Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM DİNİ KONULAR.::. > Muhtelif Dini Konular > Adap-Edep-Ahlak

Konu Kimliği: Konu Sahibi YaŞuHa,Açılış Tarihi:  22 Aralık 2011 (14:23), Konuya Son Cevap : 22 Aralık 2011 (14:23). Konuya 0 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 22 Aralık 2011, 14:23   Mesaj No:1
Medineweb Emekdarı
YaŞuHa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:YaŞuHa isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13867
Üyelik T.: 24 Mayıs 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:
Yaş:31
Mesaj: 1.005
Konular: 399
Beğenildi:29
Beğendi:5
Takdirleri:53
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Toplumsal disiplinde bireysel ahlâkın önemi

Toplumsal disiplinde bireysel ahlâkın önemi

TOPLUMSAL DİSİPLİNDE BİREYSEL AHLÂKIN ÖNEMİ
Eğer yüz yıl önceki dille ifade edilmesi gerekirse bu başlığın; «İctimaî nizâmın te'sisinde ferdî ahlâkın ehemmiyeti» şeklinde âdeta tercüme edilmesi icap edecektir. Bu ifade, zaman aşımına uğramış, müzedeki veya hurdalıktaki bir araca benzetilebilir. Yorum, sahibine ait olsun, fakat bu, acaba hangi ilgiyle aklımıza gelmiş olabilir.
Kuşku yok ki, bunu çağrıştıran neden, sık sık telâffuz ettiğimiz ve şikâyet konusu yaptığımız yozlaşmadır. Çünkü fert ve toplum yaşamında gözlenen hızlı değişimlerin ahlâk üzerindeki etkileri ister istemez yozlaşma konusuna girmeyi gerektirmektedir.
Fakat yöntem bakımından, burada bireysel davranışın yozlaşmadaki rolünden çok, yozlaşmanın bireysel ahlâk üzerinde bıraktığı etkiler önem taşımaktadır. Şüphe yok ki her iki şıkkın da üzerinde durmaya değer. Ancak manevi birikimleri yozlaştırmada -münferit olarak- etkileyici rol oynayan kişi sayısı hem çok az olduğu için, hem aynı zamanda bunlar adeta dokunulmaz birer statüye sahip bulundukları için, belli bir kesimi yersiz huylandıracak psikolojik davranış analizlerinden çok, toplumun hemen bütün fertlerini ilgilendiren sapma ve eğilimlerin nedenleri üzerinde durmak, daha isabetli olur.
Bu nedenler çoktur. Bazı müsait kişilerin ve belli bir kesimin bu konudaki rol ve etkileri ise bu nedenlerin yalnızca bir maddesini oluşturmaktadır. Yozlaşmayı eğer bir sele benzetmek gerekirse, güçlü toplumun her ferdi, bu selin hızını kesebilecek birer küçük engel olarak değerlendirilebilir. Ne var ki yozlaşma selinin karşısında direnç gösterebilmek bakımından, toplumdan topluma çok büyük farklar ortaya çıkar. Bu selin karşısında birer kaya gibi direnebilmek de vardır; selin üzerinde birer çöp gibi yüzüp gitmek ve nihayet kayıplara karışmak da vardır. Tarihin sayfalarını eğer geriye doğru dikkatle okuyacak olursak bu benzetmenin, bazı toplumlar üzerinde bizi derinden düşündüren mesajlar vereceğini görürüz.
Tarih zaten bu amaçla okunur ve okutulur. Tarihin sahnesine çıkmış, yüzyıllarca varlık göstermiş ve medeniyetler kurmuş nice toplumlar bu dünyadan gelip geçmişlerdir[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]. Çünkü her toplumun da her fert gibi, belli bir yaşama süresi vardır, eceli gelince göçer gider[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]. Ancak toplumlar, fertlere göre biraz daha uzun ömürlü olurlar. Tamamen yok olmuş milletlerin, bıraktığı birtakım silik izler varsa da onlara ait dillerden birini bugün kimse bilmemektedir. Örneğin bir zamanlar Anadolu'da Lidyalılar, Frigyalılar, Hititler yaşıyordu. Bu coğrafyada kim acaba bugün Lidya, Frigya ve Hitit dillerinden birini biliyor? Bizans ve Osmanlı İmparatorlukları da bu topraklar üzerinde kuruldu. Milyonlarca insan, bu coğrafyada Osmanlı dönemini yaşamamış olmasına rağmen, bu devletin yıkılmasına üzülmektedir. Ne ki bu insanlar, -vârisleri olmakla gurur duydukları- Osmanlının dilini bugün kullanamamaktadırlar. Oysa Osmanlı Devleti daha dün yıkıldı. Üstelik Osmanlı ruhu hâlâ yaşamaktadır. Bunlar ibret verici ilginç şeyler değil mi?
Hiç şüphesiz, ömrünü tüketen her şey, geçip gidecektir. Bu ilâhî bir kanundur[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]. Fakat bu akışın doğal hızını kesmeye kalkışmak ne kadar abes ise, ona, doğal olmayan bir hız kazandırmaya çalışmak da o kadar zararlıdır. İşte yozlaşmanın, çözülmenin ve çürümenin temel nedenini burada aramak gerekir. Aynı zamanda yozlaşma ile olumlu gelişme arasındaki farkın sırrı da burada gizlidir.
Bu noktada, bireysel ahlâk ve davranış biçimleri ön plana çıkmaktadır. Çünkü toplumun yıkıcı etmenlere karşı direnip ayakta kalmasını veya çözülüp nihayet başka toplumların potasında erimesini temelde bu olgu belirler. Onun için yıkılmış milletlerin sosyolojisi, özellikle bu bakımdan ibretlerle doludur. Nitekim tarihin sahnesinden çekilmiş, ancak geride izler bırakmış birçok kavmin, yıkılış ve yok oluş öyküleri çok iyi araştırıldığında, ortak bir özelliğe rastlanmaktadır. O da kişilerin, o kavme özgü değerleri ve kuralları tanımaz hale gelerek meydana getirdikleri kargaşa ortamıdır. Böyle bir ortamı, güç kullanarak bastırmaya çalışmak ise, çok kere durumu daha karmaşık hale getirmekten başka işe yaramamış ve mukadder sonu önleyememiştir.
Toplumsal sorunların birçoğu, teşhisi pek zor ya da mümkün olmayan sinsi hastalıklara benzerler. Bunların, hepsinin de temelinde ahlâkî deformasyonlar vardır. Onun için görünürde, herkesin işinde gücünde olduğu sanılırken (örneğin 31 Mart olayı gibi) birden bire bazı önemli patlamalar yaşanır. Aslında bunlar, sonu yaklaştıran birer süreç sayılırlar. Öyle ise bu gibi gelişmelerde tahmini çare olarak atılabilecek ilk adım şu olabilir; Ortaya çıkan ve birbirini izleyen süreçlerin, toplumun ahlâkından neleri alıp götürdüğünü ve bu suretle toplumu ne kadar yaşlandırdığını her keresinde saptamak; ve bu süreçlerin hiç değilse hızını azaltmaya çalışmak... Bu da elbette ki fertlere gereken önemi vermekle ancak mümkün olabilir. Meselenin bu cephesi ise daha çok yöneticileri ilgilendirir.
Bu konudaki belirtilere gelince bunlar özetle; fertler arası bağların çürümeye yüz tutarak, sevgi, yardımlaşma ve dayanışma ruhunun sönmesi şeklinde ortaya çıkarlar. Bunları tehlike çanları olarak yorumlayabilirsiniz.
Bu noktaya kadar birbirini izleyen evreler, her yıkılmış toplumun hayatında vardır. Tarih bunlardan bazı örnekleri çok dakik biçimde tespit etmiştir. Sosyal, kültürel, dinsel ve ideolojik birçok nedenin bir toplumu böyle bir eşiğe kadar getirmesinde ise bireyin önemli rolleri vardır. İşte şimdi bizi en çok ilgilendiren nokta da budur.
Bu noktadan itibaren toplumumuzda çoğunluğun din olarak kabul ettiği İslâm'ın, ahlâk anlayışı üzerinde biraz durmakta yarar vardır.
Bilindiği üzere, İslâm hukukunda tüzel kişiliğin yeri yoktur. Buna bağlı olarak İslâm terminolojisinde «devlet» kavramı da yoktur. Ancak bunu da içeren, daha kuşatıcı bir anlamda «Ümmet» kavramı vardır. Ümmet ise; çatısı altında tüm dünya mü'minlerinin, organize olabileceği siyasal, sosyal, kültürel yönetsel ve hukuksal teşkilât demektir. Bu küresel teşkilât, birçok devletten oluşabilir. Fakat şu noktaya çok dikkat etmek gerekir ki Ümmet anlayışında devlete değil, devleti yönetmek üzere ümmet tarafından seçilmiş kişilere yetki ve sorumluluk verilmiştir. Evet gerçi böyle bir enternasyonal örgütün anayasasını oluşturan Kur'an-ı kerim'de seksenden fazla yerde «Ey iman edenler» diye çoğunluğa hitap bulunmaktadır; fakat çok dikkat edilirse bu hitap, aslında içerik olarak daha çok -topluluğun şahsında- bireye yöneliktir.
İslâm ferde, o kadar çok önem vermiştir ki onu topluma eşdeğerde tutmuştur. Dolayısıyla onun evrensel erdemlerle yetişmesini ve olgunlaşmasını öngörmüştür. Sünnet kurumu ile ayrıntıları ortaya konan ve açıklanan bu ahlâk yapısı şu faziletlerden oluşur; İffet, hayâ, doyumluluk, kanaat, zühd, dürüstlük, doğallık, içtenlik, titizlik, takvâ, hoşgörü, cömertlik, gönül alçaklığı, çalışkanlık, sabır, danışma duygusu, dayanışma duygusu, eşitlik duygusu, paylaşım duygusu, öğrenme sevgisi, ön yargısızlık, dış temizlik duyarlılığı, cesaret, kurallara uyma duyarlılığı, sevgi, saygı, kibarlık, özveri, hakkı savunma, haksızlığa karşı direnme, başkaları için kaygılanma, Tevhid bilinci, Ümmet bilinci, âhiret bilinci ve şahadet bilinci...
Bu erdemlere fert ve toplum olarak önem verildiği çağlarda müslümanlar hep yükselmiş, kalkınmış, büyük açılımlar gerçekleştirmiş ve müreffeh yaşamışlardır. Bunların ihmal edildiği dönemlerde ise çökmüş, parçalanmış, dağılmış, perişan olmuş, toprak kaybına uğramış, yabancıların boyunduruğu altına girmiş ve heybetlerini yitirmişlerdir.
Bu bir deneyimdir. Günümüzde müslümanlar gerçek anlamda ümmet olarak yaşamamaktadırlar. Ancak bu deneyimden yararlanmak isteyen küçük mü'min gruplar vardır. 1800'lerin ortalarından itibaren başlamış olan uyanış hareketlerinin etkisiyle bugün dünyada binlerce mü'min, ümmeti yeniden yapılandırma özlemini taşımaktadır. Fakat bu o kadar kolay olmayacaktır. Çünkü bu özlemin farkına varmış bulunan ve bundan dolayı panik içine giren «Küfür Dünyası», kendi ölçülerine göre «Globalizm» adı altında, alternatif bir Ümmet tasarımını ortaya koymuş bulunmaktadır. İslâm ümmet ideali henüz bir özlemden bile öteye gitmemişken Küfür Ümmetinin işbirlikçileri, İslâm dünyasında ferdin ahlâkını perişan etmek suretiyle bu ideali kökten sabote etme girişimlerine 11 Eylül senaryosundan sonra fiilen girmiş bulunmaktadırlar. Nitekim, Amerika Başkanı George W Bush, «This is Grusade!», yani, Bu bir Haçlı Seferidir, diyerek savaşın startını vermiştir.
Bu senaryo için dehşet stratejiler öngörülmüştür. Birkaç yıldan beridir, uygulaya konan bu stratejilerden bazıları, gerçek mü'min kişiliğe sahip, birikimli, kaliteli, ahlâklı ve yetişmiş kitleyi kısa zaman içinde eriterek onları tamamen ortadan kaldırmaya yöneliktir. Daha sinsi stratajilerle de geriye kalan -eğitimsiz, ya da yarı okumuş, laikçi zihniyete sahip, kaypak, İslâm'la kafa kâğıdından başka hiçbir bağı bulunmayan- kalabalık sürüleri müzik, moda, sınırsız seks ve alkolle uyuşturarak köleleştirilmiş bir «Ilımlı Müslüman kitle» peydahlamaktır. Bunun şimdiki adı, «Ortadoğu Projesi»'dir. Bu projenin temeli, Haziran 2004'de İstanbul'da düzenlenen Nato zirvesinde resmen atılmıştır.
Görüldüğü üzere hedef yine ilk önce ferttir. Şu halde Küfür Ümmeti henüz tam başarıyı gerçekleştirmemişken, dünya mü'minleri ellerini çabuk tutmak suretiyle biraz önce sayılan faziletlere ağırlık vererek eğitimi hızlandırmak zorundadırlar. Küfür Ümmeti, Hint yarımadasından, Fas'ın ve Moritanya'nın Pasifik kıyılarına kadar geniş bir coğrafyayı kaplayan Büyük İslâm vatanında son onbeş yıldır fırtınalar kopararak ilk önce ferdi dejenere etmek istemiştir. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki onun ilk hedefi bu olmuştur. Filistin'de Afganistan'da ve Irak'ta sahnelenen senaryolarla Küfür Ümmeti, önce ortalığı savaşlarla karıştırarak genç, eğitimli ve ahlâklı mü'min nesli kışkırtmak, sonra da (vatanlarını ve namuslarını savundukları için) onları terörist diye damgalamak ve tamamen yok etmek istemektedir. Bu bir süreçtir. Eğer bu süreci başarıyla sonuçlandırabilirse bu kez İslâm vatanındaki sürülere el atacak onlara yukarıda sayılan faziletlerin karşıtlarını aşılamaya çalışacaktır.
Evet Küfür Ümmetinin ikinci büyük hedefi ise; Çoğu işsiz, bilgisiz, kültürsüz, ya da beyinleri Hıristiyanlık ve Yahudilik kültürü ile yıkanmış, İslâm'dan kopuk sürüleri kazanmaktır. Onların her birine aşılanacak malzeme ise zaten hazırdır. İşte listesi;
İffetsizlik, hayâsızlık, doyumsuzluk, iki yüzlülük, yapaylık, samimiyetsizlik, hoşgörüsüzlük, cimrilik, kirlilik, bencillik, küstahlık, tembellik, sabırsızlık, adaletsizlik, acımasızlık, ruhsuzluk, zevksizlik, pespayelik, ön yargılılık, gösterişçilik, teşhircilik, korkaklık, kuralsızlık, sevgisizlik, saygısızlık, kabalık, çıkarcılık, kurnazlık, teslimiyetçilik, taklitçilik. imansızlık, şirk, ırkçılık, kabilecilik, ayırımcılık, bölücülük, laikçilik ve hurafecilik...
İslâm'ın ezelî düşmanları, asr-ı saadetten beri bu son evrensel dini ve mensuplarını ortadan kaldırmak, ya da en azından dünya müslümanlarını ruhsuzlaştırmak için sürekli şekilde yeni stratejiler üretmiş, değişik savaş sistemleriyle emellerine ulaşmak istemişlerdir. Bu amaca o kadar şiddetli bir tutkuyla kilitlenmişlerdir ki onu gerçekleştirmek için sanayi devrimiyle birlikte hem bir yandan hızla cephelerini birleştirmiş, hem öbür yandan teknolojide dev ilerlemeler kaydetmişlerdir. Ancak İslâm'ı ve dünya müslümanlarını çökertmek için ürettikleri tüm stratejiler, teknikler ve savaş sistemleri arasında kişiyi ahlâktan soyutlamak kadar hiçbir şeye önem vermemişlerdir. Kanlı savaşların yanı sıra, kansız savaşların planı da işte bu temel strateji üzerinde kurulmuştur.
Öyle ise, bundan çıkarılacak en büyük ders şudur: toplumun yükselip kalkınabilmesi, birlik ve beraberliğini sağlayabilmesi ve bu suretle de tehlikelere karşı direnebilmesi için, yatırımın en büyüğü insana yapılmalıdır. Bu amaçla hazırlanacak hangi projede olursa olsun, ruh ve beden sağlığı kadar onun, sağlam bir ahlâk, temeli üzerinde yetişmesine de yer verilmedikçe elde edilecek başarıların hiç biri, tehlikelere karşı bir bağışıklık sistemi oluşturmayacaktır. Bunun çarpıcı delilleri de ortadadır.
Evet, Cumhuriyetin ilânından günümüze kadar, bu coğrafyada yaşanan (darbeler, terör ve soykırımlar, işlenen siyasi cinayetler, sahnelenen sağcılık, solculuk, vandalizm, ırkçılık, lâikçilik, tarikatçılık, tekfircilik, hortumculuk ve soygun olayları), ruh ve beden sağlığına sahip, ancak (kurnaz, yobaz, münâfık, hain, sahtekâr, müşrik, imansız ve acımasız) grupların bu ülkede var olduğunu kanıtlamaktadır. Onun için Türkiye, her ne kadar görünürde sanayileşmiş ve kalkınmış bir ülke izlenimini uyandırıyorsa da halen bu kampların cirit attığı ve zaman zaman çatıştığı bir arena haline gelmiştir.
İçi dışından çok farklı olan bu tabloyu sağlam, berrak, güven verici ve iç açıcı bir manzaraya dönüştürmek elimizdedir. Devlet ve toplum olarak, her şeyden önce İslâm hakkındaki dış kaynaklı önyargılarımızı bir kenara koyup yeni kuşaklarımızı Kur'ân'ın evrensel terbiyesiyle yetiştirmeye gayret etmeliyiz. Onları bilhassa lâikçi, pozitivist, tarikatçı, ırkçı, tekfirci ya da müşrik gruplara emanet etme gafletine düşmemeliyiz.. Kur'ân-ı Kerim, bizi bu noktada ciddi ifadelerle uyarmaktadır. Bu konu ile ilgili olarak, Tahrîm Sûresi'nin altıncı âyet-i Kerimesi meâlen şöyledir; «Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah'ın buyruklarına karşı gelmeyen ve kendilerine emredilenleri yapan melekler vardır»
Unutmamak gerekir ki, ülkemizde yaşanan düşünce kaosunun, din anarşisinin, yozlaşmanın ve çürümenin içerdeki nedeni, biraz önce sözü edilen fanatik kampların faaliyetleridir. Çünkü bu gruplar arasında şiddetli bir kültür savaşı sürmektedir. Bu ise toplum ahlâkını aşındırmaktadır. Bunlardan her birinin çıkardığı yayın ve sürdürdüğü propaganda, bu ülke insanını ayrı ayrı doğrultularda İslâm'ın merkezinden ve «Vasat Ümmet» anlayışından biraz daha uzaklaştırmaktadır. Üstelik bu ülkede, Kur'ân'ın evrensel görüşünü temsil eden «Vasat Ümmet» anlayışını tanıtacak alternatif bir eğitim projesi ve onu uygulayan bir kurum da mevcut değildir. Ne yazık ki yıllar önce fanatik bir grup, bu boşluktan yararlanmak suretiyle vasat ümmet tabirini slogan olarak kullanmış, ancak tutucu çizgisi yüzünden çökertilmişti. Çünkü, hemen her insanın vicdanına dayatılan «Millî Türk Dini», bu ülkeyi bir şirk batağına dönüştürmüş olmasına rağmen, bu fanatik grup, gözler önündeki bu manzarayı bile görememiş, İncil satanlara saldırarak başına büyük bir belâ açmıştı.
Bu da gösteriyor ki, radikal gruplar -bazen derin devletin desteğinde- yeni kuşakları vasat ümmet anlayışından uzaklaştırmaya, onları fanatikleştirmeye, saldırganlaştırmaya ve ahlâksızlaştırmaya çalışmaktadırlar. Bunun yanı sıra, ideolojik eğitim mekanizmasının, antropomorfist, lâikçi, kadavracı ve ezberci yöntemi, medyanın televole ve magazin bombardımanı eşliğinde bu ülkedeki çocukların beynini yıkamakta, onları zengin, evrensel ve insanî fikirleri anlayabilecek yetenekten yoksun hale getirmektedir. Onun için, biraz önce sözü edilen gruplardan her birinin gerçek amacı, yeni nesli kendi inanış ve ideolojileri doğrultusunda çeşitli karşıt kamplara bölmektir. Çocuklarımızı eğer bu grupların insafına terk etmek yerine onları Kur'an ve Sünnetin öngördüğü evrensel eğitim sistemiyle yetiştirmeye özen gösterirsek yakın gelecekte bu coğrafyanın bir mutluluk ülkesi olacağına inanmalıyız.
Sonuç olarak diyebiliriz ki; yarı örtülü ve şüpheli bu manzara karşısında her insanın, bu ülkede çok duyarlı ve tedbirli olması şarttır. Hangi düşünce ve inanış grubuna bağlı olursa olsun, bu ülkenin bütün önyargısız insanları evrensel değerlere sahip çıkmak ve bireyin ahlâkını yüceltmek için bir araya gelebilir, her türlü ahlâksızlığa ve fanatizme karşı ciddi bir dayanışma gerçekleştirebilirler. Yeter ki bütün sapmaların ve saplantıların ölümcül virüsü olan ideolojik eğilimlerden uzak dursunlar.
Ferit AYDIN
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi YaŞuHa 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Aile Edep demekti Şiirler ve Şairler YaŞuHa 2 2139 04 Mayıs 2014 20:47
Kardeşimize dua lütfen Dua Bölümü MusabBinumeyr 4 2391 04 Aralık 2013 18:38
Kilonuz mu var? sorun degil artık/Medineweb Diyet/Spor gün ışığı 4 2695 27 Kasım 2013 20:45
Üzüm çekirdeği mucizesi Tıbbı Nebevi ve Alternatif Tıp YaŞuHa 2 2339 27 Kasım 2013 20:34
Peki Anne senin yüregini kim sogutacak? Makale ve Köşe Yazıları Mihrinaz 7 3135 26 Kasım 2013 19:23

Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Din Bilimleri-Ünite2: Dinin Bireysel-Toplu Medineweb Din Bilimleri I 4 28 Ekim 2013 22:47
Filenin Sultanları, Potanın Perileri ve Ahlakın Buharlaşması FECR Bilgi Dağarcığı 0 01 Ağustos 2012 19:10
Toplumsal eşitsizlik ve tabakalaşma bilinmez Serbest Kürsü 1 21 Temmuz 2011 00:00
Toplumsal Sünnetler. İmamHüseyin Hadis-i Şerif 0 19 Nisan 2009 15:01
Bireysel Emeklilik KuM TaNeSi Soru Cevap Arşivi 0 09 Nisan 2009 11:42

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.