Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM GENEL.::. > Genel Konular > İslami Haberler

Konu Kimliği: Konu Sahibi Allahın kulu_,Açılış Tarihi:  31 Aralık 2014 (23:12), Konuya Son Cevap : 31 Aralık 2014 (23:14). Konuya 1 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 31 Aralık 2014, 23:12   Mesaj No:1
Medineweb Emekdarı
Allahın kulu_ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Allahın kulu_ isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 33478
Üyelik T.: 09 Kasım 2013
Arkadaşları:29
Cinsiyet:
Memleket:sıratı mustakım
Yaş:48
Mesaj: 2.632
Konular: 164
Beğenildi:1153
Beğendi:1570
Takdirleri:5244
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Mekkenin Fethi

Mekkenin Fethi

Mekkenin Fethi
Mekke, alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in dünyayı teşrif buyurdukları, çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği şehir… Nübüvvet kitabının hem ön sözünün hem de son sözünün indirildiği, Hazreti Adem (Aleyhisselâm)dan itibaren tevhit inancının merkezi ve Müslümanların kıblesi olan Kâbe’nin de bulunduğu şehir.
Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)kendisine peygamberlik vazifesi verildikten sonra önce Mekkelileri Allah’ın dinine davet etmiş, fakat onlar bunu kabul etmedikleri gibi Müslüman olmaya başlayan herkese ellerinden gelen bütün eza ve cefayı da çektirmişlerdi. Hatta o kadar ileri gitmişlerdir ki, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i öldürme kararı almışlar, Cebrail (Aleyhisselâm)ın haber vermesiyle kurdukları tuzak boşa çıkmıştı.
Mekkeli müşriklerin bitmeyen eziyetleri sonucunda müminlerin dayanacak güçleri ve sabırları kalmayınca, Peygamber Efendimiz’in niyazıyla müminlere hicret, Mekke’yi terk etme izni verilmişti. Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Mekke’den çıkarılırken yaşlı gözlerle Mekke’ye dönmüş ve şöyle buyurmuştu: “Ey şehir, senden çıkarılmasaydım vallahi seni terk etmezdim!”
Hicret sonrası Mekkeliler yine boş durmadılar, Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ve Müslümanları yok etmek için uğraştılar. Fakat Bedir’de hezimete uğradılar, Uhud’da umduklarına eremediler, Medine’ye kadar gelip Hendek bozgununu yaşadılar ve nihayetinde Hudeybiye antlaşması… Elbette bu yaşananların her biri Mekke’nin fethine zemin hazırlayan olaylardı. Ama sonuçları itibariyle diğerlerinden biraz daha önem ve farklılık arz eden Hudeybiye antlaşması olsa gerek. Zahiren bakıldığında Müslümanların aleyhinde gibi görünen birçok madde vardı bu anlaşmada. Aslında Mekke’nin fethine açılan ve sonuçta İslâm’ın bütün iklimlere yayılmasına vesile olacak bir sözleşmeydi bu.
Feth’e açılan kapı: Hudeybiye
Hicretin üzerinden altı yıl geçmişti. Müminler, Efendimiz’le birlikte umre yapmayı çok istiyorlardı. Bunun üzerine Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Kâbe’yi ziyaret etmek isteyenlerin hazırlanmasını emretti. Hazırlıkların tamamlanmasından sonra bin beş yüz sahâbî ile Mekke’ye doğru yola çıkıldı. Niyetlerinin barış olduğunu göstermek için yanlarına yolcu kılıcı denilen kılıçtan başka silah almamışlardı. Zülhuleyfe mevkiine geldiklerinde ihrama girdiler ve umre için niyet ettiler. Mekkeli müşrikler Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in hareketini öğrenince toplanarak ne pahasına olursa olsun Mekke’ye girmesine izin vermemeyi kararlaştırdılar. Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de kan dökülmesini istemediği için Mekkelilerin bu tavrına karşılık onların teklif ettiği bir anlaşma yapıldı. Bu antlaşmanın bazı maddeleri şöyleydi:
• Müslümanlar bu yıl Mekke’ye giremeyecekler ve Kâbe’yi ziyaret edemeyecekler, gelecek yıl bu ziyareti yapabilecekler. Ertesi yıl ancak üç gün Mekke’de kalabilecekler, bu süre zarfında hiçbir Mekkeli onlarla görüşmeyecek.
• Kureyş’ten birisi bu arada İslâm’ı kabul eder ve Müslümanlara sığınırsa, bu kişi Müslümanlar tarafından kabul edilmeyecek fakat Mekke’ye iltica eden hiçbir Müslüman iade edilmeyecek.
• Her iki taraf da diledikleri kabilelerle ittifak kurabilecek.
• Bu antlaşma on yıllık bir süre için geçerli olacak. Bu süre zarfında ne Kureyş Müslümanlara ne de Müslümanlar Kureyş’e saldıracak.
Bu antlaşma gereği Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) sahâbîlerine geri dönme emrini verdi. Hem sahabeler hem de Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Kâbe’yi ziyaret edemememin üzüntüsü içindeydi. Ancak inen şu âyet-i kerîme ileride Mekke’nin fethedileceği müjdesini vermişti:
“Gerçekten Biz sana (Hudeybiye antlaşmasını yaptırarak, Mekke-i Mükereme’yi ele geçirmenle ilgili) pek açık tam bir fetihle büyük bir fetih nasip ettik!” (Fetih Sûresi:1)
Saldırmazlık anlaşması ile İslâm her geçen gün büyümeye başladı. Müşrikler ise İslâm’ın bütün Arabistan’a yayılmasından rahatsız oluyorlardı. Bu yüzden yavaş yavaş sulh maddelerini ihlâl etmeye başladılar. Hudeybiye Antlaşması’nın üzerinden 17-18 ay geçmişti ki, kendilerine bağlı bulunan Benî Bekr kabilesini kışkırtarak, Müslüman olan Huzâalıların üzerine saldırttılar. Kendi içlerinden bazıları da bu olaya iştirak etti. Huzâa kabilesi baskına uğradıklarında namazdaydılar. Hunharca bir katliamla kimi secdede, kimi rükûda, kimi kıyamda iken şehid edildi.
Bu olayın hemen ardından Mekke’den gelen bir heyet Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e daha önce fiilen bozdukları antlaşmayı resmen tek taraflı feshettiklerini söylediler. Oysa bu, Müslümanları Mekke Fethi’ne davet demekti. Sonradan müşriklerin akılları başlarına geldiyse de iş işten geçmiş, sözleşme iki taraflı olarak feshedilmişti.
Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Mekke’nin kan dökülmeden fethedilmesini istiyordu. Yine de çok hassas davranıyordu. Hassasiyeti her iki cephe için de geçerliydi. Kendi askerlerinden de, Mekkelilerden de zayiat verilmesini istemiyordu. Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in tek arzusu Kureyş reislerinin İslâm hakikatini anlamaları idi. Mekke’ye yaklaşıldığında Cuhfe denilen yerde amcası Hazreti Abbas ile karşılaştı. Hazreti Abbas (Radıyallâhu Anh) Müslüman olarak Medine’ye hicret ediyordu. Yanında ailesi de vardı. Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onları görünce sevindi ve: “Ben peygamberlerin sonuncusu olduğum gibi sen de muhacirlerin sonuncususun.” dedi. Hazreti Abbas (Radıyallâhu Anh) ailesini Medine’ye göndererek kendisi Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ordusuna katıldı. Dün terk ettiği Mekke’yi bugün fethetmek için yola koyulmuştu.
Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) kendisine ilk vahiy indiği zaman Varaka b. Nevfel’le aralarında şöyle bir konuşma geçmişti: Varaka şöyle demişti: – Senin bu gördüğün, Allah Tealâ’nın Hz. Musa’ya gönderdiği Namus-i Ekber’dir (Cebrail’dir); keşke senin, insanları İslâm’a davet ettiğin günlerde genç olaydım… Kavmin seni vatanından çıkaracakları zaman keşke hayatta olsam…
Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem):
– Onlar beni Mekke’den çıkaracaklar mı ki, diye sordu. O da:
– Evet! Zira senin gibi vahyi tebliğ etmiş bir kimse yoktur ki düşmanlığa uğramasın. Şayet senin davet günlerine yetişirsem sana son derecede yardım ederim, demişti.
İşte bu konuşmanın üzerinden 21, hicretten de sekiz sene geçtikten sonra Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) tekrar Mekke’ye dönüyordu. Mekkeliler hiç beklemedikleri bir anda on bin kişilik sahabe ordusunu karşılarında görünce akıl tutulması yaşamışlardı. Neye uğradıklarını şaşırdılar. Hiçbir şey yapamadılar. Herkes şimdi ne olacağını bekliyordu.
Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Mekke’ye girdiğinde, fethi kendisine nasip etmesinden ötürü minnet ve şükranını bildirircesine başını önüne eğiyordu. Muhacirler ve Ensar Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in dört bir yanını sarmıştı. Mescid-i Haram’a girdi. Hacer-i Esved’e doğru yöneldi ve selamladı. Sonra Kâbe’yi tavaf etti. Kâbe’nin içinde ve etrafında üç yüz altmış put bulunuyordu. Elindeki yay ile bunlara bir bir dokunuyor ve şöyle diyordu: “Hak geldi, batıl yok olup gitti. Zaten batıl her zaman yok olmaya mahkûmdur.”
Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) tavafını bitirip Kâbe’nin kapısına geldiğinde, anahtar sorumlusu Osman b. Talha’yı çağırtarak Kâbe’yi açtırdı, içeri girdi. Önce orada bulunan putları bir kenara ittirdi. Ağaçtan yapılmış bir güvercin şeklindeki bir putu kendi elleriyle kırdı. Sonra duvarlarda melekler için çizilmiş bazı resimleri gördü. Yine duvarın bir yerinde Hz. İbrahim ile Hz. İsmail’in aleyhisselamın fal okları çekiyor halde yapılmış resimlerini gördü. “Allah bunu yapanları kahretsin! Vallahi, o ikisi hiçbir zaman fal oku çekmemişlerdir!” dedi. Ardından bütün bu resimleri sildirdi, Kâbe’yi putlardan da temizletti. Öğle namazı vakti olmuştu. Hz. Bilâl’e ezan okumasını emretti, ardından da öğle namazını kıldı.
Mekke’ye girildikten sonra yaşanan hadiselerden en önemlilerinden birisi de Rasûlüllâh Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in yüce ahlâkının sonucu kalpleri fethetmesi olayıdır.
Herkes Kâbe’nin avlusunda toplanmıştı ve Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bundan sonra nasıl davranacağını merak ediyordu. Henüz İslâm’la müşerref olmamış binlerce Mekkeli müşriğin yanında müslüman askerler de hazır bulunuyordu. O zamanki savaş hukukuna göre O, bütün Mekke halkının öldürülmesini emredebilir, bütün Mekkelilerin varlıklarına el koyup bunu müslümanlar için ganimet malı sayabilir ve dağıtabilirdi. Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Kâbe’den çıktı ve insanlara şöyle bir konuşma yaptı:
“Ey Kureyş topluluğu! Muhakkak ki Allah, cahiliye gururunu, cahiliye atalarıyla övünüp büyüklenmeyi kaldırmıştır. Bütün insanlar Adem’dendir, Adem de topraktan yaratılmıştır!” Sonra şu ayeti okudu: “Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışasınız diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstün olanınız, en çok sakınanınızdır. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.” (Hucurat, 13). Sonra şöyle buyurdu:
– Ey Kureyş topluluğu! Şimdi hakkınızda ne yapacağımı düşünüyorsunuz?
Kureyşliler hiç de hak etmedikleri bir merhameti isteyecek söz bulamayarak, utançtan başları öne düşmüş vaziyette şu cevabı verdiler: – Sen soylu bir babanın oğlu, asil bir kimsesin. Senden hayır umarız.
Hz. Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) o zaman şöyle buyurdu:
– Ben, size Hz. Yusuf’un kardeşlerine dediğini söyleyeceğim: ‘Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yoktur.’ Gidin, serbestsiniz! İşte bu genel aftan sonra kadın erkek herkes gelerek Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e biat ettiler. Böylece Mekke’nin fethi tam anlamıyla tamamlanmış oldu.
__________________

Vakit namazinizi kildiniz mi?
Ebu Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Mü'minin durumu yeşil ekin gibidir. Rüzgar ne taraftan gelse onu eğer. Rüzgar durduğunda doğrulur. Mü'min de böyledir. O da bela ve musibetlerle eğrilir. Kafirin durumu ise çam ağacı gibidir. Allah dilediği zaman sert ve dik durur. ][Bela ve musibetlere uğramaz.
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi Allahın kulu_ 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Haftanın konusu:Şiddet neden artıyor? Hafta'nın Konusu gün ışığı 8 1316 25 Ağustos 2019 23:20
AÖF İlahiyat Arapça 2. Sınıf Vize Soruları – 2009 Arapça 4 Allahın kulu_ 3 1454 23 Ocak 2019 19:40
Sayı ve Temyiz soruları Arapça 4 Allahın kulu_ 0 2773 23 Ocak 2019 19:09
Arapça 3 dersleri Arapça 3 Allahın kulu_ 0 1060 03 Ocak 2019 12:34
Arapça 3 | Çıkmış Soru Çözümleri Arapça 3 Allahın kulu_ 2 1498 03 Ocak 2019 11:56

Alt 31 Aralık 2014, 23:14   Mesaj No:2
Medineweb Emekdarı
Allahın kulu_ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Allahın kulu_ isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 33478
Üyelik T.: 09 Kasım 2013
Arkadaşları:29
Cinsiyet:
Memleket:sıratı mustakım
Yaş:48
Mesaj: 2.632
Konular: 164
Beğenildi:1153
Beğendi:1570
Takdirleri:5244
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Mekkenin Fethi

Mekke’nin Fethi: Hudeybiye Antlaşması ile, Benî Bekir b. Abdümenât ve Huzâa arasında Câhiliye döneminden beri süregelen kan davasının ortadan kaldırılmasına rağmen Kureyş’in desteğini alan Benî Bekir, Huzâa’ya gece baskını düzenleyerek kabilenin reisi Kâ‘b b. Amr ile bazı Huzâalılar’ı öldürdü. Bunun üzerine Huzâa kabilesi Medine’ye bir heyet gönderdi. Resûl-i Ekrem, Kureyşliler’e bir mektup yollayarak Benî Bekir’le ittifaktan vazgeçmelerini veya öldürülen Huzâalılar’ın diyetini ödemelerini istedi. Aksi takdirde Hudeybiye Antlaşması ihlâl edilmiş olacağından kendileriyle savaşacağını bildirdi. Kureyşliler, diyet ödemeyi ve Benî Bekir ile dostluktan vazgeçmeyi reddetmekle birlikte Hudeybiye Antlaşması’nı yenilemek üzere reisleri Ebû Süfyân (Radıyallâhu Anh)ı Medine’ye gönderdiler. Ancak Ebû Süfyân (Radıyallâhu Anh) Medine’deki girişimlerinden olumlu bir sonuç alamadı.
Mekke’ye yürümeye karar veren Hazreti Peygamber, kan dökmemek ve düşmanı hazırlıksız yakalamak için gideceği yeri gizli tutarak sefer hazırlıklarına başladı; Müslüman kabilelere haber gönderip Medine’de toplanmalarını istedi. Ordusunun gerçek gücünü saklamak amacıyla bazı kabilelerin yol boyunca orduya katılmasını emretti (Ya‘kūbî, II, 58). Medine’den çıkış yasaklandı ve Medine-Mekke arasındaki önemli geçitlere nöbetçiler yerleştirilerek Mekke’ye gidişe izin verilmedi. Yapılan hazırlıkları Kureyşliler’e bildirmek isteyen Hâtıb b. Ebû Beltea’nın gönderdiği haberci, bu durumdan vahiy yoluyla haberdar olan Resûl-i Ekrem’in görevlendirdiği sahâbîler tarafından yakalandı. Ayrıca Mekkeliler’i şaşırtmak için Mekke-Medine yolu üzerinde bulunan Batn-ı İdam’a Ebû Katâde el-Ensârî kumandasında bir keşif birliği gönderildi. Medine’de idarî işler için Ebû Rühm’ü, imâmet için İbn Ümmü Mektûm’u (Rıdvânullâhi Aleyhim Ecma‘în) vekil bırakan Hazreti Peygamberimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), ordusuyla 13 Ramazan 8’de (4 Ocak 630) şehirden çıktı. Mîkat yeri olan Zülhuleyfe’de ihrama girmeyerek seferin yönü konusundaki gizliliği devam ettirdi. Yol boyunca katılanlarla birlikte 10.000 kişiyi bulan İslâm ordusu Merrüzzahrân’da konaklayıncaya kadar Kureyşliler seferden haberdar olmadı.
İslâm ordusunun büyüklüğü karşısında paniğe kapılan Kureyşliler Ebû Süfyân (Radıyallâhu Anh)ı Resûl-i Ekrem’e gönderdiler. Ebû Süfyân (Radıyallâhu Anh) başkanlığında Hazreti Peygamber’in karargâhına giden heyet üyeleri İslâm’ı kabul etmiş olarak Mekke’ye döndüler. Bu durum karşısında Mekke halkı İslâm ordusuna karşı konulamayacağını anladı. Ebû Süfyân (Radıyallâhu Anh)ın Kâbe’nin avlusunda Mekkeliler’e kendisinin İslâmiyet’i kabul ettiğini ve teslim olmaktan başka çarelerinin kalmadığını söyleyerek Mescid-i Harâm’a veya kendi evine sığınmalarını tavsiye etmesi bir bakıma Mekke’nin teslimi anlamına geliyordu. Resûl-i Ekrem başta Ebû Süfyân olmak üzere Ümmü Hânî, Hakîm b. Hizâm, Ebû Ruveyhâ ve Büdeyl b. Verkā gibi Mekkeliler’in evine sığınanlara himaye hakkı verip bu kişileri onurlandırdı ve gönüllerini İslâm’a ısındırmak istedi. Ebû Süfyân’dan sonra Mekke’ye gelen Hazreti Peygamber’in amcası Abbas (Radıyallâhu Anh) da Mekkeliler’e aynı şeyleri söyledi; onlar da Mescid-i Harâm’ın içerisine ve evlerine dağıldılar.
Dört koldan aynı anda Mekke’ye girilmesini planlayan Resûl-i Ekrem, kumandanlarına mecbur kalmadıkça savaşmamalarını, kaçanları izlememelerini, yaralı ve esirleri öldürmemelerini ve Safâ tepesinde kendisiyle buluşmalarını bildirdikten sonra ilk önce sağ kol birliğinin kumandanlığını yapan Hâlid b. Velîd (Radıyallâhu Anh)in harekete geçmesini emretti. Mekke müşriklerinin Safvân b. Ümeyye kumandasında İkrime b. Ebû Cehil ve Süheyl b. Amr gibi Mekke eşrafı ile çoğunluğu müttefik kabilelerin kuvvetlerinden oluşan birliğinin yerleştirildiği güneydeki Lît adı verilen yerden şehre giren Hâlid b. Velîd (Radıyallâhu Anh), Handeme dağının eteklerinde bunları kısa sürede bozguna uğratıp şehrin fethi sırasındaki tek mukavemeti kırdı. Hâlid b. Velîd’in Hazvere çarşısına kadar kovaladığı bu kuvvetlerden canlarını kurtaranlar evlerine kapanarak ya da silâhlarını bırakarak eman aldılar. Çatışmalarda Mekkeliler’den on iki veya yirmi sekiz kişi ölmüş, müslümanlardan ise iki veya üç kişi (Hubeyş b. Hâlid, Kürz b. Câbir ve Seleme b. Mîlâ’ el-Cühenî) şehid olmuştu (Vâkıdî, II, 825-828; İbn Hişâm, IV, 49-50; Taberî, Târîħ, III, 58). Kumandanlığını Sa‘d b. Ubâde (Radiyallâhu Anh)ın yaptığı ensar birliği Mekke’nin batı tarafından, Zübeyr b. Avvâm (Radıyallâhu Anh)ın kumanda ettiği muhacirlerden oluşan sol kol birliği de kuzeyden şehre girdi. Merkezî birliğin başında bulunan Peygamber efendimiz ise Mekke’nin yukarı kısmından kuzeybatıdaki Ezâhir yolunu takip ederek Mekke’ye girip Hacûn’da konakladı ve diğer birliklerle Safâ tepesinde buluştu. Resûl-i Ekrem’in Mekke’ye hangi tarihte girdiği konusunda farklı rivayetler bulunmakla birlikte fethin 20 Ramazan 8’de (11 Ocak 630) gerçekleştiği genel olarak kabul edilmektedir (Vâkıdî, II, 829; İbn Sa‘d, II, 105; Halîfe b. Hayyât, s. 53).
Daha sonra Mescid-i Harâm’a giden Hz. Peygamber, Kâbe’yi tavaf ettikten sonra yaptığı konuşmada Mekke’nin harem olduğunu ve bu hâlinin devam edeceğini vurguladı; Mekkeliler’e verilen eman neticesinde umûmî af ilân edildiğini belirtti. Mescid-i Harâm’a, daha önce belirtilen kişilerin evlerine ve kendi evine sığınanlarla silâhlarını bırakanların emniyette olduğunu, esir alınanların öldürülmeyeceğini ve hiç kimsenin takibata uğramayacağını bildirdi. “Demi heder edilenler” diye anılan ve Hazreti Peygamber ile müslümanlara karşı düşmanlıklarıyla tanınan on kadar kişi umûmî affın dışında bırakıldı. Bunlardan yakalanan üçü öldürülmüş, İkrime b. Ebû Cehil gibi bir kısmı Mekke’den kaçmış, bir kısmı da sonradan affedilmiştir.
Kâbe ve çevresi şirk alâmetlerinden temizlendikten sonra Kâbe’nin içinde iki rek‘ât namaz kılan Resûl-i Ekrem, Bilâl-i Habeşî’ye Kâbe’nin damına çıkarak ezan okumasını emretti (Buhârî, “Śalât”: 30). Mekkeliler Hz. Peygamber’e biat edip müslüman oldular. Kendilerine esir muamelesi yapılmayarak serbest bırakılan bu kişilere “tulekâ” denilmiştir. (Taberî, Târîh, III, 61; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’ân, II, 338)
Resûl-i Ekrem, fetih konuşmasında ayrıca hac ve Mekke idaresiyle ilgili hicâbe (sidâne) ve sikaye dışındaki bütün görevleri ilga ettiğini bildirdi. Bir süre Hz. Peygamber’in uhdesinde kalan iki görev, esasları yeniden belirlendikten sonra Câhiliye döneminde aynı görevleri yürütmüş olan Osman b. Talha’ya ve Hazreti Abbas’a devredildi. Attâb b. Esîd Mekke valiliğine, Saîd b. Saîd çarşıyı kontrol görevine getirilirken Muâz b. Cebel yeni müslüman olan Mekkeliler’e Kur’an’ı ve dinî esasları öğretmekle vazifelendirildi.(Rıdvânullâhi Aleyhim Ecma‘în)
Hicretten sonra Mekke ile Medine arasında başlayan düşmanlık sona ermiş, Hicaz’da İslâm’ın üstünlüğü tesis edilmişti. Nasr sûresine ad olan “nasr” (yardım) kelimesinin bütün Araplar’a üstün gelmeye, aynı sûredeki “feth” kelimesinin de Mekke’nin fethine işaret ettiği ileri sürülmüştür. Feth kelimesinin “açmak” şeklindeki anlamından hareketle İbn Abbas (Radiyallâhu Anhümâ) Mekke’nin fethine “fethu’l-fütûh” adını vermiştir. Çünkü buradaki fetih sadece düşman elindeki bir şehrin alınmasından ibaret olmayıp Mescid-i Harâm’ın kontrolü ve Kâbe’nin fethi anlamına da gelmekte, aynı zamanda kalplerin Allah’ın dinine, İslâm kapısının bütün insanlığa açılışını ifade etmektedir. Bu sebeple Mekke’nin fethedilmesi İslâm fetihlerinin başlangıcı kabul edilmiştir (Elmalılı, IX, 6236-6237). Hadîd sûresinin 10. âyetinde geçen “feth” kelimesi de Mekke’nin fethine delâlet etmekte, ayrıca İbrâhim sûresinin 13-14. âyetlerinde Mekke’nin fethedileceği ve müslümanların oraya döneceği müjdesi verilmektedir. Feth sûresi de Hudeybiye Antlaşması’na, dolayısıyla Mekke’nin fethine işaret etmektedir.
Resûl-i Ekrem Mekke’de kaldığı sürede Hacûn’da kurulan çadırda ikamet etti. Kendisine evinde kalması teklif edilince Medine’ye hicretinden sonra, henüz müslüman olmayan amcasının oğlu Akīl b. Ebû Tâlib’in evini satmış olduğuna işaret ederek, “Akīl bize ev mi bıraktı?” diye serzenişte bulundu ve şehrin fâtihi olmasına rağmen evini geri almayı düşünmedi. Hz. Peygamber, “Fetihten sonra hicret yoktur” sözüyle (Tirmizî, Siyer 33) Mekke’nin fethiyle birlikte Medine’ye hicretin sona erdiğini ve bir zorunluluk olmaktan çıktığını belirterek muhacirlerle beraber Medine’ye döndü.
Fetihten Sonra Mekke
Fetihten sonra Mekke’de köklü bir dinî hayat başladı. Sikāye ve hicâbe dışında Câhiliye devri müesseselerini lağveden Hazreti Peygamber Attâb b. Esîd’i Mekke valiliğine getirdi, Saîd b. Saîd’i çarşıyı kontrolle görevlendirdi. Muâz b. Cebel’e de yeni müslüman olanlara İslâm dininin esaslarını öğretme ve imâmet işini verdi. Temîm b. Esîd’i Mekke Haremi’nin sınır taşlarının onarılıp yenilenmesiyle vazifelendirdi (Ezrakī, II, 129). (Rıdvânullâhi Aleyhim Ecma‘în) 9. yılda (631) müşriklerin Mescid-i Harâm’a yaklaşamayacaklarının âyetle bildirilmesinin ardından (et-Tevbe 9/28) 10. yılda (632) Resûl-i Ekrem’in öncülüğünde düzenlenen hac için Mekke’ye sadece müslümanlar geldi. Daha sonra Mekke’ye hâkim olan halife ve hükümdarlar, bizzat kendileri hacca giderek yahut hac emîri tayin ederek her yıl Mekke’de hac merasimlerinin düzenlenmesini sağladılar.
[Kaynak: DİA, MEKKE – cilt: 28; sayfa: 560 Nebi Bozkurt – Mustafa Sabri Küçükaşcı]
__________________

Vakit namazinizi kildiniz mi?
Ebu Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Mü'minin durumu yeşil ekin gibidir. Rüzgar ne taraftan gelse onu eğer. Rüzgar durduğunda doğrulur. Mü'min de böyledir. O da bela ve musibetlerle eğrilir. Kafirin durumu ise çam ağacı gibidir. Allah dilediği zaman sert ve dik durur. ][Bela ve musibetlere uğramaz.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Yürek Fethi.. İslaminesil Bilgi Dağarcığı 6 22 Eylül 2018 10:19
Yürek Fethi EbdA Muhtelif Konular 5 19 Ağustos 2014 17:51
Hayber’in fethi nasıl gerçekleşmiştir? - Peygamberimiz (sav) Hayber’in fethi önce dua _bülbül_ Bilgi Dağarcığı 0 10 Nisan 2009 19:38
Mekkenin Fazileti Huzurİslam Hadis-i Şerif 1 26 Kasım 2008 01:35
Mekkenin fethi Belgin İslam/Dinler/Mezhepler 0 13 Eylül 2008 12:04

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.