Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM DİNİ KONULAR.::. > Muhtelif Dini Konular > Muhtelif Konular

Konu Kimliği: Konu Sahibi YaŞuHa,Açılış Tarihi:  17 Kasım 2011 (13:26), Konuya Son Cevap : 17 Kasım 2011 (13:26). Konuya 0 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 17 Kasım 2011, 13:26   Mesaj No:1
Medineweb Emekdarı
YaŞuHa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:YaŞuHa isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13867
Üyelik T.: 24 Mayıs 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 1.005
Konular: 399
Beğenildi:29
Beğendi:5
Takdirleri:53
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Niçin’den nasıl’a bir yolculuk

Niçin’den nasıl’a bir yolculuk

NİÇİN’DEN NASIL’A BİR YOLCULUK


İnsan yarıtılış itibariyle sosyal bir varlıktır. Yalnız yaşamak onun tabii hayat koşullarından değildir. Bir insanın sevinç ve kederlerini paylaşacak sıkıntılarında elini tutacak, işlerinde fikir danışacak, karakterine seviyesine ve mizacına uygun insanlarla irtibat kurması onun için bir zorunluluktur.

Sevme hissi, herhangi bir şeye yakın ilgi ve alaka kurmaya yönelmeye duygusudur. İlginin odağında ‘güzel’ ve ‘güzellik’ vardır. İnsan ruhunu uzaktan kendisine çeken güzelliğin çekicilik ruhu insan var olalı vardır/varlığını sürdürmüştür. İnsanın yaradılışındaki yapısı da buna uygun bir yapıda yaratılmıştır. İnsan varolduğu müddetçe de güzel ve güzelliklere ilgi yolculuğu sürecektir.

Herhangi bir şeyi sevip bu sevme duygusunu ileri bir dereceye götürmek için o şeyle diyaloğa geçmek zorunludur. Bu zorunluğun beraberinde getirdiği bir sorumluluk da vardır. İnsan ne ile diyaloğa geçerse, kimi sorumlulukları peşinen kabul etmiş olarak işe başlar.
Kainatta yaratılmış her şeyi kendisine özgü bazı özellikleri içinde barındırdığından o şeyi ile diyalog biçimi, şekli, kokusu ve sorumlulukları ayrı ayrıdır.

İnsanın toprakla diyaloğunu farzedelim. İnsan-toprak diyaloğunda toprağın insandan lisan-ı halle istedikleri, kendisine hiçbir şekilde zarar verilmemesi, boş yere onu haba etmemesi, kendisine her an bastığının, verdiği nimetlerinin farkında olunmasını istemektedir. Nasıl boğulmayla yüz yüze gelince ayağının toprağa sağlam bastığının değerini suda bizzat yaşayarak farketmişse/ediyorsa, tehlikeye düçar olmadan da o toprağın kendisine kazandırdıkları sayısız nimetleri anlamasını istemektedir. Her şeyden önce insan topraktan yaratılmıştır.

Toprakla olan diyalog bu eksende olunca toprak insan için bambaşka anlam kazandırıyor. Toprağa zarar verilmediği müddetçe toprak kendisini ve nimetlerini insanın istifadesine sunuyor/sunar.
İnsanın bitkiyle diyaloğuna kısaca bakalım. İnsanın bitkiyle diyaloğundaki özel sorumluluk biraz daha artıyor. O bitkinin gerektirdiği bakımını noksansız verilmesi, sürekli onu koruyup kollaması, yabani otlardan temizlemesi, suyunu eksiksiz, zamanında ve ölçülü vermesi hava ve güneşten faydalanması için çevre şartlarının ayarlanması vs. gibi bir çok sorumlulukların yerine getirilmesi gerekmektedir.

Bitki de özünde taşıdığını insanın istifadesine sunuyor.
İnsanın hayvanlarla olan diyaloğuna bakarsak sorumluluğun bir kademe daha arttığını şahid oluyoruz. İnsanın diyaloğa geçeceği hayvanın seviyesine inip onunla ‘ortak bir dil’ de anlaşabilmesi için kimi garip sesler çıkarmak zorunda kalıyor.

Hayvanı bazı durumlara alıştırması için onu şartlandırma ihtiyacı bir zorunluluk olarak ortaya çıkıyor. Hayvanla olan diyaloğa açık kapıları kullanıp bir biçimde onunla dostluk kurulur/kurulabiliyor. Hayvan da -türüne göre- özünde taşıdığı nimeti dostuna sunuyor.

İnsanın insanla diyaloğundaki sorumlulukla sınır tanımaz bir sorumluluk gerektiriyor. İnsanın bir yönüyle en karmaşık bir yönüyle de en kolay diyalog kurabileceği bir kainat canlısıdır. Genel hatlarıyla bir insan tanımı var. Ancak insanın ruhi boyutunun gizleri hala tam çözümlenmiş değil. Karmaşıklık da buradan geliyor. Her insan bir diğer insana göre farklı bir insandır. Dünyada iki aynı insan bulunmaz. Bir insan kendi mizacında bir insanı bulup anlaşabilmesi zor değil.

Birbirlerine uyum ne kadar çoksa ortak paydalar da o kadar çoğalıp anlaş(ıl)ma kolaylaşıyor. Bunun aksi durumu da aksini doğuruyor. Yaradılış itibariyle aynı özü tüşıyan, konuşma, duyma, tatma, görme, dokunma, sezme duyularında büyük oranda ortak paydası olan insanların diyaloğu daha sıkı ve uzun vadeli olduğu kadar anlıkta olabiliyor.

Tüm yukarıda saydıklarımızın ortak paydaları; insanın gerek cansız varlıklarla gerek canlı varlıklarla olan diyaloğunda somut bir biçimde elde ettiği bilgi ve tecrübe sayesinde birebir tüm duyularıyla irtibata geçmesi kolaylığıdır. Bunların üzerinde, bunları yaratan, koruyan, kollayan ve gözle görülmeyen, elle tutulmayan, kokusu alınmayan, sesi duyulmayan, tadılamayan, hiçbir yerde olmayan aynı zamanda her yerde olan, her şeyi ona muhtaçken kimseye muhtaç olmayan tek hakikat olan, kendine özgü TEK BİR olan, eksiklerden münezzeh olan, her şeyden üstün olan her şeyin üstünde olan BİRisiyle karşı karşıyayız!

Böyle yüce hasletleri kendinde barındıran BİR’isiyle nasıl dostluk kurulur veyahut nasıl dost olunur? Bu soruların cevaplarına geçmeden önce dost olacağımızı hedeflediğimizi, ayrıntılarıyla aklımızın idrak edebileceği kadar O’nu tanımamız şarttır. Vasıflarını, hüküm gücünü, kimleri sevdiğini, kimleri sevmediğini... vs. bilmeden nasıl dostluk kurulur O’nunla.? Kurulmaya çalışılsa bile eksik bilgi eksik diyaloğa, eksik diyalog da yanlış yola sevkeder sahibini. Bu sebeple insan idrak edebileceği ölçüde Yaradan’ını tanımak ve sonra yakinen teslim olma yolunda dostluk kapısını aralaması gerekmektedir.

Peki O’nu nasıl tanıyacağız? Bu sorunun tek cevabı var. Kendisini en güzel isimleriyle en üstün sıfatlarıyla anlattığı Kelam’ından. Ve yanısıra Kelam’ını insanlara söz, fiil ve eylemleriyle mükemmel tercümanlığını yapan Hz. Muhammed’in hadislerinden. Onları takip eden, onların evliyalarında tanımları bizler için rehber hükmündedir.
Allah’ı tanımak için ‘kesin bilgi’ alacağımız üç kaynağımız var. Bu kaynaklarımıza kesin soru sormayı bilirsek kesin cevaplarımızı alırız.

Veyahut nasıl soru sorarsak öyle cevap alırız. Canlı soru, canlı cevap aldırır; cansız soru cansız/ruhsuz cevap... Korkunç soru da korkunç cevap verir bize. Bizi hakikata götürecek soruların tutarlı ve kaliteli sorular olması gerekir. Hayat akışımızda kendimize sorular sormadığımız zamanda kendimizi birçok şeyi öğrenmekten yoksun bıraktığımızın bilincinde olmalıyız. Bir yerde hayat kaderimize biçim veren kendimize sorduğumuz sorulardır.

Soracağımız sorunun mahiyeti cevabın da mahiyetini oluşturur. O zaman ilk sorumuz olan: “Allah ile nasıl dostluk kurabilirim?” den önce: “Allah ile niçin dostluk kuruyorum”un cevabını bulmamız gerekiyor kanatimce. “Niçin”in cevabında kalbi bir mutmainlik oluştuğunda “Nasıl”ın yolları kendi kendisini bulmaya kamçılar insanı.

İnsan fıtratı gereği kainatta yalnız başına yaşayacak yeterli donanıma sahip değildir. Her zaman kendisinden büyük, güçlü bir varlığa sığınma ihtiyacını hissetmiş ve bi hissediş, onu olağanüstü bir varlığa sığınmaya itmiştir. Kimi zaman bu varlık Allah, olmuş kimi zaman güneş, ay, yıldız vs. olmuştur. İnsanın bu halet-ı ruhiyesini Kur’an şöyle bir örnekle veriyor:

“Karada ve denizde sizi gezdiren O’dur. Öyle ki siz gemi de bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgarla onu yüzdürürken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalara) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O’na “gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)” olarak Allah’a dua etmeye başlarlar:

“Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak sana şükredenlerden oluruz.” (10/22 ayrıca bkz. 10/12, 30/33, 31/32, 39/8 v.s) Bu zaaf insanı özüne döndürüp asıl sahibi’ne sığınmaya itiyor.

“O’ndan başka sığınılacak bir kimse bulamazsın”(18/27) ayetin kesin ifadesi Asıl Sahib’inin adresini gösteriyor. Yüce Allah insanı kendisinden uzak düşecek bir yapıdan çok, kendisine yakın duracak bir yapıda yaratmıştır. Her bela ve musibet, onu özüne döndürecek bir şanstır.

Allah, insana, kainatta birçok yönden tasarruf sahibi kıldığı halde tamamen özgür bir alan bahşetmemiştir. Allah kendi iradesinin bir kısmını sınırlamış, bunu “eşref-i mahlukat” olarak yarattığı insana bırakmıştır. Bu da insana verilen değer çerçevesinde değerlendirilmesi gereken ‘özel’ bir durumdur.

“Allah ile niçin dostluk kuruyorum?”un cevabını özlü bir ifade ile söylersek eğer, şunu söyleyebiliriz: Allah bunu fazlasıyla hakediyor. İnsan ne yapıp etse Allah’ın borcunu hiçbir şekilde ödeyemez. Değil sayısız nimetleri sadece ve sadece bir nimetin hakkını hakkıyla ödeyemez.

Hakim, Halik, Rahman, Rahim, Azim, Aziz, Basir, Berr, Gafur, Gani, Halim, Kavi, Kebir Kerim, Latif, Muğni, Rezzak ve İkram sahibi olan Yüce Allah’ın nimetleri sayısız ve sonsuzdur. (14/34 - 16/18) İnsana ulaşan her nimet O’ndandır.” (16/33 - 42/48)

Yüce Allah’ı biraz daha ayrıntılarıyla tanımak için Kelam’ından bir tablo verelim: “En güzel isimler” (7/180 - 17/110) “Bütün üstün sıfatlar ‘(16/60 - 20/114)’ Allah’ındır.” “Allah’ın adı yücedir” (55/78) “Allah (şirk hariç) bütün günahları bağışlar” (39/53 - 46/31) “Allah çok merhametlidir” (78/37) “Allah emniyet ve güven verendir” (59/23) “Allah doğruların Rabbidir.”(37/5)

“Allah evveldir, ahirdir, zahirdir, batındır. O her şeyi bilir.” (57/3) “Allah gerçeği söyler ve O, doğru yola iletir.” (33/4)

“Allah dereceleri yükseltir.” (40/15) “Allah göğüslerde olanı bilir.” (48/18 - 64/4)

“Allah güçlük dilemez, insana çekemeyeceği yükü yüklemez.” (23/62, 2/185)

“Allah hakkın ta kendisidir” (22/6)

“Allah haktır hakkı söyler.” (38/84) “Allah, insanların koruyucusu yardımcısıdır.” 2/107,120,257,286)

“Allah nankörlerin şükrüne muhtaç değildir.” (13/8,27,40)

“Allah olmasını dilediği şeye ‘ol’ der ve o da oluverir.” (3/47,59 - 16/40)

“Allah şükrün karşılığını verendir.” (4/147)

“Allah yardımcıların en iyisidir.” (3/130)

“Allah ‘tan başka dost ve şef aatçi yoktur.” (6/51 - 32/4)

“Allah yolunda ne harcarsanız tam olarak size ödenir, hiç haksızlığa uğratılmazsınız.” (8/60)

“Allah katında üstün olan takvası yüksek olandır.” (49/13)

“Allah kendi (dini)ine yardım edenlere elbette yardım eder.” (3/52 - 22/40)

“Allah kendinden korkanlara hak ile batılı ayırabilecek bir anlayış verir.” (8/29)

“Allah kendisine dua edenlerin duasını kabul edeceğine dair söz vermiştir.” (40/60)

“Allah insanları günahlarından dolayı hemen cezalandırsaydı yeryüzünde canlı kalmazdı.” (16/61 - 35/45)

“Allah gizliyi de açığı da (16/19 - 20/17) ve gizlinin gizlisini de bilir.” (40/11)

“Allah yola gelenlerin hidayetini arttırır.” (19/75,76)

“Allah’tan başka veli (dost) yoktur.” (8/17 - 33/17)

“Bir veli olarak Allah yeter.” (4/45 - 11/120)

“Allah’ın dostlarına korku yoktur.” (10/62 - 11/113)

“Yaratıcıların en güzeli O’dur.” (23/14)

“Rızkın en güzeli O’ndan gelir. O rızık verme bakımından da en güzeldir.” (65/11 - 11/88)

“Hüküm verme bakımından en güzel olan O’dur.” (5/50)

“Yarattığı her şeyi en güzel yapandır.” (32/7) Dahası “O, hakimlerin (hükmedenlerin) en güzeli değil midir?” (95/8 - 10/109)

Bir ayetin sadece bir bölümü bizim “NİÇİN”imize en mükemmel cevabı veriyor. Kalb boşluğunu doldurup, mutmainliğin en zirvesine damgayı vuruyor. Teslim olan ve teslim olmaya aday olan kullar için sayısız delilleri (hidaye vesileleri) içinde barındıran mucizevi bir kitap olan Kur’an-ı Kerim insanı sarsıyor.

Allah’ın hükmüne, rahmetine, muhasamasına akıl şaşıp kalıyor. İnsanı teslim alan ayetlerin verdiği ortak mesaj: Bu üstün meziyetlere sahip olan O’ndan başka hiç kimse bunu hakedemez. Yüce Allah’ın Allah’lık vasıfları insan hayalinin/idrakinin sınırlarını aşıyor. Yaradılanlar içerisinde hiçbir şey O’nun deneyi olamaz.

Ve hiçbir zaman yaratılan Yaradan’ını geçemez. O’nun rahmeti ve ilmi her şeyi kuşatmış” (7/156 - 6/59) taki sırra/hikmete akıl erdirmek mümkün değildir. “Hikmetinden sual olunmaz.” atasözünün derin anlamını insan daha iyi anlıyor. O’ndan gelene halis bir imanla teslim olmak, selim kalpli kula en yakışıdır.

İnsan tamamıyla da Rabbinin azametini, hükmünü anlamayacak durumda değildir. İnsanın eşyayı bilme kabiliyeti vardır. Bu yaratılıştan verilmiştir kendisine. Ancak,

“Allah’tan başkasının bilgisi sınırlıdır.” (2/30,33,255)

İnsanoğlunun fıtratı muazzam imkanlar ve bilinmeyen potansiyelle donatılmıştır. İnsanın ilmi Yüce
Allah’ın ilmi karşısında sınırlıdır. Yoksa insanoğlunun sahip olduğu ilim az değildir. Bu ilmin kaynağı da hiç şüphesiz kanidir.

Yüce Allah’a gereği gibi ibadet etmek için/kulluğunun hakkıyla ifası için O’nu iyi tanımamız gerekir. Tanıyarak ibadetin ruhu ile tanımadan ibadetin ruhu kıyaslanamaz. Biri kuru ibadet iken diğeri canlı, biri kör iken diğeri görendir. Yüce Allah’ın azametinin büyüklüğünü tanıdıkça ondan sakınırız. Rahmetinin genişliğini tanıdıkça günah bataklığından kaçar ümitkar oluruz.

Zenginliğini tanıdıkça fakirliğimizi anlarız. Rahmetini tanıdıkça cimriliğimizi, ihsanını tanıdıkça nankörlüğümüzü vs. anlarız. “Yüce Allah’tan en çok sakınanların O’nu en çok “tanıyanlar olduğu”nun sırrı burada yatmaktadır. Allah’ı tanımak O’nu her şeyden müstağni görmek O’nu BİR’lemekle başlar. Allah’a iman, islam’ın mü’minlerde inşaa etmek istediği karakterin en önemlisidir. Allah’ın varlığına birliğine ve hesap gününe inanan bir insan Yaradan’ına ve O’nun yarattıklarına karşı sahip olduğu sorumlulukların tamamen farkında olur.

Hakk’ın sıfatlarını bizlere tanıtan Hz. Peygamber bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyorlar: “Allah-u Teala her zaman bizim Rabbimizdir. Hiçbir malum olmadan ilmi onun zatıdır. Hiçbir duyulan olmadan duyması onun zatıdır. Hiçbir makdur (kudret yetirilen) olmadan kudreti zatının aynısıdır. Eşyayı yarattıktan ve malum ortaya çıktıktan sonra maluma ilmi vaki oldu. Duyulana duyması vaki oldu. Görülene de görmesi vaki oldu.

Ve makdura da kudreti vaki oldu.” O’nu tanıma yolculuğunda dört halifenin vecizleriyle devam edelim: Hz. Ebu Bekr:“Hiçbir şey görmüş değilim ki ondan önce Allah’ı görmüş olmayayım.” Hz. Ömer: “Hiçbir şey görmüş değilim ki onunla beraber Allah’ı görmüş olmayayım.” Hz. Osman: “Hiçbir şeyi görmüş değilim ki ondan sonra Allah’ı da görmüş olmayayım”

Hz. Ali: “Hamd Allah’a ki, ölenler O’nu gereği gibi övemez, sayanlar nimetlerini geregi gibi sayıp dökemez; çalışıp çabalayanlar hakkını yerine getiremez, derin düşünceler, O’nun yüceliğine eremez, anlayış okyanuslarına dalanlar da ulaşamaz. Hiçbir tanım sınır koyamaz O’na, hiçbir övgü niteliğine eremez O’nun; yoktur O’nun için hiçbir sayılı zaman ve uzatılmış bir an. Yaratılmışları kudretiyle baştan yarattı O, rahmetiyle rüzgarları yaydı Ove yeryüzünü kayalarla perçinledi, pekiştirdi O.”

“Dinin evveli O’nu tanımaktır, tanımanın kemali, onu tasdik etmektir; tasdikin kemali, O’nu birlemektir; birlemenin kemali O’na herşey halis kılmaktır. O’nu ikileyen O’na parçalar biçmiş olur, O’na parçalar biçen O’nu ‘tanımamış’ olur. O’nu tanımayan O’na yön tayin etmiştir, yön tayin eden O’nu sınırlamıştır; sınırlayan O’nu sagıya koymuştur.

Kim “şurdadır” derse orayı O’ndan boş sanır. Vardır, var olmadan; mevcuttur yok olmadan; her şeyle bilendir beraber değil, her şeyden gayrıdır ayrı değil. Yapandır, aletler ve hareketler çağrıştırmadan; Görendir yarattıklarından görülecek yokken de; birdir, yakınlık duyacağı ve yokluğunda garipseyeceği kimse olmadan...” (Nehc’ül Belaga. Hutbe: I)

Allah ile dost olmak için Allah’ı tanımanın gerekliliğinden söz ettik daha önce. Bu gerekliliği bir Hadis-i şerifte daha bir pekiştirmek, konumuzun önemini bir kat daha önem arzettirir. Hz. Peygamber, dostluk kuracağımız kimseyi iyi tanımamızın gerektirdiği hususunda şunu buyurmuşlar: “Kişi dostunun yolundadır. O halde sizden herbiriniz dost edineceğiniz kimseyi iyi dikkat etsin.”
Sağlıklı dostluk için dost, dostun eğilimlerini bilmesi gerekir.

Kimleri sevdiğini kimleri sevmediğini, neyden hoşlandığını neyden nefret ettiğini bilmek bir dost adayı için önemli kilometre taşlarındandır. Dostluk kuracağımız şanı Yüce Allah (c.c.)ysa O’nun eğilimlerini bilmek gerekir. Allah kimleri seviyor acaba ve hangi vasıtalara haiz kullarına değer veriyor? sorumuzun cevabını yine O’nun kelamından alalım:

“Doğrusu Allah kendi yolunda (malzemeleri) birbirlerine kaynatılmış binalar gibi saf bağlayarak çarpışanlar sever” (61/4)

“Allah güzel davrananları” (3/134)

“İyilikte bulunanları” (5/135)

“İnfak ederken sevdiğinden infak edenleri” (3/92)

“Sabredenleri” (3/146) “Tevbe edenleri, temizlikte titiz davrananları” (2/222)

“Günahlardan korunanları” (9/4)

“(fiirkten ve pislikten) arınanları” (9/108)

“Allah’a tevekkül edenleri ve Allah’ı vekil olarak yeter görenleri (4/81 - 33/3 - 3/159)

“Muttakileri (takvalıları) (3/76 - 9/47) SEVER.

“Allah mü’minleri sevdirir.” (19/96) “Allah mü’minleri, mü’minlerde Allah’ı severler.” (5/54, 119)

“Allah muttakilerin dostudur.” (45/19)

Yüce Allah kimleri sevmez? “Allah kafirleri” (3/32 - 30/43)

“Zalimleri” (3/57,140)

“Günahkarları” (2/276)

“İsraf edenleri” (4/141 - 7/31)

“Bozguncuları (fasidleri)” (28/77)

“(Grurlanıp) şımaranları” (28/76)

“Kendini beğenip böbürlenenleri” (4/36,37)

“Sınırı (haddi) aşanları” (5/87 - 7/55)

“İhanet edenleri” (8/58) SEVMEZ.

Allah, islam düşmanlarına sevgi beslemeyi yasaklamış (60/1)tır kendi dostlarına. Allah’ın dost bildiklerini dost, düşman bildiklerini düşman bilmek mü’minlerin asıl görevleri arasındadır. (3/118) İsterse bu düşmanlar aile fertleri de olsalar. “Mü’minler islam düşmanlarını sev(e)mezler.” (58/22 - 9/23)

Rahman ve Rahim olan Yüce Allah yarattıklarının rızıklarını üzerine almıştır. (6/12) O, yarattıklarına karşı son derece acıyan şefkatli davranan, rikkat sahibidir. Bu rahmeti kainatta sürekli tecelli ediyor (55/29) Bir bakıma her oluş rahmetinin eseridir. Sürekli yağış halinde olan rahmeti tüm varlıkları, ins, cin, melek, şeytan, hayvan, bitki vs.’ini kapsamaktadır.

Rahman sıfatı O’na özel olmasının sırrı da budur. Kainat sofrasını insana sunan Yüce Allah mü’min kafir ayrımını yapmıyor. Kafirler de rızıklandırılır mü’minler de... Herkes dünyada yaptıklarının karşılığını alıyor. (53/39,42) O’nun tarafsız rahmeti Adil olduğunun güzel nişanesidir.

Adaleti rahmettir, çünkü hiçbir kula zulmetmez. (3/117) Rahmeti de adalettir. Yeryüzünde her nesnenin adilce dağılımı yapılmış. Her nesne kendi yerinin boşluğunu doldurarak kainatta bir ahenk oluşturuyor. Yarattıklarını en güzel yaratan O’dur.

Ahiret yurdunda ise Yüce Allah kendi dostlarına rahmetinden fazla pay vermektedir. (7/56) Kendi salih kullarına rahmetini yakın tutar onları da rahmetine yakın...
Rahman ve Rahim’in temelinde sevgi vardır. Hayatın içinden dışa yansıyan manzaraların özünde de sevgi vardır. Dost-düşman demeden sürekli ve karşılıksız bir verme eyleminde bulunmanın ilk temelinde sevgi olduğu gibi varış noktasında da sevgi vardır.

fiirkin dışında ‘dilediğini’ affedecek, Allah’ın bu sonsuz bağışı bunu çok güzel tescilliyor. Ancak bu mutlaka ‘affedecek’ anlamı çıkmıyor. ‘Layık olanlar’ bu kapsamdandır, velev ki büyük günahlar işlemişlerse de... O’nun bir sıfatı da “El Veli”dir. Bu sıfatının bir gereği olarak sonsuz fedakarlıklar da bulunuyor kendi dilediği kullarına.

Allah, kulunu muhabbete, dostluğa, çekici bir diyaloğa davet ediyor. Oluş (kurul)an ilişki, amir-memur, efendi-köle diyaloğundan uzak, ilgi ve alakayı her safhada yenileyen, sıcak, samimi ve her dem diyalog kapısını açık bırakmakla da kalmayıp onu içeriye çeken bir davet vardır. Bu daveti her yeni nesille ‘Canlı Kelam’ı ile yenilemektedir.

Bu da Kur’an-ın mucizevi yönlerinden bir yöndür. Güzel Mevla ve güzel yardımcı olduğunu sık sık yenilemektedir bizlere. (8/40 - 42/9 - 8/17 - 33/17 - 42/9,31,46) Sadece İnsan-Allah diyaloğu ile kalmayıp salih kulların kendi aralarındaki dostluğunun üzerinde de çok duruyor (8/72 - 9/71) Mü’minlerin dünya hayatında kimlerle dostluk kurabileceklerinin sınırını çiziyor.

Kimlerle dost olup kimlere düşman olmalarının ayrıntılarıyla bizleri aydınlatıyor. Mü’minlerin velileri mü’minlerdir, kafirlerin velileri de kafirlerdir. Mü’minlerin velisi Allah, inkar edenlerin velisi şeytandır.

Allah’ın veli kullarına korku yoktur. (10/62 - 11/113) Ve onlar mahzun da olmayacaklardır. fieytanı dost tutanlar açık bir ziyana uğrayacaklardır. (4/119)
Allah’ın veli kullarının bazı özelliklerine Kur’an penceresinden baktığımızda önümüze şu tablo çıkıyor:

“Rablerine gönülden boyun eğenler” (11/23)

“İman edip salih amel işleyenler” (3/134)

“Her konuda Allah’a ve Rasulüne itaat edenler.” (3/132 - 4/13 - 48/17)

“fiirkten arınıp Rablerine karşı gelmekten sakınan, tevhidi yaşayan takva sahipleri” (3/15 - 3/133 - 16/32)

“İslam uğruna yoksulluk ve sıkıntı çekenler” (2/214)

“Günahlarına tevbe ve istiğfar edenler ve işledikleri kötülüklerde ısrar etmeyenler” (3/135)

“Allah yolunda cihad eden ve sabredenler” (3/142)

“Hakkı ve sabrı tavsiye edenler” (103/3,4)

“Allah’a iman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden ve cihad da canlarını cennet karşılığında satanlar” (3/195 - 9/20,21)

“Allah’ın dinini gereği gibi yaşayanlar” (11/108)

“Tevbe edip iman edenler ve ardından salih amellerde bulunanlar.” (19/60,61,63)

“Hayırda yarışanlar” (35/32,33)

“Allah’ın halis kulları”(37/42 - 98/8) Her hal ve şartta Allah’a yönelen, görmediği halde Rahman’a derin saygı gösteren bir kalp ile gelenler (50/32,33)
Hesap gününe iman edenler, Rablerinin azabından korkanlar, (Rablerinin azabından güvende olmayanlar) namazlarında devamlı olanlar ve onu koruyanlar, mallarından mahrumlara verenler, ırzlarını koruyanlar, emanetlerine ve sözlerine sadık olanlar, şahidliklerini dosdoğru yapanlar” (70/22’den 35’e kadar)

“Nefsinin kötü arzularına muhalefet edenler” (79/40)

“Allah’ın rızasını kazanmak için gayret sarfedenler” (88/8,9,10)

“Allah’tan içi titreyerek saygı gösterenler” (70/27,88 - 98/8)

Allah’ı tesbih edenler” (24/36)

“Ayetlere kör ve sağır olmayanlar” (25/73)

Boş şeylerden yüz çevirenler (13/20)

“En çok Allah’ı severler” (2/165,177)

“Kötülüğü iyilikle savanlar” (13/22)

Bu güzel hasletlere sahip olanlar Allah, hem onların velisidir hem de Mevlası’dır.
Mükemmelliğin şuuruna erme makamının en zirvesi güzelliktir. Hz. Peygamber Yüce Allah’ı şöyle tanıtıyor ümmetine:

“Allah güzedir; güzeli ve güzelliği sever” Tüm güzel hasletlerin kaynağı Yüce Allah’tır. En güzel isimler, sıfatlar O’nundur. (7/180) Sözlerin ‘en güzeli’ni Hz. Peygamber vasıtasıyla gelecek tüm insanlara indirdi. (39/23) Buna karşılık O’na yükselecek söz de en güzel olanıdır. (35/10) Yüce Allah kendi katında güzeli indiren ve güzeli kabul edendir.

İnsanları yaratılanlar içerisinde en güzel bir şekilde yaratandır. (95/4,6) Güzel sahip, güzel yardımcı vasıflarıyla muvassıt olan (3/150) kendi yolunda çalışanların ecrini (en) güzelle öven (3/136) O’na tabii olanlara sözlerin en güzeline uymalarını dileyen (39/8) Ve insanları Hakk’a çağırıda en güzel söz ile bulunmasını arzulayan (17/53 - 33/70) hikmete, güzel öğütle, hakk’a, çağırıp mücadele uslubunu da en güzel bir şekilde olmasını emreden yaratılanların ‘en güzeli’ olan Allah’ın şanı ne yücedir. (23/14)

Sonsuz lutuf ve cömert sahibi olan Yüce Allah kulundan iyiliğin karşılığı iyilikle verilmesini isterken-ki bu adalettir- nimetlerine karşı nankörlükle kötülükle cevap veren kullarına bile iyilikle cevap vermektedir. Muhsin kullarına karşılık verirken ise bire on veya daha fazla vermektedir. (6/160 - 10/26 - 27/89) Güzel ödünç Allah’ın muhsin kullarına özgüdür.

Tüm güzelliklerin menbaı olan Yüce Allah kendi seçtiği yeryüzü halifesinden de güzel davranmasını, kendi taşıdığı üstün sıfatlarını kamil kulunda görmeyi istemektedir. (16/90 - 28/77)
Güzellikler sahibi’yle dost olma niyetinde olanlar şunu iyi bilmelidirler ki, kainattaki her bir zerrenin

O’nsuz varolmadağı, kendisinin varlığı bile O’nun ‘ol’ emriyle varolduğu, varolmasıyla hayat bulduğunu ve bunların bir ‘ayet’ olduğuna kalben iman etmelidir. İmanı, onu Yüce Allah’ı akılla tefekkür, dille zikr ve bedeniyle ibadet ederek O’na yakınlaştırır. O’na yaklaştıkça da O’nu daha iyi tanımaya şahid olur. Bu tanım(a)dan kendisinin O’nun karşısında bir ‘hiç’ olduğunu (ama hiç olmayacağı!) ancak ve ancak O’na kul olma şuurunu gerçekleştirince varlığının bir değer kazanacağını bütün benliğiyle anlar.

Kulu yücelten marifet; hakkıyla kulluğunu bilmek ve Yüce Allah’ın sınırlarına müdahale etmemekle olur. Kul kulluğunu bildiği sürece problem yoktur. Ne zamanki Yaradan’ın sınırlarına müdahaleye kalkışınca problem oluyr, insanlık da çıkmazlara giriyor, kul özbenliğinden uzak düşerek değil, özüne hicret ederek yücelir. Bir diğer ifadeyle, kul Rabbine eğilerek, Allah’ı hamd ile tesbih ederek yücelir.
İnsanın bütün varlığıyla yaratıcısına muhtaç olduğunu bilen bir kul, acziyetini gizleyip kendisini mustağni görmez.

Bilakis her şey(in) de ne kadar da Yaradan’ına muhtaç olduğunu, O’nsuz dünyanın azap ve anlamsız olduğunu, her zalimin yaptığının ona kâr kalacağı, zayıfların ezileceği, güçsüzlerin sömürüleceği, güçlülerin keyif sürdürecekleri karmaşa bir alem olacağını teslim eder. Bu teslimiyet kulu, gerçek anlamda ‘bir kul’ eder.

Gerçek kuldan kasıt, Allah’ın ahlakıyla ahlaklanan, sıfatlarıyla sıfatlanan, boyası ile boyanan (2/138) kendi cüz’i iradesini O’nun mutlak iradesinde eriten adeta bütünüyle edilgen duruma geçerek sıkı bir disiplinle kendisini O’na ‘vesilesiz’ (39/3 - 50/6) yaklaştırandır. Sonsuz lutuf ve cömert sahibi olan Allah da bu muhsin kulunun içten teslimiyetine karşılığını kat kat üstünde ihsan eder. Kulunu sınırsız merhametinin kapsamına alır.

Dünyada ve ahirette onu “felah olanlar”ın zümresine katar.
Allah kudret ve kuvvet sahibidir. Hiç kimsenin yardımına muhtaç değildir. Acz ve zayıflıktan uzaktır. Allah’ın dinine sahip çıkmakla aslında insanlar kendilerine yardım etmiş ve Allah’ın yardımına mazhar olmuş olurlar.

“Allah’ın kendi (dini)ne yardım edenlere yardım edeceğini va’d etmiştir.” (40/51 - 37/171,173)

Allah mü’minlerin dostudur onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır (2/257)
Allah dostlarını korur ve kayırır.

Allah-insan ilişkisinde ortak bir sıfat olan ‘dostluk’ta bir noktada bütünlüğü ve beraberliği getiriyor. Kamil insanların bir sıfatı dost/velidir. Yüce Allah insanlar içerisinde kendisine dostlar edinmek istiyor. Buna ihtiyacı olduğu için değil insana verdiği üstün değer içindir.

Yüce Allah bütün insanların kurtuluşunu arzu etmektedir. (3/31 - 5/54) O kullarını seviyor ve onun için kendi katında aydınlatıcı yol gösterici, insanları uyarıcı vahyi göndermiştir. İnsanı, pekala verdiği aklıyla da sorumlu tutabilirdi. Ama O, insanlara rahmetiyle lutfedip (6/157) insanların sırat-ı mustakim de kalmaları için birçok kolaylıklar sağlamıştır.

Buna rağmen insanların çoğu dalaleti seçti/seçiyor. (40/60) Bu safhadan sonra yine de Allah (c.c.)’un mağfiret kapısı insana daima açık olup teşebbüste bulunmak ve onu talep etmek insanın elindedir. “fiüphesiz Rabbin(in) affı geniştir. Allah şefkatli ve merhametlidir.” (2/143 - 9/117) Acıyanların en hayırlısıdır. (23/118)

İlahi vahy, insanlar arasında adaleti yaygınlaştırarak yeryüzünde barışı ve huzuru tesis etmek için gönderilmiştir. Dost, akraba, düşman demeden bütün insanlar arasında hakkaniyeti ve tarafsızlığı öğretmek için indirilmiştir. İlahi vahye tutunanlarsa, sadece insanların hak taleplerini korumak için değil, aynı zamanda Rablerine karşı sorumluluğu yerine getirmek için gayret sarfederler.

Bu sorumluluk bilinciyle Allah’ın dostu, Dostu’nun tüm yasaklarından koru(n)mak hatta yasaklarına ‘yaklaşmama’yı kendine huy edinir. Zira kötülüğe meyilleştiği vakit cazibeye kapılma/yasağı delme ihtimalini doğuruyor. Bundan şiddetle korunmak için “takva elbisesi”ni üzerine almanın onun için daha hayırlı olduğunu bilir.

Çünkü takva kalb için kötülüklerden uzak durmanın şeytanın vesveselerine kapılmanın, hevanın işlemeyeceği tesirini gösteremeyeceği güçlü bir zırhtır. Dünyada bu zırha bürünenlere ahirette ateş de işlemez. Çünkü bu zırhta iman dopdolu ve küfre açılan tüm kapılar tamamen kapalıdırlar. “Bu zırhı giyerek günahlardan kaçınmanın mükafatı cennettir.

” (3/14,15) “Dostu’nun katında üstün-değerli olan takvaca yüksek/zırhı kalın olandır.” (49/13) “ Dünyada en iyi azık takvadır.” (2/197)
Dostu’na içten bir bağlılıkla bağlanan kul, takva elbisesi içerisinde huşu anını her an korumaya büyük özen gösterir.

Huşudaki anlam kulluk tavrını -her ne durumda olursa olsun- ümitle ve severek koru(n)masıdır. Rabbine karşı olan samimiyetini, sevgisini, halis teslimiyetini ve özgür iradesini ona severek ve isteyerek bağlamasıdır. “Allah katında değer açısından insanların en değerlisi en fazla huşu sahibi olanlardır” anlamındaki Hadis-i şerif’te de görüldüğü gibi kulun her anını Allah’a ait kılması en yüksek mertebeye ulaşarak Yüce Allah’ı fazlasıyla hoşnut etmektedir ki en çok değer’e layık görüyor.

Yüce Allah çağrısını kullarına yapmaktadır!: “Beni anın ki, ben de sizi anayım” (29/45) “Gerçek anlamda kalblerin tatmini Allah’ı anmaktan geçer.” (13/28) fiekilsel ibadetlerin Allah katındaki değeri huşu içerisinde yapılanıdır. Namaz kılarken, zekat verirken vs. ki halin en makbulu huşu ile olmasıdır.” (24/37) Allah velilerinin vasıflarını bizlere şöyle bildiriyor:

“Ki onlar namazlarında huşu içindedirler.” (23/2) “Hayırlı işlerde yarışıyorlar, korkarak ve umarak Allah’a yalvarıyorlar ve Allah’a karşı sürekli huşu içindedirler.” (21/90) “Allah’tan razı Allah da onlardan razı, hayırlı kullardırlar.” (98/8) “Allah’tan kalpleri titreyerek sakınırlar her zaman Allah’ın huzurunda bulunduklarının bilinci içerisindedirler.

Bunlar öğüt dinlerler” (37/11) “Allah’ın elçisini ve mü’minleri evliyalar edinenler galip gelecekler ve asıl dostlar (evliyalar) bunlardır.” (5/55) “Allah’tan korkan kötülükten men eden ve temizlenip arınanlar felah bulmuşlardır.” (3/200 - 7/65 - 87/14) “Allah’ın dostu hayatını korku ve ümit arasında idame eder.” (31/16 - 39/9) “Dualarını da korkarak ve umarak yapar.” (32/16) “Allah’ın rahmetinden hiçbir zaman ümidini kesmez.” (39/53,56) “Allah’a iman ederek teslim olanlar en güzel kulpa yapışanlardır.” (31/12)

“Allah’a ve Rasulüne çağırdıkları zaman inananların sözü “işittik ve itaat ettik” demeleridir.” (24/51) “Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir.” (48/10) “Allah’ın sınırlarını koruyanlara cennet müjdelidir.” (9/112) “Allah’ın dostu, “Allahı’ın yoluna (insanları) hikmetle güzel öğütle davet eder.” (16/125)

Allah’ın muhsin ve salih kulunun başına ister bela ve musibet gelsin, isterse nimetlere garkolsun o her iki durumda da şekur duruşunu bozmaz. İki durumun da imtahan vesilesi olduğunun şuurundadır. Onun için isyan etmez, itaatini/bağlılığını bırakmaz. Belalara sabr, nimetlere şükreder. Darlıkta isyan eden bollukta azanlardan olmaz. Her iki halin de Allah’tan geldiğini, şükreder mi yoksa küfreder mi tercihi ile karşı karşıya olduğunu bilir.

Hz. Eyub ile Hz. Süleyman, onun için teslimiyetin timsalidirler. Bu durumlarda imtahanını açık alınla sınıfı/dünyayı geçenlere Allah kendi katında fazlasıyla ihsanından, fazlından, kereminden verir. (14/7 - 4/47 - 64/17) “Bela ve musibetlere dayanıklılık gösterenleri yakinen iman edenleri Yüce Allah onları ‘kurtuluş’la müjdeliyor.” (2/155,156)

İnsan yaratılıştan günah işlemeye meyilli bir varlıktır. Günahı, inkar edenler işlediği gibi iman edenler de işleyebilirler. Aradaki fark; inkar eden bataklığa saplandığı için sınırlarda onun için söz konusu değildir. Dünyada sorumsuzca bir müddet sefasını sürdürür. Ancak mü’minin durumu bundan çok farklıdır. Her şeyden önce mü’min Allah’ın birliğine inanan ortak koşmaktan uzak durur.

O’nun yasaklarına boyun eğeceğine verdiği sözünün arkasında mümkün olduğunca --imani derecelerine göre- durur. Buna rağmen günahlardan beri değiller. Günah işledikleri vakit “Allah’ın sevap ve cezasını hatırlarlar, hemen (gerçeği) görürler.” (7/201) Bir pişmanlıkla Allah’tan af dileyerek eski temiz haline dönmeye gayret ederler. Adem’in kıssasında da açıkça bu durum cereyan etmiştir.

Adem, hatasını anlayıp Allah’tan özrünü dilerken, şeytan gerçeğe yanaşmayıp kibirlenmiştir. Burada mü’min işlediği günah için kendisini Allah’ın kapısına atıyor! Yakarıp yalvarıyor kendi affı için. Bundan emindir ki Yüce Allah tevbeleri kabul edendir. Tevbe kapısının da sürekli açık olduğunu bilir. “Eğer Allah kendisine varacak kapıyı kapatmış olsaydı yeryüzünde canlı kalmayacaktı.” (16/61)

Yüce Allah’ın kendi kullarıyla diyaloğunun sürekliliği için tevbe kapısını her durumda açık bıraktığının hikmeti, günah işlemeye meyilli olduğu kadar dönüş yapmaya, hata da diretmemeye de meyilli insan unsuruna defalarca şans tanımasıdır. Tevbe kapısı her zaman ve herkes için açıktır. Allah; “durumlarını düzeltmeleri için, Allah’a yalvaranları affedeceğini vaad ediyor.” (2/160) “Tevbe edenleri ve temizlenenleri seviyor” (2/222) Hiçbir duanın karşılıksız kalmayacağı (2/186) yeterki tövbe edenler tövbelerinde samimi olsunlar ve “kesin tövbe” ile tövbe etsinler.

Halis kul bir biçimde havasına uyup işlediği günahtan “nasuh bir tövbe” ile kalbini karartılardan kurtarır, Rabbine döner, günah yarasına tövbe merhemini sürer ve o husustaki açıklarını böylece kapatır. Samimi tövbenin dışa yansıması olarak daha önce işlediği günah(lar)ın bırakılması ve yerini salih amelle doldurmasıdır. Bu durumda Rabbine makbul bir kul olarak döner.” (6/54 - 25/71) Tövbenin kalbten ve kesin olmasını, bu konuda samimi olmasını ister Yüce Allah.” (66/8 - 11/90) Bu teslimiyetin yanında tövbenin kabulü içinde ayrıca dua kaçınılmaz bir başvurudur. (2/128,199 283, 286)

Bir müslümanın tövbesi, her zaman bir günah işlediğinin sonucu değildir. Aynı zamanda tövbe ve dua etmek, Allah’la olan açık kapıların işlerlik sağla(n)ması, canlı tutulması, buluşmanın tazelenmesi gibi önemli bir boşluğu dolduruyor. Ümmetinin masum önderi Hz. Muhammed; “günde yetmiş kez tövbe eden” bir peygamberdi.

Günahları mı vardı onun? kesinlikle. Allah’ın sevgilisi, mahbubu O’nun koruması altında olan Hz. Peygamber’in tek hedefi: “Allah’a şükreden bir kul olmak”tı.
Allah-insan diyaloğunda çıkan sonuç şudur kanaatimce: Kul ‘vesilesiz’ Rabbi’ne sığınmak iken, Rabbin de kulunu merhameti ve bağışı alanına almasıdır.

Başka bir ifadeyle; kula düşen acz içinde dua, Rabbe yaraşansa kabul ve icabettir. (2/186 - 40/60) Aslında ibadetlerin tümü bir dua mahiyetindedir. Dualar da tamamıyla ibadettir. Hz. Peygamber duayı “ibadetin özü” olarak nitelendirmiştir.

Bir mü’minin dünya hayatı, kendisini ne tam güvende hissedip Allah’ın emir ve nehiylerini hafife alacak ne de tamamıyla umudunu kesip günah bataklığına saplanarak boş verecektir. Umud ile korku arasında hayatını idame etmelidir. Yüce Allah kendi dostlarının dualarını bizlere şöyle bildiriyor: “Onların yanları (gece namazına kalkmak için) yataklarından uzaklaşır. Rablerine korku ve umutla dua ederler ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden infak ederler” (32/16)

Yüce Allah kendi salih kullarının ağırbaşlı, vakur, sabırlı ve her şartta Allah’ın kendilerinden istediğine göre (hikmetle) hareket etmelerini diliyor. Yüce Allah’ın bir sıfatı ‘muhsin’dir. (Kamil) kullarının da muhsin olmalarını istiyor. Bu üst makamı Hz. Peygamber şöyle tanımlıyor: “İhsan, Allah’ı görür gibi ibadet etmektir, her ne kadar siz O’nu görmeseniz de O sizi görüyor.

” Bu şuur, İslam’da ahlakın temelidir. Aslolan kalplerin Allah’a yönelmesidir, bir bakıma manevi eğitimdir. Hz. Peygamber ümmetinin bir örneği olarak böyle yüce bir ahlaka sahiptir. (33/21 - 68/4) “Alemlere rahmet olarak gönderilen” (21/107) Hz. Peygamber, “gönderiliş amacını”, “güzel ahlakı tamamlamak” olarak bildiriyor bizlere. Makamların en yükseği olan “makam-ı mahmud (övülmüş makam)” (17/79)’a yükselmiştir. Allah’ı dost edinmek Allah rasulüne itaat etmekle gerçekleşir. (4/80 - 3/31) itaatin de amelde kendisini izhar etmesi ile olur.

Dost ve dostluk, varoluş amacının tutunduğu önemli unsurlardan birisidir. Bu unsuru hayat serüvenimizde gerçekleştirirken dinin her alanında ‘vasatı yakalamak’la mükellefiz. İslam dinine mensup olmak önemli olduğu kadar ‘gerekli amel’de ifrat ve tefrite kaçmamak da o kadar önemlidir. ‘Allah, kendi katında geçerli saydığı din olan İslam’ı, vasat bir dindir.’ Mensuplarını da insanlara şahid (örnek) olmaları için vasat bir ümmet kıldı. (2/143) Bir müslümanın gerek tabiatla, gerek insanlarla ve gerekse insanı en güzel bir şekilde yaratan, onu yeryüzünde halife kılan, irade, konuşma ve bilgi bahşeden Yüce Allah’la girişeceği diyalogda vasatı yakalaması şarttır.

Allah ile insan arasındaki bağa ne bütünüyle kendi alemine dalıp dünyadan el etek çekmesi ve ne de çok akılcı davranıp ibadetlerini şeklin ötesine taşımadan sürdürmesidir. Burada vasat yolun, Allah’ın kendi kulunu sevmesi demek ona büyük ikram ve lutufta bulunması (Bela ve musibetlerde kimi zaman lutuf olabiliyor. İnsan bunu bilemez) iken; kulun Allah’ı sevmesi ise Allah’a bütün benliğiyle yakınlaşma arzusundan huşu ile gerçekleştireceği ibadetleridir. Bunun karşılığında Allah’ın vereceği mukafat hiç şüphesiz ihsandır. (55/60)

Allah kullarını kendisine yaklaştırmak için imandan sonra yeryüzünde yapacakları her iyi ameli bir vesile kılmıştır. Kulundan ise kendisine yakınlaşması için bu vesileleri arayıp bulmasını istiyor. (5/35) Cihad, salih amel, kurban vermek gibi eylemler Allah’a yakınlaşmak için birer vesile kartlarıdır. Bu kartları elde etmek ve kullanmak dost adayının önce tercihine sonra gayretine kalmıştır. Allah, iman eden kullarını kendisine nazik bir davetiye ile icabet edilmesini istiyor:

“İman edenlerin, Allah’ın ve haktan inmiş olanın zikri için kalblerinin ‘saygı ve korku ile yumuşaması’ zamanı gelmedi mi?

” Allah’ın davetine -kalbleri katılaşmadan- koşa koşa icabet etmek her mü’mine düşüyor.

“Allah ile dostluk nasıl kurulur?” sorusunun cevabını en mükemmelini Kur’an veriyor özlü bir ifadeyle:

“Allah’ı hamd ile gece ve gündüz tesbih ederek” (3/41 - 15/98 - 56/96) Dost ile birlikte olmanın en etkili ve kolay yolu ZİKRULLAH’tır.

Samimi bir teslimiyetten sonra kul Dostu tarafından ne ile deneniyorsa denensin dilinden ve kalbin düşürmeyeceği şu iki mısranın muhtevasıdır.

“Gelse Celalinden cefâ, yahut Cemalinden vefâ;
İkisi de cana safa, lutfun da hoş kahrında hoş”

Vahdettin EDEBALİ
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi YaŞuHa 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Aile Edep demekti Şiirler ve Şairler YaŞuHa 2 2136 04 Mayıs 2014 20:47
Kardeşimize dua lütfen Dua Bölümü MusabBinumeyr 4 2387 04 Aralık 2013 18:38
Kilonuz mu var? sorun degil artık/Medineweb Diyet/Spor gün ışığı 4 2687 27 Kasım 2013 20:45
Üzüm çekirdeği mucizesi Tıbbı Nebevi ve Alternatif Tıp YaŞuHa 2 2336 27 Kasım 2013 20:34
Peki Anne senin yüregini kim sogutacak? Makale ve Köşe Yazıları Mihrinaz 7 3130 26 Kasım 2013 19:23

Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Konuyu değerlendir
Konuyu değerlendir:

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
AMERİKA’YI ’’TEKÂSÜR’’ KRİZİ HELAKE SÜRÜKLEYECEK Mustafa İslamoğlu sevginin_bedeli Serbest Kürsü 1 19 Nisan 2014 00:34
İslam’a Yolculuk... (Ateizm’den İslam’a) Fatıma-i Zehra İslam/Dinler/Mezhepler 4 09 Mart 2014 03:17
Bir Müslüman olarak Kur’an’la aramız nasıl? EyMeN&TaLhA Makale ve Köşe Yazıları 2 06 Temmuz 2013 22:28
‘’ Evladı-Ekrâd’’ Değerlerini Batılılaşma Adına Yitiriyor. Yitiksevda Makale ve Köşe Yazıları 1 18 Şubat 2013 14:37
Kur’an’da Şirke Açılan Kapı: “Allah’ı Hakkıyla Takdir Edememe” bilinmez Tevhid Ve Şirk Konuları 0 20 Ekim 2012 13:54

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.