Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.İLAHİYAT-ÖNLİSANS -AÇIK ÖĞRETİM FAKÜLTESİ.::. > 1.SINIF*Güz Dönemi* > İslam Ahlak Esasları*

Konu Kimliği: Konu Sahibi EyMeN&TaLhA,Açılış Tarihi:  11 Ağustos 2014 (16:14), Konuya Son Cevap : 11 Kasım 2021 (09:23). Konuya 14 Mesaj yazıldı

Beğeni Aldı7Kez Beğenildi
Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 11 Ağustos 2014, 16:14   Mesaj No:1
Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:EyMeN&TaLhA isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21422
Üyelik T.: 08 Kasım 2012
Arkadaşları:36
Cinsiyet:
Mesaj: 3.299
Konular: 784
Beğenildi:131
Beğendi:34
Takdirleri:141
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Medineweb İslam Ahlak Esasları 1.2.3.4.5. Ünite (özet)

Medineweb İslam Ahlak Esasları 1.2.3.4.5. Ünite (özet)

1.ünite

İSLAM VE AHLAK

islam=Cenab-ı Hak tarafından gönderilen son Peygamber Hz.Muhammed (sav)tarafından tebliğ ve beyan edilmiş,kıyamete kadar bütün insanlara hitap ederek,inanma ve yaşamada doğru yolu gösteren dinin adıdır.

islam iki kısımdan oluşmaktadır.biri iman diğeri amel/uygulama.

Hz. Peygamber sadece kendisi için veya inziva halinde veya gizli olarak yaşamamış, yaşadığı hayat etrafındaki sayısı yüz binleri bulan insanlar/sahabe tarafından (mümkün olan hayat tarzlarından birisi olarakdeğil), olması gereken ve ideal hayat tarzı olarak kavranmış ve bu kavrayış sebebi ile de insanların hayatlarına örnek teşkil etmiştir (usve hasene = güzel örnek).

Hz.Aişe'nin , Efendimiz(sas) için söylediği ''onun ahlakı Kur'an idi''sözü,Hz Peygamber (sas)in Kur'an Kerim'de bulunan emir ve yasaklara göre hayatını düzenlediğinin en açık delilidir.

İslam dini,her ne kadar akidevi cihedi oldukça vurgulasa da,sonuç olarak amel merkezlidir.

Peygamberlerin her birisi insanlığın önüne yeni varoluş imkanları açmış,onlara bu dünyada doğru yaşamanın ilkelerini ve kurallarını öğretmişoldukları için,bütün insanlığın öğretmenleri ve aynı zamanda her birisi birer güzel ahlak örneği olarak yaşamışlardır.

DİN

Cenab-ı Hak insanı ihtiyaçları ve ihtiyaçları karşılama imkanı ile birlikte yaratmıştır.

İnsanları ve insanların varlığını/varoluşunu sürdürmesinde muhtaç olunan şeyleri temin etme ve kullanmada belirli bir düzenin dikkate alınması ve bu düzenin öğretilmesi, Peygamberlerin vazifesi olmuş; bu vazifeyi ifa eden Peygamberlerin insanlığa öğrettikleri hayat düzenine 'din' denilmiştir.

Hakiki din,Elmalılı Hamdi Yazır'ın dediği gibi ,insanların uydurduğu birbirine muhalif hayali kurgular değil,hakiki mebdei/Yaratıcıyı tanımak,O'nun kanun ve emirlerine uygun davranmayı görev edinmektedir.

dinin klasik tanımı=''akıl sahiplerini hüsn-i ihtiyarları ile bizzat hayırlara sevk eden ilahi vaz'' şeklindedir.

ahlak=irade=hayr

Din kelimesinin kök anlamı da, bir taraftan yakınlaşma ile alakalı iken, diğer taraftan da borç/ihtiyaç ile alakalıdır. Arapça’da “din” kelimesi ile borç anlamındaki “deyn” kelimesinin yazılışı aynıdır. Bu cihetten baktığımızda Arapça’daki din kelimesinin kök anlamı ile ıstılahi anlamı arasında bir irtibat olduğu görülmektedir. Nitekim insan Cenab-ı Hakk’a nelerini “borçlu” olduğunun farkında vardığı zaman, aslında kendisinin Cenab-ı Hakk’a ne kadar yakın veya Cenab-ı Hakk’ın kendisine ne kadar yakın, hatta “en yakın” olduğunun şuuruna varır.

din;
Batı dillerinde karşılığı =''religion''
Latince'de ''religio'', 'bağ'' anlamına gelmektedir.

religion=insanı yaratıcısına bağlayan irtibat ve bu irtibatın farkında olmak,bu irtibatın muhtevası demektir.


AHLAK

ahlak=davranış düzenidir.

ahlâk insan hayatının zorunlu bir boyutu, “mütemmim cüzü” veya “tamamlayıcı parçası”dır

Yüce Allah'ın fiilleri ahlaki değerlendirmenin konusu değildir.

Ahlaki değer ifadeleri insanlar,insan fiilleri ve insan fiillerinin doğrudan veya dolaylı neticelerini nitelemek için kullanılmaktadır.

Alışkanlıklar belirli ilkelere bağlı olarak ve sistematik bir şekilde kazanılmışsa/ öğrenilmişşe, bir aşamadan sonra insanda ''düşünme ihtiyacı hissetmeksizin ''bazı kararları alma, bazı fiilleri gerçekleştirme kabiliyeti olarak insan hayatının, dolayısı ile insanı varoluşun bir parçası olur. buna ''hulk'' yada ''karakter'' diyoruz.diğer bir ifade ile ''ikinci tabiat'' denilmektedir.

İslam toplumunda ahlakı,kuralları üzerinden tanımlayarak,nelerin iyi,nelerin kötü olduğunu ifade eden önemli bir literatür bulunmaktadır.Hadis ve adap kitaplarında olduğu kadar muhtelif menakıb kitapları ve fütüvvetname türü eserlerde gördüğümüz bu iyi ve kötü fiiller kataloğu ,islam ahlakını kuralları üzerinden tanımlayarak,insanlara ahlaklı olmanın bir sıfat olmaktan çok,ahlaki olarak bilinen kurallara muvafık olarak yaşamak olduğu düşüncesinden hareketle hazırlanmıştır.

klasik ahlâk eserlerinde üç sorun ele alınmıştır:

1) Her şeyden önce ahlaki davranışın kuralları zikredilmiştir.

2) Bu kuralların nasıl uygulanacağı, yaşanmış örnekler üzerinden gösterilmiştir.

3) Ahlaki eğitimin amacı, ahlaklı davranmayı bir meleke haline getirmek olarak kabul edilerek, ahlak eserlerini bu amacın nasıl gerçekleştirileceği meselesini de dikkate alan kitaplar olarak hazırlamışlardır.


din ve ahlak ilişkisi

''din samimiyettir'',ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim'' ve ''sen yüksek bir ahlak üzerinesin''ifadeleri ,din ile ahlak arasındaki derin irtibatı ifade etmek için yeterlidir.

iki ahlak anlayışı=

1)Faziletlerin kazanışması ve faziletli olma olarak ahlak

2)Kurallı yaşama ve kurallara uygun davranma olarak ahlak


islam tarihinde bu iki anlamı ile de ahlak bahis mevzuu edilmiştir.

birinci manası ile önce sufilerin ''zühd'' adı verilen hayatında ameli bir şekilde ''dile'' gelmiş ve daha sonra da felsefi ahlak içerisinde nazari olarak temellendirilmiştir.

ikinci manası ile ahlak;bir taraftan muhaddisler ,diğer taraftan da fukahanın ilgi alanına girmiş;muhaddisler daha çok ayet ve hadisler üzerinden ahlaki hayatın kurallarını dile getirirken,fukaha bununla ilgili sorunları özellikle fıkıh usulü eserlerinde ve kelam alimleri de kelam ve akaid kitaplarının muhtelif bölümlerinde nazari olarak ele almış ve ahlaki iyi ve kötünün semantik ve mantıki tahlilini yapmışlardır.


Dini Hayatın Ahlâki, Ahlâki Hayatın Dini Boyutu

İslâm, iman ve ameldir.


Sahih imana“hakk” denilirken, salih amele de “hayr” denilmektedir.

İslâm “hakkı” kabul etmek ve “hayrı” tahakkuk ettirmeye yönelmek ve gerçekleştirmektir.

din, “akıl sahiplerini hüsn-i ihtiyarları ile bizzat hayırlara sevk eden ilahi vaz”ı ifade etmekteydi.


Tam klasik ifadesi ile “din, zevi’l-ukûlü hüsn-ihtiyarları ile bizzat hayırlara sevk eden vaz-ı ilâhîdir”. Bu tanımda bulunan unsurlar “zevi’l-ukûl”, “hüsn-i ihtiyar”, “bizzat hayır”, “sevk eden” ve nihayet “vaz-ı ilâhî”dir.


Bunların her birisi İslâm dini dikkate alınarak tespit edilmiş unsurlardır.

Din öncelikli olarak “zevi’l-ukûl”e yani “akıl sahipleri”ne yöneliktir.İhtiyâr hayrı, iyiyi, varlığa yakın olanı tercihe yatkınlık anlamına gelmektedir.


Bizzat hayır” tabiri, insanın irtibat halinde varlığını sürdürdüğü aslı ifade eder. Bu asıl, varlıktır; varlık ise, nihai olarak Cenab-ı Hakk’ın tekvini(yaratması) anlamına gelir. Varlık, mahlukat demektir ve bizzat hayır,varlıklarla onların varlığını teyid ederek geliştiren demektir

“Sevk eden” tabiri, zorlamadan yönlendiren demektir ki, günümüzün bilim dilinde “motif” olarak ifade edilebilir.

Vaz-ı İlahi” tabiri de, dinin tabii olmayıp, Cenab-ı Hakk’ın tayin ettiği,insanlığa öğrettiği bir hayat düzeni olduğunu ifade eder.



Ahlâk, Ahlâk İlmi ve Ahlâk Felsefesi


Ahlâk kelimesi esas itibariyle bir şahsın hayatında etkin olan veya birtoplumda genel kabul görmüş davranış düzenini ifade eder.

Ahlâk kelimesi bunun yanında, bir şahsın veya toplumun hayatında etkin olan davranış düzeninin dile getirilmesi ve tasviri için kullanılır. Bu tasvir tamamen empirik ve başka alanlarla bu düzen arasında muhtemel illiyet/kozal (nedensel) ilişkileri konu etmek amacıyla yapılırsa, o zaman -duruma göreahlâkpsikolojisi ve ahlâk sosyolojisi adını alır. Ama bu düzende genel geçer olanlar bunların hilafına gerçekleşenler ile birlikte zikredilerek, olmasıgereken dile getirilirse, o zaman buna ahlâk ilmi denir.


Ahlâk bütün bunların ötesinde, bir taraftan birinci seviyedeki haliyle ahlâkiliğin “varlığını”, diğer taraftan da ahlâki terim ve kavramlar ile ahlâki önermelerin anlamı ve birbiri ile irtibatını, bunların nasıl temellendirildiğini söz konusu eder ki, buna da “ahlâk felsefesi” denilir.


Davranış düzenini fertlerin iç dünyasını dikkate alarak -ve özellikle de insanların biyolojik gelişimini takip ederek ele almaya,- ahlâk psikolojisi; bu düzenin toplum tarafından benimsenmiş olması cihetiyle fert üzerindeki tesirini ele almaya ahlâk sosyolojisi, bu düzenin ilkelerinin neler olduğu ve bunlar arasında da bir düzenin olup olmadığını; varsa bunun keyfiyetini ele almaya da ahlâk felsefesi denilmektedir.


ahlâk ilminin vazifesi, genel ahlâk ilkeleri ve kurallarını sistematik ve anlaşılır bir şekilde ortaya koyarak, bunların yeni yetişen nesillere öğretilmesini kolaylaştırmaktır.


Ahlâk ve Edeb

Bir ibadeti veya fiili yaparken estetik zevk tarafını da dikkate almaya, o fiili “âdâbıyla yapmak” denir.


Bir işi yapmak önemli olmakla birlikte, edebine/adabına uygun bir şekilde Bir işi yapmak önemli olmakla birlikte,edebine/adabına uygun bir şekilde yapmakta önem arz etmektedir. Bu cihet, klasik İslâm kültüründe, kullanılan hüsün” veya “hasen” teriminde de açığa çıkmaktadır. Nitekim “hasenkelimesi hem ahlâki “iyi”yi, hem de estetik anlamda“güzel”i ifade etmektedir. Bir fiilin “hasen” olması, ahlâk kurallarına uygun olduğu gibi, edebe de uygun olması, yani âdâbınca yerine getirilmesi, kısaca o fiili gerçekleştirenin estetik kaygıları da dikkate alması anlamına gelmektedir.



EyMeN&TaLhA


Bu hizmet [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] ailesine mahsustur.alıntı yapılması halinde kaynak verilmesi zorunludur.
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi EyMeN&TaLhA 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
ATAUZEM 4.sınıf 2014 bahar dönemi bütünleme... Erzurum Atatürk İlitam EyMeN&TaLhA 0 5985 14 Temmuz 2015 13:14
ATAUZEM 4.sınıf 2014 bahar dönemi bütünleme... Erzurum Atatürk İlitam EyMeN&TaLhA 0 4055 14 Temmuz 2015 13:06
ATAUZEM 4.sınıf 2014 bahar dönemi bütünleme DİN... Erzurum Atatürk İlitam EyMeN&TaLhA 0 4890 14 Temmuz 2015 13:00
Ramazan-oruç ve çocuğa kazandırdıkları Çocuk ve Aile Sağlığı Mihrinaz 2 2647 14 Temmuz 2015 12:23
çocuk eğitiminde ceza hiç mi olmamalı? Çocuk ve Aile Sağlığı EyMeN&TaLhA 0 2341 14 Temmuz 2015 12:03

Alt 12 Ağustos 2014, 09:00   Mesaj No:2
Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:EyMeN&TaLhA isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21422
Üyelik T.: 08 Kasım 2012
Arkadaşları:36
Cinsiyet:
Mesaj: 3.299
Konular: 784
Beğenildi:131
Beğendi:34
Takdirleri:141
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart islam ahlak esasları 2.ünite (özet)

2.ünite


İSLAM AHLAKININ KAYNAKLARI

Davranış düzenleri arasında makul bir tercih yapılamayacağını iddia eden, insanların bütün kararlarının nihai olarak eşdeğer (netice olarak
hepsinin değersiz) olduğunu savunan tavra ahlâki görecilik/ahlâki rölativizm denilmektedir.

Ahlâk hakkında konuşanların önemli bir kısmı her ne kadar felsefeci veya filozof olsa da, insanların hayatlarının düzeninde daha çok dinlerin ve dinlere
dayanan geleneklerin etkin olduğu görülmektedir. Bu sebeple insanların davranış düzenlerinin hem tarihi hem de sistematik açıdan dinler ile doğrudan irtibatı olduğu söylenebilir.

Şu anda dünyada insanlığın büyük bir kısmının mensubu olduğu dinler İslâm, Hıristiyanlık, Budizm ve Hinduizm aynı zamanda bir davranış düzeni, bir hayat tarzı da öngörmektedir.

İslâm ahlâkı, İslâm dininin tebliğ edilmesi ile ortaya çıkmış olan ve bu dinin mütemmim cüzü/tamamlayıcı parçası olan davranış düzenidir.

İSLÂM AHLÂKININ TEMELLERİ

İslâm ahlâkı,Cenab-ı Hakk’ın Hz.Peygamber’e bildirdiği ve onun hayatında görünür hale gelen, ondan sahabenin üstlenerek yaşadığı, yaşarken de kendisinden sonraki nesile aktardığı bir davranış düzenini ifade etmektedir.


Bu davranış düzeninde sırasıyla Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber’in uygulamaları ve sahabenin buna fiilî ve kavlî (sözlü) şahadetinin muhtelif cihetlerden kaynak değeri vardır. Bunun yanında bütün Müslümanların tarih boyunca bu kaynakların verili şartlarda nasıl uygulanacağı ve ne gibi neticeler ortaya çıkardığı hususunda gösterdiği gayret ve bu verileri hem nakil, hem tasnif hem de üst bir dil oluşturarak makul bir şekilde uygulama pratiğinin de, sonraki nesiller için kaynak değeri vardır.

Özellikle yaşayan iyi ahlâklı insanlar, yeni yetişen çocuklar ve gençler için, ahlâklı yaşama bilgisinin şehâdet (veya müşâhede yani gözüyle görüp, kulağıyla işitip, anlayıp uygulama) yoluyla ulaşabildikleri tecrübi kaynağıdır.

Kaynak Kavramı ve Terimi


Türkçe’de kaynak kelimesi, bir şeyin varlığını aldığı ve varlığını sürdürürken kendisinden beslendiği, kendisine dayandığı nihai ve ilk nesneyi (menşeini ve menbaını) ifade eder.

kaynak kelimesinin üç anlamı ön plana çıkmaktadır.

Bunlardan birinci manasıyla bir varoluş düzeni olarak İslâm ahlâkınınkökeni, aslı ve varlık sebebini ifade eder.

İkincisi, birinci manası ile İslâm ahlâkı hakkında bilgi veren ve bunu öğrenme ve öğretme imkanını ortaya çıkaran unsurları ifade eder.

Üçüncü olarak daha çok bir ilim/disiplin olarak bu alanda telif edilmiş kitaplar ve yazılı olarak bize ulaşmış diğer metinler kast edilir.

Bu manalar ve soruların birincisi kendisine İslâm ahlâkının varlığını, ikincisi bilgisini ve nihayet üçüncüsü bu konudaki sistematik düşünceyi, Müslümanların ahlâk hakkındaki sistematik düşüncesini, kendisine konu edinmektedir.


İslâm Ahlâkının Varlık Nedeni Olarak Kaynakları

insanın yetişmesi ahlâki alanda da toplumda yaygın olan ve makbul sayılan davranış düzenini, genel ahlâkı, üstlenmekle ve tatbik etmekle,hatta gerektiğinde buna uyulup uyulmadığını teftiş etmekle gerçekleşmiş olur.


İnsan, yetişme sürecinde, sadece nesneleri ve şeyleri değil,aynı zamanda neyin nasıl yapılacağını da öğrenir. Birinciler hakkındaki bilgi ile ikincisi hakkındaki bilgi birbirinden farklıdır. Birincisine şeylerin ve nesnelerin bilgisi, ikincisine yol ve yordam bilgisi denir.

Yol ve yordam bilgisi, esas itibariyle insanın kitaplardan elde edebileceği bir bilgi değildir.

Yol ve yordam, bunu uygulayanların uygulamasına iştirak ederek veya bu uygulamayı müşahede ederek öğrenilir. Ahlâki bilginin önemli bir kısmı,
tayin edici kısmı, yol ve yordam bilgisine dâhildir; insanın bir bütün olarak hayatı ile alakalıdır. Bu öğrenme süreci bir varoluş düzeni ve bu düzenin
bilgisi olarak ahlâkın, çok esaslı bir toplumsal boyutu olduğunu göstermektedir. Bu sebeple ahlâki bilginin önemli bir kaynağı, ahlâklı insanlardır.

insanların mesleki hayatı da, en azından meslek hayatını doğrudan ilgilendiren konularda, meslek hayatının gerektirdiği hassasiyetleri daha fazla ön plana çıkartma ihtiyacını ortaya çıkarabilir. Zenaatte “himmet”, ticarette “sıdk”, yönetimde ve yargıda
“adalet”in ön plana çıkması, bu alanların öncelikleri ile doğrudan alakalıdır.

Ahlâki şuur, insanın kendi kendisinin ve kendisi üzerinden de diğer insanların, buna bağlı olarak da bütün kâinatın ehemmiyetini fark etmesi ile başlar.



İslâm ahlâkının kaynakları dediğimizde, hemen hatırımıza gelen o halde,ana hatları ve en genel çerçevesi ile nakil ve akıl olmaktadır. Nakil, Gazali’nin dediği gibi, çevreyi aydınlatarak gözün görmesi imkânını ortaya çıkaran “güneş” konumunda iken, akıl da, naklin aydınlattığı ve ortaya çıkarak görünür hale getirdiklerini görmeyi sağlayan “göz”mesabesindedir.

Ahlâkın Kaynağı Olarak Hz. Peygamber ve Kur’an-ı Kerim


Birinci manası ile İslâm ahlâkının kaynağı vahiydir. Bu vahyin bir düzen içinde Hz. Peygamber’in hayatında tahakkuku (gerçekleşmesi); daha sonra da onun etrafında yaşayan insanlar tarafından müşâhede (kısaca katılımcı gözlem) yoluyla öğrenilip üstlenilmesi; bundan sonraki nesiller için ise, bu ilk neslin hayatında tahakkuk edenin diğer nesiller tarafından yine müşahede yoluyla benimsenip üstlenilmesi olarak belirmektedir. Bu durum İslâmahlâkının kaynağının, sahabe sonrası toplumlar için ilk elden, tevatür olduğunu söylemenin gerekçesini teşkil eder. Buradaki tevatür, bilme ile varolmanın özdeş olduğu bir bulunuş şeklini ifade etmektedir. İnsanların varlığını devam ettirmesi, en temel ahlâki ilkelerin ve kuralların, bir şekilde ve en azından asgari ölçüde, etkin olması anlamına geldiği için, insanların bütününde böylesi bir bilginin bilfiil mevcudiyetini göstermektedir.

Hadis ilminde rivayetler için kullanılan mütevatir haber terimi ile burada kullanıldığı anlamı ile tevatür birbiri ile irtibatlı olsa da aynı değildir. Burada kullanıldığı anlamda tevatür sadece bir sözün değil, onun anlamının da yaşanarak nakledilmesini ifade etmektedir. Mesela namazın bilgisi tevatürle gerçekleşmektedir” demek, Müslümanların namaz kıldıklarını ve yeni yetişen nesillerin namaz kılmayı bu şekilde öğrendiklerini söylemektir. Bu bilgi okulda veya medresede değil ailede ve formel bir eğitim programına katılmadan;ancak uygulayarak, yemek yemek, yolda yürümek, kendi adını ve akrabalarının adını öğrenmek gibi hayatın tabii bir parçası olarak öğrenilmektedir. Müslümanların ahlak ve din ile ilgili en temel bilgileri böylesi mütevatir bilgilerdir.


İnsanın sahip olduğu havas-ı selime (beş duyu) ile, bütün insanlarda müşterek olan bir cisim algısına sahip olması ve bu algı üzerinden diğerleri ile irtibatını ve iletişimini sağlayıp muhafaza etmesi gibi, doğruluk, insanların dokunulmazlığı, mülkiyete saygı gibi temel ahlâki kuralların da, insan topluluklarının devamı için ve devamı sebebiyle, ahlâki makuliyetin esasını teşkil ettiğini söyleyebiliriz.

Ahlâk kendinde teorik (nazari) değil pratiktir (amelidir). Bir insanın ahlâkı, onun hayat düzenidir; kendi hayatında etkin olan ilke ve kurallardır. Ahlâk, hakiki manası ile insanların hayatlarındadır; kitaplarda değil. Ahlâki ilke ve kuralları anlatan bir kitap, “ahlâk” değil, “ahlâk hakkında” kitaptır. O kitapta anlatılan ilke ve kurallar, bir insan tarafından üstlenildiğinde, o insanın ahlâkı olur; ve o kitap, o şahsın ahlâkı hakkında hem varlık hem de bilgi kaynağı haline gelir. Kur’an-ı Kerim bu konuda bilinen en önemli belki yegane örnektir. Nitekim K. Kerim, Hz. Peygamber ve sahabeden başlayarak,bütün Müslümanların ahlâkının varlık ve bilgi cihetinden kaynağıdır.



Müslümanlar ahlâki ilke ve kurallarını K. Kerim’den aldıkları gibi, hakiki bir Müslüman’ın ahlâkı hakkında bilgi edinmek isteyen herkesin başvuracağı ilk “kaynak”, ilk “merci” de K. Kerimdir.

Ahlâki Bilginin Kaynağı Olarak Hz. Peygamber ve Kur’an-ı
Kerim

ahlâkın kaynakları demek ikinci manası ile ahlâki bilginin kaynakları demektir.biz hayatımızda ne “saf” bir akılla karşı karşıyayız, ne de “saf” bir nakille. Akıl, nakil ile nakil de akıl ile irtibatı içinde bizim bütün hayatımıza ve kararlarımıza refakat etmektedir.

Nakil denildiğinde genel olarak yazılı veya sözlü rivayetler kast edilir. Ancak burada nakil daha geniş bir anlamda kullanılmakta; insanın çevresinden hazır bularak öğrendiği her şeyi ifade etmektedir. Burada nakil yerine “kültür” de kullanılabilir.

İnsanların Hz. Peygamber’den din ve onun pratik yönü olarak ahlâk adına aldıkları şeylerin hepsi, nihai olarak K. Kerim ile irtibatlıdır. K. Kerim sadece Hz. Peygamber’e değil, bütün insanlığa gönderilmiş olduğu için, hem Hz. Peygamber’in hayatında hem de sahabe’nin hayatında görünür hale gelen ahlâkın aynı zamanda bilgi kaynağıdır. Hz. Peygamber’in ahlâkını anlamak,hakkında konuşmak, sözlerini anlamak isteyen herkesin müracaat etmesi, bilmesi gereken ilk kaynak, K. Kerim’dir. K. Kerim İslâm ahlâkının varlık kaynağı olduğu gibi kendisi ile ortaya çıkmış olan bu ahlâk hakkında doğru bilgilerin bulunduğu ilk ve bağlayıcı asli kaynaktır da.

K. Kerim’de ahlâki ilkeler, kurallar ve bunun ötesinde insanı bir bütün olarak ve hatta toplumsal hayatın ve müesseselerin işleyişine bağlı olarak ortaya çıkabilecek ahlâki sorunları da işaret eden kıssa ve emsal bulunmaktadır. K. Kerim ahlâki cihetten hayatın bütününü ihata etmektedir.

Abdullah Draz’ın ifadesi ile “K. Kerim hayatın her sahası için bir çerçeve (veya hatt-ı hareket) çizdikten sonra, böylece çizilen çerçeveleri hiçbiri ötekinin hakkına tecavüz etmeksizin karşılıklı olarak birbirlerine nüfuz edecek derecede bütünle ahenk halinde daralıp genişleyebilen bir merkezdetoplanmış kaideler şeklinde bize sunmaktadır….
K. Kerim diğer alanlarda olduğu gibi ahlâki alanda da akıl ve ihtiyar sahibi varlıklar olarak insanların iradi katılımlarını talep eden, aklını ve iradesini, yani bilme ve mevcudun ötesini talep etme gücünü kullanacak olan insanı muhatap almaktadır. İnsan, dil ve bilme, düşünme ve konuşma, konuşulanı anlama gücüne sahip varlık olarak, K.Kerim’e muhatap olurken de, ona ittiba ederken de bu özelliklerini kullanmak zorunda kalmaktadır. Bunun neticesinde, Gazali’nin dediği, “ihtiyara mecbur” (hayra yakın olmakla birlikte sürekli hayır ve şer arasında seçmek zorunda olan) bir varlık olarak ahlâki alanda, pratik hayatında da kendisini gösterme, bir anlamda ispat etmek imkanı elde etmektedir. İnsan bir bütün olarak K. Kerim’in muhatabıdır.

Hz. Peygamber’i Cenab-ı Hakk “sen büyük bir ahlâk üzeresin” (Kalem/68: 4) şeklinde tavsif ederken, Müslümanlara da, “rasul’de üsve-i hasene vardır” (Ahzab/33:21) diye işaret ederek, Hz. Peygamber’de olan ile olması gerekenin buluştuğu ve bir vahdet teşkil ettiğini; dolayısı ile bu cihetten Hz. Peygamber’in ahlâki örnek olduğunu ifade etmiş olmaktadır.

Cenab-ı Hakk Hz. Peygamber’e, “biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik” (Enbiya/21: 107) buyuruyor.
Bu ayetteki “rahmet” kelimesini anlayabilmek için, Cenab-ı Hakk’ın “rahman verahim” olduğunu ve bunun Türkçe’de kullanıldığı haliyle “merhametli olmak” veya “acımak” ile yakından alakasının olmadığını ifade etmek gerekmektedir.


Acımak veya merhamet etmek, ihtiyaç sahibi olana veya zor durumda kalana, bu sıkıntısını aşması için yardımda bulunmak veya elinden bir şeyini almak mümkün iken, bunu ona bırakmak gibi bir anlama kullanılmaktadır.

Bunu biz mesela bu ayete tatbik edecek olursak, doğrudan ve herhangi bir tevil yapmadan bu ayeti anlamak mümkün olmaz.


Rahmet, varlık kaynağı veya varoluş imkânı demektir. Cenab-ı Hakk’ın rahman ve rahim olduğunu söylemek, O’nun bütün mevcudatın yaratıcısı ve O’nun yaratmasının bütün varlığın kaynağı olduğunu dile getirmek demektir.


Buradan hareketle, Hz. Peygamber’in “âlemlere rahmet” olarak gönderilmiş olmasını, onun âlemlere, yani insanlara, kendi şahsında yeni ve bir anlamda da yeniden bir varoluş imkânı olarak gönderildiğini kolayca anlayabiliriz.


Cenab-ı Hakk’ın rahman ve rahim olması da, mü’min kâfir her insana sahip olduğu her şeyi verdiği; müslümana kâfirden ayrıca, gönderdiği Peygamber’e ittiba etmesi sebebi ile hem bu dünyada hem de ahrette daha farklı varoluş imkanları açtığını anlayabiliriz. Bunun Türkçe’deki “merhamet” ile dolaylı bir irtibatını da kurabiliriz. Şöyle ki: birisine acımak veya merhamet etmek demek, onun elinde bulunanı elinden almak mümkünken almamak veya sahip olmadığı bir şeyi ona vermek olduğuna göre, onun varlığını devam ettirmesi konusunda ona bir kolaylık sağlamak anlamına gelmektedir. O halde acımak veya Türkçede kullanıldığı haliyle merhamet etmek, doğrudan değil dolaylı olarak rahmetle alakalıdır.

Bir İlim olarak Ahlâk ve Kaynakları


İslâm ahlâkının ikinci kaynağı akıldır. Ancak aklın kaynak olması, kendiliğinden ve esastan müstakil ahlâki ilke ve kurallar vazetmek olmayıp, nakille gelenin anlaşılması ile alakalıdır. Bunun yanında aklın esas kaynak değeri, ahlâk alanının ilim haline getirilerek, bunun ortaya çıkardığı meseleleri ortaya koymaktır. Bu meseleler de, ana hatları ile şu şekilde sıralanabilir: (1) rivayetlerin tasnifi; (2) buradan kuralların çıkarılması; (3) rivayetler ile kurallar arasındaki irtibatı kurmanın makul yolu/yönteminin müzakere edilerek ortaya konulması. Bu çerçevede muhtelif alanları ifade etmek üzere ahlâk alanının temel kavramlarının isimlendirilerek ıstılahların geliştirilmesi de ahlâkın ilim haline getirilme sürecinin mütemmim cüz’üdür (tamamlayıcı parçasıdır).

Ahlak ilminin vazifesi uygulamaya refakat ederken ortaya çıkan imkanları kullanarak, yeni durumları değerlendirme, yeni bir durumda hangi kuralların etkin olacağı ve bu kuralların nasıl uygulanacağını belirleme noktasında ortaya çıkmaktadır. Bunu klasik dil şu şekilde ifade etmektedir:
Bütün bu rivayetler ve veriler belirli kriterler çerçevesinde önce tasnif edilir, sonra bunlar belirli bir düzen içerisinde, fasıllara ayrılarak tafsil edilir; ancak bu ilim olmak için yetmez; bunun için bütün bu verilerin ve rivayetlerin anlaşılması da gerekmektedir.

Rivayetlerin ve verilerin anlaşılması aşamasına tahsil edilmesi denilmektedir. Ve nihayet anlaşılmış olan rivayet ve veriler mevcut durum dikkate alınarak, ortaya çıkan sorunları kavramak ve çözmek için kullanılır. Bunun yapılabilmesi için bunların bu cihetten ele alınması ve tedkik edilmesi gerekmektedir. Bütün bu aşamalar belirli bir yöntemi ihtiva etmektedir ve bu yönteme de kısaca tahkik denilmektedir.

Ahlâk konuları ilk asırlarda geniş hadis külliyatı içinde, muhtelif başlıklaraltında ele alınmıştır. Bu çerçevede Hz. Peygamber’in ahlâkı “edeb”, “birr” ve “hüsnü’l-hulk” gibi başlıklar altında tasvir edilmiştir. Bu tasvirde doğrudan rivayet dili kullanılmış; duruma göre onun bir fiili, bir sözü veya bir takriri onun ahlâkının unsurları (şahitleri veya delilleri) olarak zikredilmiştir. Bu tür eserleri okuyanlar belirli durumlarda Hz. Peygamberin nasıl davrandığını, neyi tavsiye ettiğini ve neye müdahale etmeyerek, onayladığını görmektedirler. Bu türden eserler her şeyden önce temel hadis kitaplarıdır (kütüb-i sitte veya kütüb-i aşere). Bunların yanında yine muhaddisler tarafından telif edilmiş ve özellikle ahlâki rivayetlere tahsis edilmiş eserler de bulunmaktadır. Bu eserler de, başlık olarak Abdullah b.Mübarek’in (öl. 181/707)“Kitâbü’z-zühd ve’r- rekâik”i, Ahmed b. Hanbel’in (öl. 241/855) ve Kütüb-i Sitte müelliflerinden Buhârî’nin (256/877) “el- Edebü’l-müfred”i gibi muhtevalarını ifade edecek başlıklarla hazırlanmıştır.

“âdâb” veya “edeb” olan ahlâk eserleri oldukça önemli bir yekun tutmaktadır. Bunlar arasında toplumsal ve ferdi hayatı bir bütün olarak ve birbiri ile irtibatı içinde, modern teorik sistemlere meydan okurcasına, tam bir sistem olarak ortaya koyan Maverdi’nin Edebü’d-Dünya ve’d-Dini’i yanında, bir tür iletişim, tartışma ve araştırma ahlâkı olan ve bunu aynı zamanda bir yöntem olarak ortaya koyan “adâbü’l-bahs ve’l-münazara” literatürü vardır. Bu literatür, edebü’l-kaza (muhakeme usulü) literatürü yanında Osmanlı döneminde çok ilgi görmüş ve bu alanlarda çok önemli çalışmalar yapılmıştır.

Tasavvuf alanında da ahlâkı doğrudan veya dolaylı olarak mevzu edinen çok sayıda eser telif edilmiştir. Birçok önde gelen sufi tasavvufu “güzel ahlâk” olarak tanımladığı için, tasavvuf ile ahlâk arasında asli bir irtibat vardır. Bu sebeple temel sufi eserlerinin her birisi aynı zamanda bir ahlâk eseri hüviyetindedir. Bunlar arasında Abdullah b. Mübarek’in Kitâbü’z- Zühd’ü, Haris el-Muhasibi’nin er-Riaye li-hukukillah’ı, Kelelebazi’nin (Gülabadi), et-Ta’arruf’u, Ebû Talib el-Mekki’nin Kût el-Kulûb’ü, Serrac’ın el-Luma’ı, Kuşeyri’nin er-Risâle’si, Hucvirî’nin Keşfü’l-Mahcub’u, Gazali’nin İhyâ’sı, Sühreverdi’nin Avarifü’l-Mearif’i, İbn Arabi’nin muhtelif ahlâk eserleri yanında el-Fütühat el-Mekkiyye’si, Mevlana’nın Mesnevi’si ve daha sonra yaşayan yüzlerce sufinin eserleri, aynı zamanda az veya çok sistematik ahlâk eserleridir.

Benzer bir şekilde ahlâkı daha farklı bir cihetten ele alan bir grup ta filozoflar (felâsife) olmuştur. Felâsifenin ayırıcı hususiyeti, ahlâki ilke ve kuralları tasvir ve tahlil ederken Yunan filozoflarının eserlerinde bulunan çerçeveyi de dikkate almış olmalarıdır. Bu cihetten felasifenin tabiiyyat (fizik) ve psikoloji (ilmü’n-nefs) ile ahlâk arasında doğrudan irtibat kurmaları, ilk bakışta yöntemlerine bir makuliyet görüntüsü vermiş; bu durum onların eserlerinde belli ölçüde belirleyici olmuştur.


Felsefeciler arasında Kindi’den (öl. 252/866) başlayarak Ebu Bekir er- Razi (öl. 313/925), Ihvan-ı Safa, Farabi (öl. 339/950), fazla olmamakla birlikte İbn Sina (öl. 1037), İbn Miskeveyh (öl. 1030), Gazali (öl. 505/1111), Fahreddin er-Razi (öl. 606/1210), Nasirüddin et-Tusi (öl. 1274), Adududdin el-İci (öl. 1355), Celaleddin ed-Devvani (öl. 1502), Hüseyin b. Ali el-Kâşifi (1504) ve Kınalızade Ali Efendi (öl. 15729 eserleri, bu alanda temsil gücü yüksek eserlerdir. Bunarın dışında da çok sayıda eser telif edilmiştir.

İslâm ahlâkının kaynakları, nakil ile akıl olarak iki ana kısma ayrılmakla birlikte, naklin nerede bittiği, aklın nerede başladığı veya aklın nerede etkin olup naklin daha geri planda kaldığını açık ve seçik bir şekilde tespit etmek mümkün değildir. Bir fakihin, İmam Muhammed eşŞeybani’in ifade ettiği gibi, “rivayet (hadis) re’ysiz (anlayışa dayalı görüş), re’y de rivayet olmadan, olamaz”. O halde akıl ve nakil genel olarak İslâm medeniyetinde, özel olarak da İslâm ahlâkı alanında bir biriyle çelişen, muhalif iki unsur olmayıp, birbirinin mütelazımı olarak algılanmış ve böylece değerlendirilmiştir. Gazali’nin dediğine denk düşerek, nakil akla hareket alanı açmış, akıl da nakle etkin olma yollarını geliştirmiştir. Nakil ve aklı buluşturup telif eden ise, tevatür olmuştur.








EyMeN&TaLhA









Bu hizmet [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] ailesine mahsustur.alıntı yapılması halinde kaynak verilmesi zorunludur.
Alıntı ile Cevapla
Alt 14 Ağustos 2014, 08:20   Mesaj No:3
Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:EyMeN&TaLhA isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21422
Üyelik T.: 08 Kasım 2012
Arkadaşları:36
Cinsiyet:
Mesaj: 3.299
Konular: 784
Beğenildi:131
Beğendi:34
Takdirleri:141
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart islam ahlak esasları 3.ünite (soru-cevap)

islam ahlak esasları 3.ünite (soru-cevap)


İslâm Ahlâk Teorileri


1)Ahlâkın temel kavramlarını, ilkelerini ve kurallarını temellendiren düzenli ve tutarlı ıklamalara ne denir?
ahlak teorisi

2)Müslüman âlimlerin bu çerçevedeki fikri teemmüllerine ne denir?

İslâm ahlâk teorisi

3)Ahlâk teorileri geliştiren düşünürler hangi temel soruları dikkate alarak görüşlerini ortaya koymuşlardır?

1. İnsan nedir?

2. İyi ve kötü fiiller nelerdir?
3. Bir fiili iyi veya kötü yapan özellikler nelerdir?

4. Hangi sebeplerden dolayı iyi davranışlar tercih edilir, kötü davranışlardan da kaçınılır?
5. İyiyigerçekleştirmek için insan ne yapmalıdır?

5)İslâm ahlâkının iki ana kaynağı nelerdir?
başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere nakil ve akıl


6)İslâm düşünürlerinin ahlâk teorileri kaça ayrılır,bunlar nelerdir?
iki grup altında toplanır: A.Kuralcı ahlâk teorileri; B. Karakterci ahlâk teorileri

7)Hz. Peygamber’in siretini -ilgili ayetleri de zikrederek- kendisine konu olarak seçmiş, eserlerinde Hz. Peygamber tarafından emredilen, tavsiye edilen veya yasaklanan fiillerin ahlâki konumları ve bunun makul gerekçeleri ortaya konulmaya çalışılmıştır.

Bu tür eserler daha çok kimler tarafından yazılmıştır?
Bu tür eserler daha çok muhaddisler, fakihler ve kelam âlimleri tarafından yazılmıştır.

8)iyilik ve kötülüğü insanın bir sıfatı olarak ele alırlar.amaç, ahlâki faziletlerin insanın karakterinin bir parçası, yani ikinci tabiatı haline gelmesidir. O zaman iyi fiiller ahlâklı insandan düşünme ve plan sonucunda değil, kendiliğinden sadır olur. Bir anlamda ilke ve kurallar iyi insana yetişme sürecinde yolgösterirken, iyi insan veya kâmil insan ahlâki davranışın kurallarını belirleme konumuna gelir. Bu yolu benimseyenler için önemli olan faziletli insanın özelliklerinin neler olduğunu ve nasıl yetişeceğini tespit etmektir.
bu tür eserler kimler tarafından telif edilmiştir?

öncelikli olarak sufiler tarafından telif edilmişler; ama zamanla filozoflar da daha farklı bir kavramsal çerçeve ile ahlâk hakkında, ahlâklı insanı keşfetme amacına matuf nazari sistemlerini geliştirmişlerdir.

9)Müslüman düşünürlerin çoğuna göre Allah insanı nasıl yaratmıştır?
Allah insanı saf ve temiz olarak cismani ve ruhani tarafı olan bir eşref-i mahlûkat olarak yaratmıştır



10)İnsan nasıl ruhi ve ahlâki yüceliğe ulaşır ve insan olarak değer kazanır?
İnsan aklını ve iradesini “doğru bilgi ve “salih amel” için kullanırsa ruhi ve ahlâki yüceliğe ulaşır ve insan olarak değer kazanır.

11)İnsanın yaratılmasıyla ilgili bir başka soru da onun niçin yaratıldığıdır. Bu soruya meşhur ahlâk âlimi Ragıb el-İsfahani ne şekilde cevap verir?

Allah yeryüzündeki her şeyi bir amaca yönelik yaratmıştır. Eğer o amaç olmasaydı, o varlık yaratılmazdı. İnsan da üç türlü görevi yerine getirmesi amacıyla yaratılmıştır:

1. Yeryüzünü imar etme. Bu görev sayesinde insan hem kendisinin, hem de başkalarının geçimini sağlar.
2. Allah’a ibadet etme.

3.Allah’ın halifesi olma.
Yeryüzünde Allah’ın halifeliği görevini ifa, dinin ahlâki ilkelerini kullanarak insanın gücü ölçüsünde Yaratıcının emirlerine uyma şeklinde icra edilir. Bir varlık hangi amaç için yaratılmışsa, onun değeriancak uğruna yaratıldığı vazifeyi hakkıyla yerine getirmesiyle tamamlanır.Değerini yitirmesinin nedeni de o amacın dışına çıkması veya yerine getirememesidir. İnsan da Allah’ın halifesi olmaya, ibadete ve yeryüzünü imara uygun bir varlık olma özelliğini yitirirse değerini kaybeder.

12) siyaset nedir,türlü siyaset vardır?
İnsanın Allah’ın halifeliğine layık olması ancak onun dinin ahlâki ilkelerini araştırıp gereklerini yerine getirmesiyle gerçekleşir buna da siyaset denir.


Bu anlamda iki türlü siyaset vardır:
1. İnsanın ruhunu, bedenini ve kendine özgü şeyleri sevk ve idare etme sanatı.

2. Kendi dışında kalan diğer insanları sevk ve idare etme sanatı

Nefsini arındırmayan kimse Allah’ın halifesi olmaya layık olmadığı gibi, O’na ibadet etme ve yeryüzünün imarı görevini de tam olarak yerine getiremez. Çünkü Allah’ın halifesi olmak ilahi fiilleri araştırma ve icra etmede, insan gücünün sonuna kadar kullanılmasını gerektirir.


13)Kuralcı ahlâk teorilerinin ortak özelliği nelerdir?
Kuralcı ahlâk teorilerinin ortak özelliği bunların ahlâki davranışları önermeler,emir ve yasaklar veya iyi ve kötü fiillerin tasviri şeklinde ifade etmeleridir.

14)naslarda verilen ahlâki ilke ve kuralların makul gerekçelerini, birbirleri ile irtibatlarını ve bunlar hakkında konuşulurken kullanılan iyi ve kötü (hasen ve kabih), ihtiyar ve irade gibi kavramların tanımlarını yapmaya çalışanlar kimlerdir?
Kelamcılar ve Fıkıh Usulü âlimleri

15)Nassi ahlâk teorilerin ortak özelliği nelerdir?
Nassi ahlâk teorilerin ortak özelliği ahlâki davranışları izah ederken haram, helal, emir, yasak, yükümlülük, sorumluluk gibi kavramları ön planda tutmalarıdır.


16)Nasslarda “doğru” ve “yanlış” için kullanılan terimler hangileridir?
hayır, birr,kıst, iksat, adl, hakk, ma’rûf ve takva. Doğru fiiller genelde “salihat”; yanlış ve günah fiiller de seyyiat olarak isimlendirilir. Seyyiat ise günah ve kötülük terimiyle ifade edilir.

17)İyilik ve doğru nedir?” sorusuna Kur’an-ı Kerim’de nasıl bir cevap verilir?


İyilik (birr) yüzünüzü doğu ve batıya çevirmeniz değildir. İyilik Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitab’a, peygamberlere inanmak; sevdiğin malı yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere vermek; köleyi esaretten kurtarmak; namaz kılmak ve zekât vermektir. Ahitleştiği zaman sözlerini yerine getirenler; sıkıntı, zorluk ve tehlike zamanlarında sabredenler; işte bunlar inançlarında samimi olanlar ve gerçek muttakilerdir” (Bakara/2: 177).




18)Mu’tezile’nin üzerinde ittifak ettiği beş esas prensip vardır. Ahlâk ilmi açısından bunların en önemlisi hangisidir?

adalet ilkesidir.

19)Adalet ilkesi nedir?
Allah, insan,insanın fiilleri ve Tanrı-insan ilişkisi gibi hususlarla ilgilidir. Bu prensibe göre Allah adil olup insanlara asla zulmetmez. Ahirette adil bir şekilde ödüllendirilip cezalandırılabilmesi için, insanın dünyada iyi ve kötü davranışlar arasında tercih yapabilme gücüne sahip olması gerekir. İnsan kendi fiillerinden sorumludur. Onun davranışları üzerinde Allah’ın bir müdahalesi yoktur. Aksi takdirde ilahi irade ile vuku bulan bir fiilden insanın sorumlu tutulması, Allah’ın adaletine ters düşer ve bu da zulmü doğurur. Bundan dolayı Allah’ın adaletinin gerçekleşmesi, insanın fiillerine bizzat kendisinin karar vermesine ve kendi iradesi ile onları yapmasına bağlıdır. Dolayısıyla insanların fiillerini yaratan Allah değil, insanların kendileridir.


20)Mu’tezile öğretisindeki beş esas prensip (usul-i hamse) nelerdir?

1. Tevhid
2.Adalet
3. Emir bi’l-ma’ruf nehiy ani’l-münker: Kötülüğe karşı koymak ve iyiliği emretmek, bunun için çalışmak bütün Müslümanların üzerine farzdır.
4. Vaad ve va’îd: Allah’ın iyilik yapanlar mükâfatlandırması, kötülük yapanları
cezalandırması zorunludur. O’nun tövbe etmedikçe hiç kimseyi affetmesi mümkün değildir

5. Menzile beyne’l-menzileteyn: Büyük günah işleyenler ne

Müslüman ne de kâfir sayılırlar, bu ikisi arasında bir konumdadırlar. Bunun için ahirette ne cennet ne de cehenneme giderler; bu ikisinin arasında A’raf denilen yerde tutulurlar.



21)Mu’tezile’ye göre bilgi kaça ayrılır?
Mu’tezile’ye göre bilgi zaruri ve mükteseb (kazanılmış) olarak ikiyeayrılır.


22)Mu’tezile’ye göre zaruri bilgi nasıl elde edilir?

Zaruri bilgi ya idrak ile ya da akıl yoluyla elde edilir. İdrak ile elde edilen bilgi ayrıntılara ait olup, bu en açık bilgi türüdür. Zira idrak ile bilinen bir şeyi ispat etmek için delile ihtiyaç duyulmaz. Acı, sıcak ve soğuk hakkındaki bilgimiz bu türdendir. Akıl ile ise genel hakikatlerin bilgisine ulaşılır. Bununla ulaşılan zaruri bilgiye örnek olarak zulmün ve yalan konuşmanın kötü olduğunun bilinmesi verilebilir. Bu tür zaruri bilgi akıl ile akıl sahibi herkes tarafından elde edilir. Zaruri bilgi vahye dayanmaz, çünkü onun bilgisi Allah’ı bilme ve O’na inanmaktan önce gelir. Zorunlu olarak bilinen ahlâki hakikatler akıl sahibi herkes tarafından kabul edilir.


23)Mu’tezile’ye göre Kazanılmış (mükteseb) bilgi nasıl elde edilir?
ancak akıl yürütme ile edinilebilir. Akıl yürütmenin özü fikirdir. Kazanılmış bilgi delillere dayanan (istidlali) bir bilgi türüdür ve değişmez mutlak bir karakteri vardır. Mu’tezile’ye göre hem zaruri bilgi, hem de mükteseb bilgi, edinme yolları farklı olsa da, kişiden kişiye değişmez. Kazanılmış bilginin vahiy ile elde edilen özel bir türü daha vardır: Vahiy ile elde edilen ahlâki bilgiler zaruri değil, mükteseb bilgi türündendir. Vahyi bilgi, akli delillerle doğrulanmak zorundadır. Vahiy ile bilinen hükümlerin içeriği ve geçerliliği, ancak Allah’ın hakîm (hikmet sahibi) olduğunun ve ahlâken kötü olanı işlemeyeceğinin aklen bilinmesine bağlıdır.


24)Mu’tezile’ye göre insan aklının ahlâki değerler hakkındaki bilgisi hangi gruba girer?
zorunlu bilgiler grubuna girer

25)İstitaat nedir?
“bir fiili yapma ya da terk etme gücü” anlamında olup, insanda fiile teşebbüs etmeden önce bulunur.



26)
Mu’tezile’ye göre iyi ve kötüyü aklıyla bilen insan aynı zamanda ne sahibi olması gerekir?
istitaat sahibi olmalıdır.



27)Mu’tezile’ye göre kaç türlü şer vardır?
Onlara göre iki türlü şer vardır: Ahlâki şer ve tabii ya da metafizik şer. İrade hürriyeti sadece ahlâki şer için söz konusudur. Tabii şerde insan iradesi ve gücünün etkisi olmayıp, sadece Allah’ın takdirine bağlıdır





28)Mu’tezile Salah kavramını hangi kavram ile eş anlamlı kullanmıştır?

fayda


29)Ehl-i Sünnet’in itikadi mezheplerinin ilki hangisidir?


Eşariliktir




30)Eş’ariliğin kurucusu kimdir?


Ebu’l-Hasan el-Eş’ari


31)Ebu’l-Hasan el-Eş’ari Mu’tezile’kaç ana meselede karşı çıkmıştır,bunlar nelerdir?


Ebu’l-Hasan el-Eş’ari Mu’tezile’ye üç ana meselede karşı çıkmıştır: 1. Halku’l-Kur’an: Kur’an-ı Kerim’in yaratılması; 2. Ru’yetullah: Allah’ın görülmesi 3.Kulların fiilleri.


32)Eş’ari’ye göre, fiillerinin yaratıcısı kimdir?


Eş’ari’ye göre insan, fiillerinin yaratıcısı değildir. Hayır ve şerrin yaratıcısı Allah’tır.



33)Eş’arî mezhebinin özellikle üzerinde durduğu husus hangisidir?
aklın kendi başına herhangi bir şeyi ahlâki veya dini olarak vazife haline getiremeyeceğidir.



34)Eş’ari’ye göre fiil nedir?


“failin, yoktan kasıtlı olarak varoluşa geçirdiği şeydir.”


35)Eş’ariler istitaat (ahlâki güç) konusunda ne düşünürler?
Onlara göre istitaat insanda sürekli var olan bir vasıf değildir. İstitaat
“Allah’ın insanda fiili işlemekte olduğu anda ve ancak o fiili yapmaya
elverişli olarak yarattığı, bu sebeple zıt değerde iki fiilden birini serbestçe
kullanmaya elverişli olmayan bir kudrettir.” Bu durumda insan sadece
gücünü kullanabileceği fiili seçip yapabilir.

36) Ehl-i Sünnet’in itikadi mezheplerinden ikincisini teşkil eden Maturidiyye’nin
Kurucusu kimdir?
Ebu Mansur el-Maturidi

37) Maturidi’nin İnsan fiillerinin kimin tarafından yaratıldığı sorusuna verdiği cevap nedir?
Ona göre ahlâki olanlar da dâhil insan fiilleri bir yönden Allah’a ait, diğer yönden de insana aittir. İnsan fiillerini Allah yaratır, insan da bu fiilleri kesbeder (kazanır). Fiillerin Allah tarafından yaratılması gerçeği ise insana o fiilleri yapma konusunda bir zorunluluk yüklemez

38) Maturidi’nin ahlâk teorisinde ahlâki fiiller kaça ayrılır,bunlar nelerdir?
fiiller ikiye ayrılır: 1. kendinde iyi veya kötü olanlar; 2. bir ihtiyaca, duruma, başlangıç ya da sonuca göre iyi veya kötü olanlar

39) Farabi, İbn Sina ve Gazali’nin ortak ahlâk tarifi nedir?
ahlâk “insan nefsinden, düşünüp taşınmaya gerek kalmaksızın, bir takım fiillerin ortaya çıkmasını sağlayan melekedir.”

40) İslâm felsefesinde ahlâk nasıl tarif edilir?
“nefiste yerleşik olan melekeler”

41) Filozoflara göre “iyi” kaç gruba ayrılır?
üç gruba ayrılır: Kendiliğinden iyi; başka bir şey için, yani vasıta olarak iyi; hem vasıta hem de gaye olarak iyi. Bunlara örnek olarak sırasıyla mutluluk, servet ve bilgi verilebilir



[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]





Bu hizmet [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] ailesine mahsustur.alıntı yapılması halinde kaynak verilmesi zorunludur.


sultan81 beğendi.
Alıntı ile Cevapla
Alt 21 Ağustos 2014, 06:27   Mesaj No:4
Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:EyMeN&TaLhA isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21422
Üyelik T.: 08 Kasım 2012
Arkadaşları:36
Cinsiyet:
Mesaj: 3.299
Konular: 784
Beğenildi:131
Beğendi:34
Takdirleri:141
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart islam ahlak esasları 4.ünite (özet)

İslâm Ahlâkının Temel Kavramları


Ahlâk, insanın davranış düzenidir; Ahlâk ilmi ve felsefesi ise iyi ve kötü olması cihetinden insan fiillerini kendisine konu edinir. Buna göre insan, fiil (davranış) ve iyi-kötü, tanımı gereği ahlâk ilminin ve ahlâk felsefesinin temel konularını/meselelerini teşkil eder.Fiil, insanın etrafında olup biten olaylara bilerek ve farkında olarak müdahale etmesi veya farkında olarak müdahale etmemesi anlamına gelmektedir. Bu çerçevede bir hareketi veya hareketsizliği fiil haline getiren unsurun, iradenin, ne olduğu sorusu da kavramsal bir soru olarak ortaya çıkar.
İslâm Ahlâkının Tahakkuk Süreci ve Kavramlaşma
Kavram bir şeyin dilden bağımsız varlığıdır. Bu varlık duruma göre dış dünyada ve ona bağlı olarak zihinde bulunmaktadır.terim, bu kavramın dilde ifade edilmiş şeklidir. Terime, ıstılah da denilmektedir.
Kelime-i şehadet, ilk dönemden itibaren Müslümanların müşahede ederek, - yani gözleri ile görerek, kulakları ile işiterek ve bizzat yaşayarak- iştirak ettikleri bir varoluş tarzı hakkında yaptıkları “şahitlik”tir. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed’in O’nun kulu ve rasulü olduğuna şehadet etmek, sadece bir söz değil, yaşanarak onaylanmış bir hakikatin ifadesi olmaktadır.
İslâm ahlâkının temel kavramlarını ele alırken bu cihetin hep farkında olmak ve cahiliye dönemi ahlâkı veya daha önceki ahlâk anlayışları ile İslam ahlakı arasında akrabalık veya bir devamlılık ilişkisi aramak ve bunun üzerinden bu kavramları temellendirmeye/anlamaya çalışmak oldukça ciddi yanlışlara sebep olmaktadır. Bu cihetten yapılan çalışmalar nihai olarak İslam’in özgünlüğünü örtmekten başka bir netice vermemektedir.


Kavramlar
Hayat ve İnsan
İslâm Ahlâkının temel kavramı, insani varoluşun ön şartı olan, hayattır.
Hayat, insanın varoluşunu isimlendirir.Hayat, dünya hayatı ve ahret hayatı olmak üzere iki kısma ayrılır. Ölüm, dünya hayatının biterek, ahret hayatının başlamasını ifade eder. İnsanlara hayatı, Cenab-ı Hakk ihsan etmiştir. O’nun dışında başkaları tarafından, bu kim olursa olsun fark etmez, dokunulması kabul edilemez.
Cisimlerin, bitkilerin ve biyolojik canlılığın bir düzen içinde mana kazanmış haline, dünya denilmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de “dünya hayatı” ile “ahiret hayatı” birbirinden ayrı olarak zikredilir. Hayat, sadece “bu dünya”da olan değil bunun ötesinde ahret

hayatı denilen ve öldükten sonra gerçekleşecek “öteki dünya”da olacak olanıda ifade eder.

İslâm ahlâkının kavramları, Hz. Peygamber’in tebliği ile ta’ayyün eden bu dünyanın ilkeleri ve kurallarına tekabül eder. Bu dünyayı bir bütün olarak dikkate almadan, kavramları anlamak ve onlarla irtibat kurmak mümkün olmaz.

İnsanın Allah’ın Halifesi Olması
İnsan, Allah’ın yeryüzündeki halifesidir.
eşref-ı mahlûkat (=yaratılmışların en şereflisi) ve halifetullah fi’l-arz(=yeryüzünde Allah’ın halifesi)
K. Kerim’de insanın yaratılışı anlatılırken (Bakara/2: 30-33) bu durum çok açık bir şekilde ifade edilir:
“Hani Rabbin meleklere “ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti.

Onlar da orada, -biz seni hamd ile yüceltip, seni bütün noksanlıklardan tenzih ederken-, oranın düzenini bozacak ve kan dökecek birini mi
yaratıyorsun? dediler. (Allah da) “Ben sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim” dedi.
(Allah) Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra onları meleklere arz ederek,
“eğer sadık (görüşünüzde doğru) iseniz, bunların isimlerini söyleyin” dedi.
(Melekler) Seni tenzih ederiz; bizim, Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Her şeyi bilen ve hikmet sahibi olan Sensin.

(Allah) Ey Âdem, “onlara, onların isimlerini söyle” dedi. (Âdem) onların isimlerini söyleyince dedi ki: “Ben size yerin ve göklerin gaybını- /(gözükmeyen kısmını) bilirim, açıkladıklarınızı ve gizlediklerinizi bildiğim gibi, demedim mi?”

Sad suresinde “halife” ile en azından hangi imkân ve vazifenin mümkün ve uygun olarak ta’ayyün ettiği de ifade edilmektedir:

“Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife kıldık. O halde, insanlar arasında hakla (adaletle?) hükmet ve hevaya uyma (keyfi davranma?), yoksa seni Allah’ın yolundan saptırır. Allah yolundan sapanlara hesap gününde,unuttukları sebebiyle şiddetli bir azap vardır.” (Sad/38: 26).


Bu ayeti kerimede hilafetin hak ile hükmetme, yani doğru karar verme ile bir alakası olduğu dile getirildiği gibi keyfi davranmanın da insanı Allah’ın yolundan saptıracağı dile getirilmektedir. Hilafet ile insanın Allah’ın yolunda kendi varlığını devam ettirmesi arasında doğrudan bir irtibat olduğu buradan kolayca anlaşılabilir.
Halife, “başkası adına işleri yürüten” demektir. Burada insandan önce, insanın adına iş yapabileceği başka bir varlık olmadığına göre, hilafetin müteallakının Cenab-ı Hakk olduğu ortaya çıkmaktadır.


Cenab-ı Hakk insanın yaratılması ile ilgili olarak “ve ona ruhumdan üfledim” (el-Hicr/15:29) buyurmaktadır. Ruhun mahiyetini bilemediğimizi ve ilahi bir cihetinin olduğunu dikkate aldığımız takdirde, insanın eşref-i mahlûkat olması ile bu ilahi ciheti arasında bir irtibatın kurulması gerekmektedir.


İnsanın ayırıcı hususiyeti, ahlâki bir varlık olmasıdır. Onun kendi iradesiyle Allah yolunu tercih edip, o yolda hem yaşayıp hem yaşatması; daha doğrusu yaşamaktan çok yaşatmaya yönelmesi ve kendi varlığını ancak diğer insan ve varlıkları muhafaza üzerinden koruması, kendi güvenliğini başkalarının güvenliğini sağlayarak güvenceye alması anlamına gelmektedir.


Zulüm
K. Kerim’de Cenab-ı Hakk’ın insanlara zulmetmediği, insanların kendi verdikleri kararlar ve yaptıkları neticesinde kendilerine ve birbirlerine zulmettikleri sıklıkla vurgulanmıştır:
Biz onlara zulmetmedik, asıl onlar kendi kendilerine zulmettiler.
Rabbinin azap emri gelince Allah’tan başka taptıkları tanrılar, kendilerine hiçbir fayda vermedi. Hatta onların ziyanlarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı.” (Hûd/11: 101)


Başka bir ayette ise, insanların kendi kendilerine zulmetmenin sebebi dile getirilmişti:
“Ayetlerimizi yalan sayarak sırf kendi kendilerine zulmeden o kimselerin hali, ne çirkin bir ibret levhasıdır!” (Araf/7: 177).,


Kur’an-ı Kerim’de dört yerde günah işleyerek kendi nefsine zulm ettiğini itiraf edip af dileyenlerin duaları zikrediliyor.
Bunlardan birisi, Hz. Adem ile Hz. Havva’nın yasak meyveyi yedikten sonra pişman olup, Cenab-ı Hakk’tan öğrendikleri ve yaptıkları duadır:
''dediler ki: Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (Araf/7: 23). Diğer ayetler: (Enbiya/21: 87; Neml/27: 44)


insan kendi kendisine zulmedebilir. Kendi kendine zulmetme, kendisini olmadığı ve olamayacağı bir yerde görme ile başlayıp, kendisini diğer insanlardan veya insanların bir kısmından “üstün” görüp, diğerlerine tahakküm etmeyi kendisinin tabii hakkı hatta vazifesi olarak görmeye başlayarak, kendi haddini aşması, diğer insanlara zulüm, yani hemcinsine zulüm olarak tahakkuk edebilir.

İnsan ve Allah’ın İsim ve Sıfatları
İnsan Allah’ın isim ve sıfatlarının tecelligahıdır. İnsanın hayatında Cenab-ı Hakk’ın isimleri ve sıfatları tecelli eder. Bu sebeple de insan, varlıkların en şereflisidir; eşref-i mahlûkattır.
varlık, her şey, onda ve onunla anlamını bulur. İnsanda en değerli olan, Hakk’ın nazargâhı olan kalbidir. Buna karşılık vücud, -genel olarak bütün varlıklar ve özel olarak insanlardan ibaret olan- halkın nazargâhıdır.
Varlık, halk ile ve halkın nazarında ortaya çıkar.
Varlığın sadece fizikidünyadan ibaret olmadığı, insanın manalardan oluşan bir dünyada yaşadığı hatırda tutulduğu takdirde, insan olması bakımından insan için varlığın,itibari olduğu kolayca anlaşılabilir
Bizim hayatımızda bulunan ne kadar makam, unvan, konum varsa, hatta kullandığımız alet ve edevat varsa, bunların hepsi, insan hayatında edindiği konum ve mana ile ve bu manada mevcuttu
İnsanları yok saydığınızda, veya insanlar olmadığında bunlar da varlığını muhafaza edemez.

Vazife ve Hürriyet
İnsanın hür olması, irade özgürlüğü olarak ifade edilir. İrade özgürlüğü,
genel olarak, insanın hangi fiili yapacağına ve neyi tercih edeceğine kendisinin karar verebilmesi imkânı olarak tanımlanabilir.

Dinin klasik tanımı da insanı “akıl sahibi” ve “hüsn-i ihtiyarı” ile hareket eden varlık olarak nitelerken, İslâm’ın öngördüğü dindarlığın ahlâkiliğini vurgular; aynı zamanda İslâm ahlâkının temel kavramlarından birisi olan irade özgürlüğünü de ifade etmiş olmaktadır. Ahlâkilik, irade özgürlüğü ile,din de ahlâkilik ile tanımlanmaktadır.
Klasik din tanımı “akıl sahiplerini, kendi ihtiyarları ile bizzat hayırlara sevk eden ilahi bir vaz” idi. Bu tanımda dinin amacı “bizzat hayır, yani iyi” olduğuna göre, İslâm ahlâkı insanı kendinde hayır olana yönlendirmekte; bu yönlenmenin insanın kendi iradesi ve isteğiyle olmasını önemli bir unsur olarak belirtmektedir. Böyle olunca da, hayra ve iyiliğe yönelik duruş olarak nitelenecek olan ihtiyar, ilahi vaz’ ile içerik kazanmakta ve insanın hayrı, yani kendinde iyiyi gerçekleştirmesi, bizzat kendisi tarafında vazife olarak üstlenilmektedir.

İslâm ahlâkında vazife çok önemlidir. Ancak vazife dışarıdan insana yüklenen bir “mecburiyet” değil, insanın kendisinde bulunan hayr hissinin etkinleşmesi ve insanın kendisini gerçekleştirmesi yönünde bir görev üstlenmesidir.


İslâm ahlâkında vazife, hürriyeti nefy etmeden (olumsuzlamadan), hürriyet de vazifeyi nefy etmeden muhafaza edilmiştir.


Amaç vazifeyi kendi iradesiyle, özgür iradesiyle üstlenen insanların yetişmesidir. Klasik ahlâk eserlerinin amacı, sadece iyi ve kötü hakkında malumat vermek değil, iyi ve kötünün bilgisini insanlara ulaştırarak,insanların kendi iradeleri ile iyi davranışları gerçekleştirmeleri ve kötü davranışlardan da uzak durmalarına yardımcı olmak, insanları ahlâki cihetten yetiştirmek, onların ahlâkını güzelleştirmektir

Hürriyet İslâm ahlâkının, daha doğrusu ahlâki varlık olarak insanın mütemmim cüzüdür (mütemmim cüz=bütünü oluşturan tamamlayıcı parça).
din, insanın tercihlerini hayra yönlendiren saik olarak, istemeyi önceler ve onu kendinde hayra yönlendirerek, insanın özgürlüğünün hem kendi varoluşunu hem de diğer insanların varlığını te’yid edip geliştirerek,hayır olarak tahakkukuna yol açar

Sorumluluk ve Ahlâki Yaptırım
insan öncelikli olarak kendi vicdanına karşı sorumludur ve bu sorumluluk yerine getirilmezse,vicdan azabı olarak etkin olur.

“Utanma” ile “çekinme”, zaman zaman birbirine karıştırılır. Utanma bir fazilet iken, çekingenlik genel olarak makbul görülmeyen psikolojik bir haldir. Birisinin“utanmaz” olması, ahlaki kurallar ve faziletler konusunda yeterince hassas olmadığını ifade ederken, “çekingenlik” yapılması ahlaken uygun, hatta arzu edilen şeyleri yapma konusunda ortaya çıkan bir zaafı işaret eder.
Nihayet insanın, bütün insanların olmasa da, aralarında seçkin bir kısmının bütün karar ve fiillerinde Cenab-ı Hakk’ın rızasını gözetmeleri ve O’nun rıza ve ilgisinden mahrum kalma endişesi taşımaları, kendi başına çok özel bir sorumluluk şuuru vermektedir.

İhtiyaç
İnsan bir “mahlûk” (yaratılmış) olması hasebiyle muhtaç bir varlıktır
İnsanın muhtaç bir varlık olmasını, doğumundan itibaren hayatını takip ederek daha yakından görebiliriz. İnsan doğduğu andan itibaren nefes almaya, gıdaya ve korunmaya, elbise ve konuta muhtaçtır. Bunların yanında kendisini himaye edecek insanlara, kendisine dili öğretecek, daha doğrusu bütün boyutları ve içeriği ile yaşamayı öğretecek insanlara muhtaçtır.
insanın bir bedene, bedenin canlılığını muhafaza edebileceği fiziki bir çevreye, kendisini sıradan bir canlı olmaktan çıkarıp insan olarak yetiştirecek insani bir çevreye ihtiyacı vardır. İnsan bunlar olmadan varlığını sürdüremez. Ancak insanın bütün bunların ötesinde, kendisini ve bütün bu karşılıkları ile birlikte ihtiyaçlarını da yaratan Cenab-ı Hakk’ın bütün bunları mümkün kıldığının farkında olmaya da ihtiyacı vardır.
İnsanın ahlâki şuuru açısından muhtaç bir varlık olduğunun farkında olması ve kendisini “müstağni” görerek, hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı gibi bir zanna düşmemesi gerekir. Çünkü insanın kendi kendine yeterli bir varlık olduğu yanılgısı, bu düşünceye sevkeden her ne ise o esasın dışındaki bütün varlık karşısında nefyedici bir tavra esas teşkil etmekte; bunun neticesinde bütün insanlık için büyük facialar ortaya çıkmaktadır.
Bir insanın kendisine karşı yapılan haksızlığı affetmesi bir yücelik, buna karşılık, başka bir insana karşıyapılan haksızlığı bağışlaması veya hoşgörmesi, görmemezlikten gelmesi ahlâk dışı veya kötü ahlâk örneği, hatta onun hesabına kötü bir fiil olarak kabul edilmiştir. Zulme rıza, zulüm olarak görülmüştür.
insanlara yardım etme (isti’ane, dayanışma) İslâm ahlâkının mühim kavramlarından biridir.

Hayır ve Menfaat/Fayda
Vazife ile hürriyet arasındaki dengenin muhafaza edilebilmesi için vazifenin içeriğinin bir “fayda” boyutunun olması gerekir. Vazife, fayda esasında değil,fayda, vazifeyi yerine getirmenin bir neticesi olarak gerçekleşmelidir. O zaman vazife, faydayı sağlar. Böylelikle, vazifeyi sırf hayr (iyi) olduğu için yapabilecek olgunluğa henüz ulaşamamış insanlar da, onu ifa etmenin ne gibi faydalar sağladığını, en azından başka insanlarda görerek öğrenip ve bu cihetten faydayı düşünen insanların da vazifeye talip olması mümkün olabilir.
Son olarak Hilmi Ziya Ülken’in ahlâki değerleri de anlama konusunda epeyce ufuk açıcı olan bir ifadesini buraya alalım.“Ortak duyu anlamıyla değer veya kıymet deyince bizim kendisine muhtaç olduğumuz, kendisini aradığımız, bizi tamamlayan bir şey anlarız.

mekasidü’ş-şerî’a olarak ifade edilen beş maksad, esas itibariyle hep
“muhafaza”ya işaret eder. Bunlar aklı muhafaza, dini muhafaza, nesli muhafaza, nefsi muhafaza ve nihayet malı muhafazadır.



İyi ve Kötü
Türkçe’de iyi ve kötü olarak ifade ettiğimiz kavramlar Arapça’da birden çok kelime ile ifade edilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de “birr”, “hasene”, “maruf” gibi tabirler iyiyi ifade etmek için “ism”, “seyyie”, “münker” gibi tabirler de kötüyü ifade etmek için kullanılmıştır.
kelam eserlerinde mesele daha çok “hüsün ve kubuh” meselesi olarak ele alınmış; ama duruma göre hayır ve şerr de kullanılmıştır. Özellikle akide kitaplarında iyi ve kötü için kullanılan tabirler “hayır ve şerr”dir. Fakihler teorik tartışma yapmadıkları zaman daha çok “helal” ve “haram” ve bunlarla irtibatlı olan diğer tabirleri kullanmakla birlikte, bu kavramların teorik müzakeresini yaptıkları Fıkıh usulü eserlerinde meseleyi “hüsün ve kubuh” tabirleri ile ele almışlardır. Buna karşılık felsefede daha çok “hayr” ve “şerr” kullanılmıştır.

Hayr ve Şer, iyi veya kötü, genel olarak olduğu gibi İslâm ahlâkının da temel terimlerindendir. Ahlâk ilmi ve düşüncesi, hayır ve şer, iyi ve kötü ilebaşlar, yine bunların mahiyeti üzerindeki düşünce ile derinleşir ve bu kavramların, hayatın muhtelif alanları ile irtibatı üzerinden, insanı fert, cemiyet mensubu ve kurum ve kuralların bunlarla irtibatı üzerinden yine başa döner.

İslâm ahlâkı, bütün ahlâk teorilerinin ağırlıklı olarak vurguladığı hemen bütün unsurları içinde taşır: ne haz kendi başına kötüdür, ne dünyevi fayda, ne vicdan ve akıl kendi başına değersizdir,ne de bir şeyi sırf hayr olduğu için yapmak reddedilmiştir. Aksine bunların hepsi belirli bir ölçü içerisinde muhafaza edilerek, insani varoluşun devamı sağlanmıştır.



[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]





Bu hizmet [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] ailesine mahsustur.alıntı yapılması halinde kaynak verilmesi zorunludur.






sultan81 beğendi.
Alıntı ile Cevapla
Alt 21 Ağustos 2014, 11:01   Mesaj No:5
Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:EyMeN&TaLhA isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21422
Üyelik T.: 08 Kasım 2012
Arkadaşları:36
Cinsiyet:
Mesaj: 3.299
Konular: 784
Beğenildi:131
Beğendi:34
Takdirleri:141
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart islam ahlak esasları 5.ünite (özet)

İslâm Ahlâkının Bireysel Boyutu 1: Güzel Ahlâk(Faziletler)

Ahlâk ilminin tanımlarından birisi de, “beğenilen güzel fiilleri yapıp, beğenilmeyen fiillerden kaçınmayı sağlayan, insani nefsin eylemlerinden ve huylarından bahseden bir ilim”dir. Bu tanımdaki güzel davranışlar erdemleri,kötü davranışlar reziletleri temsil etmektedir. Fazilet-rezilet kavramları gerçekte iyi-kötü kelimelerine tekabül etmektedir.

insanın ahlakı ilgilendiren vasıfları fazilet ve rezilet olarak iki kısma ayrılmaktadır. Fazilet, insanda iyi fiilleri ortaya çıkaran meleke iken, kötü fiillerin ortaya çıkması rezilet ile alakalıdır.
Fazilet sahibi insan, ahlaklı insandır; fazilet sahibi olmayan insan ise, ahlaksız ve kötü ahlaklı bir insandır.

DİNDARLIK-AHLÂK İLİŞKİSİ
İslâm ahlâkının asıl kaynağı Kur’an ve onu yaşantısında tecessüm ettirmiş peygamberin hayatı, sünnettir. Hz. Peygamber’in ahlâkının “Kur’an ahlâkı” olduğunu söyleyen hadisler bu gerçeğe işaret etmektedir. Hatta dinin“samimiyet” olduğunu söyleyen İslâm peygamberi bu gerçeği farklı bir şekilde ifade etmiştir. Çünkü insan, temiz bir doğa, “fıtrat” üzerine dünyaya gelmiştir.
Kur’an’da güzel ahlâk veya fazilet için hasene, hidâyet, sıdk, amel-i Salih ve ihsan gibi pek çok kavramın kullanıldığı dikkati çekmektedir. İnsanın en şerefli varlık olarak yaratıldığını ifade eden İslâm dini, bu şerefin ancak ve ancak ahlâklı olmakla mümkün olacağını beyan etmiştir.

Kur’an “nefsini temiz tutan kurtuluşa ermiş, onu kirletense ziyan etmiştir” (Şems/91: 8-9)diyerek bu gerçeği teminat altına almıştır.
Hz. Muhammed, “bir insan, iyilik yaptığında sevinç, kötülük yaptığında üzüntü duyabiliyorsa, artık o gerçekten mü’mindir” diyerek, hakîkî insan alametlerini de söylemiştir. İyi ve kötü arasındaki çizginin ayrımı kesinleştikçe, uyanık bir vicdandan; buradaki ayrım kaybolmaya başladıkça, hatta neyin iyi olduğu konusunda kesin bir fikir oluşturulamıyorsa, uyuyan bir vicdandan söz edilebilir.

Endülüs’te yetişmiş olan âlimlerden İbn Hazm Ahlâk, -el-ahlâk ve’ssiyer fî müdâvâti’n-nüf’us- isimli eserinde akıllı olmayı, kulluk bilincindeolma ve kulluğu yerine getirme, dolayısıyla da erdemli olma olarak tanımlar.
Aklın zıddı günahkârlık ve erdemsizlik, yani ahmaklıktır. İslâmî literatürde ‘Allah’a teslim olan ve ibadet eden kişinin, Allah’ın onun gören gözü, işiten kulağı olmasının’ anlamı burada yatmaktadır. Günahtan sakınan, karanlık perdeler ardında kalmayan kişinin görmediği tarafı Allah’ın tamamlaması, onun aklen yetkinleşmesi anlamına gelir. Erdemli olmayı ‘orta olma’ yani ifrat ve tefritten kaçınma olarak tasvir eder. Akıllı olma bir erdem olduğu gibi, adalet, cesaret ve cömertlik de temel erdemdir.

Adalet , “orta yolu” ifade etmektedir. Adalet, muhtemel iki uçtan biri yerine, bunların tam ortasını bulmak anlamına gelmektedir. Sadece bir erdem ile alakalı olarak değil bütün erdemlerde ve erdemlerin birbiri ile ilişkisinde de orta yolu bulmak, adaletin gereğidir. Adil kişi zaten diğer erdemleri de gerçekleştirmiş demektir. İnsanın iyi olmasının kıstası, âdil olması ya da olmamasıyla doğrudan bağlantılıdır.İbn Hazm, ahlak konusunda eser veren çok sayıda alim gibi insan denen varlığın teşekkülünde dinin işlevini açıklayarak, varoluş, “olma” ve din arasındaki organik bağı açığa çıkarmaktadır.

İslâm düşüncesi dindarlık ile ahlak arasındaki irtibatı keşfederken, varlık-bilgi-değer düzlemlerinde son derece tutarlı ve dayanıklı algılama biçimiortaya koymuştur. Bir başka ifadeyle Kur’ân’ın anlam bütünlüğünde iman(inanç-varlık) kavramı, ‘ilm (bilgi), ve salih amel (ahlâk-eylem) kavramlarıöylesine birbirine bağlıdır ki, bunlar birbirini hem besleyen hem de gerektiren boyutlardır. Öyle ki bu düşünce modunda bilgi (‘ilm), hikmet,adalet ve hakikati içinde barındıran, çok katmanlı bir kavramdır. Buçerçevede adâletin bilgi ile ilişkisi şu şekilde ifade edilebilir: İnsanınyaratıklar âleminde doğru ve bu yüzden uygun yerini ve yaratıcısı ile olandoğru irtibatını bilmesi adalettir. Adalet, insanın kâinattaki konumu ile ilgilibilgisinden kopuk değildir.

Kur’an’da kulluk (ibadet ve ubudiyet), inanan kişinin Allah’a bağlılığını eylemleriyle göstermesi, bilgi (marifet) anlamında kullanılır. Allah’ın insanı yaratış amacı, insanın onu bilmesidir.

Aynı şekilde eşyanın bütünü içinde kendi yerimizi bilme, durumumuzu tanıma ve tasdik etme ve kişinin bu biliş ve tasdike göre hareket etmesi hem bireysel hem de toplumsal açından adaleti getirecek olan edebli olmadır. Bilme, sevme, hissetme, adil olma ve eylemde bulunmanın hepsini ihata eden bir akıl nosyonu var olmakla birlikte,pratikte bunun tecessüm ettirilmesi gerekmektedir.

İmam GazaliMîzân el-‘Amel isimli ahlak eserinde, ilm ve amelin ahrete hazırlık ve mutlu olmanın yegâne yolunun iman ve salih amel olduğunu söylemektedir. Bu cümleden olmak üzere ahlâk ilminin nihaî hedefi de, ilm ve amel terkibini vurgulamaktan geçer. İbrahimî geleneğin ve İslâm’ın değere vurgusunun altında yatan asıl neden, değerin bütünleştirici,dönüştürücü ve tamamlayıcı özelliğidir.

Ahlâk, vicdanın normatif bir biçim kazanmasıdır. Daha doğrusu onun normatifliği varlıkla uyumunu ifşa eder. Çünkü kelime anlamı itibariyle vicdan, varlığı yerli yerince görebilme ve hakkı teslim edebilme anlamına gelen adalete (adl) en yakın kavramdır. İlahi iradenin sesini, vecde gelerek duyabilme, varlığı görebilme ve bulabilmedir. Bunun içindir ki, ‘vicdanın sesi’, hakkın sesine en yakındır. Etimolojik olarak v-c-d (vecede) kökünden,bulmak anlamından neşet eden vicdan, vecd sayesinde ulaşılan merhaledir ki,vücud’a ulaşılır. Bütün bu deltaları kendinde birleştiren “vâcid”, meydana çıkaran ve yaratan anlamına gelir (yaratıcı); “mevcut” ise, var olan; mevcudat ise var olanlar demektir. Dolayısıyla, hem vecd, hem de vicdan, var kılıcı bir özelliği haizdir. İster adalet kavramından; isterse de vicdandan hareketle olsun ahlâk tartışması değer-anlam-varlık-bilgi bütünlüğünü kendinde barındırır. Diyebiliriz ki İslâm ahlâkının bireysel boyutu olarak ifade edebileceğimiz faziletler veya erdemler bu bütünlüğü tesis edebilmektir.Aksine reziletler ise, söz konusu bütünlüğü yakalayamamak; bir bakımaparçalanmışlıktır.

İslâm Ahlâkının Bireysel Boyutu
İnsanın en ayırt edici özellikleri, sevme, düşünme, irade, eylem ve tecrübe gibi boyutlardır. Bu boyutlar dinin tanımlanmasında da oldukça belirleyicidir.Ahlâkın işlevi ve önemi de tam olarak bu sınırda belirir.ahlâk “bütün bir kişilik” geliştirebilmek için vazgeçilmez öneme sahiptir.

Kendisinin “güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini” söyleyen Hz.Muhammed de yönünü dine çeviren ve “tevhid”i eksene alan kişinin ruhen yükselip, arınacağına; huzur ve ahengi yakalayacağına işaret etmektedir.Böylece güzel ahlâkın, dinin en önemli boyutu olduğu açığa çıkmaktadır. Bu anlamda Hz. Muhammed ‘gayb’ ve müşahede âlemini bir araya getirmektedir.Çünkü onun hayatı, dinin neticesini somut olarak gösterdiği için ‘gayb’ı yakınlaştırmıştır. Yağmurun başağı büyütüp ürün vermesi sayesinde toprağın altının görünür hale gelmesi gibi, ‘iyi insan’ profili de, insantohumundaki madde ve manayı bir araya getirmeye modellik yapar.

sağlıklı bir kişi olabilmenin en iyi göstergelerinden biri üretmek (ekip-biçmek) ve toprağın yeşerteceğine güven yani sevgidir. Bunun için Kur’an, sevgiyi imanla aynı anlamda kullanmıştır(Meryem/19: 96): “İman edip iyi davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için çok merhametli olan Allah, (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.”
Kur’an’ın ‘ülfet’e bir mihenk taşı işlevi vermesi boşuna değildir. “Birbirine düşman kişileri ülfet güvencesiyle birbirine emin kılan” (Al-i İmran/3: 103) Allah, bu sayede, en büyük hikmetlerinden birini insana hibe etmiştir. Hanif dinin ümmeti olmak da, bu sevgiyle bağlanmak demektir.

Zaten ümmet (topluluk), Arapça köken itibariyle ana (ümm) kelimesindenneşet etmiştir. Bu durumda toprak ana (rahim) ya da ümmet, rahmettir,berekettir. Eğer ümmeti besleyen sevgi ve iman damarları kurutulursa, sözde ve müsvedde bir toplumdan söz edilecektir ve bu durumda adeta sağ göz, sol göze güvenemez hale gelecektir.

Faziletler ve reziletlerin neler olduğu hususunda genel bir ittifak vardır; ancak bunların temellendirilmesinde ve anlatımında takip edilen yollar birbirinden farklıdır. Bunlar arasında filozofların yöntemi en sistematik olanıdır. Bu sebeple önce felsefi ahlak eserlerinde ortaya konulan, daha sonra Gazali ve İbn Hazm gibi alimler tarafından da kullanılan, filozofların ortaya koyduğu şablonu kullanan sistematik esas alınarak faziletler ve reziletler konusu ele alınacaktır. Bu şablon Nasırüddin et-Tusi, Devvani ve Kınalızade Ali Efendi tarafından daha da geliştirilmiştir. Biz burada daha çok Kınalızade’nin Ahlak-ı Alâî isimli klasik ahlak eserindeki sistematiğini dikkate alacağız.


İslâm Ahlâkında Faziletler
İslâm ahlâkçıları, ahlâkı, kısaca faziletler ve reziletler ilmi olarak değerlendirmektedirler. Ahlâk, buna göre, nefsi faziletlerle süsleme ve reziletlerden koruma yollarını gösterir. Ahlak ilmine bu cihetten yaklaşma, bu ilmi sadece iyi ve kötü davranışlar hakkında konuşma, bu konuşmanın ortaya çıkardığı sorunları ele alma olarak görmeyip, bunun ötesinde insanın ahlaki eğitimini de dikkate almayi içermektedir.
Fazilet kavramı insanın kabiliyetleri ile alakalı olarak kullanılmaktadır. İnsanın muhtelif kabiliyetleri vardır ve bu kabiliyetler doğuşta “kuvve” olarak, yani potansiyel olarak mevcutturlar. Bu kabiliyetlerin etkin olması ile hayat gerçekleşir.
Müslüman filozoflar insanı tabii/fiziki dünyanın bir devamı, aynızamanda bütün mevcudatın (makrokosmos) bir özeti olarak kavrarlar. İnsan “zübde-i alemdir”; veya “küçük alemdir” (alem-i sagir=mikrokosmos). Böyle olduğu için de kendisi dışındaki bütün mevcudatı imkân olarak ve içinde taşır. Bu anlayış çerçevesinde onlar üç ayrı nefsi birbirinden ayırırlar:nebati/bitkisel nefis, hayvani nefis ve insani nefis.
Nebati nefsin özellikleri, cisimlerden farklı olarak, beslenme, büyüme ve üreme özellikleri bulunmaktadır. Hayvani nefiste ise kendi idrak ve isteğiyle yer değiştirme/hareket özellikleri bulunmaktadır. İnsani nefiste ise, hem nebati/bitkisel nefsin hem de hayvani nefsin özelikleri bulunduğu gibi, bunlara ek olarak “düşünme ve konuşma kabiliyeti” (kuvve-i natıka) bulunmaktadır. Bu sebeple insanın sırf nutuk/konuşma ve düşünme cihetini dikkate alarak insani nefsin bu cihetine, “melekî nefis” denilmiştir. Aynı zamanda bilme/öğrenme kabiliyeti olarak da isimlendirebileceğimiz ve insanın ayırıcı hususiyetini teşkil eden “konuşma/düşünme” kabiliyeti cihetinden insan nefsine “natık nefis” adı verilmektedir.
İnsanda, o halde, üç nefis birlikte bulunmaktadır: nebati, hayvani ve meleki nefis. Bunların her birisi insanda bir kuvve tarafından temsil edilir: nebati nefis şehevi kuvvede, hayvâni nefis gadabi kuvvede, meleki nefis ise nutuk kuvvesinde.
Birinci kabiliyet, insanın gıda, cinsel arzu ve diğer arzu ve isteklerine esas teşkil eder, ki adına “şehevi kuvve” denilir Bu kuvve insanın biyolojik varlığını sürdürmesini sağlayan kabiliyetini ifade etmek içinkullanılmaktadır.
İkinci kabiliyet ise insanın varlığını ve sahip olduğu şeyleri savunmaya ve korumaya (muhafaza) yöneliktir; adına gazap kuvvesi denilmektedir.
Üçüncü kabiliyet ise insanın hem diğer varlıklarla hem hemcinsleri ile, yani diğer insanlarla, hem de insanların üstündeki alemledüzenli bir irtibat kurma imkanını ifade eder.
Klasik ahlak anlayışı sadece bitkisel ve hayvansal ihtiyaçlarını karşılayan, yani sadece bedensel ihtiyaçlarını karşılayan ve bunun için mücadele eden, insanların, henüz insani boyuta ulaşamadığını; insan olmanın düşünme ve konuşma kabiliyetini kullanarak nebati ve hayvani kuvveleri kullanmayı ifade ettiğini dile getirir.
Burada söz konusu olan kuvveler, metafizik, mantık ve fizikte kullanılan “cins” kavramı ile ifade edilirler. Buna göre insanda bulunan bütün kuvveler bu üç cinsten müteşekkildir. Bu cinslerin her birisinin altında çok sayıda nev’ bulunmaktadır. Daha sonra üzerinde duracağımız alt başlıklar her cinsin altındaki nev’leri ifade etmektedir
İslâm ahlâkında faziletler konusu işlenirken, öncelikle faziletlerin insan nefsinin hangi boyutundan beslendiğinin belirtilmesi gerekmektedir. İslâm ahlâkı konusundaki görüşleriyle dikkati çeken Osmanlı dönemi ahlâkçılarından Kınalızâde Ali Efendi’nin Ahlâk’ı Alâî isimli eseri bu konuda önemli bir kaynaktır. Çünkü o hemen hemen kendinden önceki ahlâkdüşünürlerinin görüşlerini çoğu bakımdan sürdürmüştür; ayrıldığı, farklı düştüğü noktalar olduysa onları da işlemek suretiyle hem bir sentez hem de bir özet yapabilmiştir denilebilir.
İnsanî nefsin iki gücü vardır.
1)İdrak gücü: Bu güç sayesinde nefis, aklın idrak gücünü gerçekleştirir.
Bunun iki görünümü vardır.
a) Nazari Güç: Bunun aşırılığa veya eksikliğe gitmemesi, yani orta düzeyde/itidal üzerine olması sayesinde hikmet meydana gelir.
b) Amelî Güç: itidal üzerine fiiller, yani “orta yol” çıkarırsa adalet meydana gelir.
2)Hareket Ettirici Güç: Bu güç sayesinde beden itki veya motivasyon gücükazanır.
a) Hareket Ettirici Arzu Gücü (Şehvet): Aşırılığa gitmediği sürece “orta hal/düzeyde” olduğu müddetçe iffet meydana gelir.
b) Hareket Ettirici Saldırgan Güç (Gazap): Aşırılığa gitmediği sürece“orta hal/düzeyde” fiiller, cesaretmeydana gelir.






[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]




Bu hizmet [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] ailesine mahsustur.alıntı yapılması halinde kaynak verilmesi zorunludur.

sultan81 beğendi.
Alıntı ile Cevapla
Alt 08 Ekim 2014, 13:36   Mesaj No:6
Avatar Otomotik
Durumu:SADECE GÜL isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 45328
Üyelik T.: 02 Ekim 2014
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 1
Konular: 0
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cevap: islam ahlak esasları 1.ünite (özet)

bu notları okumak yeterli oluyormu acaba lütfen yardımcı olurmusunuz
Alıntı ile Cevapla
Alt 08 Ekim 2014, 16:54   Mesaj No:7
Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:EyMeN&TaLhA isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21422
Üyelik T.: 08 Kasım 2012
Arkadaşları:36
Cinsiyet:
Mesaj: 3.299
Konular: 784
Beğenildi:131
Beğendi:34
Takdirleri:141
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: islam ahlak esasları 1.ünite (özet)

Alıntı:
SADECE GÜL Üyemizden Alıntı Mesajı göster
bu notları okumak yeterli oluyormu acaba lütfen yardımcı olurmusunuz
bu notlar sadece yardımcı kaynak mahiyetinde.maalesef tek başına yeterli olmuyor.
ünitelerin önemli bulduğunuz kısımlarının altını çizin mutlaka.bi kaç kez okumanız kalıcı olması açısından yeterli olacaktır sanırım.ünite sonlarındaki sorulara da bakın.üniteler bitince çıkmış soruları kitabınızdan işaretleyip,sınavdaki soruların tarzı hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz.

aöf artık dip köşe sorular soruyor bu yüzden üniteleri öğrenmeden geçmek yerine detaylı çalışmayı öneririm.en sonunda da ünitelerle ilgili soru çözmeniz,eksikliklerinizi görmeniz açısından işinize yarayacaktır...

kolaylıklar diliyorum
Alıntı ile Cevapla
Alt 10 Ekim 2014, 17:59   Mesaj No:8
Avatar Otomotik
Durumu:ednr isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 45407
Üyelik T.: 10 Ekim 2014
Arkadaşları:0
Cinsiyet:kadın
Memleket:samsun
Yaş:28
Mesaj: 1
Konular: 0
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cevap: islam ahlak esasları 1.ünite (özet)

daha ayrıntılı olursa nasıl olabilir acaba ??
Alıntı ile Cevapla
Alt 10 Ekim 2014, 18:38   Mesaj No:9
Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:EyMeN&TaLhA isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21422
Üyelik T.: 08 Kasım 2012
Arkadaşları:36
Cinsiyet:
Mesaj: 3.299
Konular: 784
Beğenildi:131
Beğendi:34
Takdirleri:141
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: islam ahlak esasları 1.ünite (özet)

Alıntı:
ednr Üyemizden Alıntı Mesajı göster
daha ayrıntılı olursa nasıl olabilir acaba ??
özet çalışması mahiyetinde olduğu için ayrıntılı değil.
Alıntı ile Cevapla
Alt 16 Kasım 2018, 17:09   Mesaj No:10
Medineweb Emekdarı
nurşen35 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:nurşen35 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 38944
Üyelik T.: 09 Şubat 2014
Arkadaşları:61
Cinsiyet:Bayan
Mesaj: 9.476
Konular: 1144
Beğenildi:4414
Beğendi:3686
Takdirleri:14203
Takdir Et:
Standart

__________________
O (cc)’NA SIĞINMAK AYRICALIKTIR
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Konuyu değerlendir
Konuyu değerlendir:

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Medineweb İslam Ahlak Esasları 1-10 üniteler MERVE DEMİR İslam Ahlak Esasları* 13 03 Kasım 2019 13:09
İslam Ahlak Esasları 7/8/9/10. Ünite Özetleri nurşen35 İslam Ahlak Esasları* 3 15 Nisan 2018 15:42
İslam Ahlak Esasları 4. /6. Ünite Özetleri nurşen35 İslam Ahlak Esasları* 0 28 Ağustos 2015 11:44
İslam Ahlak Esasları 6-7 Ünite Özetleri Milena İslam Ahlak Esasları* 0 25 Aralık 2011 22:27
İslam Ahlak Esasları 8-9-10 Ünite Özetleri Milena İslam Ahlak Esasları* 0 25 Aralık 2011 22:26

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.