Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.İLİTAM İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA.::. > İLİTAM Bölümleri Ders/ Dökümanlar > SAMSUN OMÜ İlitam

Konu Kimliği: Konu Sahibi Medineweb,Açılış Tarihi:  20 Aralık 2013 (14:38), Konuya Son Cevap : 20 Aralık 2013 (14:38). Konuya 0 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 20 Aralık 2013, 14:38   Mesaj No:1
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:339
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Omu ilitam kelam 8. ünite

Omu ilitam kelam 8. ünite

İSLÂM KELÂMINDA NÜBÜVVET MESELESİ

Nübüvvet, peygamberlik bahsi, kelâm ilminin sem‘iyyât kısmına girer. Sem‘iyyât; esasları sem‘, nakil, vahiy ile edilen konulardır. Bununla birlikte akıl yürütme ve aklî araştırma ile münakaşalar ve felsefî meseleler de sem‘iyyatın konuları arasında yer alır.Sem‘iyyât, esas itibariyle ahireti konu edinir. Sem‘iyyât, bir nakil veya tebliğ ameliyesi olan nübüvvet ile tanınır. . 1. İSLAM ÖNcESİNDE NÜBÜVVET İslâm nübüvveti, insanlığın uluhiyet konusundaki inançlarını düzeltmek ve tamamlamak için gelmiş olduğu gibi, söz konusu sihir, falcılık gibi hususların nübüvvetle bir ilgisinin bulunmadığını ve gaybî bilgilerin elde edilmesinde bunların rolü bulunmadığını vurgulamıştır.

Eski Ahid’de Nübüvvet : Eski Ahid’de Musa, peygamberlik müessesesinin en önemli şahsiyetidir. Gerçek anlamda peygamberliğin onunla başladığı kabul edilmekle beraber, Musa’dan önce Tanrı’nın, İsrailoğullarıyla ilk ahdini kendi şahsında gerçekleştirdiği İbrahim de peygamber olarak zikredilmektedir. Musa’dan itibaren, nübüvvet kurumunun, Musa’dan Samuel’e, Samuel’den klâsik peygamberlere kadar olan dönem ve klâsik peygamber dönemi olmak üzere çeşitli kısımlara ayrıldığı görülmektedir. Temel görevi tebliğ olan peygamberler Eski Ahid’de “Tanrının Ağzı” olarak tavsif edilmektedirler.

Yeni Ahid’de Nübüvvet: Yeni Ahid nübüvvet anlayışı, Eski Ahid nübüvvet anlayışının bir devamı olarak görülür. Ancak Yeni Ahid’de İsa, nübüvvet açısından önemli ve farklı bir konuma sahiptir.Yeni Ahid’de İsa, nübüvvet sıfatını aşan bir boyuttadır. Tanrı’nın, kendisine hulûl ettiği yaşayan vahyi, Tanrı’nın kelamıdır. O aynı zamanda peygamber, Mesih ve Rab olarak takdim edilir. Dolayısıyla Îsâ, yaşadığı dönemlerde peygamberlerden daha fazla fonksiyonlar icra etmiştir. Çarmıha gerilmesinden ve yükseltilmesinden sonra da, onun ruhuyla başkalarının peygamberlik yaptıkları bir konuma yükseltilmiştir. Yeni Ahid’de gerçekleşen vahyin en önemli ögesi, İsa’nın kelamı olarak takdim edilmiş olmasıdır. Tanrı kendi gizli iradesini İsa’da bilinir hale getirmiş, Tanrı’nın kelamı onun bedeninde ete, kemiğe bürünmüş ve insanların arasına girmiştir. Böylece Kelâmı (Logos) vasıtasıyla her şeyi yaratan ve varlıklarını sürdüren Tanrı, insanlara ebedî kudret ve ulûhiyetini müşahede etme imkanı da bahşetmiştir. İsa’nın kendisinin bizzat vahiy olması yanında, Tanrı’nın Ruhu’nun aracılığıyla da ilâhî vahyi aldığı ifade edilmektedir .

PEygAMBErLİK VE PEygAMBErLErE İMAN

Farsça’da haber alan, getiren ve götüren anlamlarına gelen peygamber, terim olarak, Allah’ın kulları arasından seçtiği ve vahiyle şereflendirerek, emir ve yasaklarını, va‘d ve va‘îdlerini, öğüt ve uyarılarını insanlara ulaştırmak üzere görevlendirdiği elçisine denmektedir. Arapça’da peygamber kelimesinin karşılığı gönderilmiş ve elçi demek olan “resûl” ve “mürsel” kelimeleri ile haberci, haber getiren anlamındaki nebî kelimesi kullanılır. Risalet ve nübüvvet kelimeleri masdar olup, peygamberlik anlamına gelmektedir. Berâhime gibi, peygamberlerin tümünü inkâr edenler ile, onlardan bir kısmını peygamber olarak benimseyip diğerlerini inkâr eden Sâbiîler, Yahudiler ve Hıristiyanlara gönderme yapan Allahu tela kuranda ayetlerle bunu ifade etmiştir . Kur’an’da 25 peygamberin adı geçmektedir. Bunların dışında peygamberliği ihtilaflı olan üç isim şunlardır: Üzeyr, Lokman ve Zülkarneyn. Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed Ulu’l-Azm, yani beş büyük peygamber olarak bilinirler.

PEygAMBEr gÖNDErMENİN İMKANI

Peygamber gönderme aklen mümkün olup, imkan dahilindedir. Bunun aklî olarak izahı kabildir. Peygamber göndermede imkânsızlık ve çelişki yoktur . İmâm Gazzâlî’nin el-İktisâd adlı eserinde bu konuyu anlatımına bakıldığında, nübüvvetin mümkün oluşu, Allah katında peygamber göndermenin imkân dahilinde olması, Allah’ın kelâm sıfatıyla ilgilidir. Kelâm sıfatı varsa, nebevî vahiy de var demektir. Allah’ın kelâm sıfatının varlığı açık bir gerçektir. Bunu akıl ve nakil ispat etmektedir. Bu kelâm sıfatı, Mu‘tezile’nin anladığı gibi muhdes bir sıfat değildir, Allah’ın zatıyla kâimdir. Kelâm-ı nefsî bir gerçektir. Kelam sıfatı Allah’da önce bu nefsî kelâmdır, ezelîdir ve yaratılmamıştır. Allah’ın bu kelâm-ı nefsîyi harfler, cümleler ve sesler halinde dışarıda ortaya koymasında, lafzen ifşa etmesinde ve açığa vurmasında hiçbir imkânsızlık ve çelişki yoktur . Peygamber gönderme, Allah için imkân dahilindedir, mümkündür, imkânsız değildir. Bu mesele daha ziyade Allah’ın fiilleri bahsine girer. Mu‘tezile, peygamber gönderme meselesinde genel ilkesini tatbik eder ve görüşünü ahlâkî bir mecburiyetle temellendirir. Şöyle ki, Allah ahlâkî bir mecburiyetle, zorunlu (vucûbî) olarak kullarını salah ve aslahta tutmaya mecburdur. Allah insanların faydasın olanı gözetmek ve yapmak durumundadır. Nübüvvet de insanların salahına olan bir müessesedir. O halde nübüvvet makamında bir peygamberin bulunması gereklidir. Allah insanoğluna peygamber göndermelidir. İnsanlara gönderilmesi gereken bu peygamber, insanlara takip etmeleri icap eden doğası ve mahiyeti itibariyle aklî olan kanunları tebliğ etmek mecburi yetindedir. . Buna göre, Mu‘tezile için Allah’ın peygamber göndermesi ahlâkî bir mecburiyettir. Şia, Mu‘tezile’nin söz konusu görüşüne katılarak, Allah’ın peygamber göndermesini“vâcip bir lütuf” olarak kabul eder İslâm filozoflarına göre, Allah’ın peygamber göndermesi âlemin genel düzeni içinde mütalaa edilmelidir. Allah, feyz (taşma), sudûr (zorunlu doğuş) ve determinizm sonucu irâdî bir zaruretle âlemi yaratmıştır. Peygamber gönderme âlemin genel nizamının dışında tasavvur edilemez.Peygamber gönderme meselesi, kâinatın fizik kanunları kadar zarurî ve gereklidir. Bi‘set, Allah’a zorunlu olarak düşen bir görevdir. Ehl-i Sünnet’e mensup kelam bilginleri ise, peygamber göndermenin Allah’ın iradesinin bir tezahürü olduğu noktasında birleşmektedirler. Çünkü Allah için hiçbir mecburiyet ve zarûret yoktur. O mülkünde dilediği tasarrufta bulunur, istediği gibi davranma hakkına sahiptir, herkes yaptığından sorulur, ama O fiillerinden sorulmaz. Ehl-i Sünnet kelamcılarına göre, peygamber göndermenin Mu‘tezile’nin ahlâkî mecburiyet, Şia’nın vâcib lütuf, İslâm filozoflarının fizik zarûret anlayışı ile ilgisi yoktur.Çünkü bi‘set Allah için zorunlu olmayıp, câizdir. Allah iyiliği mükâfatlandırmaya, kötülüğü cezalandırmaya mecbur değildir. Allah, insanların yaratılmasını mutlak zatıyla kaim iradesiyle dilemiştir, ama onlara teklifte bulunmaya mecbur olmadığı gibi, şerî hükümlere itaat etmekle yükümlü tutma da, O’nun için zorunlu değildir . İslâm kelamcıları fetih hareketleri ile birlikte Berahime, Sümeniyye gibi Hint kaynaklı felsefelerle karşılaştılar. Bu düşünce akımlarının temel felsefeleri, haberi bir bilgi kaynağı olarak kabul etmemeleri ve bunun bir sonucu olarak peygamberlik müessesesini inkâr etmemeleri idi. Kelâmcılar, peygamberliği inkâr eden kesimlerle karşı karşıya geldikleri için öncelikle Yüce Allah’ın peygamber göndermesinin imkânı üzerinde durmuşlardır. Kelamcılar, Yüce Allah’ın peygamber göndermesinin imkânını ortaya koyarken, bu düşüncenin öncüleri olarak bilinen Berâhime’nin iddialarını ortaya koyarak onlara cevaplar vermişlerdir. Berâhime, insanların doğru yolu bulmada peygamberlere ihtiyaç duymadıkları iddiasında bulunmuşlardır. Onlar insanların peygamberlere ihtiyaçlarının bulunmadığını şu gerekçelere dayandırmışlardır:

1.Peygamber olarak gönderildikleri öne sürülen kimseler peygamber olarak gönderildikleri kimselerin cinsinden kimselerdir. Benzer ve eşit olan kimselerden bir kısmının üstün tutularak diğerlerine peygamber olarak gönderilmeleri Allah’ın hikmetine aykırıdır.

2. Yüce Allah akılları mükemmelleştirmiş; güzeli güzel, çirkini de çirkin olarak insanlara göstermiştir. Akıl, insanların maslahatı ve zulümden korunmaları için bir rehber kılınmıştır. Aynı zamanda onu, bütün ihtiyaç duydukları bilgileri elde etmeye vesile kılmıştır. Dolaysıyla peygamberlerin akılda var olandan, akla yerleştirilmiş bulunandan faklı bir şey getirmeleri mümkün değildir. PEygAMBErLErE OLAN İhTİyAç Allah’ın emir ve yasaklarının, va‘d ve va‘îdlerinin, öğüt ve uyarılarının, ödül ve cezalarının neler olduğunu bilip onların gereğini yapmak için risâlete, yani peygamberlik kurumuna ihtiyaç vardır . Yüce Yaratıcının, en güzel melekelerle ve donanımlarla yarattığı insanı kendi başına bırakması ve terk etmesi düşünülemez.İnsanlar, akıllarıyla varlık dünyasında cereyan eden hadiseler bakıp, Allah’ın varlığına ulaşabilseler de, onların, yaratılışlarındaki gaye ve hikmeti, nereden gelip nereye gittiklerini ve yaratıcılarına nasıl teveccüh edeceklerini ve ibadetlerinin keyfiyetlerini Peygambersiz bilmeleri mümkün değildir.Peygamberler olmasa, insanlar geçici arzu ve isteklerin, boş tutkuların baskısı ve esareti altında doğru olan ile nefislerine hoş gelen yararlı şeyleri birbirine karıştırtacaklar; netice itibariyle gerçek adına hiçbir zaman isabetli ve yerinde bir karar veremeyeceklerdir.İnsanların, belli işlerde sorumlu ve yükümlü tutulabilmesi ve bundan ötürü onlara sevap ve ceza verilebilmesi için, Peygamberlere; onların bildirimlerine ve açıklamalarına ihtiyaç vardır. Ancak bu şekilde ölüm sonrası hayatta insanların hakikatleri bilmediklerini içeren Allah’a karşı mazeret ileri sürmelerinin önüne geçilmiş olur. İslâm toplumundaki Kelâm Mektepleri ve İslâm filozofları peygamberliğin faydasını kabul etmişler, ama izah tarzları değişik olmuştur.Mutezile, peygamberliğin faydasını kabul eder, ama onların nübüvvete bakışları bir başka açıdandır. Aklî güzellik ve çirkinlik ilâhî kanundan önce vardır. Bunları açıklayarak insan aklı için anlaşılabilir hale getiren peygamberlerin getirdiği şeriattır.Bu bakımdan nübüvvet ihtiyaç vardır ve faydalıdır. Peygamberin şeriatı, eşyada ve fiillerde bulunan iyilik ve fenalığı, sadece izah etme ve onlara delalet etme vazifesi yüklenmiştir. Bu konuda kıstas, insan aklıdır. Ancak iyilik ve fenalık akılla ölçülür.Özetle, Mu‘tezile peygamberliğe olan ihtiyacı ve onun faydasını kabul etmekle birlikte, akla daha fazla yetki tanımaktadır. Kur’ân’da bildirildiği tarzda nübüvvete ihtiyaç bulunduğunu ve onun faydasını kabul ederler. Hz. Muhammed, Peygamberlerin sonuncusu, en yücesi ve masumudur. O, insanlığa Kur’ân’ı bırakmıştır. Onda bir noksan ve bir değiştirme yoktur. Zira Allah onu koruyacağını va‘d etmiştir. Hz. Muhammed’den sonra peygamber gelmeyecektir.İmamet anlayışlarından dolayı, Şiîlik’te nübüvvete önem verilir, ihtiyaç ve onun faydası bilhassa belirtilir. Zira imamet, nübüvvet dayalı bir müessesedir. Bununla birlikte, Şiiliğin çeşitli kollarında nübüvvet verilen değer değişiktir. Hâkim çizgi, Mu‘tezile mezhebinin tesiriyle, nübüvvete bakışlarının aklî oluşudur. İslâm filozofları, nübüvvet konunda Mu‘tezile’den daha ileri giderler. Onlara göre, Allah’ı tanıma, bilme mecburiyeti, iyilik ve fenalığın ayrımı ve bütün dinî inançlar aklî olarak tesis edilmekle kalmaz. Fakat bütün bu hususlar/hakikatler, filozof adı verilen derin ilim sahiplerince akıl yoluyla kavranabilir. Dini hükümler alanında akıl üstün bir kıstastır. Vahiy ve Şeriatın tebliği sadece bir lütuftur. Böyle olmakla birlikte Vahiy ve Şeriat insanlık için bir zarûrettir. Ehl-i Sünnet’e göre, nübüvvet Allah’ın insanlığa bir rahmeti, ihsanı ve fazlıdır. Peygamberlik, nübüvvet insanoğlu için faydasız değildir.Aksine insanlığın yararına çok faydalı bir müessesedir. Allah’ın kelâmını insanlara bildirecek, Allah ile insan arasında elçilik yapacak, Yaratıcı’yı ve O’na giden marifet yollarını insanlara öğretecek bir peygamber gereklidir. Zira bütün insanların Yaradanı lâyık olduğu veçhile bilmelerine imkan yoktur.Nübüvvetin yerine kaim olmak üzere, aklın yeterli olduğunu iddia etmek doğru değildir. Zira akıl, ibadetlerin keyfiyetini ve miktarlarını tayin edemez. Ehl-i Sünnet kelamcıları, nübüvvet konusunda Mu‘tezile ve Filozofların görüşlerine karşı çıkmışlardır. Onlara göre, Peygambere tebliğ edilen ilâhî vahiy, din olmasaydı, insanlık ebedî saâdetini temin için vâcip kılınan mükellefiyetleri bilemez. Onları yerine getiremez, güzel, iyi ve düzenli işleyen hukûkî kaideler uygun nizamı yeryüzünde tesis edemezdi.

NEBî VE rESûL KAVrAMLArI

Nebî, lügatte haber manasına gelen nebe’den, emîr vezninde muhbir, haber veren “Allah’tan haber getiren zat” demektir. Farsça’da peygamber denir ki, bize de aynen geçmiştir. Nübüvvet-nübûet, peygamberlik manasına gelir ki, yükseklik demektir. Bu manaya göre nebî, Allah katında makamı yüksek olan zat demek olur. Nebî’nin çoğulu enbiyâ’dır. Resûl sabûr vezninde Türkçemizde elçi anlamına gelir. Arapça mürsel gönderilmiş manasınadır. Çoğulu rusul veya ersül’dür. Risâlet, göndermek manasına irsâl’den isimdir; Türkçe’de elçilik anlamına gelmektedir. Nebî, ıstılah anlamıyla kendisine bir melek vasıtasıyla vahyolunan veya kalbine ilhâm olunan yahut sâlih rüya ile uyarılan zât-ı şerife denir. resûl ise, nebîlik vahyinin üstünde olan özel bir vahiy alan daha üstün zât-ı şerîftir. Çünkü resûl, özel olarak Cebrail’in kendisine Allah tarafından kitap vahyettiği kimsedir. Nebî ile resûlün aynı manada veya değişik manada olduğunda, âlimler arasında ihtilâf söz konusu ise de, genellikle kabul edilmektedir ki, her resûl nebîdir; fakat her nebî resûl değildir. Böylece nebî, resûlden daha genel manaya sahip olmuş olmaktadır.Mu‘tezile’ye göre, ıstılahta nebî ile resûl arasında fark yoktur. Çünkü Allah, Hz. Muhammed’e bir defasında “nebî”, bir defasında “resûl” ile hitap etmiştir. Nitekim Kur’ân’da nebî ile resûlün eş anlamlı (müterâdif) olarak kullanıldığı da göze çarpmaktadır .

PEygAMBErLErİN SIfATLArI

•  Peygamberlerin İnsan (Beşer) oluşu: Peygamberler de insanlar gibi birer insandır, ancak onlara vahyolunmaktadır . •  * Emanet: Peygamberler için emânet sıfatı vâcip ve onun zıttı olan hıyânet müstahîldir. Peygamber güvenilir olmalıdır. Güvenin her türlüsü buna dahildir.

• Sıdk: Peygamberler hakkında doğruluk (sıdk) vâcip, onun zıddı olan yalan (kizb) müstahîldir.

• Fetanet: Peygamber zeki, akıllı ve anlayışlı biri olmalıdır. Bunun zıddı olan dalgınlık (gaflet), onlar hakkında mümteni‘ olur . •  * Tebliğ: Tebliğ etme görevi de peygamberlerin niteliklerinden biridir. Bunun manası, Allah’tan aldığı vahyi olduğu gibi durmadan, saklamadan, çekinmeden insanlara duyurmasıdır. •  İsmet: Kelâmda, peygamberlerin hatadan ve günahtan korunmuş (ma‘sum) olmalarını ifade eden bir tabirdir. Şiîler bu tabiri imamlara da isnat ederler. Masum, Allah’tan aldığı vahiyde hata etmeme ve yanlış yapmama anlamındadır. Peygamberin böyle bir niteliğe sahip olması zorunludur.

PEygAMBErLİK VE MucİzE Mucize sözcüğü, aceze’den türemiş olup masdarı acz’dir. Acz ise kudretin zıddıdır. Buna göre mucize, başkasını aciz bırakan, yani onların benzerini yapmaktan âciz kaldıkları olağanüstü olaya anlamına gelmektedir. Kur’ân’da bu manayı ifade için delil, hüccet anlamında âyet ve burhan kelimeleri kullanılmıştır.Terim olarak, mucize, Yüce Allah’ın, peygamberlik iddiasında bulunan peygamberlerin peygamberliğini doğrulamak ve desteklemek için yarattığı ve diğer insanların benzerini getirmekten âciz kaldığı olağanüstü/hârikulâde olaylardır. Aslında mucizelerin gerçek faili Allah’tır. Diğer bir deyişle, tabiat kanunlarının geçerliliğini geçici bir süre durduran mucizeler, Allah’ın bir fiilidir. Mucizeler, ilâhî tabiat kanunlarının üstünde ve bu kanunlara aykırı hadiselerdir. Sözgelişi, Hz. İbrahim’i ateşin yakmamsı, ateşin doğasına aykırıdır et-Taftâzân’i’ye göre, mucize, peygamber olduğunu ileri süren kimsenin, bu iddiayı kabul etmeyen kimselere karşı meydan okumak üzere (tehaddî) elinde bulunan ve eşyanın alışılmış düzeninden inhirâf eden öyle bir şeydir ki, bu kimselerin bir benzerini yapmalarını imkânsız kılan bir mahiyet taşımaktadır. Adududdin el-îcî, “Mu‘cize ile Allah’ın resûlü olduğunu öne süren kimsenin doğruluğunu göstermesi kastedilir” der. Mu‘cizenin şartları şunlardır.

1.Mucize: Allah’ın fiili olmalıdır. Peygamber eliyle gerçekleştiğinden “peygamber mucizesi” denmektedir. 2.Eşyanın alışılmış düzenine aykırı olmalıdır. :Mucize, tabiat kanunlarına aykırı bir olaydır.

3.Mucizeye karşı gelme imkânsız olmalıdır

4.Mucize, doğruluğunun bilinmesi için, peygamberliğini iddia eden kimseden meydana gelmemelidir. 5.Peygamberin davasına uygun olmalıdır. :Mucize ile gerçekleşen olay Peygamberin isteğine, yani meydan okuduğu iddiasına uygun olmalıdır. Dağı kaldıracağım, diye söyleyen birinin denizi yarması mucize sayılmaz 6.Mucize, peygamberin iddiasını yalanlayıcI olmamalıdır.. 7.Mucize, resûlün davasından önce olmamalı, bilakis beraber bulunmalıdır. Materyalistler, deistler (vahiy ve peygamberliği inkâr etmekle beraber Allah’ın varlığını kabul edenler) ve Panteistler, genellikle mucizeler inanmazlar. Fakat Thesitler (Allah’ın varlığını ve vahyi kabul edenler), dış doğal dünyada bir ilâhî müdahelenin ve el atmanın olabileceğine inanırlar; yoksa ibadetin bir anlam taşımayacağını söylerler. Kelâmcılara göre Allah, Fâil-i Muhtâr olduğundan dilediğini yapar, dilediğini yapmaz. Mümkün olan şeyleri dilediği gibi yaratmaya muktedirdi r. Filozoflara göre, âlemde Tanrı’nın herhangi bir varlığı yaratması bazı sebeplere, şartlara ve kabiliyetlere bağlıdır. Tanrı, her maddeye istidatlı olduğu varlığı (sureti) vermeye mecburdur. O, şüphesiz varlığa getirme yönünü seçecektir. Filozoflara göre, peygamberler, kendilerinden ayrılmayan birtakım zâtî özelliklere sahiptirler. Peygamberler kendi kudret ve kutsî kuvveleri ve tabiî yaratılışları ile maddî varlıklarda tasarrufta bulunurlar. Böylece onlardan harika denen mucizeler (olağanüstün olaylar) meydana gelir. Bu filozoflara göre, peygamberler, diğer insanlarda olmayan kudsî kuvvelerin gereği olarak tahaddî (meydan okluma) olsun olmasın, istedikleri mucizeleri kendileri meydana getirirler. Peygamberden harikaların ortaya çıkması, onların toplumların kendilerinden mucize istemelerine bağlı olmayıp kendi nefis ve ruhların özellikleriyle ilgilidir. Meşşâî filozoflarına göre, tabiat hadiseleri arasında sebep ve sonuç bağı vardır; illetsiz ma‘lûl meydana gelmez. Bu bağ zorunludur. Sözgelişi, ateş tabiatından ötürü yakıcı, pamuk tabiatından ötürü yanıcıdır. İkisi bir araya geldiğinde, ateşin yakması zorunlu olduğu gibi, pamuğun yanması da zorunludur.Eş‘arî kelamcısı Gazzâlî’ye göre, sebeple sonuç arasında böyle bir zarûrî bağ bulunmayıp, sadece bir alışkanlık bağlantısı vardır. Gazzâlî, tabiat olayları arasında, filozofların iddia ettikleri gibi, zarûrî bir sonucun bulunmadığını, ama imkân bulunduğunu ifade etmektedir. Gazzâlî, “Allah her şeye kâdirdir” sözümüzden, mümkün olan her şey, yani muhal olmayan her şey O’nun kudreti dahilinde manası anlaşılmalıdır, der. PEygAMBErLİK VE VAhİy

Allah ile elçisi arasındaki bir iletişim şekli olan vahiy, (akla aykırı değil) aklı, aklın sınırlarını aşan bir olgudur. Sözlükte; fısıldamak, işaret etmek, gizli konuşmak, ilham etmek, yazı yazmak, süratli olmak gibi manalara gelmektedir.Kur’ân’da Allah’ın, bal arısına, yere, meleklere ve peygamber olmayan diğer insanlara da vahyettiği beyan edilmektedir. Hatta Kur’ân, şeytanların birbirleriyle fısıldaşmalarını da, birbirleriyle vahyetmek olarak ele alır. Peygamberler Allah’tan vahiy alırlar. Vahiy almak, peygamberleri diğer insanlardan ayıran temel farklardan biridir Vahiy, Allah ile peygamberleri arasında, mahiyetini ancak Allah’ın ve peygamberlerin bilebileceği bir iletişim vasıtasıdır. Aslında vahyin hakikatini ancak Allah bilir. Peygamber, vahyin belki mahiyeti hakkında bir nebze bilgi sahibidir. Çünkü vahiy, peygamber için şahsi ve derunî bir tecrübedir. Vahin muhatabı, alıcısı peygamberdir. Onun anlamı peygamberin şahsında şekillenir ve oradan insanlığa yayılır. Peygamberlerin dışındakiler vahyin ancak tezahürlerine vakıf olabilirler, ama vahyin hakikatini ancak Allah bilir, mahiyetini ise peygamber anlar.

Fazlur Rahman’a göre, nasıl ki peygamberliğin bir kesbî, bir de vehbî yönü varsa, aynı şekilde vahyin de bir peygambere, bir de Allah’a bakan yönü vardır. Peygambere bakan yönü “vahiy kuvvesi”nin olmasıdır, yani vahye medar ve mazhar olmasını sağlayan bu kuvvenin kendisinde bulunmasıdır. Fakat vahiy sadece bu yönü ile ele alınırsa, o zaman ilham gibi bir şey olur.

Halbuki Kur’ân’ın bizzat peygamberin kalbine indirildiğini bildiren ve anlatan âyetler Bu durumda vahyin bir de Allah’a bakan bir yönü vardır ki, bu da Cebrâil’in vahyi bizzat peygambere tevdi etmesidir

Fazlur Rahman’ın vahiy kuramı işte bu noktada daha da önem kazanmaktadır. Ona göre, Cebrâil bu tevdi görevini yaparken, neler olup bittiğini hadisler anlatsa da, anlamak pek mümkün değildir.

Yalnız kabul etmemiz gereken nokta, Peygamberin, ama yalnız Peygamberin bu sözleri bu sözleri işittiğidir. O halde vahyin kelimeye dökülmesi, her ne kadar peygamberin kalbinde vuku buluyor ise de, kelimeler oradan kaynaklanmayıp, tam aksine kelimelerin kaynağı bizzat Allah’tır. Bu durumda artık Fazlur Rahman’a göre, Kur’ân’ın yaratılmış olup olmaması diye saçma bir kelam sorunundan bahsetmek yersizdir.
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi Medineweb 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Medinewebli önlisans İlahiyat 1.sınıf öğrencileri... İlahiyat Öğrencileri İçin Genel Paylaşımlar nurşen35 87 29516 23 Mayıs 2015 20:53
Gülmek isteyenler tıklasın :))) Videolar/Slaytlar Kara Kartal 3 3913 10 Mayıs 2015 15:16
Cumartesi Anneleri’nin ahı/Can Dündar İslami Haberler Medineweb 0 2575 10 Mayıs 2015 15:13
Ayın Üyesi ''zeynepnm'' Ayın Üyesi 9Esra 13 8258 30 Nisan 2015 13:29
Müzemmil suresi bize ne anlatıyor Tefsir Çalışmaları Medineweb 0 3081 19 Nisan 2015 14:45

Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
omu ilitam sistematik kelam 1.ünite soruları Mihrinaz SAMSUN OMÜ İlitam 0 08 Aralık 2014 22:22
Omu ilitam kelam 5. ünite soru ve cevapları. Medineweb SAMSUN OMÜ İlitam 0 20 Aralık 2013 14:38
Omu ilitam kelam 2. ünite Medineweb Kelam 0 20 Aralık 2013 14:37
Fırat ilitam sistematik kelam 3. ünite özet Medineweb FIRAT İlitam 0 20 Aralık 2013 14:23
Fırat ilitam kelam ünite 1 soru ve cevaplar Medineweb FIRAT İlitam 0 20 Aralık 2013 14:21

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.