Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM DİNİ KONULAR.::. > Muhtelif Dini Konular > Soru Cevap Arşivi

Konu Kimliği: Konu Sahibi MERVE DEMİR,Açılış Tarihi:  08 Nisan 2009 (08:45), Konuya Son Cevap : 08 Nisan 2009 (08:45). Konuya 0 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 08 Nisan 2009, 08:45   Mesaj No:1
Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:MERVE DEMİR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5587
Üyelik T.: 05 Aralık 2008
Arkadaşları:14
Cinsiyet:
Memleket:İstanbul
Yaş:35
Mesaj: 2.537
Konular: 2038
Beğenildi:114
Beğendi:0
Takdirleri:270
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cenab-ı Hakk’ın muamelesi insanların hüsnü zanlarına göre midir?

Cenab-ı Hakk’ın muamelesi insanların hüsnü zanlarına göre midir?

Hüsn-ü Zan ve Rahmete İlticâ


Soru: Efendim, belki bir insan esfel-i sâfilindedir; fakat başkaları onu âlâ-yı illiyyînde görüyorlar Bu hususta, Cenab-ı Hakk’ın muamelesi insanların hüsnü zanlarına göre midir?


Cevap: Cenab-ı Hak, insanların hüsn-ü zanlarını bir dua kabul edebilir Nitekim, Peygamber Efendimiz, cenazesinde kırk (hatta bir rivayette üç) salih adam bulunan bir insanın cennete gideceğini müjdelemiş, o insanların iyi şehadette bulunmalarının şefaatçi olacağını beyan buyurmuşlardır Bununla beraber, Allah’ın rahmetine sığınma, “sadece Senin kapın var” deme çok önemlidir Hani bir menkıbede anlatılır: Bir zat pekçok talebe yetiştiriyor Talebeler, bir zaman sonra ufukları açılınca bakıyorlar ki; efendi hazretleri şekavet kutbunda duruyor Yavaş yavaş ayrılıyorlar onun yanından, birer birer gidiyorlar Tek bir mürid kalıyor vefa ile dopdolu “Dine muhalif bir yanı var mı üstadın?” diye düşünüyor; kılı kırk yararcasına dini yaşayan, mişkât-ı nübüvvet altında hareketlerini götüren bu zatta dine ters hiçbir şey görmüyor Herkes gitse de o kalıyor hocasının yanında Birgün Hak Dost diyor ki, “Arkadaşların neden gitti, sen neden kaldın?” Sorusunda ısrar edince vefalı talebe cevaplıyor “Efendim, onlar, hakkınızdaki müşahedeleri ve berzahî mahiyetiniz itibariyle sizi şakî gördüklerinden yanınızdan ayrılmayı uygun buldular Bana gelince, gözüm sizde hakikate açıldı Size vefasızlık edemezdim” diyor Şeyh efendi, “Evladım, ben o yazıyı kırk senedir öyle görüyorum, ama bana başka kapı gösterebilir misin ki ona gideyim” diyor Bu sözünden sonra o şaki yazısı silinip “said”e inkılap ediyor

Onun için meselenin imtihan yönünü de ihmal etmemek lazım Siz başınızı eşiğe kor beklersiniz de kırk sene hiç kabul edilmeyebilirsiniz Bir fert namaz kılsa, oruç tutsa, binlerce ibadet ü taat yerine getirse de ancak Allah’ın rahmetiyle cennete gidebilir

O murad buyurursa, bütün insanlığı cehenneme koyar ve buna kimse bir şey diyemez; mülk O’nundur; istediği gibi tasarruf eder O zat, bu mülahazalarla başını hiç bu eşikten kaldırmıyor, hep vefayla davranıyor Allah bu şahsın zatında örnek alınacak bir yüksek karekteri ortaya koyuyor Kırk sene Rabbisine el açmış, o kapıdan başka kapı bilmemiş, neticede bir vefa kahramanı olmuş İşte, bu vefa önemlidir Bazen bir söz, bir tavır, bir davranış Hak katında çok hora geçer Bilemeyiz, Erzurumluların ifadesiyle bahane tanrısı’nın, kimi ne ile affedeceğini bilemeyiz Bize düşen şey kemal-i sadakatle O’na bağlı yaşamaktır O’nsuz yapamayacağımızı hem vicdanımızda duymak, hem de bunu her fırsatta ifade etmektir

Geçenlerde Onikinci Nota münasebetiyle söylemiştim; Üstad da aynı şeyi ifade ediyor: “Senden başka kapı yok ki ona gidilsin” diyor Bu genel bir mülahazadır İbrahim Ethem’de aynı nağmeyi seslendiriyor: “Hecertü’l-halka turran fi hevâke/ Ve eytemtü’l- iyâle li key erâke/ Velev katta’tenî fi’l-hubbi irben/ Lemâ hanne’l- füâdü ilâ sivâke// Tecavez an daîfin kad etâke/ Ve câe râciyen yercû nidâke/ Ve in yekü ya müheyminu kad asâke/ Fe lem yescüd lima’budin sivâke // İlahî abdüke’l- âsi etâke/ Mukırran bi’z-zünubi ve kad deâke/ Fein tağfir fe ente ehlün lizâke/ Fein tadrud femen yerham sivâke - Allahım, Senin uğruna herşeyi terkettim, Cemâlini görmek için çoluk-çocuğu yetim bıraktım, Aşkınla beni parça parça etsen de, şu kalbim Senden başkasına meyl etmeyecektir Eşiğine gelmiş bu dilenciyi hoşgör Hoşgör ki, o Senin davetinden ümitlenip Sana koşmuştur Ey her şeyi bilen, herşeyden haberi olan Müheymin, kulun günahlara batmıştır, batmıştır ama Senden başkasına da secde etmemiştir İşte, asi kulun kapına geldi, günahlarını itiraf edip yalnız Sana iltica ediyor Onu affedecek yalnızca Sensin; affetmez de kapından kovarsan, Senden başka kim var ki ona merhamet etsin” Evet, “Her ne kadar hayatım sana isyanla geçmişse de Senden başka mabuda secde etmedim” diyor İşte bu duygu, nezd-i uluhiyette hora geçen bir duygudur Bu duyguda bir mahviyet vardır; ma’siyeti kabul vardır Şahsı adına yaptığı en küçük inhirafları çok büyük ve mahvedici olarak görme vardır Fakat aynı zamanda Allah’ın rahmetinin enginliğine sığınma da vardır

Kur’an’ın Gurbeti

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadis-i şeriflerinde altı garipten bahsetmiş, “Mescid, namaz kılmayanlar arasında; Kur’an-ı Kerim, fâsıkın kalbinde; yine Kur’an, onu okumayan birinin evinde; müslüman, sâliha bir kadın zâlim, kötü huylu bir adamın nikahı altında; müslüman sâlih bir erkek serkeş, arsız bir kadının yanında ve âlim, onu dinlemeyen ve ilminden istifade etmeyen bir topluluk arasında gariptir” buyurmuşlardır

Bugün Kur’an bir gurbet hayatı yaşamaktadır Kur’an’a sahip çıkmak demek, onu kadifelere sarıp cinlere, şeytanlara mani olsun diye yataklarımızın başına asmak, çeyiz sandıklarında ihtimamla korumak değildir Mutlaka biryerlere asılacaksa o, mânevî hayatımızı mahveden ifritleri kovmak için kalplerimizin en mûtena köşesine asılmalıdır

Müslümanların Kur’an’a karşı takındığı tavır, İslam Dini’ni ve onun yüce kitabını istemeyen hasımların arzu ettiği bir tavırdır: Kuran lafız olarak okunsun, evlerde aksesuar olsun ama o bir toplumun şuurlanması, hayatının gayesini öğrenip o istikamette yaşaması için kullanılmasın Şuurlanma olacaksa, Durkheim’a göre olsun, Comte’a göre şuurlanma olsun ama Kur’an’a göre bir şuurlanmadan asla bahsedilmesin

Maalesef günümüzde Kur’an, hayattan tecrit edilip bir kenara itilmiş, onu durgunlaştırmak suretiyle kıymet-i harbiyesinden bir kısım kayıplara maruz kalmasını planlayanlar tarafından hayatın dışında tutulmaya çalışılmıştır Bu suretle hem İslam dini, hem de Kur’an statik (durgun, hareketsiz) hale getirilmiştir Herhangi bir felsefi ekolün ortaya koyduğu kurallar ve nazariyeler gibi kabul edilir hale getirilmiştir Oysa, Kelam-ı İlâhî, işlerken, kendi elemanlarıyla senaryosu ortaya konulurken anlaşılır Aktörler o senaryoya inanmış olarak vazife başında bulundukları zaman onun kıymeti anlaşılır Yoksa, ayet-i kerimeler bugün bütün canlılıklarıyla yaşamaktadır ve yarın da yaşamayı vadetmektedirler

Kur’an’da, itikat, ibadetler ve muamelat peşpeşe yer alır Bu yapı, toplumu sürekli hareket halinde ve canlı tutar Dini sadece vicdana bağlamak ya da yalnızca “kıl namazını, tut orucunu” şeklinde çok basit anlamak bu dinamikliği öldürür Zaten meselelere bütün halinde bakmama mutlaka ya ifrat ya da tefrite sebebiyet verir Günümüzde ilimlere de bütüncül nazar dediğimiz küllî nazarla bakılıyor Yani küllî kaideler esas alınıyor ama küll-cüz’ münasebeti içinde varlığa bakılıyor Küllî kaidelere bakmadan yalnızca cüziyâta göre değerlendirme yapılırsa mesele dağılır; genel ahenk bozulur Bununla beraber, her bir küllî kaidenin ortaya çıkması için o istikamette bir kısım cüzî emirler olması gerekir; o emirlerin hepsi birden mütalaa edilince o küllî kâide ortaya çıkar ve meseleleri çözerken, ortaya çıkan bu kaide mihenk olarak ele alınır Mesela, “Allah (celle celâlühü) dini hangi hikmete binâen vazetmiş?” sorusuna, bütün küllî kaideleri ona irca edebileceğimiz temel bir disiplin vardır: menfaat ve maslahatları celbetmek, mefsedetleri defetmek Bütün emirlerin ve nehiylerin temelinde bu vardır Bu küllî bir kaidedir Fakat, bazen cüziyatta buna muhalif bazı şeyler olabilir Onu çözebilmek için de mutlaka bir küllî kaideye bakmamız, küllî kaideyi esas almamız gerekir

Pozitif ilimlere de küllî bir nazarla bakmak icab eder Mesela tıp sahasında uzmanlaşma, ihtisaslaşma oluyor Bu konudaki bir endişemi eskiden beri hep izhar ediyorum; biz insana kalbini, kafasından ya da sinir sisteminden tecrid ederek bakamayız Organizma bir bütündür; organlar da her biri diğeriyle irtibat halindeki azalardır Öyleyse, burada da küllî nazar esas alınmalıdır; bir kalp doktoru, kalbi bildiği gibi vücudun diğer yanlarını da bilmelidir ki daha sıhhatli konuşabilsin Bugün insan vücudu bu manada çok parçalanmıştır Baktığınızda bir hükme varamayacağınız küçük parçalara ayrılmıştır Mesela, bir göz hususunda dahi pekçok branş vardır Eğer her mesele konsültasyon (bir kaç tabibin bir araya gelerek bir hasta hakkında görüş alışverişinde bulunmaları) halinde halledilmez, orada vücudun tamamı nazara alınmazsa gelecek vahimdir

İşte, Kur’an’ın mesajına da bu ölçüler içerisinde bakmak lazım Maalesef, sadece bir ayeti ele alıp onu da tam anlamadan Kur’an’a saldırıyorlar O ayeti, Kur’an’ın bütünüyle tefsir etmeden, O’ndaki ilâhî hikmetleri gözetmeden söylenilen her söz yanlış olacaktır Kainatı kusursuz bir düzenle yaratan Cenâb-ı Allah, Kitab-ı Kerîminde, kainatın bir misal-i musağğarı (küçük bir örneği) olan insan hayatı için de kural ve kaideler vazetmiştir Bu ilâhî kelama bütün olarak bakıldığında onun canlı ve ter ü taze olduğu görülecektir

Kur’an’ın gurbetini ve yaşadığı vahşeti izale etmek de ancak, onu bu ölçüler içerisinde tefsir eden kitapları okuma ve bu şekilde Cenâb-ı Hakk’ın marziyâtını anlamaya çalışmakla olacaktır

Kur’an’ın Şahitleri

Kur’an’ın kıymetini anlamak için bir de onun talebelerine göz gezdirmeli Sahabe ve tâbiîn efendilerimizin nasıl bir ömür sürdüklerini görmeli İmam-ı Azam, İmam-ı Şafi, İmam-ı Malik, Ahmed b Hanbel, Abdülkadir Geylâni, İmam-ı Rabbâni, Şah-ı Nakşibendi, Hazreti Mevlânâ ve Bediuzzaman gibi Hak dostlarını büyüten, onları hüsn-ü misal yapan Kur’an’ın mesajından başka nedir? Hadis-i şerifleri rivayet edip o bereketli sözlerin bizlere ulaşmasını sağlayan selef-i salihînin hayat hikayelerine baksanız hayran kalırsınız, onları uhrevîleştiren şey Kur’an’ın mesajı değil midir?

Onlar, sürekli Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda bulunma temkiniyle yaşamışlardır Daima, “Enis ü celis” bildikleri Dost’la beraber bulununca da konuşmaları hep “sohbet-i yârân” olmuştur O’nun rızasından başka birşey düşünmemiş, O’nun hoşnutluğuna vesile olacak meselelerden başka birşey konuşmamışlardır

Bu mesele biraz iradenin hakkını vermeye, biraz Allah tarafından konduğu yerin, konumunun farkında olmaya ve biraz da duruşu çok iyi belirlemeye bağlıdır Hele her şeyin günlük hadiselere bağlandığı, aktüalitenin çok öne çıktığı, insanların “Hayır, doğrusu siz şu peşin dünya hayatına çok düşkünsünüz, onun için ahireti terkedip durursunuz” (Kıyamet 20-21) ayetine mâsadak yaşadığı bir dönemde bizim için Cenab-ı Hakk’ın huzurunda bulunma ve bunu hissetme halini yakalamak çok zordur Bu mevzuda fikir cimnastiğimiz olmalı Meseleler hep gelip sohbet-i Cânân’a dayanmalı Otururken kalkarken, dünyevî meselelerden bile bahsederken ahiret buudlu davranmalı “Allah’ı başkalarına tanıtma ve bu vesileyle kurtulma” yapacağımız işlerde rotayı tayin etmeli Mesela teknolojiden bahsederken; “Bu teknoloji Rabbimizi anlatma adına ne işe yarar? Şu ilmî inkişafı, Rabbimizi insanlara duyurma adına nasıl değerlendirebiliriz? Uhrevi hayatımız adına İnternet’i nasıl kullanabiliriz?” sorularının cevabı aranmalı

Mesela, bugün, biz meşgul olsak da olmasak da internetin de bağımlıları var Bazıları onu kendi hesaplarına, şeytanın oyuncağı gibi kullanıyor ve sürekli kötülük yayıyorlar İnanan insan onu da uhrevî kazanç vesilesi yapabilir Fakat o dikkatli olur; hangi tuşa dokunacak, hangi sayfaya girecek, bunu iyi belirler Tahmini bir tuşa dokunurken de -inşaallah karşımıza iyi bir şey çıkar- mülahazasıyla teyakkuzda olur Bunlar, kalp ibresinin göstermesi gereken noktaya yönlendirilmesi açısından çok belirleyici hususlardır

Bir mümin, kainattaki her şeyde Allah’ı gösteren bir işaret bulur; ona bakar, Cenab-ı Hakk’ın izlerini görür Bu teknolojiyle de mümkündür Mesela, çağın büyüklerinden birinden dinlemiştim: Hz Bediuzzaman arabayla biryere giderken radyoda şarkı çıkıyor Arabayı kullanan şahıs Üstad’ın laubaliliğe karşı kapalı olmasına saygısının ifadesi olarak radyoyu kapatmak istiyor Radyonun düğmesini çevirirken Bediuzzaman kendisine has edasıyla “Dur keçeli, diyor, Ben hava unsurunu temaşa ediyorum, havayı insanların hizmetine veren Allah’ın kudretini tefekkür ediyorum” Hani daha önce de çok anlattım; Alvarlı Efe hazretleri, dört güzeller türküsünü duyunca “Hz Ebu Bekir, Hz Ömer, Hz Osman ve Hz Ali’yi hatırlayıp iki göz iki çeşme ağlarmış, Üstad da orada konsantre olmuş, şarkıyı değil, o şarkının ötesinde hava nimetini dinliyor, onu tefekkür ve temâşâ ediyor Bu müthiş adamı görmeyi hepiniz gibi ben de çok arzu ederdim Tabii dizinin dibinde oturmayı, sohbetine ermeyi, dinlemeyi çok isterdim Nasip Belki bize görememenin hasret ve hicran sevabı, görenlere de huzurun insibağının sevabı yazılır

Bazı alim ve arifler etraflarındaki ulemaya göre konuşmuşlar, meseleleri onların seviyelerine göre anlatmışlardır Bediuzzamana gelince o, meseleleri herkesin anlaması için gayret göstermiş; hatta mübtedilerin ve avamın anlamasına da önem vermiştir Kur’an’daki, tenezzülât-ı ilahiye ve beşerin anlayışına göre hitap esprisini örnek alan Bediüzzaman’ın bu şekildeki bir tenezzülü de onun büyüklüğüne bir kat daha büyüklük katmaktadır O’nun kolay söylenir görülen öyle ifadeleri vardır ki, bunlar tam bir sehl-i mümteni örneği enfes beyanlardır Mesela; Yirmiüçüncü Sözün beşinci noktasında şöyle diyor:

“Hem dua bir ubudiyettir Ubudiyet ise semerâtı, uhreviyyedir Dünyevî maksatlar ise; o nevî dua ve ibadetin vakitleridir; O (dünyevî) maksatlar, (dua ve ibadetlerin) gayeleri değildir Mesela; yağmur namazı ve duası bir ibadettir Yağmursuzluk, o ibadetin vaktidir Yoksa o ibadet ve o dua, yağmuru getirmek için değildir Eğer sırf o niyet ile olsa; o dua, o ibadet halis olmadığından kabule layık olmaz Nasılki güneşin gurubu akşam namazının vaktidir; güneşin ve ayın tutulmaları da küsuf ve husuf namazları denilen iki ibadet-i mahsusanın vakitleridir”

Buradaki ubudiyeti, usul-ü fıkıhta kullandığımız taabbudî manasında anlamak gerekir; yani, çok defa manasını anlayamasak da Allah’ın emri olduğu için yapıp neticesini Allah’tan istediğimiz ibadetlerdir Mesela, duada Rabbimizden istediğimiz şeylerle O’nun veriş keyfiyeti arasında sebep-sonuç mülahazasına göre bir münasebet yoktur Sebeplerle tarttığınız zaman görürsünüz ki, sizin istek ve yakarışlarınızdan bu netice çıkmaz İşte o zaman, Allah’a güveniniz, itimadınız nisbetinde esbapüstü, doğrudan doğruya Hz Müsebbibü’l-Esbab’tan, Hz Kâdiu’l-Hâcât’tan istediğinizi istersiniz; O da herhangi bir sebebe iktiran etmeden verebilir

Çok eski yıllarda bir arkadaşımız, “Yağmursuzluk dahi yağmur duasının vaktidir” cümlesini işitince bu orjinal yoruma adeta vurulmuştu Evet, adet-i Sübhânî açısından yağmurun vakti bellidir; ay-güneş tutulmalarının vakti ve ne zaman son bulacağı çok önceden hesap edilebilmektedir Fakat, biz yine de yağmur duası yapıyor; hüsuf-küsuf namazları kılıyoruz Evet, yağmursuzluk, yağmur duasının vaktidir Ay ve güneş tutulması da, hüsuf-küsuf namazlarının vaktidir Biz ülfetten dolayı bu ifadeleri okur geçeriz ama Üstad hazretlerinden başka birinin böyle dediğini de hatırlamıyorum

Üstad yine, “Esbâba teşebbüs, bir dua-yı fiilîdir Esbabın içtimaı; müsebbebi îcad etmek için değil, belki lisan-ı hâl ile müsebbebi (sonuç, netice) Cenâb-ı Hakk’tan istemek için bir vaziyet-i marziyye almaktır Hatta çift sürmek hazine-i rahmet kapısını çalmaktır” diyor

Biz bazen bu hâlisâne mülahazaları koruyamıyoruz Mesela, hekime müracaat ediyoruz, etmeliyiz de Fakat bazen şifayı sanki hekim verecek, sanki o tedavi edecek; sanki aldığımız ilaç bizim derdimize iyi gelecek gibi mülahazalara kapılıyoruz Oysa ki, izzet ve azamet öyle istemiş: basit işlerde Kudret-i ilahiyenin mübaşeretinin görünmesini dilememiş Şifayı veren Hazreti Şâfî’dir Cenâb-ı Allah, o ilaçla o şifa arasında bir iktiran (örtüşme) hasıl etmiştir Bu tevhid düşüncesi çok defa unutuluyor Maalesef, bazen hiç farkına varılmadan zımnî bir şirke giriliyor

MFethullah Gülen
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi MERVE DEMİR 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN ülke tv Canlı... Videolar/Slaytlar Medine-web 1 2743 23 Ağustos 2013 00:41
İran Emperyalizmi Makale ve Köşe Yazıları Medine-web 6 3331 26 Ocak 2013 22:53
gerekli gereksiz bir şiir.. Makale ve Köşe Yazıları MERVE DEMİR 0 3083 06 Aralık 2012 10:48
olmamış kayınbiradere mektup :) Komik Paylaşımlar Allahın kulu_ 10 6906 03 Kasım 2012 23:19
İslamın kurtuluşu bilinçlenme ile mümkündür Makale ve Köşe Yazıları Esadullah 11 6344 02 Ekim 2012 21:16

Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Konuyu değerlendir
Konuyu değerlendir:

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Dâimâ Cenâb-ı Hakk’a Sığınmak EyMeN&TaLhA Makale ve Köşe Yazıları 0 03Haziran 2014 17:01
İslam inancına göre kadın peygamber gelmiş midir? _bülbül_ Soru Cevap Arşivi 0 10 Nisan 2009 20:50
Dinimize göre, dinden dönenler yani mürted olanlar öldürülmeli midir? KuM TaNeSi Soru Cevap Arşivi 0 09 Nisan 2009 02:07
Şafii mezhebine göre hayvan kesiminde besmele farz değil midir? Yurt dışında et alırk KuM TaNeSi Soru Cevap Arşivi 0 09 Nisan 2009 01:56
İslam’a göre aile reisi erkek midir? MERVE DEMİR Soru Cevap Arşivi 0 24 Eylül 2008 14:02

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.