilen hususları açıkça söylemekten daha günah olduğunu ifade ediyor.

İşin bir de iştişare boyutu var. Bir şeyleri istişare edeyim derken konuşulan şeylerin ayarını tutturamayıp günaha girdiğimiz de oluyor. Dinimiz, çevremizdekiler için hayatî müdahaleler gerektirecek durumlarda ehil kişilerle konuşmaya müsaade gösteriyor. Fakat Ellek’e göre bu izin, inananların ipin ucunu kaçırmasına yol açabiliyor. Halbuki istişare amaçlı birilerinin arkasından konuşmanın bir kaidesi var. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin yaşadığı bir hadise gıybete girmeden istişare etmenin kaidesini çok güzel çiziyor. Olayı onun ağzından dinleyelim: “Arkadaşlarımdan birinin bir günah çukuruna düşmesi, şeytanî bir komploya maruz kalması söz konusuydu. Onun yakınlarından biri gelmiş, muhtemel tehlikeyi haber vermişti. Arkadaşımızın öyle bir musibete uğramaması adına oldukça heyecanlanmış ve o hadiseden yara almadan kurtulabilmesi için neler yapılabileceği hususunda hemen iki üç insanla istişare yapma lüzumunu hissetmiştim. Üç kişiyi odama çağırıp, meseleyi onlara açtım. İstişarem bitip arkadaşlar odamdan çıktığında içimde derin bir pişmanlık duygusu belirdi. Çünkü o meseleyi sadece bir insanla görüşerek de çözebilirdik.” Şahısların yanı sıra cemaat ve topluluklar hakkında konuşmak, en büyük handikaplarımızdan. İsim vermeden genel konuşmak gıybet gibi gelmiyor çoğumuza. Ancak çoğunluk hakkında menfî şeyler söylemek de, zinadan daha büyük günah olarak tarif edilen gıybete giriyor. Burada Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem), “Gıybetten sakının; çünkü gıybet zinadan daha şiddetlidir. Kişi zina edip tövbe eder de, Allah onun tövbesini kabul eder. Fakat gıybet eden, gıybet edilen tarafından affedilmedikçe, o günahı bağışlanmaz.” şeklinde işaret buyurduğu hadisin önemi bir kez daha anlam kazanıyor. Zirâ cemaatler hakkında konuşulduğunda o cemaate mensup herkesten helallik istemek gerekiyor. Bu sebeple Hasan Ellek, “Müminler en çok da toplulukların gıybetini yapmaktan kendilerini muhafaza etmeliler.” diyor.
Gıybetin büyük günahlar arasında yer almasının elbette bir hikmeti var. Allah, Müslümanlara dillerini doğru söylemek için kullanmalarını emrediyor. Nebiler Serveri (sallallahu aleyhi ve sellem) bu mevzuyla alakalı, “Allah’a ve ahiret gününe inanan, ya hayır söylesin ya da sussun.” buyuruyor. İlahiyatçı yazar Faruk Çetin de, hadislere dayanarak hakikî Müslüman’ın, Müslümanlara dilinden çektirmeyen, zarar vermeyenler olduğunu hatırlatıyor. Çünkü, elle yapılan saldırıya mukabele etme imkânı varken, dille yapılan saldırıya yok. Bu da gıybetin hoş görülmeme sebeplerinin başında geliyor. Tabii Çetin’in daha önce üzerinde durduğu müminlerin birbirini sevmesi hususu da gıybetin haram olmasının bir başka sebebi. Hazreti Peygamber’in şu tavsiyesi bu açıdan kıymeti haiz: “Kendi su kabından başkasının su kabına boşalttığın suya varıncaya kadar iyilik adına hiçbir şeyi küçümseme! Din kardeşini güler yüzle karşılayıp, ona tebessüm et! Senin yanından ayrılıp gittiğinde de onun arkasından çekiştirip gıybetini yapma!”
Gıybet, vefa, kardeşlik ve sevgi hislerini öldürüyor. Bu da İslam’ın asla tasvip etmediği bir hal. Allah kullarından, birbirlerinin hatalarına örtü olmalarını istiyor. Üstelik bunun bir müminlik vasfı olduğunu telkin ediyor bizlere. Esma binti Yezid’in rivayet ettiği, “Kim, gıyabında kardeşinin etini savunursa (gıybet edilmesini önlerse), Allah o kimseyi cehennemden azad edecektir.” hadisi de bunun delili niteliğinde. Öyleyse inananlara düşen “Sen kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak. Bir de bakarsın ki seninle kendisi arasında düşmanlık olan kişi candan, sıcak bir dost oluvermiş.” (Fussilet Sûresi, 41/34) ayeti fehvasınca hareket edip gıybetten uzak durmaya çalışmak. Bir de gıybetin ne olduğunu her daim hatırda tutmak. Çünkü, dinimizce bu haslet, imanı oturmuş, karakterli bir müminde bulunmaması gereken bir virüs olarak görülüyor.
Gıybet orucu tutalım

Gıybetsiz bir hava sahası oluşturmanın bizim elimizde olduğunu söylemiştik. Bunun için ilahiyatçı yazar Faruk Çetin, ilk olarak onun yol arkadaşı olan günahlardan yani haset, kin, kıskançlık, öfke, intikam alma, tecessüs, kibir, suizan vb. uzak durmayı tavsiye ediyor. İnsanları sevmeye çalışmak ve hüsnüzan ile memur olmak da gıybetin olmadığı bir dünyaya kapı aralayacak türden hasletler. Çetin bunların yanı sıra, sohbet ve toplantı adabına riayet edilmesi ve konuşmaların seyrini malayani şeylere kaydırmamak gerektiğini söylüyor. Birileri hakkında konuşurken birbirimizi uyarmak da bu günahtan kaçınmamızı sağlıyor. Fakat Faruk Çetin’in söylediklerini hayatımıza geçirebilmek için geçtiğimiz aylarda tuttuğu gıybet orucu ile gündeme gelen yazar Ömer Faruk Paksu’ya uymakta fayda var. Paksu’nun deyimiyle dinî literatürde böyle bir ibadet yok. Buna rağmen Paksu, gıybetten korunmanın ve bunu alışkanlık haline getirmenin en iyi yolunun Allah’a söz vermekten geçtiği kanaatinde. Gıybet orucu da bu sözün onun dilinde şekil almış hali. Aslında normal oruç tutarak da gıybetten korunabiliriz. Zira oruç, insanı sadece yeme-içmeden değil kötü sözlerden de koruduğu için günahlara en güzel kalkan.
Neler gıybete girmiyor?

İnsanların arkasından konuşmanın İslam âlimleri tarafından gıybet olarak görülmediği durumlar mevcut. Kişinin ilgili makamlara gidip hakkını aramak amacıyla “Falanca bana şöyle şöyle davrandı.” demesinde mahsur yok. Yine bir kimseyi kötülükten alıkoymak amaçlı yardım istemek yahut akıl danışmak da dedikoduya girmiyor. Fakat meseleyi anlatırken üslubumuzun, tahkir edici ve kişinin kulağına gittiğinde hoşuna gitmeyecek şekilde olmaması gerekiyor. İnsanın yaşadığı bir olayın dinî hükmünü öğrenmek maksadıyla birilerinin arkasından konuşması da gıybet sayılmıyor. Ayrıca eğer bir kişi günahını açıkça işliyor ve bundan rahatsızlık duymuyorsa, onun hakkında konuşmak yine gıybet olarak görülmüyor.
Önce tövbe, sonra helâllik

"Gıybete girdiğinde Müslüman’ın tavrı ne olmalı?” sorumuza Faruk Çetin, Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) “Her insan çokça hata yapabilir bununla beraber hata yapanların en hayırlısı tövbe edenlerdir.” hadisiyle cevap veriyor. Zira Allah’ın engin rahmetine sığınmak her günahta olduğu gibi gıybette de ilk yol. Cenâb-ı Hak, müminlerden gıybet etmeleri halinde pişman olup dönmelerini ve kendisinin sonsuz rahmetine sığınmalarını bekliyor. Bunun için de ilk olarak tövbe etmek, sonra da gıybeti edilen kişi için istiğfarda bulunup Allah’tan af dilemek gerekiyor. Allah Resûlü, “Kim mümin kardeşinin gıybetini yapar ve sonra kardeşi için Yaradan’a istiğfarda bulunursa, yaptığı gıybete kefaret olur.” buyuruyor. Bunların dışında bir de gıybeti edilen kişiden helallik istemek lazım. Çünkü gıybet, kul hakkı. Ayrıca yapılan gıybet için helâllik istemenin bir usulü var. Öncelikle duyguların samimi şekilde ifade edilmesi şart. Diğer önemli husus ise helâllik istenirken gıybetin aynen yapıldığı şekilde muhatabına söylenmesi. Aksi takdirde helalleşme tam anlamıyla gerçekleşmiş olmuyor.

((sevim şentürk))
__________________
Derdi dünya olanin dünya kadar derdi olur...
Alıntı ile Cevapla
Alt 14 Mart 2013, 23:22   Mesaj No:24
Meal Gurubu Üyesi
Medineweb Emekdarı
Nesli_Nur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Nesli_Nur isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 20510
Üyelik T.: 01 Ekim 2012
Arkadaşları:24
Cinsiyet:
Mesaj: 1.012
Konular: 166
Beğenildi:76
Beğendi:1
Takdirleri:187
Takdir Et:
Standart Cevap: gıybet etmemek mümkün

GIYBET FELAKETİYLE SAVAŞMALIYIZ

Eğer insanlar gerçekleri açık ve cesur bir ortamda, eşit şartlar altında paylaşabilselerdi; yüzlerinden başka, gıyaplarında başka olmasalardı, savaşlar çıkmayacaktı; kavgalara, üzüntülere yer kalmayacaktı. Tüm felaketlerin, hatta ebedî kahroluşların ardında, gıybet tohumlarını bulacaksınız… Tüm kötülükler, gıybeti de beraberlerinde taşırlar.

Bu yazımızda, şu soruların cevaplarını arayacağız: Gıybet nedir? Gıybet biçimlerini nasıl sınıflandırabiliriz? Gıybet neden ve ne kadar kötüdür?

Gıybet Türleri

Burada öylesine gizli, iğrenç ve vebadan hızlı yayılma gücü olan bir hastalıktan söz ediyoruz ki, ondan kurtulmak ancak ısrarlı bir savaşın, derin bir içtenliğin eseri olabilir. Gıybet tuzağında tüm iyiliklerinin yok olup olmadığını merak eden, konuşmalarını gözlemlemeli ve gıybet biçimleri üzerinde çok düşünmelidir.

Aşağıdaki tanımları, temel kaynaklardaki ipuçlarına dayanarak yapılandırdık. Konuyu ele alan metinlerde, tam olarak bu şekilde oluşturulmuş bir sınıflama mevcut değildir; ama bizim sınıflamamızın içerikleri kaynaklarda vardır:

Alenî sade gıybet:

Sevgili Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam) gıybeti; “Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır!” şeklinde tanımlamış;(1) “Din kardeşinin yüzüne karşı söylemediğin şeyi ardından söylemen, gıybettir”(2) demiştir. Bir kişinin gıyabında ondan hoşlanmayacağı şekilde, hakkında doğru olan bir şeyi söylemek, alenî gıybetin ta kendisidir.

Futbolcuların oynama stilleri üzerinde konuşanları dinleyin; sanatçıların özel hayatlarına burunlarını sokan magazin tutkunlarının neler anlattıklarına bakın. Komşularınız, eşiniz, dostunuz ve hatta kendi evladınız hakkında, gıyaplarında konuşurken hangi üslubu kullandığınıza bakın. Çoğu insan, değil gıybet ettiklerini, başkalarından bahsettiklerini bile fark etmiyorlar. Siz, isimleri geçen insanların yerinde olsaydınız, kendinizden o şekilde söz edilmesinden hoşlanır mıydınız? Eğer hakkında konuştuğunuz kişi huzurda olsaydı, cümlelerinizi, hatta o andaki duruşunuzu değiştirme ihtiyacı duyar mıydınız? Eğer öyleyse doğruları söylemeniz şartıyla, yaptığınızın adı gıybettir ve bu, gıybetin en sade formudur.

İftiralı gıybet:

Hz. Peygamber (a.s.m.) devam eder: “Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun; eğer yoksa bir de iftirada bulundun.”(3) İftira, kusurların en çirkinidir. Eğer gıybet ederken kullandığımız bilgi, bizzat kendi gözlemimize ait değilse, başkasından duymuşsak, dilden dile kesinlikle değişime uğramıştır ve tam olarak doğru değildir.

Başkasından -veya dostlarımızdan- duyduğumuz bilgiyi aktardığımızda, sözlerimizin gıybeti aşarak iftiralı gıybete dönüşme ihtimali en az %80’dir. Çünkü insanların %80’i, duyduklarının doğruluğunu tahkik etmezler; duygularını ve tercihlerini dolaştırdıkları söze katarlar; üstelik hafızaları bozuktur, bilgi dilden dile dolaşırken, kırk farklı kimliğe bürünür. Bu konuda sürekli hassas davranmayanların ise defalarca iftira atma ihtimalleri %100’dür.

Gizli gıybet:

Çoğu zaman yaptığımız, kalbimizden geçirmek, yani zannetmek suretiyle gıybete girmektir. Gıybetin ne kadar kötü olduğunun vurgulandığı âyette, Kur’ân şöyle der: “Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın.”(4) Bütün zanlar ve tahminler değil; ama kimi zanlar, gıybet hâlini almaktan kendini kurtaramaz. Hazret-i Gazalî, bunu ‘kalp ile gıybet’ şeklinde tanımlamış; ‘bir kimsenin ayıbını insanın kendi kendine söylemesini’ bile reddetmiş; kalp ile gıybeti, ‘gözü ile kötü bir şeyi görmeden, kulağı ile duymadan, bir kimseye suizanda bulunmak’ şeklinde tarif etmiştir.(5)

Şefkatli Yaratıcımız, kendisine karşı işlediğimiz suçlardan pişman olduğumuzda bizi bağışlayacağını söylüyor; ama kul hakkıyla, şehit bile olsak, affımızı vaad etmiyor. Allah, kullarının haklarını kendi hakkından önemli tutmuştur. Haksız suizandan kul hakkı doğar. Gıybet, temelde insanlara karşı işlenen bir suçtur ve onun affedilmesi yetkisi, gıybet edilen insanlardadır. Bu yüzden, masumun ahlâkı, onuru hakkında delil olmaksızın kötü zanda bulunur da içimizdeki kötü zannı doğru kabul edersek ağır bir bedel ödeyeceğiz.(6)

Hz. Peygamber (a.s.m.) der ki, “Bir kimse kardeşini bir kusur ile ayıplarsa o kimse, ölmeden o kusuru işler.” Başkalarının hoşlanmadığımız özelliklerinin, hangi şartlardan kaynaklandığını nereden biliyoruz? Kimlerin, hangi zorluklar yoluyla kaderleri tarafından eğitildiklerini bilmeksizin, kimi kusurlu gözüken yönlerinin gizli bile olsa gıybetini yapmaya ne hakkımız var!

Değerli bir insan, bize şunu anlatmıştır: Orta Doğu Teknik Üniversitesi fizik bölümünü kazanmış; bölüme kayıt kuyruğunda, yanındaki kişiyle konuşurken, onun dokuz yıldır okulu bitiremediğini öğrenmiştir. İçinden, “Vay dangalak, bir okul, dokuz yılda bitirilemez mi?” diye geçirmiş ve kendisi de o okuldan, ancak dokuz yılda mezun olabilmiştir. Başımıza gelenlere bakalım; orada açık veya gizli gıybetleri yapılmış insanların haklarının iadesini görebilecek miyiz?...





Münafıkâne/İkiyüzlü gıybet:

Gıybetin en utanç verici biçimidir ki, İmam Gazalî buna ‘münafıkâne gıybet’ demiştir.(7) Gıybeti yapan şöyle der: “Allah affetsin, o da bizim gibi bazen karıştırıyor,” “İnşaallah düzelir, daha iyi olur.” Bu gibi sözlerle, görünürde hakkında konuştuğu kişiyi sevdiğini, iyiliğini dilediğini demeye çalışmakta; ama gizliden gizliye de o kişinin bozulmuş olduğunu, yanlışlar yaptığını ima etmektedir. Dinleyenin ikiyüzlülüğü de şu şekildedir: “Boş ver gitsin, gıybet oluyor.” Bunlara benzer sözleri söylerken, aslında gıybeti gerçekten engellemek istemiyor; görünürde aksini savunsa da içten içe, o kişi hakkında gıybet yapılmasından hoşlanıyor.

Söz taşımalı gıybet:

İnsanların sözlerini, muhataplarına ara bozmaya yol açacak şekilde taşımak biçimindeki gıybettir. Şöyle der Hz. Peygamber (a.s.m.): “(Arabozucu) söz taşıyan, cennete giremeyecektir.”(8) Kur’ân bizi uyarır: “Ey inananlar, eğer bir fasık size bir haber getirirse onu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz.”(9)

Hasan-ı Basrî (r.aleyhi) şöyle der: “Başkalarının sözünü sana ileten, getiren, muhakkak senin sözünü de başkalarına iletir. ... Zira onun yaptığı hem gıybet, hem zulüm ve hıyanet, hem de aldatma ve haset, hem nifak, fitne ve hiledir.”(10)

Elbette başkalarının sözlerini nakletme hakkımız var. Ama, “Sevgili arkadaşım veya aziz hocam şöyle demişti...” gibi bir dostluk ifadesiyle başlayacak isim zikrini, ancak sözün sahibinin güzel ve duyduğunda hoşuna gidecek olumlu sözleri takip edebilir. Yoksa “Adam senin -veya filancanın- hakkında dedi ki...” şeklinde başlayıp sözün sahibini üzecek bir cümle söyleyen, kendisini felaketler arasından felaket beğenmeye hazırlansın.

Kitlesel gıybet:

Yukarıda ayrımlaştırılan gıybet türleri, tek tek bireyler hakkında olabileceği gibi kitleler ve insan toplulukları hakkında da olabilir. Bir topluluk hakkında gıybette bulunanın kurtulabilmesi için o topluluğun tümünden affedilme dilemesi gerekir. Kitlesel gıybet, bir insanın irtikap edebileceği, altından kalkılması en zor, en acınası, en dehşetli gıybettir. Yukarda geçen âyetin “... Yoksa bilmeyerek bir kavme sataşırsınız...”(11) şeklindeki bölümü, ‘bir kavme sataşma’ terimiyle, suçun kitlesellik tehlikesine vurgu yapmaktadır.

Filan partilileri, falan spor takımını tutanları, filan cemaat, din veya mezhep mensuplarını veya filan ırka, milliyete mensup insanları küçümseyen, onlarla alay eden gıybetçilerin, ebedî âlemde ödeyecekleri tazminat, inanılmaz ağır olacaktır.

Bu açıdan, örneğin yalnızca bir Temel fıkrasını anlatan, eğer bu fıkra Karadenizlileri rencide etmişse tümüne, bunun manevî tazminatını ödemeye mahkûm olacağını iyi bilmelidir. Eğer bir Nasrettin Hoca fıkrası anlatacaksak, “Acaba merhumu gıyabında rencide eder miyiz?” diye korkmalıyız. Birkaç kişiyi on saniye güldürmek uğruna şerefimizi ateşe veremeyiz. En dehşetli akıbetler alay edenler için hazırlanmıştır ki, Kur’ân onlar hakkında, onların “Vay hâline!” buyurur Hümeze Sûresi’nde.

İnanç sistemimizi aşağılayan, kitlesel gıybetler ve iftiralar yapan sözler, medyada hemen her gün yayınlanıyor. Bu saldırıların her birini, ruhumuzdan kanlar fışkırtan paslı mızraklar olarak algılıyoruz. Onurumuza yapılan bu saldırılar, çoğu zaman uykularımızı kaçırıyor. Okul kapılarında ağlaşan gencecik evlatlarımızı gördükçe çaresizlik çığlıkları koparıyoruz. İnsanlık onuruna saygı duyan herkes, bu kitlesel gıybet ve iftiralar altında inliyor.

Türkiye’de bir siyasetçi bir diğer siyasetçiye ‘... onbaşı’ diyerek, onbaşılığı aşağıladı. Bir -veya iki- onbaşı rencide olduğu için manevî tazminat davası açtı ve kazandı. Tüm onbaşılar da aynı davayı açabilir ve aynı tazminatı kazanabilirlerdi. Hatta eğer Türkiye’de, insanlar haklarını korumak için dava açma cesaretine ve alışkanlığına sahip olsalardı, o tür sözleri söyleyenlerin tüm servetleri tek bir cümle yüzünden eriyip gidebilirdi. İnsan adaleti, bu onurlu sonucu gerektiriyorsa ebedî adaletin bu hesabı soracağından kimsenin şüphesi olmamalıdır.

Paylaşımlı/ortaklaşa gıybet:

Gıybeti yapan, sadece onu söyleyen veya ima eden değil, aynı zamanda rıza ile dinleyendir veya yapmasa da yapılmasından hoşlanandır. Cinayeti izlerken, gücü yettiğince karşı koymayan da katil sayıldığı gibi, yanında gıybet yapıldığı halde, müdahale etmeyen de tam olarak o gıybetin ortağı olacaktır. Gıybet bu yönüyle -gizli biçimi hariç- ancak birden fazla kişinin ortaklaşa irtikap edebileceği fuhuş gibidir.





Sevgili Peygamberin (a.s.m.) “Kim ki yanında Müslüman kardeşinin gıybeti yapıldığı halde, gücü yeterken kardeşine yardım etmezse, Allah onu, dünya ve ahirette zelil kılar”(12) şeklindeki sözü, gıybeti dinleyenin sorumluluğuna işaret eder. Hatta bu hadis, gıybeti yapandan çok, yanında gıybet yapıldığı halde, derhal müdahale edip kardeşinin onurunu korumayanı tehdit ediyor. Anlıyoruz ki, huzurlarında yapılan -haksız- gıybete, küçücük korkuları yüzünden müdahale etmeyenler, onurlu bir hayat sürdüremeyecekler.

Gıybet en iğrenç suçtur

Kur’ân şöyle der: “... Kiminiz de kiminizin gıybetini yapıp arkasından çekiştirmesin. Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan iğrenip tiksindiniz...”(13) “Arkadan çekiştirip duran, kaş-göz hareketleriyle alay eden her kişinin vay hâline!”(14) Zina, cinayet dahil, başka hiçbir suç, iğrendirici bir fiile, gıybet kadar benzetilmemiştir.

Üstad, gıybet hakkında şu ifadeleri kullanmıştır: “Gıybet ... nazar-ı Kur’ân’da gayet menfur ve ehl-i gıybet, gayet fenâ ve alçaktırlar.”(15) “İnsafsızlık, yalancılık, hırs, israf, fuhuş, hıyanet, gıybet; bunların hepsi, Kur’ân tarafından en şiddetli surette takbih olunmuş ve bunlar, reziletin ta kendisi tanınmıştır.”(16) “Gıybet, aklen, kalben ve insâniyeten ve vicdânen ve fıtraten ve asabiyeten ve milliyeten mezmumdur.”(17) “Gıybet, ehl-i adâvet ve hased ve inadın en çok istimal ettikleri alçak bir silâhtır.”(18)

Zarar potansiyeli korkunçtur

Gıybetin en korkutucu taraflarından birisi, yol açabileceği felaketlerin potansiyel büyüklüğüdür. Gıybet, fani bedene değil, Yaratıcının bakileştirdiği kalbe ve ruha saldırır. Cinayeti işlemek nisbeten zordur, failini bulmak ve cezalandırmak mümkün ve nisbeten kolaydır. Oysa gıybeti işlemek, kaş göz işareti kadar kolaydır; bir kere ağızdan çıktı mı mantar gibi çoğalır, milyonlarca kopyası, insanlar arasında dalga dalga yayılma ve inanılmaz fitnelere, katliamlara yol açma potansiyeline sahiptir.

Gıybetin insanlar tarafından kaynağında tespit edilip cezalandırılması, akışıp ilerlemesinin, hatta iftiraya dönüşmesinin durdurulması, neredeyse imkânsızdır. Katilin de kendince bir şerefi vardır; ama gıybetçinin mikrop kadar onuru olamaz. Cephede düşman kurşunuyla şehit olan askerin hâli tarifsiz bir yüceliktir. Oysa gıybet, babanın çocuğunu veya çocuğun annesini öldürmesini andırır ölçüde esef verici bir cinayet hâline dönüşebilir.

Sözler isimli eserde, Hz. Peygamberin (a.s.m.) kimi hadislerindeki abartı gibi gözüken benzetmelerin, tehlikenin potansiyel büyüklüğünü kastettiği vurgulanır: “Şu nevi ehâdîsteki külliyet ise imkân itibariyledir. Meselâ: ‘Gıybet, katil gibidir.’(19) Demek gıybette öyle bir ferd bulunur ki katil gibi bir zehr-i katilden daha muzırdır.”(20)

Ebedî hayatı yok eder

Hz. Peygamber (a.s.m.) der ki: “Ateşin kuru odunu yakması, insanın sevaplarını yok etmekte gıybetten daha hızlı değildir.” Yangın yok edicidir. Daha dün bir gecekonduyu alevler sarmış;(21) demir parmaklıklı pencere ile alevlerin kuşattığı kapı arasında sıkışan zavallı bir anne ve iki masum yavrusu, tüm servetleri olan evlerinin içerisinde yanıp kül olmuştu. İşinden geriye, kalıntıların başına dönen babanın hâlini düşündükçe hâlâ titriyorum. Bu felakete dayanılamaz.

İşte, gıybetçilerin başına gelecek olan manevî felaket, bu zavallı insanların yaşadıklarından da beter olacaktır. Bir ömür, hayır içerisinde yaşadığını sanıp da ebedî huzura giden insanın, söylediği veya rıza ile dinlediği gıybetler yüzünden, tüm manevî hasenatının alevlerle yanıp kül olduğunu görmesinin ne büyük şok olduğunu tahmin edebilirsiniz. Gıybetin verdiği alçakça zevk uğrunda, böylesi bir felakete razı olmayı hangi vicdan kabul edebilir?

Hazret-i Rehberimiz (a.s.m.) şöyle der: “Aziz ve Celil olan Rabbim beni Miraca çıkardığında, demirden tırnaklarla yüzlerini ve gözlerini tırmalayan bir topluluğa rastladım. Cebrail’e dedim ki: ‘Bunlar kimlerdir?’ Şöyle dedi: ‘Bunlar, gıybet ederek insanların etlerini yiyen ve onların şereflerine dil uzatanlardır.’”(22)

Gıybet, insanları işte böyle bir geleceğe hazırlıyor!...

Gıybetin ebedî hayata yönelik zararları bir yana, sosyal, siyasal ve ekonomik hayata, kişisel huzura, sağlığa ve yeteneklere, kısaca, topyekûn insan kaderine yönelik sonuçlarını, birkaç sayfaya sığdırabilmemiz imkânsız. Üzerinde düşündüğünüzde, siz de bu sonuçları keşfedebilirsiniz.

Sonuç olarak

Gıybetle savaşa şimdi başlamalıyız. Ben gıybetle savaş başlattığımda, diğer kişilerle veya gruplarla ilgili ağzımdan çıkan neredeyse hemen her sözün, gıybetin bir formuna uyduğunu fark etmiştim. Bu sinsi düşmanla bilinçli bir savaş başlatıp hassasiyetleri hücrelerine işleyinceye kadar sürdürmeyenler, amellerini ateşe verecek yangınlardan kurtulamayacaklar.

Bu savaşı başlattığımda, eroin krizine tutulmuş gibi, sözlerin ortasında uyanıyor, konuşamama krizine yakalanıyordum. Çünkü kriterlerim açısından baktığımda, neredeyse ne söylesem ve ne dinlesem gıybet olduğunu görüyordum. Gıybete savaş açtığınızda, yaptığınızın büyüklüğü nedeniyle ilâhî rahmetin şefkati kalbinize öylesine yayılıyor ki, “Ben bu vakte kadar nerelerdeydim?” diyorsunuz. Gıybet esaretinden bir kere kurtuldunuz mu, özgürlüğünüzün ruhunuza yaşatacağı coşkuya paha biçemeyeceksiniz.

DR.Muhammed BOZDAĞ
__________________
Derdi dünya olanin dünya kadar derdi olur...
Alıntı ile Cevapla
Alt 14 Mart 2013, 23:36   Mesaj No:25
Medineweb Paylaşımcı Üyesi
ilahiyatçı 1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:ilahiyatçı 1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 24663
Üyelik T.: 07 Ocak 2013
Arkadaşları:10
Cinsiyet:bayan
Mesaj: 414
Konular: 25
Beğenildi:10
Beğendi:3
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cevap: gıybet etmemek mümkün

allah razı olsun nesli nur...

rabbim gıybet orucu tutmayı-hakkıyla tutmayı-hepimize nasibi müyesser eder inşaallah..

en çok yaptığımız bence gizli gıybet....

inşaalah savaşın mağlubu değil galibi oluruz...

hepside altı çizilmesi gereken şeyler....

tekrar teşekkürler....
__________________
Başkalarının başarılarını küçümseyenler,hayatta hiçbirşey başaramayanlardır.
Alıntı ile Cevapla
Alt 15 Mart 2013, 15:02   Mesaj No:26
Meal Gurubu Üyesi
Medineweb Emekdarı
Nesli_Nur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Nesli_Nur isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 20510
Üyelik T.: 01 Ekim 2012
Arkadaşları:24
Cinsiyet:
Mesaj: 1.012
Konular: 166
Beğenildi:76
Beğendi:1
Takdirleri:187
Takdir Et:
Standart Cevap: gıybet etmemek mümkün

Alıntı:
ilahiyatçı 1 Üyemizden Alıntı Mesajı göster
allah razı olsun nesli nur...

rabbim gıybet orucu tutmayı-hakkıyla tutmayı-hepimize nasibi müyesser eder inşaallah..

en çok yaptığımız bence gizli gıybet....

inşaalah savaşın mağlubu değil galibi oluruz...

hepside altı çizilmesi gereken şeyler....

tekrar teşekkürler....
ederim
Rabbim bizi neslimizi gıybet,dedikodu,yalan vs.tüm kötü söz ve fiillerden uzak tutsun ...
__________________
Derdi dünya olanin dünya kadar derdi olur...
Alıntı ile Cevapla
Alt 18 Mart 2013, 00:37   Mesaj No:27
Meal Gurubu Üyesi
Medineweb Emekdarı
Nesli_Nur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Nesli_Nur isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 20510
Üyelik T.: 01 Ekim 2012
Arkadaşları:24
Cinsiyet:
Mesaj: 1.012
Konular: 166
Beğenildi:76
Beğendi:1
Takdirleri:187
Takdir Et:
Standart Cevap: gıybet etmemek mümkün

FİTNE’NİN FİTİLİ; GIYBET!

Kur’an elimizde olduğu halde niçin geri kaldık?

Basra karyelerinin sakinleri, yedi kafile oluşturarak, Benî Nadir ve Benî Kurayza Yahudilerine, içlerinde her türlü ihtiyaç maddesinin bulunduğu kervanları götürdüler. Bu kervanlarda, o günün şartlarında yok yoktu. En güzel kumaşından, güzel kokulara varıncaya kadar her şey...

Kervan Benî Kurayza ve Benî Nadir’e giderken, müminler onları gördüler ve dediler ki “Ne olurdu, şu kervanlardaki mallar bizim olaydı. O zaman, hem ihtiyaçlarımızı karşılamış olur hem de Allah yolunda sarf ederdik.”

Bu hâdiseden, Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz de haberdar oldu ve Mevlâ Teâlâ Hazretleri şu ayeti celileyi inzal buyurdu: “Habibim! Celâlim hakkı için yemin ederim ki sana Seb’i Mesani’yi ve Kur’an-ı Azim’i verdik.” (15/87) Ayet-i kerimede geçen “Seb’i Mesani” ile Fatiha Sûresi kastedilmiştir, ayrıca Kur’an’ın tamamı da kastedilmiştir.
“Sakın onlardan bazı sınıflara verdiğimiz dünya malına göz dikme, onlardan dolayı üzülme ve müminlere alçak gönüllü ol.” (Hicr, 88) “O mal, mülk sahibi zenginler niçin bizimle birlikte olmuyor’ diye üzülmeyin. “Dine yardım edip dini yükseltmeye çalışmıyorlar” diye de üzülmeyin. Üzülmeyin; çünkü biz size öyle büyük zenginlikler ve hazineler verdik ki ne dünyada ne de âhiret hayatında, onların eşini bulamazsınız. Dünya ve âhiret hayatının en hayırlısı Fatiha’yı, Kur’an’ı siz müminlere verdik.

O Kur’an sizi, müminleri bana kavuşturur, benim rıza-i şerifime kavuşturur. Cennette, aklınızın alamayacağı kadar sonsuz derecede güzel nimetlere kavuşturur. Bir de ne yapar müminleri? Dünyaya hâkim yapar. Düşmanlarınızı da mahkûm eder.

Bu durumda, şöyle bir soru ile karşı karşıya kalacağız: “Kur’an, bu kadar büyük bir nimet olarak müminlerin elinde bulunuyor. Öyleyse bu saydığımız nimetlere niçin ulaşamıyoruz? Bu soruya verilecek cevap çok açık ve nettir: “Kur’an’a lâyık amellerimiz olmadığından.”
Mahmud (Ustaosmanoğlu) Efendi -kuddise sırruhu-

Kıssa

Senin Dişin Yok muydu?

Kırda oturan bir adamın ayağını bir köpek ısırdı. Hem de öyle kızgınlıkla bir ısırış ki, dişlerinden kan damladı. Zavallı adam ayağının acısından yatamazken, küçük kızı babasına sert sert çıkışarak dedi ki;
— Babacığım! Senin dişin yok mu idi? Sen de onun ayağını ısıraydın ya! Babası ayağının acısından ağlarken güldü ve dedi ki;
— Yavrucuğum! Doğru, benim de dişlerim var ve köpeğin ayağını ısırmaya gücüm yeterdi. Ama dişlerimin köpeğe dokunmasına gönlüm razı olmadı. Hatta kafamı kılıçla kesmek isteseler, yine de köpeğin ayağını ısırmam imkânsızdır.

İnsan, namertlere kötülük yapabilir; lakin insan olan köpeklik yapamaz. İnsan insandır, köpek de köpek.

Şeyh Sadi Şirazi -rahmetullahi aleyhi-, Bostan

Zindandan kurtuluş

Bu dünya zindandır, biz de zindandaki mahkûmlarız. Zindanı del, kendini kurtar! Dünya nedir? Allah’tan gâfil olmaktır. Kumaş, para, ölçüp tartarak ticaret yapmak ve kadın; dünya değildir.
Hz. Mevlana -kuddise sırruhu-

Hiçbir İş Tembellikle Olmaz

İnsan için en büyük tehlike, ömrünün sonundadır. Ömrünün evveliyatı pek mühim değil. Mühim olan ömrünün nihayeti, sekerât zamanıdır. Her kim ömrünün nihayetinde imanını kurtarırsa artık o ebedi olarak rahata kavuşmuş, kurtulmuştur. Şayet ömrünün sonunda hüsn-ü hatime nasip olmazsa, Allah muhafaza buyursun, imanını kurtaramazsa, isterse evveliyatı Gavs, isterse Kutup olsun, ne faydası olur kendine? Eğer ömrünün sonunda iman nasip olmaz, Allah muhafaza, küfürle giderse evveliyatında Gavs olması, evveliyatında Kutbu’l-Aktab olması ne işe yarar?

Onun için insan, ömrünün sonunu iyi geçirmek için çareleri aramalı, kendini günahlardan muhafaza etmeli, amellerinden geri kalmamalı, her zaman tâat ve ibadette olmalı, bir mürşide bağlı olmalı, tesbihini devamlı çekmeli ki hüsn-ü hatimeye kavuşsun. Nitekim Rabbu’l-Âlemin de âyet-i kerimede: “İyi akıbet (sonuç)^, Allah’tan korkanlarındır” (Kasas; 87) buyuruyor.

Tâat ve ibadetini eksiltmeyerek artıran, ömrü uzadıkça tâat ve ibadetlerini ziyadeleştiren kimse, muttakilerden yazılır. Ancak muttakilerden yazıldıktan sonradır ki yukarıdaki âyette zikredilen hüsn-ü hatimeye, iyi akıbete kavuşabilir. Hiçbir iş tembellikle olmaz. İster dünya işi, isterse ahiret işi olsun. Ciddi ve samimi olması lâzımdır ki muvaffak olabilsin. Meselâ, dünya işinde insan bir saat çalışır, bir saat çalışmazsa; bir gün çalışır, bir gün çalışmazsa, haliyle işler aksar ve muvaffak olamaz.

Ahiret işi de aynen böyledir. Her kim işi tembelliğe dökerse muhabbeti kesilir, Allah yoluna sevgisi azalır, gafleti artar, günah işlemek, Allah’ın emirlerine karşı gelmek ona kolay gelir. Tereddi ede ede (gerileyerek), nihayet günün birinde, Allah yolunu terk eder. İnsan, ciddi davranır, fırsatları, zamanını değerlendirirse o zaman muhabbeti artar, aşkı çoğalır. Artık şeytan da onu aldatamaz.
Seyyid Abdulhakim el-Hüseyni -kuddise sirruhu-

Fitne’nin fitili; gıybet!

Bir kişi, bizim yanımızda, başka birisinin aleyhinde konuştuğu zaman, konuştuklarının hepsi yalan dahi olsa bizim üzerimizde bir etki bırakır. Yani, kalbimizde o kişi hakkında küçük de olsa kin duyma, buğzetme gibi haller olur. İşte gıybetin, fitnenin ne kadar kötü olduğunu kendimiz de bu şekilde tecrübe edebiliriz.
(alntdr)
__________________
Derdi dünya olanin dünya kadar derdi olur...
Alıntı ile Cevapla
Alt 07 Nisan 2013, 14:35   Mesaj No:28
Medineweb Sadık Üyesi
Esadullah - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Esadullah isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 15316
Üyelik T.: 18 Aralık 2011
Arkadaşları:3
Cinsiyet:Erkek
Memleket:Kayıp bir Kentten
Yaş:44
Mesaj: 734
Konular: 143
Beğenildi:280
Beğendi:94
Takdirleri:3260
Takdir Et:
Standart Cevap: gıybet etmemek mümkün

Dinimizce helal olan bir hayvanın besmelesiz kesildiği zaman bile yenmesi caiz olmazken, nasıl oluyor da kardeşinizin etini yiyorsunuz?

Kişinin yüzüne karşı söylendiği zaman hoşlanmayacağı, kalbinin kırılacağı bir sözü, hali veya hareketi, onun bulunmadığı yerde söylemek, hareketiyle göstermek veya ima etmek, yazıyla duyurmak gibi durumlar Yüce Dinimiz’de gıybet adını alır ve Rabbimiz tarafından şiddetle yasaklanmıştır.

Bir kimsenin ardından konuşmanın gıybet olduğunun belirtisi, hakkında konuşulan kimsenin tanınması, konuşmanın da kötüleme gayesi taşımasıdır. Kötülüğü düzeltme, kötülük ve onun hakkında fetva sorma, kötü kimsenin şerrinden insanları sakındırma gibi gayelerle yapılan konuşmalar gıybet sayılmaz. Fasık ve zalimlerin fıskını, zulmünü açıklamak da gıybete girmez. Hatta bunlar açıklanıp tanınmalı ki, fıskın ve zulmün yayılması önlenebilsin, fasıklar ve zalimler toplumda kabul görmesinler.

Ölçülerin dışına çıkanların, gıybetçilerin veya itikadî konularda yanlış görüşe sahip olanların sözlerini kesmek, o konuyu tashih etmek, nezaketsizlik değil bilakis istikamettir, dinî bir vazifedir. Fahr-i Alem s.a.v. hakka tecavüz edilmedikçe kimsenin sözünü kesmez, hakka tecavüz edilince de ya onu men ederek sözünü keser veya o meclisi hemen terk ederdi. Nezaket hususunda ölçülü hareket edilmelidir. Muhatabım yaşça benden büyük, ben onun sözlerine nasıl karşı gelebilirim veya dinlemez isem bana darılır gibi boş mülahazaları bırakmak gerekir.

Fahr-i Alem s.a.v. bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Gıybetten sakının. Muhakkak gıybet zinadan daha kötüdür. Zira kişi zina eder sonra tevbe ederse, Allah tevbelerini kabul edebilir. Halbuki gıybet ettiği kişi affetmedikçe Allah da affetmez.”

Kişi kendi işine gücüne bakmalı, kendi hata ve kusurlarını görerek onları düzeltme çarelerini aramalıdır. Kendisinin hata ve kusurlarının şurada burada söylenilmesi ne kadar zor gelir, çirkin olursa, başkası için yapılan da aynı derecede çirkindir.

Tabii ki herkesin hata ve kusurları olabilir, ancak kişinin kendisinin dünya kadar hata ve kusurlarını görmeyip, diğer insanların hata ve kusurlarıyla uğraşması çok abes bir durumdur.

Dedikodu ve gıybet yapmak, müminler arasında ünsiyetin alâkasızlığa, sevginin nefrete dönüşmesine sebep olan ve toplum hayatını çürüten bir günahtır. Bu pek çirkin olan fiille birlik ve beraberlik baltalanır, gizli gizli düşmanlıklar baş göstermeye başlar, böylece müminler arasına fitne ve fesat tohumları saçılır. Peşinden gruplaşmalar ve neticede zayıflık baş gösterir. Bunu yapanlar böyle bir sonucu bilmeden yapıyorlarsa son derece cahildirler, şayet bilerek yapıyorlarsa, o zaman haindirler.

Günümüz müslümanlarının birbirlerini sevememesinde, birbirlerine kardeş ve dost olamamasında, fert ve toplum olarak dağınıklığında, bu kötü huy temel sebeplerden biridir. İslâm’ı bir bütün olarak kavrayıp güzelliklerine nüfuz edemeyenler ve hayatlarında uygulama alanına koyamayanlar, bu ve benzeri kötü huylarla ibadet ve taatlerini de boşa çıkartırlar.

Başkalarının hatalarını araştırmak yerine şu ahir zamanda “Dinim için ne yapabilirim, müslüman kardeşlerime nasıl faydalı olabilirim? Şu maddi ve manevi buhrandaki mümin kardeşlerimin bu duruma düşmesinde benim bir mesuliyetim var mı veya onu bu durumdan kurtarmak için bana ne gibi bir görev düşüyor?” şuuruyla hareket eden ve dedikodu muhabbetlerine yabancı olan müminlere ne mutlu!..

Rabbimiz bir ayet-i celilede şöyle buyuruyor: “… Birbirinizin kusurunu araştırmayın, biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Sizden biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyendir.” (Hucurat, 12)

Cenab-ı Hak, birinin arkasından dedikoduyu, gıybeti nezd-i ilâhisinde çok çirkin gördüğünü böyle beyan buyuruyor. Gıybet yapmayı adeta canavarlıkla eş tutuyor. Zira ancak vahşi hayvanlar, canavarlar ayet-i celiledeki fiili işlerler.

Rabbimiz gıybet ve dedikodunun böylesine kötü bir şey olduğunu öğrettikten sonra, ayetin devamında “O halde Allah’tan korkun!” buyurmaktadır. Yani dinimizce helal olan bir hayvanın besmelesiz kesildiği zaman bile yenmesi caiz olmazken, nasıl oluyor da kardeşinizin etini yiyorsunuz? Allah’tan korkun, kendinize gelin, kimsenin gıybetini yapmayın! İşte Kur’an-ı Kerim dedikodudan, gıybetten kaçınmayı bu kadar şiddetle emrediyor.

İnsanın onur ve haysiyeti, kanı canı gibi, belki daha kutsal ve önemlidir. O halde buna zarar verecek bir şeye yaklaşmamalı, Allah’tan korkmalı, şayet böyle bir şey yapmışsa pişman olmalı, Rabbül Alemin’e tevbe etmelidir.

Şüphe yok ki eksiksiz, noksansız olan sadece Allah’tır. Dört dörtlük kimse yoktur. Elbette bir takım noksanlıklar her birimizde vardır. Fakat bunları düzeltmek, eksikliklerimizi tamamlamak, her geçen gün daha olgun bir insan olmanın yollarını aramak lazımdır. Bunun için de dostlarımızın uyarısına, eleştirisine ve tavsiyelerine kulak vermek bir erdemdir. Bu hususta adaletin timsali Hz. Ömer r.a. şöyle buyurur: “Bizde bir eksiklik görür de söylemezseniz, siz de söyledikten sonra kendimizi düzeltmezsek bizde iş yoktur!”

Fakat şunu da iyice belirtmek gerekir ki, uyarmak, hataya dikkat çekmek, güzeli ve doğruyu tavsiye etmek başka şeydir, gıybet yapmak çok başka şeydir. Bir kimsenin kusurunu, hatasını onun arkasından ve hoşuna gitmeyecek şekilde söylemenin uyarıyla, iyilik yapmayla alakalı bir tarafı olamaz.

Eğer niyet kişinin hatasını düzeltmekse, elbette bunu söylemenin bir üslubu ve usulü vardır. Bunu gıybet şeklinde orada burada anlatmak yerine, o kişinin kendisine uygun bir dille anlatmak, hataya dikkat çekmek, sakıncalarını belirtmek ve böylece o kardeşinin hatasından dönmesine yardımcı olmak çok güzel bir davranıştır. Mümine yakışan da budur.

Kötü niyetli eleştiriler, ufak bir hatada tenkit oklarına tutmalar, mümin kardeşinin bir yanlışını çarpıtıp onun hakkında hakaretli ifadelerde bulunmalar kesinlikle iyi bir niyetin sonucu değildir.

Rabbimiz insanoğluna duyu organı iki kulak, konuşma organı bir dil vermiştir. Öyleyse öncelikle iki düşünüp bir söylemeli, konuşulan lafın nereye gideceğini ve ne gibi sonuçlar doğuracağını iyi tespit etmelidir. İbadetlerimizin ve her türlü iyi amellerimizin kabulü, iyi huy ve güzel ahlâk sahibi olmamızla mümkün olabilir.

Zamanımızda dinin bilinmemesi ve Allah korkusunun azlığı nedeniyle manevi hastalıklar çoğalmıştır. Gıybet ise bunların en kötülerindendir. Bu illetten kurtulmak için iradeli olmak, salihlerle, iyilerle beraberliği çoğaltmak, sohbetlerinde bulunmak lazımdır. “Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir.” ayet-i celilesinin manasını bilen kişi daima uyanık olur.

Allah Tealâ’nın murakabesinde olduğunun farkında olan kişinin her hal ve hareketi edep üzeredir. Hafif meşreplikten, yersiz hareketlerden çekinir, gıybetten ve gıybet ehlinden vahşi hayvandan kaçar gibi kaçar. Çünkü kişi istemese de arkadaşlık yaptığı kimsenin haliyle hallenir, ahlâkıyla ahlâklanır. Onun için arkadaşlık yaptığımız insanlara dikkat etmemiz lazım.

Gıybet günahından kurtulmanın kefareti ise, üzülmek, tevbe etmek ve gıybetini yaptığı kimse ile helalleşmektir. Pişman olmadan helalleşmek riya olur ki, bu da ayrı bir günahtır.

Ne mutlu kendi hatalarını düzeltmeye çalışmaktan başkasının hatalarını, kusurlarını görmeye fırsat bile bulamayan müminlere.

Rabbimizin tevfik ve inayeti ile…
Alıntı ile Cevapla
Alt 19Haziran 2013, 09:11   Mesaj No:29
Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:EyMeN&TaLhA isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21422
Üyelik T.: 08 Kasım 2012
Arkadaşları:36
Cinsiyet:
Mesaj: 3.299
Konular: 784
Beğenildi:131
Beğendi:34
Takdirleri:141
Takdir Et:
Standart Gıybetin tatlı yüzü (Gıybet olmasın ama…!)

Gıybet konusu çok geniş bir konudur, burada nazara vermek istediğim bir kaç husus var: Gıybetin tatlı sanılan yüzünün altında çok çirkin bir yüzün olduğu, gıybeti bildiği halde gıybet etmekten vazgeçmeyenler ve gıybetin ortaya çıkardığı zararlar hakkında olacaktır.
Birileri hakkında konuşmak, birilerini çekiştirmek, birilerinin sırlarını ortaya çıkarmak, kusurlarını ve mahremiyetini araştırmak insanın imtihana tabi tutulduğu bir mevzudur. İşte bu şekil bir imtihana da gıybet denir. Yazının başlığı da dikkatinizi çektiği gibi, gıybetin tatlı yüzü olur mu diyeceksiniz. Malumunuzdur ki, şeytan günahları ve çirkinlikleri güzel suretlere büründürüp göstermeye çalışır. Tıpkı gıybeti de tatlandırıp dilimize servis ettiği gibi. Şöyle ki; Hani gıybet edilirken kulaklar kabartılır pür dikkat dinleme moduna geçilir, sonra gıybeti yapan kişi kendinden de bir şeyler ekleyerek gıybet ettiği kişi hakkında öyle şeyler anlatır ki karşısındaki de merakını celb ettiği için pür dikkat onu dinler, böylelikle hem anlatan tat alır, hem de dinleyen. Bu şekil tabiri yerindeyse gıybetin tatlı bir yüzü ortaya çıkmış oluyor. Asıl bilinmeyen mevzu ise o tatlı sanılan yüzün altında acı ve çirkin bir yüzün olduğunun fark edilmemesidir. Daha doğrusu vicdan muhasebesinin fark ettiği, ama yinede gaflet ile bile bile bu günaha devam edilmesidir. Aslında vicdan başkaldırır, kişiye hal dili ile doğruyu göstermeye çalışır. Bilirsiniz ki, kişinin vicdan aynası her zaman doğruyu göstermeye çalışır. Kişi iradesinin hakkını vererek vicdan aynasına dönüp te baksa bu tür günahlara alet olmaz ve gıybet denilen günahtan kaçabildiğince kaçar.

GIYBETİ BİLİPTE GIYBET YAPANLAR

Gıybeti araştırma konusu yapınca çok ilginç sonuçlara ulaştım; Gıybetin ne kadar çirkin bir davranış ve günah olduğunu iyi bildiği halde yinede gıybeti etmeyi adet haline getirenler, gıybetten tat alanlar, durmadan şüpheler ile birilerini çekiştirenler ve daha neler neler...

Gıybetin tatlı sanılan yüzü ile yapılan konuşmalar başta kul hakkına girmeye sebeptir. Çünkü birileri hakkında ileri geri konuşmak onun hakkına girmektir. Kul hakkı da büyük bir günahtır ki, kişi bu günahı ötelere götürmek istemiyorsa ancak gıybet ettiği kişiden/kişilerden helallik dilemesi ve Allah’a çokça tövbe etmesi gerekir. Yukarıda ifade edildiği üzere gıybet denilen bu çirkin davranışları şeytan tatlı gösterir. Bu tatlılığa aldananlar var ki gıybeti iyi bilen insanlar bile konuştukları vakit bakıyorsunuz hemen gıybete girebiliyor. Maalesef, gıybet günümüzde insanlar arasında rahatlıkla yer bulabiliyor. İnsanlar dilini gıybetle kirletirken ondan tiksinti duymuyor, kalbi ürpermiyor.

Bazen denk gelmişsinizdir, gıybeti yapan şahıs gıybete başlamadan önce “gıybet olmasın ama” sözüyle sanki gıybet etmeyecekmiş gibi, yapacağı konuşmalar gıybet olmayacakmış gibi tatlı bir hava eşliğinde gıybet ortamını oluşturur ve bu tür konuşmalar alır başını gider. Bir kaç kişi yan yana gelince, malum konuşulacak başka bir şey bulunmuyor ve gıybetin tatlı sandıkları yüzüyle dillerini kirletiyorlar. Özellikle komşuluk ilişkilerinde bu tür gıybetlere rastlamak çokça mümkündür. Hâlbuki birbirlerinin kusurlarını araştırmak, birilerinin sırlarını ortaya çıkarmak dinimizce yasaklanmıştır. Zira İnsanlığın İftihar Tablosu Peygamber Efendimiz (sallalahu aleyhi ve sellem) gıybetin tarifini yaparken şöyle buyurur: “Kardeşin duyduğu veya yüzüne söylendiği zaman şöyle böyle kendisini rahatsız edebilecek her söz gıybettir.” (Bkz Müslim, Birr 70)

Şimdi kendimizi sorguya çekme zamanı; Acaba günlük konuşmalarımızın ne kadarı gıybet? Ya da şöyle tarif edeyim konuşmalarımızın ne kadarı gıybetin tatlı sandığımız yüzü altında gerçekleşiyor? Evet, gıybeti bilip de yinede gıybete devam edenler, gıybetin tatlı sandıkları aslında acı olan yüzü ile kendilerini günaha sürüklemekten ve dillerini kirletmekten başka bir şey yapmıyorlardır. Bazen bir toplulukta yapılan konuşmalarda gıybet havası esince bakarsınız ki kulaklar pür dikkat dinlemeye takılmış, hatta “ne olmuş, anlayamadım, kim yapmış…” gibi merak soruları ile daha da meselenin yani yapılan gıybetin derinliklerine inmeye çalışırlar. Sanırım böyle bir merak ile gıybete iştirak etmek, gıybetin tatlı sanılan yüzünü açık bir şekilde ortaya koyuyor.

MÜ’MİNİN SUSMASI TEFEKKÜR, KONUŞMASI HİKMET OMALI

Gıybet hakkında hepimiz az çok bilgi sahibiyiz. Kur’ân, gıybet etmeyi ölü eti yemeye benzettir. Bu hususta Hucurat Suresinin 12. ayeti aklımıza gelir, ayette geçen;“Hiç sizden biriniz ölmüş kardeşinin cesedini yemekten hoşlanır mı?” Rabbimiz bu meseleyi ölü kardeşinin etini yemeye benzeterek, adeta “leş yemeyin” diyor, böyle çirkin bir işle uğraşmayın diyor. Siz gıybet ederseniz böyle bir durum yapmış gibisiniz. İnsan böyle bir durumu düşününce ürküyor değil mi? İşte bu ayetin sırrını bir idrak edebilsek sanırım ortada gıybet namına bir şey kalmayacaktır. Kimse, birbiri hakkında kötü düşünmeyecek, konuşmayacak ve huzurlu bir ortam oluşacaktır. Merak etmek ile birilerinin kusurlarını araştırmak, bunları başka ortamlarda dile getirip, diğer insanları gıybeti yapılan kişiden soğutmak, onu suizan altında bırakmak hem kul hakkı, hemde ayette ifade edilen ölü kardeşinin etini yemek gibi bir ceza ile muamele görmektir. Burada dilini gıybet ile kirletenler ahirette de ceza ile birlikte çok kötü muamele görecektir.

Üç beş arkadaşla yan yana gelince yapacağımız muhabbetlerin tamamı dünya kelamı olmamalı, yapacağımız konuşmaların en hayırlısı iman ve imanda derinleşme mevzuları olmalıdır. Gıybet yapmaktan kaçanlar, böyle ortamlardan uzak dura dura susması tefekkür haline gelir ve konuştuğu zamanda hakkı konuşmayı tercih eder, çünkü gıybetin çirkin yüzünü görmüş ve yaşadığı çevrede ahlaki erozyona nasıl sebep olduğunun farkına varmıştır. Evet, bir kaç arkadaş yan yana gelince bunu fırsat bilmeli ve konuşmalarını hakkın sözleri ile değerlendirmeli, oturduğu ortamın hakkını, hakkı tavsiye etmekle vermelidir. Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde; Müminin sükûtunun tefekkür, konuşmasının ise hikmet olması gerektiğini ifade buyuruyor. (Bkz.: ed-Deylemî, el-Müsned, 1/421) Bu nurlu beyanı dikkate alarak alarak diyebiliriz ki, insanın hak olanı konuşması, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye etmesi güzel şeyler konuşması onun için bir ibadet sayılır.

Yapılan gıybetler yaşadığımız içtimai hayatta güvensizlik oluşturur.

Şimdi de meselenin farklı bir boyutunu nazara getirerek yapılan gıybetlerin yaşadığımız çevreyi nasıl olumsuz yönde etkilediğine kısaca değinmek istiyorum. Gıybet, öncelikle insanların birbirine güvenmemesini, herkesin birbiri hakkında kötü düşüncelere sahip olmasını, içtimai hayatın körelmesini, insanların birbirinden uzaklaşmasını, sevgi, saygı ve kardeşlik bağlarının koparılmasını, fitne, fesat, kin ve öfkenin toplum hayatına hakim olması gibi daha birçok yaşantımızı olumsuz yönde etkileyecek, bizi herkes hakkında kötü düşüncelere sevk edecek bir bulantılı hayata sürükler. Düşünün ki gıybet hiç yapılmazsa, içtimai hayatta güvenli bir ortam, güzel düşünceler, iyi komşuluk ilişkileri, şahısların uyum içinde birbirleri ile iyi geçinmesi gibi çok güzel neticeler ortaya çıkacaktır. Ortada gıybet konuşmaları olmayınca boş konuşmalarda olmayacak. Düşünün ki, hiç gıybet konuşmaları yapılmazsa insanlar birbirleri ile hak olanı konuşacak ve en önemlisi boş konuşmayacaktır. Evet, gıybet eden olmayınca, ya susulur ya da hak ve hakikat konuşulur. Şüphesiz hakkı konuşup birbirlerine sabrı tavsiye etmek, Asr Suresinde Rabbimizin ifade buyurduğu üzere; “Kurtuluşa erenler birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerdir.” Ayetinin lütuflarına mazhar olmak ve kurtuluş yollarına doğru yürümektir.

Evet, gıybeti çok çirkin ve büyük bir günah olarak idrak edeceğimiz ana kadar aramızda her zaman dolaşma imkânı bulacak ve dilimizi kirletmeye devam edecektir. Gıybetin kabirde bize çirkinlikleri ile bir azap olmamasını istiyorsak ona karşı şimdiden dilimizi olabildiğince temizlemeli ve gıybet ile kirletmemeliyiz.

Rabbim bizlere gıybet çirkinliğinin farkına varan ve gıybetten uzak duran kullarından eylesin.

alıntıdır
Mehmet KAZAR
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Gıybet-Dedikodu İle İlgili Sözler/medineweb KEVİR Güzel Sözler-Deyımler-Nükteler 5 30 Ocak 2018 13:15
Sanal âlemdeki gıybet, çok daha fazla günaha neden olabilir EyMeN&TaLhA İslami Haberler 2 16Haziran 2015 22:02
Gıybet KardelenGül Adap-Edep-Ahlak 0 16Haziran 2015 12:33
Bazı hikaye ve romanları ya da yazarlarını eleştirmek gıybet olur mu? KuM TaNeSi Soru Cevap Arşivi 0 08 Nisan 2009 10:48
Hutbe:Gıybet Seleme Tebliğ-İrşad-Vaaz-Hutbe-Nasihat 1 02 Mayıs 2008 19:33

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.