Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   Soru Cevap Arşivi (https://www.forum.medineweb.net/650-soru-cevap-arsivi)
-   -   Bir Amerikalının Müslümanlık Hakkındaki 23 Sualine CEVAPLAR (https://www.forum.medineweb.net/soru-cevap-arsivi/5222-bir-amerikalinin-muslumanlik-hakkindaki-23-sualine-cevaplar.html)

Yitiksevda 10 Ağustos 2008 16:33

Bir Amerikalının Müslümanlık Hakkındaki 23 Sualine CEVAPLAR
 
Amerika'nın Utah eyaletinin Salt Lake City şehrinde avukat Rulon S. Howelles'in islam Dini ve Hıristiyanlığın esasını teşkil eden meseleler üzerinde Müslümanların diişüncelerini öğrenmek ve bir kitap hazırlamak maksadı ile islam memleketlerine tevcih ettiği suallere, Maarif Vekaletinin 22 Kasım 1955 gün ve 022/14536 sayılı yazısı üzerine Diyanet işleri Reisliği Müşavere ve Dini Eserler İnceleme Heyetince hazırlanan cevaplar.

1. ALLAH. (Üstün varlık. Mütevassıt bir müslüman alimin bundan ne anladığını açıklayın. Aynı zamanda henüz gençlik çağında bulunan bir kimsenin ne anladığını izah edin?)

CEVAP:1

Müslümanların alimi de, cahili de, genci de, ihtiyarı da Rabü'l-âlemîn olan Allahu Teala'ya şöyle inanır :

Allahu Teâlâ Var'dır;

Birdir;

Varlığının evveli yoktur;

Varlığmın ahiri yoktur;

Ne kendisi yaratılmışlardan birisine benzer, ne de yaratılmışlar kendisine benzer;

Varlığı, başka bir varlığa dayanmaz, kendi zatı ile vardır. Varlığı zâtının iktizâsıdır. Doğmaktan, doğurulmaktan, doğurmaktan baba veya oğul olmaktan, zaman ve mekanda bulunmaktan münezzeh ve müteâlî olarak mevcuttur.

Hiç bir vâsıtaya muhtaç olmaksızın, Her şeyi bilir;

Her şeyi işitir;

Her şeyi görür.

Mutlak hayat sâhibi'dir; mutlak kudret sahibidir; mutlak irade sâhibidir.

Diler, dilediğim yapar.

Kelam sıfatı ile de muttasıfdır; sese ve harfe muhtaç olmaksızın söyler; peygamberleri vasıtası ile insanlara kitaplar gönderir ve göndermiştir.

Bu sıfatların zıtları, Allâhu Teâlâ hakkında düşünülmez ve düşünülemez.

Allahu Teâlâ, kainatın şeriksiz ve nazirsiz yaratıcısıdır; yaratan, yarattıklarını yaşatan, öldüren, sonra yeniden diriltecek olan, iyi kulları için ni'metler, kötüler için de azab hazırlayan O'dur.

Biz Cenab-ı Hakk'ın âsârından kudret ve azametini, yüksek sıfatlarını düşünür, zat ve mahiyetinden bahsetmeyiz.

İşte, istisnâsız, her Müslüman'ın Allahu Teâlâ hakkındaki inancı böyledir. Şu kadar ki, Müslüman'ların ilim sahibi olanları, Allah'a îman mevzuunda kanaatlerini aklî ve naklî delillerle ispat edebilecek durumdadırlar.

* * *

Yitiksevda 10 Ağustos 2008 16:35

Ekanım -ı Selase
 
2. EKÂNÎM-İ SELÂSE. (Buna Hıristiyanların umumiyetle inandığı şekilde inanıyor musunuz?)

C E VA P : 2

Hıristiyanlar, umumiyetle Teslis'e yani Allah'ın hem üç, hem bir olduguna inanırlar.

Ekânîm-i Selâse dedikleri bu üçüzlü ilah telakkîsinde ihtilaf etmişlerdir. Bir kısmı: Allah bir cevherdir ki, kendinin üç uknûmu (üç aslı) vardır. Biri Baba, biri Oğul, diğeri de Rûhû'l'Kudüs'tür, derler.

Diğer kısmı ise; Uknûm'un biri Allah, biri Meryem, birisi de Îsa olduğunu söyleyip, Îsa aleyhisselâm'ın Allah'ın oğlu olduğunu kabul ettikten sonra kendisinde nâsûtî ve lâhûtî iki tabiat bulunduğunu ve bu iki tabiatın da bir'e inkılâb ederek, Hazret-i Îsa'nın, nâsûtiyyeti ile muhdes ve mahluk bir insan olduğuna, lâhûtiyyeti ile de Hâlik ve gayr-ı mahlûk, ilah olduğuna inanırlar.

İşte Hıristiyanların Ekânîm-i Selâse dedikleri bunlardır.

Biz. Müslümanlar ise böyle bir akideyi asla kabul etmeyiz.

Bizim îman ve i'tikad ettiğimiz Allah, birinci suâlin cevabında da bildirildiği üzere asla teaddüt, tecezzi ve inkısam kabul etmez.

Hıristiyanlıktaki Ekânîm-i Selâse akîdesini kabul etmeyişimizin sebebini kısaca izah edelim :

Bilinmelidir ki, Müslümanlık, akla büyük bir mevki vermiştir. Bunun için, Müslümanlığın bütün îman esasları ma'kuldür, yani akla uygundur ve onlarda akıl ve mantığın kabul etmeyeceği hiç bir esrarlı noktaya rastlanmaz.

Ekânîm-i Selâse akîdesindeki Allah'ın hem üç, hem bir olması ciheti ise aklen açık bir tenakuz teşkil eder.

Üç uknûmdan birisi sayılan Hazret-i Îsa'nın sonradan dünyaya geldiği kabul edildiğine göre, kendisi doğmazdan evvel, mevcut kainatın Allah'tan hâlî bulunması îcab eder. Çünkü Hazret-i isa'nın, Allah'ı teşkil ettiği sanılan üç uknûmdan birisi olduğuna ve Hazret-i Îsa orada bulunmadıkça ulühiyyet câmiası da bulunmayacağına göre Hazret-i Îsa doğmadan Allah'ın da bulunmaması iktiza eder,

Üç uknumdan mürekkep lûhiyyet câmiasınm vücûdu bundan cüz' olan Hazret-i Îsa'nın bulunmasına muhtaç olması lazım geleceğine göre böyle bir ihtiyaç aczi ve müstelzimdir. Allahu Teâlâ'nın ise Kaadir-i Mutlak olduğu müsellem bulunduğundan böyle bir acz ve ihtiyaç bilbedâhe bâtıldır.

Bunun içindir ki, kilise mensublarından bazıları bu Ekânîm-i Selâse'yi bir Allah'da olan Vücud, Hayat ve ilim sıfatlannın remzi olmak gibi te'vil yolu na kaçmış olmalarına rağmen bir çokları bunu da reddetmişlerdir.

* * *

Yitiksevda 10 Ağustos 2008 16:40

Hazret-i İsa
 
3. HAZRET-İ ÎSÂ. (Ulûhiyyetini kabul ediyor musunuz? Dîninizdeki yeri nedir?)

C E V A P : 3

İkinci suâlin cevâbında da açıklandığı üzere Hıristiyanların i'tikadına göre: Hazret-i isa, (hâşâ) Allah'ın oğludur ve üç uknûmdan biridir. Beşer cesedi giyinerek Hazret-i Meryem'den doğmuştur.

Kendisinin yeryüzünde çok ibadet ettiği, bilahare Yahudiler elinde asılarak öldürüldüğü, öldürülmek istenildiği zaman kaçıp gizlenecek bir yer aradığı, gizlendiği yerde tutularak asılırken şiddetli teessürler gösterdiği: «ilâhî, İlâhî, beni niçin terk ettin?» diye Cenab-ı Hakk'a halinden şikayet ettiği, öldürüldükten sonra da cehenneme inip Hazret-i

Adem ile zürriyetinden olan bütün peygamberleri oradan çıkardığı, üç gün sonra ölülerin arasından kalkarak göklere çıktığı ve Kaadir-i Mutlak olan Baba'nın sağ tarafında oturduğu iddia edilmektedir.

Biz Müslümanlar bu iddiaların ve akîdelerin hiç birisine inanmayız. Çünkü Hazret-i Îsa, Hıristiyanların da i'tiraf ettikleri vechile, bir zaman yok iken, sonradan Hazret-i Meryem'den doğmuş, süt emmiş, yiyip içmiş, insanlar arasında çocukluk ve gençlik çağını geçirmiş bir beşerdir. Demek ki hadistir, mümkündür, mütegayyir'dir.

O halde, hadis olan bir varlık için Kadîmlik,

mümkün olan bir varlık için Vâciblik, mütegayyir olan bir varlık için de Dâimlik tasavvur edilemez.

Eğer, iddia edildiği gibi, Hazret-i Îsa'da İlahlık olsa idi —Hıristiyanların dediklerine göre— kavimlerin en zaîfi ve âcizi olan Yahudilerin elinde aciz kalıp kurtulmak için bir sığınacak yer aramak lüzûmunu duyar mı idi?

Sonra, çok ibadet ettiği söylenilen Hazret-i Îsâ'nın, şayet kendisinde bir İlahlık vasfı bulunsaydı, bu, Tanrı'nın, kendi kendisine ibâdet etmesi gibi abes bir hareketi, Tanrı'ya isnâda kalkışmak demek olmaz mı idi?

Hazret-i Îsâ'nın ülûhiyyeti iddia ve öldürüldüğü de kabul edildiğine göre, o halde ölümünden sonra kainatın devam ve bekaası Tanrısız nasıl mümkün olabilmiştir?

Hazret-i Îsâ'nın Allah'ın oğlu Sıfatı ile Baba'nın (Allah'ın) sağ tarafında oturduğu iddia olunduğuna göre, bu da kendisinin Allah'tan ayrı bir varlık olduğunu kabul ve aynı zamanda Allah'a da bir mekan ve cihet isnad etmek demek değil midir?...

Eğer Hazret-i İsa'ya Tanrı'lık atfı incil'lerde görülen Peder ta'birinden ileri geliyorsa, bu ta'bir hakîkî ma'nada olmayıp, mâlik ve hâfız ma'nasındadır. Bunu hakîkî ma'naya almak yanlış yola sapmak demektir.

incil'lerde Cenab-ı Hakk'ın yalnız Hazret-i Îsâ'nın değil, insanların da pederi olduğu yazılmakta ve nitekim Matta İncili'nde şöyle denilmektedir : -

«Ne mübarektir sulh ediciler, zira onlara evladu'llah tesmiye olunacaktır.» (Beşinci Bab, 9 uncu fıkra

«Tâ ki, semâvatta olan Pederinizin evlâdı olasınız. Zira kendi güneşini fenalar ile iyilerin üzerine doğdurur. Hem salih ve fasık kimselerin iizerine yağmur yağdırır.» (Beşinci Bab, 45 inci fıkra.)

Eğer pederlik, oğulluk, Hazret-i Îsâ hakkında hakîkî ma'nada ise, insanlar hakkında da, hakîkî ma'nadadır. O halde, diğer insanlar dahi Allah'ın oğulları olmaları lazım gelir. Oğulluğun Hazret-i Îsâ'ya hasr olunmasında bir münâsebet görülemez,

Eğer Pederlik, sâir insanlar hakkında mecaz. ise, Hazret-i Îsâ hakkında da. mecâz olmak icabeder.

Hazret-i Îsâ'nın kendisinden önce gelen peygamberler gibi bir peygamberden başka bir insan olmadığı Matta İncil'indeki şu fıkralardan da açıkça anlaşılmaktadır :

«Ve Orşelim'e girdiğinde, bu kimdir? diyerek bütün şehir tahrik olundu. Halk dahi; bu Celil'de vâki' Nâsıret'den olan Îsâ peygamberdir, dediler.» (Matta 21 inci Bab, 10 ve 11 inci fıkralar).

«Ve onu Haça gerdikten sonra elbisesini kur'a atarak taksim ettiler. Tâ ki. Peygamberin; elbisemi aralarında taksim edip kaftanım üzerine kur'a attılar, diye buyurduğu kelam itmam oluna.» (27 nci Bab, 35 inci fıkra).

«Ve vâki' oldu ki. İsa bu temsilleri bitirdikten sonra oradan hareketle kendi vatanına geldikte, sinagoglannda onlara tâlim ederdi. Şöyle ki onlar hayran olup bu hikmet ve mu'cizeler Buna neredendir?»

«İmdi 0'na bunun cümlesi neredendir? diyerek O'nun hakkında sürçerler idi. Fakat Îsâ onlara;

'Bir peygamber kendi vatanından ve kendi hanesinden gayrı yerde i'tibarsız değildir, dedi. Ve orada onların îmansızlıkları sebebiyle çok mu'cizat icra etmedi.» (Matta 13 üncü Bab; 53, 54, 57 ve 58 inci fıkralar).

Biz Müslümanların Hazret-i Îsâ hakkındaki i'tikadımıza gelince:

Hazret-i Îsâ, ancak peygamberlik mertebesine haiz mümtaz bir beşerdir. Anadan, babasız ve hârikulâde olarak, Allah'ın «Kün!» emri ile doğmuş olması kendisinin ilâhlık vasfını haiz bulunmasını asla istilzam etmez. Bu belki Allahu Teala'nın bütün tabiat ve hilkat üzerinde hakim bulunan kudret ve iradesinin azametine delalet eder. Nitekim Hıristiyanlarca da kabul olunduğu veçhile, Hazret-i Adem, hem babasız, hem anasız yaratılmıştır.

Daha önceki peygamberler gibi, Hazret-i Îsâ' ya da Allah tarafından peygamberliğini te'yid için, hastaları ilaçsız iyi etmek ve hattâ Allah'ın izni ile, ölüleri diriltmek gibi mû'cizeler verilmiş ve kendisine ilahî emir ve nehiyleri bildiren ve tebdil ve tahrife uğramıyan hakîkî İncil ayetleri dahi vahy edilmiştir.

Hazret-i Îsâ, kendisinden önce gelen bütün peygamberleri ve ezcümle Hazret-i Mûsâ'yı ve O'na verilmiş olan Tevrat'ı tasdik ettiği gibi, kendisinden sonra gelecek olan. Âhir Zaman Peygamberi, Hazret-i Muhammed Aleyhisselam'ı da tebşir ve tasdik etmiştir.

Hazret-i Îsâ, kavmine: «Allâhu Teâlâ benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Yalnız O'na ibâdet edin; en doğru yol budur» demiş ve, helal ve haram olan şeyleri bildirmiştir. Kendisinin ilâhlık ile ve ilâhi oğul'luk ile hiç bir münâsebeti yoktur. Hazret-i Îsâ, kendisine ve validesine yapılan bu çeşit isnadlardan âhirette Cenab-ı Hakk'ın manevi huzûrunda şiddetle teberri edecek ve bunların ancak sonradan uydurulmuş kuru bir isnad ve iftirâdan ibâret bulunduğunu söyleyecektir.

İşte biz Müslümanların Hazret-i Îsâ hakkındaki nakle ve akle dayanan inancımız bundan ibarettir.

* * *


Yitiksevda 10 Ağustos 2008 16:45

Ruhul Kudüs
 
4. RÛHU'L-KUDÜS. (Ekânîm-i Selâse'ye inananlar için Rûhu'l-Kudüs «Üç» ten biridir, Sizin dininizde buna benzer bir şey var mıdır?)

C E V A P : 4

Üçüncü suâlin cevabında da yazıldığı üzere Hı*ristiyanlar Rûhu'l-Kudüs'ün Allah ile zat bakımından bir olduğunu onun Allah'tan (Baba'dan) çıkıp Îsâ'nın cesedine hulûl ile birleşmiş bulunduğunu iddia edegelmişlerdir. Müslümanlık inancına göre ise, Allahu Teâlâ ne zâtında, ne de sıfatlarında asla şerik kabul etmeyen tek ve müteâl bir Vâcibü'l-Vücüd olduğundan, herhangi bir varlığı O'na eş ve ortak saymağa imkan yoktur.

Müslümanlık Allah'a ibadet ederken, ibâdete karışacak riyâyı bile Tevhîd'e aykırı görmüş ve bunu gizli şirklerden saymıştır. Binaenaleyh Müslümanlıkta, Hıristiyanların i'tikad ettikleri gibi, bir Rûhu'l-Kudüs mevcut değildir.

Ancak, Allahu Teala'nın halk edip Hazret-i Âdem'den itibaren, peygamberler de dahil olmak üzere, bütün insanlara nefh eylediği beşerî ruhlardan başka peygamberlere ilâhî vahyi tebliğ eden ve Rûhul' - Kudüs denilen bir meleğin varlığına da inanırız.

Şu halde, ruhlar da ve Rûhul'-Kudüs de mahlukdurlar. Hiç bir şâibe ile lekelenmek ihtimali olmayan, her emniyete şâyan, mukaddes, tertemiz ruh demek olan Rûhu'l-Kudüs, Büyük meleklerden biridir. Ona Er-Rûhu'1-Emîn de denilir. Nasıl ki, kuvvet ve kudreti bakımından kendisine, C e b r â i l, günahtan ve beşerî vasıflardan âri bulunduğu için de Rûhu'l-Kudüs, denilmiştir.

Hazret-i Îsâ'nın rûhunu, Hazret-i Meryem'e nefha mc'mur olunan .Cebrail aleyhisselâm'dır.

Bu Rûhü'l-Kudüs'le te'yid olunan yalnız Hazret-i îsâ değildir. Resûl'i Ekrem Muhammed Mustafa Sallallâhü aleyhi ve sellem .Efendimi'e de Kur'ân-ı Kerîm'i Rabbü'l-Âlemîn'in emri ile bu Rûhu'l-Kudüs indirmiştir.

Binâenaleyh şâir mahlûklar gibi bir mahlûk olan R û h u ' l - K u d ü s ' ü Allah'ın zâtından bir parça saymayı, nasıl imkân dâiresinden uzak görürsek onu bir beşer olan Haz r e t - i Îsâ'nın varlığına bürünmüş saymayı da o derece yersiz ve mânâsız buluruz.

İşte biz Müslümanların Rûhu'l-Kudüs hakkındaki inancımız bundan ibarettir,



Yitiksevda 10 Ağustos 2008 16:47

Sühünat
 
5. SÜNÛHAT. (Tanrı veya semâvat ile dünyâdaki insanlar arasında şimdi veya her hangi bir zamanda yapılan irtibat. Eski zamanlarda olduğu gibi bugün de doğrudan doğruya sünûhat vâki oluyor mu?)
C E V A P : 5

Sünûhat ile zihne def'aten gelen ve Hads "intiııtion" denilen bir duygu kasd ediliyorsa bu, her şahısta ve her zaman vâkidir. Bunda dînî bir mâhiyet düşünülemez.

Sühûnat ile, ilham kasd ediliyorsa bu, eski zamanlarda olduğu gibi, bugün de, yarın da vâki olabilir.

Nitekim Peygamberimiz'den önceki peygamberler zamanında bâzı sâlih kulların kalblerine Allah tarafından, peygamberlerin tebliğ buyurduğu şeriat ve hükümlere muvafık olmak şartı ile bâzı ulvî mazmun ve ma'nalar vüdur ettiği gibi Peygamberimizin ümmetinden bâzılarına da aynı şartlar dâiresinde, gerek bundan evvel ve gerek şimdi böyle mazmun ve ma'nalar vürûd etmiştir ve edebilir.

Sünûhat ile, Allâh'dan gelen Vahiy murad ediliyorsa bu, Cenâb-ı Hakk'ın dînî hükümlerini, insanlar arasından seçtiği peygamberlerine Melek vâsıtası ile veya başka bir sûretle tebliğ ve telkin buyurması demektir ki, Vahy'in ilk Hazret-i Âdem'e sonuncusu da Âhir Zaman Peygamberi olan Hazret-i Muhammed aleyhisselâm'a vaki olmuş ve ilâhî Vahy kapısı Peygamberimiz ile ebediyen kapanmıştır. Peygamberimizden sonra artık herhangi bir kimseye Vahiy gelmesi mümkün olmadığından Peygamberlik mev'ud Mesihlik ve Vahiy yolu ile ilâhî ve Semâvi irtibat gibi iddialar da bâtıl ve mesnedsizdir; kuru bir da'vâdan ibarettir.

* * *


Yitiksevda 10 Ağustos 2008 16:52

Cvp: Bir Amerikalının Müslümanlık hakkındaki 23 sualine cevaplar
 
6. CENNET VE CEHENNEM. (Elle tutulur belirli yerler midir, yoksa bir düşünce hâli midir? Cennet ile cehennemin hakikaten mevcut yerler olduğuna mı yoksa ceza ve mükâfat «şartları olduğuna mı inanıyorsunuz? Bir kimse ölümünden önce kendisinin veya hayatta bulunan başka bir kimsenin her hangi bir hareketi ile günahlarından kurtulabilir mi?)

C E V A P : 6


Biz Müslümanların inancına göre Cennet ve Cehennem elle tutulur, maddeten belirli yerlerdir. Nerede bulunduğu Allah tarafından bildirilmemiş olmakla beraber bunlar halen mevcuttur.

Cennet, Allâhu Teâlâ'ya şerik koşmaksızın îman ve ibâdet eden ve Allah'ın bütün emirlerini tutub, sakınınız dediği şeylerden sakınan ve her ne sebeple olursa olsun Allah'ın afvıne nail insanların iyiliklerinin mükâfatını görecekleri ebedî saadet yurdudur.

Cehennem ise Allah'ı tanımayan veya Allah'a îman ve ibâdette şerik koşan, Allah'ın emirlerini yerine getirmeyen insanların kötülüklerinin cezasını çekecekleri azap yeridir.

Yoksa, Cennet ve Cehennem, yapılan herhangi bir iyilik ve kötülükten dolayı vicdanen huzur veya azap duymak demek olmadığı gibi mevhum bir mükâfat ve cezâ şartı da değildir.

Kâinatın yaratıcısı olan Allah'ın, mutlak adalet sahibi olduğu muhakkaktır. Adalet ise, bir şeyin lâyık ve müstahik bulunduğu hâle konulması demektir. Bu da mükâfat ve mücâzâta taalluk eder. Binâenaleyh cisim ile ruhtan mürekkeb olan insanların şu rriadde âleminde işledikleri her iyiliğin veya kötülüğün karşılığını dünyâda görmedikleri, tecrübe ve müşahede ile sabit olduğuna göre, bunun, her hak sahibine hakkının verileceği ve İlâhî adaletin tamamiyle tecellî edeceği bir âhiret âlemine, bir umûmî muhasebe ve ceza gününe bırakıldığı bedihî, binnetice Cennet ve Cehennem'in aklen de kabul ve teslimi zaruridir.

İslâm akidesine göre hiç bir şahıs başkasının günâhını yüklenemeyeceği gibi hiç bir kimse de başkasının günâhını bağışlama veya bağışlatma salâhiyeti mevcud değildir. Herkes ancak işlediğinden kendisi mes'uldür.

Şu var ki, günahkâr bir insanın dünyâda iken günâhının uhrevî cezasından kurtulması için bir takım çâreler vardır.

Eğer işlenilen günah Cenâb-ı Hakk'a karşı işlenmişse o günahtan dolayı şiddetli nedamet ve pişmanlık duymak ve bir daha işlememek azrni ile ona tevbe etmek ve afv için de Allah'a yalvarmak lâzımdır.

Fakat işlediği bu günah, Namaz, Oruç, Zekât ve Hac gibi ibâdetlerin terk edilmesi suretiyle vuku bulmuş ise, bunlara dâir yapacağı tevbeler yukarıda zikredilen şartlar (nedamet, azim ve af dileme) ile beraber terk ettiği ibâdetleri kaza etmek suretiyle yerine getirmekle de mukayyeddir.

Bununla beraber köprü ve çeşme yaptırma gibi umûmun menfaatlerine yarayan ve sadaka-i cariyeden sayılan işleri sağlığında işlerse, dinimizde, bunların, günâha keffâret olacağı da bildirilmiştir.




Eğer işlenilmiş olan günah, herhangi bir şahsın hakkında tecavüz ise, o günâhın işlenmesinden tövbe etmekle beraber, uhrevî cezasından alâkalı şahıs ile veya ölmüşse veresesiyle helâlleşmek suretiyle kur*tulmak mümkün olabilir.

Binâenaleyh Müslümanlıkta bir kimsenin her*hangi bir din adamı önünde günâhını itiraf etmesi, kendisini günâhından temizleyemeyeceği gibi, Allah nâmına günah bağışlama salâhiyeti de hiç bir kim*seye verilmemiştir.

Şu kadar ki, Cenâb-ı Hak tarafından Âhirette Resul-i Ekrem Efendimize ve şâir peygamberlere ve onlara ittibâ eden evliyâ-yı kiram'a günahkârlar hakkında şefaat edebilmek müsaadesi ihsan buyrulacağına inanırız.

Günahlarından dolayı tevbe etmeden ölen bir Müslüman için, hayatta bulunan akrabası veya her*hangi bir din kardeşi tarafından dua edilir, onun günahına keffâret olmak ve sevabı ona bağışlanmak üzere sadaka verilir, onun nâmına hayır ve hasenat yapılırsa, Allah'ın afvına mazhar olması umulabilir. Fakat Cenâb-ı Hak o müslümanı dilerse afv eder, di*lerse günahı nisbetinde ta'zîb ve te'dib eder.

* * *




Yitiksevda 10 Ağustos 2008 16:56

Bu dünyaya gelmeden evvelki hayat
 


7. BU DÜNYAYA GELMEDEN EVVELKİ HAYAT. (Bir ferdin yer yüzündeki hayalından önce her hangi bir şekil içindeki hayatı. Kim böyle bir ha*yata sahih olmuştur? Eğer olan varsa, kadere inanıyor musunuz? İnsan ruhu muayyen bir vücuda girmeden önce her hangi bir varlığa mâlik midir? Bir insan ne yaparsa yapsın eceli gelmeden ölmeyeceğine inanıyor musunuz?)


CEVAP:7


Biz Müslümanlar, ruh ile cisimden mürekkep bulunun her ferdin madde âlemi olan dünyaya gelmeden önceki hayatı ruhi olup cismâni olmadığına ve ruhla*rın da cisimlerden önce yaratılmış bulunduğuna ina*nırız.

İnsan idrâki, ruhun hakikat ve mâhiyetini kavrayabilecek bir kabiliyette olmadığı için ruhanî hayatında ne şekilde ve nerede cereyan ettiği dinimizde açıklanmamıştır. Onun için «Ruh» un mâhiyetini Allah'ın ilmine havale ederiz.

Bununla beraber yakıynen inanırız ki, Allâhu Teâlâ'nın emri ve takdiri veçhile her insanın ruhu yalnız. kendi bedenine taallûk eder.

. Bedenî vazifesi sona erince o ruh Allah'ın ta’yin buyurduğu yere gider ve başka bir cisme hulul etmez.

Müslümanlık, Hindiler'de ve Câhiliyyet Devri Arapların'da görüldüğü üzere ruhların, doğup duran insan ve hayvanların bedenlerine dâimi surette ve lâalettâyin girip çık*makta bulunmaları gibi bir Tenasüh inancına asla yer vermediği gibi Hazret-i Îsâ'nın ruhu hakkında bir nevi tenâsüha kayan Hıristiyan akide*sine de inanmayız.

Biz. Müslümanlar ruhların bedenden ayrıldıktan sonra tekrar hayatta bulunanların hissedemeyecekleri bir mâhiyette aynı bedene taallûk edip bir takım sorgulara maruz. kalacağına inandığımız gibi, dün*yâdaki amellerine göre dünyâ ile âhiret arası olan bir âlemde kıyamete kadar kabir âlemine mahsus bir nevi ceza veya mükâfat göreceklerine de inanırız




Kader hakkındaki inancımıza gelince; Allâhu Teâlâ'nın bütün olacak şeylerin olmadan önce, ne zaman olacağını, nerede olacağını, nasıl olacağını, en ince taraflarına varıncaya kadar bilip, onları olacakları şekillere göre Ezel'de tâyin ve takdir bu*yurmasına «Kaza» ve bu olacak şeylerin Allâhu Te*âlâ'nın, Ezel'de takdir ve tâyin ettiği zamanı gelince mukadder şekle uygun olarak halk ve îcad buyur*masına da «Kader» denir. Bunun aksine kail olan*lar da vardır. Nitekim :

Müslümanlık’da Kader ve Kazâ'nın her ikisinin bir manâya alınarak yukarıda tafsil edilen hususların Ezel'de tâyin ve takdir buyrulması şeklinde tarif edildiği de vardır.

Binâenaleyh biz Müslümanlar kâinattaki her hâ*disenin Cenâb-ı hakk'ın ilim ve iradesiyle, Kaza ve Kaderiyle vücûda geldiğine inanırız.

Bununla beraber, insanların mükellef ve mesul oldukları bir takım işlerde, sa'y ve hareketin de bir hisse ve alâkası vardır.

Cenâb-ı Hak insanlara bu hususta bir irâde ve kudret vermiş ve bu iki kudreti insanların işleyecekleri işlerini takdir ve yaratmada sebeb-i adî kıl*mıştır.

Müslümanlık'da insanların bir işi işlemeyi veya işlememeyi tercih edebilme meleke ve kabiliyetleri*ne «Külli irâde» denir.

Kudret de, insanın yapacağı için her cüz'ü mey*dana gelirken insanda hâsıl olan kuvvet'dir.




İnsanın, kudret denilen kuvvetini istimal eder*ken işlemek veya işlememek .melekesi plan külli iradesini iki şıktan birine sarf ve tercih etmesine de irâde-i cüz'iyye ve kesb, ve Allah tarafından o işin bilfiil meydana getirilmesine de halk ve îcad denir.

O halde bir iş kesb bakımından insana, îcad ve yaratmak bakımından da Cenâb-ı Hakk'a râcîdir.

İşte Cenâb-ı Hakk insanları bu cüz'î irâdelerinde serbest bırakmış olduğundan İlâhî kaza ve kaderini onların cüz’î irâde ve ihtiyarlarına raptetmiştir. Bu*nun içindir 'ki insanların işleri, biraz evvel de denil*diği gibi, takdir ve halk edilmiş olmak yönünden Allah'a, tercih ve kesb etme yönünden de insanlara râcî bulunmuştur.

O halde insanlar yaptıkları işleri mecburî olarak yapmadıkları gibi yaptıklarının da yaratıcısı kendileri değildir.

Ecel: Ölümün vakti, Allâhu Teâlâ tarafından takdir ve tâyin buyurulan zaman, demektir.

Her hangi bir suretle ölen veya öldürülen kim*senin kendi eceliyle öldüğüne inanırız.

Ecel gelmeden ölünmeyeceği gibi, ecel geldik*ten sonra da kalınamaz.

Çünkü Cenâb-ı Hakk kullarının ecellerini daha onlar dünyâya gelmeden önce, Ezelde takdir ve tâ*yin buyurmuştur.

Bununla beraber hayâtımızın ne zaman ve şekilde sona ereceğini bilmediğimiz için her türlü tehlikelerden sakınmakla memur ve mükellef bulunduğumuz gibi bu hususta gerek şahsımıza ve gerek başkalarma karşı olan kötü irade ve hareket lerimizden dolayı da mes'ülüz.

Binaenaleyh kendisini veya başkasmı öldüren kimse emr-i ilahîye muhalefet ederek cüz*î iradesini kötüye kullanmış olduğundan dünya ve ahirette cezaya müstahik olur.

* * *

Yitiksevda 10 Ağustos 2008 16:57

Bu hayatın maksadı
 
8. BU HAYATIN MAKSADI. (Bu dünyadaki hayatımız için dîninizin gösterdiği gaye.)

CEVAP: 8

Gaye bir işi işlemeden evvel o işten ne gibi neticeler husüle geleceğini düşünmek ve tasarlamaktır. Buna: Illet-i Gaaiyye ve Garaz da denir.

Bu düşünce evvelce zihinde bulunmayan bir işi ve akibetini zihinde tasarlamak demektir ki, insanlara has kılınan ve bilgisizlik ifade eden bu hal ve şan, alîm olan Allahu Teala hakkında asla tasavvur olunamaz.

Binaenaleyh insanlara izâfe edilen işde gaye, AIlah'a izafe edilen işde de hikmet aranır.

Dünyaya getirilişimizde de Allahu Teala'nın bir garaz ve gayesi değil, fakat hikmeti vardır.

Biz Müslümanlar kainatta hiç bir şeyin boş yere yaratılmadığına, bilakis her şeyde Allah'ın bir hikmeti bulunduğuna ve bütün kainatın insana müsahhar ve insanın menfaatine elverişli bir durumda yaratıldığına inandığımız gibi bu kadar şerefli bir mevkie yükseltilen insanın da; Rabbü'l-Alemin olan bir

Allah'a her türlü eksiklik şaibelerinden ârî, hâlis bir îman ile ibadet etmek, a h î r z a m an peygamberi vasıtası ile tebliğ buyrulan emir ve nehiyler dâhiresinde hareket etmek ve hayatta meşru şekilde çalışıp kazanmak ve sıhhat ve hayatını tehlikeden korumak ve herkes hakkında daima iyilik düşünmek gibi bir takım vazifelerle mükellef bulunduğuna ve namzet bulunduğu ahirct saadetine liyâkatini de ancak bu vazifeleri yerine getirmek suretiyle isbat edebileceğine inanırız.

* * *


Yitiksevda 10 Ağustos 2008 17:00

Ölümden sonraki hayat
 

9. ÖLÜMDEN SONRAKİ HAYAT, (insanlar bu dünyadaki şekillerini muhafaza edecekler mi? Öldükten sonra hayat nerede devam edecek? Dîninize göre, Mahşer gününde insanlar ne hal ve şekilde bulunacaklardır? Hususi bir vücuda mı sahip olacaklar, yoksa başka bir maddeye mi girecekler?)

C E V A P : ?


Müslümanlık'ta bir insan öldükten sonra ferdî

hüviyetini ancak rûhî olarak taşıyacaktır. Ve fakat kabre konduğunda, ruhu cesedine taalluk ederek bir takım sorguya çekildikten sonra cesedi «ba's» e kadar toprak olarak kalacakdır. Ve ruhu da dünyadaki ameline göre bir nevi mükafat veya mücâzat görecektir.

Müslümanlıkta îmanlı olanlar Mahşer'de insânî hüviyetleriylc bütün güz.elliklerini muhafaza edeceklerdir. imansızlar ise başka bir maddeye girmeyip aynı insani hüviyetleri ile Mahşer'de bulunacaklar ise de şekilleri korkunç ve çirkin hale girecektir. Bu suretle, Mahşeride görecekleri muamelelerdcn sonra, imanlılar Cennet'de ve imansızlar Cehennemde ebedî yer alıp dünyadaki hüviyetleri ile birbirlerini tanıyacaklardır.

*



Yitiksevda 10 Ağustos 2008 17:02

Müslüman olmayanların durumu
 
10. doğru ŞEKİLDE İBADET EDEBİLMEK ÎÇÎN HUSUSÎ BÎR TEŞEKKÜLE VEYA GRUBA DAHÎL OLMAK LAZIM MIDIR? (Bu hayatta kurtulmak «necat bulmak» için ne yapmak lazımdır? Dininizin akidelerine göre yaşamayan bir insan ne olur? Bu dünyada mı ceza görür? Eğer bu dünyada ceza görmezse öldükten sonra cezalandırılır mı?)

11. MÜSLÜMAN OLMAYANLARIN DURUMU. (Sizin inandıklarınıza inanmayanların durumu. Müslümanlığa inanmayanların bu dünyada veya ahirette kayıpları ve zararları, dîninize göre, nelerdir?)

C E V A P : 10 ve 11

Allah'a ibadet îmanla mukayyeddir.

Bir insan Cenab-ı Hakk'ın Varlığını, Birliğini, kudret ve azametini bütün kemal sıfatlariyle beraber kendi kendine anlayıp icmâlen îman edebileceğinin aklen imkânı kabul olunabilirse de Allah'a ibadet bahis mevzuu olunca mutlaka ilahî ta'lîme ihtiyaç vardır.

İşte bu ta'lîm Müslümanlık'da kemâlini bulmuş, İslamiyet gerek îman ve gerek ibadet usûlünü bütün teferruatiyle tesbit ve takrir etmiştir.

A) Müslümanlığın îman esasları :

1 — Bütün kemal sıfatları dairesinde Allah'a,

2 — Allah'ın Meleklerine,

3 — Allah'ın peygamberlenne vahiy ile kitaplar indirdiğine,

4 — Allah'ın insanlara gönderdiği peygamberlere,

5 — Ahiret gününe,

6 — Kader'e, hayır ve şer her şeyin yaratıcısı Allahu Teâlâ olduğuna, öldükten sonra dirilmeye şeksiz ve şübhesiz îman ve i'tikad etmek ve bunları dil ilc de söylemek.

B) Müslümanlığın ibadet esasları :

l — Allah'dan başka İlah olmadığına ve Hazret-i Muhammed Aleyhisselam'ın Allah'ın Resulü olduğuna şehadet etmek,

2—Namaz kılmak,

3 — Zekat vermek,

4 — Hacc etmek,

5 — Ramazan orucunu tutmak,

Bunlar Bir Müslüman'ın müslümanlığının alametleridir.

Farz olan beş vakit Namaz tek başına da, bir îmam'a uyularak da kılınabilir. Cemaat ile kılmakta büyük sevab ve fazilet vardır. Cum'a ve Bayram namazları câmiden ve câmi ittihaz olunan yerlerden başka yerde imamsız ve cemaatsiz kılınmaz.

Zekat ve Oruç şahsen îfâ edilen mâlî ve bedenî birer ibadettir.

Hac, hali vakti yerinde bulunan ve şartlarını câm'i olan müslürnanların ömürlerinde bir def'a, muayyen zamanda, Mekke'de muayyen mekanda, muayyen şartlar dâiresinde îfâ edecekleri bir ibâdettir.

Bütün bu ibadetlerin kabulü için her hangi bir teşekküle veya gruba dahil olmak îcâbetmez ise de, bu ibadetleri dînimizin ta'rif ettiği şekilde yapabilmek için onları Öğrenmek ve doğru bir şekilde îfâ etmek zarûreti vardır.

Bunun içindir ki, Müslümanlığın dînî ve dünyevî bütün hükümlerini Kur'an-ı Kerîm ile Peygamberimiz'in Hadîslerinden istihraç ve tesbitte gösterdikleri şâyân-ı hayret muvaffakiyet ve ihtisaslarından dolayı Müslüman din alimleri arasında Mezhep İmamları olarak: Hanefî, Şafiî, Ma1ikî, Hanbelî diye anılan ve îman ve ibadet esaslarınıda aralannda herhangi bir ihtilaf bulunmayan dört büyük zattan birisinin bu husustaki dînî anlayışına tâbi' olmakta ve dinde onun öğreticiliğini kabul etmekte kolaylık ve fayda mülâhaza oluna gelmiştir.

Allah'ın Kitabını, Resülullâh'ın Hadîslerini bu Mezhep imamları kadar anlamak kudretinde bulunan bir Müslüman için, bu Mezheb îmamlarından birine tâbi' olmak ihtiyacı bahis mevzuu değil ise de, anlayışı ne kadar kuvvetli olursa olsun bu dört büyük İmamın anlayışından daha anlayışlı ve bütün ictihad şartlarına haiz bir şahsın ortaya çıktığı görülmediğinden Müslümanlar bu dört büyük Mezhebten her hangi birine bağlı kalmışlardır.

Bu hayatta necat bulmak için ne yapmak lazım geleceği soruluyor.

Biz Müslümanlar dünya ve ahiret saadet ve selametini ancak Allah'ın ve Resülullâh'ın hayat verici emirlerine tâbi olmakta buluruz.

Allâhü Teâlâ dünyevî ve uhrevî kurtuluş yollarını insanlara gönderdiği peygamberleri vasıtası ile göstermiştir.

Binaenaleyh Allah'a ve Allah'ın en son gönderdiği Ahir Zaman Peygamberi Muhammed Aleyhisselam'a inanan ve O'nun: Yapınız, dediği şeyleri yapan ve yapmayınız, dediği şeylerden sakınan ve insanlara muamelesinde doğru hareket eden bir kimse için bu hayatta da, ahiret hayatında da felah ve necat muhakkaktır.

Dinimizin akîdelerine göre yaşamayan bir insanın ne olacağı meselesine gelince :

Eğer bir kimse yukarıda sıralanan îman esaslarına şüphesiz olarak inanır ve kabul eder, Namaz'ın, Zekat'ın, Hacc'ın ve Oruc'un Allahü Teala tarafından emir olunduğunu, Allah ve Peygamberimiz tarafından bildirilen her şeyin hak ve gerçek olduğunu kabul ve tasdik eder de bunların îcabını yerine getirmekte ihmal gösterirse, dînimizde o kimse günahkar bir mü'min ve müslüman sayılır.

Allah'ın afvine nail olamazsa, ahiret'de bu ihmâlinin cezasını çektikten sonra îmânı sebebiyle Cennete girer; dünyada da maddî ve manevi bazı felâketlere uğraması mümkündür.

Fakat Müslümanlığın yukarıdaki esaslarından velev bir tanesini veya herhangi bir farzı inkar veyahut Allah'ın haram kıldığını helal i'tikat eden kimsenin Müslümanlık dışında kaldığına da biz Müslümanlar kanaat ve hükmederiz.

İslam Dîninden bu şekilde çıkan veya dünyada islam câmiasına dâhil olmak istemeyen kimsenin ahiret'de sonu gelmeyen bir azaba uğrayacağına ve böylelerinin dünyada dahi maddî ve manevi ba'zı felaketlere uğramalarının mümkün bulunduğuna inanırız.

Binaenaleyh Hazret-i Adem'den itibaren bütün peygamberlerin tebliğ buyurdukları dînin aslı Müslümanlık olduğuna ve Peygamberimiz vasıtası ile tebliğ buyrulan Müslümanlığın ise, kendisinden önce insanlar tarafından yapılmış olan tahrifâtı izale ve dîni aslî şekline irca' eylediğine ve kıyamete kadar bütün beşeriyetin dünyevî ve uhrevî saadetlerini sağlayan mütemmim ve mükemmil hükümleri de muhtevi bulunduğuna göre dünyada ve ahirette selamet manasına gelen Müslümanlığa inanmayanların dünya ve ahiretteki şahsî kayıplarının ve zararlarının neler olabileceğini de akl-ı selim sahiplerinin takdir ve tahminlerine bırakırız.

* * *



SAAT: 10:30

vBulletin® Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2024 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306