Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.İLAHİYAT-ÖNLİSANS -AÇIK ÖĞRETİM FAKÜLTESİ.::. > 2.SINIF*Bahar Dönemİ* > Din Sosyolojisi

Konu Kimliği: Konu Sahibi nurşen35,Açılış Tarihi:  26 Mart 2018 (22:35), Konuya Son Cevap : 26 Mart 2018 (22:35). Konuya 0 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 26 Mart 2018, 22:35   Mesaj No:1
Medineweb Emekdarı
nurşen35 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:nurşen35 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 38944
Üyelik T.: 09 Şubat 2014
Arkadaşları:61
Cinsiyet:Bayan
Mesaj: 9.476
Konular: 1144
Beğenildi:4414
Beğendi:3686
Takdirleri:14203
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Din Sosyolojisi Bahar Dönemi Özetleri 2018

Din Sosyolojisi Bahar Dönemi Özetleri 2018

Ünite 1: Din Sosyolojisinin Doğuşu ve Gelişimi
Sosyoloji
Sosyolojinin sistemleşmesi, kurumsallaşması ve kendini
felsefeden kopararak ayrı bir bilim dalı haline gelmesi 19.
yüzyıldan sonra gerçekleşir. Etimolojik olarak ise
sosyoloji toplumsal olanın bilimi olarak nitelenebilir.
Kökeni Fransız ihtilaline kadar dayanmakta, Fransa’nın
toplumsal bunalımına çözümler üretmek amacıyla
yayılmış bir bilimdir. Kısa zamanda bu bilim tüm dünyada
etkisini göstermiştir.
Sosyoloji öncelikle bir sosyal bilimdir, konusu ve alanı
itibariyle de diğer bilimlerden farklılık gösterir.
Sosyolojinin asıl konusu insan toplumlarıdır, toplumu ve
orada yaşanan olayları inceler. Toplumsal hayat ise iki
veya daha fazla insanın arasındaki bilinçli ilişkilerle
ilgilidir. Bu sonsuz ilişkiler ağından somut-özel ve soyutgenel
olgular, kurumlar, gruplaşmalar meydana gelir.
Sosyoloji bu bağlamda, olayları sebep-sonuç ilişkisi
içinde, kendine özgü bir yöntemle irdeler.
Sosyoloji bazı dallara ayrılmıştır. Buna bağlı olarak
toplum hayatında meydana gelen sosyal değişmeler ve
yeni gelişmeler, özel sosyolojilerin doğuşunu zorunlu
kılmıştır. Özellikle 20. Yüzyıldan sonra meydana gelen,
sosyal, kültürel, ekonomik ve teknolojik gelişmeler
uzmanlaşmayı kaçınılmaz hale getirir. Aynen diğer bilim
dallarında olduğu gibi sosyolojide de bu dönemde yeni alt
dallar oluşmaya başlamıştır. Bunlar özel sosyoloji
disiplinleri adı altında toplanır. Bunlar;
Din sosyolojisi, eğitim sosyolojisi, köy sosyolojisi, kent
sosyolojisi, siyaset sosyolojisi, örgüt sosyolojisi, hukuk
sosyolojisi, sanayi sosyolojisi, sağlık sosyolojisi, sanat
sosyolojisi, edebiyat sosyolojisi, dil sosyolojisi, tarih
sosyolojisi, iletişim sosyolojisi, bilgi sosyolojisi, çevre
sosyolojisi, spor sosyolojisi, serbest zaman sosyolojisi, suç
sosyolojisi, aile sosyolojisi, müzik sosyolojisi, göç
sosyolojisi, iş ve meslek sosyolojisi, gençlik sosyolojisi,
yaşlılık sosyolojisi, etnik sosyolojisi, yönetim sosyolojisi,
nüfus sosyolojisi, kültür sosyolojisi, kurumlar sosyolojisi
gibi alt dallara ayrılmıştır.
Din Sosyolojisi
Sosyoloji nasıl genç bir bilim dalı ise din sosyolojisi de
ondan daha genç bir bilim dalı olarak gün geçtikçe
gelişmeye devam etmektedir. Din sosyolojisi terimi ilk
kez Emile Durkheim 1899’da yazdığı bir yazıda
kullanmıştır. Türkiye’de ise din sosyoloji adıyla bilim
dünyasında yer almaktadır.
Din sosyolojisi, 19. Yüzyılın pozitivist ve evrimci bilim
anlayışından hareketle, ilkel olarak nitelenen dinlerin
etnolojik ve daha sonra da evrensel dinlerin tarihi
sosyolojik araştırılmasını kendine konu edinmiştir. 20.
Yüzyılın başlarında ise sistematik ve bağımsız din
sosyolojisinin de kurucusu kabul edilen Max Weber,
kendisinden öncekilerin aksine sosyolojinin görevinin,
dinin özünü, kaynağını, doğasını veya dini değerlerin
doğruluk ve yanlışlığını araştırmak olmayıp, din-toplum
ilişkileri bağlamında, din ile diğer sosyal kurumlar
arasındaki karşılıklı etkileşimi, dini inançlardan kaynağını
alan sosyal davranışların incelenmesi olduğunu söyleyerek
yeni bir sosyoloji anlayışının öncülüğünü yapmıştır.
Daha kısaca belirtmek gerekirse, din sosyolojisi, din ve
toplum arasındaki ilişkiyi açıklar. Dini hayatın toplum
üzerindeki etkilerini ve toplumun din üzerindeki etkilerini
inceler. Dini gruplaşmalar, cemaatler, dini kurumlar,
örgütlenmeler din sosyolojisinin en temel konularıdır.
Çağlar boyunca hem İslam düşünürleri hem de Batı bilim
insanları bilimlerin sınıflaması adına kendilerine özgü
yaklaşım biçimleri geliştirmişlerdir. Din sosyolojisinin,
bilimler arasındaki konumunu belirleyebilmek için bilim
dallarını üçe ayırmak mümkündür.
1. Doğa Bilimleri: Doğa ve doğa olayları ile
ilgilenen bilimler; fizik, kimya, astronomi gibi
2. İnsan Bilimleri: İnsanı, insanın tarihi, kültürel,
toplumsal dünyasını konu edinen bilimler; tarih,
antropoloji, sosyoloji gibi
3. Din Bilimleri: Dinleri sosyal bilimler
perspektifinden, olgusal temelde araştıran
bilimler; dinler tarihi, din sosyolojisi, din
psikolojisi gibi
Sosyolojide olduğu gibi din sosyolojisi de uzmanlaşmış alt
dallara ayrılmıştır. Bütün dinlerin sosyolojik incelemesini
yapan genel din sosyolojisinin aksine, yalnız bir dine ait
sosyolojik çözümlemeyi yapan din sosyolojileri de vardır.
Bu duruma Hristiyan din sosyolojisi, Yahudi din
sosyolojisi ve İslam din sosyolojisi gibi örnekler
verilebilir.
Yöntem ve Teknikler
Din sosyolojisi, dinin toplumsal boyutunu, sosyal
gerçeklik olarak ele alıp incelerken genel sosyolojinin
yöntem ve tekniklerinden yararlanır. Başka bir deyişle, din
sosyolojisi, sosyolojinin yöntem ve yaklaşımlarının dinisosyal
alanı uygulanmasıdır. Sosyal bir araştırmada, doğal
olarak din sosyolojisi incelemelerinde kullanılan üç
aşamalı uygulamalar: gözlemleme, karşılaştırma, açıklama
olarak üçe ayrılabilir.
Gözlemleme; sosyal olayların bir obje olarak yani
dışımızdaki bir eşya gibi incelenmeleri gerektiği, olayların
tanımlanmasının ve sınırlandırılmasının gözlemleme
süreci için önemi fazladır. Bu açılardan sosyal gözlem
dolaylı (vasıtalı) ve dolaysız (vasıtasız) olarak iki şekilde
yapılır.
Dolaylı Gözlem: Tarihin verileriyle yani belgelerle yapılan
geçmişle ilgili bir gözlemdir. Din sosyoloji açısından ise
gözlem yapacak araştırmacı için üç çeşit materyal
bulunmaktadır. Sözlü gelenekler: Masallar, efsaneler,
atasözleri, destanlar gibi. Yazılı belgeler: Arşiv belgeleri,
şeriyye sicilleri, fetvalar gibi. Şekillenmiş Anıtlar: Taşınır
ve taşınmaz her türlü sanat eserleri bu grupta yer alan bilgi
kaynaklarıdır.

Dolaysız Gözlem: Günümüz toplumlarını doğrudan
doğruya veya birinci elden yerinde izlemek ve
incelemektedir. Bu yöntemin kendine özgü bir tekniği
vardır. Bunlar sırasıyla öğrenme, hazırlanma ve sezmeden
oluşur. Öğrenme; araştırmacının incelediği toplumu
tanıması olayıdır. Hazırlanma; araştırmacının kavramsal
ve kuramsal çerçevesini oluşturmasıyla varsayım
üretmesinin gereğidir. Sezme; araştırmacının doğru
çıkarımlar yapabilmesi için anlayışlı ve sezgili olması
gereklidir.
Başlıca Araştırma Teknikleri:
Alan (saha): Alana çıkılarak veri toplanması ve
yorumlanmasıdır. Le Play’a göre, sosyologlar masa başı
sosyoloji yapmamalı, halkın içine karışmalıdır.
Monografi: Sınırları belirlenmiş tek bir konunun, küçük
grupların ya da örnek bir olayın tüm değişkenleriyle dar
boyutlu ve derinlemesine incelenmesidir. Monografiyi ilk
kullanan Le Play (1806-1882) olmuştur.
Anket: Çeşitli konularda, kişilerden okuyup
cevaplayabilecekleri soru kağıdı hazırlanması yoluyla
yazılı bilgi toplama tekniğidir.
Mülakat: Araştırılan konuda sözlü bilgi toplamadır.
Karşılaştırma, toplumsal olay ve olgularla ilgili salt durum
tespiti yapmak, betimlemek, bilimsel gerçeğe ulaşabilmek
için tek başına yeterli değildir. Bunun için din sosyolojisi,
gözlemini yani vasıflamasını yaptığı olguları
karşılaştırmak zorundadır.
Açıklama; din sosyolojisinde incelenen olayın
gözlemlenmesi ve karşılaştırılmasından sonra açıklama ile
sonuçlanması gerekir. Din sosyolojisi açıklamalarında,
birçok sosyal, kültürel ve sosyo ekonomik faktörlerin dine
etkilerinin yanı sıra dinin de sosyal hayatın çok çeşitli
alanlarına etkilerinin yani sıra karşılıklı bağımlılık ve
etkileşimin söz konusu olduğunu gözden uzak tutmaması
gerekir.
Din Sosyolojisinin Kısa Tarihi
İnsanlık tarihi boyunca insanın ve toplumun var olduğu
her yerde din var olduğuna göre, din üzerine düşünme de o
kadar eskidir. Burada İlkçağ Yunan düşüncesinde ve
Hristiyan ortaçağında din sosyolojisi açısından önemli
bazı düşünürlerin görüşleriyle yetinilecektir.
Toplum ve din üzerine düşünmenin tarihi İlkçağ Yunan
düşüncesine kadar uzanır. Bu dönemde din sosyolojisi
açısından ise en önemli isim Eflatun’dur. Eflatun,
sofistlerin “Her şeyin ölçüsü insandır” sözü yerine “Her
şeyin ölçüsü Tanrı’dır” demiştir. Eflatun’a göre ilahiyatın
işi, Tanrı’nın varlığını ispat etmek, Tanrı’nın insanlarla
ilgilendiğini, hiç kimsenin yaptığının yanına kar
kalmayacağını göstermek, Tanrıların birtakım
yalvarmalarla ve hediyelerle kazanılmayacağını, herkesin
kendi hareketinden sorumlu olacağını anlatmaktadır.
Hristiyan Ortaçağı döneminin toplum görüşlerinin
çerçevesini biri mistik diğeri de skolastik görüş
oluşturmaktadır. Mistik görüş için Saint Augustin mistik
görüşün esaslarını tartışır. Ona göre, içinde yaşadığımız bu
dünya toplumları gelip geçicidir. Akinaslı Saint Thomas
ise ‘İlahiyat Mecmuası’ adlı eserinde; skoloastik düşünce
ile aklın kurallarını İncil’in emirleri ile uzlaştırmaya
çalışmaktadır.
Din sosyolojisi kurucularına değinmeden önce kısaca
ortaçağın sonlarından itibaren başlayan değişim
hareketlerine bakmakta yarar vardır. Rönesans ve Reform
hareketleri, bilimsel ve teknik buluşlar, İngiltere,
Fransa ve Almanya’daki Aydınlanma hareketi, Fransız ve
Sanayi devrimleri gibi olay ve olgular, toplumların siyasi,
sosyo-ekonomik ve kültürel hayatlarında büyük
değişmeler meydana getirdiği gibi kilisenin ve halkın din
ve dünya görüşü de sorgulanmaya başlanmıştır.
Marks, dini ayrıntılı olarak incelememesine karşın,
sonrasında dine sosyolojik açıdan getirilen yaklaşımlarda
etkili olan, sosyolojinin kuramcılarından biridir. Marks’ın
düşüncesini anlayabilmek için etkilendiği düşünürlerden
olan Feuerbach’ı anlamak yerinde olacaktır. Ona göre din,
insanın kendi düşüncesinin insanlar üstü bir plana
aktarılışıdır. Bu fikirlerden yola çıkarak Marks, dinin
halkın afyonu olduğunu söyler. Egemen sınıfların,
kendilerine yönelik bir devrim tehlikesine karşı, kitleleri
pasifize etmek için dini nasıl kullandıklarını örnekler.
Auguste Comte(1798-1857), sosyolojinin isim babası,
pozitivist felsefenin de en önde gelen temsilcilerindendir.
Pozitivist felsefenin bilimler için zorunlu olduğunu,
gözleme, deneye ve yasaların tespitine dayanan bu
yöntemin, teolojik ve metafizik alanlara da yayılması
gerektiğini söyler. Sonuçta ise Comte, statik açıdan
toplumu meydana getiren üç temel öğe olarak, aile, devlet
ve din kurumlarını ele alır.
Emile Durkheim (1858-1917), din sosyolojisi terimini ilk
kez kullanan kişidir. Durkheim, dinlerin evriminden çok,
dinin kökeni sorununu araştırır. Ona göre din, toteme
tapınma şeklinde başlayıp kaynağını toplumun kolektif
vicdanından aldığını öne sürer, dini bir topluluk ruhu
olarak açıklar. Durheim’ın ‘Dini Hayatın Başlangıç
Şekilleri(1912)’ adlı eseri, din sosyolojsinin ilk
klasiklerindendir
Max Weber (1864-1920), dini kendinden öncekilerden
daha farklı ele alışla incelemiştir. Din; kökenini, gelişimini
araştıran bir bilim değil, dini davranışları ya da dinden
kaynaklanan sosyal davranışların bilimi olması gerektiğini
söyler. Din ve ekonomi arasında bağlantılar kurarak dini
anlayışlarla ekonomik davranışlar arasındaki ilişkileri
anlamaya çalışır. Weber’in din sosyolojisiyle ilgili en
önemli eserleri; ‘Din Sosyolojisi Hakkında Makaleler’ ve
‘Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu’dur.
Ernest Troeltsch (1865-1923) Hristiyan kilise ve
mezhepleri üzerine din sosyolojisi geliştirmiştir. Joachim
Wach (1898-1955), ‘Din Sosyolojisine Giriş’ adlı



kitabıyla ilk defa din sosyolojisini sistematikleştirmiştir.
Dinin ortaya çıkan sosyal biçimlerinin irdelenmesini
yapar. Gustave Mensching (1901-1978), dinde oraya çıkan
sosyolojik olaylar ve dinin sosyolojik ilişkilerini inceler.
Gabriel Le Bras, Fransız Katoliklerin dini pratikleri
üzerine geniş denemelerde bulunmuştur.
20. yüzyılın ikinci yarısından günümüze gelinen süreçte,
din sosyolojisi alanında öncekilerden farklı olarak,
özellikle modern dünyada din-toplum ilişkileri konusunda
yeni yaklaşımlar sergileyen önemli sosyologlar
bulunmaktadır. Bunlar, Luckmann, Berger, Bellah, Geertz,
Turner, Glock, Casavova ve Davie gibi isimlerdir.
Thomas Luckmann (1927-…), modern toplumda dinin
değişen yapısını tahlil etme konusunda sorunlar yaşadığını
belirtmekte ve modern toplumda geleneksel kilise dininin
yerini alan her hangi bir şeyin de din olarak adlandırılıp
adlandırılamayacağı üzerine tartışmıştır. Luckmann, dinin
giderek daha öznel ve özel bir konu haline gelmeye
başladığını, yani kiliseden koparak bireyselleştiğini ifade
etmektedir.
Peter Berger (1929-…), insanı merkeze oturtan
antropolojik ve fenomenolojik bir din sosyolojisinin
yöntemlerini geliştirmeye çalışmaktadır. Dini kendisiyle
kutsal bir kozmosun kurulduğu insani bir girişim olarak
tanımlayan, ama din ile insan arasındaki ilişkinin tek
yönlü değil, diyalektik bir ilişki olduğunu vurgulayan
Berger, dinin insanın dünya kurma girişiminde stratejik bir
rol oyandığını, fakat kutsalın tarihi tezahürlerinin çok
farklı görünümlere sahip olduğunu belirtmektedir.
Robert N. Bellah (1927-…), sivil din teorisini
sistematikleştiren bir sosyologtur. Sivil din tezi,
sekülerleşmenin artması yönündeki beklentiyi, Amerika
Birleşik Devletlerinde dini inanç ve kurumlara olan
kamusal bağlılık gerçeğiyle uzlaştırmanın bir aracını
sağlamaktadır.



Ünite 2: İslam Dünyasında ve Türkiye’de Din Sosyolojisi

Giriş
İslam dünyasında bilimlerin oluşum süreci çok erken bir
dönemde başlamıştır. İslam’ın başlangıç yıllarından
itibaren gerek Kur’an–ı Kerim’in gerekse Hz.
Muhammed’in bilgiyi, öğrenmeyi, aklı ve düşünceyi
övmüştür. Emeviler ve Abbasiler döneminde, özellikle de
Harun Reşit’le yakalanan gelişme çizgisi Me’mun
döneminde (813–833) ‘Beytü’l–Hikme’lerin kuruluşuyla
zirveye çıkmış, İslam bilginleri tarafından eski Yunan
düşünürleri (Eflatun, Aristo, Hipokrat, Öklid, Batlamyus
vb.) başta olmak üzere diğer ülkelerdeki (İran, Hint)
felsefe ve doğa bilimi düşünürlerinin eserleri Arapçaya
çevrilmiştir. İslam dünyasının ilk formel eğitim kurumları
medreselerin de bu dönemde başladığı ve ilerleyen
yıllarda gelişerek 11. yüzyılda Büyük Selçuklularda
Nüzamülmülk’ün kurduğu Nizamiye Medreseleri ile
eğitim öğretim ve bilim faaliyetlerinin en parlak
dönemlerini yaşadığı bilinmektedir.
İslam bilginlerinin eserlerinde din sosyolojisi adına önemli
bilgileri bulmak mümkündür. Onlar din-toplum
ilişkilerini, dini gruplaşmalara dair görüşlerini
klasikleşmiş bilimlerin içinde incelemişlerdir. Bu anlamda
akla gelen düşünürler, Farabi, İbn Miskeveyh, İbni Sina,
İbn Rüşd, Gazali, Maverdi, Şehristani, İbn Haldun gibi
Ortaçağ döneminde döneminin ilerisi işler yapanlar olarak
öne çıkarlar.
İslam dünyasındaki bilgi birikiminin ve önemli eserlerin
tercüme yoluyla Batı’ya da aktarıldığı görülmektedir.
Endülüs, Yunan ve İslam biliminin Avrupa’ya
aktarılmasında köprü görevi üstlenmiş, 12. yüzyılda bilim
ve felsefe eserleri Arapçadan Latinceye çevrilerek,
Rönesans ve Reform hareketlerinin ve dolayısıyla Batı
Aydınlanmasının zeminini hazırlamıştır. Ancak
13. yüzyıla gelindiğinde düşünsel durağanlık kendini
göstermeye başlamış, İslam düşünce geleneği dinamizmini
kaybetmeye yüz tutmuştur.
İslam Dünyasında Din Sosyolojisi
İslam dünyasında sosyoloji ve din açısından en büyük
araştırmaları, İslam bilginlerinin en tanınmışları olan
Farabi, Gazali ve İbn Haldun’un eserlerinde bulmak
mümkündür.
Farabi (890-950), din sosyolojisinde, toplum görüşü
konusunda Eflatun’dan çok etkilenmiştir. Ona göre insan
yaratılış gereği ve yaşamlarını sürdürebilmek için toplum
halinde yaşamak zorundadır. Farabi’ye göre toplumlar
öncelikle ikiye ayrılır: Eksik toplumlar (köy, mahalle,
sokak, hane), Tam toplumlar ( büyük, orta, küçük). Aynı
zamanda Farabi, tam toplumlardan şehirleri de erdemli ve
erdemsiz olarak ikiye ayırmaktadır. Erdemli toplumun
lideri olan devlet başkanlarının ise özelliklerini belirterek
bu özelliklerden yarısı bile bulunmayan bir başka
olmaması durumunda devleti bu özellikleri taşıyan bir
kişilerden oluşan bir kurul devletinin ülkeyi yönetmesi
gerektiğini belirtir.
Gazali (1058-1111), İslam dünyasında din sosyolojisinin
öncü ve hazırlayıcıları arasında üzerinde durulması
gereken isimlerden birisi de şüphesiz Gazali’dir. Gazali’ye
göre dinin, bir yandan tamamen ferdi ilgilendiren subjektif
yönlü olduğu gibi, toplumu ilgilendiren objektif yönü de
bulunmaktadır. Devletle din arasında yakın ilişkiler
bulunur. Din, insan toplumunun temelini oluşturur. Devlet
ise dinin muhafızıdır, bu bakımdan devletler zayıflar ve
yok olurlarsa, din de zayıflar ve yok olur. Gazali’nin temel
amacı, tevhit inancı ve İslam Peygamber’inin risaleti
etrafında bütün müminleri birleştirmek ve İslam
toplumunun sosyal bütünleşmesini sağlamak olmuştur.
İbn Haldun (1332-1406), Tunuslu bir filozof, tarihçi ve
toplum bilimci, dinin toplumsal önemi üzerine durması,
din ve toplum ilişkilerine eğilmesi ve üstelik bunları
yaparken gözlem ve deneyimlerine de dayanması
nedeniyle modern ve deneysel din sosyolojisinin gerçek
bir öncüsü ve hatta kurucusu sayılmalıdır. Bu açıdan İbn
Haldun’un konumuzu ilgilendiren en önemli eseri
Mukaddime’dir. Bu kitabı incelediğimizde, görüşlerini
daima gözleme dayandırması, İslam dünyasında ortaya
çıkan olaylarla sosyal faktörler arasında ilişkiler kurması
ve din-toplum ilişkileri ve dinin toplumsal işlevleri
üzerinde durması İbn Haldun’a din sosyolojisinin tarihçesi
içerisinde, haklı olarak, oldukça ayrıcalıklı bir yer
kazandırmaktadır.
Türkiye’de Din Sosyolojisi
Batı’da, sosyolojinin felsefi bir geleneği vardır. Sosyoloji,
felsefi düşüncenin toplum olayları üzerine eğilmesi
sonucu doğmuştur. Ülkemizde ise İbn Haldun’un etkisiyle
sosyolojinin ilk habercileri tarihçiler olmuştur. Kâtip
Çelebi, Naima, Müneccimbaşı, Pirizâde, Ahmet Cevdet
Paşa, Mizancı Murat Bey bunun örnekleridir.
Türkiye’de Batılı anlamda sosyoloji ise, II. Meşrutiyet
döneminde, A.Comte’nin kurup Durkheim’in geliştirdiği
sosyoloji okulunun düşüncelerini seven Ziya Gökalp ile
Le Play’ın kurduğu sosyal bilim okulunun görüşlerini
savunan Prens Sabahattin vasıtasıyla girmiştir.
Tanzimat Dönemi: Sosyolojinin kurucusu A.Comte’nin
Tanzimat hareketinin başlatıcısı Mustafa Reşit Paşa’ya
yazdığı mektupla, daha sonra Fransız pozitivistleriyle
yapılan yazışmalar ve yine bu dönemde dergilerde Batılı
sosyologlardan çeviriler vb. dikkate alınacak olursa,
Türkiye’de sosyolojinin ve din sosyolojisinin ön tarihini
Tanzimat döneminden başlatmak mümkündür. Tanzimat
aydınları, Osmanlı toplumunun sorunlarını Batı’daki
örneklerine uygun olarak toplumsal kurumların işleyişinde
ortaya çıkan bozulmalarda görmüşler ve bu durumu
toplumun yapısıyla ilişkilendirmişlerdir. Özellikle 19.
yüzyılda, Osmanlı Devleti ve toplumlarının karşı karşıya
kaldıkları sorunlardan çıkış yolu arama çabalarının yoğun
olarak yaşandığı bir dönemdir. On dokuzuncu yüzyıl
Osmanlı’nın kendi düşünce geleneği içinde çözüm
üretemediği ve açmazda olduğu, dolayısıyla
çözümsüzlüğün hüküm sürdüğü bir dönemdir



Osmanlı’nın çöküşünü önlemek için yapılan Tanzimat,
Islahat, I. Meşrutiyet vb. yenilik hareketleri hep sonuçsuz
kalmış, kalıcı çözümler üretilememiştir. Sonrasında ise
çare Batı’da aranmaya başlanmış, bu umutla sosyoloji ile
karşılaşılarak çözümler üretilmeye başlanmıştır.
Ahmet Cevdet Paşa (1823-1895), gerçek bir sosyoloji ve
din sosyolojisi kaynağı olan İbn Haldun’un
‘Mukaddime’sini Türkçeye ilk kazandıran kişidir. Ahmet
Cevdet Paşa, İslami geleneklerin korunması gerektiğini
söylemiş ve bir kısım devlet ileri gelenlerinin Fransız
kanunlarının alınması yönündeki görüşlerine karşı çıkarak
Mecelle’nin hazırlanmasında en önemli rolü oynamıştır.
Din deyince, ilahi menşeli, vahye dayanan bütüncü bir
sistemi anlayan Ahmet Cevdet Paşa, İslamı sadece bir
iman ve ibadetler bütünü olarak görmemekte, aynı
zamanda bir dünya görüşü, bir hayat tarzı olarak da
anlamak gerektiğini belirtmiştir. Paşa, hayata, tabiata,
aileye, kanuna, devlete, ahlaka, topyekûn her alana dinin
ve imanın bakış açısıyla bakmaktadır. Öte yandan,
İslamiyet’in getirdiği adalet ve eşitlik anlayışının
toplumsal hayatta önemli yansımaları olduğunu söyleyen
Ahmet Cevdet Paşa’ya göre, İslam dini herkese hak ettiği
hürriyeti verdiği için İslam dünyasında Batı’daki gibi bir
hürriyet mücadelesi meydana gelmemiş, buna karşılık
adalet düşüncesi ön plana geçmiştir.
Meşrutiyet Dönemi: Batı’daki sorunları çözmek için
kurulan sosyoloji bilimi, Batı’da ortaya çıkar çıkmaz,
devleti yıkılmaktan kurtarmak amacıyla Osmanlı’nın
tercihi olan yeni siyaseti resmi bir ideoloji olarak
savunmak üzere Türkiye’ye aktarılır.
19. yüzyılın ikinci yarısından sonra Osmanlı Devleti’ni
içinde bulunduğu açmazdan kurtarabilmek için
(Osmanlıcılık, İslâmcılık, Türkçülük ve Batıcılık gibi) bir
takım ideolojik düşünce akımlarının oluşmaya başladığı
görülmektedir. Yirminci yüzyılın başlarında, II.
Meşrutiyet’te daha belirgin olarak ortaya çıkan bu akımlar
Osmanlı Devleti’ni düştüğü bu zor durumdan kurtarmayı,
eski gücüne kavuşturmayı amaçlamaktaydılar. Balkan
savaşlarında (1912–1913) Hıristiyan unsurların devlete
karşı tutumlarıyla Osmanlıcılık son bulmuş, Birinci Dünya
Savaşı’yla da (1914–1918) Müslüman unsurların tutumları
İslâmcılık politikalarına büyük darbe vurmuştur.
Bu çerçevede Ziya Gökalp, başta olmak üzere,
Türkiye’nin ilk sosyologları olarak bilinen Ahmet Rıza,
Ahmet Şuayip, Bedii Nuri, M. Satı Bey, Prens Sabahattin,
Celal Nuri ve Mehmet İzzet öne çıkan bilim insanlarıdır.
Ziya Gökalp (1876-1924). Asıl din sosyolojisini, E.
Durkheim sosyolojisinin Türkiye’deki temsilcisi olup din
anlayışında da Durkheim’in etkisinden kendini
kurtaramamış bulunan Ziya Gökalp’te bulmaktayız. Ona
göre din, toplum tarafından oluşturulan ve toplumlar için
zorunlu, vazgeçilmez bir kurumdur. “Din, ibadetlerle
itikatlardan mürekkep”dir. Dinin alanı vicdan alanıdır.
Din, kendi öz alanına çekilmeli ve orada derinleşmelidir.
Öteki toplumsal kurumların alanı ise sosyal ilişkiler
alanıdır ve dinden farklıdır. Ziya Gökalp, Durkheim’in
anlayışına paralel olarak dini, toplumun kolektif
vicdanından kaynağını alan sosyal bir olgu olarak
değerlendirmektedir. Gökalp’in düşüncelerinin zamanla
laikliğe doğru geliştiği, dini bir ahlak ve vicdan meselesi
olarak algılamaya eğilim gösterdiği anlaşılmaktadır.
Prens Sabahattin (1879-1948), Türk sosyoloji tarihinin
ikinci önemli ismidir. Prens Sabahattin’in dinle fazla
ilgilenmediği görülmektedir. Türkiye’nin bir yönetim
sorunuyla değil, bir yapı sorunuyla karşı karşıya olduğunu
belirten Prens, dinin ilerlemeye engel zannedilmesinin de
aynı temel yargıdan kaynaklandığını belirtmektedir. Prens,
Le Play, Henri de Tourville ve Edmund Demolis başta
olmak üzere bu akımın geliştirdiği görüşler doğrultusunda
Türkiye’nin sosyal yapı değişikliğiyle yeniden eski
günlerine dönebileceğini savunur.
Cumhuriyet Dönemi: Türkiye’de din sosyolojisinin kısa
tarihi içerisinde Ziya Gökalp, II. Meşrutiyet döneminde
olduğu kadar Cumhuriyet döneminin de en önemli din
sosyoloğu ve ideoloğudur. Gökalp hayatının bu
döneminde sosyolog ve siyasetçi kimliğiyle bir ıslahatçı
olarak görülmektedir. Din-siyaset ilişkileri bağlamındaki
görüşleriyle Cumhuriyet dönemi devrimlerinin bir
kısmının gerçekleşmesinde öncülük etmiş, önemli katkılar
vermiştir.
Ziya Gökalp’in genel ve özel din sosyolojisinin gerek II.
Meşrutiyet döneminde ve gerekse Cumhuriyetin ilk
yıllarında ne denli dinamik ve işlevsel bir yapıya sahip
olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle onun modern Türk din
sosyolojisi biliminin öncüsü ve hatta kurucusu olduğu
söylenebilir. Ziya Gökalp’ten sonra uzun yıllar din
sosyoloji çalışmaları yapılamamıştır. Pozitivizm etkisiyle
siyası yapılanmanın bu anlayışa göre şekillenme çabaları,
din (İslam) üzerine çalışmalarda bir kırılmanın
yaşanmasına neden olmuştur.
Türkiye’de bu uzun kırılmadan sonra 1943 yılında Hilmi
Ziya Ülken’in din sosyolojisi biliminin Cumhuriyet
dönemindeki ilk müstakil eseri olan ‘Dini Sosyoloji’si
yayımlanır. Yönetiminin Durkheimci bir çizgi izlediğini
belirten Ülken, eserinde pozitivist-evrimci geleneği
sürdürür. Cumhuriyet döneminde din sosyolojisi öğretimi,
kurumsal olarak ancak 1949’da Ankara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi’nin açılmasıyla yeniden programa alınır.
Böylece Cumhuriyet döneminde ilk din sosyolojisi
öğretimi Mehmet Karasan (1907–1974) tarafından
başlatılır. Karasan “Din Sosyolojisine Giriş” adıyla
hazırladığı ders notlarından başka “Din Sosyolojisinin
Öncülleri ve Kurucuları” adlı makalesi kayda değer
çalışmalardır. Türkiye’de din sosyolojisinin gelişiminin
önemli bir aşaması da, Ankara Üniversitesinde misafir
öğretim üyesi olarak bulunan Hans Freyer’in (1887-
1969), 1959-1960 öğretim yılında İlahiyat Fakültesinde
verdiği din sosyolojisi dersleridir. Bunlar dışında Mehmet
Taplamacıoğlu, Rami Ayas, Ünver Günay, Sabri F.
Ülgener, Amiran Kurktan Bilgiseven, Mümtaz Turhan,
Erol Güngör, Şerif Mardin, Baykan Sezer gibi isimler din
sosyolojisi alanında önemli çalışmalar yapmışlardır.

Ünite 3: Dinin Sosyolojik Manası

Giriş
Dinin sosyolojinin temel konularından biri olması ve din
sosyolojisi adıyla bir bilim dalının varlığı, dinin toplumsal
bir fenomen olması ve dinin toplumsal bir varlık olan
insanın varoluşsal bir boyutu olmasıyla doğrudan
ilişkilidir.
Batı dillerin din sözcüğü Latince kökenli ‘religio’
kelimesinden gelmektedir. Bu kelime de Cicero’nun
(M.Ö. 106 – M.Ö. 43) verdikleri bilgilere göre insanların
din yoluyla Tanrı’ya ve birbirlerine bağlanmaları anlamına
gelen ‘religare’ veya bir işi mükerreren ve dikkatlice
yapmaları anlamına gelen ‘religere’ kökünden
gelmektedir.
İbranice’de din karşılığı olarak kullanılan ‘dath’, kanun,
hüküm ve yargı gibi anlamlara gelirken, yine
İbranice’deki ‘tora’ sözcüğü köken itibariyle din, şeriat,
hüküm, kanun, mezhep, ilim, eğitim gibi manalar
taşımakta ve Sanitçe’de dini karşılayan ‘sanatana
dharma’, ebedi yol, ezelî ve ebedî hakikat, ebedi kanun
gibi anlam içeriğine sahip bulunmaktadır.
Arapçadaki din terimi etimolojik düzlemde ‘d-y-n’ fiil
kökünden gelmekte olup borçlu olma, üstün gelme, hem
genel anlamda bütün inanma ve bağlanmaları, hem de özel
anlamda İslam dinini ifade eder. Ancak Batı’daki din
terimi daha dar anlamda kullanılmakta olup Hıristiyanlığı
ifade etmektedir. Din-insan ilişkisi dinden insana,
insandan dine karşılıklı gidiş-gelişlerle gerçeklik
kazanmaktadır.
Dinin Sosyolojik Manası
Dinin insanın zorunlu bir boyutunu oluşturduğu ve
bütünüyle dinsiz veya inançsız herhangi bir toplumun ve
toplumsal hayatın var olmadığı yapılan araştırmalarla
belirtilmiştir. Her toplum, din ve inanç şekli ile bunların
yaşanma biçimi fark etmeksizin, mutlaka dine veya
dinlere mensuptur.
İnsanlık tarihi kadar bir geçmişe sahip olan din, tarihsel
süreç içerisinde temel etken olarak varlık göstermiş
toplumsal bir fenomendir.
Toplumsal bir olgu olan ve sosyal hayatta etkili olan din
çok eski zamanlardan beri birçok düşünür, bilim adamı ve
sosyologların temel ilgi alanlarından biri olmuştur.
Sosyoloji, insanların birbirleriyle kurdukları karşılıklı
ilişkilerin bilimsel açıdan incelenmesi olarak özetlenebilir.
Sosyoloji terimi Latince “toplum” anlamına gelen
“socius” ve Yunanca “bilgi” anlamına gelen “logos”
kelimelerinin birleşmesi ile oluşmuştur. Auguste Comte
kendi yeni bilimini, sosyolojiyi, eşit derecede hem din
hem de bilim olarak görmüştür. “Pozitif Felsefe Dersleri”
ve ayrıca “Pozitif Politik Sistem” adlı kitaplarında Comte,
ilk önce sosyal fizik diye adlandırdığı sosyolojiyi, sadece
bilimlerin kraliçesi olarak değil, aynı zamanda giderek
tüm var olan dinleri görüş mesafesinin dışına iten yeni
‘pozitivizm dini’nin de temeli olarak tasavvur etmiştir.
Dine Sosyolojik Bakış
Sosyolojiyi diğer bilim dallarında ayıran en önemli ölçüt
insan birlikteliği gerçeğine odaklanmasıdır. Sosyoloji
toplumun her yerinde var olan sosyal etkileşimin
örüntüleşip kalıplaşmış kurumsallık, yapısallık, sistemlilik
ve düzenliliklerini inceler.
Dine sosyolojik bakış, dini ve o dine mensup bireyleri
toplumsal evren içinde etkileşim halindeki durumuyla ele
almayı gerektirir.
Sosyolojik bakışta çoklu veya karmaşık nedensellik ilkesi
en önemli esaslardandır. İnsanların sosyal düşüncesinde
çok yaygın bir yanlış olan tek nedenli yaklaşımın ana
sebepleri şunlardır:
 Bunlardan ilki, tekil bir açıklama insan
ilişkilerine ilişkin karmaşık sorulara verilebilecek
en kolay yanıttır.
 İkincisi ise, insanlar genellikle toplum ve kültür
hakkında bilimsel bilgiden yoksundurlar.
Sosyolojik bakış, dine de çok boyutlu yaklaşmayı
gerektirir. Dini davranış örüntülerini, dinin kurumsal
yönlerini, dini olayları, onlara çok yönlü bakarak anlamak
ve yorumlamak dine sosyolojik bakışın temel
özelliklerindendir.
Sosyal problemlere yönelik çözümlere değişebilirlik
ilkesiyle yaklaşmak sosyolojik bakışın diğer bir ayırt edici
özelliğidir.
Din hakkında genelleme yaparken dinin değişen yönünü
ve değişen toplumsal gerçekliğin içinde varlık bulduğunu
her zaman hesaba katma zorunluluğu vardır.
Sağduyuyla sürekli ve yakın bir diyaloğu korumakla
birlikte, sağduyunun sınırlılığını aşmak sosyolojik bakışın
diğer önemli yönlerinden biridir. Sosyoloji, topluma
ilişkin sıradan bilgilerle yetinmez; rutini bozar ve sorgular.
Dine sosyolojik bakış; din hakkındaki önyargıları,
sağduyusal bilgileri, sığ yaklaşımları, kestirmeden
alelacele değerlendirmeleri sorgulama, eleştirme yoluyla
sarsar, dinsel toplumsal gerçekliği olduğu gibi okur,
anlamlandırır ve yorumlar.
İnsana duyarlılık, empatik bakış ve sorumlu yaklaşım
kazandırmak sosyolojik düşünmenin en önemli
özgünlüklerindendir. Sosyolojik bakışla insan, kendi
inanç, düşünce ve ideolojisine aykırı bile olsa toplumu,
toplumsal olay ve olguları, toplumsal gerçekliği bilimsel
okumaya tabi tutar.
Dine sosyolojik bakışla, aynı ve farklı din mensubu
insanlara, grup ve toplumlara karşı daha duyarlı olunur,
empatik yaklaşılarak onların doğru anlaşılmaları
sağlanabilir.
Din, etkili bir sosyal gerçeklik ve temel bir toplumsal
kurum olduğu için, sosyolojinin gelişiminin başından
itibaren sosyolojik araştırmalar açısından oldukça önemli
bir toplumsal fenomen olarak kabul edilmiştir.

Din sosyolojisi, dine sosyolojik bakış temelinde din ile
toplumun karşılıklı ilişkilerini, yani etkileşim noktalarını
araştırma konusu yapar.
Joachim Wach’a göre din sosyolojisinin gerçek konusu,
dini tecrübenin inanç, ibadet ve cemaat boyutlarıdır; din
sosyolojisi, bunların her birini tipolojik ve karşılaştırmalı
olarak inceler.
Dinin sosyolojik manası, dini sosyolojik açıdan ele
almayı; anlamayı, tasvir etmeyi, yorumlamayı; dinin
toplumsal gerçekliğini; sosyal bir fenomen olarak dini, din
ile toplumun karşılıklı ilişkilerini, olduğu veya
gerçekleştiği gibi, sosyolojik perspektiften, ampirik
verilere dayanarak, ama onu büsbütün sosyal ve sosyolojik
olana indirgemeden anlama ve yorumlama çabalarını
ihtiva etmektedir.
Dinin Tanımı: Din üzerine yapılan tanımlardan her biri,
dinin belli bir yönüne veya bazı yönlerine dayanmaktadır.
İslam kelamcıları dini daha çok İslam dinine özgü
tanımlarla ifade etmişlerdir.
Din birçok araştırmacı ve düşünür tarafından farklı
biçimlerde tanımlanmaktadır. Birden fazla din olduğu ve
bir dinin faklı yorumlar ile farklı uygulama biçimlerine
sahip olduğu düşünüldüğünde, herkesin uzlaşabileceği bir
tanımından söz etmenin mümkün olmadığı
anlaşılmaktadır. Din sosyolojisi literatüründe dinin
tanımlanmasında iki ana strateji izlenmektedir.
1. Substantif tanımlar, dinin ne olduğunu tespit etmeye
çalışırlar. Bu tanımlarda din tanımlanırken genellikle
insan dışı failler, doğaüstü dünya, deney-dışı gerçeklik,
aşkın gerçeklik, kutsal kozmoz gibi ifadeler
kullanılmaktadır.
2. Fonksiyonel tanımlar ise, dinin özde ve temelde ne
olduğu ile değil, ne yaptığı ve insan ve toplumu nasıl
etkilediği ile ilgilenmektedir. Bu tanımlarda daha çok
dine bir tür savunma mekanizması, telafi ve
bütünleşme unsuru olarak bakıldığı görülür. Bu
bağlamda savunma mekanizmacı din kuramı ve
bütünleşmeci din kuramı gibi iki kuramdan söz etmek
mümkündür.
Din-Toplum İlişkileri
Dini inançlar, insanın kaderinin en etkili faktörüdür.
Din doğal ve sosyal bir gerçeklik olup din ile toplum
birbirinden ayrı düşünülemez. Dinin objektifliği, dinin
görünürlüğünü, ilişkisel düzeylerini, toplumsal boyutlarını
dillendirir.
Dinlerde bulunan itikadî, sosyal, ekonomik, idarî, ahlâkî
ilke ve esaslar insanların sosyal eylemlerini güçlü bir
biçimde etkilemek suretiyle sosyal düzenin objektif
yapısının belirlenmesinde önemli bir rol oynar.
Din-toplum ilişkileri etkileşimsel ilişkiler olup din
toplumu toplumun kültürünü, toplumsal kurumları,
toplumsal norm ve değerleri etkilediği gibi onlar da dini
etkilemektedir.
Sübjektif din ile objektif dini birbirinden ayrı ele almak
sosyolojik anlamda mümkün görünmemektedir. Bu
nedenle dinin her iki yönü veya özelliği birbirinden ayrı
değerlendirilemez.
Din, toplumsal değişimin meydana gelmesinde, toplumsal
olayların gerçekleşmesinde, çeşitli toplumsal süreçlerin
oluşması ve işlemesinde de güçlü ve belirleyici etkiler
gösterir.
Din, davranış ve düşüncelerimizi, bireyin iç dünyasında
olup bitenleri, inanç ve bilinçlerini, bilgi ve tezlerini,
toplumsal kurumları, siyasal ve toplumsal düzeni, onlara
kutsallık kazandırmak ve nihaî olarak geçerli ontolojik
statüler bahşetmek, yani onları kutsal ve kozmik referans
çerçevesine yerleştirmek suretiyle meşrulaştırır.
Her din başlangıçta içinden çıktığı sosyolojik çevrenin
etkisi altında kalır. Dinin belli bir yerdeki organizasyonu
ve teolojisi, bir ölçüde dinin içinde çıkıp kurumlaştığı
toplumun özelliklerince paylaşılır.
Dinin Toplumsal İşlevleri
Dinin toplumdaki yeri ve etkileri, toplum için gördüğü iş
ve görevler dinin sosyal işlevleri anlamına gelmektedir.
Dinin toplumsal işlevleri açık/görünür veya kapalı/gizli
olabilmektedir.
İnananlarına çeşitli toplumsal durumlarda takip edecekleri
tutum ve tavırları belirleyen bir zihniyet ve ideoloji
kazandırma dinlerin en önemli sosyal işlevlerinden biridir.
Sosyal bütünleşme bireyi topluma bağlayan temel yapıdır.
Din de sosyal bütünleşmeyi sağlayan en önemli
fenomenlerden biridir.
Dinin bütünleştirmenin tersine parçalama ve çatıştırma
işlevi de bulunmaktadır. Din, kendi inananları içinde bir
birlik ve bütünlük sağlarken, daha genel anlamda bir
çatıştırma işlevi görebilir.
Organizasyon, sosyalleştirme ve yapılandırma dinin
önemli toplumsal işlevlerindendir. Dinin etkili sosyal
işlevlerinden biri de kimlik, bir varlık bilinci, aidiyet
bilinci, birlikte var ve taraf olma bilinci kazandırmadır.
Din, kararlı ve sağlam bir insan kişiliği oluşturarak
toplumsal ilişkilerin de kişilikli ve bütünlüklü olarak
gerçekleşmesinde etken olur.
Dinin muhafazakâr ve meşrulaştırıcı özellikleri kültürün
korunmasında, süreklilik kazanmasında ve kuşaktan
kuşağa aktarılmasında önemli bir işleve sahiptir.
Din değerleri pekiştirerek onların toplumca kabulünü
sağlayarak değerler çatışmasını önler. Din ayrıca devletle
toplumun bireyleri arasında aracı kurum olarak görev
yapar.
Din, bireysel düzlemde, yapılan davranışı bireyin meşru
olarak görmesini sağlarken, siyasal düzlemde yönetimin,
yönetenlerin veya iktidarın, yönetilenler tarafından kabul
edilmesinde işlevsel olur.Din, bireyler ve gruplar için hayata bir anlam verme
duygusu katarak insanların sosyal hayatta karşılaştıkları
olay veya durumlar içinde bir tür güçlü destek ve barış
elde etmelerini sağlar.
Din, inanç, bilgi, tecrübe, ibadet, etki, organizasyon, ahlak
gibi boyutlarıyla toplumsal bir gerçekliktir; din ile toplum
birbirini karşılıklı olarak etkiler. Birçok toplumsal olayın
ardındaki güç olan din, meşrulaştırıcı niteliğiyle sosyal
ilişki biçimlerini, mevcut sosyal düzen ve düzenlemeleri,
kurumları, kurumların işleyiş biçimlerini haklılaştırıp
geçerli kılar.

Ünite 4: Toplumsal Değişim ve Din

Giriş
Toplumları etkileyen ve yönlendiren din toplumsal şartlar
içinde değişen ve değiştiren bir güç olarak var olmaktadır.
Modern dönemde kendini gösteren hızlı ve etkin
toplumsal değişimler, modern ve modernleşmekte olan
toplumların dinle ilişkilerini özellikle sekülerleşme
etrafında etkilemiştir.
Din-toplumsal değişim ilişkilerinde, dinin, toplumsal
değişim etkenlerinin hemen hepsiyle tek tek veya çoklu
bir biçimde karşılıklı ilişki halinde olduğu görülür.
Toplumsal değişim, normatif değil, objektif bir anlam
içeriğine sahip olup herhangi bir değer yargısı içermez,
nesnel bir gerçekliği ifade eder.
Toplumsal Değişim
Toplumlar için bir zorunluluk olan değişim, hayatın bir
kanunu, kâinatın bir geleneğidir. Toplumsal değişim,
toplumun tabiatının bir gereğidir. Değişim, zamana ve
topluma göre farklılık göstermektedir.
Toplumlar, hiç bir zaman durağan (statik) olmamışlardır.
Özsel sabitlik anlamında görece bir durağanlıktan da söz
edilebilir. Toplumsal yapıda ortaya çıkan değişikliklerin
toplumsal değişim olarak nitelendirilmesinin ön şartı,
bunların köklü ve kalıcı değişiklikler olmasıdır. Bu
durumda toplumsal değişimlerin, toplumun tarihî akışını,
kaderini değiştiren değişiklikler olduğu söylenebilir.
Toplumsal değişim, bir toplumda zaman içinde
gözlemlenebilen, toplumun yapısını geçici değil, sürekli
ve köklü bir biçimde etkileyen bir fenomendir.
Toplumsal değişim, toplumun öz unsurlarının değişime
nazaran sabit kalmasını, toplumun kültürel değerlerinin
kuşaktan kuşağa aktarılmasını ve böylece toplumun bir
geleneğinin var olmasını ve bu geleneğin devam etmesini
içerir.
Toplumun bütünüyle değişimi, toplumun varlığının
ortadan kalktığı, yani onu aynı sosyal sistem olarak
belirtmenin mümkün olmadığı anlamına gelmektedir.
Toplumsal Değişim Etkenleri
Toplumsal değişimin gerçekleşmesinde etkili olan birden
fazla etkenden söz edilebilir. Bu faktörlerin değişimdeki
etki düzeyleri toplumdan topluma değişiklik gösterir.
Toplumsal değişimde rol oynayan etkenlerin belli
başlılarını şöyle sayabiliriz: Coğrafya, mekân, zaman,
demografya (nüfus yapısı), iktidar ilişkileri ve muhalefet,
rekabet, çatışma, işbirliği gibi.
Toplumsal değişim faktörlerinden nüfus artışı sosyal yapı
ve sistemde doğrudan ya da dolaylı olarak değişime neden
olmaktadır. Aynı şekilde ekonomide meydana gelen
değişim de sosyal sistemde köklü değişimlerin
oluşmasında etkili olabilmektedir.
Geçmişte ve günümüzde dinin sosyal bir fenomen olması
toplumsal değişimlerin gerçekleşmesinde belirleyici bir rol
oynamasına neden olmaktadır.
Toplumsal değişim kuramları
Büyük boy kuramlar, orta boy kuramlar ve küçük boy
kuramlar olmak üzere üç ana grup altında toplanabilir.
Büyük boy kuramlar, zamansal olarak bütün insanlık
tarihini kapsamına alan evrensel kuramlar olup, geniş
zamanlı bu kuramlar için önemli olan, insanlık tarihinin
değişim yasalarının bulunmasıdır.
Bu kuramlardan Yükseliş ve Çöküş kuramları,
medeniyetlerin canlılar gibi doğup büyüdüklerini ve
yaşlanıp öldüklerini savundukları için organizmacı
modeller; toplumların döngüsel bir hareket halinde önce
yükseliş ve sonra zorunlu olarak çöküş sürecine girdiğini
illeri sürdükleri için de çevrimsel/döngüsel yaklaşımlar
olarak adlandırılırlar.
Evrimci Kuramlar, insanlık tarihini, genellikle kendi
içinden meydana gelen birikimler sonunda ortaya koyduğu
gelişmenin bir sonucu olarak görürler.
Modernleşmeci Kuramlar, ulusal sınırları belli olan
toplumlar üzerinde odaklanmakta olup, esas olarak
gelişmemiş, azgelişmiş veya gelişmekte olan toplumların
sanayileşmiş toplumlar haline gelmesinin süreçlerini ele
alıp belirlemeye çalışır.
Diyalektik kuram ise, toplumsal alanda her varlığın zıtları
bünyesinde barındırdığını, bu zıtların çatışmasıyla yeni bir
durumun biçimlendiğini ve bu sürecin aynı tarzda devam
ettiğini ileri sürmektedir.
Orta vadeli değişim görüşü geliştiren orta boy kuramların
amacı, sınırları belli olan toplum birimleri üzerinde;
demografik ve ekolojik değişimler, iç göçler, kentleşme,
alt kültürler ve sapan davranışlar, sosyal tabakalaşma,
sosyal hareketlilik gibi konular üzerinde yoğunlaşmaktır.
Orta boy kuramlardan Yapısal-İşlevsel Yaklaşıma göre,
toplum, birbirlerine bağımlı olan ve her biri, meydana
getirdiği bütünün daha iyi uyumunu sağlamak için belli
işlevlere sahip olan öğelerden meydana gelir.
Yapısal-işlevselci yaklaşımın dengeci ve uyumculuğunun
aksine, Çatışmacı Yaklaşım toplumu birbiriyle çatışan
unsurlardan meydana gelmiş bir bütün olarak ele
almaktadır.
Küçük boy kuramlar, değişimin kaynağını kişi ve
gruplarda arayan bu kuramlar, toplumsal değişimi grupsal
süreçlere ve psikolojik unsurlara bağlayan sosyal
psikolojik ve psikolojik kuramlardır.
Grupsal düzlemdeki sosyal değişimci kuramlar, grup
yoluyla bireyde temin edilen değişim ve bir bütün olarak
grubun değişimi olmak üzere iki temel değişim üzerinde
dururlar.

Grupsal yaklaşımlardan olan sosyometri, insan ilişkilerini
belli gruplar içinde meydana gelişleri esnasında inceleyen
bir bilim dalıdır.
Toplumsal değişimi bireysel düzlemde açıklamaya çalışan
modeller, bireyin temel kişilik niteliklerini toplumsal
değişimin temeline koyan yaklaşımlardır.
Toplumsal Değişim-Din İlişkileri
Din ile toplumsal değişimin karşılıklı ilişkilerinin, dinin
etkili olduğu din-toplumsal değişim ilişkisi ve toplumsal
değişimin etkili olduğu toplumsal değişim-din ilişkisi
olmak üzere temelde iki tipte gerçeklik kazandığı
söylenebilir.
Dinin Etkili Olduğu Toplumsal Değişim-Din İlişkisi
Toplumsal Değişimi Yavaşlatıcı veya Engelleyici Bir
Etken Olarak Din: Muhafazakâr yönüyle din mevcut
sosyal düzen ve düzenlemeleri koruyabilmekte ve istikrar
unsuru olabilmektedir.
Ahiret inancı, insanların karşılaştıkları haksızlıklar
karşısında hesaplaşmalarını ahiret gününe bırakmalarını
sağlamakta ve böylece bu dünyada sosyal ve siyasal
düzenin bozulmasının önüne geçmektedir.
Din, toplum aktörlerinin siyasal düzen veya devletle
ilişkilerini düzenleyerek de toplumsal düzenin
korunmasına katkıda bulunur.
Din, güçlü bir bütünleştiricilik işlevine sahiptir. Zor
sıkıntılı günlerinde maddi ve manevi yönden toplumun
kaynaşmasına veya bütünleşmesine katkıda bulunur.
Marksist sosyologlar da dinin toplumsal değişime karşı
koyan bir etken olduğunu ileri sürmüşlerdir. Din,
kavranamayan, yanlışlığı görülemeyen bir dünyanın
bilincini ifade ederek ve ezilen sınıfları hayata bağlayarak,
yanlış dünyanın gerçek sefaletine karşı mümkün
protestoları yatıştırma işlevi görmektedir. Marks’ın
düşüncesinde dine inanç, insan yabancılaşmasının en derin
biçimidir.
Marks görüşlerinde, dini, insanların maruz kaldıkları
olumsuz şartlar karşısında yaşama tutunabilmek için
kendilerini aldatma veya oyalama faaliyeti olarak
görmüştür.
Din, özellikle hızlı sosyal değişimlerde ve toplumsal
farklılaşmalarda olası ve olan parçalanmalara karşı
toplumu korumak ve bütünleştirmek için harekete geçer.
Özellikle de karmaşık toplumlarda dinin en önemli sosyal
işlevlerinden biri, sosyal farklılıklardan dolayı bölünüp
parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya bulunan toplumu
birleştirmek ve bütünleştirmektir.
Toplumsal Değişimi Takviye Edici bir Etken Olarak Din:
Dinler, kendilerine karşı olmadıklarını gördükleri
durumlarda değişimi desteklemekte, dindarlar, değişimi ve
değişim aktörlerini takviye etmektedirler.
Protestanlığın bir şubesi olan Pentekostalizm’in Şili ve
Peru’nun modernleşme sürecinde bir köprü işlevi gördüğü,
sosyolojik araştırmalarla ortaya konulmuştur.
Demokratikleşme yönündeki değişimde de dinin takviye
edici roller oynayabileceği bilinmekle birlikte, bazı bilim
adamları Protestan ülkelerin Katolik ülkelere nazaran
demokrasiye daha rahat geçme potansiyelleri olduğunu
ileri sürmüşlerdir.
İslam ve Müslüman toplumlar hakkında objektif bir
inceleme, tarafsız bir gözlem de, İslam’ın ve İslami
grupların genelde toplumsal değişimi görece
engellemediğini, tersine takviye ettiğini ortaya koyabilir.
Din, toplumsal değişimde çatışma yoluyla da takviye edici
bir etken olabilir. Bazı dini sistemler, egemenliği kabul
ederler; diğer bir kısmı ise, egemenlik altında bulunanlara,
mevcut egemenlik ilişkilerini yıkmanın yüce dini bir görev
olduğuna dair dayanak çerçevesi temin ederler.
Toplumsal Değişimin Temel Etkeni Olarak Din: Din,
toplumsal değişimi yavaşlatan, engelleyen veya takviye
eden bir etken olabildiği gibi toplumsal değişimin temel
etkeni de olabilmektedir.
İslamiyet’te toplumsal değişimin temel etkeni olarak din,
Hz. Muhammed’in Ashabı ile birlikte inşa ettiği sosyal
sistem ve yapıda değişimin temel etkenidir. Bu değişim,
özellikle Arabistan’da, toplumun dini, sosyal, kültürel,
siyasal, ekonomik, ahlaki, hukuki bütün alanlarında etkili
olmuştur. Bu değişime, cahiliye döneminden medeniyet
dönemine; sözlü kültüre dayalı kabile düzeninden kitabî
kültüre dayalı ümmet (toplum) yapısına dayalı şehir
medeniyetine bir geçiş demek mümkündür.
Raşid Halifeler döneminde de bir takım önemli iç
mücadele ve çatışmalar olmakla birlikte İslam toplumunun
sınırları çok hızlı bir şekilde genişlemeye ve İslam
toplumları başka toplumlarla, Müslüman olan ve olmayan
yeni çevrelerin kültürleriyle karşılaşmaya başlamışlardır.
Toplumsal Değişimin Etkili Olduğu Toplumsal DeğişimDin
İlişkisi
Dini Olumsuz Yönde Etkileyen Bir Etken Olarak
Toplumsal Değişim: Toplumsal değişim, dinin kendi
içinde çatışma çıkmasına; dindarlar arasında zıtlaşma,
kavga, savaş vs. çıkmasına, dinin toplumsal yapıda
zayıflamasına, toplumsal hayatın bazı alanlarından
çekilmesine vs. sebep olabilir. Bu noktada Protestanlığın
doğmasıyla birlikte Hıristiyanlığın daha da farklılaşmasını
ve dini çatışma ve savaşların; Hz. Osman döneminden
itibaren meydana gelen değişimlerin etkisiyle çeşitli
fırkaların, siyasal hareketlerin, isyanların ve daha sonraki
mezhepleşme ve fırkalaşmaların çıkmasını örnek vermek
mümkündür.
Genel olarak bir toplumda yeni dinin ortaya çıkması ve
yayılması, eski dini olumsuz etkiler.



Çağdaş dünyada modernleşme ve sekülerleşme dinin
olumsuz olarak etkilendiği toplumsal değişim-din
ilişkisine en iyi örneklerden biridir.
Günümüzde modernliğin veya sanayileşmenin zirvesine
çıkmış olan, bilim ve teknoloji açısından çok güçlü olan
toplumlarda dahi, modernleşme ve sekülerleşme
teorilerinin iddialarının tersine modernleşme ile din ya da
bilim ve teknolojik gelişim ile din arasında her zaman ters
orantılı bir ilişki olmayıp, tersine dinde, dinsellikte artış da
gözlenebilmekte, dine dönüşler görülebilmekte ve dini
canlanmalar meydana gelebilmektedir.
Dini Olumlu Yönde Etkileyen Bir Etken Olarak Toplumsal
Değişim: II. Dünya Savaşı sonrasında Batı’da ve diğer
toplumlarda meydana gelen değişimlerin bir dini
canlanmaya sebebiyet vermesi, Sovyetlerdeki ateizm
temelli modernleşme akımına karşı mücadele etme
temelinde dinin güçlenmesi dini olumlu yönde etkileyen
sosyal değişimlerdendir.
Benzer şekilde modern toplumlarda ortaya çıkan yeni dini
hareketlerin ve demografya, göç ve kentleşme ile meydana
gelen değişimlerin dindarlaşma, cemaatleşme, dini
örgütlenme ve gruplaşma yönünde etkili olması da dini
olumlu yönde etkileyen değişimlerdir.
Yeni dini hareketlerin bir yönüyle dini canlanmaya işaret
ederken, bir yönüyle de ana dini grup ve yapılar için tehdit
unsuru olabildiğini belirtmek gerekir.
Toplumsal Değişimle Birlikte Dinin Değişimi
Toplumsal değişimle birlikte dinin değişimi, zaman
içinde değişen sosyal şartlar ve toplumun yeni ihtiyaçları
karşısında dinin kendini yenileyerek değiştirmesi, yeni bir
yorumla, yeni bir hukuk anlayışıyla vb. ortaya çıkmasıdır.
Değişimle birlikte din, kendini yeniden gözden
geçirmekte, hukukî veya fıkhî hüküm ve kurallarının bir
kısmını değiştirmekte ve bu da dine bir canlılık, bir yenilik
ve toplumsal ihtiyaçlara cevap verebilecek bir esneklik
getirmektedir.
Toplumsal değişimle birlikte dinin değişiminde etkili olan
önemli faktörlerden biri, mevcut dine, din anlayışına veya
dinin yaşanış biçimine yapılan itirazdır.
Sonuç olarak toplumsal değişimle birlikte dinin değiştiği,
kendini değiştirdiği veya değiştirmeye çalıştığı, kendini
yenileyebildiği tarihsel ve sosyal bir realite olarak
karşımıza çıkmaktadır.

Ünite 5: Din ve Devlet İlişkileri

Laiklik (Kavram ve Yaklaşımlar)
Laiklik, devlet yönetiminin dini esaslara göre
yönetilmemesi, yasaların dini kaynaklar esas alınarak
çıkarılmaması, devletin dinler ve dini gruplar arasında
ayırım yapmaması, bütün inanç gruplarına eşit mesafede
bulunması, din ve vicdan özgürlüğünü koruması ilkelerini
içerir. Kısaca din ve devlet işlerinin ayrılması, kutsal
metinlerin yasama faaliyetlerinde dikkate alınmamasıdır.
Kelime kökeni şu maddeler altında incelenebilir:
 Laiklik ilk kez 16. Yüzyılda İngiltere’de papaz
olmayanların da kiliselerin yönetiminde rol
alabileceklerini savunan akımı ifade etmek üzere
kullanılmıştır.
 1870 yıllarından itibaren kullanılmaya başlanan
laiklik kavramı, Yunanca ‘laikos’ kelimesinden
türetilmiş olup ruhban sınıfına mensup olmayan
anlamına gelir.
 İngilizcede ise laiklik kavramına karşılık olarak
Latince ‘saeculum’ kelimesinden gelen
sekülerizm (secularism) kavramı mevcuttur.
Siyasi anlamda laiklik, devletin dinler karşısında mutlak
tarafsızlığı anlamında kullanılmaktadır. Bu manada laiklik
“devletin siyasî varlığı üzerinde dinsel inançların söz
konusu olmaması; onun bütün din ve mezhepler karşısında
tarafsız tavır alması, vicdan ve inanç özgürlüğüne saygı
göstermesi şeklinde anlaşılacaktır.
Dini alana ait olmayan anlamındaki ‘laique’ kelimesi
Türkçeye laik olarak geçmiştir. Fransızcadan çevirme
olduğu için Fransız siyasi düşüncesi, Türkiye’deki laiklik
anlayışı ve uygulamasını etkilemiştir.
Burada sekülerleşme kavramına dikkat edilmelidir.
Modernleşme sürecinin sonucu olarak görülen
sekülerleşme, dinin toplumdaki geleneksel etkisini
yitirmesi, rasyonel seçeneklere dayalı bir siyaset ve
toplum anlayışı geliştirerek ruhban sınıfın otoritesinden
kurtulmak, yani toplumun dünyevileşmesi anlamına
gelmektedir.
Laiklik bir ilke ve anlayışa işaret ederken, sekülerleşme
dinin farklı biçimler alması ve ‘toplumun dünyevileşme
sürecine’ işaret eder.
Sekülerleşme Teorileri
Modernleşme ve sekülerleşme kuramcıları değişen değer
yargıları ile dinin toplumsal ve siyasal alandan tamamen
kalkacağını ve yalnızca özel alanda gerçekleştirileceğini
savunuyordu. Bu kuramcılar arasında A. Comte, H.
Spencer, E. Durkheim, M. Weber gibi düşünürler
bulunmaktaydı. Ancak savunulan bu görüşlere rağmen
geride bırakılan yüzyılın son çeyreğinde dini eğilimlerin
yükseliş trendi gösterdiği ve dini hareketlerin toplumsal
ivme kazandığı gözlenmiştir.
Dinin Zayıflaması ve Çöküş Yaklaşımları: Burada yaygın
olan iki yaklaşım mevcuttur:
 Rasyonalizm ve inanç kaybı
 İşlevsel erim ve amaç kaybı
 Larry Shiner ve Sekülerleşmenin Altı Biçimi
Rasyonalizm ve İnanç Kaybı Yaklaşımı: David Martin,
Brian Wilson ve Peter L. Berger bu argümanın
sözcüleridir. Wilson’a göre sekülerleşme dinin toplumsal
öneminin azalmasını ifade eden bir süreçtir. Aydınlanma
bilimsel bilgiye, evrenin teknolojik kontrolüne ve deneysel
kanıtlama ölçütlerine dayalı rasyonel bir dünya görüşü
ortaya çıkarmıştır. Bu görüşe göre de modern dünyada
hurafeler yıkılmıştır. Aynı zamanda dini kimliklerin
toplumsal anlamlarının kaybolmasına neden olmuştur.
İşlevsel Evrim ve Amaç Kaybı Yaklaşımı: Durkheim’dan
etkilenen bu argümanın savunucuları arasında Steve
Bruce, Thomas Luckmann ve Karel Dobbelaere gibi
toplumbilimciler vardır. Bruce’a göre modernitenin
getirisi bireysellik veya bireycilik dini inanç ve hayatın
cemaat/grup temelini zedelemiş, rasyonalite ise dinin
kutsal amaç ve öğretilerine inanmayı ortadan kaldırmıştır.
Bu yaklaşıma göre din sadece inançlardan ibaret değildir.
Doğum, ölüm ve evlilik gibi hayatın çeşitli döngülerinde
törenler ve ritüellerle işlevsel bir yönü de vardır.
Sanayileşmiş toplumlarda mesleki farklılaşma din
adamlarının işlerini ellerinden almış ve kilisenin toplumsal
yaşamdaki etkilerini ortadan kaldıran bir sekülerleşmeye
neden olmuştur.
Lary Shiner ve Sekülerleşmenin Alt Biçimi: L. E. Shiner
sekülarizayonun tek boyutlu olmadığını, farklı alanları
kapsadığını savunarak bir sekülerleşme tipolojisi çizer ve
altı farklı biçiminden bahseder.
1. Birinci sekülarizasyon modernitenin etkisiyle
dini sembol, doktrin ve kurumların önemini ve
prestijini kaybetmesidir.
2. İkinci tipi bu dünya ile uyum içinde olmak ve bu
dünyaya uyum sağlamaktır.
3. Üçüncü biçimi toplumun dinle olan bağlantısının
kesilmesi, artık dine dayalı bir anlayıştan
kurtulup bağımsız bir gerçeklik oluşturması ve
dinin etkilerini özel hayat alanına sınırlamasıdır.
4. Dördüncü hali dini bilgi, inanç ve kurumların
işlevlerinin bu dünya temelli bir görüntüye
bürüneceği öngörüsünü içermektedir.
5. Beşinci biçimi bu dünyanın kutsal karakterini
aşamalı biçimde kaybedeceği, bunun yerine
rasyonel olarak açıklanan bir alanın objesi
olacağı düşüncesine dayanmaktadır.
6. Son biçimi ise toplumdaki bütün kararlar, dini
gerekçelere göre değil rasyonel temellere bağlı
olur.
Dobbelaere, Luckman, Berger ve Wilson’a Göre
Sekülerleşme: Karel Dobbelaere toplumsal, kurumsal ve
bireysel olmak üzere sekülerleşmenin üç düzeyde
anlaşılması gerektiğini vurgular. Toplumsal boyut, dinin
toplumsal etkilerini yitirmesi, kurumsal boyut kilisenin
otoritesinin zayıflaması ve faaliyet alanlarının

kısıtlanması, bireysel boyut ise insanların dindarlık
düzeylerinin zayıflaması, ibadet ve dua pratiklerinin
azalması ve zamanla ortadan kalkması biçiminde formüle
edilebilir.
T. Luckmann, toplumsal alandaki sekülarizasyonu
‘geleneksel ve kutsal kozmosun çözülüşü olarak’ tanımlar.
Dinin toplum üzerindeki etkisinin zayıflamasına işaret
eden bu gelişmeye paralel olarak kurumsal dinin
modern sanayi toplumunun çeperine itildiği gözlemi ön
plana çıkmaktadır.
P. Berger ise toplumsal düzlemdeki sekülarizasyonu
‘modern Batı tarihinde toplumsal ve kültürel sektörlerin,
dini kurum ve sembollerin baskısından kurtuluşu’ olarak
tanımlar. Brian Wilson ise bu anlamda sekülerleşmeyi
cemaat etkisinin çözülüşü, cemaatten toplum olmaya geçiş
olarak görür.
Geleneksel Sekülerleşme Kuramının Eleştirisi
Geleneksel sekülerleşmenin dini inanç, kurum ve
pratiklerin zayıflaması üzerinde durması, sadece Batı
Avrupa’ya özgü olan bir sekülerleşme etkisini açıklaması
sebebiyle eleştirilmektedir. Ayrıca günümüz dünyasındaki
gelişmeleri yeterince açıklayamadığı iddia edilmektedir.
Diğer bir eleştiri, geleneksel sekülerleşmenin dinin
geleceğine dair argümanlarıdır. Dinin kamusal alanda
temsili gayretlerinin artışı, maneviyat ve anlam arayışının
bir sonucu olarak yeni dini hareketlerin ortaya çıkışı veya
geleneksel dinlerde görülen ihya hareketleri dini
zayıflatmamış, bu tür argümanların eleştirilmesine ortam
hazırlamıştır.
Bazı düşünürler sekülarizasyon kuramının öne sürdüğü
varsayımların iyi sınanmamış titiz önermelerden çok bir
doktrin veya ideolojik bir dogmaya dönüştürüldüğünü
savunur.
Dini kurumların farklı olumsal işlevleri de mevcuttur.
Örneğin dini kurumlar ABD’de sağlıklı bir sivil/toplumsal
hayatın sürdürülmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bir
araştırmada, kiliselerin ‘yurttaşlık kültür ve yeteneklerini’
geliştirecek etkin ortamlar yarattıkları belirlenmiştir.
Din-Devlet İlişkisi Modelleri
Din-devlet ilişkisi altında iki model incelenir:
 Laik model, din ve devlet işlerinin birbirinden
ayrı olduğu,
 Teokratik model, dini kurum ve otoritelerin siyasi
ve hukuki kararların alınmasında belirleyici
olduğu, dinin başlıca yasama kaynağı olarak
görüldüğü yönetim biçimidir.
Anayasal düzenlemeler açısından bakıldığında ise başlıca
beş devlet yapısından bahsedilir:
1. Anayasada laiklik ilkesinin açıkça kabul edildiği
model
2. Anayasada laiklik ilkesi açıkça belirtilmeyen
(laik) model
3. Anayasada bir devlet dininin benimsendiği ama
uygulamada laik model
4. Anayasada resmi bir devlet dini veya mezhebin
benimsendiği ve dinin kısmen veya tamamen
yasama kaynağı olduğu model
5. Din karşıtı model
Bunlar dışında şu da unutulmamalıdır ki her ne kadar
anayasal açıdan beş farklı model olsa da bu modellerden
birini benimseyen farklı ülkeler, modeli farklı şekillerde
uygulayabilir. Dolayısıyla beş ana başlıkta toplanan
modellerin dışında modeller görebilmek de mümkündür.
İslam Dünyasında Din-Devlet İlişkileri
İslam dünyasında laikliğin ortaya çıkmasından günümüze
dek, laiklik farklı aşamalardan geçmiş, ülkelere özgü
şartlarda şekil almıştır. 19.yüzyılda seküler Batı değerleri
yönetici elit kesim tarafından daha üstün görülmüştür.
Bazı İslam ülkelerinde bu değişim kabul edilebilirken
bazılarında ise çatışmalara sebep olmuştur.
Laiklik Batı ülkelerinden farklı bir şekilde İslam
ülkelerinde ortaya çıkmıştır. Batı’dan farklı olarak iç
dinamiklerin etkisinden daha çok dış dinamikler sayesinde
oluşmuştur. Batı’da laiklik siyasal, sosyal, kültürel ve
ekonomik gelişmelere paralel olarak kademeli bir şekilde
gelişmiştir. Avrupa sömürgeciliğinin ve yayılmacılığının
19.yüzyıl başlarında başlattığı ideolojik bir ürünü şeklinde
dışarıdan bir akım olarak girmiştir.
İslam dünyasının laikliği benimsemesine rağmen dindevlet
ilişkileri tartışmaları laiklik ekseninde devam
etmektedir. Örneğin Arapçada laiklik kavramının karşılığı
olarak 19.yüzyılda ‘materyalist’ veya ‘ateist’ manasına
gelen küçümseyici bir terim olan ‘dehri’ kelimesi
kullanılmıştır. Günümüzde ise ‘dünyevi’ anlamındaki
‘ilmaniyye’ kullanılır.
İslam dünyasına ait ülkelerin laiklik anlayışı,
uygulamaları, karşı tepkileri her ülkenin siyasi, tarihsel
yapısına göre şekillenmektedir. Müslüman nüfusun
çoğunlukta olduğu 45 devletten 11’i din devleti, 15’i
İslam’ı resmi din olarak kabul eden devletler, 19’u ise
anayasal olarak laik olan ülkelerdir.
Türkiye’de Laiklik ve Din-Devlet İlişkileri
Türkiye’de laikliğin başladığı süreci ağırlıklı olarak
Cumhuriyet dönemi ile başlatma eğilimi vardır. Diğer bir
alternatif kabul ise Osmanlı Devletinin 19.yüzyılda
başlattığı modernleşme hareketleri ve buna bağlı olarak
İslam dünyasında ilk laik kurumların ortaya çıkışıdır.
Dolayısıyla Cumhuriyet öncesi başlayan dönüşümlerle
beraber ele alındığında devam eden bir sürecin varlığı
görülür. Tarihsel geçişi Cumhuriyet sonrasında şu şekilde
sıralamak mümkündür:
 Halifelik kurumunun kaldırılması,
 1924 Tevhid-i Tedrisat Kanunu ve Şer’iye ve
Evkaf Vekaletinin kaldırılması yerine farklı

sınırlamalarla Diyanet İşleri Reisliğinin
kurulması
 1925 tekke ve zaviyelerin kapatılmasına ilişkin
kanun,
 1926 Türk Medeni Kanunu
 1934 tarihli bazı kisvelerin giyilmesini
yasaklayan kanun
 1937 yılında Türkiye Cumhuriyeti devletinin laik
olduğunu ifade eden kanun
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın varlığı zaman zaman laiklik
açısından eleştiri konusu olmuşsa da tümüyle denetimsiz
yürütülen din işlerinin sorunlara yol açabileceği problemi
de öne sürülmektedir. Tartışılan diğer bir konu ise zorunlu
olan Din Kültürü ve Ahlak dersinin İslam yorumunu
yansıttığıdır.
Mısır’da Laiklik ve Din-Devlet İlişkileri
Mısır’da 1930’dan bu yana laik devlet ile İslami bir
topluma dönüş çağrısı yapan dini hareketler arasındaki
gerilim yaşanmaktadır. Bunun sebebi 19.yüzyılda
başlamış Hidiv İsmail’in desteğini alarak
kurumsallaştırma politikalarına dâhil olan laiklik anlayışı
ile 1928 yılında Batı akımını savunanlara karşın muhalefet
eden İhvan-ı Müslim (Müslüman Kardeşler) hareketinin
ortaya çıkışıdır.
Cezayir’de Laiklik ve Din-Devlet İlişkileri
1831 yılında Fransa’nın işgaliyle özellikle 1830-1962
döneminde İslamiyet Cezayir milliyetçiliği için bir ilham
kaynağı olarak görülmüştür. 1963 yılında çıkarılan
Cezayir Anayasasında devletin sosyalist olduğu ve resmi
dininin de İslam olduğu ilan edilmiştir. Kent burjuvazisi
ve aydın sınıfı laik bir devlet anlayışı benimsenirken halk
kitleleri arasında İslam kültürü merkezi önemini
korumuştur.
Tunus’ta Laiklik ve Din-Devlet İlişkileri
1956’dan 1987 yılına kadar Batı yanlısı ve laik bir
modernleşme süreci izleyen Habib Burgiba iktidarda
kalmıştır. Devlet yazışmalarında ve yüksek eğitimde
Fransızca resmi dili olarak kabul edilirken, elitlerin de dili
Arapça’dan çok Fransızca olmuştur. Şer’i mahkemeler
kaldırılmış, kadınların başörtüsü yasaklanmıştır. Arap
milliyetçiliğinin ve sosyalizminin başarısızlığı gibi iç ve
dış nedenler Tunus’ta muhalefet hareketlerin doğmasına
neden oldu. 1979 yılında İslam Cemaati adında dernek
kurulmuştur. Tek partili sistemin kısa süreli liberalleşme
döneminde İslam Cemaati hareketi seçimlere katılmak için
İslami Eğilim Partisi’ne dönüştürülmüş ancak Burgiba bu
partinin seçimlere girmesine izin vermemiştir.
1987 yılında Zeynel Abidin Bin Ali’nin yönetime
gelmesiyle iktidarını meşrulaştırmak için çeşitli İslami
yönelimlerde bulunmuştur.
Pakistan’da Laiklik ve Din-Devlet İlişkileri
Hindistan’da yaşanan mezhepsel çatışmalar Ali Cinnah ve
İslam Birliği önderliğinde Pakistan Devleti kurulmuştur.
İlke olarak Pakistan her zaman İslami bir cumhuriyet
olarak tanımlanmasına karşın uzun yıllar laik bir devlet
olarak yönetilmiştir. Askeri bir darbeyle 1958 yılında
yönetimi ele geçirerek kendisini modern İslam’ın
savunucusu ilan eden General Eyüp Han, 1956
Anayasasını ilga ederek geleneksel uygulamaları
hedefleyen yasalar çıkarmıştır. 1970 Zülfikar Ali Butto
dönemi (1970-1977) Pakistan tarihinde bir dönüm noktası
olmuştur. 1973 Anayasasında İslam devlet dini olarak
kabul edilmiş ve başbakan ile cumhurbaşkanının
Müslüman olması zorunluluğunu getirmiştir.
İran’da Laiklik ve Din-Devlet İlişkileri
İslam hukukuna göre yönetildiği iddia edilen İran, Şii
geleneğe yaslanmaktadır. İran, Avrupalı güçlerden birinin
sömürgesi olmamış ancak 19.yüzyılın sonunda ekonomisi
yavaş yavaş Avrupa’nın kontrolüne geçmiştir.
Şah Rıza Pehlevi ve oğlu Muhammed Rıza Şah Pehlevi
dönemi (1941-1978) İran’da devletin öncülük ve empoze
ettiği modernleşme çabalarının yoğun olarak sürdürüldüğü
dönemdir. Ayetullah Kumeyni liderliğinde gerçekleştirilen
devrim sonrasında mollaların etkisi daha ağır bastığı için
İran’da dini kurallara dayalı olduğu iddia edilen bir devlet
kurmuştur. 1990 itibariyle Haşimi Rafsancani ile bir
siyasal liberalleşme ve muhalefet süreci başlamıştır. Bu
dönemde İran’ın Batı ve ABD ile ilişkilerinde olumlu bir
gelişme olurken bu ülkeler arasında kültürel ve entelektüel
değişimler için uygun ortam hazırlandı. 2004 ve sonraki
yıllarda yapılan seçimlerde çoğu ılımlı ve modernist
adayın seçime girmesi engellenmiş ve bu nedenle
muhafazakârlar seçimlerden daha güçlü olarak çıkmıştır.
__________________
O (cc)’NA SIĞINMAK AYRICALIKTIR
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi nurşen35 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Gündem Korona Aşısı Gündem/ Manşetler Esma_Nur 6 1275 10 Aralık 2020 12:20
DHBT Muhteşem Özetler DHBT-Hazırlık/Notlar/Özetler nurşen35 4 1975 08 Aralık 2020 18:40
Kıssaları Hayatımıza Taşıyalım Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler nurşen35 1 768 08 Aralık 2020 17:46
TENKİD Serbest Kürsü nurşen35 0 715 08 Aralık 2020 12:44
Vitir Namazını Niye Kılıyoruz Biliyor musunuz... Namaz-Abdest-Teyemmüm nurşen35 0 796 04 Aralık 2020 13:56

Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Konuyu değerlendir
Konuyu değerlendir:

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Din Sosyolojisi 2018 Bahar Dönemi Soruları ve Cevapları nurşen35 Din Sosyolojisi 7 03 Ocak 2019 21:11
Arapça II 2018 Bahar Dönemi Soruları nurşen35 Arapça2 7 16 Aralık 2018 17:06
Tefsir Tarihi ve Usulü 2018 Bahar Dönemi Soruları nurşen35 Tefsir Tarihi Ve Usulü 7 16 Aralık 2018 14:34
Hadis Tarihi ve Usulü 2018 Bahar Dönemi Soruları nurşen35 Hadis Tarihi Ve Usulü 8 16 Aralık 2018 00:15
Din Sosyolojisi 2013 Bahar Dönemi Soru ve Cevapları nurşen35 Din Sosyolojisi 0 01 Ocak 2016 17:33

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.