Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.PEYGAMBERLER-ASHAB-I KİRAM-ALİMLER.::. > Peygamberler-Ashab-ı Kiram-Alimler > Hz.Muhammed(s.a.v)

Konu Kimliği: Konu Sahibi İmamHüseyin,Açılış Tarihi:  10 Nisan 2009 (00:55), Konuya Son Cevap : 05 Ağustos 2009 (13:05). Konuya 2 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 10 Nisan 2009, 00:55   Mesaj No:1
Medineweb Usta Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:İmamHüseyin isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 7571
Üyelik T.: 20 Mart 2009
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 279
Konular: 242
Beğenildi:3
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart GENÇLİKDÖNEMİ

GENÇLİKDÖNEMİ

GENÇLİKDÖNEMİ
1- EbuTalib'in Hz. Peygamber'in (s.a.a) Gözetimini Üstlenmesi
Abdulmuttalip, torunu Muhammed'in (s.a.a) bakımını oğlu Ebu Talib'e havale etmesi onun torununa yönelik ilgisinin bir belirtisidir. Çünkü Ebu Talib'in, yeğeninin bakımını en iyi şekilde yerine getireceğini biliyordu. Ebu Talip gerçi fakir idi; fakat Kureyşliler arasında, kardeşleri içinde en saygın ve ayrıcalıklı konuma sahipti. Üstelik Ebu Talip Hz. Peygamber'in babası Abdullah'ın ana-babası bir kardeşi idi. Bu da onunla Hz. Peygamber (s.a.a) arasındaki bütünlük, şefkat ve sevgi bağlarını güçlendiren bir unsurdu.

Ebu Talip, babası tarafından uhdesine verilen bu sorumluluğu iftiharla ve şerefle kabul etti. Bu sorumluluğunda saygın eşi Esed kızı Fatıma onun yardımcısı idi. Karı-koca, ikisi birlikte Muhammed'in beslenmesini ve giyimini kendilerinin ve öz evlâtlarının aynı türden ihtiyaçlarının karşılanmasına tercih ediyorlardı. Hz. Peygamber de amcasının bu eşinin ölümü üzerine: "Bugün annem öldü!" derken bu gerçeği ifade etmek istemiştir. Ardından Resulullah (s.a.a) ona kendi gömleğini kefen olarak sarmış ve defninden önce lahdine uzanıp yatmıştı.

Abdulmuttalib'in ölümünden itibaren Ebu Talib'in Hz. Peygamber'i (s.a.a) korumakla ilgili zor görevi başladı. O, onu çocukluğundan başlayarak malı ile, canı ile, itibarı ile koruyor, yaşadığı süre boyunca onu eli ve dili ile destekliyordu. Böylece Muhammed (s.a.a) büyüdü ve peygamberlik görevini alarak risaletini yüksek sesle ilân etti.[1]

2-İlk Şam Seferi

Kureyşlilerin âdetlerinden biri her yıl Şam'a ticaret maksatlı bir yolculuk ile Şam'a gitmekti. Çünkü ticaret kazanç elde etmenin başta gelen kaynağı idi. Ebu Talip de bu yolculuklarından birine çıkmaya karar verdi. Karar verirken Hz. Peygamber'i (s.a.a) yanında götürmeyi düşünmemişti. Çünkü onun adına yolculuğun zorluklarından ve çölü aşmanın tehlikelerinden korkuyordu. Fakat yola çıkacağı sırada kararını değiştirdi. Çünkü yeğeninde kendisi ile beraber gitme yönünde büyük bir ısrar gördü. Amcasından ayrılacağı için yüzünü ekşitmiş ve gözlerinden yaş dökülmeye başlamıştı. Hz. Peygamber'in (s.a.a), amcası ile birlikte çıktığı bu yolculuk Şam'a yaptığı ilk yolculuktu. Hz. Peygamber bu yolculuk sırasında çöl boyunca yolculuk yapmanın nasıl bir şey olduğunu ve kervanların güzergâhlarını, hangi yollardan yolculuk yaptıklarını öğrendi.

Bu yolculuk sırasında ünlü rahip Buheyraahîra, Hz. Peygamber'i (s.a.a) görüp onunla buluştu. Rahip, Peygamber'de Hz. İsa (a.s) tarafından geleceği müjdelenen son peygamberin belirtilerini tespit etti. Zira bu rahip Tevrat'ın, İncil'in ve son peygamberin geleceğini müjdeleyen diğer kaynakların içeriklerinden haberdardı. Bu tespit üzerine Hz. Peygamber'i Mekke'ye geri götürmesini ve onu Yahudilerin suikastından korumasını Ebu Talib'e tavsiye etti. Ebu Talip de rahibin sözlerini dikkate alarak tam bir tedbir içerisinde yeğeni Muhammed'le (s.a.a) birlikte Mekke'ye döndü.

3- Koyun Çobanlığı

Ehl-i Beyt İmamlarından (hepsine selâm olsun), Hz. Peygamber'in (s.a.a) çocukluğunda koyun çobanlığı yaptığına dair bir bilgi bize ulaşmamıştır. Fakat İmam Cafer Sadık'tan (a.s) nakledilen bir hadiste genel olarak bütün peygamberlerin bir süre çobanlık yaptıkları bildirilmekte ve bunun hikmeti açıklanmaktadır. Söz konusu hadiste şöyle deniyor: "Yüce Allah'ın gönderdiği hiçbir peygamber yok ki, onu koyun gütme ile görevlendirmemiş olsun. Bu yolla ona insanları idare etmeyi öğretiyor."

Peygamberlerin bir dönem çiftçilik ve çobanlık yapmaları konusunda İmam Sadık'ın (s.a) ayrıca şu sözleri de rivayet edilmiştir: "Peygamberlerin gökten gelen hiçbir şeyi hoşnutsuzlukla karşılamamaları için yüce Allah onların çiftçilik ve çobanlık yapmalarını yararlı görmüştür."

Başka bir rivayete göre ise İmam (a.s): "Resulullah (s.a.a), kesinlikle hiç kimsenin ücretli işçisi olmamıştır." buyurmuştur.

Bu rivayet, Hz. Peygamber'in ücret karşılığında Mekkelilerin koyunlarının çobanlığını yapmadığının kanıtıdır. Oysa bazı tarihçiler Sahih-i Buharî'de yer alan bir hadise dayanarak Hz. Peygamber'in (s.a.a) [ücret karşılığında] Mekkelilerin koyunlarının çobanlığını yaptığını ileri sürmüşlerdir.

Hz. Peygamber'in (s.a.a) çocukluğunda veya gençliğinin başlarında koyun çobanlığı yaptığı kesinlik kazanırsa şayet, bunu İmam Sadık'tan (a.s) gelen hadiste belirtilen gerekçe ile açıklayabiliriz. İmam'ın belirttiği gerekçe, Hz. Peygamber'i yüce mertebeye çıkmasında etkili ve elverişli faaliyetlerle meşgul etmek sûretiyle Kur'ân'daki: "Sen kesinlikle yüce bir ahlâk üzeresin.”[2] nitelemesinde kastedilen yüce kemale hazırlamaktır. O yüce kemal mertebesi ki, sahibinin halkı gözetmesini, onları eğitmesini, onlara doğru yolu göstermesini ve kendilerini o yola yöneltmenin zorluklarına katlanmasını gerektiren ilâhî risaletin yükünü taşımaya hazırlanmasını sağlar.

4- Ficar Savaşları

Araplar arasında kan dökmenin yasak olduğu aylarla ilgili savaşma yasağının çiğnendiği birkaç savaş meydana geldi. Bu savaşlara Ficar Savaşları adı verildi.

Bazı tarihçilerin iddiasına göre Hz. Peygamber (s.a.a) bu savaşların bazılarında hazır bulundu ve o savaşlara şu veya bu şekilde katıldı. Fakat araştırmacı bir ilim adamı bu iddiayı şüphe ile karşılıyor ve şüphesini şu sebeplere bağlıyor:

1- Hz. Peygamber'in yaşı ilerledikçe kişiliğinin parlaklığı artıyordu. O diğer Haşimoğulları gibi üstün yiğitliği ile tanınmıştı. Fakat bütün bunlar onların zulüm, fesat ve iç karışıklık içeren bir savaşa katıldıkları anlamına gelmez. Nitekim rivayete göre Haşimoğulları'nın hiçbir mensubu bu savaşlara katılmadı. Ebu Talip, kabilesinden herhangi bir kimsenin bu savaşlarda yer almasını, "Bu savaşlar zulüm, saldırganlık, akrabalık bağlarını çiğnemek, haram ayı helâl saymaktır. Ben ve ailemin herhangi bir ferdi bu savaşlara katılmayacak." diyerek yasaklamıştır. Ayrıca Abdullah b. Cud'an ile o sırada Kureyş ve Kenane kabilelerinin önderi olan Harb b. Umeyye: "Haşimoğulları'nın katılmadığı bir işte biz de yokuz!" diyerek bu savaşlardan çekilmişlerdir.

2- Hz. Peygamber'in (s.a.a) bu savaşlarla ilgili fonksiyonu hakkında farklı rivayetler vardır. Bir rivayete göre onun bu savaşlardaki rolü sadece amcalarına, karşı tarafa atılacak taşlar sağlamaktan, düşmanlarının attığı taşlara karşılık vermekten ve amcalarının kumanyalarına bekçilik etmekten ibaretti. Başka bir rivayette onun bu savaşlarda karşı tarafa birkaç ok attığı ileri sürülmüştür. Üçüncü bir rivayete göre Hz. Peygamber çocuk yaşta bir delikanlı olmasına rağmen meşhur okçu [veya yaşlılarla alay eden] Ebu'l-Bera'ı mızrakla attan yere düşürdü. Kaldı ki, Arapların genç bir delikanlının çatışmalara, savaşlara girmesine izin verip vermediklerini de bilmiyoruz.

5- Hilfu'l-Fudul (Erdemliler Paktı)

Kureyş kabilesi Ficar Savaşları'ndan sonra zayıflığının ve bünyesinde beliren görüş ayrılıklarının farkına vardı. Bunun sonucunda artık eskisi gibi güçlü ve saldırılmaz olarak algılanmadığı için Arapların saldırgan arzularının hedefi olmaktan korkmaya başladı. Bu düşünce ile Zübeyr b. Abdulmuttalip, Hilfu'l-Fudul adlı bir pakt oluşturma çağrısı yaptı. Bu çağrı üzerine Haşimoğulları, Zuhreoğulları, Temimoğulları ve Esedoğulları Abdullah b. Cud'an'ın evinde toplandı. Toplantıya katılanlar ellerini Zemzem Suyu'na daldırarak zulme uğrayanlara yardım edeceklerine, geçim sıkıntısı çekenlere el uzatacaklarına, kötülükten sakındıracaklarına dair anlaştılar. Bu anlaşma cahiliye döneminin en şerefli anlaşması idi. Hz. Peygamber (s.a.a) de bu anlaşmanın yapıldığı toplantıya katıldı. O sırada yirmi yaş civarında idi. Öyle ki, peygamber olduktan sonra bile bu anlaşmayı övdü ve onu şu sözlerle onayladığını belirtti: "İbn-i Cud'an'ın evinde katıldığım anlaşma benim için kırmızı develerden daha sevgili ve değerlidir. Eğer İslâm döneminde böyle bir anlaşma toplantısına çağrılsam, o çağrıyı kabul ederdim."

Bir görüşe göre bu anlaşmaya Hılfu'l-Fudul adının verilmesinin sebebi bu toplantıya katılanlar içindeki üç kişinin adlarının ("fudul" kelimesinin mastarı olan) "fadl" kökünden türemiş kelimeler olmasıdır. Rivayet edildiğine göre bu anlaşmanın yapılmasına şu olay sebep oldu: Zubeyd veya Benî Esed b. Huzeyme kabilesinden bir kişi zilkade ayında Mekke'ye bir ticaret malı getirdi. Bu malı ondan As b. Vail es-Sehmî satın aldı. Fakat aldığı malın bedelini adama ödemedi. Bunun üzerine adam, müşteriyi Kureyş kabilesine şikâyet ederek malının geri verilmesinin sağlanmasını istedi. Fakat Kureyşli müttefikler As b. Vail'e karşı Zubeyd kabilesine mensup olan mal sahibine yardım etmeye yanaşmadıkları gibi onu azarladılar. Zubeyd kabilesinden olan adam gördüğü bu kötü muamele üzerine Ebu Kubeys Dağı'na çıkarak yardım isteme çığlığı attı. Bu çığlığı işiten Zübeyr b. Abdulmuttalip harekete geçerek sözü edilen anlaşmanın yapılması yolunda çağrı yaptı ve böylece bu anlaşma yapıldı. Anlaşma yapıldıktan sonra toplantıya katılanlar hep birlikte As b. Vail'e giderek dava konusu ticaret malını geri alıp sahibine verdiler.

6- Hatice'nin Malları ile Ticaret

Hz. Peygamber'in (s.a.a) kişiliği Mekke toplumunda parlamaya başlamıştı. Çünkü sahip olduğu yüksek ahlâk, yüce ciddiyet ve gayret, güvenirlik ve doğru sözlülük gibi erdemleri herkesin dikkatini çekmişti. Dolayısıyla insanların kalbinde büyük bir sevgi ekseni durumuna, çekim merkezi olmaya başlamıştı. Kaldı ki o, temiz bir ailenin evlâdı idi. Fakat yoksulluk Ebu Talib'in yakasını bırakmıyordu. Bu yüzden Hz. Peygamber'in (s.a.a) de içinde yaşadığı bu ailenin sorumlusu sıfatı ile Ebu Talip, yirmi beş yaşına giren bu saygın yeğenine Hatice b. Huveylid'in mallarını ortak sıfatı ile satma girişiminde bulunmayı teklif etti. Ebu Talip, Hatice'ye koşarak bu meseleyi açınca kadın büyük bir sevinç içinde teklifi hemen kabul etti. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.a) hakkında olumlu bir izlenime sahipti. O nedenle de Hz. Peygamber'e, mallarının ticareti için yolculuk yapan diğer insanlara verdiğinin iki katını verdi.

Hz. Peygamber (s.a.a) böylece Şam'a doğru yola çıktı. Yolculuğunda Hatice'nin kölesi Meysere yardımcısı idi. Güzel huyu ve ince duyguları sayesinde Meysere'nin sevgisini ve saygısını kazanmayı başardı. Ayrıca güvenirliği ve zekâsı sayesinde yaptığı alışverişten en büyük kârı elde etmeyi becerdi. Yine bu yolculuğu sırasında bazı çarpıcı kerametleri görüldü. Kervan Mekke'ye dönünce Meysere, gördüklerini ve işittiklerini Hatice'ye anlattı. Kölenin anlattıkları Hatice'nin Hz. Peygamber'e (s.a.a) daha fazla önem vermesini, ilgi duymasını sağladı ve onu Hz. Peygamber'le (s.a.a) evlenmeye teşvik etti.

Bazı tarihçiler Hz. Hatice'nin Resulullah'ı mallarının ticaretini yapması için ücret karşılığında tuttuğunu ileri sürmüştür. Oysa Yakubî, en eski ve güvenilir kaynaklardan biri olan tarih kitabında inde bu konuda şöyle diyor: "Hz. Hatice'nin Hz. Peygamber'i (s.a.a) ücretle tuttuğu şeklindeki insanların sözlerinin aslı yoktur. O asla hiç kimsenin ücretlisi olarak çalışmadı."

Nitekim İmam Hasan Askerî'nin (s.a) verdiği bilgiye göre babası İmam Hadi (s.a) şöyle buyurmuştur: "Resulullah, Huveylid kızı Hatice'nin kâr ortağı olarak ticaret amacı ile Şam'a giderdi."

EVLİLİKTEN PEYGAMBERLİĞE KADAR

1- Kutsal Evlilik

Hz. Peygamber (s.a.a) gibi kişiliği ile herkesten e karşı üstünlük kuran olan bir kişinin kendisine münasip, büyük amaçları ve değerleri ile uyum sağlayacak olan, kendisi ile beraber cihat yolculuğunu ve sıkıntılarla dolu çabasını sürdürecek, zorluklarına ve meşakkatlerine sabredecek bir kadın ile evlenmesi gerekirdi. O günlerde Hz. Peygamber'e (s.a.a) ve sözünü ettiğimiz göreve uygun düşecek Hatice'den başka bir kadın yoktu. Bu birlikteliği yüce Allah'ın dilemesi sonucunda, Hz. Hatice'nin kalbi bütün duyguları ile Hz. Peygamber'e yöneldi ve onun yüce şahsına bağlandı. Hz. Hatice (r.a) Kureyş kabilesinin en şerefli, en zengin ve en güzel kadınlarından biri idi. Cahiliye döneminde "temiz hanım" ve "Kureyş'in hanımefendisi" gibi nitelemeler ile anılırdı. Kabilesinin bütün erkekleri onunla evlenmek için güçlü bir arzu içinde idiler.

Hz. Hatice'ye Kureyş kabilesinin önde gelen erkekleri talip oldu. Tekliflerini kabul etmesi için ona maddî vaatler sundular. Fakat o bu tekliflerin hepsini reddetti. Çünkü meseleleri ölçüp tartan üstün bir akla sahipti. Fakat Hz. Peygamber'i (s.a.a) seçti. Çünkü onda asalet, üstün bir seçkinlik ve yüce ahlâk, erdemli meziyetler ve yüce değerlerin toplu olduğunu gördü. Bu yüzden onun yücelik alanına girmeyi isteyerek ona eş olmak istedi.

Tarihî kaynakların ağırlıkla verdikleri bilgiye göre evlenme arzusunu ilk ortaya koyan taraf Hz. Hatice oldu. Bu arzu üzerine Ebu Talip, ailesini ve birkaç Kureyşliyi yanına alarak Hz. Hatice'yi o sırada velisi olan büyüğünden istemeye gitti. Bu veli, Hatice'nin amcası Amr b. Esed idi. Ağırlıkla kabul edilen görüşe göre bu olay Resulullah'ın (s.a.a) peygamber olmasından on beş yıl önce gerçekleşti.

Ebu Talip bu evlenme teklifi dolayısıyla yaptığı konuşmanın bir bölümünde şöyle dedi: "Şu Beytullah'ın Rabbine hamdolsun. O Rab ki, bizi İbrahim'in çocuklarından kıldı ve İsmail'in soyundan türetti ve bizi güvenli bir hareme yerleştirdi. Bizi insanlar üzerine hükümdar kıldı. Bize içinde yaşadığımız bu beldeyi bereketli ve kutsal yaptı… Görmüş olduğun bu kardeşimin oğlu, kendisi ile ölçüleceği her Kureyşli erkekten mutlaka daha değerli ve karşılaştırılacağı başka her erkekten mutlaka üstündür. Her ne kadar malı-mülkü az ise de ahlâk yönünden hiç kimse ona denk gelemez. Mal-mülk gelip geçici bir nasip, kaybolmaya mahkûm bir gölgedir. Bu yeğenimde Hatice'ye karşı bir arzu olduğu gibi, Hatice'nin de ona karşı bir arzusu vardır. Hatice'nin rızası ve emri ile onu senden istemeye geldik. Mihir malı, hemen verilecek olanı ile sonraya kalacak olanı dahil olmak üzere benim yükümlülüğümdedir... Şu Beytullah'a yemin ederim ki, bu yeğenimde büyük bir nasip, yaygın bir inanç ve olgun bir görüş vardır."

Fakat Hatice daha sonra belirlenen mihri kendi malından tazmin etti. Bazı kimselerin: "Ne acayip şey! Mihir erkeklerin kadınlara karşı bir yükümlülüğüdür." demeleri üzerine kızan Ebu Talip şöyle dedi: "Benim bu yeğenim gibi oldukları takdirde erkekler en yüklü paralar ve en büyük mihirlerle talip olunurlar. Ama eğer evlenecek erkekler sizin gibi olurlarsa ancak pahalı mihirlerle evlenebilirler."

Bazı kaynaklarda, Hz. Hatice'nin mihrinin Hz. Peygamber'in (s.a.a) kendisi tarafından karşılandığı kaydedilir. Bu görüşü kabul etmenin bir sakıncası yoktur. Çünkü Hz. Peygamber'in (s.a.a) Hatice'ye verilen mihri Ebu Talip aracılığı ile karşılaması mümkündür. Hz. Peygamber (s.a.a) insanların kalplerinde ne kadar yüksek bir konumu olduğunu ve Haşimoğulları'nın ne kadar şerefli ve üstün bir derecenin sahibi olduklarını Ebu Talib'in evlenme teklifi sırasındaki konuşmasından anlamamız mümkündür.

Hz. Hatice'nin Hz. Peygamber'le (s.a.a) Evlenmeden Önceki Hayatı

Hz. Hatice, şeceresi çok eski tarihlere varan, güzel anıya, üstün ahlâka sahip ve Halil İbrahim'in (a.s) dini olan Hanif dine eğilimli bir aile ortamında doğdu. Babası Huveylid, Hacerü'l-Esved'i Yemen'e taşımak isteyen Yemen hükümdarına karşı çıktı. İnancını ve dinî sembolleri savunmakta kararlı bir kimse olduğu için hükümdarın çok sayıda destekleyicisinin olması onu yıldırmadı. Hz. Hatice'nin dedesi Esed b. Abduluzza, haksızlığa uğrayanları destekleme temeline dayanan Hılfu'l-Fudul Antlaşması'nın önde gelen katılımcılarındandı. Bilindiği gibi Hz. Peygamber (s.a.a) bu antlaşmanın önemini vurgulamış ve dayanağını oluşturan değerleri desteklemişti. Hz. Hatice'nin amcasının oğlu Vereka b. Nevfel ise, Hıristiyanlar ve Yahudilerle yakın ilişkiler kurmuş, onların kutsal kitaplarını incelemişti.

Hz. Hatice'nin Hz. Peygamber (s.a.a) ile evlenmeden önceki hayatı hakkında tarihî kaynaklar bize güvenilir ve ayrıntılı bilgiler vermiyor. Bir rivayete göre Hz. Hatice Hz. Peygamber'den (s.a.a) önce iki evlilik yapmış Önceki eşleri Atik b. Âid el-Mahzumî ve Ebu Hale et-Temimî’dir. ve bu evliliklerden Atik b. Âid el-Mahzumî ve Ebu Hale et-Temimî adlarında iki birkaç çocuğu olmuştu. Oysa başka kaynaklara göre o, Hz. Peygamber'le (s.a.a) evlendiğinde bakire idi. Bu duruma göre Zeynep ve Rukiye Hz. Hatice'nin Hale adındaki kız kardeşinin kızları idi ve annelerinin ölümü üzerine teyzeleri Hz. Hatice tarafından evlât edinilmişlerdi.

Hz. Peygamber (s.a.a) ile evlendiğinde Hz. Hatice'nin (r.a) kaç yaşında olduğu konusunda da tarihçiler arasında ihtilâf vardır. Bu rivayetlerin kimine göre Hz. Hatice o sırada yirmi beş, kimine göre yirmi sekiz, kimine göre otuz, kimine göre otuz beş ve kimine göre kırk yaşında idi.

2- Hacerü'l-Esved'in Yerine Konması

Kâbe'nin Araplar arasında saygın bir konumu vardı. Çünkü cahiliye döneminde ona özen gösteriyorlar, orayı düzenli bir şekilde ziyaret ediyorlardı. Hz. Peygamber'in peygamber olmasından beş yıl önce meydana gelen bir sel Kâbe'yi yıkmıştı. Bunun üzerine toplanan Kureyşliler Kâbe'yi genişleterek yeniden inşa etmeyi kararlaştırdılar ve bu karar üzerine Kureyş ve Mekke ileri gelenleri hemen işe başladılar. Fakat bina yükselip de Hacerü'l-Esved'in konulacağı yere sıra gelince, bu taşı kimin yerine koyacağı üzerinde anlaşmazlığa düştüler. Her kabile bu şerefin sırf kendisinin olmasını istiyordu. Anlaşma olmayınca savaş hazırlığına giriştiler. Her kabile, yandaşı ve müttefiki olan kabile ile bir araya gelerek gruplaştılar. Bu arada Kâbe'nin inşası işini bir yana bıraktılar. Sonra mescide toplanarak meseleyi müzakere ettiler. Uzun müzakereler sonunda, o andan itibaren o toplantıya ilk gelen kimsenin aralarında hakem olmasına ortak karar verdiler ve o hakemin göstereceği çözüme uyacakları yolunda birbirlerine söz verdiler. Tam bu sırada Abdullah oğlu Muhammed'in (s.a.a) yanlarına ilk gelen olduğunu gördüklerinde: "Bu, (Muhammed) Emin'dir; onun vereceği karara razıyız." dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a) anlaşmazlığı çözmeye koyuldu. Bunun için Hacerü'l-Esved'i yere serdiği bir elbise üzerine koydu ve her kabilenin elbisenin bir ucundan tutmasını söyledi. Arkasından: "Şimdi hep birlikte taşı kaldırın." dedi. Kabile temsilcileri onun dediğini yapıp da taşı konacağı yerin hizasına kadar kaldırdıklarında, Hz. Peygamber kendi mübarek elleri ile taşı alıp onu konması gereken yere yerleştirdi. Arkasından kabileler çalışmaya devam ederek Kâbe'nin inşası işini tamamladılar.

Bazı tarihçilerin verdiği bilgiye göre Araplar cahiliye döneminde Hz. Peygamber'in (s.a.a) hakemliğine başvururlardı. Çünkü o karar verirken aldatmacadan ve karşısındakilerle tartışmaktan kesinlikle uzak dururdu.

Onun gösterdiği bu ciddî tutum, o kabilelerin vicdanlarında büyük bir etki bırakmış, Hz. Peygamber'in (s.a.a) sosyal konumunu pekiştirmede büyük bir gözetleyici ve yeni bir boyut oluşturmuş, dikkatleri onun liderlik yeteneğine ve idarecilik maharetine çevirmişti. Böylece onun yüce bilgeliğine, üstün zekâsına ve benzersiz güvenirliğine duyulan güven yoğunluk kazanmıştı.

3- Hz. Ali'nin (a.s) Doğumu ve Hz. Peygamber (s.a.a) Tarafından Eğitilmesi

Hz. Peygamber (s.a.a) ile Ebu Talip oğlu Hz. Ali (a.s) arasındaki ilişki yakın akrabalık bağı ile sınırlı değildir. Bu ilişki son derece derin fikrî ve duygusal bir ilişki olarak kendisini gösterir. Hz. Ali'nin annesi Fatıma bint-i Esed, Kâbe'nin içinde doğurduğu oğlunu kucağına alarak Kâbe'den çıktığında karşılaştığı ilk kişi Hz. Peygamber (s.a.a) oldu. Hz. Peygamber bu karşılama sırasında Hz. Ali'yi annesinin kucağından alarak bağrına bastı. Bu olay Peygamber'in ona yönelik ilgisinin ve ona dönük özel yetiştirme sürecinin başlangıcı idi.

Bu yeni doğan bebek, anne-babası ile amcasının oğlu olan Hz. Peygamber'in (s.a.a) kucaklarında büyüdü. Hz. Peygamber O sık sık amcasının evine giderdi. Hz. Hatice (r.a) ile evlendikten sonra bile bu gidip gelmeler aynı sıklıkta devam etti. Hz. Peygamber ona, başka hiç kimseye göstermediği üstün bir duygu ve özen seli ile yaklaşıyordu. Uyanıkken ona okşayıcı sözler söyler, onu göğsünde taşır ve uyutmak için beşiğini sallardı. Uzun yıllar boyunca devam eden bu ilgi, herkesin dikkatini çeken bu büyük şefkat Hz. Ali'nin davranışlarında ve zihnî yapısında etkilerini göstermekten geri kalmadı. Hatta onun diline ve sözlerine bariz belirtilerle yansıdı. Nitekim Hz. Ali (a.s), Hz. Peygamber (s.a.a) ile arasındaki sıkı yakınlığı şöyle ifade ediyor:

"Resulullah'a (s.a.a) ne kadar yakın olduğumu, onun katında nasıl bir mertebeye ulaştığımı bilirsiniz. Çocuktum henüz, o beni bağrına basardı. Yatağına alırdı. Vücudunu bana sürer, beni koklardı. Lokmayı çiğner, ağzıma verir, yedirirdi. Ne bir yalan söylediğimi duymuştur, ne bir kötülük ettiğimi görmüştür... Ben her an deve yavrusu nasıl annesinin ardından giderse onun ardından öyle giderdim. O her gün bana huylarından birini belletir, ona uymamı buyururdu."

Kureyş kabilesi bir dönem şiddetli bir ekonomik sıkıntıya düşmüştü. Bu bunalım sırasında Hz. Peygamber (s.a.a) hemen amcaları Abbas'a ve Hamza'ya Ebu Talib'e bu sıkıntılı döneminde yardım ve destek olmalarını önerdi. Bu öneri üzerine Abbas Talib'i, Hamza Cafer'i yanına alırken, Ebu Talip Akil'in kendi yanında kalmasını istedi. Hz. Peygamber (s.a.a) de yanına Ali'yi (a.s) aldı ve onlara şöyle dedi: "Ben yüce Allah'ın size vermeyip benim için sizin üzerinize seçtiği kişiyi, yani Ali'yi seçtim."

Böylece Hz. Ali (a.s), amcasının oğlu Muhammed'in (s.a.a) evine taşınarak onun gözetimine girdi. Kişiliği bu evde keskin hatlarıyla belirmeye başladı. Ömrünün son anlarına kadar da Peygamber'den hiç ayrılmadı. Hz. Peygamber'in (s.a.a) Hz. Ali'ye (a.s) verdiği önem ekonomik bunalım dönemi ile sınırlı kalmadı. Bu da bize Hz. Peygamber'in başka bir şeyi amaçladığını gösterir. Hz. Peygamber (s.a.a) onu kendi gözetiminde ü önünde eğiterek özel yükümlülükleri için bir şekilde hazırlamak istiyordu. Bu yetişmişlik sayesinde Hz. Ali (a.s) Son Peygamber'in şeriatını korumaya ilişkin büyük bir ilâhî fonksiyonu gerçekleştirme imkânını elde edecekti. O ilâhî fonksiyon ki, yüce Allah onun için yaratıklarının en hayırlısı ve kullarının en seçkinini görevlendirmişti.

İşte böylece yüce Allah, Hz. Ali'nin (a.s) çocukluğunun ilk döneminden itibaren Hz. Peygamber'in (s.a.a) kanatları altında yaşamasının ortamını hazırladı. Bu ortamda, o Hz. Peygamber'in sevgisinden, şefkatinden nasiplenecek, güzel ahlâkının ve yüksek meziyetlerinin örneklerini kişiliğine aktaracaktı. Hz. Peygamber (s.a.a) de ona sevdiği bir oğluymuş gibi davrandı... O, Hz. Peygamber'in (s.a.a) etrafında cereyan eden bütün gaybî gelişmeleri onunla birlikte yaşadı. Çünkü gün boyu tüm hallerinde ondan hiç ayrılmıyordu.

O hazırlayıcı eğitim ki, Hz. Ali'yi (a.s) Hz. Peygamber'den (s.a.a) sonra siyasî merciiyete lâyık olmanın ötesinde fikrî ve ilmî merciiyete lâyık konuma getirmiştir.

4- Peygamberlikten Önceki Kişilik Özellikleri

Arap Yarımadası toplumunun bütün kesimlerinde toplumsal bağlara ilişkin gevşeme ve kopma belirtilerinin açıkça ortaya çıktığı bir dönemde Hz. Peygamber'in (s.a.a) adı bir yıldız gibi parladı. Bu toplumsal çöküşün tersine Muhammed b. Abdullah'ın (s.a.a) kişiliği günden güne parlaklığını ve yüceliğini arttırıyordu.

Onun tutarlı ve sapmaz kişiliği, davranışlarının ve ahlâkî mükemmelliğinin bütün yönlerinde görülmeye başladı. Bunun yanı sıra bariz cömertliğinde ve soy temizliğinde somutlaşan ailevî asaletin şerefi ile donanmıştı. Bütün bunların üzerinde gaybî yardımın, onu her türlü günahtan ve kötülükten koruyan ilâhî doğrultma gücünün avantajını, desteğini de hesaba katmalıyız.

Hz. Ali (a.s), insanlar içinde Hz. Peygamber'e (s.a.a) en yakın, onu en iyi tanıyan kişi idi. Buna göre onun Peygamber hakkındaki sözü bu konudaki en doğru sözdür. O şöyle diyor: "O sütten kesildiği andan itibaren Allah, meleklerinden pek büyük bir meleği ona eş etmişti. O melek gece-gündüz ona yücelikler yolunu gösterir, âlem ehlinin en güzel huylarını belletirdi."

Rivayetlerde onun çocukluğundan beri putlardan ne kadar nefret ettiği vurgulanır. Nitekim amcası Ebu Talip ile birlikte yaptığı Şam yolculuğunun hikâyesinde onun putlara değer vermeyi reddettiğini görüyoruz.

Hz. Peygamber kendisi ve kişiliğinin inşası için maneviyat ve yüksek değerler açısından zengin ve kendine özgü bir hayat yöntemi seçti. Bunun sonucu olarak hayatının hiçbir döneminde ne bir kimseye yük olmadıdu ve ne çalışmaktan uzak durmadı. Henüz taze bir delikanlı iken ailesinin koyunlarına çobanlık yaptı ve gençliğinin baharında ticaret maksadı ile Şam'a yolculuk yaptı. Benzersiz kişiliğinin başka bir yanında mükemmel merhametinde, zayıflara ve fakirlere yönelik titiz ilgisinde somutlaşan insanî güzelliğini görürüz. Bu tarafının en çarpıcı örneği, Zeyd b. Harise’ye karşı tutumudur. Zeyd babasının yanına dönmeyi reddederek Hz. Peygamber'in (s.a.a) yanında yaşayacağı onurlu hayatı tercih etmiştir.

Böylece öğreniyoruz ki Hz. Peygamber (s.a.a), peygamberliğinden önce zekî, erdemli, olgun bir kişi idi. Arap Yarımadası'nın cahiliye toplumunda insanî ve toplumsal ilişkilerin gerektirdiği en yüce dayanaklara sahip olarak Arap Yarımadası'nın cahiliye toplumunda gençlik yıllarını geçirdi. Örnek kişiliği ile o günün toplumlarında yaşayan kendisi dışındaki herkese karşı üstünlük sağladı. Bu konuda Kur'ân-ı Kerim onun için şöyle tanıklık ediyor: "Hiç şüphesiz sen yüce bir ahlâk üzeresin."[3]

PEYGAMBERLİK VE ÖN BELİRTİLERİ

Kur'ân-ı Kerim'in nasları sağlam, dakik ve İslâm risaleti döneminin olayları ile birliktelik çağdaş özelliğine sahip nitelikteki en sağlam ve dakik bir eski tarihî kaynaktır. Bilimsel metodun gerektirdiğine göre de Hz. Peygamber'in (s.a.a), peygamber olarak görevlendirildiğinde ayetlerin inmeye başladığı ve vefat edinceye kadar inmeye devam ettiği döneminin olayları ile ilgili olarak Kur'ân-ı Kerim'in naslarını aşmamamız gerekir.

Çünkü hadis ve siyer kitaplarında yer alan tarihî rivayetlerin derlenip yazıya geçilmeleri, anlattıkları olayların meydana geldikleri tarihten daha sonra olduğunu, ayrıca bu rivayetlerin çarpıtılmaya ve tahrif edilmeye açık olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Hâl böyleyken bu faktörleri göz önüne aldığımız takdirde o rivayetleri Kur'ân'ın, sünnetin ve aklın kesin anlamlı açıklamalarına sunarak onlara uyanları alıp, ters düşenleri reddetmemiz, şüphesiz daha doğal ve daha mantıklı bir tutum olacaktır.

Gözden kaçırmamalıyız ki, peygamberlik bir rabbanî elçilik, bir ilâhî görevdir. İnsanlığı hayat boyunca gerekli hidayet/yönlendirme ile desteklemek amacı ile yüce Allah tarafından belirlenir. Yüce Allah bu göreve kulları arasından üstün niteliklere sahip kişiyi seçer. Öyle üstün nitelikler ki, o, seçilen kişiyi kendisinden istenen büyük görevi yerine getirmeye ve onu lâyık olduğu şekilde gerçekleştirmeye lâyık kılmaktadır.

O hâlde yüce Allah tarafından gönderilen elçinin, ilâhî risaleti ve onun hedeflerini tümü ile kavraması; algılama, insanlara iletme, açıklama, uygulama, savunma ve koruma düzeylerinde kendisinden istenen fonksiyonu yerine getirmeye muktedir olması gerekir. Sayılan bütün sorumluluk düzeyleri ise sürekli olarak gelişme çizgisi boyunca bilgi, basiret, marifet, nefis sağlığı, batın temizliği, sabır, doğruluk, yiğitlik, huy yumuşaklığı, Allah'a bağlılık, Allah'a kulluk, Allah korkusu, masumluk (rabbanî destek ve doğrultma) ister. Peygamberlerin sonuncusu olan Resul-i Ekrem (s.a.a), peygamberler zincirinden kopuk bir halka değildi. O onların en kâmili ve en büyüğü idi. Dolayısıyla o, onların kemal sıfatlarını en yüksek oranda bir araya getirendir. Allah da elçilik görevini kime vereceğini herkesten iyi bilir.

En büyük ilâhî göreve aday olan kişinin bu görevi üstlenmeden veya onu yerine getirmeye aday olmadan önce o görevi kabullenip uygulamaya tam anlamı ile hazır olması gerekir. Bu gereklilik tartışılmaz açıklıkta bir gerçek ve bu görevin eşyanın tabiatının gerektirdiği bir zorunluluktur. Buna göre son peygamber olan Hz. Peygamber'in, peygamber olmadan önce bu ilâhî sorumluluğu yüklenmenin istediği bütün birikimlere sahip olması, bu rabbanî fonksiyonu gerçekleştirmek için gereken bütün özelliklerle donanmış olması gerekir. Kur'ân-ı Kerim'in aşağıdaki ayetleri, işte bu gerçeği teyit ediyor. Yüce Allah buyuruyor ki:

"Aziz ve hakîm olan Allah, sana ve senden öncekilere işte böyle vahyeder.”[4]

"Senden önce de, şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber göndermedik.”[5]

"Senden önce hiçbir resul göndermedik ki ona: 'Benden başka ilâh yoktur; şu hâlde bana kulluk edin.' diye vahyetmiş olmayalım.”[6]

"Onları, emrimiz uyarınca doğru yola ileten önderler yaptık ve kendilerine hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar, daima bize ibadet eden kimselerdi.”[7]

O hâlde vahyin kaynağı yüce Allah'tır ve peygamberler de yüce Allah'ın kendilerine O’nu bir bilmelerinin, O'na kulluk etmelerinin kriterlerini vahyettiği, O'nun emri uyarınca doğru yola ileten önderler yaptığı kişilerdir. Bunların yanı sıra yüce Allah onlara şeriatın yararlı işler yapmak, namaz kılmak, zekât vermek gibi ayrıntılarını da vahyeder. Çünkü onlar kullukta ve yüce Allah'a gerçek anlamı ile teslim olmanın canlı örneği olmakta başkaları için öncüdürler.

Bu konuda yüce Allah'ın özellikle Hz. Peygamber'e yönelik direktifleri Kur'ân-ı Kerim'de şöyle ifade ediliyor:

1- "Şehirlerin anası (olan Mekke'de) ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları korkutman için, sana böyle Arapça bir Kur'ân vahyettik.”[8]

2- "Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin, diye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din olarak yasallaştırdı. Fakat kendilerini çağırdığın bu (din), Allah'a ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendine (peygamber) seçer ve kendisine yöneleni doğru yola iletir... [9] İşte onun için sen (tevhide) davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma ve de ki: Ben Allah'ın indirdiği kitapların hepsine inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz de sizedir. Aramızda tartışılabilecek bir konu yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüş de O'nadır.”[10]

3- "Kitabı ve mizanı hak olarak indiren Allah'tır.”[11]

4- "Yoksa onlar (senin için); 'Allah'a karşı yalan uydurdu mu derler?' Allah dilerse senin kalbini de mühürler. Ve Allah batılı yok eder; sözleriyle hakkı ortaya koyar. Şüphesiz O, kalplerde olanları bilir.”[12]

5- "Allah bir insanla ancak vahiy yolu ile veya perde arkasından konuşur yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz O, yücedir, hikmet sahibidir. İşte böylece sana da emrimizle Kur'ân'ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola ilettiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru yola iletmektesin.”[13]

Hz. Peygamber'in (s.a.a) peygamber oluşundan vefatına kadar onunla aynı dönemde yaşayanlar Hz. Peygamber'in peygamber olmasından önce ve peygamber olduğu sıradaki hayatı hakkında bize sağlıklı ve net bir portre sunmamışlardır. Herhâlde bu konudaki en eski ve güvenilir belgeler Hz. Peygamber'in peygamberliği öncesinde onun yanından hiç ayrılmamış olan ve hayatı boyunca onunla hep birlikte olan amcası oğlu, vasisi ve kendi eliyle besleyip eğittiği Hz. Ali'den (a.s) gelen belgelerdir. Üstelik Hz. Ali'nin nakletmedeki güvenilirlik ve bu örnek şahsiyeti tanıtmadaki titizlik yönü de inkâr edilemez bir gerçektir. Hz. Ali (a.s) Hz. Peygamber'i (s.a.a) anlatırken onun peygamberlik öncesi dönemi hakkında şöyle diyor:

"O sütten kesildiği andan itibaren Allah, meleklerinden pek büyük bir meleği ona eş etmişti. O melek gece-gündüz ona yücelikler yolunu gösterdi. Âlem ehlinin en güzel huylarını öğretirdi. Ben de her an devenin yavrusu nasıl anasının ardından giderse onun ardından giderdim. O her gün bana huylarından birini belletir, ona uymamı buyururdu. Her yıl Hira Dağı'na çekilir, kulluğa koyulurdu. Onu sadece ben görürdüm, başkası görmezdi."[14]

Bu belge yüce Allah'ın: "Hiç şüphesiz sen yüce bir ahlâk üzeresin.”[15] ayeti ile uyuşuyor. Bu ayet peygamberlik döneminin başlarında indi. Bilindiği gibi ahlâk, ruhun derinliklerine kök salan nefsanî bir melekedir. Birkaç günde kazanılacak bir nitelik değildir. Buna göre Hz. Peygamber'in yüce ahlâk sahibi olmakla nitelenmesi, onun bu sıfatı peygamber olmadan önce taşıdığını ortaya koyar.

Hz. Peygamber'in (s.a.a) peygamberlikten önceki kişiliğinin bazı göstergeleri onun torunlarından İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şu ifadelerinden açıkça anlaşılır: "Aziz ve celil olan Allah, Peygamberi'ni edeplendirdi ve bu edeplendirmeyi en güzel şekilde yaptı. Onun edeplendirmesini kemale erdirince: 'Şüphesiz sen yüce bir ahlâk üzeresin!' dedi. Sonra kullarını yönetsin diye ona din ve ümmet işini teslim etti."[16]

Şunu da unutmamak gerekir ki, yüce ahlâk tanımlaması, Hz. Peygamber'den (s.a.a) gelen: "Ben ahlâkî erdemleri tamama erdirmek üzere peygamber olarak gönderildim." şeklindeki hadisin kastettiği erdemlerin bütününü içerir. Eğer Hz. Peygamber'in kendisi henüz ahlâkî erdemleri kişiliğinde taşımasaydı, bu erdemleri tamama erdirmesi ondan nasıl beklenebilirdi? O hâlde Hz. Peygamber'in (s.a.a) peygamber olmadan önce bütün erdemlere sahip olduğunu söylemek gerekir. Çünkü ancak o takdirde yüce ahlâk sahibi olmakla nitelendirilmesi doğru ve mantıklı bir niteleme olabilir.

Demek ki, Hz. Peygamber (s.a.a) peygamber olmadan önce dengeli, ölçülü, bilinçli, mütekâmil, ahlâkî erdemleri bütünü ile içeren, yüce sıfatları ve övülmüş fiilleri bir arada bulunduran bir kişiliğin örneği idi.

İlâhî vahyin görüntülerine ve Hz. Peygamber'in (s.a.a) bu vahyi nasıl algıladığına işaret eden ayetler, Hz. Peygamber'in (s.a.a) sergilediği güveni, sebatı ve yüce kalbinin algılamış olduğu ilâhî emirlere ve yasaklara tam anlamı ile olumlu karşılık verişini tereddüt kabul etmeyecek bir kesinlikte açıklarlar. Bunu anlamak için Şûrâ Suresi'nin yukarıda sunduğumuz ayetleri üzerinde tekrar düşündükten sonra bu konudaki diğer ayetleri ve bu arada aşağıdaki ayetleri okuyup irdelemek yeterlidir:

1- "Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve azmadı. O arzusuna göre konuşmaz. Söyledikleri vahyedilenden başkası değildir. Bu vahyi, güçlü kuvvetli ve üstün yaratılışlı biri (Cebrail) öğretti. Sonra en yüksek ufukta iken asıl şekliyle doğruladı. Sonra (Muhammed'e) yaklaştı, derkendaha da yaklaştı. O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu. Bunun üzerine Allah, kuluna vahyini bildirdi. (Gözleriyle) gördüğünü kalbi yalanlamadı.”[17]
2- "De ki: Ben, Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum.”[18]
3- "De ki: Ben de tıpkı sizin gibi bir insanım. Yalnız bana... vahyolunuyor.”[19]
4- "De ki: Ben, sadece vahiy ile sizi uyarıyorum.”[20]
5- "De ki: Bana sadece, sizin ilâhınızın ancak bir tek Allah olduğu vahyedildi.”[21]
6- "Sana O'nun vahyi tamamlanmazdan önce Kur'ân'ı (okumakta) acele etme ve 'Rabbim, benim ilmimi artır.' de!”[22]
7- "De ki: Eğer doğru yolu bulursam, bu da Rabbimin bana vahyettiği (Kur'ân) sayesindedir.”[23]
8- "De ki: İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar bir basiret üzereyiz 24
[1]- Menakıb-u Âl-i Ebi Talip, c.1, s.35; Tarih-i Yakubî, c.2, s.14
[2]- Kalem, 4
[3]- Kalem, 4
[4] - Şûrâ, 3
[5] - Yûsuf, 109
[6] - Enbiyâ, 25
[7]- Enbiyâ, 73
[8]- Şûrâ, 7
[9]- Şûrâ, 13
[10] -Şûrâ, 15
[11] -Şûrâ, 17
[12] -Şûrâ, 24
[13]- Şûrâ, 51-52
[14]- Nehcü'l-Belâğa, 192. hutbe
[15] -Kalem, 4
[16]-el-Kâfi, c.1, s.66, h: 4
[17] - Necm, 1-11
[18] -En'âm, 57
[19] - Kehf, 110
[20] - Enbiyâ, 45
[21]- Enbiyâ, 108
[22]- Tâhâ, 114
[23]- Sebe', 50
[24]- Yûsuf, 108
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi İmamHüseyin 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
MUHAMMED MUSTAFÂ'SIN Şiirler ve Şairler AŞK'ÜL İSLAM 1 2197 09 Mayıs 2009 13:06
Rahmetli İmam Humeyni’den bir şiir Şiirler ve Şairler İmamHüseyin 0 2603 09 Mayıs 2009 13:04
MÜSLÜMAN COĞRAFYASINA AĞIT Şiirler ve Şairler namzet davadar 1 1969 09 Mayıs 2009 13:03
MÜSLÜMANLAR KARDEŞTİR Şiirler ve Şairler Yitiksevda 3 2467 09 Mayıs 2009 13:01
MÜSLÜMANLIK NEREDE! Şiirler ve Şairler Mahru 3 2195 28 Nisan 2009 22:39

Alt 18 Nisan 2009, 12:23   Mesaj No:2
Medineweb Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:_figan_ isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 7800
Üyelik T.: 16 Nisan 2009
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 84
Konular: 5
Beğenildi:1
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart RE: GENÇLİKDÖNEMİ

Rabbim O'nun örnek ahlakı ile ahlaklanmayı nasip etsin gençliğimizi de hayırlı kılsın
O'na layık ümmet olabilmek ümidi ile
__________________
Hüzünle titreyen gönle
İnce bir ahh dokunur
Kalbi kırık olanın
Gönlüne ALLAH dokunur
Alıntı ile Cevapla
Alt 05 Ağustos 2009, 13:05   Mesaj No:3
Medineweb Emekdarı
KuM TaNeSi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:KuM TaNeSi isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5998
Üyelik T.: 02 Ocak 2009
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:40
Mesaj: 1.956
Konular: 886
Beğenildi:21
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart RE: GENÇLİKDÖNEMİ

Alıntı:
_figan_ Üyemizden Alıntı
Rabbim O'nun örnek ahlakı ile ahlaklanmayı nasip etsin gençliğimizi de hayırlı kılsın
O'na layık ümmet olabilmek ümidi ile

amin inş..

"Aziz ve hakîm olan Allah, sana ve senden öncekilere işte böyle vahyeder.”[4]

"Senden önce de, şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber göndermedik.”[5]

"Senden önce hiçbir resul göndermedik ki ona: 'Benden başka ilâh yoktur; şu hâlde bana kulluk edin.' diye vahyetmiş olmayalım.”[6]

"Onları, emrimiz uyarınca doğru yola ileten önderler yaptık ve kendilerine hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar, daima bize ibadet eden kimselerdi.”[7]
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.