Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.İLİTAM İLAHİYAT LİSANS TAMAMLAMA.::. > İlitam 3.Sınıf Dersleri > Sistematik Kelam

Konu Kimliği: Konu Sahibi seyfan37,Açılış Tarihi:  24 Ocak 2017 (20:33), Konuya Son Cevap : 24 Ocak 2017 (20:33). Konuya 0 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 24 Ocak 2017, 20:33   Mesaj No:1
Avatar Otomotik
Durumu:seyfan37 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 56898
Üyelik T.: 24 Ocak 2017
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 5
Konular: 5
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Sistematik Kelam Dersi

Sistematik Kelam Dersi

İkinci Kısım

İnsanın Âlemdeki Konumu ve Görevleri

İnsanın âlemdeki konumunun Kelâm âlimlerince yeterli düzeyde incelenmediği iddianızda haklılık payı mevcut. İnsan kâinat ağacının meyvesidir. Kur’ân-ı Hakîm’de yeryüzü bağrında insanı konukladığından ötürü semâvâta denk tutulmaktadır. Varlık âleminin merkezine hayat, hayatın merkezine de insan hayatı yerleştirilmiş ve diğer unsurlar ona hizmetçi kılınmıştır. Bitkiler kökleriyle topraktan çamur emer; onu çeşitli desen, renk, koku ve tadlara hâiz meyveler olarak ona takdim eder. Arı kendi ihtiyacının yüz katı bal üretir ki bu fazlalığın insanoğluna hediye olarak üretildiği açıktır. Hayvanlar et, süt, yün, deri, ipek gibi cihetlerle onun hayatına lâzım olan ürünleri ona yetiştirirler. İnsanın görme duyusunun karşılığı olarak sayısız renk nüansları, işitme duyusunun karşılığı olarak sınırsız nağmeler, damak zevkinin tatmini için sınırsız hârika lezzetler var edilmiştir. Ayrıca insanın bedeninde ve hayatında görme, işitme, tad alma, koklama, gibi zâhiri latîfeler; ruh, kalp, akıl, şuur, hâfıza, irâde, vicdân, nefis gibi bâtınî latîfeler; sevme, nefret etme, kızma, sevinme, özlem duyma, ümit besleme, arzulama, merak etme, muhâkeme etme gibi duygu ve işlevler; hareket etme, üretme, inşa etme, konuşma, iletişim kurma gibi eylemlerle âlemin küçük bir misali, örneği ve fihristesi kılınmıştır. Âlemin bütününde tecelli eden ilâhi isim ve sıfatlar onda temerküz etmiştir. Ayrıca insanın ahlâki ilâhiye diye tabir edilen ilim, hikmet, sabır, metânet, hilm, adâlet gibi sıfatlara da nefsinin olgunlaşması ölçüsünde mazhariyeti söz konusudur. Bu nedenle insan Yüce Allah’ın umîm sıfatlarına câm’i (kapsayıcı) ve parlak bir ayna hükmündedir.

İnsanın görevi noktasında ifade ettiğiniz kısımların son derece eksik ve tutarsız olduğunu belirtmek isterim. Zira insanın varlık âleminde dört mühim vazifesi vardır.

1) Kur’ân, Sünnet ve kâinat kitabı üzerinden Yüce Allah’ı tanımak. Bunun aklî delili kâinatın bu denli muhteşem genişlik, azâmet, sanat ve hikmet lerle beraber var edilmiş olmasıdır. Âlemin yaratılmasının yegâne illeti insanın istifadesi olsaydı yeryüzü ve yakın semâyı içerisine alan bir varlık sistemi ihtiyaca pekâlâ kâfi gelirdi. Bu denli masraflı bir yaratılışa hacet bulunmazdı. Bu iddiamızın şer’i delili ise Kur’ân’ın bütününde Yüce Allah’ın her vesileyle kendi isim ve sıfatlarını neşretmesi ve böylece takdim buyurduğu hakîkat derslerini ma’rifet dersine intikal ettirmesidir.

2) İnsanın yeryüzündeki ikinci görevi ibadettir. İbâdetin tanımı hususundaki anlatımlarınızda mühim bir hususu gözlerden gizlemeye çalıştığınız görülmektedir ki bunun ilmî dürüstlükle bağdaşmadığını ifade etmek isterim. İbâdetin manası hususunda Kur’ân’ın indiği zamanda kölelik kurumunu nazara vererek onun manasının yalnızca hizmet ve üretimle alakalı bulunduğunu iddia etmektesiniz. Oysa bu kavram o asırda cahiliye insanının putlara ve onlar üzerinden Yüce Allah’a kız evlat olarak izâfe ettikleri melâikeye yönelik kulluk ritüellerini ifade etmektedir. Nitekim Kurân onların bu sayede meleklere değil de cinlere kulluk ettiklerini belirtmektedir. Âyetlerde müşriklerin putlara ve onların temsil ettikleri cinlere ibâdet ettikleri şu ifadelerle nazara verilmektedir: “Dediler ki:’Putlara ibâdet ediyoruz ve onlara tapınmaya devam edeceğiz.’ “(6), “Bilakis onlar cinlere ibâdet etmektedirler.”(7) Kölelere efendilerinin onlar üzerindeki mâlikiyetinden dolayı “abd” tabiri kullanıldığı halde onların efendilerine yönelik hizmetleri “ibâdet” olarak tanımlanmamaktadır. Ayrıca böyle bir kullanım Kur’ân’da da yer almamaktadır. Bu hususta gözlerden gizlemeye çalıştığınız diğer bir husus Kur’ân-ı Hakîm’de çok tekrarla namaz, zekât ve secde ibâdetlerinin emrediliyor olmasıdır. Bu denli vurgulanan hususların yalnızca “araç” olarak tavsif edilmeleri son derece hatalıdır kanaatindeyim.

3) İnsanın yeryüzündeki mühim görevlerinden birisi de şer’î hükümleri tatbik etmektir. Bu hususta Kur’ân’da sarihî anlatımlar mevcuttur. Bununla beraber Kur’ân’ın hükümlerinin tarihsel olduğu iddianızı destekleyecek herhangi bir Kur’ânî delilinizin bulunmadığı görülmektedir. Ayrıca bu hususta İslâm âlimlerini sıkça tenkit ettiğiniz naklî delili terk edip aklî yorumlarda bulunma noktasında hareket ettiğiniz gözden kaçmamaktadır. Bununla beraber yorumlarınızın da çok sağlam temellere dayandığını söyleyemem.

Kur’ân-ı Hakîm, birçok konuda olduğu gibi iktisadî alanda da genel ilkeler vaz ederek detaylı uygulamaları diğer şer’î delillere havâle etmiştir. Bu noktadaki en mühim ilkeleri ise hurmet-i riba ve vücub-u zekât şeklinde özetlenebilir. Bu sayede Kominist ve Kapitalist ekonomi sistemlerinin aşırılıklarından uzak; mülkiyet edinme ve teşebbüs hürriyetini onaylayan, ancak bu hürriyetlerin acımasız bir rekabete ve toplum sınıfları arasında dengesiz bir farklılaşmaya yol açmasını engelleyen bir sistem ortaya koymuştur. Ayrıca dünya ölçeğinde günümüz ekonomik sisteminin başarısızlığını şu örnekler çok mânidâr bir şekilde sergilemektedir: Yeryüzündeki en zengin seksen beş insanın serveti yaklaşık üç milyar insanın gelirine eşittir. (8) ABD’de her saat iki buçuk milyon plastik şişe çöpe atılmaktadır ki bu atıklar üç haftada Ay’a ulaşacak kadar bir yekün tutmaktadır. Bununla beraber yeryüzünde günde ortalama yirmi bin çocuk gıda ve ilaç yetersizliğinden dolayı hayatını kaybetmektedir.(9) Yeryüzündeki modern kölelik ve sömürünün diğer bir boyutu kadınların cinsel istismara alet edilmesidir ki bu alandaki veriler de son derece çarpıcıdır: Her sene dünya üzerindeki beş yüz bin kadın ve genç kız seks kölesi olarak kullanılmak üzere kaçırılmaktadır. Bu kadınların büyük bir kısmının gelişmiş batı ülkelerinde satıldığı yine batılılar tarafından itiraf edilmektedir. (10)

4) İnsanın son görevi ise yeryüzünün imarı hususudur. Ancak onun bu görevinin diğer üç mühim vazifesine takdimi son derece hatalıdır. Zira bu durumda namaz ibâdetininKur’ân-ı Hakîm’de çoğu emir sigasıyla yüzden fazla defa zikredilmiş olmasının tatmin edici bir izahının yapılması gerekir. Ayrıca bazen insanlığa fayda veren şeylerin ateistolarak tanımlanabilecek kimseler eliyle de gerçekleştirilebileceği son derece açıktır. Onların yaptıkları hayırların uhrevî anlamda kabul görmeyeceği noktasında da bir çok âyet-i kerîme mevcuttur ki onlardan bir misali takdim etmek isterim:: “Asra andolsun ki insan hüsrandadır. İman edip sâlihât işleyenler müstesna…” (11)

İnsanın Yaratılışı

Hayatın kökeni hususunda evrim düşüncesine sahip olduğunuz görülmektedir. Ancak evrim teorisini ispatlanmış ve yasa halini almış bir kuram olarak yansıtmanız doğru bir tutum değildir. Evrim teorisinin bilimsel kanıtlara dayandığını evrimi savunan biyolog, mikrobiyolog, antropolog ve paleontologlar dâhi iddia edememektedirler. Hatta meşhur evrimci bilim adamlarından mühim bir kısmı evrim teorisinin sağlam delillere dayanmadığını itiraf etmektedirler ki onlardan birkaç misal nakletmek istiyorum:

Birincisi: Uzun yıllar evrim teorisine inanan Nobel ödüllü bilim adamı Francis Crick DNA’yı keşfettikten sonra evrim teorisinin geçersizliğini şöyle itiraf etmiştir: “Darwin’in teorisinin bilim dünyasına hakim olmasından bu yana Fosil bilimi bu teori temel alınarak yürütülmektedir. Buna rağmen dünyanın farklı birçok bölgesinde yapılan fosil kalıntıları teoriyi destekleyen değil çürüten sonuçlar vermiştir.“ (12)

İkincisi: Nobel ödülü almış olan Dr. Robert Millikan evrim hakkında şunu ifade etmektedir: “Şu çok açık; biz bilim adamları şu ana kadar hiçbir bilim adamının kanıtlayamadığı evrimi kanıtlamaya çalışıyoruz.” (13)

Üçüncüsü: Fransız bilimler Akademisi’nin eski başkanlarından Pierre Paul Grass, rastgele mutasyonların bütün canlılığın gelişimini açıklayamayacağını belirttikten sonra şunu ifade ediyor: “Hayal kurmaya karşı bir yasa yok, ama bilim buna dâhil edilmemelidir.” (14)

Dördüncüsü: İngiltere Doğa Tarihi Müzesi Yöneticilerinden evrimci paleontolog ve Doğa Tarihi gazetesinin editörü Collin Patterson’un son derece ilginç açıklamaları: “Bu anti evrimci bakış açısını almaya başlamamın nedenlerinden birisi bu şey üzerinde yirmi yıl çalışıp bu konuda tek bir şey bilmemenin yaptığı etkiydi. Bir kimsenin bu kadar uzun bir süre yanlış yönlendirildiğini öğrenmesi onun için büyük bir şok. Bu yüzden geçen birkaç hafta çeşitli insanlara ve insan gruplarına basit bir soru sormaya çalıştım. Soru şuydu: ‘Bana evrim hakkında bildiğiniz bir şeyi, doğru olan bir şeyi anlatabilir misiniz?’ Bu soruyu Doğa Tarihi Müzesi’ndeki jeoloji grubuna sordum ve aldığım tek cevap sessizlikti. Chicago Üniversitesi’ndeki Evrim Morfoloji Semineri’ndeki evrimci üyelerde denedim ve aldığım tek cevap uzun süren bir sessizlikti. Ve sonunda bir kişi şöyle dedi: ‘Tek bir şey biliyorum: Evrim Teorisi liselerde okutulmamalıdır.’ “ (15)

Beşincisi: Ünlü evrimci bilim yazarı ve New Scientist dergisinin eski editörünün itirafı ise şöyle: “Zekâmızı gösteren anlayışımız, son derece geniş teknolojik imkânlarımız, son derece kompleks olan dilimiz, ahlâkî değerlerimiz tüm bunlar galiba doğayla insanları birbirinden ayırmaya yeterli olacaktır. Evrimciler için bu durum açıklanması gereken bir utançtır.” (16)

Fizik, Kimya, Mikrobiyoloji, Genetik ve Antropoloji ilimlerindeki son dönemlerde kaydedilen gelişmeler evrimi birçok açıdan çıkmaza sokmuştur. Bunların detaylı izahı yazımızın hacminin gereksiz olarak artmasına neden olacağı için yalnızca bir misali nakledeceğim: Antropologlar yaklaşık bir buçuk asırdır toprak altı katmanlarını araştırıyorlar. Bu sayede canlı türlerinin birbirlerine dönüşürken geçici olarak ortaya çıkan nesli tükenmiş ara türlere ait fosil kalıntılarına ulaşmak amaçlanıyor. Bu şekilde milyonlarca ara türün yaşamış olması gerektiği halde ara form fosillerine ait herhangi bir kalıntı bulunamadı. (17) Yapılan kazılar bütün türlerin aralarında hiçbir evrimsel ilişki olmaksızın birden ortaya çıktığını göstermektedir. Bu ise yalnızca Hazreti Âdem’in değil bütün canlı türlerinin arketiplerinin bir başka canlıdan dönüşmeksizin birden yaratıldığını ortaya koymaktadır. Aksini iddia edenlerin bütün canlı türlerinin arketiplerinin toprak katmanları arasında diğer türlerden bağımsız kendi özgün yapılarıyla ortaya çıkışını tatmin edici bir şekilde izah etmesi gerekir.

Evrim düşüncesi henüz kanıtlanmamış teori aşamasında bulunduğu için onun üzerine bina ettiğiniz görüşlerinizin de ispatlanmamış hipotez olmaktan öteye gidemeyeceğini belirtmek isterim. Bu bağlamda Hazreti Âdem’in yaratılış evreleri olan balçık türleri hakkında bu anlatımların müşriklerin topraktan putlar yapmalarından dolayı kullanılan sembolik anlatımlar şeklindeki yorumunuz da tekellüflü bir tevilden başka bir anlam taşımamaktadır. Ayrıca tarihî kalıntıların, o devirlerde yaşayan insanların yaptıkları heykelleri topraktan pişirerek değil de taşları yontarak ve madenleri eriterek yaptıklarını ortaya koyduğunu hatırlatmak isterim. Nitekim Kur’ân’da Hazreti Süleymân’ın sarayında bakırdan imal edilmiş timsâller bulunduğu (18), Sâmirî’nin altından buzağı heykeli yaptığı (19) ifade edilmektedir. Yine Kur’ân İbrâhîm aleyhisselâmın kavmine “Yonttuğunuz şeylere ibâdet mi ediyorsunuz?” dediği nakledilmektedir. (20) Dolayısıyla ilk insanın yaratılması heykelcilik sanatına kıyaslanacak ise taş ve maden işçiliğinin nazara verilmesi gerekirdi.

İnsan Fiillerinin Yaratılması

Saffât Sûresi’nin doksan altıncı âyetinde Hazreti İbrâhîm aleyhisselâmın kavmine şöyle dediği nakledilir: “Sizi de o (Allah) yarattı, yaptıklarınızı da…” Bu âyete “Sizi de o yarattı, putları yontarken kullandığınız taşları da…” benzeri bir mana vermiş ve bağlamın böyle bir manayı gerektirdiğini iddia etmişsiniz. Oysa âyette yer alan “mâ ta’melûn” ifadesiyle müşriklerin fiilleri nazara verilmiştir. Bu ifade “İşlediğiniz amellerinizi o yarattı.” Anlamında zâhir bir ifadedir. Bu âyete farklı bir mana vermek için daha sağlam delillere ihtiyacınız mevcut. Âyetin bağlamı dikkate alındığında Hazreti İbrâhîm aleyhisselâmın kavmine şu uyarıda bulunduğu görülmektedir: “Sizleri de amellerimnizi de Allah yarattığı halde bu acziyetinizle ona baş kaldırıyor, irâdenizi putlar yapıp onları Allah’a ortak tutma noktasında kullanıyorsunuz!”

Zümer Sûresi’nin altmış ikinci âyetinde şöyle buyrulmaktadır: Allah her şeyin yaratıcısıdır…” Bu âyetle ilgili yorumunuzda fiillerin “şey” olarak nitelenemeyeceği iddianız gerçeklerle örtüşmemektedir. Zira insanların örfünde fiiller için “şey” tabirinin kullanıldığı bilinmektedir. Meselâ “efalu şey’en”, “mâ efalu şey’en”, lâ tef’alu şey’en” gibi kullanımların oldukça yaygın olduğu görülmektedir.

İnsanın fiillerinin yaratıcısının Allah olması onu sorumluluktan kurtarmaz. Zira insana irâde verilmiştir. Onun arzusu doğrultusunda fiilleri yaratılmaktadır. Bu durumu büyük bir mütefekkirin verdiği bir misalle açmak istiyorum: “Bir kimse bir çocuğa ‘Seni nereye götürmemi istersin?’ diye sorsa ve onu tercihinde özgür bıraksa o çocuk iyi mekânları da tercih edebilir, kötü ve zararlı mekânları da… ‘Meselâ ‘Beni şu dağ başına götür.’ Dese ve orada üşütüp hasta olsa veya düşüp yaralansa herhangi bir itiraza hakkı olmadığı gibi cezalandırılmayı da hak eder.”

Mü’minûn Sûresi’nin on dördüncü âyetinde insanın anne rahminde yaratılmasının evreleri nazara verildikten sonra “Yaratıcıların en hayırlısı olan Allah çok yücedir.” Buyrulmaktadır. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki bu âyette ifade edilen yaratılış evrelerini günümüz ultrasound teknolojisi de teyid etmektedir. Bir örnek vermek gerekirse; âyette önce kemiklerin var edildiği, sonra ona et giydirildiği ifade edilmektedir. Günümüz bilimi de anne rahminde önce ceninin iskelet sisteminin oluştuğunu ve ondan seçilen kök hücrelerinin kas hücrelerine dönüşerek onlarla kemiklerin sarıldığını ifade etmektedir. Bu âyetin Yüce Allah’ın her şeyin yaratıcısı olduğunu ifade eden diğer âyetlerin ışığında değerlendirilmesi gerekir. Kur’ân’da mecâzın mevcut bulunduğunu siz de kabul etmektesiniz. Burada hangi âyetin hakîkî, hangisinin Mecâzî anlam taşıdığının belirlenmesi gerekir. Bizce Yüce Allah’ın hakîki anlamda, diğer yaratıcıların mecâzi olarak yaratıcı oldukları son derece açıktır. Zira aktardığımız iki âyet zâhir bir şekilde bu manayı ortaya koymaktadır. Mü’minûn Sûresi’ndeki bu âyet ise mevhum yaratıcıların acziyetlerini ve Yüce Allah’ın yaratmasındaki ihtişamı nazara vermektedir. Bu kullanım Arap dilinde mevcut bulunan bir kullanımdır ki Kur’ân da onu isti’mal etmiştir. Neml Sûresi’nin elli dokuzuncu âyetinde şöyle buyrulmaktadır: “…Allah mı daha hayırlı ortak koştuklarınız mı?” Bu âyette ism-i tafdîl kullanılmıştır ki ism-i tafdîl normalde aynı özelliğe sahip iki taraf arasında derecelendirme yapmak İçin kullanılır. Ancak bu âyetten maksat böyle bir karşılaştırma ve derecelendirme yapmak değildir. Sözün maksadı “Sizler Allah’a ortak koştuklarınızda hayır var vehmediyorsunuz; oysa Allah hayırlıdır, onlar değil.” Şeklindedir.

Ezelî İlim ve Kader Meselesi

Yüce Allah’ın geleceği bilemeyeceği iddianız hem aklî hem de naklî delillerle çelişmektedir. Yüce Allah Rûm Sûresi’nde şöyle buyurmaktadır: “Elif, lâm, mîm. Rumlar mağlup oldu. Yeryüzünün en düşük bölgesinde. Onlar yenilgilerinin ardından üç ila dokuz yıl içerisinde galip geleceklerdir.” Tarihî vesîkalar bu ihbarın aynen gerçekleştiğini göstermektedir.

Yüce Allah’ın geleceği bilemeyeceği iddiası Onun (c.c) zamana bağımlı olduğu yanılgısından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla onun ilmi sonsuz geçmişten geleceğe bakmak şeklinde bir ilim değildir. Zamansızlıktan tüm zamanları kuşatan bir ilimdir. Bunu bir misalle açmaya çalışyım: “Elinizde bir ayna bulunsa bu ayna mukâbil tutulduğu alanın hem sağ tarafını, hem sol tarafını hem de karşısını içine alır. Bu ayna yüksekçe bir yerden yeryüzüne doğru tutulacak olursa yeryüzünden mühim bir alan ona akseder. Bu misalde sağ taraf geçmiş zamanı, sol taraf gelecek zamanı, aynanın karşısı ise şu anı temsil ediyor olsun. Teşbihte hata olmaz, Yüce Allah’ın ilmi ayna misali bir ilimdir ki zamansızlıktan tüm zamanları kuşatır. Onun ilminde Hazreti âdem’in yaratılması, sizin doğumunuz ve şu an içerisinde bulunduğunuz an ile kıyâmetin kopuşu aralarında bir farklılık olmaksızın bir arada bulunmaktadır.

Ehl-i Sünnet’in Kaderin insana tercih hakları sağlayan bir program olduğunu söylemeleri şu sebeptendir: İnsanın fiziki ve mânevî özellikleri, doğduğu mekân ve onun sosyal ve kültürel yapısı, kişinin yakınları ve onların sahip olduğu nitelikler gibi sayısız olgular onun hayat sürecinde kendisinin belirleyemediği hususlardır. Bunlardan yalnızca birinin değişmesi insanın hayat serüveninin bütünüyle başkalaşmasına yol açabilecektir. Ayrıca her an karşısına çıkan varlık, kişi ve olgular onun tercihlerini etkilemektedir. Bununla beraber bu anlatımlarımız insanın irâde sahibi olmadığı şeklinde anlaşılmamalıdır. Her insan kendi fiillerini işlerken sahip bulunduğu hürriyetin farkındadır. Dolayısıyla az sayıda bulunan ehl-i cebr hâriç hiç kimse bu hususa itiraz etmiş değildir.

Kader meselesinin daha iyi anlaşılabilmesi için “İlim ma’lûma tabidir.” Kaziyesinin bilinmesi gerekir. Meselâ bir ressâm bir nesneye bakar, onu resmeder. Burada resim nesneye göre şekillenir, nesne resme göre değil… Aynı şekilde Yüce Allah zamansızlıktan tüm zamanları kuşatan bir ayna belki bir nokta misali ilmiyle kullarının fiillerini üst bir bakışla tespit eder.

Onlar ise hür irâdeleriyle kendi fiillerini işlerler. Üst ten bakış olarak teşbihte bulunduğumuz ezelî ilimle ilgili anlık bir kesit olarak aktarılan bir misali takdim etmek istiyorum: Bir kimse evinin iki caddenin birleştiği noktasında bulunan balkonundan dışarıyı seyretmektedir. O anda her iki caddeden birer aracın süratle ve dikkatsiz bir seyirle birleşme noktasına doğru hareket ettiklerini görür. “Kaza yapacaklar!” diye düşünür ve düşündüğü gibi de olur. İki araç süratle çarpışır. Bu durumda açıktır ki o şahıs kaza olacağını düşündüğü için kaza gerçekleşmiş değildir. Aksine üst bir bakışa sahip bulunduğu için kazanın vâki olacağını önceden bilmiştir. Zamana mahkûm beşer noktasında dâhi böyle bir durumu önceden kestirmek mümkün ise zaman ve mekândan münezzeh bir Zât için böyle bir netîce son derece kolaydır.

Abdülhamid Selman Kaya
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi seyfan37 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Sistematik Kelam Dersi Sistematik Kelam seyfan37 0 2180 24 Ocak 2017 20:39
Sistematik Kelam Dersi Sistematik Kelam seyfan37 0 1291 24 Ocak 2017 20:38
Sistematik Kelam Dersi Sistematik Kelam seyfan37 0 1194 24 Ocak 2017 20:35
Sistematik Kelam Dersi Sistematik Kelam seyfan37 0 1452 24 Ocak 2017 20:33
Sistematik Kelam Dersi Sistematik Kelam seyfan37 0 1797 24 Ocak 2017 20:28

Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Konuyu değerlendir
Konuyu değerlendir:

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Sistematik Kelam Dersi seyfan37 Sistematik Kelam 0 24 Ocak 2017 20:39
Sistematik Kelam Dersi seyfan37 Sistematik Kelam 0 24 Ocak 2017 20:38
Sistematik Kelam Dersi seyfan37 Sistematik Kelam 0 24 Ocak 2017 20:35
Sistematik Kelam Dersi seyfan37 Sistematik Kelam 0 24 Ocak 2017 20:28
Ünite 2: Sistematik Kelam Medineweb Sistematik Kelam 1 20 Ekim 2013 12:23

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.