Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM DİNİ KONULAR.::. > Muhtelif Dini Konular > Soru Cevap Arşivi

Konu Kimliği: Konu Sahibi z-eynep,Açılış Tarihi:  04 Temmuz 2007 (15:47), Konuya Son Cevap : 14 Ocak 2012 (03:12). Konuya 184 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 01 Şubat 2008, 11:16   Mesaj No:51

NUR

Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:NUR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 127
Üyelik T.: 10 Eylül 2007
Arkadaşları:4
Cinsiyet:
Memleket:ankara
Yaş:31
Mesaj: 1.805
Konular: 527
Beğenildi:30
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Kırklama diye birşey dinimizde var mıdır?

ben de duymuştum bunu.apaçık birer hurefadir.neye hizmet eder bilmem?
ama bunlara gelene kadar yeni doğmuş çocuğa yapılması gereken o kadar bilmediğimiz şey var ki...üstelik bu ihmal edilen şeyler de peygamber efendimizin sünneti...mesela peygamber efendimiz yeni doğmuş bir çocuk kendine getirilince ona yaptığı ilk şey hayır dualarında bulunmak,vatanına milletine,annesine babasına , islama hayırlı bir evlat olmasını dilemekmiş.ayrıca çocuğun ağzına tahnik denilen ilk gıda hurma ve benzeri tatlı bir şeyi de sürermiş.doğumunun 7. günü akika kurabanı kesmek,başını traş edip ağırlığınca gümüş,sadaka dağıtmak...doğduğunda sağ kulağına ezan,sol kulağına kamet okumak vs. vs. bu saydıklarımın hepsi peygamber efendimizin kendi çocuklarına ve ashabın çocuklarına da yaptığı sahih rivayetlerle ulaşan sünnetleri...ama halk arasında yok 40 taşla kırkını çıkarmak yok nazar boncuğu ,çaput bağlamak ....bunların dinle diyanetle hiç bir ilgisi yok.sünnetler dururken bunları yapmak ta tabiki biz müslümanlara yakışmaz.
__________________
EN GÜZEL AŞK: ALLAH!
Alıntı ile Cevapla
Alt 01 Şubat 2008, 14:31   Mesaj No:52
Medineweb Sadık Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:Seleme isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 556
Üyelik T.: 11 Kasım 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 829
Konular: 194
Beğenildi:13
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Kırklama diye birşey dinimizde var mıdır?


Evet maalesef bu uygulama doğuda hala devam etmekte.Bize emrolunan ile yetinip onu yaşasak yeter aslında ,Kitap-ı Ekber'in ve sünneti seniyyenin doğrultusunda yaşamak varken...
Bizler tarih boyunca hep örnek alınan bir ulus olduk ama ne zaman ki işler bizim aleyhimize döndü biz başkalarını örnek alır olduk.Bu bid'atlarda işte o yüzden musallat oldu.
__________________
Dünyayı Güzellik Kurtaracak.
Bir İnsanı sevmekle başlayacak herşey...
Alıntı ile Cevapla
Alt 25 Şubat 2008, 08:38   Mesaj No:53
Medineweb Emekdarı
Belgin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Belgin isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 7
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:1
Cinsiyet:
Yaş:43
Mesaj: 1.277
Konular: 640
Beğenildi:16
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Kısmet Bağlanması var mıdır? Kısmetimiz kapanabilir mi?

Dünyada evlenemeden vefat edenleri bile Cennette otuz üç yaşında en güzel bir Cennet genci olarak olarak evlendirir, kısmetini yine karşısına çıkarır, asla kısmetsiz bırakmaz. Onlar da o zaman asla pişmanlık duymazlar dünyadaki bekleyişlerinden dolayı. Çünkü Cennet evliliği dünyadakiyle kıyaslanamayacak kadar özel ve güzel bir evlilik olur.. Bütünüyle mutluluk ve saadet kaynağı halini alır.


Kısmetin kapalı olup olmadığını insan bilemediği için, kendi isteği olan bir şeyi elde etmek için bazı sebeplere teşebbüs etmesi gerekir. Bu sebeplere teşebbüsten sonra şayet istediğimiz şeyi elde edersek, şükrederiz. Şayet istediğimz şey elde edilmez ise, o zaman “hakkımızda hayırlı değilmiş” deyip, verilmediği için ve ahirette isteğimizin daha güzelinin verileceğine iman edip yine şükretmek gerekir.

Kısmet beklemelerde yanlış yorumlardan uzak kalınmalıdır. Bazı kimselerde yanlış bir kısmet bağlama anlayışı görülmektedir.


Evham ve su-i zanna kapılan bu kimseler tereddüt etmeden konuşabiliyorlar.

– Kızımızın ya da oğlumuzun kısmeti bir türlü çıkmıyor, çıkınca da anlaşmayla sonuçlanmıyor, bir bahane bulunup iş bozuluyor! Demek ki kısmetini bağlamışlar. Zaten falan ve filan komşulardan da şüphe ediyoruz.. diye hüküm verebiliyorlar.

Halbuki Allah (cc), hiçbir insana bir başkasının kısmetini bağlama imkan ve salahiyeti vermemiştir. Bu sebeple, kısmet bağlanması diye bir olay olamaz. Ama kısmet beklenmesi diye bir gerçek olur.

Demek ki mesele, kısmet bağlanması değil kısmetin beklenmesi meselesidir.
Bu kısmet bekleme meselesini, maneviyat büyüğü İsmail Fakirullah Hazretlerinin verdiği misal, pek güzel açıklamaktadır. Öğrencilerinden birinin eline bir testi verip kuşluk vakti çeşmeye gönderir Fakirullah Hazretleri.

Ne var ki öğrenci çeşmenin başına varınca oradaki çocuklarla oyuna dalar, ta ikindiye kadar oyun sürer. Nihayet gün batarken aceleyle testiyi doldurup döner. Bunca vakittir orada oyuna dalan öğrenciyi bu defa arkadaşları aralarına alıp hırpalamak isterler. Ancak Fakirullah Hazretleri müdahale ederek der ki:

– Neye suçluyorsunuz arkadaşınızı?

– Kuşluk vakti gönderdiniz ikindi üzeri döndü, bizi bu kadar bekletmeye hakkı var mı? derler.

Büyük insan şöyle izah eder geç kalma sebebini.

– Arkadaşınızın kabahati yoktur bu bekleyişte. Çünkü der, çeşmenin başında oyuna dalmaya mecburdu. Kısmetiniz olan su henüz kurnaya gelmemişti, yoldaydı. Başkalarının kısmetini doldurup ta size getiremezdi. Ne zaman yoldaki sizin kısmetiniz kurnaya geldi, işte o zaman oynamayı bırakıp testiyi çeşmeye tutarak kısmetinizi doldurup getirdi. Onun kabahati yoktur, yoldaki kısmetinizi beklemiştir.

İşte, evlenme olayındaki bekleme de, yoldaki kısmeti beklemeden başkası değildir.

Demek ki, kısmet bağlaması yoktur ama kısmet beklemesi vardır.

Şunu hiç unutmamak gerektir ki, Allah yarattığı kulunun kısmetini asla bağlamaz.O kadar bağlamaz ki, dünyada evlenemeden vefat edenleri bile Cennette otuz üç yaşında en güzel bir Cennet genci olarak olarak evlendirir, kısmetini yine karşısına çıkarır, asla kısmetsiz bırakmaz. Onlar da o zaman asla pişmanlık duymazlar dünyadaki bekleyişlerinden dolayı. Çünkü Cennet evliliği dünyadakiyle kıyaslanamayacak kadar özel ve güzel bir evlilik olur.. Bütünüyle mutluluk ve saadet kaynağı halini alır.

Bence burada unutulmaması gereken en mühim nokta şu olmalıdır.

Dünyadaki kısmetini bekleyenler bekleme süresini büyük bir fırsat bilmeli, bu sıralarda kendi özelliklerini geliştirip vasıflarını çoğaltmayı hedef almalı, vasıfsız işçi durumundan çıkıp aranan vasıflı aday özelliğini kazanmalı, kendini bir çok vasıflarla değerli durumuna getirmelidir. Çünkü denklik dünyada da ahirette de esastır. Dünyada vasıflı olanlar Cennette de vasıflılarla evlenirler. Bu bakımdan da kısmet bekleme devresini güzel vasıfları kazanma, çoğaltma devresi olarak düşünmeli, yüksek vasıflılara layık hale gelmeye gayret göstermelidir.
Zaten beklemenin bir faydalı yanı da, güzel vasıflarını çoğalt ikazını yapıyor olmasıdır.
Ahmet Şahin
__________________
Her insan hata eder. Hata işleyenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir.
Tirmizî, Kıyâme, 49; İbn Mâce, Zühd, 30.

Alıntı ile Cevapla
Alt 10 Mart 2008, 21:48   Mesaj No:54
Medineweb Acemi Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:cennet36 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 882
Üyelik T.: 10 Mart 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 14
Konular: 6
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Cennette Kadınlar tesettürlü mü olacak yoksa tesettürsüz mü ???

Sorumlu ve vazifeli olan Müslümanlar, tesettür konusunda üzerlerine düşen faaliyet ve hizmetleri yapmaları gerekir. Şöyleki:

1- Tesettürün kesin bir İslâmi farz olduğu, bunun Kur'ân'la, Sünnetle, İcma-i ümmetle sabit olduğu. Bu farzın Kıyamet'e kadar geçerli olacağı. Bunda kimsenin değişiklik ve reform yapamayacağı.

2- Tesettürü inkar edenin dinden çıkacağı.

3- Müslüman kadın ve kızların tesettüre uymaları için, onların anlayacağı, tesiri altında kalacağı uygun telkinat, nasihat ve propaganda yapılması. Kırıcı, nefret ettirici, menfi tepkiye sebep olacak öğüt, propaganda ve telkinlerden kaçınılması.

4- Tesettürün dinî ve imanı bir konu olduğu.


5- Tesettürün sadece İslâm dinine mahsus olmadığı, bütün dinlerde ve medeniyetlerde bulunduğu, başörtüsünün evrensel olduğu.

6- Tesettürün farz olduğunu kabul etmekle birlikte ona riayet etmeyen bir kadının günahkar bir Müslüman olacağı ancak bu farzı inkar ederse, "İslâm'da böyle bir şey yoktur. Ben böyle bir şeyi kabul etmiyorum..." derse dinden çıkacağı.

7- Tesettürün gerilik olmadığı, aksine medeniyet olduğu.

8- Vahşi kavimlerin çıplak gezdiği, medenî insanların tesettüre riayet ettiği.

9- Tesettürün gayesinin fuhşu, azgınlığı, seks kışkırtıcılığını, ahlaksızlığı, teşhirciliği önlemek olduğu. Seksi kıyafet bir kadın veya kızın, başını örtmüş de olsa, tesettürlü sayılamayacağını.

10- Tesettürün, başını örttükten sonra canının istediği herşeyi giyebileceği ve her şeyi yapabileceği manasına gelmediği.

11- Tesettürle ilgili milyonlarca faydalı, değerli, etkili, güçlü broşür ve kitap yayınlanması.


12- Müslüman kadın ve kızların kıyafetlerinin, açık kadınlarınkinden üstün olması için ciddî müesseseler kurulması.
13- Tesettür kıyafetinin paradan başka birşey düşünmeyen bir takım bezirgan zihniyetli kimse ve ticarethanelerin kâr aleti haline getirilmemesi.

14- Şehevî, seksî, dikkat çekici olmamak şartıyla yüksek ve temsilci Müslüman kadın ve kızlarının çok zarif, çok kibar, sade fakat asil kıyafetlere, renklere, çizgilere bürünmeleri.

15- Tesettürde dikkat çekici ve bayağı cırtlak pembelerden, cırtlak kırmızılardan, cırtlak yeşil ve mavilerden, acı ve cırtlak sarılardan kaçınılması.

16- Parlak ve cırtlak olmayan mat ve sade renklerin tercih edilmesi.

17- Gerekiyorsa giyim-kuşam evlerinden olmak üzere dünyanın büyük müesseselerinden tesettür kıyafetleri konusunda yardım alınmalı, onlarla işbirliği yapılmalı.

18- Kur'ân-ı Kerim'deki, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'in Sünnet'indeki, fıkıh kitaplarındaki tesettürle ilgili, ayetlerin, hadîslerin, hükümlerin çok düzgün ve vasıflı kitaplar halinde yayınlanması.

19- Hiç olmazsa bir kısım tesettürlü Müslüman kadın ve kızların açık hanımlardan daha zarif, daha sanatlı giyinmiş, daha üstün bir zarfa bürünmüş olmalarının sağlanması.


20- Tesettür konusunda yapılması gereken ve yapılabilecek olan her faaliyetin, her hizmetin planlı ve programlı bir şekilde hakkıyla ifa edilmesi.

Yukarıda saydığımız hizmetler yapılabilir mi? Elbette yapılabilir. Mevcut düzen (Derin Devlet) bunlara birtakım sınırlar koymuştur. Mesela RTÜK, televizyonlarda çarşaf propagandasını önleyici yasaklar getirmiştir. Bunlara uymayan tv kanallarına ceza verilmekte, hattâ kapatılmaktadır. Ancak tesettür konusundaki engeller, yasaklar, kösteklemeler genel değildir. Bu konuda nereden baksanız yüzde seksen hürriyet ve serbestlik vardır. Lakin Müslümanlar, önde gelen şahıslar ve kurumlar bu hürriyeti fırsat bilerek, vazifelerini ve hizmetlerini yapmıyorlar.


Şimdi yaz aylarındayız, bir pazar günü bulunduğunuz şehrin, kasabanın meydanına, parkına bir gidiniz ve kadınların-kızların kılık kıyafetlerine bir bakınız. Açığı da berbat, tesettürlüsü de berbat. Utancımdan yerin dibine geçiyorum. Müslümanlar bu hallerede mi düşeceklerdi. En cırtlak, en bağırtlak, en berbat, en parlak, en göz çekici pembelere bürünmüş bir kızcağız! Başında gökkuşağı gibi bir eşarp, gurur ve kibir içinde salına salına bin türlü naz ve işve ile yanındakiyle dolaşıyor. Sözde tesettürlü. Yahu böyle tesettür olur mu? Bu gibi kadınları, kızları uyarmak, ikaz etmek, bilgilendirmek gerekir. Uyanırlar, hallerini düzeltirlerse ne âla. Düzeltmezlerse, ne halleri varsa görsünler....
İş o hadde vardı ki, başı örtülü göbeği açıklar bile görüldü. Geçenlerde, Hürriyet gazetesi "göbeği açık türbanlı kızlar"ın bir şarkıcıya, dans ederek eşlik ederken çekilmiş fotoğraflarını yayınladı.

Eskiden olsa bu fotoğrafın düzmece olduğunu düşünür, malum zihniyetin türbanlı kızlara çamur atmak için yaptığı bir işgüzarlık olarak değerlendirirdik.
Ama şimdi biliyoruz ki, fotoğraflar bir gerçeği yansıtıyor. Hem başlar örtülü, hem göbekler açık! Hem de cümle âlemin ortasında neredeyse oryantallere taş çıkartır gibi dans etmeler!

Peki bu noktaya nasıl geldik? Nasıl ki çarpık kentleşme diye bir kavram var, bu da çarpık bir gelişme, çarpık bir değişim! Yarım yamalak öğrendikleri bir takım bilgiler ile bu kızlar başlarını örtmelerinin gerektiğini biliyorlar. Ama başlarını örterken göbeklerini hiç açmamaları gerektiğinin farkında bile değiller.

Sulandırılmış bir eğitim ile ancak bu kadar oluyor demek ki! "Göbeği açık türbanlı kızlar'ın fotoğrafını gazetelerde gördüğümüz zaman rahmetli Prof. Ali Genceli'yi hatırladık. Enteresan bir adamdı.


Kaç dil biliyordu bilmiyoruz ama Arapça'dan da, Urduca'dan da çok hızlı tercümeler yaptığını biliyoruz. Bir taraftan eserin orijinalini okur, bir yandan da Türkçesini kağıda dökerdi. Genceli hoca bizim tanıdığımızda bekârdı. Akranları kendisini evlendirmeye çalışırlardı. Ve nasıl bir hanım istediğini sorarlardı. Genceli Hoca da onlara: "VALLAHİ üstadım bulacağınız hanımın başı açık da olabilir kapalı da ama poposu mutlaka kapalı olmalı" diye takılırdı. O zamanlar gülüp geçtiğimiz şey, bugün gerçek oldu.
Hanımlar başlarını örtüyorlar ama nerelerini açtıklarının farkında bile değiller. Çarpık gelişmenin daha doğrusu çarpık değişimin tabii sonucu bu olsa gerek! Doğrudan bir kez sapmaya görün!

Doğru ile aranızın giderek açıldığı aradan ancak aylar sonra yıllar sonra ortaya çıkar. Doğrudan bir kez ayrıldınız mı şeytan size yaptığınız her şeyi güzel göstermeye başlar. Açılan göbeğiniz bile size güzel gözükür". Cenab-ı Hak şöyle buyurur:


"Şeytan onların yaptıklarını kendilerine süslemiş, güzel göstermiş"[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]Başınızın örtülü olmasını kafi sanır, öteki yerlerinizin açılmasında beis görmez olursunuz.


Geçtiğimiz günlerde İznik yolunda birkaç küçük beldeden geçiyoruz. Çok şükür gördük ki: Şalvarlı kadınlar, geleneksel, çarşafa benzer kıyafetleriyle dolaşıyor. Bunca çirkinlik, çıplaklık, göbeği açıklık içinde bu millî kıyafetleri görmek ruhuma huzur veriyor. "Be adam hangi devirdeyiz? Sen hâlâ çarşafı, tesettürü, geleneksel kıyafeti estetik buluyorsun!.."Aman darılmayın... Yakup Kadri'nin 1920'lerde kaleme almış olduğu "Çarşafa ve Peçeye Dair" başlıklı güzel yazısını okursanız bana hak verirsiniz. Hem geniş olun biraz, toleranslı olun. Bir Japon'un kimonuyu övmesi ne kadar tabiî ise, Müslüman bir Türkiyelinin çarşafı, feraceyi, yaşmağı, tesettürü övmesi de o kadar tabiîdir. Herhalde benden bikini mayo, göbeği açık dekolte kıyafet övgüsü beklemezsiniz.


Kadını hürleştirmek ve yükseltmek bahanesiyle, milletimize yapılan büyük zulümlerden birisi de, kadınların ve kızların öncelikle seks ve şehvet aracı olarak görülmesidir. Bizim dinimiz, bizim millî törelerimiz kadını anne, nine, teyze, bacı, kız evlât, eş olarak görür. Kadınların, hayvani içgüdüleri gıcıklayan şekilde reklamlarda, sahnelerde, ekranlarda, podyumlarda kendilerini teşhir etmelerinin medeniyetle, özgürlükle hiçbir alâkası yoktur. Böyle uygarlık ve özgürlükler bir aldatmacadan, şeytanî kuruntulardan ibarettir.

Kadınlara, üzerinde resmî antet bulunan "vesikalarla" fahişelik yapmak iznini ve hakkını vermek, asla kadın özgürlüğü değil, aslında en iğrenç bir kölelikten başka bir şey değildir.

Bir İslam şehrinin gerçekten bir İslam şehri olduğunu gösteren kıstaslar vardır. Bunlardan biri Cuma ezanı okunduğu vakit ticaretin durması ve erkeklerin Cuma namazı kılmak üzere camilerde toplanmasıdır. Bir başkası da kadınların tesettürlü olmasıdır.

Cuma ezanı okunuyor... Caddeler, meydanlar", sokaklar insan dolu. Otobüsler, trenler, vapurlar, metrolar, otomobiller, taksiler, içleri insan dolu olduğu halde vızır vızır işliyor. Çarşılar, pazarlar, insan dolu... Dükkânlar, kahvehaneler, lokantalar, pastaneler, hanlar, pasajlar insan dolu... Bu şehir nasıl bir İslam şehridir.

Şu husus unutulmasın ki, tesettür konusunda çalışmak bir "Emr-i bil-mâruf ve nehy-i anil-münker" vazifesidir, farzdır. Bu farz büsbütün terk edilirse azab gelir, felaket gelir. Huzeyfe b. Yeman (R.A.) den rivayete göre Resülullah (S.A.V.) Efendimiz:


"Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan ALLAH'a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz, ya da ALLAH kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azab gönderir. Sonra ALLAH'a yalvarıp dua edersiniz ama, duanız kabul edilmez" buyurarak, emr-i bil mârufu ve nehy-i anil münkeri terk eden bir toplum üzerine azab ineceğini açıkça haber vermiş, bizi uyarmıştır. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'in her devirde gerçek ve icazetli vârisleri, vekilleri, halifeleri bulunmaktadır. Bunlarla birlikte. bunlara tabi olmalıyız. Böyle yaparsak inşALLAH, yanlış yola düşmeyiz.
Alıntı ile Cevapla
Alt 15 Mayıs 2008, 19:17   Mesaj No:55
Medineweb Emekdarı
Belgin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Belgin isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 7
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:1
Cinsiyet:
Yaş:43
Mesaj: 1.277
Konular: 640
Beğenildi:16
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart İkindi vakti ile akşam ezanı arası uyumak sağlık açısından ve dinen sakıncalı mıdır?

Bu saatlerde uyumak uygun değildir. Bu vakitlerde uyanık olmak, güzel şeylerle meşgul olmak sünnettir ve sevabı vardır. Ancak kerahet vakitlerinde uyuyan kimse bu sevaptan ve bereketten mahrum kalsa bile günah işlemiş olmaz.

Gece dışında Feylule, Gaylule ve Kaylule olmak üzere üç çeşit uyku vardır:

Gaylule uykusu fecirden itibaren güneş tamamen doğuncaya kadar geçen sürede uyumaktır. Bu zamanda uyumak sünnete uygun düşmez. Çünkü birçok iş kolunda sabahın erken saatlerinde işe başlamak rızkın bolluğuna ve berekete sebeptir. İnsanın işe motive olacağı en aktif zaman dilimi fecirden sonraki zaman dilimidir. Bu dilim, uykuyla geçmemelidir. Çünkü o saatte uyumak işe geç başlamak demek olacaktır ki, bu da iş kaybı, emek kaybı, zaman kaybı, kazanç kaybı, performans kaybı gibi kazancı bereketlendiren birçok ana unsurun devre dışı kalması mânâsına gelecektir. Bereketsizliğin sebebi budur. Fakat öte yandan kerahet vaktinde eğer iş ve yoğunluk uyumayı gerektiriyorsa pekâlâ uyunabilir. Meselâ gece mesaisi yapmış birisi sabah namazını kıldıktan sonra kerahet vaktinin geçmesini beklemeden uyuyabilir. Ve bu sünnete aykırı düşmez. Çünkü adam günlük mesaisini yapmış, sabah namazını da kılmış, kerahet vaktinin geçmesini beklemeye artık dinî bir sebep yoktur. Burada kerahet vakti sadece bir zaman ismi olarak zikredilmiştir. Yoksa mutlak derecede uyku yasağı getiren bir zaman parçası olarak gelmemiştir.

Feylule uykusunda da aynı durum söz konusudur. İkindi namazından sonra güneş tamamen batıncaya kadar geçen zaman dilimi keza birçok iş kolu için en verimli zaman dilimidir. Bu saatte uyumak rızkı da, ömrü de noksanlaştırır. Çünkü insanın günün verimini muhasebe edeceği, ölçüp tartacağı, yarınki gün için yeni plânlar yapacağı, hayat için yeni moral ve motivasyon bulacağı bu zaman diliminde uyumak insanı bütün bu neticelerden genellikle mahrum bırakır. Buradaki uyku sakındırmasının da kerahet vaktine denk gelmesi ile ilgisi yoktur. Zaman dilimi bakımından sakıncalı görülmüştür. Fakat şüphesiz bunun da istisnası vardır: Meselâ, gündüz boyu aralıksız yoğun bir çalışma gösterip akşamdan sonra gecenin bir vaktine kadar yeniden yoğun bir çalışmaya girecek birisi için, eğer bu vakitte biraz boşluk söz konusu olursa, bu kişinin bu vakitte bir miktar kestirmesinde dinen bir sakınca olmaz.

Görüldüğü gibi Gaylule ve Feylule uykuları kerahetle ilgili olarak değil, fakat çoğunluk için zaman dilimi olarak sakıncalı bulunmuştur. Kaylule uykusu olan kuşluk vaktinden öğle sonrası vakte kadar güneşin en hararetli olduğu zaman dilimi içinde yarım saat kadar uyumak ise sünnette tavsiye edilmiştir. Bu tavsiyeyi öğle öncesi giren kerahet vakti delemez. Yani kerahet vakti geldi diye sünnet olan öğle uykusunun yapılamaması söz konusu değildir. Çünkü esasen kerahet vakitlerinde sadece namaz kılma yasağı vardır. Bunun da gerekçesi hadiste açıklanmıştır. Hadisçe bunun gerekçesi, o vaktin, kâfirlerin güneşe secde ettikleri vakit oluşudur. (Müslim, Salatül Misafirin, 294)

O halde kerahet vakitlerinden olan sabah gün doğarken ve akşam gün batarken uyumanın mekruh görülmesinin, bu vakitlerin kerahet vakti olması ile ilgisi yoktur. Bunun gerekçesi, sadece insan fıtratının bu vakitlerde daha performanslı oluşu ve bu performansı negatif olarak uykuda öldürmeyip pozitif mânâda değerlendirme gereğidir. Bu durumda Kaylule uykusu olan öğle uykusu, öğle öncesi kerahet vaktinde yapılabilmektedir.

Kaylule uykusunun tavsiye edildiği saat ise kaba kuşluktan ikindi öncesi zamana kadar geçen saattir. Bu saat kişiye ve iş yoğunluğuna göre ve kişiye özel olarak değişebilmektedir. Belirli bir saat verip itaat ehlini saatle sınırlandırmak doğru değildir.

"Uyku üç nevidir (çeşittir):

"BİRİNCİSİ: Gaylûledir ki, fecirden sonra, tâ vakt-i kerahet bitinceye kadardır. (Yâni güneşin doğuşundan, yaklaşık 45 dakika geçinceye kadarki zamandır). Bu uyku, rızkın noksaniyetine ve bereketsizliğine hadisçe sebebiyet verdiği için, hilaf-ı sünnettir. [Sünnete aykırıdır.> Çünkü rızık için sa'y etmenin [çalışmanın> mukaddematını ihzar etmenin [başlangıcını, hazırlığını yapmanını en münasip zamanı, serinlik vaktidir. Bu vakit geçtikten sonra bir rehavet arız olur. O günkü sa'ye ve dolayısıyla da rızka zarar verdiği gibi, bereketsizliğe de sebebiyet verdiği, çok tecrübelerle sabit olmuştur.

"İKİNCİSİ: Feylûledir ki, ikindi namazından sonra, mağribe (akşama) kadardır. Bu uyku ömrün noksaniyetine, yâni, uykudan gelen sersemlik cihetiyle, o günkü ömrü nevmâlûd, yarı uyku, kısacık bir şekil aldığından, maddi bir noksaniyet gösterdiği gibi, manevî cihetiyle de, o gün hayatinin maddî ve manevî neticesi ekseriya ikindiden sonra tezahür ettiğinden, o vakti uyku ile geçirmek, o neticeyi görmemek hükmüne geçtiğinden, güya o günü yaşamamış gibi oluyor.

"ÜÇÜNCÜSÜ: Kaylûledir ki, bu uyku Sünnet-i Seniyyedir. Duhâ vaktinden, öğleden biraz sonraya kadardır. Bu uyku, gece kıyamına sebebiyet verdiği için sünnet olmakla beraber, Ceziretü'l Arabda, vaktü'z-zuhr denilen şiddet-i hararet zamanında bir tatil-i eşgal, âdet-i kavmiye ve muhitiye olduğundan, o Sünnet-i Seniyyeyi daha ziyade kuvvetlendirmiştir. Bu uyku hem ömrü, hem rızkı tezyide medardır. Çünkü yarım saat kaylüle, iki saat gece uykusuna muâdil gelir. Demek, ömrüne her gün bir buçuk saat ilâve ediyor. Rızık için çalışmak müddetine, yine bir buçuk saat ölümün kardeşi olan uykunun elinden kurtarıp yaşatıyor ve çalışmak zamanına ilâve ediyor." (Lem'alar, 269)

Demek ki; güneşin doğuşundan, yaklaşık 45 dakika geçinceye kadar geçen zamanda uyumak iyi değildir. Aslolan erken yatıp erken kalkmaktır. Sabah namazını kıldıktan sonra uyumamak, Kur'ân, hadis tefsir, ilmihal okuduktan sonra işbaşı yapmak lazımdır.

Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Sabahın erken saatlerinde bereket ve başarı vardır."

Son zamanlarda gittikçe artan bereketsizliğin ve başarısızlığın hikmeti bu hadis-i şerifin ışığında aranıp bulunmalıdır. Maalesef televizyon, "erken uyumanın düşmanı" olarak insanın karşısına dikilmiştir. Bu şedit düşmanı alt edip, mümkün mertebe erken yatıp, teheccüd namazına kalkmak, daha sonra güneş doğmadan önce sabah namazına dinç olarak uyanmak ve ondan sonra yatmayıp çalışmaya başlamak lazımdır. Zinde, dinç, çalışkan oluşlarına hepimizin şahit olduğu dedelerimiz ve ninelerimiz böyle yaparlardı. Bu güzel âdet yok olunca, sağlık ta, bereket de, huzur da yok oldu.

İkindi ile akşam arasında yatmamak lazımdır. Herkes bu vakitte yatmanın zararını bizzat tecrübe ederek görmüştür. O vakit yatıp da kalkan kimse sersem gibi olur, bir türlü kendisini toparlayamaz.

Öğle namazını kıldıktan sonra bir müddet yatmak ise çok faydalıdır.


Sorularla İslamiyet Editör
__________________
Her insan hata eder. Hata işleyenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir.
Tirmizî, Kıyâme, 49; İbn Mâce, Zühd, 30.

Alıntı ile Cevapla
Alt 16 Mayıs 2008, 16:20   Mesaj No:56
Medineweb Emekdarı
Belgin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Belgin isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 7
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:1
Cinsiyet:
Yaş:43
Mesaj: 1.277
Konular: 640
Beğenildi:16
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Sadece söz ile dua yapmak olur mu? Başka dua çeşitleri var mıdır?

Duanın Çeşitleri

Fiilî Dua(fiilen yapılan dua) : Fiilî duâ, işin gerçekleşmesi için bir arada bulunması gereken sebepleri yerine getirmektir. Mesela sizin yarın bir imtihanınız var. Bu imtihanın fiilî duası çalışmaktır. Cenab-ı Hakk’ın kâinattaki isim ve sıfatlarının tecellileri; sebeplerin tabi olduğu kanunlar da o isim ve sıfatların ünvanlarıdırlar. Sebepleri yerine getirme Cenab-ı Hakk’ın isim ve sıfatlarına müracaat etme anlamı taşıdığı için makbuldür.

Nitekim çift sürmenin rahmet hazinelerinin kapısını çalmak anlamına gelmektedir. “Çift sürmek fiilî bir duâdır. Rızkı topraktan değil; belki toprak, hazine-i rahmetin bir kapısıdır ki, rahmetin kapısı olan toprağı sabanla çalar” (24. Mektup, 1. Zeyl)





2- Kavli Dua (söz ile yapılan) : Sözlü duâ, dille yapılabileceği gibi kalple yönelme ve niyetle de gerçekleşir.

Çalışmayı yaptıktan sonra ellerinizi kaldırır “Yâ rabbi bana hayırlısını nasip et” demeniz sözlü bir duadır. Safi ve halis bir şekilde ve neticeye kanaat ederek dua etmek gerekir. Çünkü, bazen istediğimiz bir şeyin hakkımızda hayırlı olmayacağını Allah bilir fakat biz bilemeyiz.

Sonsuz rahmet sahibi Allah’ımızda bunun hayırlı olmayacağını bildiğinden dolayı, farklı bir şekilde kabul eder. Kalbî ve lisanî duâların, istenilen matluba göre değişen bir çok çeşidi vardır : Tevbe ve istiğfar : Günahların bağışlanması için Cenab-ı Hakk’tan af talebidir. Korunma/istiaze : Kötülerden ve kötülüklerden O’na sığınma talebidir. Münâcât : Sıkıntı ve kederden kurtulmak için O’ndan necat/kurtuluş talebidir. Ezkâr : O’nun isim ve sıfatlarını anarak, duânın esası olan huzurda olma ve murakabe duygusunun insanın gönlüne yerleştirilmesidir.

Nihayet gizli-açık, küçük-büyük her hacetimizi O’ndan c.c isteme,duânın değişik şekilleri ve dereceleridirler.

3- Hâli Dua(hâl dilimiz ile yapılan dua) : Hâl dili, çoğu zaman insanın iç dünyasını yansıtan bir ayna; çaresizliğin davranışlara yansımasıdır


Mesela hasta insanların hastalık esnasındaki çaresizlikleri hal diliyle yapılmış bir duâdır. Bediüzzaman Hazretleri, Hastalar Risalesi’nin 12. devasında; “Hem hastalık, insandaki aczini, zaafını ihsas eder. O aczin lisanıyla ve zaafın diliyle, hâlen ve kâlen bir duâ ettirir” der ve hastanın hal diliyle yaptığı duânın samimi olduğu için makbul olacağını söyler.

Kâinatta her varlık Cenab-ı Hakk’ı tesbih ettikleri gibi, kendi mahiyetlerine uygun bir şekilde O’na duâ ederler.

Zira her şey varoluşunu ve varlıklarının devamını, Hay ve Kayyum olan Allah Teâlâ’ya borçludur.

Eşyanın varlığını devam ettirebilmek için ihtiyaç duyduğu şeyleri onlara veren ise kuşkusuz Hak Teâlâ’dır. Varlıklar, ihtiyaç duydukları şeyleri O Zat-ı Kerim’e ya istidat lisanıyla ya ihtiyaç lisanıyla ya hal ve fiilleriyle ya da sözleriyle bildirirler. Eşya ile Yaratıcı Zat arasındaki alakanın duâ eksenli bu açıklaması bir anda her şeyi anlamlı kılmakta, âdeta hadis-i şerifte bildirildiği gibi duâ, bütün kâinatı aynı anda nurlandırmaktadır.

DUA

“Yâ Rabbî ve yâ Rabbe’s-Semâvâti ve’l-Aradîn, yâ Halıkî ve yâ Halık-ı Külli Şey, Gökleri yıldızlarıyla, zemini müştemilâtıyla ve bütün mahlûkatı bütün keyfiyatıyla teshir eden kudretinin ve irâdetinin ve hikmetinin ve hâkimiyetinin ve rahmetinin hakkı için, nefsimi bana musahhar eyle ve matlubumu bana musahhar kıl. Kur’ân’a ve imana hizmet için, insanların kalblerini iman hakikatlerine musahhar yap. Ve bana ve ihvanıma iman-ı kâmil ve hüsn-ü hâtime ver.


Hazret-i Mûsa Aleyhisselâma denizi ve Hazret-i İbrahim Aleyhisselâma ateşi ve Hazret-i Dâvud Aleyhisselâma dağı, demiri ve Hazret-i Süleyman Aleyhisselâma cinni ve insi ve Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma şems ve kameri teshir ettiğin gibi, iman hakikatlerine kalbleri ve akılları musahhar kıl.

Ve beni ve tüm iman, Kur’ân hizmetindeki kardeşlerimizi nefis ve şeytanın şerrinden ve kabir azabından ve cehennem ateşinden muhafaza eyle ve Cennetü’l-Firdevste mes’ut kıl.


Âmin, âmin, âmin…”.

kaynaklar : Burhan Kutluboğa, Yeni Ümit Dergisi
Risale-i Nur Külliyatı, Bediüzzaman Said Nursî [/SIZE]
Sorularlaislamiyet.com
__________________
Her insan hata eder. Hata işleyenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir.
Tirmizî, Kıyâme, 49; İbn Mâce, Zühd, 30.

Alıntı ile Cevapla
Alt 19 Ağustos 2008, 18:49   Mesaj No:57
Medineweb Emekdarı
Belgin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Belgin isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 7
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:1
Cinsiyet:
Yaş:43
Mesaj: 1.277
Konular: 640
Beğenildi:16
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Ledun - Gaybı Geleceği Bilme İlimi Nedir Nasıl Öğrenilir

elbette.. ama bu devirde bu tür kandırmacalar çok ki... Allahtan korkmadan cahil insanları kandırabiliyorlar.. bunlarıda görmekteyiz..

Rabbim dini kullanarak insanları kandıran kişilere fırsat vermesin...
__________________
Her insan hata eder. Hata işleyenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir.
Tirmizî, Kıyâme, 49; İbn Mâce, Zühd, 30.

Alıntı ile Cevapla
Alt 04 Eylül 2008, 10:17   Mesaj No:58
Medineweb Paylaşımcı Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:MescidiAksa isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2830
Üyelik T.: 29 Temmuz 2008
Arkadaşları:3
Cinsiyet:
Memleket:MEVLANA DİYARINDAN...
Yaş:37
Mesaj: 391
Konular: 55
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Hakkı Helal Etmemek Günah mı

hocam yani şöyle şu anda insanlar öyle olmuşki ufak bi hata yapsalar hemen hakkını helal et diyolar tamam ama bu kadarda olmazki her an her an mazallah hiç umulmadık şeyler olur
__________________
her şeyin bir zamanı vardır sadece sabret....
Alıntı ile Cevapla
Alt 04 Eylül 2008, 11:06   Mesaj No:59

NUR

Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:NUR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 127
Üyelik T.: 10 Eylül 2007
Arkadaşları:4
Cinsiyet:
Memleket:ankara
Yaş:31
Mesaj: 1.805
Konular: 527
Beğenildi:30
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Hakkı Helal Etmemek Günah mı

bence kişinin hakkını helal edip etmemesi kendine kalmış bir şeydir. bunun sevabı veya günahı olamaz. yazıda da bildirildiği üzere, bu kul hakkıdır.diler affeder; diler ahirete bırakır.bu kişinin kendisine kalmış bir şeydir...

lakin, affetmek büyüklüktür.her güzel sıfatın onda bulunduğu yüce rabbimiz, AFÜVV (affedicilerin en effedicisi, en çok bağışlayan) ken, bizlere ne oluyor da hakkımızı helal etmiyoruz..haksızlığa uğramış olabiliriz , canımız da yanmış olabilir, yalnız bir kişiyi affetmenin vereceği o vicdan rahatlığı bunlardan kat kat yücedir.

varın, biz yine de affedelim...haklarımzıı helal edelim.
__________________
EN GÜZEL AŞK: ALLAH!
Alıntı ile Cevapla
Alt 04 Eylül 2008, 13:27   Mesaj No:60
Medineweb Sadık Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:TÜRKcan isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 2609
Üyelik T.: 12 Temmuz 2008
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:36
Mesaj: 550
Konular: 114
Beğenildi:8
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Hakkı Helal Etmemek Günah mı

Necip Fazıl Hocamın bir sözü var Sen de kim oluyrsun? sabreden Allah!
biz ne hatalar ettik ne günahlar işledik O(c.c.) affeder tevbe edersek...
birisi affet hakkını helal et dediğinde niye etmeyelim ki...
Bunun karşılığnı yine Rabb'im verecektir kulum sen sabrettin en iyisini yaptın diye..
kul hakkından gelecek sevptansa Allah'ın mağfireti daha iyi değil midir?
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 13 Kişi okuyor. (0 Üye ve 13 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
" Tuz hakkında bilinmesi gereken her şey " Medineweb su damlası Tıbbı Nebevi ve Alternatif Tıp 3 02 Ekim 2021 22:14
2017 KPSS LİSANS "HATIRLANAN SORULAR" mehmet akif2 KPSS-Çıkmış Sorular-Cevaplar 20 23 Mayıs 2017 13:07
2017 KPSS LİSANS EĞİTİM BİLİMLERİ "HATIRLANAN SORULAR" mehmet akif2 KPSS-Çıkmış Sorular-Cevaplar 12 22 Mayıs 2017 12:49
""Müşrikleri Tekfir Etmemek/Onların Kafir Olduklarından Şüphe Etmek"" kamer34 Tevhid Ve Şirk Konuları 9 13 Mart 2014 23:27
Gelenek Dini;"İslam'a Suikasttır." /Muhsin Arslan Muhsin Arslan Muhsin Arslan 12 28 Mart 2013 20:12

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.