Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.İBADETLER.::. > İbadetler > Oruç-Ramazan

Konu Kimliği: Konu Sahibi melis,Açılış Tarihi:  27 Ağustos 2008 (17:49), Konuya Son Cevap : 28 Nisan 2019 (18:37). Konuya 3 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 27 Ağustos 2008, 17:49   Mesaj No:1
Medineweb Paylaşımcı Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:melis isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2229
Üyelik T.: 11Haziran 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 364
Konular: 59
Beğenildi:6
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Ramazana yaklaşırken...

Ramazana yaklaşırken...

Ramazanda fiyatlara dikkat edile!

Ramazan ayı başlamadan evvel halkın bu ayı daha rahat ve huzurlu bir şekilde geçirmesi için hükümet tarafından bazı tembihnâmeler neşredilirdi. Bunlar, bazı kuralları içeren bir nevi yönetmeliklerdi. Ramazan günleri ve gecelerinde bu aya hürmeten evlerin, sokakların ve dükkanların temizliğine itina gösterilmesi, padişahın şehri ziyaretleri sırasında ahalinin nasıl davranacağı, kadınların arabalı arabasız gezintilerde uyması gereken kurallar ve sosyal hayatın düzenini bozacak hareketlerden ve tavırlardan kaçınılması bu tembihnamelerle açık bir şekilde halka duyurulurdu.

Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nde rastladığımız 1807 tarihli belge ise bu tembihnâmelere ilginç bir örnek. Ramazan-ı Şerifin yaklaşmasından dolayı gerek ekmek, gerekse eşya fiyatlarının inip çıkmaması hususunda konulan narha dikkat edilmesini tembihleyen belge, nahr defterinin mahalle imamları ile bakkallara gönderilmesini emrediyor.
(4. Mustafa dönemi, Hat-ı Hümâyûn, No: 53351)


Kapılar ardına kadar açık

Ramazan ayında tüm evler, en nefis yemeklerin, her selamün aleyküm diyene sunulduğu bir ziyafethânedir. Büyük konakların iftar sofrasında yer almak için tanıdık olmaya lüzum yoktur. İsteyen gözüne kestirdiği yere girer, oturur, kimse de kim olduğunuzu, ne münasebetle tanışıldığını, isminizi ve işinizi sormaz. Konağa davetlilerin dışında gelen misafirler de derece ve itibarlarına göre kâhya ve divan efendisi, mühürdar gibi zatların odalarına alınır, iftar ettirilir, onlara da mükellef iftarlıklar, tatlılar, börekler ve her türlü yemekler verilir. Gedikli ağalarla diğer ağalara kavas ve aşçılara ve evdeki diğer hizmetlilere ayrı ayrı sofralar kurulur, her birine börek, tatlı konur. Konağın alt katına da iftara gelen mahalle bekçisi, sakası, amele ve diğer fakirler için onar kişilik en az üç dört sofra hazırlanır, bunlara da birkaç çeşit reçel, simit, büyük bir kap ile çorba, mutlaka bir tatlı ve sebzenin yanı sıra büyük bir leğenle bolca pilav verilir. Beraber getirdikleri tütünlerini ve evden verilen kahvelerini içerler, sonra hazinedar ağa tarafından diş kirası namıyla bir miktar atiye verildikten sonra herkes yoluna gider. Evdeki diğer misafirler kahve ve çubuklarını içer, bir kısmı yatsı namazı vakti yaklaşınca konaktan ayrılır. Bunlar arasında mahalle imamı, müezzini ve muhtarı gibi kimselerle diğer komşu ve mahalle ahalisinden atiye verilmesi lâzım gelenlere de ayrı ayrı diş kiraları verilmesi ihmal edilmez. Hane sahibi tarafından mahiyetinde bulunanlara veya arzu ettiklerine ramazan hediyesi altında saat bile verildiği olur.


Konaklarda sıradan günlerde de imam bulunur, sabah, akşam ve yatsı namazlarını ev halkı cemaatle kılardı. Ramazanda ise çoğunlukla konak imamı teravih kıldırmaz, dışardan bir imam ve güzel sesli müezzinler tutulur.



alıntı
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi melis 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Güzel bir hikaye... Kıssalar-Hikayeler-Nasihatler melis 0 2165 01 Ocak 2009 14:34
Filistinli Küçük Kızın İsrail i Lanetleyen... Videolar/Slaytlar Mihrinaz 6 2230 28 Aralık 2008 14:20
Ruhumun hicran damlaları... Şiirler ve Şairler Mihrinaz 25 12287 26 Aralık 2008 11:58
^^İsTaNbuL^^ Şiirler ve Şairler Mihrinaz 19 6823 18 Aralık 2008 13:21
--BeSMeLe-- Allah(c.c) Mihrinaz 14 7996 18 Aralık 2008 12:50

Alt 27 Ağustos 2008, 17:50   Mesaj No:2
Medineweb Paylaşımcı Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:melis isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2229
Üyelik T.: 11Haziran 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 364
Konular: 59
Beğenildi:6
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Ramazana yaklaşırken...

Ramazan'ın Eğlencesi İbadetlerdir



“Ramazan eğlenceleri” adıyla sunulan çeşitli programlar son zamanlarda oldukça kafa karıştırıyor. Halbuki “Ramazan”, şamatanın ve eğlencenin an az düzeye inmesi gereken ayın adıdır. Eğer “eğlence” hayattan alınan zevki arttırmak anlamına geliyorsa, yürekten inanan insan için, en büyük eğlence ibadettir; çünkü ibadet, en zevkli andır. Bu şuura sahip olan Osmanlı’da teravih, oruç, iftar davetleri vs. şölene benzerdi ve Ramazan’ın her anı bayrama dönüşürdü.
Ecdadımızın “zevk” anlayışı bizimkinden çok çok farklıydı. Zevk anlayışı farklı olanın, “eğlence” anlayışı da farklı olur.
Ecdadımız ibadetten zevk alıyordu. Eğlencelerini de buna göre oluşturmuştu.
Eğer “eğlence” hayattan alınan zevki arttırmak anlamına geliyorsa, yürekten inanan insan için, en büyük “eğlence” ibadettir; çünkü ibadet anı, en zevkli andır. Bu yüzden toplu ibadetler (cuma, teravih, bayram namazı, tespih namazı, oruç, iftar davetleri vs.) şölene benzerdi; bu anlamda hayatın hemen her anı bayrama dönüşürdü.
İftar sofraları aile için şölene, yemek de merasime dönüştürülürdü. İftar yaklaşırken okunan “Muhammediye”ler, Peygamber (a.s.m.) sevgisinin yüreklerde doruğa çıkmasına hizmet ederdi. Muhammediye okumak da dinlemek de eğlenceliydi.
Yaşlıların sofraya oturmadan önce sünnet üzere ellerini yıkamaları bile merasimseldi. Evin genç hanımı bakır leğen getirir, ibrikle su döker, yaşlılar sırayla ellerini yıkayıp tutulan peşkirle kurularlardı.
Çocuklar yaşlıların ağır ritmik hareketlerle ellerini yıkamalarını merakla seyreder, sonra benzer hareketler yaparak eğlenirlerdi.
Kadınlar ise mukabeleye giderler, büyük camileri gezerler, arka saflarda durup İstanbul’un en meşhur hocalarının imamlığında teravih namazı kılarlardı.
Eğer ramazan yaza denk gelmişse ailece mesire yerlerine gidilir, salıncaklara binilir, inancın ve geleneklerin “meşru” saydığı oyunlar oynanırdı.
Bayramlarda salıncaklar kurulur, Cuma günleri padişahın maiyetiyle birlikte cuma namazına gidişi seyredilirdi…
Ramazanların değişmez görüntüsü “mahya”nın hazırlanıp iki minare arasına asılması da bir eğlence türüydü: Halk tekbirlerle bu olaya eşlik eder, böylece hem sevap kazandığına inanır, hem de eğlenirdi.
Bütün bunlar ve benzerleri o devrin şartlarında insanı eğlendiren şeylerdi.
Özetlemek gerekirse, Osmanlı’da hayat ahirete dönüktü: Ahirete dönük olduğu için de hayatta fuzuliyata (gereksizlik) yer yoktu...
“Eğlence” mantığımız Avrupa’yı taklide başladığımızdan bu yana değişti.
Hayatımıza “vur patlasın, çal oynasın” ölçüsüzlüğü hakim oldu. Ramazanı bile eğlenceye kurban ediyoruz.

Ramazan eğlencesinin anlamı
“Ramazan eğlenceleri” lejantıyla sunulan sapma bir hayli kafaları karıştırıyor sanırım.
“Ramazan”, şamatanın ve eğlencenin an az düzeye inmesi gereken ayın adıdır. Çünkü o, hem inancımızda, hem de geleneklerimizde “rahmet ayı”dır, “Kur’an ayı”dır, “zikir”, “fikir”, “şükür” ayıdır...
Ramazan ve içindeki Kadir Gecesi, mü’minlerin affa en çok yaklaştıkları zamanlardır. Bu bakımdan bâdıheva geçirilmeye ve geçiştirilmeye müsait değildir.
Oysa çiftetelli medyası televizyonları her ramazanda, sözün tam mânâsıyla ramazanı geçiştiriyorlar. Zaten hiçbir konuda “faydalı olmak” gibi bir dertleri yok; muhtemelen bu kanalları yönetenlerin yürekleri de hiç ramazanlaşmıyor (oruç tutmak başka, ramazan yürekli olmak başkadır). O zaman da ekranlara ramazan gelmiyor.
Tabiatıyla, iftar ve sahur programı niyetine, kimisi Seda Sayan’ı, kimisi Gülben Ergen’i, kimisi Memedali Erbil’i ekrana sürüyor: Yaptıkları “ramazan programı” değil, “ramazan şamatası”.

Direklerarası Müslüman âdeti değildi
Son yıllarda “ramazan şamataları”na maalesef bazı belediyeler de katıldı. Fukarayı doyurmak, böylece ceddimizin “infak kültürü”nü ihya etmek gibi mukaddes bir maksatla oluşturulan ramazan çadırları, teravihten sonra “Direklerarası”na dönüşüyor. Kültürümüzün kökleriyle ilgisi olmayan garabetler “ramazan eğlencesi” adı altında çadırlara doluşturuluyor. Popçulara-topçulara çuvalla para ödeniyor.
Kültürümüzde elbette ki eğlenmek var, ama ramazan ayı, bunun için en uygunsuz aydır. Hatta eskiden eğlence mekânları ve lokantalar, ramazana hürmeten kapatılır, yılın onbir ayı kafa çeken akşamcılar bile ramazanda içkinin dirhemini ağızlarına sürmezlerdi.
Biz böyle bir kültürden geliyoruz.
Peki, meşhur “Direklerarası eğlenceleri neciydi?” derseniz, Osmanlı’nın çözülüp çöküşünün habercisiydi. Hayatın eğlence amaçlı hale geldiği an, çöküşün başladığı andır. Zaten de Müslüman çoğunluğun değil, Rum, Ermeni, Musevi azınlığın eğlence merkezidir “Direklerarası”. Böyleyken “Osmanlılık” kimliğinde Müslümanlara da mal edilmiştir.

Eğlencenin sınırını inanç belirlerdi
Belirtmeliyim ki, Osmanlılar dahil, herkes ve her kesim için eğlenmek bir ihtiyaçtır. Ancak “eğlenebilme” özelliği kişiden kişiye, toplumdan topluma değişir. Bir milletin eğlenme türü başka bir millet için sıkıcı olabilir. Bu konu tamamen insanların keyif alma biçimleri ve kendilerini mutlu hissetmeleriyle ilgilidir.
Bu bağlamda Osmanlı ceddimiz de pek tabii eğlenirdi. Ama bugün bizim “eğlence”den anladığımızla onların anladıkları farklıydı.
Onlarda, eğlence anlayışı dahil, hayatın tüm sınırlarını inançlar belirlemişti: Her tür yaklaşımda “dini meşruiyet” aranırdı. Dindışı her davranış sadece “günah” sayılmaz, yanı sıra “ayıp” da sayılırdı. Toplumun şekillenmesi böyleydi.
İnsan hayattan daha çok keyif alıp rahatlamak için eğleniyorsa, bunun farklı ve değişik pek çok yolu vardır: Meselâ Osmanlı ceddimiz ibadet ve kulluktaki zevki keşfetmişti. Bu zevki keşfedince ibadet keyfe, hayat da ibadete dönüşür.
Osmanlı ceddimizden başka hiçbir toplum, hiçbir dönemde, ibadeti böylesine bir keyfe dönüştürememiştir.
Tekkelerde yapılan toplu “âyin”lerden tutunuz, ailece yapılan zikirlere, oradan selatin camilerinde kılınan teravihlere, ramazanlarda fener alaylarının Kur’an ve ilahi eşliğinde yaptıkları geçişlere, cuma namazları sonrasında gerçekleştirilen görüşme seremonilerine kadar, hayat, özü ibadet ve itaat olan bir eğlenceye dönüştürülmüştü.

Her eğlencenin bir anlamı vardı
Aynı dönemde, diğer sıradan eğlencelere de birer sosyal aktivite mahiyeti kazandırılmıştı: Geleneklerin sürmesine, inançların tazelenmesine, değer yargılarının, törelerin kökleşmesine hizmet ederdi.
Ayrıca, her eğlencenin toplumsal bir işlevi vardı. Meselâ cirit gibi spor mahiyetli karşılaşmalar, devamlı savaşan bir yapıya sahip olan Osmanlı insanının yeteneklerini koruyucu ve geliştirici bir rol oynardı. Böylece insanlar eğlenirler yeteneklerini geliştirirler, dönem gereği her zaman çıkması muhtemel savaşlara hazırlanırlardı...
Osmanlı ordusu, bir dönem Batılı gezginlere “cıva gibi akıcı, ateş gibi yakıcı bir ordu” benzetmesi yaptıran hızlı hareket kabiliyetini kısmen bu oyunlara borçludur. O dönemin Avrupa’sında böyle şeylerin görülmediği de bilinmektedir.
Tabii tüm seyir ve eğlence ciritten ibaret değildi...

Unutulan “baz”lar
Bazen cambazhanelere gidilip cambazların, hokkabazların (“baz” Farsça’da “oynayan” demektir) yanı sıra, günümüzde çoktan unutulmuş sürahibazlar, kâsebazlar, zorbazlar, kuklabazlar, hayalbazlar, hilebazlar, sinibazlar, şişebazlar, ateşbazlar (bu ve benzer pek çok oyunu Evliya Çelebi sayıyor) seyredilirdi.
Öte yandan, Osmanlılarda mesire (bugün kendimize yabancılaştırıp “piknik” dediğimiz) kültürü çok gelişmişti. Sadâbâd gibi bazı mesire yerleri zaman zaman moda olmuş, ya da modası geçmiştir. Boğaziçi bâkir kıyılarıyla muhteşem güzellikte bir mesirelikti. Mesireler tatil günleri hınca hınç dolardı.
Dini bayramlar, padişahın tahta çıkış yıldönümleri, ramazanda mahya hazırlığı, şehzadelerin sünnet düğünleri, padişahın kızlarının evlilik merasimleri, valide sultanın merasimle eski saraya gidişi, padişahın cuma selamlığı merasimi, panayırlar ve Sürre Alayı da halkın meşru zeminde eğlendiği olaylardı.

Sürre Alayı muhteşem bir eğlenceydi
Osmanlı Devleti’nin her yıl Kâbe’ye gönderdiği “Sürre Alayı”nın merasimle Dersaâdet’den çıkışı, dindar halkın nazarında muhteşem bir eğlenceydi...
Halifeliğin Osmanlılara geçişinden, yani Yavuz Sultan Selim’in Mısır Sefer-i Hümâyunu sonrasından itibaren, Osmanlı Devleti, her yıl, Haremeyn'e (Mekke ve Medine’deki kutsal mekânlara) armağan olarak para ve örtüler gönderirdi.
Gönderilen paralar başta Peygamber Efendimiz’in ve Ashab-ı Kiramın torunları olmak üzere, bütün Medineli fakirlere dağıtılırdı.
İşte bu armağanları Hicaz’a “Sürre-i Hümayun” da denilen “Sürre Alayı”, Eskişehir, Seyitgazi, Bayat, Bolvadin, Akşehir, Konya güzergâhını takip ederek Suriye'ye yolundan Mekke'ye götürürdü.
Sürre Alayı her yılın hac mevsiminde İstanbul’dan büyük merasimlerle uğurlanır, padişah İstanbul çıkışına kadar refakat eder, bu esnada mutlaka yaya yürürdü.
Bu merasim İstanbul halkı için çok büyük bir olaydı. Kutsal beldelere milletin ortak yüreğini götüren Sürre Alayı’nı seyretmek için büyük kalabalıklar toplanırdı...
Merasimi seyredenler sevinçle ağlama arasında kalır, bazen kutsal mekânların hasretiyle gözyaşı dökerken, bazen de kutsal mekânlara armağan gönderen büyük bir millete mensup olmanın huzur ve neşesini yaşarlardı.
Sürre Alayı’nın götürdüğü armağanların en önemlileri, hiç kuşkusuz, Kâbe örtüsüyle, üzerinde devrin padişahının adı olan “Kâbe Kuşağı”ydı.
Eski örtüler Mekke Emiri tarafından kara yoluyla İstanbul’a gönderilirdi. Örtülerin İstanbul’a gönderilen kısmı önce Üsküdar’a, oradan da merasimle Eyüp Sultan’a nakledilir, Hazret-i Halid’in türbesine konurdu.
Daha sonra alimlerden, şeyhlerden ve devlet büyüklerinden oluşan bir topluluk taraflarından tehlil ve tekbirlerle Hazret-i Halid türbesinden alınıp Edirnekapı yoluyla Topkapı Sarayı’na götürülürdü.
Sürre Alayı ile Hicaz’a yıllar boyu gönderilen yardımı “Anadolu’nun mali kaynaklarını Arap çöllerine gömmek” olarak görüp eleştirenlere, şu kadarını söyleyeyim ki, Osmanlı Devleti’nin varlık sebebi “İ’lâ-yı Kelimetullah”dı (Allah adını yüceltme ve yayma). Varlık sebebi böyle özetlenebilen bir devletin, o inancın kalbine hizmet etme mükellefiyeti olur...
Osmanlı, Sürre Alaylarıyla Peygamber mirasına sadakatini vurguluyordu.
Bu inançla Yavuz Sultan Selim, Mısır fethi esnasında okunan bir cuma hutbesinde, kendisinden, “Hakimul Haremeyn” (Mekke ve Medine’nin hakimi) olarak bahsedilince, ağlayarak itiraz etmiş, “hakim değil hadim” (hizmetkâr) olduğunu söylemişti.

YAVUZ BAHADIROĞLU...

Alıntı ile Cevapla
Alt 20 Mayıs 2018, 13:04   Mesaj No:3
Medineweb Baş Editörü
Mihrinaz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Mihrinaz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 14593
Üyelik T.: 15 Kasım 2011
Arkadaşları:68
Cinsiyet:Anne
Memleket:MEDİNEWEB
Yaş:43
Mesaj: 12.398
Konular: 1269
Beğenildi:11841
Beğendi:8986
Takdirleri:26241
Takdir Et:
Standart

Ramazan hazırlıkları denince akla hemen evlerde yapılan hazırlıklar geliyor, değil mi?

Oysa eskiden, yani Osmanlı İmparatorluğu döneminde hazırlık yapan yalnızca ev hanımları ya da camilerde çalışanlar değilmiş. Devlet de ramazana hazırlanır ve şaban ayının ortalarına gelindiğinde bir tembihname yayınlarmış.

Yazılı bir belge olan tembihnamede ramazanda sokakta nasıl davranılması gerektiğinden tutun da, kadınların ramazan boyunca nerelere ne zaman gidebileceğine kadar her şey varmış.

Belgeye, halkın yiyecek sıkıntısı çekmemesi ve ramazanda fiyatların makul olması için de hükümler eklenirmiş o zaman.

Özellikle un ve unlu mamullerde büyük bir titizlik gösterilir ve örneğin kaç gram suya kaç gram un katılacağı bile yazılı olarak açıklanırmış.

Devlet bütün bunları açıklamakla kalmaz, şartların gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğini de kontrol edermiş ramazan boyunca.

Kuralları uygulamayanlara bir ay boyunca hapiste yatmak gibi ağır cezalar da uygulanır, kimsenin gözünün yaşına bakılmazmış.
II. Mahmut döneminden itibaren resmi gazetede yayınlanıp broşür olarak da dağıtılan tembihnameler, Osmanlı’da ramazan denince akla gelen ilk şeylerdenmiş o zamanlar.
__________________

~~~ Bilmediklerimi Ayaklarımın Altına Alsam Başım Göğe Ererdi ✒~




Alıntı ile Cevapla
Alt 28 Nisan 2019, 18:37   Mesaj No:4
Medineweb Emekdarı
nurşen35 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:nurşen35 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 38944
Üyelik T.: 09 Şubat 2014
Arkadaşları:61
Cinsiyet:Bayan
Mesaj: 9.476
Konular: 1144
Beğenildi:4415
Beğendi:3686
Takdirleri:14203
Takdir Et:
Standart

Ramazan'a yaklaşırken, Ramazan, safları sıklaştırmanın zamanı. Daha da düşünmenin, kendimizi yenilemenin zamanı. Günahlarla araya perde koyma zamanı. Bir fırsat. Bu fırsatı iyi değerlendirmek lazım. Çünkü Şaban ayındayız ve Hz. Peygamber (s.a.v.)'in orucu, ibadeti, sadaka ve Kur'an-ı Kerim okuyuşunu çoğalttığı bir mevsimdeyiz.
Hiçbirimiz için geç değil. Dünya'nın en büyük günahkarı olsak da geç değil. Çünkü hiçbirimizin günahı, Yüce Rabbimiz'in affından daha büyük değildir. Firavun bile Kızıldeniz'de boğulurken tevbe niyetiyle iki büklüm olmaya çabalamış, ama geç kalmıştır. Belki biraz acele etseydi Yüce Allah (c.c.)'ın affına ulaşacaktı.
Ramazan ayının atmosferine girdiğimiz bu günlerde sizi üç mesaj verici başlıkla baş başa bırakıyorum. Açık gönüller, duyan kulaklar ve gören gözler için her hadisede alınacak binlerce ibret vardır.
__________________
O (cc)’NA SIĞINMAK AYRICALIKTIR
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Ramazana dair bir masal... TÜRKcan Cuma-Bayram-Kandiller 1 12 Nisan 2023 09:16
MEDİNEWEB'CE RAMAZANA HAZIRLANALIM... AŞK'ÜL İSLAM Oruç-Ramazan 23 12 Nisan 2023 09:10
Ramazana İlişkin Önemli Açıklamalar RemLe Tebliğ-İrşad-Vaaz-Hutbe-Nasihat 0 05 Temmuz 2013 00:36

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.