Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM DİNİ KONULAR.::. > Muhtelif Dini Konular > Soru Cevap Arşivi

Konu Kimliği: Konu Sahibi Medine-web,Açılış Tarihi:  03 Temmuz 2007 (00:32), Konuya Son Cevap : 04 Nisan 2020 (03:31). Konuya 14 Mesaj yazıldı

Beğeni Aldı4Kez Beğenildi
Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 03 Temmuz 2007, 00:32   Mesaj No:1
Medineweb Site Yöneticisi
Medine-web - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medine-web isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:7
Cinsiyet:Erkek
Yaş:49
Mesaj: 2.985
Konular: 339
Beğenildi:1160
Beğendi:331
Takdirleri:7457
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Soru cevap geniş arşivi

Soru cevap geniş arşivi

SORU CEVAP GENİŞ ARŞİVİ
BUYURUN:

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi Medine-web 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Mustafa İslamoğlu Sözler Medineweb.net Videolar Mihrinaz 2 190 30 Nisan 2023 16:51
Şirk Hakkında Kuran Ne Diyor? Medineweb.net Videolar Medine-web 0 148 29 Nisan 2023 18:52
DÜNYA KABE'NİN NERESİNDE Hacc-Umre-Kurban Medine-web 0 924 27 Nisan 2020 21:40
T.B.Teknolojileri-2 Vize Konuları Ozet(2017) Temel Bilgi Teknolojileri 2 Medine-web 3 2585 06 Ekim 2017 20:31

Alt 10 Kasım 2011, 21:33   Mesaj No:2
Medineweb Emekdarı
Esma_Nur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Esma_Nur isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 4458
Üyelik T.: 19 Ekim 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:kadın
Memleket:sivas/istanbul/
Mesaj: 5.421
Konular: 575
Beğenildi:4494
Beğendi:6074
Takdirleri:23787
Takdir Et:
Standart Cevap: SORU CEVAP GENİŞ ARŞİVİ

Bizi gaflete iten nedenler nelerdir? Bunlardan nasıl kurtuluruz?








Gaflet bir yandan ruh ile bedenin kaynaşmasından sonra ortaya çıkan bir insanlık özelliğidir. Bu uyanıklık ve tefekkür hali sadece meleklere hastır. Cismanî olan bünye, hayvansal ve bitkisel özelliğe sahip olduğu için bu iki özelliğin yansımalarını gösterirken ileriye görememeye başlar. Buna gaflet denilir.


Bununla beraber, kör hissiyatın, duyguların, akıl ve ruhî aktivitenin mücadelesine sahne olan insanoğlu bu iki taraftan hangisine fazla rağbet ederse, buna göre de gafil ve uyanık unvanını kazanır.



Gafletin en büyük kaynağı tefekkürsüzlük, vurdumduymazlık, dünyevi lezzetlere dalmak ve nefsanî arzuların peşine takılmak gibi negatif faktörlerdir.



Gafletten kurtulmak için, din imtihanını sürekli düşünmek, hesap gününü unutmamak, imanı güçlendirmek, amel yaparak Allah’tan yardım istemek gerekir. “Amellerin en hayırlısı az da olsa devamlı olanıdır” (bk. Buhari, İman 16-29) manasındaki hadis bu sürekliliğin önemine işaret edilmektedir.



“Dünyanın lezzetlerini acılaştıran ölümü sıkça hatırlayın” (Tirmizî, Zühd 4); “imanınızı tecdidi edip tazeleyin” (Müsned, 2/359) gibi hadislerde de gafletin izalesine yönelik yapılan tavsiyelerdir.



Zamanın değişmesi, asrın başkalaşması ölüm ve kabir hakikatini değiştirmiyor, insanın mahiyetindeki sonsuz acizlik ve fakirlik damarlarını tedavi etmiyor, tam aksine bu asır bu hakikatleri biraz daha açık bir hale getirmiştir.



İnsan şu dünya hayatında başı boş ve gayesiz değildir; buna şahit bütün kainattaki mevcudatın mükemmel bir intizam ve ahenk içinde bir gaye etrafında hareket etmesidir. Bir çöpün dahi gaye ve intizam içinde olup da kainatın halifesi konumunda olan insanın gayesiz ve başıboş olması nasıl mümkün olabilir. Hatta bütün kainat intizam ve ahengini insana odakladığı için, insan şayet vazifesi olan iman ve ibadeti terk ederse kainat bundan şikayetçi olup kızacaklar. Bu sebeple deprem ve sel gibi musibetler başımıza geliyor. İnsanın gafleti kainatın intizamını rencide ediyor ve musibetlerin gelmesine fetva verdiriyor.



İnsanı hayvandan ayıran çok önemli bir özellik onu aklıdır. Eğer insan bu dünyaya sadece yemek içmek ve zevk almak için gelmiş olsaydı, ona akıl verilmezdi. Zira, akıl geçmişte olan üzücü olayları insana hatırlatmakla ve gelecek için bir şeyler yapması gerektiğini ihtar etmekle onun hazır lezzetini bozuyor, acılaştırıyor. Bundan anlaşılıyor ki, insan geçmişi düşünmek, özellikle de anne rahminde geçirdiği safhaları, bebekliğini, çocukluğunu düşünmek suretiyle Allah’ın ona ettiği ihsanları hatırlamak, daha sonra ihtiyarlığı, ölümü, kabri, ahireti düşünmek suretiyle ebedi saadeti için bir şeyler yapmak zorundadır. Onun aklı bunu emretmektedir; vicdanı bunu emretmektedir; ona o aklı ve vicdanı veren Rabbi de bunu emretmektedir.

Huşu ve huzur ise; Allah’ın huzurunda olduğunu idrak edip, ona göre hareket etmek anlamındadır. Allah’ın huzurunda olduğunu sürekli akılda ve zinde tutmanın tek yolu, her şeyde ona açılan marifet pencerelerini görebilmek ile mümkündür. Yani bir çiçeğe, bir böceğe, bir yıldıza baktığımız zaman, Allah’ın isim ve sıfatlarını o şeylerde görebiliyor isek, o zaman her şey bize O'nu hatırlatır ve O'nu gösterir; ne yana kafamızı çevirsek onu görürüz.



İşte bu manaya huzuru İlahide meleke kazanma denir. Yani sürekli onun huzurunda olduğumuzu akılda ve zinde tutmak anlamına gelir. Böyle bir huzur ve meleke de; ancak sağlam ve tahkiki bir iman ve bütün ibadetleri hakkıyla yerine getirmekle kazanılır.



Huşu ve huzuru bozan önemli bir neden; günahlar ve gaflettir. Bu zamanda sağlam bir huzur, ancak takva ile mümkündür. İnsan ne kadar tefekkür ehli de olsa, takva yok ise huzuru bozar. Tefekkür ve takva, huzur ve huşunun temeli gibidir. Bu iki temelden birisi eksik olursa, huzur ve huşu kaybolur.



Diğer taraftan, istiğfar ve tövbe de; tıkanan feyiz kanalarını açan bir kılavuz gibidir. Ne kadar çok kullanırsak, feyiz kanalları o kadar berrak ve temiz olur.



Ayrıca, bizi gaflete götürecek çevre ve arkadaşlardan uzak durup, Allah’ı ve ahireti hatırlatacak çevre ve arkadaşlar ile münasebet içinde olmamız gerekir. Sürekli Allah’tan bahseden ortamlar ve arkadaşlar içinde bulunmak, sürekli talim ve terbiye içinde olmamızı temin edecektir.
Nebevi Sevda beğendi.
__________________
Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım...

Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE....
Alıntı ile Cevapla
Alt 13 Ocak 2012, 14:36   Mesaj No:3
Medineweb Emekdarı
Esma_Nur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Esma_Nur isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 4458
Üyelik T.: 19 Ekim 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:kadın
Memleket:sivas/istanbul/
Mesaj: 5.421
Konular: 575
Beğenildi:4494
Beğendi:6074
Takdirleri:23787
Takdir Et:
Standart Cevap: SORU CEVAP GENİŞ ARŞİVİ

Bazı durumlarda yalan söylenebilir mi?



Hazreti Üstad'a, "Bir maslahata binaen yalan söylemenin caiz olacağı yerler de var mıdır?" şeklinde bir sual tevcih edilince, o "Evet, kat'î ve zarurî bir maslahat için mesağ-ı şer'î vardır.
Amma zaman onu neshetmiş." diyerek meseleyi kesip atmıştır. Aslında, bazı alimler haddi aşmamak ve zaruret sınırında durmak şartıyla, dargınları barıştırmak, hanımla beyinin arasını bulmak ve savaşta düşmanı şaşırtmak maksadıyla söylenen hilâf-ı vaki beyanların mubah olduğunu ve yalan sayılmayacağını söylemişlerdir. Fakat, Bediüzzaman hazretleri, bazı alimlerin maslahat ve zaruret için verdikleri o fetvanın zamanla sınırlı olduğunu ve geçerliliğini yitirdiğini ifade etmiştir.

Evet, günümüzde yalan çok revaçtadır ve insanlar hiç olmayacak meselelerde bile yalana başvurmaktadırlar. Bir sürü kezzâbın, müthiş yalanlarıyla yeryüzündeki asayişi ve umumi emniyeti mahvettiği zamanımızda, bu kötü ahvâlden mü'minler de etkilenmişlerdir ve maalesef çokları hemen her şeye bir bahane uydurur hale gelmişlerdir. Böyle bir dönemde öyle net bir ifadeyle ve kesin bir hükümle radikal tedbirler alınmazsa, o muvakkat fetvanın sû-i istimalini engellemek mümkün olmayacaktır.

Hâsılı, şayet biz, dava-yı nübüvvetin kapı kulları sayılan birer hak eri olmayı arzuluyorsak, tıpkı Nebiler Serveri gibi, sıdk ve sadakat hususlarına çok dikkat etmek zorundayız. Yalanın revaç bulduğu ve herkesin yalan söylemede rahat olduğu günümüzde doğruluğu bir abide gibi başımızda taşımaya, inanılır ve güvenilir insanlar olma durumunu namusumuz gibi korumaya mecburuz. Özellikle de başka toplumlar içinde yaşıyorsak ve kendi öz değerlerimizi onlara da anlatmayı düşünüyorsak her halimizle doğru olmaya daha da özen göstermeliyiz. Büyük-küçük hiçbir meselede en ufak bir hilâf-ı vaki beyana tenezzül etmemeli ve asla "Müslümanlar da yalan söyleyebiliyor" dedirtmemeliyiz. Yalanı çağrıştıran tek bir söz ya da halimizin, bütün inananlar hakkında "bunlar da yalan söylüyor" kanaati oluşturabileceğini ve ondan sonra -farz-ı muhal- gökten kitap indirip o insanların önüne koysak yine de onlara müessir olamayacağımızı unutmamalıyız. Evet, bizim için yol ikidir, ya doğru söylemek ya da sükût etmek. Ne kadar doğru varsa hepsini bir anda söyleme gibi bir mükellefiyetimiz yok; fakat, illa konuşacaksak, doğru sözlü olmadan başka yolumuz da yok. (Alıntı)
__________________
Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım...

Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE....
Alıntı ile Cevapla
Alt 10 Mayıs 2012, 11:16   Mesaj No:4
Medineweb Emekdarı
Esma_Nur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu: Esma_Nur isimli Üye şuanda  online konumundadır
Medine No : 4458
Üyelik T.: 19 Ekim 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:kadın
Memleket:sivas/istanbul/
Mesaj: 5.421
Konular: 575
Beğenildi:4494
Beğendi:6074
Takdirleri:23787
Takdir Et:
Standart Cevap: SORU CEVAP GENİŞ ARŞİVİ

Soru:Akıl Nedir ve Nasıl Kullanmalıyız?


Cevap:Akıl için “Anlama âleti. Düşünme kabiliyeti. Zekâ. Zihin.”, “Madeni kalp ve ruhta, şuaı dimağda bulunan bir nur-u manevî.” gibi değişik tarifler yapılmıştır.

Felsefeciler aklı değişik mânâlarda anlamış, farklı şekillerde tarif etmişler; ama üzerinde anlaştıkları tek bir tarif gösterilemiyor. Bu ne demektir? Yâni, insanoğlu henüz aklının mahiyetini anlamış değil. Akıl hakkında yapılan güzel bir tarif: “Akıl, zâtıyla maddeden mücerret, fiiliyle maddeyle alâkadar bir cevherdir.”

Hem maddeden mücerret, hem de maddeyle alâkadar olmak nasıl olur? Şu misal konuya açıklık getirebilir. Çalışan bir buzdolabına yahut çamaşır makinesine elimizi rahatlıkla dokundurabiliyoruz ve bizi elektrik çarpmıyor. Demek ki, elektrik, zâtı ile o cihazda yok. Ama fiiliyle onunla alâkadar. Akıl ile beyin arasında da, aynen olmasa bile, benzer bir ilgi vardır.

Aklın vazifesi üzerinde çok şeyler söylenmiş. Bunlardan oldukça kabul görmüş birisi şu: “Akıl anlama âletidir.” Akıl âlet olunca, bir de onu kullanan olacaktır. Herhalde, gözü kullanıp bakan, dili kullanıp tadan kim ise, aklı kullanıp anlayan da o olmalı. Bu da, ruhtan başkası değil. Nitekim, yanlış iş gören birisini ikaz ederken, “aklını kullan” demiyor muyuz? Bu sözü herhalde o adamın eline, koluna yahut iç organlarına söylemiyoruz.

İşte, aklını kullanmasını istediğimiz o ruh, aklı tarif edemiyor. Nasıl etsin ki, daha kendi mahiyetinden habersiz, onun da cahili. Her âletin bir kapasitesi, her terazinin tartabileceği asgarî ve azamî yükler vardır. Bir tonluk kantarla, ne on tonluk demir tartılabilir, ne de on gramlık altın. Her iki halde de, âlet bize bir fikir vermez, sadece hareketsiz kalmakla yetinir. İnsanın bütün duyu organları da birer terazi gibidir.

Nitekim insan, çıplak gözle mikropları da göremiyor, ışığı dünyamıza ulaşmamış yıldızları da. Bir mikroskop, bir teleskop onun görüş ufkunu biraz genişletir, ama yine de belli sınırların dışına taşamaz. İnsanın işitmesi de öyledir, koku alması da. Gelelim “anlama” meselesine. Her âleti yerli yerinde kullanmayı düşünen, hiçbirine gücünün üstünde yük yükletmeyen, onları hırpalamayan, ezmeyen, perişan etmeyen insan, nedense, sıra akla gelince bütün bu tedbirleri unutur; ona her şeyi yüklemeye kalkar.

****fizik sahanın bile en ince meselelerini anlamaya, en derin problemlerini çözmeye, en uzak gerçeklerini keşfetmeye çabalar. Halbuki aklın da iş görebileceği belli sahalar vardır. Hele bazı konularda insanın, değil konuşması, tahmin yürütmesi bile doğru değildir. Aklın, rehbersiz dolaşamayacağı nice sahalar var. Bunlardan birisi: Kâinat niçin yaratılmıştır? Akıl ancak “kâinatın nasıl yaratıldığı” konusunda bir şeyler söyleyebilir.

Onun yaradılış gayesi, aklın sahasını aşar. İnsan, bu vadide, sadece aklı ve kâinatı yaratan Allah’ın kelâmını dinleyecektir. İnsan, her mahlûkun hikmetli ve gayeli yaratıldığını, kendisinin de başıboş olamayacağını aklıyla kavrayabilir. Ama yaratıcısına, Rabbine karşı neler yapması gerektiğine kendisi karar veremez. Her nimetin şükür gerektirdiğini anlayabilir, ancak bunun nasıl yapılacağı konusunda tahminler yürütemez.

Aklın tek başına yanaşamayacağı bir başka saha, “Cenâb-ı Hakk’ın zâtıdır. İnsan bu konuda izinsiz konuşmaya nasıl cesaret edebilir ki, daha aklının ve ruhunun mahiyetlerini anlayabilmiş değildir. Bir başka saha, ölüm ve ötesi; kabir, haşir, hesap, mükâfat ve ceza.. Bunlar hakkında tahminler yürütmek de aklı aşar. Bütün bu ve benzeri konularda, aklın gereği, İlâhî fermana aynen uymaktır.

“Fikrin sönük ise Kur’an’ın güneşi altına gir. İmanın nuriyle bak ki, yıldız böceği olan fikrin yerine, her bir âyet-i Kur’an, birer yıldız misüllü sana ışık verir.” (Sözler)

Kur’an güneşinin altına girenler, aydınlığa kavuşur, yeni doğmuş gibi olurlar. Dar fikirleri birden bire genişlenir. Görmeyen gözleri açılır. Daha önce bir adım olsun atamadıkları sahalarda yol almaya, yüzmeye, uçmaya başlarlar. Ama elbette, belli bir sınıra kadar.

Çünkü kuldurlar, mahlûkturlar. Gerçekte, akıl için yol birdir. O da ne şunun, ne bir başkasının sözüne değil, vahyin ta kendisine uymaktır. “Allah birdir. Onun yolu da birdir. Görmez misin ki, iki şeyin arasında var olduğu kabul edilen doğru tektir. Ama, cehalet ve sapıklık yolları çoktur. Nitekim, iki şeyin arasında düşünülen eğri çizgiler sonsuzdur.” (Kınalızade)

Felsefe tarihi, akıl üzerinde yapılan münakaşalarla doludur. Bu tartışmalarda aklın ne olduğu üzerinde uzun uzun durulmuş, ama onun nasıl kullanılması gerektiği çoğu zaman dikkate alınmamıştır. Halbuki bu ikincisi, birinciden çok daha önemlidir. Malûmdur ki, insan bir âleti kullanmayı bildiği takdirde, ondan rahatlıkla faydalanabiliyor. Onun inceliklerini bilmesi, çoğu zaman, gerekmiyor.

Şu âyet-i kerime mealini dikkatle okuyalım: “Bir de sana ruhtan soruyorlar: De ki ruh Rabbimin emrindedir ve size ilimden ancak az bir şey verilmiştir.”(İsra Suresi, 85) Bu İlâhî haber, akıl için de aynen geçerli.

Zaten “ruh”, “kalp”, “akıl” kelimeleri çoğu zaman aynı mânâda kullanılıyor. Bazı zâtlar, aklı ruhun bir sıfatı olarak kabul ederken, diğer bir kısmı da, akıl, kalp ve ruh kelimelerini, aynı mahiyetin değişik isimleri olarak değerlendiriyorlar.

Evet, gerek Kur’an-ı Kerim’de, gerek Hadis-i Şeriflerde aklın mahiyetinden çok, nasıl kullanılması gerektiği üzerinde durulur. Sema ve arzın yaratılışı, insanın yaratılış safhaları, dağların nehirlerin faydaları, arının ilhama mazhariyeti, baharın haşire benzerliği gibi nice ibretli tablolar insan aklına takdim edilir. Ve ondan düşünmesi, anlaması ve şükretmesi istenir.

Sorularla İslamiyet
__________________
Birbirimize Fikirlerimiz uyuşmasa bile İNSAN olduğumuz için SAYGI duymamız lazım...

Ne MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE....
Alıntı ile Cevapla
Alt 30 Temmuz 2014, 08:09   Mesaj No:5
Medineweb Emekdarı
nurşen35 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:nurşen35 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 38944
Üyelik T.: 09 Şubat 2014
Arkadaşları:61
Cinsiyet:Bayan
Mesaj: 9.476
Konular: 1144
Beğenildi:4414
Beğendi:3686
Takdirleri:14203
Takdir Et:
Standart Cevap: SORU CEVAP GENİŞ ARŞİVİ

Soru : Ramazandan sonra , Şevval ayında oruç tutmanın önemi nedir?

Cevap : Herzaman oruç tutmak sevabtır. Hadis-i şerifte
'' Oruç, Cehennem ateşinden koruyan bir kalkandır'' buyuruldu.

Şevval ayında tutulan orucun çok sevabı vardır. Hadislerde şöyle buyurulmaktadır.
'' Ramazandan sonra Şevval ayında da 6 gün oruç tutan, anasından doğduğu günkü gibi günahsız olur '' (Taberani)
'' Ramazan orucuyla Şevvalde de 6 gün oruç tutan, bir yıl oruç tutmuş sayılır'' (İbni Mace)
'' Ramazan ayı orucu on aya, Ramazandan sonra tutulan 6 gün oruç da iki aya mukabil olur ki, Böylece bir yıl oruç tutma sevabına kavuşulur'' (İbni Huzeyme)

Bu 6 gün orucun bayramdan sonra hemen tutulması iyidir. Aralıklı tutmak da caizdir. Kazaya niyet ederek tutmalıdır. Kaza oruçlarını Pazartesi, Perşembe günleri tutmak daha iyidir.


Soru :Ramazan ayında tuttuğumuz oruçlar tam isabet etsede yani, 30 gün oruç tutsak , yine bayramdan sonra iki gün oruç tutmak gerekiyor mu?

Cevap : Evet, hilal dinin emrine uygun gözetlenmediği için tutulan oruçların tamamı Ramazana rastlasa bile ilk ve son günü şüpheli olduğundan bayramdan sonra iki gün kaza orucu tutmak gerektiği Bahr, Hindiyye, Kadıhan gibi muteber esrlerde yazılıdır.
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleride ; '' Böyle yerlerde bulunan müslümanların bayramdan sonra kaza niyetiyle iki gün daha oruç tutmaları lazımdır'' buyurmuştur.
Şevval ayında 6 gün oruç tutarken kazaya da niyet edilirse, bu iki günlük kaza orucu da tutulmuş olur.

Soru : En az bire on sevap verildiği için bir ay Ramazanda oruç tutan 300 gün oruç Şevvalde de 6 gün oruç tutan 60 gün oruç tutmuş gibi olacağı yani, bütün yıl oruç tutmuş sayılacağı söyleniyor. Farz olan Ramazan orucuyla nafile olan Şevval orucu aynı kefeye nasıl konur?

Cevap : Her ay üç gün oruç tutmanın da bütün sene oruç tutmuş gibi sayılacağı kitaplarda bildiriliyor. Burada farz olan Ramazan orucuyla nafile oruç kıyas edilmiyor. Bütün sene oruç tutmuş olmuyor, hükmen oruçlu gibi sayılacağı yani çok sevap verileceği bildiriliyor. Yoksa ömür boyu nafile oruç tutulsa Ramazan-ı şerifte tutulan bir gün orucun sevabına kavuşulamaz.


Rabbim Şevval oruçlarınızı kabul eylesin...






M. Ali Demirbaş...
Alıntı ile Cevapla
Alt 30 Temmuz 2014, 08:22   Mesaj No:6
Medineweb Emekdarı
nurşen35 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:nurşen35 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 38944
Üyelik T.: 09 Şubat 2014
Arkadaşları:61
Cinsiyet:Bayan
Mesaj: 9.476
Konular: 1144
Beğenildi:4414
Beğendi:3686
Takdirleri:14203
Takdir Et:
Standart Cevap: SORU CEVAP GENİŞ ARŞİVİ

Soru : Sıkıntılı, hastalıklı halde ve güçlükler içinde namaz kılmak , oruç tutmak ve başka ibadetleri yapmak, rahat , sağlıklı ve kolay yapılan ibadetten daha mı kıymetlidir ?

Cevap : Evet, daha kıymetlidir. Mesela yazın sıcak ve uzun günlerde oruç tutmak, kışın kısa günlerde tutmaya göre daha sevaptır. Ancak o sıkıntılı ortamın kendi elinde olmadan meydana gelmesi gerekir.
Fitne, fesat zamanında yapılan hizmetler de çok kıymetlidir. Özellikle başka engellerde araya girerse, bunları göğüsleyip yapılan ibadetin sevabı o kadar çoktur ki, ancak Allah'ü Teala bilir. Çünkü; engeller karşısında ibadeti yapmak güçlüğü, sıkıntısı o ibadetlerin şanını, şerefini göklere çıkarır. Engelsiz kolay yapılan ibadetler, o kadar faziletli olmaz. Demek ki, elde olmadan gelen sıkıntılar içindeki ibadetin kıymeti çok fazladır.
Alıntı ile Cevapla
Alt 30 Temmuz 2014, 08:32   Mesaj No:7
Medineweb Emekdarı
nurşen35 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:nurşen35 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 38944
Üyelik T.: 09 Şubat 2014
Arkadaşları:61
Cinsiyet:Bayan
Mesaj: 9.476
Konular: 1144
Beğenildi:4414
Beğendi:3686
Takdirleri:14203
Takdir Et:
Standart Cevap: SORU CEVAP GENİŞ ARŞİVİ

Soru: Ramazan ayının son Cuma namazından sonra 4 rekat kefaret-i namaz kılınırsa , bütün kaza borçlarının affedileceği söyleniyor.. Bu doğru mu ?

Cevap : Doğru değildir. Bu namaz sadece, namazları vaktinde kılmama ve geciktirme günahları için yapılan tevbenin kabulüne vesile olur. Kefaret-i namaz ve mübarek zamanlarda yapılan diğer ibadetler kaza edilmiş olan farz namazların kazaya bırakma ve kazasını geciktirme günahlarının affolması maksadıyla yapılan tevbenin kabul olması içindir. Yoksa kılınmamış namazlar kaza edilmedikçe affolmaz. Oruç kefareti de oruç borcunu ödemiyor, gün sayısınca orucun kazasıda gerekiyor.



Alıntı..
Alıntı ile Cevapla
Alt 16 Ağustos 2014, 15:50   Mesaj No:8
Medineweb Emekdarı
nurşen35 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:nurşen35 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 38944
Üyelik T.: 09 Şubat 2014
Arkadaşları:61
Cinsiyet:Bayan
Mesaj: 9.476
Konular: 1144
Beğenildi:4414
Beğendi:3686
Takdirleri:14203
Takdir Et:
Standart Cevap: SORU CEVAP GENİŞ ARŞİVİ

SORU ; Kadınların tam tesettürlü haşema ile bayanlarla beraber denize girmesi caiz midir?


CEVAP ; Kadınların pantolon ve benzeri şeyleri başkalarının yanında giymesi caiz olmaz. Bir de suya girince haşema ıslanıp yapışabilir. Saliha bir kadının, saliha kadına göbek ile diz arasını göstermesi haram olur. Bu iki kız kardeş içinde geçerlidir. Ayrıca ıslanan haşema ince ve vücuda yapışık elbise yok hükmündedir. Fasık ve gayri müslim kadınlara da vücud gösterilmez.





ALINTI.....
Alıntı ile Cevapla
Alt 11 Ağustos 2015, 14:28   Mesaj No:9
Medineweb Emekdarı
nurşen35 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:nurşen35 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 38944
Üyelik T.: 09 Şubat 2014
Arkadaşları:61
Cinsiyet:Bayan
Mesaj: 9.476
Konular: 1144
Beğenildi:4414
Beğendi:3686
Takdirleri:14203
Takdir Et:
Standart Cevap: SORU CEVAP GENİŞ ARŞİVİ

SORU ; Çalgı haram değildir, çünkü insanın çalgıya da ihtiyacı vardır. İyi bilinmeli ki, musiki ruhun gıdasıdır, deniyor. Çalgı caiz mi oluyor..

CEVAP ; Dinimiz çalgıyı kesinlikle haram etmiştir. Müzik , kafir olan nefsimizin gıdasıdır, ruhumuzun zehridir. Kalbe nifak hasıl eder, ruhun zehiridir deniyor.Kalbin ve ruhun gıdası ibadet etmektir. Allah'ü Teala'yı ve O'nun sevdiklerini sevmektir. Nefsin gıdası haramlardır.
Bu konudaki Hadis-i Şerifler;
'' Musiki , kalbe nifak hasıl eder'' (Beyheki)
'' İlk teganni eden şeytandır'' ( Taberani)
'' Resulullah çalgı çalarak para kazanmayı yasakladı'' (Begavi)
'' Ben çalgıları , putları yok etmek için de gönderildim'' ( İ. Ahmed , Ebu Nuaym, İ. Neccar)
'' Nimete kavuşunca mizmar çalmak Allah'ın gazabına sebep olur '' (Deylemi , Bezzar)
'' Çalgıcılar çoğalınca bela zuhur eder'' (Tirmizi , Ebu Davud , İbni Mace , İ. Ahmed)
'' Bir zaman gelecek zinayı, içkiyi ve çalgıyı helal sayanlar çıkacaktır'' ( Buhari)
'' Çalgı haramdır '' (Beyheki)
'' Müzik ve şarkı , zinanın teşvikçisidir'' (İbni Ebi-d dünya)
'' Şarkı, Kitap ve Sünnetle yasaklanmıştır'' (İmam-ı Kurtubi)
'' Şarkı ve müzük aletlerinin haram olduğu konusunda icma vardır'' (İbni Salah)
'' Kur'anı Kerim'i musiki perdelerine uydurarak okumak haramdır'' (Bezzaziiyye)
'' Çalgı çalarak veya oyun arasında Kur'an okuyan kafir olur'' ( Tergib-üs salat)
'' Müzik bütün dinlerde büyük günahdır'' (Dürr-ül münteka)
'' Müzik, nefsin gıdası , ruhun zehiridir, kalbi karartır'' (Dürr-ül mearif)







Mehmet Ali Demirbaş...



__________________
O (cc)’NA SIĞINMAK AYRICALIKTIR
Alıntı ile Cevapla
Alt 11 Ağustos 2015, 19:33   Mesaj No:10
Medineweb Üyesi
*Hüzün* - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:*Hüzün* isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 50423
Üyelik T.: 06 Ağustos 2015
Arkadaşları:2
Cinsiyet:Erkek
Memleket:Niğde
Yaş:27
Mesaj: 83
Konular: 18
Beğenildi:53
Beğendi:120
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cevap: Soru cevap geniş arşivi

Sabah Namazına Nasıl Kalkabilirim ?

Soru
Uykuya karşı zafiyetim var. Namaza kalkmakta zorlanıyorum. Sabah namazlarını kalktığım ilk anda hemen kılıyorum. Ama bu genelleşti. Sabah namazına kalkabilmek için ne yapabilirim?

Cevap
1- Uyku, Rabbimizin bize lütfettiği en büyük nimetlerinden biridir. Hatta yeme içme nimetlerinden daha önemli olduğu söylenebilecek durumlar bile vardır. Bütün nimetler gibi uyku da nimet olduğu için, imtihan konusudur. Nasıl ekmeğe karşı nimet olduğu için titiz davranıyoruz, aynı titizliği uykuya da göstermemiz gerekir. Ekmeği nankörlüğümüzden ötürü, azap sebebi yapmamaya çalıştığımız gibi uykuyu da özenle kullandığımız bir nimet haline getirmeliyiz.
Vaktinde ve düzenli uyku uyumak gerekir. Normal şartlarda yedi saat uyku idealdir. Aynı saatte başlayıp aynı saatte bitirilen yedi saatlik uyku dinlendirir, enerji verir. Farklı zamanlarda, istikrarsız bir uyku baş ağrısı nedenidir.
Havalandırılmış odalarda uyunmalıdır. Uykudan en az üç saat önce yemekle ilişki tamamen kesilmelidir. Akşam yemekleri asla ağır yemekler olmamalıdır. Ramazan ayında iftar da buna dâhildir.
2- Bu ölçülerle sürdürülen uyku namaza engel olmaz. Allah’ın izniyle iki aylık bir istikrarla insan saat kurmadan bile namaza kalkabilir. Genelde gecenin ileri saatlerine kadar beklendiği ve akşamları ağır yiyecekler yendiği için uyunan uyku, uyku işlevi görmemekte ve sabah namazına kalkmak, kalkınca şuurunu toplamak zor olmaktadır. Kısacası, namaza kalkmayı becermek elimizdedir.
3- Namaz kaçırmak insanın başına gelebilecek bir kaza türüdür. On yılda bir meydana gelebilir. Süreklileşmesi çok kötü bir durum. İstiğfar etmek gerekir. Kalktığınızda kerahet vakti geçmişse hemen kaza etmeniz yine de güzel. Lakin sürekli olması tehlikelidir.



ALINTI
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Konuyu değerlendir
Konuyu değerlendir:

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Bir Soru Bir Cevap... İslaminesil Güzel Sözler-Deyımler-Nükteler 11 26 Mart 2020 13:06
Medineweb DİĞER paygamberler geniş arşivi Medine-web Peygamberler(a.s) 1 12 Kasım 2018 15:29
Soru cevap osmntnrkl87 Arapça2 9 29 Nisan 2017 15:22
soru-cevap ile ibadetler(diyanet sınavlarına yönelik 141 soru) Medine-web Seviye Belirleme Sınavı-(MBSTS) 0 20 Mayıs 2014 18:07
din sosyolojisi soru-cevap makbergülü Din Sosyolojisi 0 17 Şubat 2013 18:01

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.