Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.İLAHİYAT-ÖNLİSANS -AÇIK ÖĞRETİM FAKÜLTESİ.::. > 2.SINIF*Bahar Dönemİ* > Din Sosyolojisi

Konu Kimliği: Konu Sahibi makbergülü,Açılış Tarihi:  10 Mart 2013 (23:50), Konuya Son Cevap : 10 Mart 2013 (23:51). Konuya 1 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 10 Mart 2013, 23:50   Mesaj No:1
Medineweb Emekdarı
makbergülü - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:makbergülü isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 17068
Üyelik T.: 03 Mart 2012
Arkadaşları:26
Cinsiyet:anne
Memleket:arz
Yaş:45
Mesaj: 1.078
Konular: 171
Beğenildi:211
Beğendi:27
Takdirleri:246
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
DİN SOSYOLOJİSİ 6-7-8.üniteler

DİN SOSYOLOJİSİ 6-7-8.üniteler

DİN SOSYOLOJİSİ 6.ÜNİTE

KÜRESELLEŞME VE DİN
KÜRESELLEŞME*Sosyal bilimlerde pek çok kavram gibi küreselleşme kavramı da farklı biçimlerde anlaşılmakta ve tanımlanmaktadır. Bugün küreselleşmenin bir olguyu mu yoksa dünya çapında geçerlilik kazandırılmaya çalışılan bir ideolojiyi mi ifade ettiği hususu hala tartışmalıdır.* Bir kavram olarak küreselleşme; hem dünyanın küçülmesine hem de bir bütün olarak dünya bilincinin güçlenmesine gönderme yapmaktadır. Dünyanın küçülmesi, artık dünyada olup bitenlerden kolaylıkla haberdar olmak ve karşılıklı etkileşimi anlatmaktadır. Bu durum, insanı kendi ülkesi dışında tüm dünyayla ilgili hale getirmekte ve bir dünyalılık bilinci oluşturmaktadır.* Roland Robertson’un deyişiyle, giderek artan karşılıklı bağımlılık tek bir mekan olarak dünya bilincini inşa etmektir. Bilhassa elektronik bağımlılık (internet vs), dünyayı “küresel bir köy” olarak yeniden oluşturmaktadır.* David Harvey, küreselleşmeyi “zaman mekan sıkışması” olarak tanımlamaktadır.

* Küreselleşme; “aydınlanma”, “modernlik”, “ulus-devlet”, “postmodernlik” gibi kavramlarla yakın ilişkiler içersinde anlam kazanır ve aslında çok boyutlu bir süreç olarak dikkat çeker.* “Aydınlanma” felsefesi, bilhassa modernlik ve ulus-devletin temelinde bulunmaktadır. Postmodernizm ise Aydınlanma düşüncesinden farklılaştığı iddiasındadır. Küreselleşme ise tüm bunlarla sebep-sonuç ilişkisine sahiptir. Bu sebeple, küreselleşme bu süreçler anlaşılmadan bir süreklilik olarak kavranamaz.* Aydınlanma; Tanrı merkezli bir evren ve insan anlayışından, insan merkezli bir evren anlayışına geçişi anlatır. Bu, Ortaçağ’da hakim olan kilise egemenliğinin sona ererek, insanın Tanrı’ya müracaat etmeden yeni bir dünya kurma teşebbüsünü anlatmaktadır. * Kant’a göre aydınlanma; kendi suçu ile düşmüş olduğu ergin olmayış halinden kendi imkanlarıyla kurtulması. Buna göre vahiy, bu “ergin olmayış halini” ifade etmektedir. Dolayısıyla insan, Tanrı vahyine ihtiyaç duyduğu sürece aydınlanmış olmayacaktı.Modern dünya böyle bir anlayış temelinde ortaya çıkmıştır.* Modernitenin dayandığı öncüller; bireyselleşme, sekülerleşme, ilerleme, kentleşme, modern ulus-devlet gibi unsurlar.İmparatorlukların dağılmasının ardından, modern dünyanın siyasi yapılanması, ulus-devlet modeli temelinde ortaya çıkmıştır. Türkiye başta olmak üzere Fransa, Almanya, Japonya gibi tüm ülkeler etnisite merkezli kurulan ulus devletlerdir.* Ulus-devlet yapılarının özellikleri: Toprağa bağlı olmak, Tek tipçi anlayış, Milliyetçi duygulara yaslanma.*Modernite, Batı merkezci yönelimi ve niteliğinden dolayı, dünyanın Batı dışında kalan insanlarında Batı’nın geçtiği aşamalardan geçeceğini savunmaktadır. Yani bunun anlamı, er yada geç Batıya benzeyecekleri düşüncesidir.* Dünyayı küresel boyutlara getiren gelişmelerde ekonomi, önemli ve başat bir faktör olmakla birlikte, küreselleşmeyi sadece ekonomi merkezli ele almak eksik olacaktır.

KÜRESELLEŞME TEORİLERİ

1- İMMANUEL WALLERSTEİN – MODERN DÜNYA SİSTEMİ* Ona göre modern dünya sistemi 16.yy da öncelikle Avrupa’da vücuda gelmiştir.* Wallerstein, modern dünya sistemini bir kapitalist dünya ekonomi sistemi olarak tanımlamaktadır. Bugün, kapitalist dünya-ekonomi siyasal üst yapısı olan devletlerarası sistemin parçası olmayan hiçbir devlet yoktur.* Bu dünya sisteminde dünya, merkez, çevre ve yarıçevre bölgelerine ayrılmıştır. Sermayenin toplandığı merkez bölgedeki ülkeler, sisteme egemendir.* Wallerstein, devletleri merkez ve çevre ülkeler olarak hiyerarşik sıralamaya tabi tutar ve küreselleşmeyi kapitalizm bağlamında açıklar.

2- ZYGMUNT BAUMAN – KÜRESEL DÜNYA DÜZENSİZLİĞİ* Küreselleşmeyi daha çok “etki” ve “etkileşim” anahtar kavramları etrafında algılayan Bauman, bir karmaşıklığa vurgu yapar.* Bauman’a göre, küreselleşme kavramından çıkan en derin anlam, dünya meselelerinin belirsiz, kuralsız ve kendi başına buyruk doğasıdır. Küreselleşme bu yönüyle yeni dünya düzensizliğidir.

3- ROLAND ROBERTSON – GLOKALLEŞME* Robertson, küreselleşme diye adlandırılan şeyin, uzun, düzensiz ve karmaşık bir süreç olduğuna vurgu yapar.* Robertson’a göre glokal kavramı, global ve lokal küçültme yoluyla elde edilmektedir. Yani Robertson’un bakış açısından küreselleşme, küresel ve yerel olanın etkileşimidir. Bunun anlamı, küresel (evrensel) ile yerel olanın karşılıklı olarak bir gerilim ve iletişim içersinde olmasıdır*Küreselleşmeyi bir bütün olarak dünya bilincinin güçlenmesi şeklinde açıklar.* Böylece Robertson, küreselleşmeyi sadece dünyanın homojenleşmesi, bütünleşmesi olarak gören anlayışlara mesafeli durur ve evrensel ile yerelin karşılıklı bağımlılık ve ilişkisi olarak yorumlar.

4- ANTHONY GİDDENS – MODERNLİĞİN KÜRESELLEŞMESİ* Giddens, küreselleşmeyi yeni bir süreç olarak görmez. O, yeni bir döneme girmekten ziyade, modernliğin sonuçlarının eskisinden daha çok radikalleştiği bir başa döneme girildiğini söyler.* Giddens’e göre, modernliğin dört kurumsal boyutu olan ulus-devlet sistemi, kapitalist dünya ekonomisi, askeri dünya düzeni ve uluslararası iş bölümünün bir etkileşimi olarak ve ölçek büyüterek küreselleşme kendisini göstermektedir. (sankim soru olarak çıkabilir gibi geliy bana )* Giddens’e göre küreselleşme; uzak yerleşimleri birbirlerine, yerel oluşumların kilometrelerce ötedeki olaylarca biçimlendirildiği ya da bunun tam tersinin söz konusu olduğu yollarla bağlayan dünya çapındaki toplumsal ilişkilerin yoğunlaşması olarak tanımlanabilir.

KÜRESELLEŞMENİN BOYUTLARI1- Ekonomik Küreselleşme* Küreselleşmenin ekonomik boyutu, diğer boyutlarına bir zemin oluşturması bakımından özel önem taşır. Sanayileşme insanlık tarihinde bir devrim niteliği taşımaktadır. Seri üretime bağlı olarak ortaya çıkan gereksinmeler ve tüketimin sınırsız olarak teşvik edildiği kapitalist sistemde, büyüme içinde bir sınır bulunmamaktadır. Bu durum, yeni sermaye birikimi ve sermaye sahiplerinin oluşumunu getirmiştir.* Giderek hızla artan üretimin ülke içinde tüketimi doğal olarak mümkün değildir. Bu durum, ulus sınırlarını aşan yeni arayışları gündeme getirmiştir. Bilhassa küresel aktörler diye adlandırılan ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkeler bu arayışlara ön ayak olmuşlardır. Giderek devletlerin, özel şirketler lehine ekonomik faaliyetlerden çekilmesi gerçekleşmiştir.* Böylece, üretim, işgücü, satın alma bağlamında ulus-devlet sınırlarının ekonomik anlamda aşılıp küreselleştiğini söyleyebiliriz.

2- Politik Küreselleşme* “Bill Clinton’un tarihte ilk defa iç ve dış politika arasında bir farkın kalmadığını ilan edebilmesi” küreselleşmenin politik boyutunu açıklaması bakımından üzerinde durulmaya değerdir. * Herhangi bir yerde meydana gelen politik bir olayın ya da siyasi bir tavır alışların, dünya ölçeğinde diğer ülke ve devletlerin politikalarında bir etki bırakması, hiçbir devletin dünyada kendi içine kapanmasına izin vermemektedir. Artık hiçbir sorunun iki ülke arasında özelleşmesi gibi bir durum da söz konusu olmamaktadır.* Meselenin bir başka boyutu da, vatandaşın ulus-devlet sınırları dışında uluslar arası hukuk ve kurumlarla ilişkisidir.

3- Kültürel Küreselleşme* Kültürel anlamda küreselleşmenin iki boyutu vardır. Birincisi, modern Batı kültürünün tüm dünyaya yayılması anlamında bir küreselleşme. İkinci boyut da, farklı yerel kültürlerin dünya ölçeğinde kendilerini çok rahat ifade edebilmeleridir ki, böylece kültürler tüm dünyada dolaşıma girebilmektedirler.* Modernlik çok geniş arka planıyla Batı kültürünü ve yaşam tarzını içermektedir. Batı’nın tüm dünyanın modernleşeceği iddiası, zaten özünde küreselleştirici bir özellik taşıdığını göstermektedir.* Öte yandan farklı kültürlerin dolaşıma girmesiyle, kültürel anlamda bir çoğulculuk meydana gelmiştir. Bu anlamda kültürün küreselleşmesi, kültürel çoğunluğun artması süreci olarak da görülmektedir.* Bugün sıklıkla tartışılan “çokkültürlülük” kavramı, hakim kültür yanında her kültürün kendisini ifade etmesini içermektedir. Yeni hakim kültürle yerel kültürlerin etkileşimi de yeni kültürel durumları insanların önüne getirebilmektedir.

4- İletişimde Küreselleşme* Sanayileşmeden sonra dünyada devrim niteliğinde bir gelişmeden bahsedilecekse bu, herhalde iletişim alanında gerçekleşmiştir. Geride bıraktığımız son yy da iletişim araçlarının baş döndürücü bir hızla geliştiğine tanık olmaktayız.* Türkiye’de 1968 yılında ilk defa televizyon kuruldu.* Bugün gelinen noktada cep tlf ile anında görüşmeler mümkün olabilmektedir. İnternet ise, iletişimin çok daha hızlı, ucuz ve aktif bir şekilde yapılabildiği bir ortamdır. Aslında iletişim, tüm araçlarıyla küreselleşmenim gerçekleşmesinin bir ortamı, aracı olarak işlev görmektedir.

5- Küreselleşmede Ekolojik Boyut* Son birkaç yy da çevre üzerinde olumsuz etkiler yaşanmakta ve konuşulmaktadır. Fabrikaların dumanları ve zararlı atıkları, petrol ürünleri çevre kirliğinine sebep olmaktadır.* Ekolojik felaketleri sadece sanayi atıkları ile sınırlamak mümkün değildir. Bugün bitki ve hayvan genleri üzerinde oynamalar yapılması, felaketlerin farklı bir boyutudur. GDO’lu ürünler, tarım ilaçları, melez tohumlarda küresel düzeyde birer felakettir. *Bunlar dışında tüm dünyada konuşulan kimyasal silahlar da insanlık için bir tehdittir. Bu silahlar dünyada az sayıda ülkelerde bulunmakla birlikte, dünyayı yok edecek derecedeki gücü, onu ister istemez tüm dünyanın ortak gündemi haline getirmiştir. Dolayısıyla buda küresel bir sorundur.* “Küresel ısınma” olarak adlandırılan sorun ise, bu başlığın ana eksenini oluşturmaktadır.

DİN VE KÜRESELLEŞME* Varoluşundan bu yana bütün farklılıklarıyla birlikte insanlığın bir gerçeği olan din ile kırk elli yıllık bir geçmişe sahip küreselleşme arasındaki ilişki, bu çerçevede iki boyutta ele alınabilir.Bunlardan birincisi, küresel dünyada da dini söylem, düşünce ve anlayışlardaki değişimdir. Bir başka deyişle, dinin küreselleşmenin kalıpları içersinde yeni formudur. İkincisi ise, dinin küreselleşme üzerindeki etkileri ile içinde bulunduğumuz koşullarda sunacağı imkanlardır.

Küreselleşmenin Din Üzerindeki Etkileri*Ortaçağ Avrupa’sında hakim olan kilise hakimiyeti, modern zamanlara gelindiğinde köklü bir değişime uğramış; Tanrı merkezli bir evren ve insan anlayışından insan merkezli evren ve insan anlayışına geçiş yaşanmıştır. Bu geçiş ile din oldukça büyük bir konum kaybetmiş ve insan hayatının birçok alanlarından el çektirilerek etkisi sınırlandırılmıştır.Kamu hayatının dışında bireysel olarak bir vicdan işi olarak nitelendirilmiştir.Buna göre insanoğlunun birçok ihtiyaçları yanında dini ihtiyaçları da ilgili kurumlar tarafından karşılanacaktı. Böylece din, kurumsal yapılan dışında daha çok bireyselleşmiş ve sivilleşmiştir. Bugün küresel dünyada dinin temel tezahürlerinden birisi budur.* Dinin sivilleşmesiyle bağlantılı olarak ortaya çıkan bir başka hususta yeni dini hareketlerdir.* Şüphesiz ulus-devletin sınırlı dolaşım imkanları ile küresel dünyanın imkanları arasındaki fark, dinin dünyada farklı biçimlerde tezahür etmesine sebep olmuştur.Amerika ve pek çok Avrupa ülkesinde farklı sebeplerle gelen çeşitli dinlere mensup insanlar, ülkelerde hem homojenliği bozmuşlar hem de kültürel anlamda entegrasyon problemlerinin ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır.* Küreselleşen dünyada dinle etkileşim içersinde oluşan çeşitliliğe göz gezdirirsek; Envanjelik Hareketi, Yahudi, Hıristiyan ve İslam Fundamentalizmleri, Ilımlı İslam Projesi, Latin Amerika’da kilise önderliğindeki hareketler bunlardan sadece bir kaçı.

Küreselleşen Dünyada Din* Tanrı’nın sözünü tüm insanlara ulaştırmak isteyen ve insanlar arasında yer ve kültür bakımından ayırım yapmayan dinler, evrensel bir düşünceyi yaymalarından dolayı küreselleştirici bir etkiye sahiptir. Doğal olarak bu, evrensel oldukları iddiasına sahip dinler için geçerli olabilecek bir yargıdır.(Hıristiyanlık, İslam gibi)* Hatta Robertson İslam’ın tarihsel olarak genel bir küreselleştirici yapısı olduğunu söyler. Bir dinin küreselleşmeci potansiyeli taşıması demek, insanları tüm çeşitliliğiyle kuşatabilmesi anlamına gelmektedir.* Özellikle son birkaç on yıl boyunca, beşeri kuvvet olarak din, özel meseleler kadar kamusal meselelerle de ilgili hale gelmiştir ve dünya çapında çok yönlü bir dirilişi bulunmaktadır.* Erken modernleşme teorilerinin aksine, din 1950’lerden itibaren dünyada yeniden diriliş geçti. Özgürlük arayışı ve yoksullukla mücadele gibi sosyal hareketlerin hem öncüsü hem destekçisi oldu. Mesela; Cezayir Kurtuluş Hareketi, Malcolm X, Polonya’da İşçi Hareketleri, Latin Amerika’daki bağımsızlık ve sosyal adalet hareketleri bu konuda önemli örneklerdir.* Bunların dışında din, küresel ölçekte meydana gelen birçok sorunun, kendisi içinde cevabının arandığı bir oldu olmaya başlamıştır. Bu, genel anlamda dinlerdeki adalet, hak, paylaşım gibi temel niteliklerle bağlantılı olduğu kadar, dinin telafi edici işlevinden de kaynaklanmaktadır.* Dinlerin bir şekilde kamuya dair siyaset, eğitim, kadın ve eşitlik gibi konularla ilgili hale gelmesi, onların küresel ölçekte de dünya politikaları arasında görünür kılmaktadır.

* Falk’a göre küreselleşen dünya sorunları karşısında dinin katkıları1- Mahrumiyet Duyarlılığı: Din, sosyo-ekonomik olarak en alt katmanlarda buluna ezilmişlerin sorunlarına duyarlılık gösterilmesi noktasına dikkat çeker.2- Medeniyet Yankısı: Dini devrimci dilin ve arzuların popüler kültürde derin kökleri bulunmaktadır. Bu, en ümitsiz zamanlarda bile dini bir ümit haline getirebilmektedir.3- Dayanışma Ruhu: Din, daha çok birleştiricidir. İnsanlar arasında dayanışma ve kardeşliğe önem verir.4- Normatif Ufuklar: Istıraba duyarlı beşeri potansiyelleri olumlayıcı ve ümitvar bir tarzda tanımlayan ilkesel ufuklara dair bir inanca işaret eder.5- İnanç ve İtikat6- Sınırlar: Dinin kendisine ait sınırları varsa da, beşeri hata yapabilirliği de dikkate alır.7- Kimlik: Kimliği varoluşçu bir tarzda yeniden kurar. Geçici ve sınırlı bir kimlik kurmaz.8- Uzlaşma: Denge ve uzlaşmalara davet eder.

* İnanç, ibadet, dayanışma, paylaşım, telafi etme, kimlik kazandırma gibi birçok nitelikleri içinde barındıran dinin, küresel dünyada etkinliği ve işlevinin daha da artacağı beklenebilir.


DİN SOSYOLOJİSİ 7.ÜNİTEKAMUSAL ALAN VE DİN

* “Kamusal alan”, genel olarak insanların ortak ilgi ve yaşan alanlarını tanımlayan bir kavram olarak ortaya çıkmaktadır.* Kamusal alan sadece fiziki bir mekanı değil, onun da ötesinde soyut bir paylaşım, etkileşimi müzakere ve ****for alanını ifade eder.* İşte tek tek hiç kimseye ait olmayıp ortaklaşa kullanılan ve bir çok hizmetlerinden faydalanılan bu mekanlar, genel anlamda kamusal alanlardır. Kamusal alanlar bu sebeple, o toplumda yaşayan insanların ortak ilgilerinin yoğunlaştığı yerlerdir. KAMUSAL ALAN* Türkiye’de “kamusal” kelimesi özellikle 1980’li yıllardan sonra, kamu borçları, kamu kurumları gibi kullanımlar üzerinden ve “devlet”, “halk”, ve “umum” gibi anahtar kavramlar üzerinden tanımlanmıştır.Kamu kelimesi sözlükte hep, bir ülkede halkın bütününü, amme, halk, kamu yararı anlamlarına gelmektedir. Kamusal ise, “kamu ile ilgili şeklinde anlatılmaktadır.* Kamu kelimesinin bütün, cümle, hepsi, herkes şeklideki anlamı, bir ülke halkının tamamı gibi anlamlarla genişletilmektedir.* Rappa’ya göre kamusal alanın boyutları- Kamusal alan insanlar arası iletişim ve karşılıklı etkileşimin gerçekleştiği alandır.- İnsan faaliyetlerinin oluşturduğu ****for alanıdır.- Taraftarlar arasında farklı tarz ve biçimlerle gerçekleşen bilgi alışverişlerinin yapıldığı mekandır.- Her türlü ilişki ve tartışmaların yapıldığı mekandır.- Gerek devlet gerekse devlet dışı oluşumların politikalarının gerçekleştirildiği alandır.Bu boyutlara baktığımız zaman, kamusal alanın öncelikle farklı düşünce, inanç, felsefi görüş, düşünce ve tarza sahip insanların ortak mekanı olduğunu anlaşılmaktadır.* Bunlar dışında, devlet ve sivil toplum kuruluşlarının politik, toplumsal, kültürel ve benzeri tüm faaliyetlerin gerçekleştiği alanda kamusal alandır.*Kamusal alanın bu çerçeve içinde bazı tezahürleri vardır. Bunlardan ilki, kamu alanında görülen her şeyin herkes tarafından görülebilir ve duyulabilir olması ile mümkün olan en geniş açıklığı ifade etmesidir. İkincisi “kamu” terimi, içinde özel olarak bize ait olandan ayrı hepimiz için ortak olan bir dünyayı bize gösterir.* Bir kamu alanının varlığı, peşinden dünya insanlarını bir araya toplayan onları birbirleriyle ilişkiye sokan bir şeyler topluluğuna dönüşmesi kalıcılıkla ilgilidir. Bunun bir sonucu olarak kamusal alanın doğal bir mekan olarak değil insan faaliyetlerinin ortak mekanı olarak ortaya çıktığını görüyoruz.* Kamusalın bir başka anlamı; “özelde olabilecek olmayan” demektir. Çünkü kamusal alan, bir aleniyeti, açıklığı ifade ederken, özel alan insanın kendi mahremiyetini yaşadığı yerdir. Tarihsel Süreçte Kamusal Alan*Sennett’in belirttiğine göre, yaklaşık 1470’li yıllarda kamu sözcüğünün İngilizcede ilk bilinen kullanımı,“kamuyu toplumun ortak çıkarı ile bir tutmak” şeklindedir. Yaklaşık yetmiş yıl sonra, buna sözcüğün“genel gözleme açık ve ortada olan” şeklinde yeni bir anlamı daha eklenmiştir. Bu bağlamda “kamusal” sözcüğü herkesin denetimine açık olan anlamına gelirken “özel” sözcüğü kişinin ailesi ve arkadaşları ile sınırlanan mahfuz bir yaşam bölgesi anlamında kullanılmaktaydı.* Fransız dilinde kozmopolit, her yere girip çıkabilen, aşina olduğu şeylerle hiçbir alakası ya da benzerliği olmayan durumlarda da rahat hareket edebilen kimseydi. Toplum içine (kamuya) çıkabilen manasında bu yeni kozmopolit, mükemmel bir kamusal insan olarak tanımlanır.* Yunan felsefesinde kamusal-özel ayrımı, siyasetin kamusal dünyası ile aile ve ekonomik ilişkilerin özel dünyasına dayanmaktaydı. Modern sosyolojide ise bu ayrım, normalde ev ile işin ayrılmasına gönderme yapmaktadır. Yunan düşüncesinde kamusal ve özel arasında bir karşıtlık ilişkisi bulunmaktaydı.* Habermas’a göre, kamusal hayata katılabilmenin koşulu, bir aile reisi olarak özel hayat alanında özerk olmaktır. Fakat bu kamuya yoksullar, mülksüzler, köleler ve kadınlar engellenir. Dolayısıyla toplumun her kesimine açık değildir.* Yunanlıların bilincinde kamu, özel alanın karşısında bir özgürlük ve istikrar alemidir. Aristo’nun sıklıklı zikrettiği erdemler, ancak kamu alanında mümkündür.* Kamusal alanın özel alandan ayrı bir yaşam alanı olarak ortaya konmasında sanayileşme ve buna bağlı kapitalist toplum yapısı da etkilidir.* Sosyal yaşamın rekabetçiliği ve ortak yaşamın genişleyen alanı özel yaşamın alanını giderek daraltmıştır. KAMUSAL ALAN KAVRAMINA FARKLI YAKLAŞIMLAR 1- HANNAH ARENDT – AGONİSTİK KAMU ALANI* Agonistik kavramı, Cumhuriyet ve sivil yaşamın erdem üzerine oturduğu geleneklerde ortak olan kamu anlayışı için kullanılmaktadır.* Agonistik görüş açısından kamusal alan, ahlaki ve siyasal büyüklüğün, kahramanlığın ve seçkinliğin açığa çıktığı, gösterildiği ve diğerleriyle paylaşıldığı bir görünümler alanıdır. İnsanların tanınmak, üstün olmak ve itibar görmek için birbirleriyle rekabet ettiği, insani diye nitelenen her şeyin geçici olmaması için güvence aranan yerdir.* Bu ise, Yunanlılarda kent devletinin, Romalılarda kamu işlerinin gördüğü işlev gibi, öncelikle bireysel hayatın geçiciliği ve boşunalığına karşı bir güvence ve kalıcı vurgu yapan bir alandır.* Arendt’e göre bu alan, ahlaki açıdan homojen ve siyasal bakımdan eşitlikçidir.* Arendt, kamusal alanda her şeyden önce özgürlükleri temel zemine yerleştirir. Kişiler kendilerini bu ortamda rahatça ifade edebilirler. Bu, aynı zamanda ortak ve aleni diyalogların gerçekleştiği alandır. 2- LİBERAL KAMU YAKLAŞIMI* Bu modelin önemli isimlerinden Bruce Ackerman’ın “liberal diyalog” kavramı, bu yaklaşımın temeline yerleştirilebilir.* Bu yaklaşımda önemli olan, kamuda neyin iyi ya da ahlaki olduğunu ortaya koymak değildir. Fakat kamusal düzenin nasıl sağlanacağı önemli bir konudur. Bu bağlamda, toplumda yaşayan insanlar, neyin iyi olduğu konusunda ortak bir noktada buluşamasalar da, önemli olan birlikte yaşama sorununu akla uygun nasıl çözecekleri hususunda bir araya gelmeleridir. Dolayısıyla liberal kamu yaklaşımında neyin iyi ve ahlaki olduğu sorusu yerine, ortak yaşamın akla uygun olarak nasıl gerçekleştirileceği problemi ikame edilir.* Çeşitlik ve farklılıklara açık olmakla birlikte, onun temel problem yaptığı şey kamu düzeninin sağlanmasıdır.* Liberal kamu, aşkın yani vahyi ya da dini bir ahlakilik ve iyilik düşüncesi ve önerisine kapalıdır. Yanidini kaynaklı “iyi” ve “ahlakilik”lere kapalıdır. 3- JÜRGEN HABERMAS – SÖYLEMSEL KAMU ALANI* Jürgen Habermas, modern toplumların gelişimini kamusal alana katılımın genişlemesi açısından analiz etmektedir. Kamusal alana katılım, ancak dar bir şekilde tanımlanan politika alanında gerçekleşebilecek bir etkinlik olarak değil, toplumsal, kültürel ve diğer alanlarda da konuşulmayı gerektirecek bir etkinlik olarak görülmeye başlanmıştır.* Bu görüşe göre kamusal alan, agonistik bir şekilde politik seçkinler arasında itibar kazanma ve mücadelelerin değil, demokratik bir şekilde genel olarak toplumsal normlardan, kolektif kararlardan etkilenenlere bu norm ve kararların oluşturulmasında, değiştirilmesinde ve benimsenmesinde söz hakkı tanıyacak ortamın yaratılması ve oluşturulması olarak anlaşılır.* Habermas, kamusal alanın içeriği ve sınırları kesin olarak çizilen bir alan olarak tanımlamaz. Ona göre, kamusal alan, o toplumda yaşayan ve siyasal, kültürel, toplumsal tüm karar süreçlerinden etkilenen insanların, aslında kendileri ile ilgili olan tüm meselelerde tartışmalara katılarak bir söylem üretmeleridir. Habermas, burada aslında demokratik katılım süreçlerini de devreye sokan bir anlayıştadır. İLGİLİ KAVRAMLARLA İLİŞKİLERİ İÇİNDE KAMUSAL ALAN KAMUSAL ALAN VE ÖZGÜRLÜK* Bugün sosyal hayatta kamusal alanın özgürlükle bağlantılı tartışmalarının temelinde, farklı din, inanç ve düşünceden insanları kendilerini kamusal alanda nasıl ifade edecekleri ve farklılıkların sosyal hayatta yansımalarının nasıl olacağı üzerinde odaklanmaktadır. Özgürlük soyut anlamda, bütün düşünce ve inançlara kamusal alanda temsil edilmeyi ve kendisini ifade etmeyi içermektedir.* Özgürlükle bağlantılı olarak kamusal alanın nasıl düzenleneceği ve işleyeceği konusunda iki pratik yaklaşım vardır. Birincisi, kamusal alanı “nötr” bir alan olarak varsayan yaklaşımdır ki, kamusal alanı tüm değer ve sembollere kapatmaktadır. Pratikte bu yaklaşım kamu alanının değerlerden arındırılması şeklinde tezahür etmektedir. İkincisi ise, kamusal alanı tüm farklılıkların ifade edilebileceği bir heterojenlik içinde varsaymaktadır. İkinci yaklaşım daha özgürlükçü bir anlayışın altını çizmektedir. KAMUSAL ALAN VE DEVLET* Kamu borçları, kamu bankaları gibi tanımlamalarda ifade edilen kamu kelimesine, pratik kullanımda devlet anlamı verilmektedir. Hiç şüphesiz tüzel bir kişilik olarak devlet, burada yönetenleri ve içerdiği hakla vardır. Devlet organizasyonunu oluşturan halk ve genel umum, aslında hem borçların hem de bankaların asıl sahibidir. Bu çerçevede devletin, halkın kendisi için oluşturduğu bir organizasyon olduğu gerçeğinden mesafe alınarak, özelde kamu alanının tek belirleyicisi ve sahibi olarak da görülmüştür.* “Kamusal” kelimesinin devlet ile özdeşleştirilen kullanımının, bugün neredeyse daha baskın olduğu görülmektedir.* Sivil bir kamusal alan, bugün hem Batı ülkelerinde hem de diğer ülkelerde en fazla tartışılan konulardan birisidir. ÖZEL ALAN VE KAMUSAL ALAN AYRIMI* Bugün genel anlamda özel alan, herkesi ilgilendirmeyen, umumun ilgisi dışındaki ev ve aile gibi alanları ifade edecek tarzda içeriklendirilmektedir. Buna göre kamusal alan da, bunun dışındaki tüm alanları kapsayacak tarzda, umumun ilgisine açık mekanlar olarak kullanılmaktadır.* Bununla birlikte günümüzde iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla birlikte, “özel alanın kamusallaşması” gibi bir olgudan bahsedebiliriz. Tv ve internet üzerinden özel hayatın daha çok gündeme gelmesi ile özel hayatların bir çok boyutlarıyla kamuda konuşulur hale gelmesi bu durumun yansımaları olarak görülebilir. KAMUSAL ALAN VE KÜRESELLEŞME* Küreselleşme, iletişim araçları üzerinden dünyadan daha çok haberdar olunması süreci olarak önem taşımaktadır.* İnternet ortamının yeni kamusal alanlar oluşturduğu söylenebilir. Zira orada birbirini hiç görmeyen insanlar, ortak bir mekana değmeden, kendi ülkelerinin de sınırlarını aşarak dünya ölçeğinde kendilerini ilgilendiren konularda bir diyalog ve tartışmaya girebilmekte, ortamlar oluşturabilmektedirler.* Küreselleşmenin mekanı önemsizleştiren yapısı, kamusal alanında yeni sanal mekanlar üzerinden tartışılmasına imkan vermektedir. Nitekim bugün bir çok alanda e-devlet hizmetinin yaygınlaşması, kamusal alanı herkesi ilgilendiren özelliğine süreklilik kazandırmakta, ancak gerçek mekanları zorunlu olmaktan çıkarmaktadır. DİN VE KAMUSAL ALAN* Bir dine inanan kişi, sadece inanmakla yetinmemekte, bu inancını gerek bireysel gerekse toplumsal boyuttaki ibadetleriyle göstermektedir. Bundan da öte, inancın gündelik hayatın bir çok alanında yansımaları olmaktadır. Dolayısıyla tarih boyunca dinlerin salt bir inancın konusu olmadığını görmek mümkündür. Tüm bu analizlere dayanarak, dinin sadece özel alanla sınırlı olmayıp kamusal boyutlarının olduğunu söyleyebiliriz.* Dinlerin kamusal alanda nası görünür olduğu, dinlerin kendilerini kamusal alanda ifade etmeleri, dini sembol ve değerlerin kamusal alanda bulunmaları gibi tartışmalar, bu bağlamda din ve kamusal alan arasındaki ilişkiler sonucu ortaya çıkmıştır. Bu konudaki yaklaşımlardan birisi, kamusal alanı tüm dini değerlerden arındırma şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu yaklaşıma göre dini çeşitlilik (mezhepler vs) kamu düzenini bozabilir. Onlar kamusal alanın nötr olması gerektiğini ileri sürerler. İkinci yaklaşım, tüm dini sembol ve değerlerin kendilerini kamusal alanda ifade etmeleridir. Bu daha kapsamlı ve özgürlükçü bir yaklaşımı ifade eder. Hangi din ve inanç olursa olsun, onların kamusal alanda temsiliyeti problemi özgürlükçü yaklaşımlarla aşılabilir. Bu bağlamda, herkese ait olan kamusal alanın herkesin dinine de açık olması, bir çok problemlerin aşılmasını sağlayacaktır.* Kamusal alanın sivil bir ortamda sağlıklı bir şekilde inşa edilebilmesi açısından kamusal alanda otoritenin belirli bir dini yorumu dayatması, toplumsal barış ve ilişkilerin bozulmasına sebep olacaktır.


DİN SOSYOLOJİSİ 8.ÜNİTEGÜNDELİK HAYATTA DİN
* Çocuklukta dini tutum ve davranışların kazanılması evresine asli sosyalleşme evresi denir. Bireyin dini tutum ve davranışları köklü bir biçimde bu dönemde inşa edilir.* Gündelik hayatın merkezinde ağırlıklı olarak aile hayatı, çalışma hayatı, boş zaman faaliyetleri ve iletişim biçimleri yer alır. Siyaset, hukuk, sağlık ve eğitim gibi kurumlar bu merkezde yer alır. Aslında gündelik hayat, hayatımızı düzenleyen bütün toplumsal kurumlardan asgari ölçüde örnekler taşır.* Sosyalleşme sürecinde toplumsal kuralları öğrenir ve içselleştiririz. Kültür edinme (kültürlenme) sürecinde ise kurallardan öte toplumu meydana getiren maddi-manevi öğeleri ve bunları nasıl kullanacağımızı da öğreniriz.* E.Taylor’a göre kültür; “Toplumun bir üyesi olarak insanın edindiği bilgi, inanç, sanat, ahlak, yasa, adet ve diğer herhangi bir yetenek ya da alışkanlıkların girift bir bütünüdür.* Gündelik hayatın iki temel belirleyicisi söz konusudur. Birincisi geleneksel kültür, diğeri ise popüler kültürdür.Geleneksel kültür: Toplumun hemen tamamı tarafından paylaşılan, kökü çoğunlukla bilinemeyen bir tarihe kadar uzanan, hayatın her alanını büyük ölçüde kapsayan, nesilden nesile doğal süreçlerle aktarılan kültürdür.Popüler kültür: Daha çok boş zaman faaliyetlerine veya tüketim eylemlerine yönelik olarak belirli üreticiler tarafından bir **** olarak ortaya konulan, dolayısıyla elde edilmesi için belirli bir ücret ödenen, hızla değişiklik gösteren kültürdür. GÜNDELİK HAYATTA DİNİN TEZAHÜRLERİGELENEK-DİN İLİŞKİSİ: ÖRTÜŞME VE ÇATIŞMA* Dinin tamamen kültür ürünü olduğunu iddia eden görüş, 19.yy daki salt antropolojik ve sosyolojik yaklaşımların sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu görüş pozitivist bir yaklaşıma dayanır. Pozitivist yaklaşımı benimseyen 19.yy sosyal bilimcileri, o dönemde zirveye çıkan antropolojik verileri de kendi düşüncelerine destek için kullanmışlardır. Yani ilkel olarak nitelendirilen kabileler hakkındaki verileri toplayıp, onların zihniyetlerini çözümlemeye çalışarak dinin insan ürünü olduğunu iddia etmişlerdir. Dolayısıyla dini olarak bilinen her şey bir kültür ürününe dönüşmüştür.* Bu konudaki ikinci aşırı görüş ise dinin topluma hakim olduktan sonra kültürün bütününü kuşattığı, geleneği tamamıyla düzenlediği şeklindeki yaklaşımdır. Bu yaklaşım ile Hıristiyan medeniyeti bütünüyle Hıristiyanlığın şekillendirdiği, İslam medeniyeti ise bütünüyle İslamın şekillendirdiği büyük kültürel yapılar olarak görülür. Dinler belirli bir zihniyetle kültürel yapıyı ana hatlarıyla şekillendirirler ancak bunu bütün detaylara kadar indirgemek mümkün değildir. Zira medeniyetler uzun bir tarihi süreçten sonra ortaya çıkar.* Dinler, ilk ortaya çıktıkları toplumlarda kültürü bütünüyle değiştirmezler, eski kültürel yapı bir bölümüyle devam eder. Din ve kültür karşılıklı olarak birbirlerini etkiler.* Her din bir kültür içinde ortaya çıkar. O kültürü bütünüyle reddetmez, kültürden bazı izler taşır ama aynı zamanda kültürü yönlendirir.20.yy ın önemli alimlerinden Hamidullah’a göre İslam “değiştirilmesini veya neshedilmesini lüzumlu gördüklerinin haricinde müminlerin tatbik edegelmekte oldukları bütün eski adet ve geleneklerin devamına müsaade etmiştir.” * Yaşanan din iç içe geçmiş iki katmandan oluşur. Birincisi resmi din ya da kitabi din, ikincisi paralel dinde denilen halk dinidir.Kitabi din (resmin din): İlahiyatçılar arasında önemli ölçüde uzlaşının olduğu uygulamalar dinin resmi/kitabi yönü olarak nitelendirilebilir. Özellikle dinin belirli bir örgüt altında kurumsallaştığı örneklerde resmi din daha açık görülür. Bunun en önemli örneği Katolikliktir. Katoliklik kilisesi büyük ve tek bir örgüt olarak neyin Hıristiyanlığa uygun olduğunu neyin ise bunun dışında kaldığını belirler. İslamda böyle bir örgütlenme ve bağlayıcı otorite söz konusu olmadığından din olarak herhangi bir şeyin dayatılması mümkün değildir. Ancak yinede mezhep imamlarının ortaya koymuş oldu iman ve ibadet esasları büyük ölçüde Kitap ve Sünnete uygun dini anlayış olarak kabul edilir.İslami literatürdeki bid’at sosyolojik anlamdaki halk dindarlığının bir bölümünü oluşturur.Halk dini ( paralel din): Dini kuruluşların veya ilahiyatçıların söylemlerinin yanında dinin gelenek içinde aldığı biçime halk dini denir. Buna aynı zamanda paralel din denilmesinin sebebi ise resmi söylemlerin dışında bazı inanç ve uygulamaları da içermesidir. Ancak halk dini kitabi dinden tamamen farklı değildir. Dinin orijinal yapısındaki uygulamalar ve sonradan katılanlar bir araya gelip yeni bir sentez oluştururlar. Bu sentezde yerine göre dinin birincil düzeydeki uygulamaları ikinci düzeye inebilir. Örneğin ülkemizde sık görülen bayram namazlarının sabah namazına göre daha önemli kabul edilmesi. Birey sabah namazını kaçırdığı için üzülmez ama bayram namazını kaçırırsa ciddi olarak üzülebilir.* İlahiyatçılar sürekli olarak dini korumak gayesiyle halk dinine yönelik sistemli eleştirilerde bulunurlar. Böylelikle gelenek içinde taşınan halk dini ile kitabi din arasında bir çatışma yaşanır. Gelenek büyük ölçüde halk dini ile bütünleşmiş olduğundan buna gelenek-din çatışması diyebiliriz. Gelenek- Din Çatışması*Gelenek modernlik öncesi durumu ifade etmek için kullanılan bir kavramdır. Batı’da ortaya çıkan ve oradan bütün dünyaya yayılan modern düşünce ve modern hayat tarzının zıttı olarak geleneksel düşünce ve geleneksel hayat tarzı kabul edilir.*Geleneksel toplumların ortak özelliklerinden bir tanesi dinsellikleridir. Yani her gelenek bir şekilde din ile irtibatlıdır ve onunla yoğrulmuştur. Geleneksel olan aynı zamanda dini olarak kabul edilir.* Dinin gelenekle mücadelesi ilk ortaya çıktığında başlar. İslam örneğinde “ataların yolu” bir gelenektir. Yeni din bir topluma hakim olduktan sonra geleneksel yapının en önemli belirleyicilerinden biri olur.* Gelenek-din çatışmasının birbirine zıt iki boyutu vardır. Birincisinde toplum, dindarlığını resmi dinin öngördüğü biçimden fazlası ile ifade etmek ister. Bid’at ya da hurafe olarak görülen tutum budur. İkincisinde ise toplum, resmi dinin ince ve katı normlarını, bütünüyle karşı gelmeden yumuşatmak ister. Farz ve haramın dejenerasyonu buradan başlar.* Din ile geleneksel yapı arasındaki gerginliğin önemli örneklerinden biri olarak düğün eğlenceleri verilebilir. Din adamlarının genelde olumsuz yaklaşımlarına rağmen halk bu günde çalgılı türkülü oyunlu eğlence peşinde olmuştur. Halk bir din adamının çalgı çalmasını eğlenmesini hoş görmez ama kendisi yapar. KÜLTÜRÜN DİNİ TEMELLERİDinin Kültür Belirleyici Gücü*Dinlerin, kültür ve medeniyetlerin oluşumunda veya şekillenmesindeki gücü bazı özelliklerinden kaynaklanır. Her şeyden önde din tek tek bireyler üzerinde güçlü bir etkiye sahiptir.- Din insanlara anlam dünyası sunar; insanın bu dünyada niye yaşadığı, hayatının amacının ne olduğu gibi varoluşsal sorulara cevap verir. Din, mevcut toplumsal hayatın meşrulaştırılmasında da birey üzerinde en etkin faktördür.- Dinin etki gücünü artıran bir diğer özelliği objektifleşmek suretiyle daha kolay ve hızlı biçimdeörgütlenmesidir. Din bağı, kan bağından bile güçlü bir şekilde inananları bir araya getirir, onların örgütlenmesine yardımcı olur.- Dinin kültür üzerinde ki etkisini artıran üçüncü özelliği ise bütünleştiriciliktir.* Nihayetinde dinler, insanları bir araya getirmek, örgütlenmek, bütünleştirmek, yerleşik hale getirmenin paralelinde sanatın, edebiyatın, hukukun gelişmesine de doğrudan etki ederler. Dini metinler, onların yorumlanması, yeni dini-edebi türlerin ortaya çıkışı, başta mabet mimarisi olmak üzere resimden müziğe geniş bir yelpazedeki sanatsal faaliyetler, bireyler arası ilişkileri düzenleyen kurallar bir bütün olarak düşünüldüğünde dinin kültür belirleyici doğası daha iyi anlaşılır. Dinin Etki Alanları* Din her şeyden önce toplumun zihniyetini belirler. Birey topluma ve kültüre şekil vermekten çok toplum ve kültür tarafından biçimlendirilir, bu süreçte de bir zihniyet kazanır. Din kurumu birey, kültür ve toplumsal yapı üzerinde geniş bir söyleme sahip olduğundan zihniyeti belirleyen en önemli faktör olarak karşımıza çıkar.Örneğin toplumun din anlayışı sağlıkla ilgili önlemlerde zaman zaman gevşekliğe yol açabilmektedir.Ecelin ilahi takdir olduğunu düşünüp, emniyet kemeri takmayıp ya da domuz gribi salgınında aşı olmayıp tedbir almamak gibi. * Zihniyetin yanında dinin gündelik hayatımızdaki etkisi en açık biçimde karşımızdadır. Her şeyden önce dilimiz önemli ölçüde dinidir. Selamlaşma, beğeni, temenni cümleleri, zorluklar karşısındaki ünlemlerde dini içerikli kelimeler ve cümleler kullanılır.* Yeme-içme kültürü üzerinde de dinin açık etkisini görebiliriz. Yenilmesi içilmesi dince uygun bulunan maddeler veya yasaklanan maddeler, özellikle hayvanların kesilme biçimi ve yeme şekli. Yemeğe başlarken besmele çekmek bitirince hamdetmek, sağ elle yemek vs.* Dindarlık söz konusu olmasa bile bazı dini nesneler gündelik hayatımıza yayılmıştır. Örneğin her evde Mushaf bulunması, kızların çeyizine mutlaka bir seccade konulması, ailede hiç kimse namaz kılmasa bile misafire gerekli olur düşüncesiyle seccade bulunması, duvarlarda ayet, Allah Muhammed lafızları yada mübarek yerlerin resimlerinin olması, tesbihin bir zikir aracı olması dışında elde gezen aksesuara dönüşmesi vs.* Dinin en önemli etki alanlarından birisi de mimaridir. Özellikle mabet mimarisi her dinin adeta kendisinin hak ve diğerlerinden üstün oluşunun göstergesi olarak büyük bir incelik ve zenginlik içersinde gelişmiştir. Mabet mimarisinde, çok dinli bir toplumsal yapıda diğer dinlerle rekabette söz konusudur. Örneğin, Kubbetü Sahra’nın yapılışında bu olgunun rol oynadığını görürüz. Halife Abdülmelik b.Mervan, Hıristiyanların Kumame Kilisesi’nin büyük yapısın ve ihtişamını görünce Müslümanların kalbinde kiliseye karşı bir tazim duygusu uyanmasından endişe duyarak bu kubbeyi yaptırmıştır. Bu rekabet içinde Süleymaniye, Selimiye ve Sultanahmed Camileri gibi abidevi eserler ortaya çıkmıştır. Yani Ayasofya bu rekabet içinde öğretici bir model görevi yapmıştır.* Dinlerin gündelik hayatın belirleyici faktörlerinden olan siyasi ve iktisadi yapı üzerinde de doğrudan etkilerini görmek mümkündür. Mesleğe, çalışmaya, dünyaya bakışa dayalı ve çoğunlukla dini motiflerle süslenmiş bir zihniyet gündelik hayattaki çalışma düzenini etkiler. Örneğin, ortaçağda ortaya çıkan, gerek Hıristiyanlıkta gerekse İslamda yoksulluğu dini yaşantıya daha uygun gören züht hareketleri. Ortaçağ Hıristiyan dünyasında hakim dini eğilim dünyadan kaçıştı.* Din iktisat kadar siyaset üzerinde de etkilidir. Modernlik öncesi dönemde özellikle Hıristiyan dünyada Papalığın ve diğer kiliselerin ülke yönetimlerinde ciddi anlamda etkin olduğu görülmektedir. Doğrudan bir din adamının devlet başkanı olduğu örnekler çok azdır ancak yöneticiler her zaman için iktidarlarını dinle desteklemek ve meşrulaştırmak gayretinde olmuşlardır. İnsanlar siyasi tercihlerde bulunurken doğal olarak kendi dini yapılarını da göz önüne almaktadırlar. Bireysel ve Toplumsal Hayatta Din*Din bireysel ve toplumsal hayatın bütün alanlarına yayılmış olmakla birlikte dönüm noktası diyebileceğimiz konularda daha fazla ön plana çıkar. Hayatın başlangıcı ve sonu bunlar içersinde en önemlileridir. Doğum, ölüm, bebeğe isim vermek, Müslümanlığın sembolü sünnet, ilkel kabilelerdeki giriş ayini (gerçek klan olmak için), Hıristiyanlıktaki vaftiz töreni, nikah vs. birey açısından önemli dini muhtevaya sahip uygulamalardır.* Bireysel hayatlarımızda olduğu kadar toplumsal hayatın önemli zamanlarında da din yer alır. Dini bayramlar, milli bayramlar, düğünler, törenler vs. Sosyo-Kültürel Yapının Dine Etkisi* Din hem ortaya çıkışında hemde gelişiminde çevresel şartların etkisi altındadır. Bugün yaşayan hiçbir dinin, kurucu peygamberin dönemiyle aynı olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Sosyo kültürel yapının dini etkilemesi, o yapı içersisinde yetişen bireylerin yaklaşımları ve tepkileriyle ilgilidir. Dini, Kültürün Etkisine Açık Hale Getiren Faktörler* Din çeşitli faktörler ile kültürün etkisine açık ve hazır hale gelir. Bu faktörlerin bir kısmı psikolojik bir kısmı ise toplumsaldır. Bunları üç başlık altında ele alabiliriz.1- Bireylerdeki dindarlık eğiliminin kolektif hale gelmesi :- Salatı terficiye uygulaması- İslam toplumunda dindarlık eğilimine paralel olarak gelişen ibadet tarzının ilk örneği Hz Muhammed zamanında görülmüştür. Osman b.Ma’zun ve arkadaşları gündüzleri sürekli oruçlu geceleri ibadetle geçirme konusunda anlaşmışlar ama Efendimiz bunun doğru olmadığını söylemiştir.-Mübarek gün ve gecelerde kılınan namazlar yapılan ibadetler (Kadir gecesi dışında mübarek gecelerin kutsallığı İslam alimleri arasında tartışma konusu olmuştur.)- Mevlid kandili uygulaması ((İslamın temel kaynaklarına dayanmadığı hususunda kimsenin şüphesi yoktur.)* İlk mevlit kutlamasını başlatan: 10.yy da Mısır’daki Fatımi Hanedanı.* Sünni halk arasında mevlit kutlamasını başlatan: Erbil Atabeyi Muzaffer Kökböri2- Pratik toplumsal ihtiyaçlar : - Minarenin ortaya çıkışı, minarelere bayrak çekmek ve kandil asmak* Minare ilk olarak Muaviye zamanında yapılmış- Hz Osman döneminde insanları cuma namazı konusunda uyarmak amacıyla dış ezan okunması. Dış ezan pratik bir ihtiyaca cevap verdiği için zamanla hayatımıza yerleşmiştir. 3-Diğer kültürlerle temas* Kültürler ticaret, seyahat, savaş ve göç (istila) gibi olgularla başka kültürlerle karşılaşırlar.- Haçlı seferleri sayesinde, hiç amaçlanan bir durum olmamakla birlikte, Batı ve Doğu dünya arasında büyük bir kültür alışverişi meydana gelmiştir.- Göç veya istila gibi bir sebepten dolayı uzun süre bir arada yaşamak zorunda kalan kültürler arasında bu etkileşim en üst düzeyde olur. Buna kültürleşme adı verilir. Örneğin Hıristiyanlıktaki yılbaşı ve Paskalya bayramlarının eski putperest bayramlarının dönüştürülmüş halleri olduğu iddia edilir. Sosyo-Kültürel Yapının Din Üzerindeki Etki Alanları* Sosyo-kültürel yapının din üzerindeki etkilerini inanç, ibadet ve diğer toplumsal kurumlar olmak üzere üç başlık altında ele almak mümkündür.İnanç: Resmi öğreti içindeki ihtilaflar ve çeşitli halk inançlarının dine mal edilmesi.Örneğin kabir azabının olup olmadığı hakkında İslam alimleri arasındaki tartışma konusu olmuş, kader konusundaki tartışmalar mezheplerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Bunların yanında toplumlar Müslüman olurken kendi inançlarının bir kısmını yeni dinlerine taşımışlardır. Bazı taşlara ağaçlara kutsallık atfetmek, ölmüş kişilerden yardım dilemek gibi.İbadet: Hatimler Efendimiz zamanında bireysel yapılıyordu. Ancak daha sahabe ve tabiin zamanında toplu icra edilen merasimler haline gelmiştir. Günümüzde insnların en çok rağbet ettiği nafile namaz olan teravih namazı ise Hz Muhammed sonrasında ibadetlerle ilgili yapılan düzenlemelerin ilk örneğini teşkil eder.Mübarek geceler ait namazlar ise tamamen sonradan ortaya çıkmıştır.Kabuklu deniz hayvanlarının yenilip yenilmemesi durumu.Diğer toplumsal kurumlar: Para vakıfları HAZIRLAYAN:İSRA
__________________
لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا

"Allah hiç kimseye taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez."

|| BAKARA 286. ||


MAZARET insanın kendine söylediği en büyük ''YALAN''dır !! ..

Velhasıl-ı kelâm.
Namaz, duâ, gayret, nâsip. . .
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi makbergülü 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Evde yapılabilecek deterjan ve şampuanlar Pratik / Faydalı Bilgiler Mihrinaz 1 102 14 Ekim 2023 13:09
yeniden merhabalar Serbest Kürsü KardelenGül 12 4371 27 Eylül 2018 18:05
2014 kpss için konu dağılımı KPSS İstişare/Sohbet nurşen35 1 2787 11 Ağustos 2014 13:31
evde tarhana yapmanın püf noktaları (: Pratik / Faydalı Bilgiler Allahın kulu_ 5 3992 11 Ağustos 2014 12:07
KPSS Birde Böyle Hazırlanmayı Deneyin KPSS İstişare/Sohbet Mihrinaz 9 3826 11 Ağustos 2014 11:21

Alt 10 Mart 2013, 23:51   Mesaj No:2
Medineweb Emekdarı
makbergülü - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:makbergülü isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 17068
Üyelik T.: 03 Mart 2012
Arkadaşları:26
Cinsiyet:anne
Memleket:arz
Yaş:45
Mesaj: 1.078
Konular: 171
Beğenildi:211
Beğendi:27
Takdirleri:246
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
DİN SOSYOLOJİSİ 6.-7.-8.üniteler

DİN SOSYOLOJİSİ 6.ÜNİTE

KÜRESELLEŞME VE DİN
KÜRESELLEŞME*Sosyal bilimlerde pek çok kavram gibi küreselleşme kavramı da farklı biçimlerde anlaşılmakta ve tanımlanmaktadır. Bugün küreselleşmenin bir olguyu mu yoksa dünya çapında geçerlilik kazandırılmaya çalışılan bir ideolojiyi mi ifade ettiği hususu hala tartışmalıdır.* Bir kavram olarak küreselleşme; hem dünyanın küçülmesine hem de bir bütün olarak dünya bilincinin güçlenmesine gönderme yapmaktadır. Dünyanın küçülmesi, artık dünyada olup bitenlerden kolaylıkla haberdar olmak ve karşılıklı etkileşimi anlatmaktadır. Bu durum, insanı kendi ülkesi dışında tüm dünyayla ilgili hale getirmekte ve bir dünyalılık bilinci oluşturmaktadır.* Roland Robertson’un deyişiyle, giderek artan karşılıklı bağımlılık tek bir mekan olarak dünya bilincini inşa etmektir. Bilhassa elektronik bağımlılık (internet vs), dünyayı “küresel bir köy” olarak yeniden oluşturmaktadır.* David Harvey, küreselleşmeyi “zaman mekan sıkışması” olarak tanımlamaktadır.

* Küreselleşme; “aydınlanma”, “modernlik”, “ulus-devlet”, “postmodernlik” gibi kavramlarla yakın ilişkiler içersinde anlam kazanır ve aslında çok boyutlu bir süreç olarak dikkat çeker.* “Aydınlanma” felsefesi, bilhassa modernlik ve ulus-devletin temelinde bulunmaktadır. Postmodernizm ise Aydınlanma düşüncesinden farklılaştığı iddiasındadır. Küreselleşme ise tüm bunlarla sebep-sonuç ilişkisine sahiptir. Bu sebeple, küreselleşme bu süreçler anlaşılmadan bir süreklilik olarak kavranamaz.* Aydınlanma; Tanrı merkezli bir evren ve insan anlayışından, insan merkezli bir evren anlayışına geçişi anlatır. Bu, Ortaçağ’da hakim olan kilise egemenliğinin sona ererek, insanın Tanrı’ya müracaat etmeden yeni bir dünya kurma teşebbüsünü anlatmaktadır. * Kant’a göre aydınlanma; kendi suçu ile düşmüş olduğu ergin olmayış halinden kendi imkanlarıyla kurtulması. Buna göre vahiy, bu “ergin olmayış halini” ifade etmektedir. Dolayısıyla insan, Tanrı vahyine ihtiyaç duyduğu sürece aydınlanmış olmayacaktı.Modern dünya böyle bir anlayış temelinde ortaya çıkmıştır.* Modernitenin dayandığı öncüller; bireyselleşme, sekülerleşme, ilerleme, kentleşme, modern ulus-devlet gibi unsurlar.İmparatorlukların dağılmasının ardından, modern dünyanın siyasi yapılanması, ulus-devlet modeli temelinde ortaya çıkmıştır. Türkiye başta olmak üzere Fransa, Almanya, Japonya gibi tüm ülkeler etnisite merkezli kurulan ulus devletlerdir.* Ulus-devlet yapılarının özellikleri: Toprağa bağlı olmak, Tek tipçi anlayış, Milliyetçi duygulara yaslanma.*Modernite, Batı merkezci yönelimi ve niteliğinden dolayı, dünyanın Batı dışında kalan insanlarında Batı’nın geçtiği aşamalardan geçeceğini savunmaktadır. Yani bunun anlamı, er yada geç Batıya benzeyecekleri düşüncesidir.* Dünyayı küresel boyutlara getiren gelişmelerde ekonomi, önemli ve başat bir faktör olmakla birlikte, küreselleşmeyi sadece ekonomi merkezli ele almak eksik olacaktır.

KÜRESELLEŞME TEORİLERİ

1- İMMANUEL WALLERSTEİN – MODERN DÜNYA SİSTEMİ* Ona göre modern dünya sistemi 16.yy da öncelikle Avrupa’da vücuda gelmiştir.* Wallerstein, modern dünya sistemini bir kapitalist dünya ekonomi sistemi olarak tanımlamaktadır. Bugün, kapitalist dünya-ekonomi siyasal üst yapısı olan devletlerarası sistemin parçası olmayan hiçbir devlet yoktur.* Bu dünya sisteminde dünya, merkez, çevre ve yarıçevre bölgelerine ayrılmıştır. Sermayenin toplandığı merkez bölgedeki ülkeler, sisteme egemendir.* Wallerstein, devletleri merkez ve çevre ülkeler olarak hiyerarşik sıralamaya tabi tutar ve küreselleşmeyi kapitalizm bağlamında açıklar.

2- ZYGMUNT BAUMAN – KÜRESEL DÜNYA DÜZENSİZLİĞİ* Küreselleşmeyi daha çok “etki” ve “etkileşim” anahtar kavramları etrafında algılayan Bauman, bir karmaşıklığa vurgu yapar.* Bauman’a göre, küreselleşme kavramından çıkan en derin anlam, dünya meselelerinin belirsiz, kuralsız ve kendi başına buyruk doğasıdır. Küreselleşme bu yönüyle yeni dünya düzensizliğidir.

3- ROLAND ROBERTSON – GLOKALLEŞME* Robertson, küreselleşme diye adlandırılan şeyin, uzun, düzensiz ve karmaşık bir süreç olduğuna vurgu yapar.* Robertson’a göre glokal kavramı, global ve lokal küçültme yoluyla elde edilmektedir. Yani Robertson’un bakış açısından küreselleşme, küresel ve yerel olanın etkileşimidir. Bunun anlamı, küresel (evrensel) ile yerel olanın karşılıklı olarak bir gerilim ve iletişim içersinde olmasıdır*Küreselleşmeyi bir bütün olarak dünya bilincinin güçlenmesi şeklinde açıklar.* Böylece Robertson, küreselleşmeyi sadece dünyanın homojenleşmesi, bütünleşmesi olarak gören anlayışlara mesafeli durur ve evrensel ile yerelin karşılıklı bağımlılık ve ilişkisi olarak yorumlar.

4- ANTHONY GİDDENS – MODERNLİĞİN KÜRESELLEŞMESİ* Giddens, küreselleşmeyi yeni bir süreç olarak görmez. O, yeni bir döneme girmekten ziyade, modernliğin sonuçlarının eskisinden daha çok radikalleştiği bir başa döneme girildiğini söyler.* Giddens’e göre, modernliğin dört kurumsal boyutu olan ulus-devlet sistemi, kapitalist dünya ekonomisi, askeri dünya düzeni ve uluslararası iş bölümünün bir etkileşimi olarak ve ölçek büyüterek küreselleşme kendisini göstermektedir. (sankim soru olarak çıkabilir gibi geliy bana )* Giddens’e göre küreselleşme; uzak yerleşimleri birbirlerine, yerel oluşumların kilometrelerce ötedeki olaylarca biçimlendirildiği ya da bunun tam tersinin söz konusu olduğu yollarla bağlayan dünya çapındaki toplumsal ilişkilerin yoğunlaşması olarak tanımlanabilir.

KÜRESELLEŞMENİN BOYUTLARI1- Ekonomik Küreselleşme* Küreselleşmenin ekonomik boyutu, diğer boyutlarına bir zemin oluşturması bakımından özel önem taşır. Sanayileşme insanlık tarihinde bir devrim niteliği taşımaktadır. Seri üretime bağlı olarak ortaya çıkan gereksinmeler ve tüketimin sınırsız olarak teşvik edildiği kapitalist sistemde, büyüme içinde bir sınır bulunmamaktadır. Bu durum, yeni sermaye birikimi ve sermaye sahiplerinin oluşumunu getirmiştir.* Giderek hızla artan üretimin ülke içinde tüketimi doğal olarak mümkün değildir. Bu durum, ulus sınırlarını aşan yeni arayışları gündeme getirmiştir. Bilhassa küresel aktörler diye adlandırılan ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkeler bu arayışlara ön ayak olmuşlardır. Giderek devletlerin, özel şirketler lehine ekonomik faaliyetlerden çekilmesi gerçekleşmiştir.* Böylece, üretim, işgücü, satın alma bağlamında ulus-devlet sınırlarının ekonomik anlamda aşılıp küreselleştiğini söyleyebiliriz.

2- Politik Küreselleşme* “Bill Clinton’un tarihte ilk defa iç ve dış politika arasında bir farkın kalmadığını ilan edebilmesi” küreselleşmenin politik boyutunu açıklaması bakımından üzerinde durulmaya değerdir. * Herhangi bir yerde meydana gelen politik bir olayın ya da siyasi bir tavır alışların, dünya ölçeğinde diğer ülke ve devletlerin politikalarında bir etki bırakması, hiçbir devletin dünyada kendi içine kapanmasına izin vermemektedir. Artık hiçbir sorunun iki ülke arasında özelleşmesi gibi bir durum da söz konusu olmamaktadır.* Meselenin bir başka boyutu da, vatandaşın ulus-devlet sınırları dışında uluslar arası hukuk ve kurumlarla ilişkisidir.

3- Kültürel Küreselleşme* Kültürel anlamda küreselleşmenin iki boyutu vardır. Birincisi, modern Batı kültürünün tüm dünyaya yayılması anlamında bir küreselleşme. İkinci boyut da, farklı yerel kültürlerin dünya ölçeğinde kendilerini çok rahat ifade edebilmeleridir ki, böylece kültürler tüm dünyada dolaşıma girebilmektedirler.* Modernlik çok geniş arka planıyla Batı kültürünü ve yaşam tarzını içermektedir. Batı’nın tüm dünyanın modernleşeceği iddiası, zaten özünde küreselleştirici bir özellik taşıdığını göstermektedir.* Öte yandan farklı kültürlerin dolaşıma girmesiyle, kültürel anlamda bir çoğulculuk meydana gelmiştir. Bu anlamda kültürün küreselleşmesi, kültürel çoğunluğun artması süreci olarak da görülmektedir.* Bugün sıklıkla tartışılan “çokkültürlülük” kavramı, hakim kültür yanında her kültürün kendisini ifade etmesini içermektedir. Yeni hakim kültürle yerel kültürlerin etkileşimi de yeni kültürel durumları insanların önüne getirebilmektedir.

4- İletişimde Küreselleşme* Sanayileşmeden sonra dünyada devrim niteliğinde bir gelişmeden bahsedilecekse bu, herhalde iletişim alanında gerçekleşmiştir. Geride bıraktığımız son yy da iletişim araçlarının baş döndürücü bir hızla geliştiğine tanık olmaktayız.* Türkiye’de 1968 yılında ilk defa televizyon kuruldu.* Bugün gelinen noktada cep tlf ile anında görüşmeler mümkün olabilmektedir. İnternet ise, iletişimin çok daha hızlı, ucuz ve aktif bir şekilde yapılabildiği bir ortamdır. Aslında iletişim, tüm araçlarıyla küreselleşmenim gerçekleşmesinin bir ortamı, aracı olarak işlev görmektedir.

5- Küreselleşmede Ekolojik Boyut* Son birkaç yy da çevre üzerinde olumsuz etkiler yaşanmakta ve konuşulmaktadır. Fabrikaların dumanları ve zararlı atıkları, petrol ürünleri çevre kirliğinine sebep olmaktadır.* Ekolojik felaketleri sadece sanayi atıkları ile sınırlamak mümkün değildir. Bugün bitki ve hayvan genleri üzerinde oynamalar yapılması, felaketlerin farklı bir boyutudur. GDO’lu ürünler, tarım ilaçları, melez tohumlarda küresel düzeyde birer felakettir. *Bunlar dışında tüm dünyada konuşulan kimyasal silahlar da insanlık için bir tehdittir. Bu silahlar dünyada az sayıda ülkelerde bulunmakla birlikte, dünyayı yok edecek derecedeki gücü, onu ister istemez tüm dünyanın ortak gündemi haline getirmiştir. Dolayısıyla buda küresel bir sorundur.* “Küresel ısınma” olarak adlandırılan sorun ise, bu başlığın ana eksenini oluşturmaktadır.

DİN VE KÜRESELLEŞME* Varoluşundan bu yana bütün farklılıklarıyla birlikte insanlığın bir gerçeği olan din ile kırk elli yıllık bir geçmişe sahip küreselleşme arasındaki ilişki, bu çerçevede iki boyutta ele alınabilir.Bunlardan birincisi, küresel dünyada da dini söylem, düşünce ve anlayışlardaki değişimdir. Bir başka deyişle, dinin küreselleşmenin kalıpları içersinde yeni formudur. İkincisi ise, dinin küreselleşme üzerindeki etkileri ile içinde bulunduğumuz koşullarda sunacağı imkanlardır.

Küreselleşmenin Din Üzerindeki Etkileri*Ortaçağ Avrupa’sında hakim olan kilise hakimiyeti, modern zamanlara gelindiğinde köklü bir değişime uğramış; Tanrı merkezli bir evren ve insan anlayışından insan merkezli evren ve insan anlayışına geçiş yaşanmıştır. Bu geçiş ile din oldukça büyük bir konum kaybetmiş ve insan hayatının birçok alanlarından el çektirilerek etkisi sınırlandırılmıştır.Kamu hayatının dışında bireysel olarak bir vicdan işi olarak nitelendirilmiştir.Buna göre insanoğlunun birçok ihtiyaçları yanında dini ihtiyaçları da ilgili kurumlar tarafından karşılanacaktı. Böylece din, kurumsal yapılan dışında daha çok bireyselleşmiş ve sivilleşmiştir. Bugün küresel dünyada dinin temel tezahürlerinden birisi budur.* Dinin sivilleşmesiyle bağlantılı olarak ortaya çıkan bir başka hususta yeni dini hareketlerdir.* Şüphesiz ulus-devletin sınırlı dolaşım imkanları ile küresel dünyanın imkanları arasındaki fark, dinin dünyada farklı biçimlerde tezahür etmesine sebep olmuştur.Amerika ve pek çok Avrupa ülkesinde farklı sebeplerle gelen çeşitli dinlere mensup insanlar, ülkelerde hem homojenliği bozmuşlar hem de kültürel anlamda entegrasyon problemlerinin ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır.* Küreselleşen dünyada dinle etkileşim içersinde oluşan çeşitliliğe göz gezdirirsek; Envanjelik Hareketi, Yahudi, Hıristiyan ve İslam Fundamentalizmleri, Ilımlı İslam Projesi, Latin Amerika’da kilise önderliğindeki hareketler bunlardan sadece bir kaçı.

Küreselleşen Dünyada Din* Tanrı’nın sözünü tüm insanlara ulaştırmak isteyen ve insanlar arasında yer ve kültür bakımından ayırım yapmayan dinler, evrensel bir düşünceyi yaymalarından dolayı küreselleştirici bir etkiye sahiptir. Doğal olarak bu, evrensel oldukları iddiasına sahip dinler için geçerli olabilecek bir yargıdır.(Hıristiyanlık, İslam gibi)* Hatta Robertson İslam’ın tarihsel olarak genel bir küreselleştirici yapısı olduğunu söyler. Bir dinin küreselleşmeci potansiyeli taşıması demek, insanları tüm çeşitliliğiyle kuşatabilmesi anlamına gelmektedir.* Özellikle son birkaç on yıl boyunca, beşeri kuvvet olarak din, özel meseleler kadar kamusal meselelerle de ilgili hale gelmiştir ve dünya çapında çok yönlü bir dirilişi bulunmaktadır.* Erken modernleşme teorilerinin aksine, din 1950’lerden itibaren dünyada yeniden diriliş geçti. Özgürlük arayışı ve yoksullukla mücadele gibi sosyal hareketlerin hem öncüsü hem destekçisi oldu. Mesela; Cezayir Kurtuluş Hareketi, Malcolm X, Polonya’da İşçi Hareketleri, Latin Amerika’daki bağımsızlık ve sosyal adalet hareketleri bu konuda önemli örneklerdir.* Bunların dışında din, küresel ölçekte meydana gelen birçok sorunun, kendisi içinde cevabının arandığı bir oldu olmaya başlamıştır. Bu, genel anlamda dinlerdeki adalet, hak, paylaşım gibi temel niteliklerle bağlantılı olduğu kadar, dinin telafi edici işlevinden de kaynaklanmaktadır.* Dinlerin bir şekilde kamuya dair siyaset, eğitim, kadın ve eşitlik gibi konularla ilgili hale gelmesi, onların küresel ölçekte de dünya politikaları arasında görünür kılmaktadır.

* Falk’a göre küreselleşen dünya sorunları karşısında dinin katkıları1- Mahrumiyet Duyarlılığı: Din, sosyo-ekonomik olarak en alt katmanlarda buluna ezilmişlerin sorunlarına duyarlılık gösterilmesi noktasına dikkat çeker.2- Medeniyet Yankısı: Dini devrimci dilin ve arzuların popüler kültürde derin kökleri bulunmaktadır. Bu, en ümitsiz zamanlarda bile dini bir ümit haline getirebilmektedir.3- Dayanışma Ruhu: Din, daha çok birleştiricidir. İnsanlar arasında dayanışma ve kardeşliğe önem verir.4- Normatif Ufuklar: Istıraba duyarlı beşeri potansiyelleri olumlayıcı ve ümitvar bir tarzda tanımlayan ilkesel ufuklara dair bir inanca işaret eder.5- İnanç ve İtikat6- Sınırlar: Dinin kendisine ait sınırları varsa da, beşeri hata yapabilirliği de dikkate alır.7- Kimlik: Kimliği varoluşçu bir tarzda yeniden kurar. Geçici ve sınırlı bir kimlik kurmaz.8- Uzlaşma: Denge ve uzlaşmalara davet eder.

* İnanç, ibadet, dayanışma, paylaşım, telafi etme, kimlik kazandırma gibi birçok nitelikleri içinde barındıran dinin, küresel dünyada etkinliği ve işlevinin daha da artacağı beklenebilir.


DİN SOSYOLOJİSİ 7.ÜNİTEKAMUSAL ALAN VE DİN

* “Kamusal alan”, genel olarak insanların ortak ilgi ve yaşan alanlarını tanımlayan bir kavram olarak ortaya çıkmaktadır.* Kamusal alan sadece fiziki bir mekanı değil, onun da ötesinde soyut bir paylaşım, etkileşimi müzakere ve ****for alanını ifade eder.* İşte tek tek hiç kimseye ait olmayıp ortaklaşa kullanılan ve bir çok hizmetlerinden faydalanılan bu mekanlar, genel anlamda kamusal alanlardır. Kamusal alanlar bu sebeple, o toplumda yaşayan insanların ortak ilgilerinin yoğunlaştığı yerlerdir. KAMUSAL ALAN* Türkiye’de “kamusal” kelimesi özellikle 1980’li yıllardan sonra, kamu borçları, kamu kurumları gibi kullanımlar üzerinden ve “devlet”, “halk”, ve “umum” gibi anahtar kavramlar üzerinden tanımlanmıştır.Kamu kelimesi sözlükte hep, bir ülkede halkın bütününü, amme, halk, kamu yararı anlamlarına gelmektedir. Kamusal ise, “kamu ile ilgili şeklinde anlatılmaktadır.* Kamu kelimesinin bütün, cümle, hepsi, herkes şeklideki anlamı, bir ülke halkının tamamı gibi anlamlarla genişletilmektedir.* Rappa’ya göre kamusal alanın boyutları- Kamusal alan insanlar arası iletişim ve karşılıklı etkileşimin gerçekleştiği alandır.- İnsan faaliyetlerinin oluşturduğu ****for alanıdır.- Taraftarlar arasında farklı tarz ve biçimlerle gerçekleşen bilgi alışverişlerinin yapıldığı mekandır.- Her türlü ilişki ve tartışmaların yapıldığı mekandır.- Gerek devlet gerekse devlet dışı oluşumların politikalarının gerçekleştirildiği alandır.Bu boyutlara baktığımız zaman, kamusal alanın öncelikle farklı düşünce, inanç, felsefi görüş, düşünce ve tarza sahip insanların ortak mekanı olduğunu anlaşılmaktadır.* Bunlar dışında, devlet ve sivil toplum kuruluşlarının politik, toplumsal, kültürel ve benzeri tüm faaliyetlerin gerçekleştiği alanda kamusal alandır.*Kamusal alanın bu çerçeve içinde bazı tezahürleri vardır. Bunlardan ilki, kamu alanında görülen her şeyin herkes tarafından görülebilir ve duyulabilir olması ile mümkün olan en geniş açıklığı ifade etmesidir. İkincisi “kamu” terimi, içinde özel olarak bize ait olandan ayrı hepimiz için ortak olan bir dünyayı bize gösterir.* Bir kamu alanının varlığı, peşinden dünya insanlarını bir araya toplayan onları birbirleriyle ilişkiye sokan bir şeyler topluluğuna dönüşmesi kalıcılıkla ilgilidir. Bunun bir sonucu olarak kamusal alanın doğal bir mekan olarak değil insan faaliyetlerinin ortak mekanı olarak ortaya çıktığını görüyoruz.* Kamusalın bir başka anlamı; “özelde olabilecek olmayan” demektir. Çünkü kamusal alan, bir aleniyeti, açıklığı ifade ederken, özel alan insanın kendi mahremiyetini yaşadığı yerdir. Tarihsel Süreçte Kamusal Alan*Sennett’in belirttiğine göre, yaklaşık 1470’li yıllarda kamu sözcüğünün İngilizcede ilk bilinen kullanımı,“kamuyu toplumun ortak çıkarı ile bir tutmak” şeklindedir. Yaklaşık yetmiş yıl sonra, buna sözcüğün“genel gözleme açık ve ortada olan” şeklinde yeni bir anlamı daha eklenmiştir. Bu bağlamda “kamusal” sözcüğü herkesin denetimine açık olan anlamına gelirken “özel” sözcüğü kişinin ailesi ve arkadaşları ile sınırlanan mahfuz bir yaşam bölgesi anlamında kullanılmaktaydı.* Fransız dilinde kozmopolit, her yere girip çıkabilen, aşina olduğu şeylerle hiçbir alakası ya da benzerliği olmayan durumlarda da rahat hareket edebilen kimseydi. Toplum içine (kamuya) çıkabilen manasında bu yeni kozmopolit, mükemmel bir kamusal insan olarak tanımlanır.* Yunan felsefesinde kamusal-özel ayrımı, siyasetin kamusal dünyası ile aile ve ekonomik ilişkilerin özel dünyasına dayanmaktaydı. Modern sosyolojide ise bu ayrım, normalde ev ile işin ayrılmasına gönderme yapmaktadır. Yunan düşüncesinde kamusal ve özel arasında bir karşıtlık ilişkisi bulunmaktaydı.* Habermas’a göre, kamusal hayata katılabilmenin koşulu, bir aile reisi olarak özel hayat alanında özerk olmaktır. Fakat bu kamuya yoksullar, mülksüzler, köleler ve kadınlar engellenir. Dolayısıyla toplumun her kesimine açık değildir.* Yunanlıların bilincinde kamu, özel alanın karşısında bir özgürlük ve istikrar alemidir. Aristo’nun sıklıklı zikrettiği erdemler, ancak kamu alanında mümkündür.* Kamusal alanın özel alandan ayrı bir yaşam alanı olarak ortaya konmasında sanayileşme ve buna bağlı kapitalist toplum yapısı da etkilidir.* Sosyal yaşamın rekabetçiliği ve ortak yaşamın genişleyen alanı özel yaşamın alanını giderek daraltmıştır. KAMUSAL ALAN KAVRAMINA FARKLI YAKLAŞIMLAR 1- HANNAH ARENDT – AGONİSTİK KAMU ALANI* Agonistik kavramı, Cumhuriyet ve sivil yaşamın erdem üzerine oturduğu geleneklerde ortak olan kamu anlayışı için kullanılmaktadır.* Agonistik görüş açısından kamusal alan, ahlaki ve siyasal büyüklüğün, kahramanlığın ve seçkinliğin açığa çıktığı, gösterildiği ve diğerleriyle paylaşıldığı bir görünümler alanıdır. İnsanların tanınmak, üstün olmak ve itibar görmek için birbirleriyle rekabet ettiği, insani diye nitelenen her şeyin geçici olmaması için güvence aranan yerdir.* Bu ise, Yunanlılarda kent devletinin, Romalılarda kamu işlerinin gördüğü işlev gibi, öncelikle bireysel hayatın geçiciliği ve boşunalığına karşı bir güvence ve kalıcı vurgu yapan bir alandır.* Arendt’e göre bu alan, ahlaki açıdan homojen ve siyasal bakımdan eşitlikçidir.* Arendt, kamusal alanda her şeyden önce özgürlükleri temel zemine yerleştirir. Kişiler kendilerini bu ortamda rahatça ifade edebilirler. Bu, aynı zamanda ortak ve aleni diyalogların gerçekleştiği alandır. 2- LİBERAL KAMU YAKLAŞIMI* Bu modelin önemli isimlerinden Bruce Ackerman’ın “liberal diyalog” kavramı, bu yaklaşımın temeline yerleştirilebilir.* Bu yaklaşımda önemli olan, kamuda neyin iyi ya da ahlaki olduğunu ortaya koymak değildir. Fakat kamusal düzenin nasıl sağlanacağı önemli bir konudur. Bu bağlamda, toplumda yaşayan insanlar, neyin iyi olduğu konusunda ortak bir noktada buluşamasalar da, önemli olan birlikte yaşama sorununu akla uygun nasıl çözecekleri hususunda bir araya gelmeleridir. Dolayısıyla liberal kamu yaklaşımında neyin iyi ve ahlaki olduğu sorusu yerine, ortak yaşamın akla uygun olarak nasıl gerçekleştirileceği problemi ikame edilir.* Çeşitlik ve farklılıklara açık olmakla birlikte, onun temel problem yaptığı şey kamu düzeninin sağlanmasıdır.* Liberal kamu, aşkın yani vahyi ya da dini bir ahlakilik ve iyilik düşüncesi ve önerisine kapalıdır. Yanidini kaynaklı “iyi” ve “ahlakilik”lere kapalıdır. 3- JÜRGEN HABERMAS – SÖYLEMSEL KAMU ALANI* Jürgen Habermas, modern toplumların gelişimini kamusal alana katılımın genişlemesi açısından analiz etmektedir. Kamusal alana katılım, ancak dar bir şekilde tanımlanan politika alanında gerçekleşebilecek bir etkinlik olarak değil, toplumsal, kültürel ve diğer alanlarda da konuşulmayı gerektirecek bir etkinlik olarak görülmeye başlanmıştır.* Bu görüşe göre kamusal alan, agonistik bir şekilde politik seçkinler arasında itibar kazanma ve mücadelelerin değil, demokratik bir şekilde genel olarak toplumsal normlardan, kolektif kararlardan etkilenenlere bu norm ve kararların oluşturulmasında, değiştirilmesinde ve benimsenmesinde söz hakkı tanıyacak ortamın yaratılması ve oluşturulması olarak anlaşılır.* Habermas, kamusal alanın içeriği ve sınırları kesin olarak çizilen bir alan olarak tanımlamaz. Ona göre, kamusal alan, o toplumda yaşayan ve siyasal, kültürel, toplumsal tüm karar süreçlerinden etkilenen insanların, aslında kendileri ile ilgili olan tüm meselelerde tartışmalara katılarak bir söylem üretmeleridir. Habermas, burada aslında demokratik katılım süreçlerini de devreye sokan bir anlayıştadır. İLGİLİ KAVRAMLARLA İLİŞKİLERİ İÇİNDE KAMUSAL ALAN KAMUSAL ALAN VE ÖZGÜRLÜK* Bugün sosyal hayatta kamusal alanın özgürlükle bağlantılı tartışmalarının temelinde, farklı din, inanç ve düşünceden insanları kendilerini kamusal alanda nasıl ifade edecekleri ve farklılıkların sosyal hayatta yansımalarının nasıl olacağı üzerinde odaklanmaktadır. Özgürlük soyut anlamda, bütün düşünce ve inançlara kamusal alanda temsil edilmeyi ve kendisini ifade etmeyi içermektedir.* Özgürlükle bağlantılı olarak kamusal alanın nasıl düzenleneceği ve işleyeceği konusunda iki pratik yaklaşım vardır. Birincisi, kamusal alanı “nötr” bir alan olarak varsayan yaklaşımdır ki, kamusal alanı tüm değer ve sembollere kapatmaktadır. Pratikte bu yaklaşım kamu alanının değerlerden arındırılması şeklinde tezahür etmektedir. İkincisi ise, kamusal alanı tüm farklılıkların ifade edilebileceği bir heterojenlik içinde varsaymaktadır. İkinci yaklaşım daha özgürlükçü bir anlayışın altını çizmektedir. KAMUSAL ALAN VE DEVLET* Kamu borçları, kamu bankaları gibi tanımlamalarda ifade edilen kamu kelimesine, pratik kullanımda devlet anlamı verilmektedir. Hiç şüphesiz tüzel bir kişilik olarak devlet, burada yönetenleri ve içerdiği hakla vardır. Devlet organizasyonunu oluşturan halk ve genel umum, aslında hem borçların hem de bankaların asıl sahibidir. Bu çerçevede devletin, halkın kendisi için oluşturduğu bir organizasyon olduğu gerçeğinden mesafe alınarak, özelde kamu alanının tek belirleyicisi ve sahibi olarak da görülmüştür.* “Kamusal” kelimesinin devlet ile özdeşleştirilen kullanımının, bugün neredeyse daha baskın olduğu görülmektedir.* Sivil bir kamusal alan, bugün hem Batı ülkelerinde hem de diğer ülkelerde en fazla tartışılan konulardan birisidir. ÖZEL ALAN VE KAMUSAL ALAN AYRIMI* Bugün genel anlamda özel alan, herkesi ilgilendirmeyen, umumun ilgisi dışındaki ev ve aile gibi alanları ifade edecek tarzda içeriklendirilmektedir. Buna göre kamusal alan da, bunun dışındaki tüm alanları kapsayacak tarzda, umumun ilgisine açık mekanlar olarak kullanılmaktadır.* Bununla birlikte günümüzde iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla birlikte, “özel alanın kamusallaşması” gibi bir olgudan bahsedebiliriz. Tv ve internet üzerinden özel hayatın daha çok gündeme gelmesi ile özel hayatların bir çok boyutlarıyla kamuda konuşulur hale gelmesi bu durumun yansımaları olarak görülebilir. KAMUSAL ALAN VE KÜRESELLEŞME* Küreselleşme, iletişim araçları üzerinden dünyadan daha çok haberdar olunması süreci olarak önem taşımaktadır.* İnternet ortamının yeni kamusal alanlar oluşturduğu söylenebilir. Zira orada birbirini hiç görmeyen insanlar, ortak bir mekana değmeden, kendi ülkelerinin de sınırlarını aşarak dünya ölçeğinde kendilerini ilgilendiren konularda bir diyalog ve tartışmaya girebilmekte, ortamlar oluşturabilmektedirler.* Küreselleşmenin mekanı önemsizleştiren yapısı, kamusal alanında yeni sanal mekanlar üzerinden tartışılmasına imkan vermektedir. Nitekim bugün bir çok alanda e-devlet hizmetinin yaygınlaşması, kamusal alanı herkesi ilgilendiren özelliğine süreklilik kazandırmakta, ancak gerçek mekanları zorunlu olmaktan çıkarmaktadır. DİN VE KAMUSAL ALAN* Bir dine inanan kişi, sadece inanmakla yetinmemekte, bu inancını gerek bireysel gerekse toplumsal boyuttaki ibadetleriyle göstermektedir. Bundan da öte, inancın gündelik hayatın bir çok alanında yansımaları olmaktadır. Dolayısıyla tarih boyunca dinlerin salt bir inancın konusu olmadığını görmek mümkündür. Tüm bu analizlere dayanarak, dinin sadece özel alanla sınırlı olmayıp kamusal boyutlarının olduğunu söyleyebiliriz.* Dinlerin kamusal alanda nası görünür olduğu, dinlerin kendilerini kamusal alanda ifade etmeleri, dini sembol ve değerlerin kamusal alanda bulunmaları gibi tartışmalar, bu bağlamda din ve kamusal alan arasındaki ilişkiler sonucu ortaya çıkmıştır. Bu konudaki yaklaşımlardan birisi, kamusal alanı tüm dini değerlerden arındırma şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu yaklaşıma göre dini çeşitlilik (mezhepler vs) kamu düzenini bozabilir. Onlar kamusal alanın nötr olması gerektiğini ileri sürerler. İkinci yaklaşım, tüm dini sembol ve değerlerin kendilerini kamusal alanda ifade etmeleridir. Bu daha kapsamlı ve özgürlükçü bir yaklaşımı ifade eder. Hangi din ve inanç olursa olsun, onların kamusal alanda temsiliyeti problemi özgürlükçü yaklaşımlarla aşılabilir. Bu bağlamda, herkese ait olan kamusal alanın herkesin dinine de açık olması, bir çok problemlerin aşılmasını sağlayacaktır.* Kamusal alanın sivil bir ortamda sağlıklı bir şekilde inşa edilebilmesi açısından kamusal alanda otoritenin belirli bir dini yorumu dayatması, toplumsal barış ve ilişkilerin bozulmasına sebep olacaktır.


DİN SOSYOLOJİSİ 8.ÜNİTEGÜNDELİK HAYATTA DİN
* Çocuklukta dini tutum ve davranışların kazanılması evresine asli sosyalleşme evresi denir. Bireyin dini tutum ve davranışları köklü bir biçimde bu dönemde inşa edilir.* Gündelik hayatın merkezinde ağırlıklı olarak aile hayatı, çalışma hayatı, boş zaman faaliyetleri ve iletişim biçimleri yer alır. Siyaset, hukuk, sağlık ve eğitim gibi kurumlar bu merkezde yer alır. Aslında gündelik hayat, hayatımızı düzenleyen bütün toplumsal kurumlardan asgari ölçüde örnekler taşır.* Sosyalleşme sürecinde toplumsal kuralları öğrenir ve içselleştiririz. Kültür edinme (kültürlenme) sürecinde ise kurallardan öte toplumu meydana getiren maddi-manevi öğeleri ve bunları nasıl kullanacağımızı da öğreniriz.* E.Taylor’a göre kültür; “Toplumun bir üyesi olarak insanın edindiği bilgi, inanç, sanat, ahlak, yasa, adet ve diğer herhangi bir yetenek ya da alışkanlıkların girift bir bütünüdür.* Gündelik hayatın iki temel belirleyicisi söz konusudur. Birincisi geleneksel kültür, diğeri ise popüler kültürdür.Geleneksel kültür: Toplumun hemen tamamı tarafından paylaşılan, kökü çoğunlukla bilinemeyen bir tarihe kadar uzanan, hayatın her alanını büyük ölçüde kapsayan, nesilden nesile doğal süreçlerle aktarılan kültürdür.Popüler kültür: Daha çok boş zaman faaliyetlerine veya tüketim eylemlerine yönelik olarak belirli üreticiler tarafından bir **** olarak ortaya konulan, dolayısıyla elde edilmesi için belirli bir ücret ödenen, hızla değişiklik gösteren kültürdür. GÜNDELİK HAYATTA DİNİN TEZAHÜRLERİGELENEK-DİN İLİŞKİSİ: ÖRTÜŞME VE ÇATIŞMA* Dinin tamamen kültür ürünü olduğunu iddia eden görüş, 19.yy daki salt antropolojik ve sosyolojik yaklaşımların sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu görüş pozitivist bir yaklaşıma dayanır. Pozitivist yaklaşımı benimseyen 19.yy sosyal bilimcileri, o dönemde zirveye çıkan antropolojik verileri de kendi düşüncelerine destek için kullanmışlardır. Yani ilkel olarak nitelendirilen kabileler hakkındaki verileri toplayıp, onların zihniyetlerini çözümlemeye çalışarak dinin insan ürünü olduğunu iddia etmişlerdir. Dolayısıyla dini olarak bilinen her şey bir kültür ürününe dönüşmüştür.* Bu konudaki ikinci aşırı görüş ise dinin topluma hakim olduktan sonra kültürün bütününü kuşattığı, geleneği tamamıyla düzenlediği şeklindeki yaklaşımdır. Bu yaklaşım ile Hıristiyan medeniyeti bütünüyle Hıristiyanlığın şekillendirdiği, İslam medeniyeti ise bütünüyle İslamın şekillendirdiği büyük kültürel yapılar olarak görülür. Dinler belirli bir zihniyetle kültürel yapıyı ana hatlarıyla şekillendirirler ancak bunu bütün detaylara kadar indirgemek mümkün değildir. Zira medeniyetler uzun bir tarihi süreçten sonra ortaya çıkar.* Dinler, ilk ortaya çıktıkları toplumlarda kültürü bütünüyle değiştirmezler, eski kültürel yapı bir bölümüyle devam eder. Din ve kültür karşılıklı olarak birbirlerini etkiler.* Her din bir kültür içinde ortaya çıkar. O kültürü bütünüyle reddetmez, kültürden bazı izler taşır ama aynı zamanda kültürü yönlendirir.20.yy ın önemli alimlerinden Hamidullah’a göre İslam “değiştirilmesini veya neshedilmesini lüzumlu gördüklerinin haricinde müminlerin tatbik edegelmekte oldukları bütün eski adet ve geleneklerin devamına müsaade etmiştir.” * Yaşanan din iç içe geçmiş iki katmandan oluşur. Birincisi resmi din ya da kitabi din, ikincisi paralel dinde denilen halk dinidir.Kitabi din (resmin din): İlahiyatçılar arasında önemli ölçüde uzlaşının olduğu uygulamalar dinin resmi/kitabi yönü olarak nitelendirilebilir. Özellikle dinin belirli bir örgüt altında kurumsallaştığı örneklerde resmi din daha açık görülür. Bunun en önemli örneği Katolikliktir. Katoliklik kilisesi büyük ve tek bir örgüt olarak neyin Hıristiyanlığa uygun olduğunu neyin ise bunun dışında kaldığını belirler. İslamda böyle bir örgütlenme ve bağlayıcı otorite söz konusu olmadığından din olarak herhangi bir şeyin dayatılması mümkün değildir. Ancak yinede mezhep imamlarının ortaya koymuş oldu iman ve ibadet esasları büyük ölçüde Kitap ve Sünnete uygun dini anlayış olarak kabul edilir.İslami literatürdeki bid’at sosyolojik anlamdaki halk dindarlığının bir bölümünü oluşturur.Halk dini ( paralel din): Dini kuruluşların veya ilahiyatçıların söylemlerinin yanında dinin gelenek içinde aldığı biçime halk dini denir. Buna aynı zamanda paralel din denilmesinin sebebi ise resmi söylemlerin dışında bazı inanç ve uygulamaları da içermesidir. Ancak halk dini kitabi dinden tamamen farklı değildir. Dinin orijinal yapısındaki uygulamalar ve sonradan katılanlar bir araya gelip yeni bir sentez oluştururlar. Bu sentezde yerine göre dinin birincil düzeydeki uygulamaları ikinci düzeye inebilir. Örneğin ülkemizde sık görülen bayram namazlarının sabah namazına göre daha önemli kabul edilmesi. Birey sabah namazını kaçırdığı için üzülmez ama bayram namazını kaçırırsa ciddi olarak üzülebilir.* İlahiyatçılar sürekli olarak dini korumak gayesiyle halk dinine yönelik sistemli eleştirilerde bulunurlar. Böylelikle gelenek içinde taşınan halk dini ile kitabi din arasında bir çatışma yaşanır. Gelenek büyük ölçüde halk dini ile bütünleşmiş olduğundan buna gelenek-din çatışması diyebiliriz. Gelenek- Din Çatışması*Gelenek modernlik öncesi durumu ifade etmek için kullanılan bir kavramdır. Batı’da ortaya çıkan ve oradan bütün dünyaya yayılan modern düşünce ve modern hayat tarzının zıttı olarak geleneksel düşünce ve geleneksel hayat tarzı kabul edilir.*Geleneksel toplumların ortak özelliklerinden bir tanesi dinsellikleridir. Yani her gelenek bir şekilde din ile irtibatlıdır ve onunla yoğrulmuştur. Geleneksel olan aynı zamanda dini olarak kabul edilir.* Dinin gelenekle mücadelesi ilk ortaya çıktığında başlar. İslam örneğinde “ataların yolu” bir gelenektir. Yeni din bir topluma hakim olduktan sonra geleneksel yapının en önemli belirleyicilerinden biri olur.* Gelenek-din çatışmasının birbirine zıt iki boyutu vardır. Birincisinde toplum, dindarlığını resmi dinin öngördüğü biçimden fazlası ile ifade etmek ister. Bid’at ya da hurafe olarak görülen tutum budur. İkincisinde ise toplum, resmi dinin ince ve katı normlarını, bütünüyle karşı gelmeden yumuşatmak ister. Farz ve haramın dejenerasyonu buradan başlar.* Din ile geleneksel yapı arasındaki gerginliğin önemli örneklerinden biri olarak düğün eğlenceleri verilebilir. Din adamlarının genelde olumsuz yaklaşımlarına rağmen halk bu günde çalgılı türkülü oyunlu eğlence peşinde olmuştur. Halk bir din adamının çalgı çalmasını eğlenmesini hoş görmez ama kendisi yapar. KÜLTÜRÜN DİNİ TEMELLERİDinin Kültür Belirleyici Gücü*Dinlerin, kültür ve medeniyetlerin oluşumunda veya şekillenmesindeki gücü bazı özelliklerinden kaynaklanır. Her şeyden önde din tek tek bireyler üzerinde güçlü bir etkiye sahiptir.- Din insanlara anlam dünyası sunar; insanın bu dünyada niye yaşadığı, hayatının amacının ne olduğu gibi varoluşsal sorulara cevap verir. Din, mevcut toplumsal hayatın meşrulaştırılmasında da birey üzerinde en etkin faktördür.- Dinin etki gücünü artıran bir diğer özelliği objektifleşmek suretiyle daha kolay ve hızlı biçimdeörgütlenmesidir. Din bağı, kan bağından bile güçlü bir şekilde inananları bir araya getirir, onların örgütlenmesine yardımcı olur.- Dinin kültür üzerinde ki etkisini artıran üçüncü özelliği ise bütünleştiriciliktir.* Nihayetinde dinler, insanları bir araya getirmek, örgütlenmek, bütünleştirmek, yerleşik hale getirmenin paralelinde sanatın, edebiyatın, hukukun gelişmesine de doğrudan etki ederler. Dini metinler, onların yorumlanması, yeni dini-edebi türlerin ortaya çıkışı, başta mabet mimarisi olmak üzere resimden müziğe geniş bir yelpazedeki sanatsal faaliyetler, bireyler arası ilişkileri düzenleyen kurallar bir bütün olarak düşünüldüğünde dinin kültür belirleyici doğası daha iyi anlaşılır. Dinin Etki Alanları* Din her şeyden önce toplumun zihniyetini belirler. Birey topluma ve kültüre şekil vermekten çok toplum ve kültür tarafından biçimlendirilir, bu süreçte de bir zihniyet kazanır. Din kurumu birey, kültür ve toplumsal yapı üzerinde geniş bir söyleme sahip olduğundan zihniyeti belirleyen en önemli faktör olarak karşımıza çıkar.Örneğin toplumun din anlayışı sağlıkla ilgili önlemlerde zaman zaman gevşekliğe yol açabilmektedir.Ecelin ilahi takdir olduğunu düşünüp, emniyet kemeri takmayıp ya da domuz gribi salgınında aşı olmayıp tedbir almamak gibi. * Zihniyetin yanında dinin gündelik hayatımızdaki etkisi en açık biçimde karşımızdadır. Her şeyden önce dilimiz önemli ölçüde dinidir. Selamlaşma, beğeni, temenni cümleleri, zorluklar karşısındaki ünlemlerde dini içerikli kelimeler ve cümleler kullanılır.* Yeme-içme kültürü üzerinde de dinin açık etkisini görebiliriz. Yenilmesi içilmesi dince uygun bulunan maddeler veya yasaklanan maddeler, özellikle hayvanların kesilme biçimi ve yeme şekli. Yemeğe başlarken besmele çekmek bitirince hamdetmek, sağ elle yemek vs.* Dindarlık söz konusu olmasa bile bazı dini nesneler gündelik hayatımıza yayılmıştır. Örneğin her evde Mushaf bulunması, kızların çeyizine mutlaka bir seccade konulması, ailede hiç kimse namaz kılmasa bile misafire gerekli olur düşüncesiyle seccade bulunması, duvarlarda ayet, Allah Muhammed lafızları yada mübarek yerlerin resimlerinin olması, tesbihin bir zikir aracı olması dışında elde gezen aksesuara dönüşmesi vs.* Dinin en önemli etki alanlarından birisi de mimaridir. Özellikle mabet mimarisi her dinin adeta kendisinin hak ve diğerlerinden üstün oluşunun göstergesi olarak büyük bir incelik ve zenginlik içersinde gelişmiştir. Mabet mimarisinde, çok dinli bir toplumsal yapıda diğer dinlerle rekabette söz konusudur. Örneğin, Kubbetü Sahra’nın yapılışında bu olgunun rol oynadığını görürüz. Halife Abdülmelik b.Mervan, Hıristiyanların Kumame Kilisesi’nin büyük yapısın ve ihtişamını görünce Müslümanların kalbinde kiliseye karşı bir tazim duygusu uyanmasından endişe duyarak bu kubbeyi yaptırmıştır. Bu rekabet içinde Süleymaniye, Selimiye ve Sultanahmed Camileri gibi abidevi eserler ortaya çıkmıştır. Yani Ayasofya bu rekabet içinde öğretici bir model görevi yapmıştır.* Dinlerin gündelik hayatın belirleyici faktörlerinden olan siyasi ve iktisadi yapı üzerinde de doğrudan etkilerini görmek mümkündür. Mesleğe, çalışmaya, dünyaya bakışa dayalı ve çoğunlukla dini motiflerle süslenmiş bir zihniyet gündelik hayattaki çalışma düzenini etkiler. Örneğin, ortaçağda ortaya çıkan, gerek Hıristiyanlıkta gerekse İslamda yoksulluğu dini yaşantıya daha uygun gören züht hareketleri. Ortaçağ Hıristiyan dünyasında hakim dini eğilim dünyadan kaçıştı.* Din iktisat kadar siyaset üzerinde de etkilidir. Modernlik öncesi dönemde özellikle Hıristiyan dünyada Papalığın ve diğer kiliselerin ülke yönetimlerinde ciddi anlamda etkin olduğu görülmektedir. Doğrudan bir din adamının devlet başkanı olduğu örnekler çok azdır ancak yöneticiler her zaman için iktidarlarını dinle desteklemek ve meşrulaştırmak gayretinde olmuşlardır. İnsanlar siyasi tercihlerde bulunurken doğal olarak kendi dini yapılarını da göz önüne almaktadırlar. Bireysel ve Toplumsal Hayatta Din*Din bireysel ve toplumsal hayatın bütün alanlarına yayılmış olmakla birlikte dönüm noktası diyebileceğimiz konularda daha fazla ön plana çıkar. Hayatın başlangıcı ve sonu bunlar içersinde en önemlileridir. Doğum, ölüm, bebeğe isim vermek, Müslümanlığın sembolü sünnet, ilkel kabilelerdeki giriş ayini (gerçek klan olmak için), Hıristiyanlıktaki vaftiz töreni, nikah vs. birey açısından önemli dini muhtevaya sahip uygulamalardır.* Bireysel hayatlarımızda olduğu kadar toplumsal hayatın önemli zamanlarında da din yer alır. Dini bayramlar, milli bayramlar, düğünler, törenler vs. Sosyo-Kültürel Yapının Dine Etkisi* Din hem ortaya çıkışında hemde gelişiminde çevresel şartların etkisi altındadır. Bugün yaşayan hiçbir dinin, kurucu peygamberin dönemiyle aynı olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Sosyo kültürel yapının dini etkilemesi, o yapı içersisinde yetişen bireylerin yaklaşımları ve tepkileriyle ilgilidir. Dini, Kültürün Etkisine Açık Hale Getiren Faktörler* Din çeşitli faktörler ile kültürün etkisine açık ve hazır hale gelir. Bu faktörlerin bir kısmı psikolojik bir kısmı ise toplumsaldır. Bunları üç başlık altında ele alabiliriz.1- Bireylerdeki dindarlık eğiliminin kolektif hale gelmesi :- Salatı terficiye uygulaması- İslam toplumunda dindarlık eğilimine paralel olarak gelişen ibadet tarzının ilk örneği Hz Muhammed zamanında görülmüştür. Osman b.Ma’zun ve arkadaşları gündüzleri sürekli oruçlu geceleri ibadetle geçirme konusunda anlaşmışlar ama Efendimiz bunun doğru olmadığını söylemiştir.-Mübarek gün ve gecelerde kılınan namazlar yapılan ibadetler (Kadir gecesi dışında mübarek gecelerin kutsallığı İslam alimleri arasında tartışma konusu olmuştur.)- Mevlid kandili uygulaması ((İslamın temel kaynaklarına dayanmadığı hususunda kimsenin şüphesi yoktur.)* İlk mevlit kutlamasını başlatan: 10.yy da Mısır’daki Fatımi Hanedanı.* Sünni halk arasında mevlit kutlamasını başlatan: Erbil Atabeyi Muzaffer Kökböri2- Pratik toplumsal ihtiyaçlar : - Minarenin ortaya çıkışı, minarelere bayrak çekmek ve kandil asmak* Minare ilk olarak Muaviye zamanında yapılmış- Hz Osman döneminde insanları cuma namazı konusunda uyarmak amacıyla dış ezan okunması. Dış ezan pratik bir ihtiyaca cevap verdiği için zamanla hayatımıza yerleşmiştir. 3-Diğer kültürlerle temas* Kültürler ticaret, seyahat, savaş ve göç (istila) gibi olgularla başka kültürlerle karşılaşırlar.- Haçlı seferleri sayesinde, hiç amaçlanan bir durum olmamakla birlikte, Batı ve Doğu dünya arasında büyük bir kültür alışverişi meydana gelmiştir.- Göç veya istila gibi bir sebepten dolayı uzun süre bir arada yaşamak zorunda kalan kültürler arasında bu etkileşim en üst düzeyde olur. Buna kültürleşme adı verilir. Örneğin Hıristiyanlıktaki yılbaşı ve Paskalya bayramlarının eski putperest bayramlarının dönüştürülmüş halleri olduğu iddia edilir. Sosyo-Kültürel Yapının Din Üzerindeki Etki Alanları* Sosyo-kültürel yapının din üzerindeki etkilerini inanç, ibadet ve diğer toplumsal kurumlar olmak üzere üç başlık altında ele almak mümkündür.İnanç: Resmi öğreti içindeki ihtilaflar ve çeşitli halk inançlarının dine mal edilmesi.Örneğin kabir azabının olup olmadığı hakkında İslam alimleri arasındaki tartışma konusu olmuş, kader konusundaki tartışmalar mezheplerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Bunların yanında toplumlar Müslüman olurken kendi inançlarının bir kısmını yeni dinlerine taşımışlardır. Bazı taşlara ağaçlara kutsallık atfetmek, ölmüş kişilerden yardım dilemek gibi.İbadet: Hatimler Efendimiz zamanında bireysel yapılıyordu. Ancak daha sahabe ve tabiin zamanında toplu icra edilen merasimler haline gelmiştir. Günümüzde insnların en çok rağbet ettiği nafile namaz olan teravih namazı ise Hz Muhammed sonrasında ibadetlerle ilgili yapılan düzenlemelerin ilk örneğini teşkil eder.Mübarek geceler ait namazlar ise tamamen sonradan ortaya çıkmıştır.Kabuklu deniz hayvanlarının yenilip yenilmemesi durumu.Diğer toplumsal kurumlar: Para vakıfları HAZIRLAYAN:İSRA
__________________
لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا

"Allah hiç kimseye taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez."

|| BAKARA 286. ||


MAZARET insanın kendine söylediği en büyük ''YALAN''dır !! ..

Velhasıl-ı kelâm.
Namaz, duâ, gayret, nâsip. . .
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 3 Kişi okuyor. (0 Üye ve 3 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
ÖABT "DİN PSİKOLOJİSİ VE SOSYOLOJİSİ" mehmet akif2 KPSS Lisans DİKAB Alan 11 04 Ağustos 2018 14:09
din hizmetleri/rehberlik 5-6-7.üniteler evvahe Din Eğit. Ve Din Hiz. Rehberlik 0 22 Mayıs 2014 16:02
DİN SOSYOLOJİSİ 9.-10.üniteler makbergülü Din Sosyolojisi 0 10 Mart 2013 23:51
DİN SOSYOLOJİSİ 5.Ünite makbergülü Din Sosyolojisi 0 10 Mart 2013 23:49
DİN SOSYOLOJİSİ 4.ÜNİTE makbergülü Din Sosyolojisi 0 10 Mart 2013 23:48

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.