Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM DİNİ KONULAR.::. > Muhtelif Dini Konular > Allah(c.c)

Konu Kimliği: Konu Sahibi YaŞuHa,Açılış Tarihi:  17 Kasım 2011 (13:57), Konuya Son Cevap : 17 Kasım 2011 (14:38). Konuya 8 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 17 Kasım 2011, 13:57   Mesaj No:1
Medineweb Emekdarı
YaŞuHa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:YaŞuHa isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13867
Üyelik T.: 24 Mayıs 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 1.005
Konular: 399
Beğenildi:29
Beğendi:5
Takdirleri:53
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Allah ile dostluk nasıl kurulabilir?

Allah'a dost olmak

Allah ile dostluk nasıl kurulabilir?
Bismillahirrahmanirrahim
Eğer ki biz Allah’ın dostluğunu kazanmak istiyorsak gözümüz ne cennetinde ne de cehenneminde değil sadece onun rızasında olmalı. Onun rızasını kazanacak unsurları iyi bilmeli ve ona göre davranmalıdır. Burada öncelik farz emirlerden gelir, farzları eda ettikten sonra nafile ibadetler sırayı alır. Çünkü kul farzlarla Allah’a yaklaşır, nafile ibadetlerle de aradaki perdeleri bir bir kaldırabilir. Ama bir de öyle şeyler vardır ki Allah emretmiştir, farz değildir ama yaparsak Rabbim bizi sever, hoşuna gideriz, ona daha da çok yaklaşırız.
Örneğin: Allah için sevmek, hastayı Allah rızası için ziyaret etmek, bir yetimin, yoksulun merhametle başını okşamak, sadaka vermek, verdiği rızıkları bulunca dağıtmak, bulamayınca şükretmek, ve bildiğin iki kelime-i amel edip, öğretmek, güler yüzlü olmak, alçak gönüllü olmak, kalp kırmamak, her ağzına gelen sözü lüzumsuz yere söylememek, ve en önemlisi de dünyaya gönül vermemek. Bütün bu davranışlar insanı Allah’a yaklaştıran unsurlardır. Bunların yanı sıra kendimin Allah’a yaklaşmak için gösterdiğim çabalardan bahsetmek istiyorum. fiunu belirtmek gerek ki; Allah ile dost olmak o kadar kolay değil. Ama Allah aşkıyla yanarsak bu engelleri aşabiliriz inşaallah.
Öncelikle dünya ve ehlinin bir sevgisini ne yapıp ne edip kalbimizden çıkarmalıyız. Allah ve Rasulullah sevgisi önce bir yerleşmeli. Nasıl olacak; Onlardan çok bahsetmeli ve Rasulullah’ın yolundan giderek Allah’a yaklaşmalıyız. Ben şöyle anlatayım nasıl yaklaşmaya çalıştığımı. Bir tekstil atölyesinde çalışıyorum. Her gün onbeş dakikalık molalarımda ilimle uğraşmaya yani kitab okumaya çalışıyor ve etrafımdaki insanlarada anlatıyorum. Çünkü Rabbimden bahsetmek beni o kadar memnun ediyor ki kelimelerle anlatamam. Akşamları eve geldiğimde ise akşama kadar işlediğim günahlardan pişman olup odama giriyor ve tevbe etmeye başlıyorum ve tefekküre dalıyorum. O kadar güzel ki, Yaşayan bilir. Çünkü biz erkeklerle beraber çalışıyoruz gerçi bayanların bölümü ayrı ama yinede hatalarımız oluyor. Her akşam belli vakitlerde odamda tefekküre dalmak O’nu anmak, Rabbimle konuşmak, günahlarımı itiraf ederek ağlamak. Bu gibi ibadetler Allah’a dost olmak için birer başlangıçtır. Amma velakin devamlı olanıdır. Nasıl ki bir insan dostuyla samimi olur, sık muhabbet ile, Allah ile muhabbetkar olmalıyız. Her an onun yarattıklarına baktığımızda onu görebiliyorum ve Rabbim sen çok güzel yaratıcısın iyi ki varsın, iyi ki seni tanımışım diye söyleyebiliyorum. Nasıl ki bir insan kul aşkıyla yandığında hep ondan bahseder, ben de kendi aşkımdan (Allah’tan) bahsetmekle mutlu oluyor ve yaşayabiliyorum. Allah’ı çok seviyorum ama ne yapsam bir türlü ona layık olamıyorum. Nefsim çok günah işlediğinde Rabbimle aramızda perdeler çoğalıyor. Günahı az oranda işlediğim zamanda Rabbimi çok yakınımda hissediyorum. Gerçekte öyle, kendimi sürekli kontrol ettiğim için biliyorum. Ve böyle devam etsem inanıyorum Allah’a dost olabilirim.
Ve en önemlisi de ölümü düşündüğüm zaman yani her şeyin fani ve Allah’ın baki olduğunu düşünüpte anladığımda o zaman ona yakınlığım daha da artıyor. O kadar hasretim çoğalıyor ki, bazen ona kavuşmak bile istiyorum. Ama herkesin Allah’a dost olmak isteği farklıdır. Fakat ben yaşayabildiğim kadarını anlatıyorum. Ama hepsi içimden gelen şeyler. Allah’a en yakın olunan vakitten biri de gecedir. Tatlı uykudan kalkıpta Allah’ın huzuruna durduğumda o güzelliği hiçbir şeye değişmem. Seher vaktinde ise huşulanarak makamlı Kur’an-ı Kerim okumak, yine biraz tefekkür yapmak, istiğfar etmek, Allah’a dost olmak için, yaklaşmak için sebep ibadetlerdendir. Bunların yanı sıra Allah’tan gelen musibetlere, felaketlere sabretmek, “Kahrında hoş, lutfunda hoş” diyebilmek. Her işimizde acaba biz bunu gerçekten Allah rızası için mi diye düşünüp öyle yapmak. Riyadan sakınmak gerekir. Allah’a dost olmanın en büyük unsuru günahları azaltmaktır. Haramlardan kaçıp, emirlerine itaat etmektir. Dört elle sarılıp hiçbir emrini küçümsememektir. Hafife almamaktır. Değerli üstadlarımız son cümlelerimize gelmişken şunu belirteyim ki Allah’a dost olmak o kadar kolay değil, anlatmak da kolay değildir. Yaşamak lazımdır. İnşaallah hepimiz gerçekten Allah’a birer dost oluruz
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi YaŞuHa 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Aile Edep demekti Şiirler ve Şairler YaŞuHa 2 2126 04 Mayıs 2014 21:47
Kardeşimize dua lütfen Dua Bölümü MusabBinumeyr 4 2380 04 Aralık 2013 19:38
Kilonuz mu var? sorun degil artık/Medineweb Diyet/Spor gün ışığı 4 2673 27 Kasım 2013 21:45
Üzüm çekirdeği mucizesi Tıbbı Nebevi ve Alternatif Tıp YaŞuHa 2 2323 27 Kasım 2013 21:34
Peki Anne senin yüregini kim sogutacak? Makale ve Köşe Yazıları Mihrinaz 7 3119 26 Kasım 2013 20:23

Alt 17 Kasım 2011, 13:59   Mesaj No:2
Medineweb Emekdarı
YaŞuHa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:YaŞuHa isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13867
Üyelik T.: 24 Mayıs 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 1.005
Konular: 399
Beğenildi:29
Beğendi:5
Takdirleri:53
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Allah ile dostluk nasıl kurulur?

Allah ile dostluk nasıl kurulur?
Allah Hak yolunda olan yazarlarımıza yardım etsin, istedikleri hedefe doğru koşmalarını nasib etsin. AMİN.
Ben bu mektubu yazarken kazanmak veya yarışma düşüncesi ile yazmadım. Böyle bir iddiam yok.
Genelde her şeyin maddileştiği, kabuğa önem verildiği, özlerin kaybolmaya yüz tuttuğu bir dönemde çok ufak da olsa bazı ayrıntılara değineceğim.
Elbette böyle ciddi ve kutsal bir konuda yazmak beni ve benim gibileri aşar. Çünkü yazmak için yaşamış olmak veya ilim öğrenmiş olmak gerekir. Takdir edersiniz ki, satırlara kitaplara sığmayacak kadar hikmetli ve geniş bir konu.
Ben inandığım ve çok az da olsa yaşamaya çalıştığım konulara değineceğim.
Her şeyden evvel iyi niyet, samimi bir kalb, karşılık beklemeden hizmet etmek, sevmek, sadece Allah Hakk’ın rızasını gözeterek ve onun için vermek ve ilim gerek.
Hangi konumda olursan ol, ister yolcu, ister hancı ol, fakir, zengin, ev sahibi, kiracı, öz, üvey, oğul, kız, gelin, peder, kayınvalide farketmez. Bütün sermayemiz olan ebedi bir hayatı kazanmak için bize verilen şu fani dünyadaki misafirliğimizi imtahan süresini iyi değerlendirmemiz gerekir.
Deyim yerindeyse bize verilen kısacık hayatın rolünü iyi oynamamız gerekir. Bulunduğumuz durumu en iyi şekilde değerlendirmemiz gerekir. Nerede olursak olalım mutlaka birisine iyilik etmemiz için fırsat vardır.
Bir yazar diyor ki; yokken veremeyen varken hiç veremez. Çok yerinde bir söz, herkesin muhakkak infak edeceği bir şey vardır yeter ki istesin. Sende en iyi ne ise dostuna onu ver (yanılmıyorsam Hadis-i fierif)
Hz. Mevlana’nın bir sözü var: Birisine iyilik etmek istediğin zaman acele et, nefsin seni caydırmadan.
Bir yakınımdan benim olan bir şeyi istedim hediye etmek için. Ona sordum ki hangisini versem birisi daha iyiydi. Bana verdiği cevaptan çok etkilenmişdim, hem de utanmışdım da. Kararlı bir sesle cennette hangisini kullanmak istiyorsan onu ver, dedi.
Paylaşmak ne güzeldir. Hasan Basri (k.s.) der ki: Ben verdiğim yemeğin lezzetini alırım.
Paylaşmalıyız varlığı, yokluğu, derdi, sevinci, sevgiyi. Dertler paylaşıldıkça eksilir. Sevinçler, sevgiler paylaşıldıkça artar.
Ne zaman pişirdiğim yemekten birisine vermek isteyip de vazgeçsem mutlaka birazı çöpe gider. Vermekle eksilmez. Komşular arasında muhabbet, sevgi artar.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hediyeleşiniz, hediyeleşmek sevgiyi artırır, buyurmuştur.
Senin kazanmanla veya almanla acaba senin mi sana mı harcamak kullanmak kısmet olacak. Hiç düşünmediğin birisine kısmet olabilir.
Seninde bir ihtiyacın hiç ummadığın bir yerden gelebilir. Mülk sahibi Allah’tır, taksim eden de odur. İyi niyet, samimiyet, cömertlik, yardım etmek sırf Allah (c.c.) rızası için karşılığında birşey beklemeden yapmak. Çıkara dayanan ilişkiler dostluklar uzun sürmez, dostca bitmez.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurmuş ki:
Cebrail (a.s.) komşu hakkında bana o kadar tenbih de bulundu ki komşuyu komşuya mirascı kılacak sandım.
A.Geylani Hz. buyuruyor ki bir sözünde: Yakınında yardıma muhtac biri varsa onu ganimet bil. Senin kurtuluşuna sebep olabilir.
Hiçbir şey duadan daha kıymetli olamaz. Zahirde kaybediyor görünsende kazanacağına inan. ALLAH mazlumların, iyilerin yanındadır.
Hz. Ali (r.a.) diyor ki: Bir defa zalim olmaktan bin defa mazlum olmak iyidir.
Hastalığa sabret şartlar nasıl olursa olsun. Yoktan vareden varı elbette düzeltmeye muktedirdir. Rahatlık gaflet getirir. Bir musibet bin nasihate bedeldir misali. Hastalık insanı eğitir, acizliğini hiçliğini anlar, dünyanın faniliğini geçici olduğunu daha iyi kavrar, ona göre hayatını düzenlemeye çalışır. Hakk’a hakkıyla kul olmaya azmeder.
Bazı hastalıklara dayanmak sabretmek öylesine zordur ki yaşayan bilir. Ama unutmamalı ki ne kadar ağır olursa olsun mutlaka geçicidir. Hem Hz. Eyyub’u yeniden yaratan, Seni de elbette yeniden inşa edebilir.
Derdin varsa bil ganimet
Olacak günahlarına kefaret
Hak sevdiği kula derdi verirmiş
Mükafatın büyük sabredersen şayet
Dert çekmeyen bilmez hayat kıymetin
Yüzer içinde gönlü gafletin
O çok eksiktir insanlıktan yana
Farkında değildir Hakk’ın rahmetin
Üç günlük dünyayı amaç edinme
Onu hakka giden bir yol bil
Sonsuz hayat için her an hazırlan
Olursun belki de Hakka dost kul.
Sarp yokuş yollar, dikenli çıkmaz sokaklar, sevdiklerimizden gelen darbeler, ömrünü hizmetle geçirdiğin kişilerin zulümleri seni ümitsizliğe sevketmesin. Bilmez misin ki halkın kapısı kapanmamış, Hakkın kapısı açılmaz.
Halktan gelen darbelere sabır, Hakka doğru giden merdivenin basamaklarıdır.
Görünürde şer olanların nice hayırların başlangıcı olduğunu ileride elbette görülecektir, onun için biraz tefekkürle sabredip bekleyelim ümitvar olarak.
Geylani Hz. bir sözünde diyor ki, bütün malını mülkünü aileni bırakıp çöllere hakkı aramaya çıksan dikkat et seni yine imtahana tabi tutabilir. Sakın geriye dönme. En büyük musibetlere Peygamberler maruz kalmışlar. Allah’ın veli kulları musibetlere sabırda yarış ederdiler, geriye bakmaz ileri giderdiler. Hayatı gerçekleriyle olduğu gibi kabul etmek lazım. Hak ve hakikat yolundan ayrılmamak şartlar ne olursa olsun hak ve adaletten ayrılmamak.
Yaradana tefekkür etmek, kendini hesaba çekmek, eleştirmek, ahlakımızı düzeltmesi için ALLAH’a dua etmek, her an dua zikir etmek, iş yaparken bile. Haktan gafil olmamak.
Hayatı paylaşmak, sevgi, hoşgörü çerçevesinde yokluğu, varlığı, sevinci, derdi, güzellikleri beraber yaşamak ufuklara ümitle bakmak.
Dünyanın faniliğini düşünerek dertleri abartmamak aşmaya çalışıp aşmak.
Gönülleri sevgilere açmak, sevgilinin hatırı için dikenleri gül görmek gerek.
Yokuşlar düz, geceler gündüz, fırtınalı denizleri sahil görmek, üzülmemek gerek.
Her derdin sonu, zorluğun kolaylığı, hastalığın ferahlığı vardır.
Fani dünyanın dertleri, sıkıntıları da elbette geçicidir.
Bunlar Allah’a giden yolda ufak çakıl taşları hükmündedir. Zor olsada çaresiz olsan da elbette geçici, çaresiz dert yoktur, yaşıyorsan yine fırsatlar önündedir aldırma.
Gönül bahçendeki çiçekleri sevgiyle, hoşgörü, teslimiyet, tefekkür ve muhabbetle sula, sula ki yeni tomurcuklar açsın. Dostlarımıza çevremizdeki herkese o çiçeklerden demet demet sunalım yerinde yenileri açsın. Saygılarımızla.
Ana baba duası şifadır sana
İnan ki duasını almadan olmaz
Bir defa kalbini kırarsan eğer
Hakk’ın cemalini asla göremez
Elinden geldikce hizmet eyle
Soru sorma deme niye
Onlar sana büyük hediye
Ne deselerde sen yor iyiye

Bahçedeki güller gibi/Elbet bir gün açacaksın
Seherde bülbüller gibi/Gün gelecek öteceksin

Kadere boyun eğersen/Kedere göğüs gerersen
Belalara sabredersen/fiüphesiz sen uçacaksın

Düşenin tut kolundan/Anla onun halinden
Ne koparsa gönlünden/Tereddütsüz vereceksin

Ümitsiz olma bir an/Gerçekleşir bil ki ruyan
Bir gün kabul olur duan/Sen yeniden doğacaksın

Göğüs gerersen her derde/Kalkar hak ile aranda perde
Ahirette ve mahşerde/Kurtulandan olacaksın
Hak Dostu Olacaksın
İnsan rütbe ile değil Takva ile yükselir.
Kişinin Aklını eğitiyorda Ahlakını eğitmiyorsanız
topluma bela yetiştiriyoruz demektir.
T. Rozvellt
Nimet KOÇASLAN
Alıntı ile Cevapla
Alt 17 Kasım 2011, 14:03   Mesaj No:3
Medineweb Emekdarı
YaŞuHa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:YaŞuHa isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13867
Üyelik T.: 24 Mayıs 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 1.005
Konular: 399
Beğenildi:29
Beğendi:5
Takdirleri:53
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Allah'a dost olmak

Allaha'a dost olmak
Bismillahi teala
Ey iman edenler, Allah’tan korkun ve doğrularla olun!” (Tevbe/119)
“O gün, muttakiler dışında, dostlar birbirine düşmandır.” (Zuhruf/67)
Ömür mühletinin ecelle noktalandığı fani dünya hayatının kendisi gibi, bütün dostlukları geçici ve bağlılıkları nisbidir. Mutlak ayrılık ve sonsuzluk kapısı olan ölüm anında en yakındakiler bile yabancı, bütün akrabalıklar ve dostluklar şekli ve itibaridir! Önce de sonra da insanı hiç terketmeyen, bir lahza bile gaflete düşmeyen gerçek dost sadece Allahu Teala; diğer dostluklar ise tamamen izafi ve mecazidir!
“İşte burada yardım ve dostluk, Hak olan Allah’a mahsustur. Mükafatı en iyi olan O, en güzel akıbeti veren de yine O’dur.” (Kehf/44)
O halde gerçek dostluğun mecazi ve nisbi bir yansıması olan fani dostluklar yalnızca ebedi dostluğa matuf olmalı, Allah için ve kişiyi ilahi rızaya ulaştırıcı birer vesile kılınmalı; dünya hayatının imtihanlarında yardımlaşma esasına dayanmalıdır. Zira dünya hayatında “Allah’a doğru” olmayan bütün dostluklar, ahirette pişmanlık sebebi olacak; Allah için olmayan her dostluk, Allah’tan uzaklaştırıcı, “ilahi gayeden” saptırıcıdır!
Hz. Peygamber (s.a.v.) “kişi sevdiği ile beraberdir...” buyurmuş, sevgi ve dostluğun içiçe olduğunu haber vermiştir. İnsan dostlukta bulunduğu kişinin iyi veya kötü huylarından etkilenir, az çok ondan bir şeyler edinir. Çünkü dostluğun hissi mayası olan ülfet mutlaka bir takım müştereklikler üzerine kurulur. Arada ünsiyete köprü olacak hiçbir müştereklik bulunmadan dostluğun oluşması imkansızdır. Bazen bir tek müşterek noktada başlayan dostluk, zamanla gelişmeye ve aynileşmeye dönüşür. Giderek taraflar birbirinden etkilenmeye, yönelişleri, zevkleri, huy, istek ve davranışları benzeşmeye başlar.
Başka bir rivavette; “kişi arkadaşının dini üzerinedir” buyrulmuş, dostluk ve yakınlığın din kardeşliğinden ayrı olamayacağı, dostluğun kaçınılmaz neticesi olan ülfet ve ünsiyetin dini etkilenmeye neden olacağı zımnen ifade olunmuştur. Her konuda “benzeşme ve aynileşme”, dostluğun kaçınılmaz neticesi olduğuna göre, kişi kiminle arkadaşlık ettiğine dikkat etmeli, ahirette pişmanlık sebebi olacak dostluklardan şiddetle çekinmelidir! Zira arkadaşlık ettiği kimseder pek çok şey alacak, arada hukuk ve yakınlık oluşacak, taraflar birbirlerinin huy ve davranışlarından az veya çok müteessir olacaktır.
Ey iman edenler, sakın mü’minlerin dışında kafirleri dostlar edinmeyin!” (Nisa/144)
Eğer imana karşılık, küfrü sevip tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi sakın dostlar edinmeyin!” (Tevbe/23)
Sizin dostunuz ancak Allah, Rasulu ve mü’minlerdir.” (Maide/55)
Dostluk ve yakınlığın manevi ifadesi olan “ülfet ve ünsiyet”, zıtlıkları izale ederek aynileşmeyi sağlar; aynileşme sonucu, giderek uzaklıklar her konuda yakınlaşmaya ve aykırılıklar bir potada erimeye başlar. “Sadıklarla birlikte olan” onların ahlak ve adabını kazanır; kaziblerle birlikte olan da onların yalan ve sahtekarlığına boyanır! Neticede herkes yanında olduğu ve yakınlık duyduğu kimselerin yaşayış ve davranışlarından bir şeyler alır! Zira ruhların birbirini etkilemesi ve birbirinden etkilenmesi ayni bir hakikattir.
İnsan yaradılış itibariyle hem “etkileyen” hem de kolayca “etkilenebilen”dir. Bir zaman içinde bulunduğu şartlardan ve dostlukta bulunduğu insanlardan etkilenir, bazen de şartları ve dostlukta bulunduğu kimseleri etkileyebilir. Zaten karşılıklı bir etkileme ve etkilenme olmaksızın dostluktan bahsetmenin imkanı yoktur! (Kişi her halukarda sevdiği kimseden etkilenir; bilahare etkilendiği kimsenin huy ve davranışlarını benimsemeye, dolayısıyla ona benzemeye başlar.)
İlminden ve manevi feyzinden istifade edeceği kişiyle dostluk; ona hürmet ve hizmettir. Kişinin kendinden küçük olanlarla dostluğu, himaye ve şefkattir. Hemseviye olanlar arasında ise dostluk; birbirinin hukukuna sadakat ve dostlukta refakattir.
Bir insanın dostlukta bulunabilmesi ve başkalarını sevebilmesi için, herkesten önce kendi kendisiyle dost olabilmesi ve kendisiyle barışık olması gerekir. Haddizatında en zor dostluk, kişinin kendisiyle olan dostluğudur. Uzletle ünsiyet edemeyen ve bir gün bile kendi ruhuyla yalnız kalmaya sabredemeyen kimsenin, kendisiyile barışık olma iddiası yalan, sözleri çelişki dolu birer hayaldir!
Ruhuyla barışmak ve kendisiyle dost olmak, zor değil, sadece yeterince samimi olmaya, hata ve kusurlarını kabul edip, kendi nefsini arındırmaya ve vicdanını uyandırmaya bağlıdır. Arınmaya doğru atılan her kararlı adım, kişiyi hevai arzularından ve olumsuz duygularından giderek uzaklaştırır ve biraz daha kendisine yaklaştırır. Böylece kendisiyle dost olmayı başarabilen kimse, herkesten önce hayrı kendine ulaştırmış ve kendisiyle barışmış olur.
Kendisiyle dost olmak, vicdanın uyanmasına, nefsi tutkularının girdabından kurtulup ruhsal özgürlüğe kavuşmasına bağlıdır. Gerçek şu ki, nefsi hevanın boyunduruğundan kurtulmaksızın (ruh bütünlüğü) sağlanamaz! Dolayısıyla değil başkalarıyla, kendisiyle bile dost olamaz! Devamlı kendi vicdanıyla çatışma halinde yaşayan, nefsi arzularının esaretinde ruh bütünlüğü bozulmuş, iç dünyası tarumar olmuştur!
Haddi zatında süfli tutkuların ve bir takım alışkanlıkların toplamı demek olan nefis, sadece kendisini sever, daima kendi arzu ve isteklerini tercih eder. Nefsin tabiatında bencillik ve kendini beğenmişlik vardır. İnsan nefsini fucurundan arındırmadıkça, kendi ruhuna bile dost olamaz ki başkalarıyla dost olabilsin. Zira dostluk, nefsi arzularından feragat ve dostu için fedakarlıkta bulunmaktadır.
O halde kişi ancak arınmışlığı nisbetinde dost olabilir; ancak yeteri kadar arınmış ve fucur duygularından, nefsani arzu ve tutkularından uzaklaşmış olanlar gerçekten fedakarlıkta bulunabilir. Nefsi arzularının kölesi ve süfli alışkanlıklarının esiri olanlar hayırdan uzak, hayır da onlardan mesafelerce uzaktır!
Hayırsız dostluktan uzak durmalı, kendisine bile hayrı olmayanlarla yakınlıktan şiddetle kaçınmalıdır. Dostluklar yalansız, riyasız ve içten olmalı, feragat ve fedakarlık temeli üzerine kurulmalıdır. Gafil ve cahillerle ünsiyet eden, giderek onların cehalet karanlığına bürünmeye, onların ahlak ve karakterinden etkilenmeye başlar. Artık onlar gibi yaşamaya, onlar gibi düşünmeye, onlar gibi konuşmaya, onlarla aynı noktada buluşmaya başlar. Dostlukta aynileşme nihayetinde kişiyi dostlarıyla bütünleşmeye sevkeder.
Kişiye Rabbini hatırlatmayan, takva, huşu, hayır ve salaha mebni olmayan her dostluk, şerre ve nedamete sürükler! Allah için olmayan dostluklar, kıyamet günü sonsuz bir hasretliğe ve amansız bir pişmanlığa dönüşecek ve kişi şöyle diyecektir;
“Nihayet yanımıza geldiklerinde arkadaşına şöyle der; “keşke seninle benim aramda doğu ile batı arası kadar bir uzaklık olsaydı. Sen ne kötü bir arkadaşmışsın.” Kötülükte ortak olduğunuz gibi azabta da ortaksınız. Artık pişmanlık fayda vermeyecektir.” (Zuhruf/38)
Rahmani dostluklar kişiyi, hakka, doğruluğa, zikre ve takvaya yöneltir. fieytani dostluklar ise, kötülüğe, zulme, Allah’a isyana ve her türlü günaha götürür. Kişi dostunun dininden ayrı olamaz; Zira dostluk din beraberliğini de gerektirir. “İnanmayanları sakın dostlar edinmeyin!” diye emredilmiş, hak din üzere olmayanlarla dostluk şiddetle nehyedilmiştir.
Takva üzere dostluk, kişiyi takva ve veraya, facirle dostluk; kişiyi, günaha ve fısku fucura götürür. Dostluk bir boya kabı gibidir; içine giren, mutlaka onun boyasından etkilenir. Dostlukta bulunup da, dostundan bir huy ve haslet edinmeyen, az veya çok dostuna benzemeyen yok gibidir.
(O kadar ki, kişi sadece birlikte yemek yediği kimselerin bile huy ve ahlakından bile kolayca etkilenir!)
Ne üzerine olursa olsun nihayetinde, “dostluk” bir paylaşma, ilgilerde benzeşme, değerlerde bütünleşme, paydalarda bölüşme, huy ve davranışlarda giderek aynileşmedir. Bazen bu yakınlık öyle bir dereceye varır ki, dostların düşünceleri bile birbirine benzemeye, yaşayışları neredeyse tek bir insan gibi aynileşmeye başlar.
(Dostluk potası içinde paylaşılan bir şey önce garipsense bile zamanla meşrulaşarak kolayca benimsenir!)
Samimi bir dostluk, aykırılıkları süratle eriten güçlü bir ülfet potasıdır; ikilikler ve çelişkiler zamanla erimeye, huylar tekliğe ve ayniliğe dönüşmeye başlar. Dostluk potasının eritemediği ayrılıklar ve zıdlık oluşturan aykırıklar nihayet dostluğun parçalanmasına ve kopmasına yol açar.

Zira dostlukta ayrılığa ve aykırılığa yer yoktur. Dostlardan hangisinin potası daha güçlü ve ölçülü ise, diğerindeki aykırılıkları eritecek, nihayet onu kendisine benzetecektir.
Ahiret gayesinde maksada ulaşmak için yola çıkmış ama henüz yeteri kadar değerlerini pekiştirememiş mâna yolcularına dostluk ve ihtilat tavsiye edilmez, onlar için gereken (uzletle ünsiyet,) yani yalnızlık potasında değerlerini yoğurup maya kıvamına gelinceye kadar olgunlaşmaktır. Zira ihtilat, kalabılık içinde erimeye ve giderek değerlerini yitirmeye neden olur. Kendi değerleriyle et ve kemik gibi bütünleşememiş, başkalarından etkilenmeyecek, en azından zarar görmeyecek kadar güçlenmemiş, bu manada şahsiyetini bulamamış olanların, sayir insanlarla ihtilat etmeleri helak sebebi olabilir.
Allah için insanları uyaracak ve bunun sonucuna katlanamayacak kadar zayıf şahsiyetli olanların insanlarla dostlukta bulunmaları onlar için tam bir afettir. Böyle dostluklar “Allah için” olmaktan uzak, kişi için manevi facialara yol açacak kadar tehlikelidir. Zira kendi şahsiyetini ve değerlerini koruyamayan kimsenin insanlara karışması, onlara benzemesine; onların cahili değerleriyle aynileşmesine ve silinip gitmesine neden olur.
Gerçek dostluk; Allah için sevmek, Allah için nasihat etmek, gerektiğinde Allah için kızıp yüz çevirmektir. Dostluk, aynı zamanda kendi nefsinden feragat ve dostu için fedakarlıkta bulunmaktır. Ama mesele Allah’ın hukukuna geldiği zaman, feragat, fedakarlık ve taviz, kişiyi dininden bile edebilir! Allah için dostlukta; Allah’ın hakkına riayet, Allah’a davet, Allah’ın dinine hizmet, Allah için yardım ve ünsiyet vardır.
Yani kişi, Allah için dostluk ettiği kimseyle, hayra çağırmada, Hakka yönelmede ve kötülüklerden sakınmada yardımlaşmalı, dostluklar; “İyilik ve takva üzere yardımlaşın; günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın! Allah’tan korkun, çünkü Allah’ın cezası şiddetlidir!” (Maide/2) hükmüne mebni olmalıdır.
Allah için dostluk, Allah’a doğru ve Allah’a yaklaştırıcı olmalı; iyilikleri artırıp, günahlardan sakındırmalı, imtihan vadilerinden geçerken dostlar birbirinin elinden tutmalı, takvaya doğru yardımlaşmalıdır. Her halukarda dostluk, takvaya çağrı, nasihat ve uyarı olmalı; birine musibet isabet ettiğinde, derhal diğerini yanında bulmalıdır. Halk arasında kara günler diye tabir edilen, zorluk, sıkıntı, darlık ve ızdırap günleri, dostlukların sınama ve beraberliklerin teraziye vurulma zamanıdır!
Tekellüfsüz dostluğuyla tanınan “Zûnnun’a birisi, (kiminle dost olayım?) diye sormuş; Zunnûn da ona, “hastalandığın zaman ziyaretine gelen ve günah işlediğinde senin için istiğfar eden kimselerle... O kimselerle dost ol ki, Allahu Teala’nın sende mevcud olduğunu bildiği şeyi, kendilerinden gizlemeye ihtiyaç duymayasın...” demiş.
Cenabı Hak, kulunda olan her türlü noksan, kusur ve ayıbı bilir de yine de ondan yüz çevirmez. Eğer tövbe istiğfar ederse kulunun günahlarını örter ve onları başkalarının gözünden gizler. Kul, yüz çevirip gitmedikçe kulunu sebeblere terketmez. Kul vefasızlık ettiği halde, Rabbi onun rızkını kesmez!
Yani öyle kimseyle dost olmalısın ki, senin her türlü, kusur, ayıp ve noksanını, yalnızca seninle Rabbin arasında kalan hallerini ve günahlarını günün birinde öğrense bile, onları başkalarına ifşa etmesin; senin sırrını muhafaza etmede toprak gibi ketum, kayalar gibi çetin olsun! Sende bulunan, insanların hoşlanmayacağı özel bir haline vakıf olduğunda senden yüz çevirip düşmanlık etmesin!
İnsan, “ya göründüğü gibi olmalı; veya olduğu gibi görünmeli...” Taşımadığı bir sıfatla anılmaktan, olmadığı bir makama konulmaktan, bilmediği bir şeyle sorumlu tutulmaktan şiddetle sakınmalı! Hiçbir zaman yalan üzerine dostluk, aldatma üzerine beraberlik ve entrika üzerine yakınlık kurulmaz. Yalan üzerine kurulan hiçbir dostluk sürekli olamaz! Suyun üzerine yazılan yazı gibi, yalan üzerine inşaa edilen dostluklar da asla payidar olamaz!
İnsan nasıl olursa olsun, yeterki olduğu gibi görünsün, olduğundan farklı bir kişiliğe, gerçekliği olmayan yapay bir kimliğe bürünmesin! Zira “olduğu gibi görünen kişiden”, kolay kolay bir zarar gelmez; dostluğunda sadık, sohbetinde riyasız ve tavırlarında tekellüfsüz olur.
Dostlukta sırların deşilmesi, ayıp, kusur ve noksanlıkların teker teker keşfedilmesi kaçınılmazdır! İnsanlar birbirine yaklaşıp, arada ünsiyet ve ülfet arttıkça, sırlar dermeyan olur, duvarlar kalkar, her türlü haller bir bir ortaya çıkar! Zaman gelir, dostun seni senden daha çok tanımaya, senin unuttuğun şeyleri sana hatırlatmaya başlar. Öyle ki senin söyleyip de unutup gittiğin nice şeyler, bir zaman gelir, umulmadık yerde karşına çıkar.
Hele sevgiler nefrete, yakınlıklar uzaklığa, beraberlikler ayrılığa ve dostluklar düşmanlığa dönüştüğü zaman, sırların paçavra gibi ortaya atılması, sevgilerin ihanet pazarına çıkarılması çoğu kez vukuu bulur. Dostluğunu bitirdiği halde, sırrını ifşa etmeyen çok az bulunur!
Sır, insan için taşınması en zor yüklerden biridir; o halde sırrını tevdi edeceğin, ayrıca sırrını taşıyacağın dostunu çok iyi tanımalı, yarın ahiret günü pişmanlığa neden olacak veya seni Rabbinden alıkoyacak dostlarla birlikte olmamalısın!
Dost olmak; bir anlamda insan yükü taşımak, bütün zaaf ve kusurlarıyla insanla birlikte olmak, ondan gelebilecek her türlü maddi ve manevi tehlikeleri peşinen göze almaktır. Takvaya olduğu kadar fucura da meyilli bir nefis taşıyan insanla dostluk nereden bakılırsa bakılsın, tehlike ve risklerle içiçe, insan olmanın bütün imtihanlarıyla birliktedir!
Fucur duygularından uzak olmayan, çoğu zaman kendine bile hayrı dokunmayan insanla dostluk elbette zordur. Zira insanlar ekseriyetle haris ve vefasız; dostlukta sadakatsiz ve devamsızdır. Samanlıkta yitik bir iğneyi bulmak, dostlukta vefa göstereni bulmaktan belki daha kolaydır. Doğrusu saymaktan aciz olduğumuz şu kadar nimetlerine rağmen Rabbine karşı vefada kusur eden insan, kendisi gibi bir insana ne kadar vefa gösterebilir?!
İnsanın vefasızlığı fucurundan, olumsuz alışkanlık ve nefsi tutkularına olan bağımlılığındandır. Vicdanından uzak, nefsi arzularının boyunduruğunda yaşayan hiçbir insandan vefa beklenemez. Çünkü vefa, tutkularından feragat, istek ve arzularından fedakarlıkta bulunmaktır. Olumsuz duygularla mülevves, nefsi hevasıyla yaşayan bir kimse, ne kendisine ne başkalarına dost olabilir; kendini beğenmiş, takva, vera ve muhabbetten yüz çevirmiştir!
Allah için dostluk, Allah için birbirini sevmek, Allah için ünsiyet etmek ve dostluğu Allah yolunda cihada, sabır ve sebata vesile etmektir. İmam Kuşeyri, Ebu Bekr Temestani’nin şu sözünü nakleder; “Allah ile dostluk ediniz. Eğer buna gücünüz yetmezse, Allah ile dostluk eden velilerle dostluk ediniz ki, onların sohbetindeki feyz ve bereket sizi Aziz ve Celil olan Allah ile dostluk mertebesine yükseltsin.”
Doğrusu Allah için olmayan her dostluk seni Allah’tan uzaklaştıracak, kalbine masiva sevgilerini dolduracak, sonra da Allah Teala, o dostunu senin başına bela kılacaktır! Çünkü kalbler Allah’ın elindedir. Kalblere sevgi ve ünsiyeti yerleştiren Cenab-ı Haktır. Allah için olmayan her dostluk, gizli öfke ve nefsani isteklerle içiçe, acı, ızdırap ve pişmanlıklarla yüzyüzedir!
Esasen nefsin hiçbir arzusu yoktur ki, içinde gizli bir nefret ve hased tohumu saklı olmasın! Haddi aşan ve ifrata varan her türlü faydalanma, ruhta derin sıkıntı ve ızdıraplara, dolayısıyla nefret ve öfkelere yol açar. Kaldı ki, insan kendi nefsinin ihtiyacı aşan arzularından bile ruhen rahatsızlık duyarken, kendi dışında kalanların tutkularına olan bağımlılığından nasıl hoşlansın!
Nefsi arzulara doğru her türlü hırs ve tamah, gizli öfkelerle içiçe, çekişme, didişme ve bencilliklerle birliktedir. Bu yüzden arzuların istikametinde şekillenen her dostlukta peşinen nefret tohumları, hased ve bencillik tutkuları saklıdır! Ne ki, ortak paylaşım zorunluluğu bunları örtmekte, yapay sevgi gösterileriyle öfkeler nefsin kabuğunda gizlenmekte, ama şartlar değişip ortaklık bozulduğu an dostluklar parçalanıp süratle düşmanlığa dönüşmektedir!
Ancak nefsin mülevves arzularından arınmış dostluklarda ünsiyet ve ülfet vardır; Allah’a doğru giden yolda daimi bir sıcaklık ve içten gelen bir fedakarlık vardır. Allah’a doğru olan her dostlukta kalbleri kuşatan bir sevgi, muhabbet ve ilgi vardır. Her halukarda kalblere sevgi bahşeden Cenab-ı Hak’dır. Allah-u Teala, kalblere sevgi bahşetmezse, bütün dünyayı dostun için feda etsen bile, kendini ona sevdiremezsin. Belki yüzüne karşı sevgi sözleri söyler, arkandan seni çekiştirir, bilemezsin! Kalbinde olmayanı söyleyerek seni aldatır, senin iyi niyetlerini suistimal ederek, kendisine çıkar sağlamaya çalışır.
Nefsi arzuların yolunu tutanlar, günah ve fısk-u fucurda dostluk edenler, çok kısa bir zaman sonra birbirlerine düşerler, asla birbirlerini sevemez, başarılarını çekemezler! İhtirasları kin ve öfkeye, menfaatleri çekişme ve didişmeye neden olur! Birbirini fıska teşvik edenlerin dostluğunda ne sevgi vardır, ne saygı; ne yakınlık vardır ve fedakarlık! Ülfetten uzak, kalbler birbirinden kopuk, duygular karmakarışık, yürekler bölük pörçüktür! Zaten takva üzere olmayan dostluklarda Allah-u Teala, kalblerden sevgiyi söküp alır, fıskta ortak olanları düşmanlık ve hasedleriyle başbaşa bırakır!
Dünyalık geçici maslahatlara ve nefsi menfaatlere dayalı dostluklar, köksüz ağaçlar gibidir; hayatın en küçük rüzgarlarında bil kolayca yıkılır gider! Geride ne dostluk kalır ne eser! İçinde nefsi arzuların, dünyalık tutkuların olduğu bir dostluk olsun da ihtiraslar, hasedler, gizli nefret ve öfkeler olmasın, bu ne mümkün! Zira nefis, kendinden başkasını sevemez, her şeyi kendisi için ister; içine nefsi arzuların karıştığı bir dostluktan asla hayır gelmez!
Nefsi arzulardan arınmış ve Allah’a adanmış dostlukların dışında hiçbir dostlukta hayır yoktur; böyle dostluklar dar anlarda ve ortak menfaatlerin bittiği zamanlarda hemen düşmanlığa dönüşür; sırlar ortalığa dökülür ve iftiralar bile görülür.
O halde dostluğun ölçüsü; “Allah için olmak” kaydını taşımalı, “Allah’a ulaştırıcı veya Allah’ı hatırlatıcı” olmalıdır! Öyle kimseyle dost olmalısın ki, kendisini gördüğünde, Hakkı hatırlamalı ve Allah’a daha çok bağlanmalısın. Seni günah işlediğinde, engellemeli, sevaba ve hayra teşvik etmeli, her halukarda senin elinden tutup Hakka çekip götürmelidir. Sadıklarla birlikte olmanın en açık anlamı bu olsa gerekir. Sadık dost, kişiyi hakka ve hidayete, kazib dost ise hidayetten alıp, dalalete ve batıla götürür.
Maksadı menfaatlere dayanan dostluklar, gizli düşmanlıklarla birlikte, kalbler bölük pörçük, sevgiler göstermeliktir! Menfaatlerin birleştirdiği dostluklarda, ne şefkat vardır, ne merhamet; ne saygı vardır, ne ülfet! Böyle dostluklar, ortak menfaatlerin bittiği yerde hemen kesilir, kısa bir zamanda düşmanlığa dönüşür.
Gafil ve cahillerin dostluğundan da sakınmak gerekir; zira kendine hayrı olmayanın hiç kimseye hayrı dokunmaz! Cahillerle oturup kalkmaktan sakınmalı, fasıklardan da tamamen uzak durmalıdır! Çünkü sözleri yalan, sevgileri riya, sohbetleri dedikodu, haberleri ya gıybet veya iftira, geri kalan boş laf gürültü ve şamatadan ibarettir. Onlarla oturup kalkarsan, onların kötülüğü sana da bulaşacak, kötü kişilerle düşüp kalkan, sonunda onların huy ve alışkanlıklarından mutlaka bir şeyler kapacaktır.
Samimiyet ve iyi niyetten uzak, sırf nefsi arzular için kurulan bir dostluk, sadece pişmanlık ve nedamet; sonu hüsranlık ve felakettir. Allah’ın hakkına mani olan hiçbir dostluktan Allah razı olmaz, dostluğu aralarında bela sebebi kılar. Allah’tan uzaklaşıp insanlara yaklaşmaya çalışan, ne umduğunu bulabilir, ne de insanlarla dost olabilir! Allah’a rağmen, insanlarla ülfet eden, hiç kimsenin sevgisini kazanamaz, bunun aksine Allah onların kalbine kin ve nefret yerleştirir.
Gerçek şu ki, Allah’ı razı etmekten kaçınan, insanları razı etmek belasına düçar edilir; sonra elinde olan herşeyi verse, yine de insanları razı edemez. Böylece Allah’tan razı olmayan, haris ve vefasız insanları razı etmek için uğraşır, onların geçici hoşnutluğunu kazanmak için, ömür boyu didinir durur! Bütün ömrünü feda etse de, bir tekini bile razı edemez! Ama Allah’ı razı etmişsen, bir tek sözle bile insanların gönlünü kazanabilirsin; çünkü kalbler Allah’ın elinde, daima O’nun dilemesine amadedir!
Herşeyini muhtaç olduğu halde, Rabbinden bile razı olmayan bir insanı, ne ile razı edeceksin? Ne verebilirsin, neyinle onu razı edebilirsin? Rabbinden bile razı olmayan ve verdiği sayısız nimetlere şükretmeyen bir insanı ne vererek razı edeceksin? Bir takım şeylerle sana minnettar kalmasını mı bekleyeceksin...
Allah senden razı olmadıktan sonra, bütün dünya senden razı olsa sana bir faydası olmaz; Allah senden razı olduktan sonra, bütün insanlar sana düşman olsa, bir zararın olmaz.
Allah’a dostlukta vefa göstermeyen bir insan, kullarına dostlukta nasıl vefa gösterecek?! İnsan kendisine bütün nimetleri verene vefasızlık ettiğine göre, bir adım sonra kendisini görmeyecek olan kendisi gibi bir insana karşı ne kadar vefa gösterebilir!? Rabbinden yüz çevirdikten sonra, kendisi gibi olanlara karşı ne kadar sadık olabilir!? Takvaya doğru arınma yolunu tutmayan bir insan doğruluk üzere ne kadar sebat edebilir!?
Sadık ve salih olmayan, fedakarlık ve diğer gamlıktan uzak, gündelik maslahatlara göre rotasını ayarlayan, maddi menfaatini herşeyin üstünde tutan kimselerle nasıl dostluk kurulabilir!? Allah’a dayanmayan bir dostluktan ne hayır gelebilir!? Allah’ın rızasına aykırı ve Allah için olmayan her dostluk sadece menfaat icabıdır; menfaatler ortadan kalktığı zaman dostluk da süratle biter; geriye kin, öfke, nefret ve adavetten başka birşey kalmaz!
Her zaman sözün en tesirlisini söyleyen ve misallerin en güzelini veren Cenab-ı Hak, kendi rızasına aykırı dostlukta bulunanların durumunu evlerin en çürüğü olan örümceğin yuvasına benzetmektedir.
“Allah’tan başka dost edinenlerin durumu, tıpkı örümceğin durumu gibidir. Örümcek bir yuva edinir, halbuki yuvaların en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır, keşke bilselerdi!”(Ankebut/41)
Dostluk, sadece Allah için olmalı ve yalnız Allah rızasını amaçlamalı, Allah dostluğuna perde olacak her türlü dostluk ve yakınlıktan uzak durulmalı; çünkü gerçek dost sadece Allah’dır. Cenab-ı Hak, kendi rızasını amaçlayan dostların kalbine ülfet ve ünsiyet yerleştirir, onlara lutfu kereminden sevgi bahşeder.
Allah için olmayan dostluklar ise, hayatın acı gerçekliğinde, tıpkı güneşte kalmış buz kalıbı gibi, süratle eriyip biter! Gerçekten Allah’a dayanmayan bütün dostluklar, köksüz ağaçlar gibi, en küçük fırtınalarda bile hemen sökülüp gider. Ama Allah için olan ve Allah’a yakınlaştıran dostluklar, her türlü fırtına, kasırga ve afetlerden daha da kuvvetlenerek çıkar. İmtahan ateşlerinde denenmiş, birlikte göğüslenen acılarla bilenmiş ve çeliğine su verilerek güçlenmiştir.

Herkesin dostluğu gönlünün genişlediği, manevi boyutunun zenginliği nisbetinde, dostluğun mayası olan ilgi ve sevgilerde, beraberliğin köprüsü mesabesindedir! Nihayetinde dostluklar, bağlılık ve yakınlıkların derecesine göre kuvvetli veya zayıf, etkili yada etkisiz, derin veya köksüzdür! Neticede sevgi ve ilgiler dostluğun mayası, beraberlikler de geçici dünya hayatının apayrı bir imtahan vasıtasıdır!

***
fiekil libasına bürünmüş insanı değerli kılan et ve kemikten ibaret beden değil, maverai sırları taşıyan ruh ve muhtevadır! Neticede sözler, insan varlığının anlamı, onun nice sırlarla dolu iç aleminden dışarıya taşan sızmalarıdır.
Dostluğun devamı, kalbin in’ikası ve sözlerle yaşayan anlamı sayılan “sohbet”, esasen dostlukta bulunmak, dostluğu konuşarak, yaşayarak, sürekli birbirini irşad ederek canlı kılmaktır. Sohbet, dostluğu kalblerden gelen sözlerle yaşatmak, hal diliyle halleşmek, gönül diliyle dertleşmektir.
Elbette dostluk sohbetle gelişip kökleşmekte; kalblerde yaşayan sıcak duygular, ünsiyet ve ülfet meltemleriyle kaynaşıp, giderek daha çok yakınlaşmaya, birbirini daha çok anlayıp, anlaşmaya ve kalbten kalbe yol bulmaya vesile olmaktadır. Hislerin ve manevi sezgilerin tercümanı olan riyasız ve samimi sohbetler, dostluğu mayalandırıp kıvamına ulaştıran sözlü incilerdir.
Tayfun ÜSTÜNKAYA
Alıntı ile Cevapla
Alt 17 Kasım 2011, 14:07   Mesaj No:4
Medineweb Emekdarı
YaŞuHa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:YaŞuHa isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13867
Üyelik T.: 24 Mayıs 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 1.005
Konular: 399
Beğenildi:29
Beğendi:5
Takdirleri:53
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Allah ile dostluk nasıl

ALLAH İLE DOSTLUK NASIL
KAZANILIR?
İnsan önce kendini tanımalıdır.Kendi varlığının oluş sebeplerini düşünmeli ve üzerine düşen görevler ve ölçüler niteliğinde hayatını yaşamalıdır.Allah’ı anarak ve bizlere bildirdiği emir ve yasakları yerine getirerek Allah’ın rızasını kazanmaya çalışmalıyız.
O’nun rızasını kazandığımız an dostluğunu da kazanmış olacağız.
Gerçekten düşünsek Rabbimizin bize sunduğu sayısız nimetleri ve nice güzellikleri inanıyorum ki Allah’ın bizlere verdiği nimetleri hakkıyla verebilsek onun bizden istediği emir ve yasakları yerine getirsek.O’nun dostluğuna tabiî olacağızdır belki de.Bir diğer husus da Peygamberimiz (s.a.v.) efendimizin bize bildirdikleri, Kur’an’a ve Sünnete yönelik yaşam tarzı ile de kazanma fırsatı olacaktır. Ayette belirtildiği üzere “(Ey Rasûlum) onlara de ki Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah’da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın (Âl-i imran 31).
Allah’ın dostluğunu kazanmak için çaba göstermeliyiz. Yürekten istemeliyiz ki Allah’ın dostluğunu tam anlamıyla kazanmış olalım. O’nun dostluğunu kazanmak kolaydır.Ama yapması zor gelir insana. Önce bu zorluğu aşmalıyız. Severek ve her şeyden yüce tutarak ve en sevdiğimiz kişileri onun yarattığını unutmayarak tüm gönül samimiyetiyle ona bağlanmalıyız.Rabbimizi tanımalıyız.
Onun Dostluğunu ona her secdeye baş koyduğu ona karşı acizliğimizi ve çaresizliğimizi göstererek ve teslimiyetle kazanacağız.Allah’ın Dostluğunu her Kur’an’a yöneldiğimizde onu okuyup da bize neler dediğini anlayıp ve hayatımıza geçirdiğimiz müddetçe kazanmış olacağız.
O’na yönelerek ve bir tek O’na dayanarak kazanmış olacağız.
Alıntı ile Cevapla
Alt 17 Kasım 2011, 14:09   Mesaj No:5
Medineweb Emekdarı
YaŞuHa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:YaŞuHa isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13867
Üyelik T.: 24 Mayıs 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 1.005
Konular: 399
Beğenildi:29
Beğendi:5
Takdirleri:53
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Rabb ile dostluk

RABB İLE DOSTLUK

Cenab-ı Hakkın Rahmeti ve Bereketi Üzerinize olsun.
Bilindiği üzere Cenab-ı Hakk’ın yaratılanların en üstünü olan insanı yaratmasının sebebi, kendisini bilmesi ve ona ibadet etmesidir.Bu nedenle insana kimi vazifeler vermesi ve kimi yasaklar koyması, insanları bir imtihandan geçirdiğini ispatlayan en büyük delildir.
Hiç şüphesiz ki bu imtihanı da başarıyla vermenin tek yolu İslam dinini açık bir şekilde anlatan Kur’an-ı Kerîm’in bize anlattığı yolda gitmek Serveri Alem efendimizin yaşayış tarzını kedimize prensip etmemizdir.
Yine hiç şüphesiz ki bu yolda gitmek ve yaşayış tarzını prensip edinmek bizi dönüşü olmayan hak yola götürecektir.
Peki biz yapamaz mıyız?
Belki onlar kadar olmaz ama onların geçtiği yolda gitmek, Cenab-ı Hakk’ın büyüklüğünü hatırdan çıkarmamak, isyana dalmamak, Rahmet ve Bereketinden ümit kesmemek onun dostluğunu kazanmamıza neden olmaz mı?
Farzları yerine getirmek, haramlardan sakınmak, iyilikte bulunmak, herkese hoşgörülü davranmak, takva sahibi insan olmak bizi Hakk’a yaklaştırmaz mı?
fiu an yeryüzünde yaşayan insanların çoğu isyana dalmakta, kimisi başka bir ilah tanımakta ve bu nedenle Cenab-ı Hakk’ın azabına uğramaktadır.Bu ve bunun gibi insanların Cenab-ı Hakk’ın dostluğunu kazanması mümkün müdür? Yarın mahşerde nasıl hesap vereceğim diye düşünmeyen, zalim olan, farzları yapsa da Allah rızası için değil, gösteriş için yapanın, Rabb ile dostluk kurması mümkün müdür?
Bize bir görev verilmiş doğru yolda gidenin Allah’ın dostu olacağı açıkça bildirilmiş.Bence bunun daha açık bir anlatımı olamaz.
Nefsimize bir kere de “Dur” demek, Allah rızası için hayır yapmak, kadın ise, “Allah bana örtünmemi emretti.O halde örtüneyim demek vb. davanışlarda bulunmak. Allah’ın dostluğunu kazanmamıza neden olmaz mı?
Yaptığımız bir hata sonrası tevbe etmek ve O’nun affından ümit kesmeden affedilmeyi beklemek, onun bizden rızalı olmasına sebep değil midir?
Cenab-ı Hak zaten kimseye yapamayacağı iş yüklememiştir ki.İşlerimizi biraz dikkatle yaparsak, Cenab-ı Hakk’a gönülden bağlanırsak, Cenab-ı Allah bizi cennette yüksek derecelere yükseltmez mi?
Bana göre insanın “Dünya’ya ne için geldim, ama ne yapıyorum sorusunu kendisine sorması ve ona göre hareket etmesi, Allah’ın dostluğunu kazanmasında en etkili yoldur.
Ne dersiniz Allah’ın dostluğunu kazabildik mi?
Allah (c.c.) bize öyle büyük nimetler vermiş ki biz bunların farkında değiliz. İki insan tartışıyor, kavga büyüyor, birbirlerine saydıkları kötü sözlerden sonra arad büyük bir nefret başlıyor. Araya yıllar giriyor onlar birbirlerini affetmiyorlar.Düşünelim; Allah (c.c). bizim cennet nimetlerine erişebilmemiz için bize o kadar yol gösteriyor ki bunu anlayamıyoruz. Büyük bir günah işleyen bir insan tövbe istiğfar ediyor iyi olarak birçok ibadet yapıyor ve kitaptakine göre Allah (c.c.) affediyor onu. Allah (c.c.) ile dostluk kurmak isteyen bir insan herşeyden önce inancının tam olması gerekiyor. “İnancın yüreğindeyse damarlarında yürür” diyor bir yazarımız. Allah (c.c.) ile dostluk kurmak; her insanın yapabileceğini düşünüyorum.Dilimizde Allah (c.c.), kalbimizde, beynimizle bu sözü söylemek bambaşkadır.Bizim ona ihtiyacımız vardır.Nasıl ki bir çiçek için bahar kıymetliyse cennete gitmek için Rabbimizin emrettiği her şeyi yapmak bizim içinde kıymetlidir. Ahireti düşünüp yaşantısını ona göre yaşayan bir insanın Allah’la (c.c.) zaten büyük bir dostluğu vardır.
Allah (c.c.) ile dostluk kurmak; insanı maddi manevi olarak rahatlatan, verdiği acılara sabırla nasıl bakılacağını, kısacası güzel olan herşeyi içine alır.Hiç kimseye anlatamayacağımız düşüncelerimizi onunla paylaşırız, ona güvenimiz sonsuzdur.O’na ne söylesek de asla başkalarına söyler korkusu içimizde yoktur. Allah (c.c.) ile dostluk kurmak zor değildir.Çünkü insanlarla dostluk, onunla kurduğumuz dostluk arasında anlatılamayacak derecede büyük bir fark vardır.İnsanlara güvenip birşeyler anlatıyorsun.Ama hep bir düşüncen var; acaba yanlış mı yaptım ona anlattım diye. Allah (c.c.)ile ne konuşursan konuş içini kemiren başkasına söyler mi düşüncesi bulunmaz.Allah’a karşı en büyük güveni duyarsın.Doğruları doğru yerde aradığın için, hiç bir zaman Allah ile konuştuğun zaman başını eğmezsin.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in dostu, herşeyi Allah (c.c.)’dır. Peygamberimizin Allah’la arasında o kadar büyük güzel bir dostluğu olmuş ki var olan güzel herşeyin en büyüğü dostluklarıdır.Yüce Rabbimizin bize verdiği nimetleri düşünürsek, güzel dostluğunu o zaman anlamamız gerekir.
Size bu satırları yazarken ve yazmadan önce cevabı hem çok zor, hem de kolay olan bu soruyu kendime hep sordum. Temizlik yaparken, otururken, yatarken...
Aslında bulacağım cevapları, yolları bu satırlara yazmak çok kolay olacaktır.Ama düşündükçe yazacağım şeylerin bana tekrar soru haline gelip ya sen ne yapıyorsun dedikçe kelimeler boğazımda düğümlenmeye başladı.Çünkü en çok üzüldüğüm ve ağırlığını hissettiğim şey, kitaplar okuyup, mübarek hocalarımızın sohbetini dinleyip ve aslında kalbimiz olan Kur’anımı okuyup, üstünden biraz zaman geçince tekrar eski yanlışlara az da olsa dönmemdi. fiu var ki bu soru ile karşılaşınca da, yüreğimin yandığını hissettim.
Siz bu soruyu neden bize sordunuz? Sırf yarışmaya katılıp birşeyler kazandırmak için mi? Yoksa bizi silkindirmek, kendine bak, uyan Allah’la dost musun,O’nu ne kadar tanıyorsun, ne kadar yakınsın diye soruları kendimize sormamız için mi?Eminim ki bu yarışma bizim Allah’a yakınlaşmamıza vesile olacaktır.
Dostluk çok güzel, çok sıcak ve insanı yaşama bağlayandır. Dostluk o kadar büyük ki sevgiyi, mutluluğu, huzuru içine alan ve gerçekten dostluk olan yerde, bütün bunların olması mutlaktır.Bütün bunları çok içten söylüyorum.Çünkü dostluğu yaşadım.Ama bu dost insandı. Allah bana güzel, temiz kalbli bir insanı dost olarak verdi.Onunla beraber büyüdük. Birgün geldi ki, yollarımız ayrıldı.O başka şehre gitti.Aslında gönül bağımız halen kopmuş değil.Tabii ki ilk başta dostumuz, sevdiğimiz olarak Allah geliyordu.Ama düşününce dostluğu ne kadar içleştirmiştim ki.
Allah’ seviyorum, yakın hissediyorum, ama doğrusu O’nunla dostluğum, gerçek anlamıyla dostluğum var olduğunu zannetmiyorum.Hem var desem bile bu nasıl bir dostluk olabilir ki.Herşeyi yarımyamalak yapmakla Allah’la dost olunabilir miydi ki.
Yalnız kalınca ve yanında kimseyi bulamayınca, daha da bir hissediyor insan gerçekten kimin daha dost olduğunu. Çünkü gerçek kelimesi bir tek Allah’a yakışıyor.
Bir yol var ki, upuzun ve sizi sonunda çok güzel birşey bekliyor.Siz o yolun sonundakinin kim veya ne olduğunu tam olarak bilmiyorsunuz.Ve onu bilmediğiniz içinde nasıl yol olmak gerektiğini, yanımıza neler almamız gerektiğini, O’na nasıl daha çabuk ulaşacağınızı bilmiyoruz. Onu tanıtacak, bilgi verecek bir kılavuz lazım değil mi.İşte bu klavuz, Kur’an-ı Kerîm’dir.Kur’ân’ımızı ne kadar iyi anlarsak O’na o kadar yakın olacağız demektir. Aslında insan için, bakmayı bilirse herşey bir klavuzdur.
Dostlukta ben yoktur.Çünkü hep kendini düşünürsen, başka biri olamaz zaten ve böylece dostlukta olmaz.İnsan yaptığı her işte Rabbini düşünse, O’nun rızasını düşünse, kendi benliğinden sıyrılmış ve Yaratıcısına kavuşmuş olur.Dediğim dünyayı terketmek değil, tersi yaşamın içinde, insanların içinde olup Allah’a dost olabilmektir.Ahlarımızda, vahlarımızda dikkat edilirse hep Allah’a. Başımıza bir felaket gelse, felaketi bırak, birazcık canımız yansa ağzımızdan ilk çıkan söz Allah’tır. Aslında Allah’la sevincimizi de, üzüntümüzü de gerçek anlamıyla paylaşmalıyız.

Çocuklar her ne olsa anne der. Çünkü annesi ona yakın olan yediren, içirendir.Çünkü çocuğun sığınağı annesidir.Çocuk bile bunun farkındadır.Oysaki insanoğluna Allah herşeyi vermiş, aklımıza, hayalimize gelmeyecek şeyler yaratmıştır.O zaman Allah’ı her an, her adımımızda anıp, her işte onu hatırlamalıyız.İlle de yükselme ve inişler olmak zorunda mıdır?
İnsan bazen kendisine soruyor.Annemi, babamı, kardeşlerimi, arkadaşlarımı ve daha bir çok kişiyi seviyorum.Kalpte bir sevgi olabileceğine göre hem Allah’ı, hem de beşeriyeti aynı anda nasıl sevebilirim diye. Ki bu soru kafama hep takılırdı.Sonra iyice düşündüm ve okudum ki zaten Allah’ı sevmek,O’nu dost bilmek, O’nun yarattıklarını da, O’nun sevdiklerini de sevmektir. Çünkü insan sevdiğinin, sevdiği şeyleri de sever.
Allah insana öyle bir yapı oluşturmuş ki, her an Allah’ı hissetmek mümkün. Onun için Allah’ıma bana göz ve bu hisleri verdiği için çok şükretmeliyim.Bazen insan öyle bir hal alıyor ki her nereye baksa Allah’ın sanatını görüyor, insanın kalbi titriyor.Her yerin her canlının Allah dediğini duyabiliyor.En önemlisi de, bu duyarlılığı ölene dek devam ettirebilmektir.
Öyle birşey ki Yüce Allah’ımıza biraz yaklaşsak, O bize bizim ona yaklaştığımızdan daha fazla yaklaşacakken nasıl Allah’ımızdan uzaklaşabiliriz.O bizi böyle severken bize bizden daha yakınken hala aynı hizada durmamız mümkün mü?
Hayattaki acılar, mutsuzluklar insana bir bir herşeyi öğretiyor.Bir bakıyorsun mutlusun, bir bakıyorsun mutsuzsun, bir bakmışsın zaman geçmiş, herşey değişmiş.İnsan o zaman anlıyor ki bu kadar çabuk geçen zaman içinde birşey yapmak gerektiğini.İnsan beşer olan şeylere, insana, mala, şöhrete dayıyor sırtını, sonra hüsranlar, üzüntüler, hiç bitmeyecek sandığımız sıkıntılar başlıyor.Oysaki sırtını Allah’a dayadığımızda farklı farklı durumlarda bile başka türlü bakabiliyorsun hayata.Gözyaşımızda, üzüntülerimizde bir anlam kazanıyor.Ölümü bile seviyor insan.Çünkü ebedi olana dayandığımızdan ebedi olmamanın hiçbir yükü kalmıyor üzerimizde.
Ben sıralayamıyorum, şunu şunu yaparsan Allah’la dost olursun diye. Bu öyle birşey ki her varlık kendi kişiliğinde farklı yaşar bu durumu.
Dosta dost olabilmek için O’nu tanımak, bilmek, sevmek, istemek gerekir.Aslında O bize zaten dost, peki biz O’nun dostluğuna layık olabilmek için hep uğraş vermeliyiz.
Nice peygamberler, evliyalar ve güzel insanlar Allah’la dost oldular.Öyle dostlardı ki kâinat bile sevmişti onları.Çünkü onlarda sevmişti başta herşeyi.Cenneti düşünerek birşey yapmazdı.Onlar, sadece Allah rızası vardı: Bizim içinde saedce Allah olmalı. Sadece Allah demek bile o kadar sarsıyor ki insanı. Ne zaman, ne de mekân kalıyor O’nu düşününe.Hele de insan ellerini açınca Allah’ı daha iyi hissediyor,Allah’a ne kadar yakınlaşabileceğimizi.
Bence, sevmekle başlayacak ve gönül ipini bağlamakla sürecek bu dostluk.

Karanlıkların içinde kaybolduğunu, umutsuzluk tohumlarının etrafını sardığı, kendimi yapayalnız hissettiğim günlerimde bana benden yakın olan herşeye kadir Yüce Yaratıcım olmasaydı, şu anda bu satırları yazabilecek bir ben olur muydu bilmiyorum.Hayatın dolambaçlı yollarında bana yol gösterecek içimde varlığını hissedebildiğim bir ışık olduğu için çok şanslıydım.Bu ışık beni huzura taşıyan inancımın ışığıydı.İnancımın dayanağı bütün kainatı yoktan var eden, her şeyi en kuytulardakini bilen ve gören, kullarını affedilmekle müjdeleyen Yüce Allah’a (c.c.) karşı duyduğum minneti anlatmakta kelimelerin aciz kalacağını düşünüyorum.Ölüm acısını bütün şiddetiyle hissettiğim, anne özleminin doruk noktasına ulaştığı ağlamaklı zamanlarımda üzülme diyorum kendime senin yanında bütün annelerin yaratıcısı herşeyin sahibi bir dost var.Öyle bir dost ki sen onu yalnızca başın dara düştüğünde arasan, ardı arkası kesilmeyen günahlarına bir yenisini ekleyip pişman olsan ve ardından kalbinin kapılarını sonuna kadar açıp bütün samimiyetinle Rabbim bağışla ve yardım et dediğin an sana yardım elini uzatan, eşi benzeri olmayan En Yüce Dost Burada bir soru geliyor aklıma.Kuluna bu denli yakın olan, yüce sıfatının bile onu anlatmakta yetersiz kaldığı, birşeylerin gerçekleşmesi için sadece ol demesi gereken Yaratıcımıza layık mıyız? acaba. Bu soruya evet demeyi gerçekten çok isterdim.Ama Allah’a (c.c.) layık bir kul olmak için çok fazla yol katetmem gerektiğini düşünüyorum.Ondan dileğim beni ona ulaştıracak şu kısacık hayat yolunda ışığını üzerimden olmaması ve son nefeste şehadet getiren kullarından eylemesidir.Bu dileğimi bütün din kardeşlerim adına da istiyorum.İnşaallah hiç birimiz doğru olan iman yolundan ayrılmayız ve bu dünyadaki görevlerimizi iyi bir şekilde yerine getirip Azraille barışık bir biçimde bu dünyaya veda ederiz.
Zira Kur’an-ı Kerim’de “Allah İbrahim’i DostEdinmiştir.” şeklinde buyurmaktadır. (4/25) ve Hz. İbrahim de bir Peygamber olması nedeniyle Allah’ın bize örnek olarak gösterdiği kimseler içerisindedir.(60-4)
Bundan dolayı Hz.İbrahim’in hayatını bir gözden geçirelim. İlk olarak,Allah’ın emirlerini, gelirini, götürüsünü düşünmeden yani pazarlık yapmadan teslim olduğunu görüyoruz.(2/131). 2. olarak, İbrahim (a.s.)min babasına yapmış olduğu tebligat neticesinde babasının “Ey İbrahim sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun, eğer bu tutumuna bir son vermezsen Andolsunki Seni taşa tutarım.Uzun bir süre benden uzaklaş (bir yerlere) git.”
Demesi neticesinde Hz.İbrahim’in, babamı karşıma almayayım, rahat evimden, sıcak aşımdan olmayayım, yaşım daha genç, zaman ilerleyip kendime ait bir evim ve ekonomik özgürlüğüm olduğu zaman tevhidin tebliğini yaparım. fieklinde bir mantığa kapılmayıp, babasına “SELAM SANA” diyerek evinden ayrıldığını görüyoruz. (19/42-47).
3. olarak. fiirkin sembolleri olarak ve yaşadığı dönemdeki yönetimin dayandığı, putlara fiili bir müdahale bulunması neticesinde O günün yöteminin kendisini (Hz. İbrahim’i) ateşe atma kararlarına rağmen İslamın onurunu ayaklar altına aldırmayıp onurlu bir dava adamının duruşu gibi zalimlerin ve zulmun karşısında durduğunu görüyoruz. (21/57-70).
4. olarak. Hz. İbrahim evlendikten sonra karısının kısır olması neticesinde çocukları olmuyor fakat Allah onlara biyolojik kanunlarının üzerinde olduğunu gösteren bir ayet olarak İncildeki kayıta göre 90 yaşına kadar evlatsız özlemiyle yanan Hz.İbrahim’e evlat veriyor ve bu evlat koşma çağına erişince Allah onu kurban etmesini istiyor.Hz.İbrahim’de göz kırpmadan oğlunu bıçak altına alıyor. (37/102-107)
fiimdi buraya kadari Hz.İbrahim’in Allah ile dostluk kurabilmek için yakmış olduğu sinyalleri gördük.Allah’ın ise Hz.İbrahim’e karşı yakmış olduğu sinyallere baktığımızda bir, iki ve üçüncü maddelerde Hz.İbrahim’in Allah’a karşı kayıtsız şartsız teslim olması, İslamı herşeyin üstünde tutması, zalimlere ve zulme karşı onurlu bir duruş ile durmasının karşılığında, normalde fiziksel kurallara göre yakması gereken bir ateşin Hz.İbrahim’i yakmaması Allah’ın birinci sinyali iken, 4. madde de oğlunu bıçak altına alan Hz.İbrahim’in bir fidye olarak kurban gönderilmesi ise 2. sinyalidir.
Buraya kadar yazdıklarımızdan anladığımız kadarıyla demek ki Allah ile dost olabilmek Allah’ın gndermiş olduğu kitaba kayıtsız şartsız uymak demektir.
Allah ile dost olabilmek Peygamber’e tabi olmaktır. (3/31)
Allah ile dost olabilmek inandığımız değerler ile mevkimiz, kamamımız, kariyerimiz, rahatımız ve sevdiklerimiz arasında bir tercih yapmamız gerektiğinde bu terihimizi İslam yönünde yapmak demektir.
Allah ile dost olabilmek İbrahim (a.s.)’min ciğer paresini bıçak altına alması gibi bizimde yeri geldiğinde en değerli varlıklarımızı, en sevdiklerimizi, hayatımızda en önemlileri bıçak altına almak yani Allah uğrunda göz kırpmadan feda etmek demektir.
Hülasa, Allah ile dost olabilmek hayatı, ölümü Allah’a tahsis etmek demektir.
Sözümüzün Sonu
Alemlerin Rabbine Hamd Olsun.
Alıntı ile Cevapla
Alt 17 Kasım 2011, 14:13   Mesaj No:6
Medineweb Emekdarı
YaŞuHa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:YaŞuHa isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13867
Üyelik T.: 24 Mayıs 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 1.005
Konular: 399
Beğenildi:29
Beğendi:5
Takdirleri:53
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Dost olarak Allah kâfidir

Dost olarak Allah kâfidir
Bismillahi Teala
Dost olarak Allah kâfidir. Yardımcı olarak da Allah kâfidir.” (Nisa 45)
Dost, söylenirken bile yüreği titreten, nefese bir içtenlik katan kelime.
Dostluk; karşılıklı sevgi ve duyguların paylaşıldığı, hayata tad ve huzur veren iki veya birkaç kişinin kalplerinin ve varlıklarının birleşmesiyle oluşan bir kavramdır.
Bizim bu konuda ele alacağımız nokta ise kul ile Rab arasında oluşan dostluk, kulun dost olarak Allah’ı seçmesi. Kul,
Bu dostluğu başlangıcıyla ele alacak olursak, dostluğun ilk anahtarı, ilk adımı, ilk kıvılcımı onunla tanışmaktır.İşte kulun Rabbı ile dostluğunu başlatabilmesi, O’nunla konuşması, O’nu tanıma girişimine adım atmayla olur.O’nu tanımak,O’nu hissetmek,O’nun derinliklerine inmek, işte dostluğun başlamasını sağlayan en önemli unsurlardır bunlar.
Pekâla, bunları nasıl yapabiliriz. Cevabı gayet açık ve ortada, Rabb ile konuşarak. O’nunla konuşmak ise Rabbin afla seslendiği ona kapılarını açtığı, ona sırlarını açıkladığı kitabı Kur’an ile olur.Rabbı tanımak onu okumak, onu anlamak ve onu yaşamakla başlar.Tıpkı insanı dostla dostluğa başlar gibi.
Kitabı okumak, tanışmaya, dostluğa ilk adım olduğunu söyledik, ancak bu okumak öyle sıradan kitap okumak gibi olmamalı her ayette, her satırda, her kelimede manaya ulaşmak ve bunları derinliklerinde hissetmek. Yüce Rabbın anlattıklarıyla.Rabbı anlamaya çalışmak.Anladıkça anlatılanı hayata geçirmek, hayatı Kur’ân’la bütünleştirmek, hayatın çizgisini Kur’ân’la çizmekte olur.Açıkçası hayatı Kur’ân yapmakla, Rabb ile dostluğun temelleri atılır.
Kişinin Allah ile dost olabilmesi için ilk aşamanın onunla tanışmak ve bunun için onunla konuşmak gerektiğini ele aldık.İkinci aşamada ise önünüze önemli bir nokta daha çıkıyor.Bu aşamayı da insanlar arasında oluşan dostluğun başlangıcına indirgeyecek olursak, nasıl ki bir insanla dost olmak için onun en yakınlarına ya da dostlarına başvurarak bilgi edinir ve bu bilgiler doğrultusunda dostluk kurmak için hareket edersek, Rabb ile dostluk kurmak içinde böyle bir yol izlememiz gerekir.Pekâla bu konuda ne yapmalıyız, tabii ki bu yolda olduğu gibi Allah’ın dostlarına başvurur, Onlardan bu konuda bilgi ediniriz. Allah’ın dostlarına baktığımız zaman ise bizim karşımıza ilk önce O’nun Rasûlleri gelmektedir.Bizim ölçü alacağımız öncü Rasûl ise Allah’ın habibi, dostu Muhammed (s.a.v.)’dir.
Allah ile dost olmak istiyorsak Rasûlu Muhammed (s.a.v.)’ini tanımalı, onun hayat çizgisini örnek almalı, onun nasıl davranıp da Allah’la dost olduğunu öğrenmeliyiz.Onun sünnetlerini en iyi sûrette incelemeli ve bunları Kur’an emirleriyle bütünleştirip, hayatımıza geçirmeliyiz.
Bir kul bunları yapabilmeye başladıysa, artık her âyette Rabbi okumaya başlar.(Arapça’da ayet işaret anlamına gelir) Doğada, yerde, gökte, her alanda Rabbı hissetmeye başlar.İşte Rabbı tanımaya, O’nun inceliklerini anlamaya başlamanın işaretleridir bunlar.
Bu aşamalardan sonra artık sıra kişinin kendisini Rabbine tanıtmasına gelmiştir.Ancak kişi kendini tanıyorsa, o zaman kendini tanıtabilir. Kişi Rabbini ve Rasûlünü tanıma aşamasını en iyi şekilde başardığı zaman, kendini de tanımaya, kendinin derinliklerine inmeye başlar.Rabbının her seslenişinde yüreğine bir darbe iner ve kendini, benliğini tanıdığı sandığı varlığı dahi tanımadığının farkına varır.Böylece Rabbının istediği benliği anlamaya ve onu kazanmaya, böylece O’nunla dostluk kapısını araladığını hisseder.Rabb ile dostluk kurmak istiyorsak, O’nu tanıyın. O’na kendinizi tanıtın.
Açıkçası Rabbinizle tanışın.
Allahû Teâla’ya dostluk bütün makamların üstünde bir makamdır.Allahû Teâla’ya dost olmak içinde onu tanımak, bilmek, anlamak ve O’na yakın olmak gerekir.Nasıl ki tanımadığın kimse hakkında bir yorum yapabilmeniz tamamen suizan olursa Allah (c.c.)’ı tanımadan da yorum yapmak, O’nu sevmek, O’na dost olmak mümkün değildir.
Yüce Rabbimiz kendisini, bize göndermiş olduğu son mucize kitap Kur’ân’ı Azimuşanla bildiriyor ve tanıtıyor, Kur’ân’ında Levlâke LevlâkLemâ Halaqtül Eflaq (Sen olmasaydın hiçbir olmayacaktı) sırrının mazharı, yol gösterici ve kurtarıcı olan Hz.Muhammed Mustafa’yı bize sunuyor ve “Ey habibim de ki; Beni sevin ve bana tabi olunki, Allah’ta sizi sevsin” ayeti kerimesiyle kendisine dostluğun sırrını açıklıyor.Evet Rabbimize dostluk tüm hikmet ve kerametin başıdır.Rabbimizi sıfatlarıyla, eserleriyle, tecellileriyle bilmek, ona dost olmak için bol Kur’ân-ı Kerim okumalıyız.Hayat anayasamız olan, tüm dertlerin dermanını bulduğumuz bu kitaptan bir an bile ayrılmamalıyız.
Ben Allah’ı çok seviyorum.O’na dost olmak, O’nun dini uğrunda canım dahil, herşeyimi vermek istiyorum.O’nun hatır ve emirleri üzerine hiçbir hatırı gözetmeyi uygun bulmuyorum.Çünkü O beni mahlukatın şereflisi, Ahseni takvim ve halife yarattı.O kadar kıymet verdi ki melekleri bile secde ettirerek onlardan üstün kıldı.Bir gün Hz.Aişe annemiz “Ya Rasûlullah; Dünya kadınlarımı yoksa Cennet hurilerimi üstündür” diye sorunca gül dudaklarından muştular sunan, Havzu Kevser’in tek sahibi, rahmet menba’ı, kılıcının ucundan şefkat damlayan, habibi Kibriya tebessümle cevap veriyordu.“Ya Aişe: Huriler Dünya kadınlarına hizmetçilik yapacaklar, yeter ki Dünya kadınları Allah’ın emir ve yasaklarını tutsun ve Allah’ı hakkıyla sevebilsinler” Demek ki Yüce Rabbim insana bu kadar kıymet verdi, Dünya’yı ve Ukba’yı onun için yarattı, sır ve tecellilerine insanı ortak eyledi.Toprağı, suyu, güneşi, ayı, hayvanatı, nebatatı insana kul eyledi de ondan yalnızca kendisine kulluk bekledi.Tüm yaratılan mahlukat Allahû Teâla’yı zikredip dururken şerefli yaratılan insan nasıl olur da Rabbini tanımaz, onunla dostluk yollarını aramaz.
Yüce Mevla’mıza dost olmanın ilk adımlarından birisi onun dostlarını dost edinmektir.“Hubbun fillah, buğzun fillah. (Allah için se, Allah için buğzet)” hadisi şerifi bize bu gerçeği hatırlatır.Saadet kapılarını bize açan, iki cihan huzurunu bize sunan, dostlar dostu sevgili Peygamberimize, sahabe-i kirama, Evliya’ullaha ve din alimlerine muhabbet duymamız, onlarla hemhal olmamız Rabbimize dostlukta ilk adımımız olacaktır.Rabbimizin katındaki kabul gören tek din,İslam’ı iyi öğrenmeli, tam yaşamalı, tüm hayatımızda yaşanılır kılmalıyız.Emirleri öğrenip eksiksiz yapmalı, yasakları öğrenip onlardan kaçmalıyız.Güzel ahlâkla donanıp hakkın rızası için halka faydalı olmalıyız.Sayısız nimetlere şükretmeli, imtihanları dostluk göstergesi olarak bilmeliyiz.
Kâinatı kalp gözü ile seyredip, bir gülün güzelliğinde, bir bebeğin masumiyetinde, bir annenin şefkatinde, sekiz cennetin var oluşunda Rabbimizin eşsizliğini görmeliyiz.
Ey Rabbimiz; Bizi sevdiğine, bizi dost kabul ettiğine tüm yüreğimizle inanıyor, bu dostluğun ebedi olması için gönülden niyaz ediyoruz.

Sev bizi Ya Rabbi!..
Sevdir bizi Ya Rabbi!..
Cennette Cemalinle,
Sevindir bizi Ya Rabbi!..
Alıntı ile Cevapla
Alt 17 Kasım 2011, 14:19   Mesaj No:7
Medineweb Emekdarı
YaŞuHa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:YaŞuHa isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13867
Üyelik T.: 24 Mayıs 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 1.005
Konular: 399
Beğenildi:29
Beğendi:5
Takdirleri:53
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Allah mü’minlerin dostudur

ALLAH MÜ’MİNLERİN DOSTUDUR
Allah inananların dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.” (Bakara.257)
“Allah müminlerin dostudur” (Al-i imran:68)
“Sizin dostunuz ancak Allah tır, Rasuldür ve iman edenlerdir.” (Maide:55)
“Biliniz ki Allah’ın dostları için hiçbir korku yoktur ve onlar mahzunda olmayacaklardır.(Allah’ın) Dostları o kimselerdir ki Allah’a iman edip emirlerine aykırı hareket etmekten sakınırlar. Onlar için dünya hayatında da ahiret hayatında da müjdeler vardır. Allah’ın kelimelerinde asla bir değişme olmaz. İşte en büyük kurtuluş budur.” (Yunus :62-63)
Hiç şüphesiz ki Allah müminlerin dostudur. Elhamdülillah bu müjdeyi Allah veriyor. Bunun için Rabbimize ne kadar hamt ve şükretsek azdır..
Bu öyle bir müjde ki insanın ebedi saadeti, ebedi kurtuluşu, ebedi mutluluğudur.
Fakat her şeyde olduğu gibi burada da karşılıklı bir ilişkiden bahsedilmektedir..
Yani önce insan iman edecek Allah’ın dostu olacak, ondan sonrada Allah o kişiye dost olacak... Aksi taktirde bu dostluk ilişkisi gerçekleşmeyecektir. Çünkü “Allah müminlerin dostudur.”
O halde yapmamız gereken öncelikle Allah’a yaraşır bir şekilde iman etmektir..
İMAN
İman; Her türlü korku ve şüpheden uzak olmak.. kalben itminan içinde olmak demektir..
İman; İnsan ile yaratıcısı arasındaki en şerefli bağı teşkil eder... Zira yeryüzünde en şerefli varlık insandır, insanın e şerefli yeri kalbidir, kalbin de en şerefli şeyi imandır.
İman; Nimetlerin en üstünü ve yüce Allah’ın en büyük lutfudur...
İman; Allah tan başka ilah olmadığına inanmaktır...
İman; Bütün boyaları bırakıp sadece Allah’ın boyasıyla boyanmaktır...
İman; Yalnızca Allah’a yönelmek.. Allah tan istemek.. Allah’a tevekkül etmektir...
İman; Allah’ı bilmek-tanımak, emir ve yasaklarını öğrenerek buna göre yaşamaktır...
İman; Allah yolunda ki her türlü sıkıntılara, belalara, zorluklara karşı tahammül etmektir...
İman; Bilmek, inanmak, söylemek ve yapmaktır.. tevhid ilmiyle ifade edecek olursak; Marifet, Tasdik, İkrar ve Ameldir.. Bu dört boyut insanın insanlığını sergilediği dört alandır..Çünkü insan bilen,inanan,konuşan ve yapan bir varlıktır.
Onun bilmesi,inanması,konuşması ve yapması birbirinden bağımsız şeyler değildir. Aksine birbirleriyle doğrudan irtibatları olan durumlardır...
İmanın Dört Boyutu:
Marifet, Tasdik, İkrar ve Amel imanın dört boyutudur. Bu boyutların ortaya çıktığı merkezler ise üçtür: Akıl, Kalb ve Beden...
Marifet akılda, Tasdik kalbte, İkrar ve Amel bedende ortaya çıkar...
Marifet, aklın iman etmesidir.. Tasdik, kalbin iman etmesidir.. İkrar ve Amel ise bedenin iman etmesidir...
Marifet ve Tasdik, imanın akıl ve kalbte yansımasıdır.. Yani insanın iç güvenliğini sağlamasıdır.. İkrar ve Amel, imanın bütün bedende yansımasıdır.. Yani insanın dış güvenliğini sağlamasıdır.. Bu imanın güzel ahlak olarak yansımasıdır...
Tarihin hiçbir döneminde iman konusunda günümüzde yaşanan kargaşa yaşanmamıştır.. Bu sorun müminlerden ve de kafirlerden kaynaklanmıyor.. Asıl sorun iman ile inkarı, islam ile küfrü, hak ile batılı, gündüz ile geceyi, beyaz ile karayı bir birine karıştıranlardan kaynaklanıyor...
Karıştırmak (iltibas), imanları ve vicdanları olabildiğince kurtlandıran bu çağın insanının tabiatı haline geldi...
Birileri her şeyde (içkide,yemekte,müzikte,yapıda vs.)karışık sevebilir...
Fakat ‘Ben müminim ve öyle kalmak istiyorum’diyen hakkı batıla karıştırmamak zorundadır, Kur’an uyarınca...
“Hakkı batıl ile karıştırmayın ve Hakkı gizlemeyin, (Kadı ki) siz (gerçeği) biliyorsunuz.” (Bakara : 42)
Eğer bir kişi, ben Kabe’ye de giderim vatikana da, camiye de giderim diskoya da, namazımı da kılarım içkimi de içerim, müslüman da olurum kafir de, yada mü’min gibi inanır mülhid gibi yaşarım mantığıyla hareket ederse kendisine, yeni bir din, yeni bir kitap, yeni bir peygamber araması gerekecektir...
Marifet; İlim demektir.. Bilmek demektir.. öğrenmek demektir...
Marifet; İmanın konu olduğu her şeyi bilmek demektir...
İnsan bir beşer olarak doğar.. Büyüdükçe bünyesinde bulunan insanlık cevherini geliştirir.. O oranda insanlaşır..
Ruh gibi Akıl da insanı insan eden unsurlar dan biridir.. Hayvanların aklı yoktur onun için onlardan iman etmeleri beklenmez. Hayvanların iradesi yoktur onun için ahlaklı olmaları da beklenmez...Çünkü ideal ve gaye akıllı insan içindir...
İnsan aklını bilgi için kullanır, bilgi ise imana götürüyorsa faydalıdır...
Marifet; imanla, et ve tırnak gibidir. Marifetsiz iman, insanlığın başına büyük felaketler açar.. Nitekim insanlık bunu müşahade etmektedir..Sonuç itibarıyla ilimsiz iman, imansız ilmin insanlığın başına açtığı belanın milyonda birini açmamıştır...
İmansız kalan ilim, sahibinin elinde hem kendisin hem de insanlığı felakete sürükleyen bir silaha dönüşür.. Batı uygarlığı bunun apaçık örneğidir...
Marifet; İmanın olmazsa olmaz ilk şartıdır. Çünkü ilim olmadan iman olmaz...
Kişi bilmediği bir şeye nasıl inanacak? Bu nedenledir ki Allah, peygamber göndermediği kavme azab etmemiştir:
“... Biz elçi gönderinceye kadar (hiçbir topluluğa) azab edecek değiliz.” (İsra:15)
Ayette apaçık bellidir ki, Peygamberler imanın bilgisini insanlığa ulaştırmışlardır, Yani Allah’ı tanıtmışlardı. Ondan sonradır ki insanlar sorumlu tutuluyor, öğrendikleri Allah’a kulluk yapıp yapmadıklarından dolayı hesaba çekiliyorlardı..
Bu durumda iman edilecek şey bilinmeden imanın mümkün olmadığı kesindir..
Marifet; Allah’ı bilerek, tanıyarak iman etmektir. Ancak o zaman Allah la dostluk kurulabilir.. Aksi halde bilinmeyen bir kimse nasıl dost edinile bilinir ki.
Peki sadece marifet iman için yeterlimidir?.. Asla yeterli olamaz. Eğer sadece bilmek yeterli olmuş olsaydı şeytan ve bütün müşrik, kafir, münafık, kısacası bütün dostlarını da kapsaması icap ederdi. Çünkü kur’an ,onların peygamberi öz oğulları gibi bildiklerini haber vermektedir:
“Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (peygamberi) çocuklarını tanır gibi tanırlar. Buna rağmen içlerinden bir bölümü, bildikleri halde gerçeği gizlerler.” (Bakara :146)
Ayette de açıkça ifade edildiği gibi, İman yalnız bilgiyle mümkün değildir. Eğer bu mümkün olabilseydi, Kur’an yüklenmiş tüm bilgisayarlar mümin olurdu...

TASDİK
Tasdik: Bir şeyin hak ve gerçek olduğunu kalbin doğrulaması, o şey hakkında zerrece şüphe duymamasıdır..
Tasdik: Hak bilginin, Kalpte pekişmesidir..Çünkü tasdikin merkezi kalptir.. Kalp ise vücudun merkezidir. O iyi olursa bütün vücut iyi olur O kötü olursa bütün vücut kötü olur..
Bu anlamda Tasdikin olabilmesi için bilgi/marifet şarttır. Çünkü kişi bilmediğini tasdik edemez. Yokun yok olduğunu varında var olduğunu bilecektir..
Tasdik: Kalbte yakin bir kabulün sağlanmasıdır..
Tasdik : Aklın, vahiy yoluyla aldığı imana konu olan ilahi bilgilerin kalb aynasında yansımasıdır.. Burada, birincisi yansıtıcı olan aklın, ikincisi ise alıcı olan kalbin saf ve berrak olması, yani selim olması gerekmektedir. Aksi halde vahiy akla oradan da kalbe sağlam ve güçlü olarak yansımaz. Bunun sonucunda da iman hayata yansımaz.. İmanın hayata yansımadığı bir yerde, adalet ve haktan bahsedilemez.. Adalet ve hakkın olmadığı yerde ise huzur ve mutluluk olmaz.. Huzur ve mutluluğun olmadığı bir yerde ise hayat olmaz.. Hayatın olmadığı bir yerde dostluktan bahsedilemez... Bu anlamda;
Tasdik: Vahyin, hiçbir kayba uğramadan akla, akıldan kalbe, kalptende, duyguya,düşünceye,imana,bilgiye,ahlaka ve eyleme dönüşmesidir.. Nitekim Peygamber bunun en güzel numunesidir...
Tasdik: Allah’a peşinen inanıp, Ona güvenmek, Ona yönelmek, Ona dayanmak Ondan istemektir.. Ki ancak bu şekilde insan Onun sevgisine mazhar olur.. Buda Onun dostluğunu beraberinde getiren tek amildir..

İKRAR
İkrar: Dilin amelidir..
İkrar: Lailahe illallah Muhammedu’r-Rasulullah’tan müteşekkil iki şehadeti dil ile söylemektir..Ki bunlar, Birincisi ‘Tevhidin’ İkincisi ‘Nübüvvetin’ kabulüdür.
İkrar: Sözün gücünün onayıdır..
İkrar: Kişinin inandıklarının altını imzalamasıdır..
İkrar: Sadece sözle sınırlı olmayan bir ameldir. Eğer ikrar yalnızca dil ile söylemekten müteşekkil olsaydı, konuşma özürlü olan insanların iman etmemiş sayılması gerekirdi.. Bu anlamda, ‘Söz dilin ikrarı, Amel ise bedenin ikrarıdır’..
İkrar: Allah’ı birlemek, teklemektir..
İkrar: Dilin, sevgi, korku ve umut bağlarının yalnızca Allah’a bağlı olacağının itirafıdır..Allah’ı sever gibi hiçbir varlığı sevmeyeceğine, Allah tan korkar gibi hiçbir varlıktan korkmayacağına ve umudu, yalnız ve yalnız Allah’a bağlayacağına dair dilin bir itirafıdır..
İkrar: Vahyin, hiçbir kayba uğramadan akla, akıldan kalbe, kalbten ise dile yansımasıdır...
İkrar: Yüce dostun diliyle, Yüce dost ile dostça konuşmaktır...
İkrar: İspatı ‘salih amel’ olan bir olgudur..
“İnsanlar yalnız ‘iman ettik’ demekle hiç sınan madan bırakılacaklarını mı sandılar?” (Ankebut :2)

AMEL
Amel: iman ağacının meyvesidir..
Amel: Müminlik iddiasının ispatı, vahyin hayata dönüşmesidir...
Amel: İmanın beden ülkesinde şeytanın ve nefsin iktidarını yıkarak, iktidara geçtiğinin göstergesidir...
Amel: İmanın, İnsanın dış güvenliğini sağlayan islamdır..Yani imana tam teslimiyettir...
Amel: Bedenin iman etmesidir..
Amel: İslamın bir hayat biçimine dönüşmesidir..Dinin Hayatın bütün alanlarına müdahale eden bir nizama dönüşmesidir..
Amel: Dilin iddia ettiği şeyin ispatıdır..
Amel: Kişinin, Allah karşısında esas duruşunu bozmamasıdır...
Amel: Kişinin, Varoluşu itibarıyla, sorumluluğunun bilincinde hareke etmesidir.. 1.kendisine karşı, 2.insanlığa karşı, 3.tabiata karşı 4.Allah’a karşı sorumluluğunun bilinciyle hareket etme halidir...

SONUÇ
İman, hem marifettir hem tasdiktir hem ikrardır hem de ameldir..Bu dört boyut bir birini tamamlayan bir bütündür..Bir birinin tamamlayıcısıdırlar..her biri diğerinin sebebidir..Mesela, tasdikin sebebi marifet, sonucu ikrar; ikrarın sebebi tasdik, sonucu ameldir..Marifet fikrin ameli, tasdik kalbin ameli, ikrar dilin ameli, amelde bedenin imanıdır..
Kısacası; Bunların her biri farklı ağırlıklarla imanı oluşturan boyutlardır.. Bunlardan her hangi birini kaybeden kimse imani dengesini kaybeder.. Dengesini kaybeden iman ise işlevini kaybetmiş demektir ki böyle bir imana sahip olan kimse müminliğini yitirir..
Ancak bu kayıptan zarar gören yalnızca müminler değil tüm insanlık görecektir.. Çünkü imanın hakim olmadığı bir toplumda, ahlak,adalet,fazilet,muhabbet ve iffet gibi evrensel değerlerin yerini,rezalet,nefret, sefalet, atalet, sefahat, ihanet, bencillik ve her türlü dalavere alacaktır.. Ki bu durum da Allah’ın gazabı o toplum üzerine hak olacaktır.. O ne kötü bir akıbettir..
Yüce Allah insanlığın böyle bir sona uğramaması için insanlığın üstüne rahmetini yağdırarak, toptan Allah’ın dinine girmelerini, yalnızca Allah’ın ipine sarılmalarını emretmiştir.. İnsanlığın mutlak kurtuluş yolu ancak bu yoldur, gayrisi boş iştir...
Ancak, el-ayak, dil-dudak, bel-bacak ile yani varlığının bütünüyle Hak dine teslim olursa kurtuluşa erer..
Her şeyin bir bedeli olduğu gibi, bunun da bir bedeli olmalıdır ki oda yukarda değindiğimiz gibi tam teslimiyettir..
Aksi halde hiç kimse Allah’ın dostluğunu beklemesin...

İkinci Bölüm:
ALLAH MUHLİSLERİN DOSTUDUR

İHLAS NEDİR?
İhlas, islamın en güzel ve en temel kavramlarından biridir...
İçtenlik,samimiyet,saflık,temizlik,duruluk,sadakat ,bir işi sırf Allah için yapmak,anlamlarını ifade eder.Bir bakıma “Müslüman oluşun” özü,kalite standardı demektir...
Aslında “ihlas”bir yönü ile tanımlanması zor bir kavram.Çünkü ihlas bir yaşam halidir.Yazı dilinden ziyade hal dilinin konusudur.Fakat yinede bir nebzede olsa esasa ulaşmaya çalışacağız..
İhlas: temizlik,saflık,katışıksızlıktır..
İhlas: Allah ile daha fazla beraber olma hali..Kişinin kendini Rabbine adaması..kalbi zararlı unsurlardan arıtma çabası..Hücrelerimizi riya mikrobundan arınma gayreti..
İhlas: korku,kuşku,ve kaygıdan kurtuluştur..
İhlas: Arınmaktır;şirkten,küfürden,nifaktan,şekten,riyada n,kibirde,gururdan, hasetten,cehaletten,bidat ve kasvetten..
İhlas: yüreğin eşyaya galebesi..islamın çıkarlarını,kişisel beklentilerin üstünde tutma seviyesidir..

İhlas: Başka boyalara ihtiyaç duymadan yalnız Allah’ın boyası ile boyanmaktır..Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmaktır..Allah’ın izzeti ile izzetlenmektir..
imam Gazalinin ihyasında konuya getirdiği özlü tanım şöyledir:
“insanlar görsün diye ameli terk etmek Riya dır.
İnsanlar görsün diye amel etmek fiirk tir.
İhlas ise Allah’ın seni bunlardan korumasıdır...”Kişinin hal ve hareketi yalnız Allah rızası olacak..
İhlas: çıkarcı,fırsatçı muhterislerin bencil dünyasından özgür ve özgün fıtrata hicrettir..
İhlas: Allah yolunda başa gelen musibetler karşısında acze düşmemek ye’se yenilmemektir..
İhlas: Kimi zaman birkaç damla göz yaşı..Kimi zaman Allah yolunda ayağa bulaşan bir toz..Kimi zaman satırlara dökülen mürekkep..Kimi zaman birkaç damla kan veya ter..Bazen bir tebessüm veya güzel bir söz olabilir..Aslında samimiyet/ihlas hal dilinin dile gelmesidir..
İhlas: Allah’ın sevdiği kullarına bir ikramıdır.elbette hak edenlere.. ihlas kimsenin tekel ve tasarrufunda değildir.
MUHLİS VE VASIFLARI:
İhlasın anlamı kavranılınca, muhlisin de kim olduğu anlaşılır..
Muhlis: Kesin ihlas sahibi..samimiyet ve ihlasında kendini kanıtlayan. Sınavını verebilen.ihlas yolunda sebat eden.Başkalaş mayan.Son saate kadar kararlığını sürdürebilendir.fiovmenlikten rol yapmaktan gösterişten uzak,gerçekçi bir duruşu olandır..
muhlis, ömür sermayesini “samimiyet” ile bereketlendirendir..

muhlis, sahteliklerin ihanetlerin menfaatlerin rant kavgası ortamında ciddiyet ve gayret ile ihlas iklimine kanatlanandır..
muhlis, ihlasına tanık tutabilendir..
insan, zaman,mekan, eşya ve evren muhlisin ihlasına tanıktır.Kalemi,kitabı,seccadesi,terazisi,sermayes i, lehinde belge ve bulgu olarak “mizan”a yansımıştır..
muhlisin, ihlasını hayatının her alanında okuya bilirsiniz.Çünkü onun yoluna yordamına ihlası renk verir...

Kur’an Işığında Muhlislerin Bazı Özellikleri:
– Kalpleri Allah’ın zikri ile titrer:
“Onlar öyle kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer..”(hac:35)
havf ve haşyet ile erirler.Allah’ın zikri ile hem hal olurlar.
– Onlar şirkten sakınan muvahhidlerdir:
“Onlar Rablerine şirk koşmazlar.” (mü’minun:59)
“Onlar Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarmazlar.”(furkan:68)
Tevhid bilincine ererek ihlas ile fıtratının derisini davul derisi gibi gererek, gece karanlığındaki kara bir taşın üstünde yürüyen kara karıncanın ayak seslerini dahi işitebilmektir.
– Onlar Allah dostu, ittika sahibidirler:
“Bilesiniz ki Allah dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar iman edip takvaya ermiş olanlardır.” (Yunus:62-63)
Kendilerine karşı, insanlığa karşı, tabiata karşı ve Allah’a karşı sorumluluğunun bilinci ile yaşayarak Allah’ın dostluğunu kazananlardır..
– Dünya meşgalesi onları Allah’ın zikrinden alıkoymaz:
“Onlar, ne ticaret nede alışverişin kendilerini Allah’ın zikrinden, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoyamadığı kimselerdir.Onlar kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.”(Nur:37)
– Onların Rahmanın ayetlerine yöneliktirler:
“Onlar kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığında ise, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar.”(furkan:73)
Onlar gündemlerini Kur’an ile meşgul eden kimselerdir..
– Onlar yanları yataklarından uzaktırlar:
“Onlar korkuyla ve umutla Rablerine yalvarmak üzere, yanları yataklarından uzak kalır...” (secde:16)
Onlar “gündüzün yiğitliği, gecenin abidliğinden geçer”prensibiyle hareket ederek bütün gecelerini uykuyla geçirmekten haşyet duyarlar..
– Onların alınlarında secde izi vardır:
“onların nişaneleri yüzlerinde secde izidir...” (fetih:29)
onlar her yönüyle bütünüyle Allah’a teslim olmuş kimselerdir..
– Onlar kardeşlerini kendilerine tercih edeler:
“...onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir sıkıntı hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler.” (haşr:9)
-Onlar mütevazidirler:
“Rahmanın has kulları onlardır ki, yer yüzünde tevazu ile yürürler.” (furkan:63)
onlar kibirlenmek ten Allah’a sığınırlar. Çünkü bilirler ki ne boyca dağları aşabilirler nede ayaklarını yere vurarak yerleri delebilirler..
– Onlar ciddidirler:
“onlar, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler.” (mü’minun:3)
– Onlar sabır yüklüdürler:
“onlar, Rablerinin rızasını isteyerek sabredenlerdir...” (Rad:22)
onlar sabrı kendilerine bir ilke bilip peşinen Allah’tan başka ilahlara başka rızalara direnirler. fieytan ve dostlarının vesvese ve sataşmaları karşısında inadına hak yolunda yürümeye devam ederler. ‘Onların zengini şakirin, fakiri sabirindir.’
– Onlar namazlarında huşu içindedirler:
“onlar ki, namazlarında huşu içindedirler.” (mü’minun:2)
onlar Allah’a karşı esas duruşlarını bozmayarak bütün kötülüklerden uzak dururlar.Esas duruşları onları kötülükten alıkoyar..
– Onlar ahirete imanda “yakin” sahibidirler:
“onlar ahirete kesinkes iman ederler.” (Bakara:5)
onlar için ahirete iman gaybi olmaktan çıkmış yakine dönüşmüştür. Kıyameti görür gibi mahşeri yaşarcasına yaşarlar. Ahiret bilinci ile donanarak yarın hesaba çekilmeden kendilerini bugün hesaba çekerler.
İşte Kur’an ayetleri ile karşımıza çıkan “halis kişilik”. “muhlis kimlik”
Halisler Allah’ın koruması altındadırlar..Allah onları mahzun etmez.. mahcup etmez..Mahrum etmez.. Kur’an bunun kanıt ve örnekleri ile gözleri kamaştırır ve yaşartır..
“Bilesiniz ki Allah’ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.” (Yunus:62)
Allah, en hayırlı koruyucu.. Yeter ki ihlas sahibi olunsun!..
Hz. Yakub!un Yusuf’unu, kardeşlerinin ihanetinden..
İbrahim’i, Nemrut’un ateşinden..
Musa’yı, Firavunun soykırımından..
Yunus’u, balığın karnından aydınlığa çıkarıp kurtarmadımı?..
Sevr’deki ikiliyi emniyete erdirmedimi?..
Ashab’ı Kehf’in güvencesi kimden idi?..
Allah’ın muhlislerle birlikte olduğundan kimsenin kuşkusu olmasın.Zaman ve mekan değişmiş olsa bile.. Yeter ki “samimiyet”olsun...........

İHLASIN İNSAN ÜZERİNDEKİ KUVVETİ

İnsan tabiatı itibarı ile zayıftır. Emaneti taşımakta zorlanır. Bu gerçeği Allah şöyle ifade ediyor: “Allah sizden (yükünüzü) hafifletmek ister; çünkü insan zayıf yaratılmıştır.” (Nisa:28)
İnsanların çoğu bu zaafının bilincinde değildir. Büyüklenir,şımarır ve Hak’tan saparlar. Hevalarının esaretinde küçüldükçe küçülürler. İşte bu noktada Allah’ın uyarısı insana ulaşıyor. “Kulluk sınavında” insan oğlu nasıl başarılı olacak? Zaafını nasıl telafi edecek? Hangi dinamiklere tutunmak gerekir? Bu soruların cevabını Allah’tan alalım:
“(iblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları)söyleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım. Ancak onlardan ihlaslı kulların müstesna. (Allah) şöyle buyurdu: “işte bana varan dosdoğru yol budur. fiüphesiz senin kullarım üzerinde hakimiyetin yoktur. Ancak azgınlardan sana uyanlar müstesna.” (Hicr:39-42)
– ihlas, Her türlü şeytani ve nefsani tuzakları bozma gücüdür..İhlas kuvvetler üstü kuvvetle temasa geçmektir..Cüz’i iradeyi, Külli iradenin işaret ettiği hedefe kilitlemektir.. Buna göre programlamaktır..
Allah kullarını savunmasız bırakmamıştır.. İman kalesinde ihlas silahı ile konuşlanmamızı istiyor.. Bizi tehdit eden her türlü korku,evham ve şüphe illetlerine karşı ihlas zırhını öneriyor:
“Deki: Ben dinimde ihlas ile ancak Allah’a ibadet ederim.” (Zümer:14)
“Deki: Bana, dini Allah’a halis kılarak, (ihlasla) O’na kulluk etmem emrolundu.” (Zümer:11)
Allah kullarından ihlas ve ittika sahibi olmalarını itiyor.. Samimiyet ve sadakatlerini sergileyen kullarını ise korumasız,çaresiz ve çözümsüz bırakmıyor. Çünkü O koruyandır..
“Allah en hayırlı koruyucudur. O merhamet edenleri en merhametlisidir.” (yusuf:64)
fiimdide Allah’ın muhlis ve muttaki kullarını nasıl koruduğunu Ayetler ışığında inceleyelim..
– Allah samimi kullarına “BURHAN” veriyor:
“Andolsun ki, kadın ona meyletti. Eğer rabbinin Burhanını görmeseydi o da kadına meyletmişti. İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için (delilimizi gösterdik).. fiüphesiz o ihlaslı kullarımızdandı.” (yusuf:24)
– Allah samimi kullarına “FURKAN” veriyor:
“Ey iman edenler ! Eğer Allah tan korkarsanız O size Furkan (iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış) verir, günahlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük lütuf sahibidir.” (Enfal:29)
– Allah samimi kullarına “ÇIKIfi YOLU” veriyor:

“Kim Allah tan ittika ederse, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve ona beklemediği yerden bir rızık verir..” (talak:2-3)
O Allah ki muhlis kullarını çaresiz bırakmaz. Hesaplar üstü hesap yapan, hesapsız rızık verendir. Bu muhlislere Allah’ın bir ihsanıdır...
– Allah samimi kullarını “YOLLARINA” eriştirir:
“Ama bizim uğurda cihad edenleri elbette kendi Yollarımıza eriştireceğiz. Hiç şüphesiz Allah muhsinlerle beraberdir.” (Ankebut:69)
Allah için samimi bir çaba varsa, mutlaka çözüm yolları da yanında belirecektir..
– Allah samimi kullarına “SEKİNET” veriyor:
“Sonra Allah, Rasulü ve mü’minler üzerine Sekinetini (sukunet ve huzur duygusu) indirdi sizin görmediğiniz ordular indirdi de kafirlere azap etti. İşte bu o kafirlerin cezasıdır.” (Tevbe:26)
Allah yolunda ciddiyet, tıkanma,daralma,sıkıntı anlarında Allah’ın sekinetini devreye koyuyor..
– Allah samimi kullarına “HİKMET” veriri:
“Allah Hikmeti dilediğine verir. Kime Hikmet verirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.” (Bakara:269)
– Allah samimi kullarına “BASİRET” verir:
“De ki: işte bu benim yolumdur. Ben Allah’a davet ediyorum ,ben,bana uyanlar bir Basiret üzerindeyiz. Allah’ı (ortaklardan) tenzih ederim! Ve ben müşriklerden değilim.” (yusuf:108)
Allah Resulü de samimi müminlerin bu özelliğini şöyle dile getiriyor:

“Müminlerin ferasetinden sakının! Çünkü o, Allah’ın nuru ile bakar ve görür.” (Tirmizi)
Yani sadıklar meçhule yürümüyorlar, önlerini göre biliyorlar.. onlar Basiret, Feraset ve Hikmetle donanmış yolculardır.. Yola sadakatin Menzile varmakla olduğunun bilinciyle yol alırlar ve bu yolda Allah da onların önünü açar...
İhlasın koruyucu gücünü küçümsememek gerekir.. Zor geçitlerde, çetin yokuşlarda, keskin virajlarda ,badireli yollarda ihlasın gücü kendini gösterir..
– İhlas, tehlikeli yolların bariyeri.. Fırtınalı havaların paratöneri..
Samimi insan güçlüdür.. Kişiliği erozyona uğramamıştır, kendinden emindir..
Samimiyet bizi ayakta tutan direncimizdir. Samimiyet gidince rüzgarımız gider, rüzgarımız giderse, direncimiz kırılır, direncimiz kırılırsa, irademiz çöker, irademiz çökerse, bilincimiz körelir. Bilincimiz körelirse, Aşkımız, heyecanımız yok olmaya mahkum olur... Kısacası ihlastan kopunca izzetten, şereften koparız. fiimdi kendimizi muhasebeye çekelim.. İhlaslımıyız? Ne kadar samimiyiz?.....
Kendimizi bir sınava tabi tutalım.. Bunun adı samimiyet sınavı olsun... Sahip olduğumuz ‘göz-kulak, dil-dudak, el-ayak, bel-bacak, mal-mülk, şan-şöhret, makam-mevki, güç-kuvvet vb. gibi sahip olduğumuz her şeyi Allah yolunda kullanıyor muyuz?. Kullanıyorsak gerçekten Allah için ‘samimi’miyiz?... Eğer Allah için samimi isek sorun yoktur yola devam..Yok eğer tam tersi ise sonumuz hüsran ve mahzundur..O zaman bizi kurtaracak hiç kimsede olamaz.. O halde yapmamız gereken hiç zaman kaybetmeden Allah’ın dinine toptan her şeyimizle girip ihlasla kuşanmaktır.. Allah bizi samimi kulları arasına kabul buyursun.....

Üçüncü Bölüm:
ALLAH MUTTAKİLERİN DOSTUDUR

“Allah muttakilerin dostudur” (casiye :19)
“Ey iman edenler, Allah tan hakkıyla ittika(takva ehli olun) edin ve yalnızca müslüman olarak ölün” (Al-i İmran: 102)
Madem amacımız Allah’ın dostluğunu kazanmaktır, o halde takvaya sahip olmak, imandan sonra derhal yapmamız gereken iştir.. Çünkü Allah ile dostluk yalnızca ona inanmak ile elde edilecek bir durum değildir.. Aslında Rabbimiz bize hayat standardı belirliyor, böylece imanı, yaşamın her zaman ve zeminine yerleştiriyor.. Bu hayat nizamının ilk adımı hiç şüphesiz ki İmandır. İşte takvada bundan sonra gelen devredir.. Çünkü takva müminlerin vazgeçilmez özelliğidir..
O halde iman eden her kimsenin bu olguyu bilmesi, bilincine vakıf olması ve onunla donanması şarttır.. Çünkü Allah ‘Takvalı müminlerin’ dostudur...

TAKVA
Takva: insanın yapmakta zorlanacağı, fakat yapması gereken en önemli görev..
Takva: Kuvvetli bir imandan sonra derin bir şuur. Uyanık bir anlayış ve Allah’a karşı ciddi bir sorumluluk bilincidir..
Takva: Allah’a karşı duyulan sevginin ve tazimin zirvesidir..
Takva: İmanın gücünü aldığı tek özelliktir..
Takva: İnsanın zayıf taraflarını kuvvetlendiren tek özelliktir..
Takva: Müslümana Kur’an kişiliğini kazandıran.. İslamı hakkıyla yaşama aşkını kazandıran özelliktir..
Takva: Allah’ı sevmenin ispatı, Onun sevgisini kaybetme endişesidir..
Takva: Sevgi, korku ve umutta Allah’a ortak koşmamaktır..
Takva: Müslümanın her iki dünyada da bahtiyar olmasının anahtarıdır..
Takva: İman da titizlik, amelde dikkatli olma halidir.. İnsanın hayatıda bir kimlik ve kişilik haline gelmesidir..
Takva: Allah’ı razı ve hoşnut etmenin en yüce makamıdır...
Takva: Amellerin salih olmasını ve ibadetin, hayatın yaratılış amacına uygun olarak yaşanmasını sağlayan temel bir özelliktir...
Takva: Allah’ın azabından korkmaktan öte, sevgisin kaybetmekten korkmaktır.
Takva: İhlaslı bir kulun günah işlemekten alı koyan bir korku halidir..
Takva: Allah’ın ayetlerinin okunduğu kimsede uyandırdığı bir ürperme ve bu ürperme ile imanda artışın ve gücün meydana geldiği bir haldir..
Takva: Öyle bir korkudur ki marifet ile beraber ortaya çıkan bir korku.. Çünkü “Allah tan en çok hakkıyla bilenler korkar”...
Takva: Gelebilecek zararı, görülebilecek bir tehlikeyi, duyabilecek bir acıyı güçlü bir korumaya (Allah’ın korumasına) girerek önlemesidir..
Takva: Dikenli yolda yürüyen bir kişinin,dikenlerden korunması,sakınmasıdır.. fieytan ve dostlarının dikenlerinden korunmak için mükemmel bir kalkandır..
Takva: Ruhsatlardan Azimete sarılmaktır...
Takva: Sorumluluk bilincidir.. Bunun temelinde insanın Allah’ı,verdiği nimetler, ettiği iyilikler ve sevilmeye layık olduğu için sevmek anlayışı vardır.. O’nu seven O’na karşı mesuliyet duygusu taşımak zorundadır. Çünkü sevmek sorumluluk ister. Zaten sevgi başlı başına bir sorumluluk değilmidir..
Takvanın sorumluluk bilinci olmasını, kendi içinde dört bölüme ayırmak mümkündür.. Bunlar: 1.insanın kendisine karşı olan sorumluluk bilinci, 2.insanın insanlığa karşı olan sorumluluk bilinci, 3.insanın eşyaya karşı olan sorumluluk bilinci, 4.insanın Allah’a karşı olan sorumluluk bilincidir..Ki diğer sorumlulukların temelinde, İnsanın Allah’a karşı olan mesuliyeti yatar...

– İnsanın Kendisine karşı Sorumluluğu:
fiu hiç unutulmamalıdır ki insan dünyaya gözlerini sorumlu bir varlık olarak açar. Yani sorumlu olarak doğar. Başta kendisine karşı sorumludur. Bu sorumluluğunu ancak kendisini yaratan Yüce yaratıcının emir ve yasaklarını dikkate alarak yerine getirebilir.. İnsan bunu, kendisini sorumlu varlık yapan iradesiyle yapabilir.. Başta kendisine verilen bu büyük emanete(irade) ihanet etmemesi gerekir. İrade emanetine ihanet yanın da birçok büyük ihanetleri getirecektir ki bu insanın helaki olur.. İnsan şunu hiç unutmamalıdır ki kendisine verilen bütün her şey bir emanet olarak verilmiştir. Ve görevi emanetlere ihanet etmeden mutlak sahibine(Allah) götürmektir..Başlıca bütün uzuvları, kendisi yani.. Bu bilinç ile hareket eden insan diğer emanetlere de ihanet edemeyecektir.
Bu anlamda takvalı kişi, kendisine fayda vermeyen her türlü boş işlerden uzak durmalıdır.. Müsriflikten kaçınmalı..Kendisine fayda vermeyen şeylerin kendisine bir zarar, belki bin zarar verdiğinin bilinciyle hareket ederek bunlardan uzak durmalıdır..Aksi halde ateşin dokunacağını bilmelidir..
– İnsanın İnsanlığa karşı sorumluluğu:
İnsan kendisine karşı sorumlu olduğu gibi, insanlığa karşıda sorumlu bir varlıktır. Nitekim Allah Kur’an da şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Kendinizi ve ehlinizi (sorumluluğunuzun altında olan herkesi) yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyun...” (tahrim :6)
Yine başka ayetlerde, Ana-Babaya, yakına, yoksula, yolda kalmışa, zayıflara, muhtaçlara yardım etmeyi müslümanın başlıca görevleri arasında saymıştır..
Bunun ötesinde Allah insana, kul hakkı yememeyi, zulmetmemeyi, tartıda hile yapmamayı, çalmamayı, haksız kazanç elde etmemeyi -ki bu başkalarına zulümdür-, yalanı,iftirayı,dedikoduyu,zinayı ve buna benzer bir çok toplumsal huzuru kaçıracak kötü hasletleri yasaklayarak insanlığa toplumsal bir sorumluluk yüklemiştir..Aslında insan yapısı gereği sosyal bir varlıktır bu anlamda bu kurallara uyması kendi iyiliğine olacaktır..Bu kurallara uymak zorundadır çünkü insan muhtaç bir varlıktır; Ana-babaya, akrabaya, yardıma, şefkate, merhamete, yemeye, içmeye kısacası her şeye. Bunlardan öte Allah’a muhtaçtır.. O halde insan bu bilinç ile hareket ederek, ‘yaratılışa uygun bir şekilde hayatı inşa etmelidir..’ Muttaki olmak bunları gerektirmektedir...

– İnsanın Eşyaya karşı sorumluluğu:
Mal-mülk,makam-mevki,şan-şöhret, güç-kuvvet,iktidar, güzellik, sağlık-sıhhat vs. her şey insana birer emanet olarak verilmiştir.. İnsan şu üç günlük dünyada bir emanetçidir. Hiçbir zaman insan, mutlak sahip değildir. Adı üstünde üç günlük dünya..Aksi halde dünkü sahipler nerede?. Bu anlamda insana düşen görev bu emanetlere ihanet etmeden sahibine teslim etmesidir.. Aslında insana verilen bütün bu nimetler, insanın Allah’a ulaşabilmesi için Allah’ın insanlığa sunmuş olduğu bir ikramıdır, nimetidir..Yani bütün bunlar insanı Allah’a götüren birer araçtır, amaç değil.. Bu bilinç ile hareket eden, böbürlenmez, kibirlenmez, gururlanmaz.. Dolayısıyla adalet timsali olur, hakkı söyler hakikati konuşur. Tabiatı tahrif etmez. Hatta onları korumayı bir ibadet bilir.. Çünkü ibadetin; ‘sadece Allah rızasını kazanmak için Allah yolunda yapılan her şey’ olduğunu bilir.. İşte bu kimseler Allah ile dost olmayı hak kazanmışlardır...

– İnsanın Allah’a karşı sorumluluğu:
Aslında bu bütün sorumlulukların temelini teşkil eden bir sorumluluktur. Çünkü insan diğer bütün mükellefiyetleri sadece Allah rızasını kazanmak için yapar.. Yani sorumluluğun illeti ve gayesidir Allah.. Nitekim Allah kur’an da insanın yaratılış amacını açıklarken şöyle der: “ Ben (Allah) insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” (zariyat: 56)
Allah’a gereği gibi kulluk yapmak, O’nu iyi bilmek-tanımak ile mümkündür.. Kişi bilmediği tanımadığı bir varlığa ne kadar kulluk yapa bilir ki.. Allah bilgisi ancak Allah’ın bildirdiği kadarıyla elde edilebilir.. O na hakkıyla iman unu yeterince tanımakla olur ki bu O nun sıfatlarında gizlidir.Her sıfatta her ne kadar da Allah’ın nitelikleri açıklansa da, bu nitelikler muhatabına ayrı ayrı sorumluluklar yüklemektedir.. Allah’a iman bütün sıfatlarına iman demektir. Bu anlamda kişi Allah’ın sıfatlarından yararlanmak, onların kendi üzerinde tecellisini görmek istiyorsa, öncelikle buna yaraşır bir şekilde hareket etmelidir. Aksi halde Allah’ın rahmet sıfatları yerine gazap sıfatları tecelli eder..
Allah’a karşı sorumluluk şu şekilde gerçekleştirilebilir:
1. Allah bilgisi, 2. Allah bilgisini sağlam kaynaktan öğrenmek, 3. İbadetlere itina göstermek, 4. İyi veya kötü hasletleri üzerinde murakebe(gözetleyici) ve muhasebe sahibi olmak.. Bunlar, İnsanın Allah ile dostluluğunun asgari şartlarını teşkil eder..
Özet olarak; Allah’ı bilmek, O na yakinen inanmak ve bu imanın tecellisi ve ispatı olarak da O’nun hükümlerine peşinen, tereddüde mahal vermeden, tam bir teslimiyet ile teslim olmak, insanın Allah’a karşı olan sorumluluğunun ifadesidir...
Bu bilince sahip olan kimselere ise muttaki denir..
Muttaki: Allah karşısında esas duruşunu bozmayan kişidir..
Muttaki: İman edilmesi gereken bütün esaslara iman eden ve tam bir teslimiyet ile Allah’ın dinine teslim olan kişidir..
Muttaki: Sadece Allah rızasını isteyip ve yalnızca Allah tan korkup çekinen kimsedir..
Muttaki: Kendisine verilen bütün nimetlerin bir emanet olduğunun bilinciyle hareket edip yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak için onun yolunda infak eden kişidir.. Çünkü muttakiler bilirlerki, infak; sahip oldukları şeyleri, gerektiği kadar, gerektiği yerde Allah yolunda feda etmektir.. “Muttakiler, gayba inanırlar namazı kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler” (Bakakra : 4)
Muttaki: Allah’a ve insanlara karşı sözünde duran emin kişilerdir..
Muttaki: Dikenli, meşakkatli yollarda sabır ve azim ile yol alan kimsedir..
Muttaki: öfkesini yenen, bağışlayıcı olan ve günah da ısrar etmeyen kişidir.. Çünkü o bilir ki hatada ısrar şeytanlaşmaktır..Ki şeytanı şeytan eden de buydu..
Muttaki: Allah’a ve Rasulüne itaat eden ve en ufak bir hatada tevbeye sarılandır..Pişmanlığını itiraf ederek o hataya bir daha dönmeyen kişidir..
Muttaki: Allah, Rasulü ve müminlerden başkasına dost olmayan kimsedir..
Muttaki: Samimiyetle Allah’a yönelen, huzurunda saygıyla eğilen tam bir teslimiyetle Allah’a teslim olan kişidir..
Muttaki: Orta yolu tutan, ifrat ve tefrite bulaşmayan,bunu hayatının her halinde zaman ve zemininde uygulayan kimsedir..
Muttaki: Geceleri abid, gündüzleri mücahid olan kimsedir..
Muttaki: Menzile varmak için yola sadakat gösteren ve yolcu olduğunun bilinciyle iman ve takva yolunda yol almaya devam eden kimsedir...
Kısacası Takva; Hayatını Allah yolunda Allah’a şahit kılmaktır..Bu en karlı en kazançlı alışveriştir.. Bu öyle bir alışveriştir ki, hem yakın zamanda hem de uzak zaman içinde insana hesap edilemeyecek derecede büyük karlar vermektedir... İhlas gibi.. Bunun için ihlas bölümünü okuyunuz!..

Dördüncü Bölüm:
ALLAH MUHSİNLERİN DOSTUDUR

“Kim, din yönünden iyilik edici (ihsan sahibi) olarak yüzünü Allah’a teslim edip dosdoğru ibrahim dinine tabi olan kimseden daha güzel kim olabilir? Allah, İbrahimi dost edinmişti.” (Nisa :125)
“Rableri katında onlara esenlik yurdu vardır. Ve yapmakta oldukları güzel işler sebebiyle Allah onların dostudur.”(Enam :127)
“Biliniz ki Allah’ın dostları için hiçbir korku yoktur ve onlar mahzunda olmayacaklardır. Veliler o kimselerdir ki Allah’a iman edip emirlerine aykırı hareket etmekten sakınırlar. Onlar için dünya hayatında da ahiret hayatında da müjdeler vardır. Allah’ın kelimelerinde asla bir değişme olmaz. İşte bu en büyük kurtuluştur.” (Yunus : 62-63)

İHSAN
İhsan: Bütün güzellikleri, rağbet edilen şeyleri ifade eder..
İhsan: Güzellik, uygunluk, güzel olan şeyi en güzel şekilde yapmak demektir..
İhsan: Her şeyde her işte Allah’ın rızasını aramaktır..
İhsan: Adalet ile davranmanın ötesinde fazlasıyla vermek,fedakar olmaktır..
İhsan: “Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmektir..Her ne kadar sen onu görmesen de O seni görüyor.” (Buhari-müslim)
İhsan: Yalnızca Allah için yaşama bilincidir..
İhsan: Kur’an ahlakının zirvesidir.. Heşeyde iyilik aramak müminin görevidir..
İhsan ahlakının iki boyutu vardır:
1. Başkasına iyilik etmek, ni’met kazandırmak, yardımcı olmak ve bütün bunları güzellikle yapmak.. Yani yapılan iyiliğin başa kak madan yapılamasıdır ki, Kur’an Ana-babaya, akrabaya, komşuya, yolda kalmışa, muhtaçlara,yetimlere, yoksullara, yardımı bu kavramla belirtir..
2. Amelde ihsan, Yani bir şeyi güzel bir bilgi ile bilmek (mesela Allah’ı) veya bir şeyi güzel bir amel ile yapmak..
Her şeyi güzel yarattığı gibi insanı da güzel yaratan Allah insandan da güzel bir şekilde güzel ameller ortaya koymasını istiyor.. Allah’ın bu isteğini yerine getirene Muhsin, yani ihsan sahibi denir..Ve Allah ancak Muhsinlerin velisidir.. Onları bu şekilde karanlıklardan aydınlığa çıkarır..Muhsin olmayanların dostu ise şeytandır, onları aydınlıktan karanlığa sürükler..Ne kötü bir yerdir orası...
İhsan: Allah’ı görür gibi yaşama bilincinde olan kimsedir..
İhsan: Allah’ın sevdiği koruyup kolladığı kimsedir..(3:134-148, 4:195)
Muhsin: Güzellik sergileyen, güzel işleri layık oldukları bir şekilde yapan, bol bol ihsanda bulunan demektir..Müminler daima Muhsin olmaya çalışırlar... (Nahl:127, Bakara: 112, Nisa: 125)
Muhsin: Allah’ı görüyormuş gibi yaşama bilincinde olan kimseye denir... Bu bilincin insana kazandırdıkları;
1. Allah’ı dost bilmek dediklerini yapmak, O na dayanmak, O na yönelmek, O ndan istemek, umudu Yalnızca O na bağlamak..
2. fieytan ve dostlarını düşman bilmek ve dediklerinden sakınmak, onunla mücadele etmek..Bu bilinç ile hareket eden Allah’ın izniyle kurtuluşa erecektir..

Sonuç:
İhsan, insanın Allah ile dost olmasının olmazsa olmaz bir parçasıdır..İhsansız bir iman, amelsiz bir iman demektir ki, bu makbul değildir..
Allah’ın, Rahmetine,Merhametine, fiefkatine,İzzetine,fierefine, İhsanına layık olmak, ancak kişinin önce kendisine, daha sonrada başta yakınları olmak suretiyle bütün insanlığa ve eşyaya, Merhametli, şefkatli, izzetli, şerefli,dürüst, ihsan ile muamele etmekle mümkündür..Çünkü ihsan eden ihsan bulur, isyan eden isyan bulur, adil olan, adalet bulur, zulmeden zulüm bulur.. Kısacası kim ne yaparsa onu bulur. Hem bu dünyada hem de öbür dünyada..Herkes ancak yaptığının karşılığını alacaktır. Muhakkak ki Allah Adildir.. Hakimdir..

SONSÖZ

Mutlak kurtuluş ancak Allah’ı dost edinmek ile mümkündür.. Her şeyin bir bedeli olduğu gibi Allah ile dost olmanın da insana yüklediği bir bedel vardır.. Bu bedel insanın yaratılış gayesidir. İnsan Allah tan tertemiz olarak geldi ve tertemiz olarak yine Yaratıcıya dönmek ile emrolundu. “Ey iman edenler, Allah tan nasıl korkup sakınılması gerekiyorsa o şekilde korkup sakının ve yalnızca müslümanlar olarak ölün.”
“Rabbiniz tarafından size indirilen mesaja uyunuz. O nun dışında başka dostlar edinip peşlerinden gitmeyiniz. Ne kadarda kıt düşünüyorsunuz.” (Araf:3)
İnsan gurbetçidir..Ruh gurbettedir..
Ruhun asıl sılası Allah’ın yanıdır. Dünya değil.. Bir gariptir ruh..
Nitekim bütün Peygamberlerin gönderiliş amacı durumu hatırlatmaktı.. Buna rağmen asıl sılayı dünya bilenler, dünyaya sarıldılar ve sonları hüsran oldu. Helak olan kavimlerin, helaklerinin altında yatan temel sebep budur..Yani ‘dünyevileşmek’. Bütün peygamberlerin görevi ise bu belaya mani olmaktı..İnsanlara emanetçi şuurunu vermektir.. Bir garip yolcu olduklarını anlatmaktı..Çünkü insanın asıl mekanı dünya değil, kovulduğu cennettir. Bunun için çalışmalı, bunun için koşmalıdır.Nitekim son peygamberin ölüm anındaki son nefesinde sarf ettiği söz bu konunun önemini belirtmek için yeterlidir:
“Fefirru ilallah” “Yüce dosta gidiyorum.”
-Rabbim bizi de bir dost gibi yaşayan ve sana bir dost gibi göç edenlerden eyle...


Dostluğu Çağrı:
Ey insanlar!.
Sizler yalnızca Allah’ın kulusunuz. Bunu unut mayınız. Ebedi kurtuluşun anahtarı O’nun yanındadır. O halde zaman kaybetmeden O’na yakın lmanız gerekmez mi?. Hadi o zaman hiç zaman kaybetmeden hayatınızı Allah yolunda Allah rızası için Allah’a şahit kılınız..Mutlak kurtuluşun yolu budur...
Ey Anne-Baba!.
Sizler toplumun çekirdeği olan ‘aile’ yi oluşturmanızdan dolayı, sorumluluğunuz büyüktür.. Sizler sağlıklı yeni nesiller doğuran kurum olmalısınız.. fiunu hiç unutmayınız ki sağlıklı bir toplu oluşturabilmeniz için öncelikle sizin sağlıklı olmanız şarttır. Bu sağlığı ancak Allah’a yakınlıktan alabilirsiniz.. Öyleyse önce kendinizden başlayınız, arınmaya, korunmaya ki sizden doğacak nesil arınan, korunan ve sakınan bir nesi olabilsin..
fiunu hiç unutmayınız ki; eğer siz çürük olursanız, aileniz de çürük olacaktır, toplumu oluşturan ailenin çürük olması toplumunda çürümeye mahkum olması demektir ki, bu toplumun ebedi helaki demektir.. Bundan derhal sakınınız..
Ey Zenginler!.
fiunu hiç unutmayınız ki sahip olduğunuz zenginliklerin hepsi Allah tarafında sizlere verilmiş olan birer emanetlerdir.. Sizlere düşen emanete ihanet etmeden asıl sahibine teslim etmektir.. Sahip olduğunuz her şey, Allah’a ulaşmanız için verilmiş olan birer araçtır.. Sakın ola ki onları amaç etmeyesiniz..
Onlar sizleri Allah’a yakınlaştıran bir binek olmalı.. Onlara bininiz..
Sakın ola ki onların size binmelerine fırsat vermeyiniz.. Bunu ancak bir emanetçi şuuruyla elde edebilirsiniz..
Farz edin ki dünya bir deniz, sizde bu denizde yol alan bir gemisiniz.. Bu durumda yapmanız gereken, gemiye su aldırmadan yolu bitirmeniz, menzile varmanızdır.. Sakın ola ki dünya sevgisi içinize girmesin, yoksa Allah korusun batarsınız da bu sizin helakiniz olur..
Her şeyiniz olsun, ama sizin olsun.. Sakın siz malın olmayın..O sizin köleniz olsun siz onun değil.. Aksi taktirde köle efendisini veremez..
Allah için malını veremeyenler aslında malın sahibi değil, mal onun sahibi olmuş kimselerdir ki bu durumda köle efendisini satamaz.. Bundan sakınmak vazifen olmalı.. ‘Kim kimin sırtına biniyor’ bunu iyi bil.. Çünkü dünya ile insan arasındaki ilişki ‘binen ve binek’ ilişkisidir. Bunu unutma. Ve malını Allah’a şahit kılman için hemen harekete geç..
fiunu da unutma ki dünyada sana verilen her şeyin tek tek hesabı sorulacaktır.. Hesaba çekilmeden sen kendini hesaba çek...
Ey Tüccarlar!.
Sizde unut mayın ki Allah her türlü hile karlığı kınamış ve lanetlemiştir..
Ticaretinize hile karıştırmayınız.. Tartıda hile yaparak kul hakkına girmeyiniz.. Ticaretinizi Allah’ın meşru gördüğü yollardan yapmanız sizin harınıza olacaktır.. Helal lokma kazanınız.. fiunu hiç unut mayınız ki sağlıklı bir neslin oluşması biraz da sizin ellerinizdedir.. Ailenize helal ekmek götürün ki Allah size merhamet etsin..
Ticaretiniz Allah’ın rızası çerçevesinde yürüsün.. fiunu unut mayınız ki Allah ve Rasılü size ticaretinizden daha sevimli gelmiyorsa iman etmiş sayılmazsınız.. iman etmediğiniz müddetçe de cennete giremezsiniz.. Sizde ticaretinizin sahibi olun, onun efendisi olun, onun kölesi değil...
Ey Gençler!.
Daha zaman var deyip de gençliğinizi dünyanın geçici zevkleriyle öldürmeyiniz.
Bu şeytanın kuruntularındandır.. Unutmayınız ki ölüm sadece yaşlılara gelmez.. Bakmaz mısınız etrafınıza yediden yetmişe, ölüm her kese gelmektedir.. Kedimizi kandırmayalım.. Unutmayın gençken yapılan hayırların mükafatı daha çok büyüktür.. O zaman hiç beklemeden Kur’ana sadık kalınız.. fieytan ve dostlarının vesveselerine karşı vahyin kulpuna yapışınız.. O kopması mümkün olmayan sapasağlam bir kulptur...
Gençlik günlerinin yükümlülük ve sorumluluklarını erteletme gafletine düşmeyiniz..
Gençler! Gençliğiniz üzerinde rant hesapları yapan samimiyetsizleri tanıyınız ve deşifre ediniz.. Riyakar ve hilekarların kurduğu düzeni ancak siz boza bilirsiniz.. Çünkü siz güçlüsünüz, siz çeviksiniz, siz aktifsiniz.. Bunu da iman, takva ve ihlas ile yapabilirsiniz...
Yüzsüzlerin, iki yüzlülerin, çok yüzlülerin kuşatmasında, yüzümüzü ağırtacak güldürecek olan sizlersiniz.. O halde gençlikte kemali arayınız.. Tevhidi bilinç ile çağa tanıklık ediniz.. Kur’ani öğretiye ve Muhammedi disipline örtüşmeyen her türlü sloganik, yüzeysel söylem ve eylemden uzak kalınız...
Takva ile güçlenin, Cihad ile arının, Zikir ile bilenin, Dua ile silahlanın... Namaz ile rahatlayın..
Gençler! Tağutu(Allah ile aranıza giren her şey) reddedin... fieytanı recmedin... Nefsinizi raptedin.. Ki Allah’a dostluk sınavını verebilesiniz...
VE Ey Bütün insanlık!..
Sahip olduğunuz her şeyin kıymetini biliniz.. onlar birer emenettir ve sizde bir emanetçisiniz.. Sizler sahip olduğunuz her şeyin üzerinde olan bir çobansınız..
O halde çobanlığınızı gereği gibi yapınız.. Bunu de ancak çobanı olduğunuz her şeyi Allah yolunda Allah için Allah’a şahit tutarak yapabilirsiniz.. Bir şehit gibi yaşamaya çalışınız.. Allahlı olunuz.. Kaygınız Allah olursa zikrinizde O olur...
Alıntı ile Cevapla
Alt 17 Kasım 2011, 14:27   Mesaj No:8
Medineweb Emekdarı
YaŞuHa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:YaŞuHa isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13867
Üyelik T.: 24 Mayıs 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 1.005
Konular: 399
Beğenildi:29
Beğendi:5
Takdirleri:53
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Dost istersen allah yeter

DOST İSTERSEN ALLAH YETER


Dost, denince inasın derinden etkileyen, gönlüne hoşnutluk veren kavramdır. Dostunuza hafif bir tebessümünüzü bile ona yansıtmak insanı manidar eder. Dostluklarınızı bu şekilde sağlam temeller üzere inşa edersiniz.
Nasıl ki kalıcı dostluklar Allah rızası için ve çıkarsız olunca süreklilik gösterir. İşte bu surette cereyan eden dostluk fani alemde devam ettiği gibi bu dostluk mezara kadar dahi insanı bulur.

Dost, insanın hoşlandığı samimi olacağı...

Dost, duyguların paylaşılacağı...

Dost, seveceği ve sevileceği görüşte bir insandır. Gerçek dostluk kalıcı dostluklarda var olandır. Dost kazanılır, kaybedilmez. Dostluk yaşanılır, unutulmaz.
Başlangıç itibariyle anlatmak istediklerim bundan ibaret değildir. Çünkü asıl mevzuu yazmış olduğum başlıkta gizlidir.

Ama bir üst satırda ki yazdıklarım ise kaale alınmayacak derecede yalan ve yanlış olduğuda bilinen şüphesiz gerçektir.
Kul ile Allah arasındaki pekişen dostluk nedir? ve Beni Yaratana ne kadar yakınım? Ben burada ikinci soruyu bir nevi kendime soruyorum. İsterseniz bu yazacaklarımı okuyacak okurlar inşaallah sizlerde kendi kendinize sorarak cevabınızı zihninizde tutun ya da bir yere not ediniz. Bakalım benim fikirlerimle sizlerin fikirleri hangi doğrultuda yol alacak?..

Öncelikle hiç kimse Allah’tan başka bir şeyi sevemez ve ondan başkasını mevla ve dost edinemez. Dost olarak Allah yeter. Kısacası dostluğun ilk başlangıcı tanımakla başlar. İşte o zaman kulun en tatmin olduğu durum budur. Yani O’na ilk adımı tanımasıyla hisseder. O’nunla konuşabilmesi, O’nu tanıması ve O’nun derinliklerine inebilmesi dostluğun bu noktada pekişmesiyle kul Rabb’ine yakınlık duyar. Peki biz bu yakınlığı nasıl yapabiliriz? Tabii ki çok açık ve net şekilde ortada.

Bizleri refahaa, kurtuluşa ve en önemlisi de asr-ı saadete kavuşturacak olan Kur’an-ı Kerim’i okumak onu yaşamakla olur. Rabbi tanımamız, O’nu okumamız ve O’nu anlamamız ancak onu yaşamımıza aktarmakla olur. Aynen insanı dostla dostluğa başlangıçta ki gibi...
Unutmayınız ki bizler beşer olarak Rabbin yanında çok aciziz. Çünkü Allah’ın lutfu ihsanı o kadar geniş ki insanoğluna binbir çeşit nimetler sunmuştur.

Eğer beşer olarak yaptıklarımızla hesaba çekileceğimizi düşünüyorsanız bir adım daha atarak Rabbimize yakın olmaya çalışalım. O’nu daha iyi anlamak için Kur’an-ı Kerim’i sadece okumakla yetinmeyip, içindeki bize anlatmak istediklerini mealen düşünmemiz gerekiyor. Hatta yaşamımızla bütünleştirerek kendimizi huzuru mahşerde alnı ak olarak bulunmuş olacağız.

O halde kul ile Allah arasındaki dostluğu bu şekilde gerçekleştirmemiz muhakkak ki mümkündür. Eğer bu dostluğu
Rabbimiz’den (haşa) esirgeyip bu kulluk görevimizi O’ndan men edersek, O’nun karşısına ne yüzle çıkacağız. Soruyorum ne yüzle?..
İnşaallah Rabbim bizleri O’nun yolunda olan, kulluk görevini esirgemeyen ve de O’na daha yakın olan insanlardan eyler. (Amin)

Beni yaradana ne kadar yakınım? Öncelikle bu duyuru Anadolu’da Vakit Gazetesi’nde yayınlandıktan sonra hep düşünüp durdum. Ve ben hep kendimde bu soruyu kendime sorma yargısına vardım. Doğrusu beni yaratana ne kadar yakın olduğumu veya uzak olduğumu bende bilmiyorum. Çünkü O’nun karşısında ben kendimi o kadar aciz hissediyorum ki bu kelimelerle ifade etmek çok zor. Her zaman karmaşık duygular arasına gizleniyorum. Kendime yaptığım her işten acaba diyorum.

O’nun rızasına nail olabilmek için yaptıklarımda bir eksiklik var mı? diye... Yine de bur yargılar içerisinde bocalayıp kalmış olsam da ben yine her zaman O’nun için en iyisini yapıyorum ve ölene dek de yapacağım. Özellikle de O’na her yakarışta, dualarımda O’nun rızasını gözeterek ümitle ve sabırla bekliyorum. Kısacası gerçekler hiçbir zaman gözardı edilemez.

Çünkü o gerçeklik sadece bizi Yaratan’da mevcuttur. O’nu dilimizden düşürmediğimizde, O’nun için yüreğimiz çarptığında, O’nun için eller semaya açıldığında ve gerçeklik O’nda var olduğu müddetçe şüphesiz zafer Allah’a inananlar da sürekli olacaktır.
Sözün özü tektir ve bizleri yaratandır. O’da bize en yakındır. O halde bize bir tek dost var O’da ALLAH’tır
Alıntı ile Cevapla
Alt 17 Kasım 2011, 14:38   Mesaj No:9
Medineweb Emekdarı
YaŞuHa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:YaŞuHa isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13867
Üyelik T.: 24 Mayıs 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 1.005
Konular: 399
Beğenildi:29
Beğendi:5
Takdirleri:53
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
En yüce dostun dostlugu

En yüce dostun dostlugu
Dost” kelimesinin sözlük anlamı: “Sevilen, güvenilen, yakın arkadaş, gönüldaş, bir şeye düşkün olan” demektir.

Bir dost için neler yapılabilir diye düşündüm.Dosttan dosta farkedeceği, kanaatine vardım.Güvenilir olmalı dost, her söylediğin, her sıkıntın onunla senin aranda kalmalı, vakitli vakitsiz senin sorunlarını dinlemeli, gecenin bir yarısında bile seni, uflayıp puflamadan yarı uykulu gözlerle değil de, büyük bir memnuniyetle dinlemeli. Ve hatta kalkıp o saatte derteşmen, konuşman sonucu derdine, sıkıntına çare bulma sözü vermeli.O’na açıldığın, O’ndan istediğin için minnet etmeyen bir dost bulmalı insan.

Sonra dostluklar nasıl kurulur, nasıl başlar diye düşündüm.Sanırım bir gülümsemeyle başlar ilkin.Sonra hiçbir karşılık istemeden verilenlerle perçinleşir.Böyle bir komşunuzun olduğunu hayal edin mesela. Onu gördüğünüzde sürekli gülümseyen, hep pozitif bir enerjiyle sizin karşınıza çıkan; ihtiyaç duyduğunuz, sıkıntıda olduğunuz her an yanıbaşınızda bulduğunuz; ve sürekli sizi dert bataklığından çekip çıkardığını düşünün.

Böyle bir komşu için, bir arkadaş için insan ne yapsa azdır değil mi? Onu gördüğünüzde saygıda kusur etmezsiniz.O bir şey istese de siz onun isteklerini yerine getirseniz diye içiniz içinizi yer.Hep ondan bahseder, iyiliklerini sağda solda anlatır, onu sevdiğinizi söylersiniz.Öyle ya kişi sevdiğiyle beraberdir.Ondan ayrı olsa da sözlü olarak anar, o yanıbaşındaymış gibi hareket eder.

Peki, bu yazıyı bir-iki dakikalığına okumayı bırakıp düşünün.Böyle bir dostunuz, bir arkadaşımız oldu mu bugüne dek? Ya hiç olmadı ya da bu kadar iyisine hiç rastlamadınız değil mi? Peki, size bir öneri, sizi yoktan var eden; size, çevrenizde olan biteni izleyecek iki güzel, hatta rengarenk, kamera görevi gören gözler veren; ağlayan çocuğunuzu duyabilmeniz, için radar görevi yapan kulaklar veren; acıkan karnınızı doyurabilmeniz, acıyı, tatlıyı, ekşiyi, tuzluyu ayırtedebilmeniz için size bir ağız veren; etrafınızdaki eşyaları, ilaçlarımızı alabilmemiz, insanlara birşeyler verebilmeniz veya onlardan birşeyler alabilmeniz için beşer kolcuktan oluşan ellerinizi veren ve yine beşer kısa parmaktan oluşan, yürürken dengeli adım atışlarınızı sağlayan ayaklarınızı veren; yumuşak yataklarınızda uyurken vücudunuzda biriken zararlı maddeleri ayıştıran ve rafineri görevi yüklenen böbreklerinizi veren bir dostu tanımak, Onunla dostluğunuzu pekiştimek ister misiniz?

Cevabınız “evet” ise, bu yazının devamını okumanızı tavsiye ediyorum.Eğer “hayır” ise, bu satırlara kadar yazdıklarımızı okduğunuz için teşekkür ediyor, size mutlu yarınlar diliyorum.
fiimdi dostluğumuzu arttırmanın yollarını birlikte inceleyelim. Unutmadan, yazılacakları tatbik ettiğiniz takdirde, en yüce dostun dostluğunda çevrenizde binlerce dostunuz olacak.Garanti veriyorum. Ve yapılması önerilen her şeyi Yüceler Yücesi Dostumuz’un hatırına yapalım.

Evet, “En son ne zaman”la başlayan bir dizi soru soralım kendimize.En yakınımdaki dostlarımızdan, hatta en küçüklerinden başlayalım, çocuklarımızdan, yeğenlerimizden, komşu çocuklarından.

a) En son ne zaman, çocuğunuza şöyle içtenlikle sarıldınız? Başını dizinizde okşayarak uyuttunuz?
b) En son ne zaman, yeğenlerinizie ellerinizle birer çikolata veya birer paket bisküvi, vs. ile gittiniz?
c) En son ne zaman, evinize giderken bahçede oynayan komşu çocuklarına selam verdiniz; ayağınıza gelen topu çalımlayarak aralarına girdiniz?

d) En son ne zaman komşunuza, pişirdiğiniz yemekten bir tabak verdiniz?
e) En son ne zaman evinize her gün düzenli olarak gazetenizi getiren gazeteci çocuğa hatırını sordunuz ve aylık gazete ücretini verirken avucuna birkaç kuruş da fazladan bıraktınız?
f) En son ne zaman pencerenizin kenarına, sadaka niyetine, ıslatılmış ekmek parçaları koydunuz aç kuşlar için.

g) En son ne zaman bindiğiniz taşıtta bir yaşlıya yer verdiniz?
h)En son ne zaman annenizi veya kayınvalidenizi aradınız; veya ziyaretine gittiniz?
ı)En son ne zaman babanıza veya kayınbabanıza bir çift çorap aldınız? veya rahmete gitmişlerse onlar için af ve mağfiret dilediniz Rabbimizden?

i) En son ne zaman eşinize,“Allah seni başımızdan eksik etmesin.Sen olmazsan ne yaparız?” dediniz?
j) En son ne zaman arkadaşınızı arayıp onu özlediğinizi, görmek istediğinizi söylediniz?
k)En son ne zaman geliri hayır yolunda harcanacağını bildiğiniz bir kermese satılması için bir parça hediye ettiniz veya oradan bir şeyler satın aldınız?

l)En son ne zaman bir taziyede bulundunuz? İnsanların acılarını paylaştınız?
m) En son ne zaman hasta olan bir dostunuzu ziyarete gittiniz?
n)En son ne zaman sizi kınayan bir arkadaşınıza Allah rızası için gülümseyerek selam verdiniz ve onu belki de uzun bir süredir görmediğiniz için özlediğinizi söylediniz?

o) En son ne zaman üst katınızda oturan ve sizi bir komşu olarak rahatsız eden insanları çaya davet ettiniz veya onlarla ilgili olumsuz bir olay için geçmiş olsuna gittiniz ve olay karşısında gerçekten üzüldüğünüzü belli ettiniz ve yardım önerdiniz?
ö) En son ne zaman bir arkadaşınızın derdiyle dertlendiniz ve çözümü için onunla ortak hareket edip, gecenin belli bir yarısında uyanıp, çözüm sahibinin dergahında el açtınız?
p) En son ne zaman eşinizin veya sizin, uzakta oturan halanızı, teyzenizi, amcanızı veya dayınızı; veya onunla aynı okuldan mezun olduğunuz sınıf arkadaşınızı telefonla aradınız ve onların aslında sürekli aklınızda olduğunu ve onları özlediğinizi, sevdiğinizi söylediniz?

Bu tip soruları sizler arttırabilirsiniz. Hatta önereceğimiz ikinci yolla ilgili olarak bunu aile bireyleriyle birlikte bir liste haline getirebilir ve listenin aslında ne kadar da uzun olduğuun görebilir ve vakit geçirmeden çözümler için adımlar atabilirsiniz.

İlk kandilin ışığı sizin olsun istemez misiniz? Haydi en yakınlarınızdan başlayarak oynamaya başlayan bu oyunu ve
herkesin eline birer kandil tutuşturun. Yaptıklarınız çevrenizden büyük destek alacaktır.Çünkü bu yapılacak olanlar GerçekDost’un desteğiyle desteklenmiştir.Haydi daha aydınlık bir hayat için...
Geçek Dost’un hatırı için....
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Konuyu değerlendir
Konuyu değerlendir:

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
ABD Şemsiyesi Altında Suriye'ye Dost Olmak mı..? enderhafızım Serbest Kürsü 0 01 Kasım 2012 11:57
Allah'a Dost Olanların Düşmanı Emevi-Abbasi İktidarları / Mevlüt Hönül Mevlüt HÖNÜL Makale ve Köşe Yazıları 0 18 Ekim 2012 16:24
Nefsi Küçük Görmek, Allah’a Yakın Olmak, Allah’a Yaklaşmak/Muhsin İyi muhsin iyi Makale ve Köşe Yazıları 0 02 Şubat 2012 15:16
Allah'ın düşmanlarını dost YaŞuHa Allah(c.c) 0 31 Aralık 2011 23:02
Allah ı inkar edene saygı duyulur; Onunla dost olunur mu ? cennet36 Soru Cevap Arşivi 0 26 Mart 2008 12:55

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.