Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   Tefsir Çalışmaları (https://www.forum.medineweb.net/199-tefsir-calismalari)
-   -   Ayetlerin Nüzul Sebebini Bilmenin Faydaları (https://www.forum.medineweb.net/tefsir-calismalari/10373-ayetlerin-nuzul-sebebini-bilmenin-faydalari.html)

MERVE DEMİR 17 Mart 2009 13:32

Ayetlerin Nüzul Sebebini Bilmenin Faydaları
 
Ayetlerin Nüzul Sebeplerini Bilmenin Kur'ân-ı Kerim’i Anlamaya Katkısı

Nüzul ortamını müşahedeyle, sahâbenin Kur’an’ın indiği dönemde yaşamış olmalarının, kendilerine sağladığı her türlü bilgi, tecrübe ve gözlemleri kastedilmektedir Sahâbîlerin cahilî kültürel yapıyı bilmeleri, o devirdeki dinî anlayıştan haberdar olmaları ve dinlerinin pratikleri konusunda fikir sahibi olmaları, onlara Kur’an’ın bazı kelimelerinin medlullerini anlama imkânını sağlamaktaydı Rasûlullah zamanında insanlar ona sorular soruyorlar veya bir olay üzerine, hükmü açıklayıcı mahiyette ayetler nâzil oluyordu Kur’an’ın anlaşılmasına yardımcı olan bu durum, daha sonraları “Esbabu’n-Nüzul” olarak adlandırılan bir bilgi alanı olacaktır Bu bilgiye en iyi vakıf olan insanlar, vahyin nüzul sürecinde olayların içinde bulunan ve Hz Peygamberle beraber olan sahâbedir Dolayısıyla, vahiy ortamında hazır bulunmaları onlara Kur’an’ı anlama konusunda bir üstünlük sağlıyordu
Nüzul ortamını müşahede etmenin sahâbeye sağlamış olduğu avantajı daha iyi anlamak ve nüzul ortamını göz önünde somutlaştırmak için şöyle bir şema çizebiliriz :
Yukarıdaki şemada da görüldüğü gibi sahâbe, hakkında vahiy inen olaylara, mü’min olarak tanıklık eden insanlardır Kur’an bir defada inen kurgulanmış bir kitap değildir Yirmi küsur yıllık bir süreç içerisinde parça parça nâzil olmak suretiyle tamamlanmış ve bu sebeple Kur’an-ı Kerim, bir defada nâzil olmadığı gibi, yazılı metinlerin düzeniyle; giriş, gelişme ve sonuç şeklinde de kompoze edilmemiştir “Metin kurgusu, birbiriyle irtibatlı fakat müstakil pasajlar halinde olup ayetler farklı zamanlarda, farklı mekânlarda, farklı konularda ve farklı topluluklara hitaben nâzil olmuştur” Farklı zaman ve topluluklardaki farklı olaylara çözüm sunan ilahî vahyin anlaşılmasına katkı sağlayan esbab-ı nüzul; “nüzul zamanı/ortamı içinde olup biten Kur’an-ı Kerim – insan (Hz Peygamber, sahâbe ve diğer insanlar) arasındaki iletişim/eğitim sürecini gösteren dondurulmuş, resmedilmiş olaylardır”
Nüzul sebepleri bilinmeden Kur’an’daki birçok konu, tam anlamıyla kavranamaz Belirli bir konuyu açıklığa kavuşturan sosyal, tarihsel veya diğer şartlar bilinmelidir Çünkü Kur’an’ın tümü bir anda tamamlanmış bir kitap olarak gelmemiştir Özellikle de ahkâma ve ahlâka dair ayetlerin çoğu, sebeb-i nüzul denen vesilelerle inmiştir Sahâbe bu olayları bizzat yaşamış ve olayların merkezinde bulunmuştur Haliyle, olayların odağında bulunan bu insanlar sahip oldukları bağlam bilgisi sebebiyle Kur’an-ı Kerim’i çok daha iyi anlıyorlardı
Ayetlerin nüzul sebebi nasların sosyal bağlamından başka bir şey değildir Bu sosyal bağlamın içinde bulunan sahâbenin Hz Peygamberle sohbetleri uzun olmuş ve bu dönemde gelen ayetlerin geliş sebeplerini müşahede etmişlerdir Onlar, vahyin ne zaman, nasıl geldiğini, Cebrail’in geldiğinde Rasûlullahın fizikî yapısında meydana gelen değişiklikleri, -peygamberden bir açıklama gelmemesine rağmen- ayetlerdeki Mekkîlik ve Medenîlik olaylarını bilen insanlardır Olaylara ve vahye şahit olan sahâbe, başkalarının bilmediğini böylece biliyordu Örneğin, Rasûlullah abdest alsa sahâbe onun nasıl abdest aldığını görür ve öylece abdest alır, gördükleri gibi amel ederdi Namaz kıldığını gördüklerinde kendileri de aynen onun gibi kılarlardı Çünkü sahâbîler, “Kur’an’ın en doğru bir şekilde anlaşıldığı ve en güzel bir şekilde uygulandığı bir çağda yaşamışlardır Kur’an onlar hakkında inmiş ve onların hayatında pratiğe dönüşmüştür” Kur’an’ın nüzul ortamına bu kadar yakın olan sahâbenin, bu ortamı bilmekten ve bu ortama tanıklık etmekten elde ettiği bazı faydalar olduğunu daha evvel zikretmiştik Nüzul ortamında bulunamayan daha sonraki nesillerin de Kur’an’ı daha iyi anlayabilmeleri için Kur’an’ın iniş ortamını ve olayların bağlamlarını bilmeleri onlara birçok faydalar sağlar Bu faydaları şöyle ifade etmek mümkündür:
1 Nüzul ortamını bilen bir insan, Kur’an’ın kurgulanmış bir kitap olmayıp, olayların seyrine göre ilahî iradenin bir müdahalesi olduğu kanaatine varacaktır Çünkü Kur’an, Hz Peygambere vefatı öncesine kadar devamlı surette nâzil olmuştur Bu süreç yaklaşık yirmi üç yıldır
2 Kur’an’ın canlı bir hayata hitap ettiği, nüzul ortamını bilmekle zihinlerde kararlılık kazanacaktır Örneğin, Kur’an-ı Kerim’deki şu ayet inmeye başlıyor: “İnsanlardan yerlerinde oturanlarla, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler bir değildir” Abdullah b Ümmü Mektum, Hz Peygambere özründen dolayı cihad edemediğini söyleyip şikayette bulununca, “Özürsüz olarak evlerinde oturanlar” ı istisna eden ayet nâzil olmuştur Olaylara birebir çözüm sunulması Kur’an’ın canlı bir topluma indiğini göstermektedir Bu durum ancak nüzul ortamını tanımakla bilinebilir
3 Nüzul ortamını tanımak, kişiye Kur’an’ı anlama konusunda bir güven kazandıracaktır İnsanın ictihadî yeteneklerinin artmasına vesile olur Olaylara cevap mahiyetinde gelen vahiylere şahit olan Hz Ali ve Abdullah b Mes’ud gibi sahâbeler, “Hangi ayetin nerede ve kim hakkında indiğini” bilecek kadar maharet sahibi olmuşlardır Bunun neticesi olarak da ictihadî yetenek elde edip, Kur’an konusunda en cesaretli konuşan seçkin insanların arasına girmişlerdir
4 Nüzul ortamını müşahede eden insan ayetlerdeki nasih ve mensuh, mutlak ve mukayyed olma durumlarına vakıf olacaktır Hz Peygamber, Cebrail’e her Ramazan’da kendisine gelen vahiyleri arzederdi Vefat senesi ise iki kere arzetmiştir Bu arzda bulunanlardan Abdullah b Mes’ud, Kur’an’ın son arzına şehadet etmek suretiyle, içerisindeki nasih-mensuh olayının olup olmadığına da tanıklık etmiştir
5 Nüzul ortamını bilmek, ayetlerdeki kapalılıkları çözmeye yardımcı olacaktır Sahâbe, Hz Peygambere arkadaşlık etmek, ondan te’vil ve tenzil ilmini işitmek suretiyle Kur’an’daki kapalı noktaları çözebilecek bir seviyeye gelmiştir “Kur’an okunduğu zaman onu dikkatlice dinleyiniz” ayetini dinleyen bir insan, bu ayeti sadece Kur’an okunurken susmaya hamledebilir Ebû Hureyre (ö: 58/677), “İnsanlar İslâm’ın başlangıç döneminde namazda konuşuyorlardı Bu ayet namazda konuşmayı yasaklamak için indirildi” demiştir Böyle bir ayetin nüzul ortamında bulunan kimse, ayetten, önce asıl maksadı anlar, ictihadî olarak ise başka sonuçlara da varabilir
Nüzul ortamını ve sebebini bilmek Kur’an’ın anlaşılmasına yardımcı olan önemli bir sebeptir Sahâbe bu ortamı hem gözetleyen hem de yaşamak suretiyle, tarihi yapan insanlardır Onların, nüzul ortamını müşahedeleri öyle ileri bir noktaya varmıştı ki, meleğin zaman zaman insan suretinde gelişine bile tanıklık etmekteydiler
Nüzul ortamını yaşayan sahâbede sahih bir ilim, mükemmel bir anlayış ve salih bir amel meydana gelmiştir Özellikle de sahâbenin âlimleri ve büyükleri bu konuda çok önde idiler Raşid halifeler ve Abdullah b Mes’ud nüzul ortamı bilgisine en çok sahip olan sahâbîlerdiler Nüzul ortamını bilmemek ihtilaflı konularda şüpheler meydana getirir İbn Abbas, Hz Ömer’in kendisine ihtilafla ilgili sorduğu; “Bu ümmet ki, peygamberi bir iken nasıl olurda ayrılığa düşerler?” sorusuna şu cevabı vermiştir: “Ey mü’minlerin emiri! Kur’an bize indirildi Biz onu okuduk ve indiği gibi hayatımıza kattık Fakat bizden sonra bazı kavimler gelecek, Kur’an’ı okuyacaklar ama hangi sebeple indirildiğini bilmeyecekler Konuyla ilgili görüş beyan edecekler ve görüşlerinde ayrılığa düşecekler Sonra da ihtilafları sebebiyle birbirleriyle savaşacaklardır” Her ne kadar İslâm düşünce tarihinde fikir ayrılıklarına bağlı fiilî savaşlar meydana gelmese de Kur’an etrafında oluşan derin düşünce ayrılıkları olmuştur Bu derin ihtilafların temelinde yatan en büyük etken, metodoloji/usul eksikliğidir Nüzul ortamını müşahede bilgisi olan “esbab-ı nüzul/ayetlerin iniş sebebi ilmi” de bir usul konusudur Sonraki nesillerden daha iyi bilgiye sahip olan;olayların kahramanları sahâbenin bu hususlardaki sahih kaynaklardan bizlere kadar gelen bilgilerine müracaat etmek, Kur’an’ı daha iyi anlamamıza mutlak bir katkı sağlar
Dr Mehmet Sürmeli

Emekdar Üye 17 Mart 2009 13:33

RE: Ayetlerin Nüzul Sebebini Bilmenin Faydaları
 
Esbab-ı Nüzul’ün Önemi ve Nüzul Sebeblerînî Bilmenin Yararları

Yüce Allah Kitabını, tüm insanlığı hidayete ulaştırmak, kıyamete kadar onun maddi-manevi bütün ihtiyaçlarını gidermek için sevgili peygamberi Hz. Muhammed'e 23 senelik bir müddet içinde parça parça indirmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v.) de kendisine inen âyet-i kerimeleri ashabına açıklamış, nasıl amel etmeleri gerektiğini onlara göstermiştir. Bilindiği gibi âyet-i kerimeler, çok defa, meydana gelen bir olaya çözüm getirmek, sorulan bir soruya cevap vermek üzere nazil olmuştur. Bu gibi âyetlerin, nüzul sebebleri bilinmeden iyice anlaşılamayacağı, aksi*ne tamamen yanlış bir şekilde anlaşılacağı aşikardır. İşte bu sebepledir ki, alimler daha başlangıçtan itibaren Esbâbu'n-Nüzul'e dair sahabeden gelen haberlerin toplanmasına büyük özen göstermişler, nüzul sebeplerini bilmeden âyetlerin anlaşılamayacağı hususunda icmâ etmişlerdir. [15]
Nüzul sebeblerini bilmenin birçok yararı vardır. îmâm Bedreddin ez-Zerkeşî, "el-Burhân"ında, İmâm Celaleddin es-Suyûti ise "el-İtkân"ında bu yararları zikretmişlerdir. Biz burada en önemli olanlannı aşağıdaki şekilde zikretmekle yetineceğiz:
1- Hükmün vazoluşuna neden olan hikmeti bilmek. Şüphesiz ki, hikmeti bilmek mümini, Allah'u Teâlâ'nın ahkâmını tenfiz etmeye (yerine getirmeye) ve O'nun emrettiği şeylerle amel etmeye teşvik eder; çünkü O, söz konusu hükümlerin yerine getirilmesi, emirlerle amel edilmesi sonucunda ortaya çıkacak yararları ve meziyetleri apaçık görmekte hiçbir güçlük çekmez. İşte o zaman Allah'a olan imânı kuvvetlenir ve O'na daha yakinen inanır. Diğer tarafta hikmeti bilmek, inanmayanları da Allah'u Teâlâ'nın ahkâmına inanmaya teşvik eder; çünkü o da, bu ah*kâmın boş yere va'zedilmeyip, insanlığın yararlarını gerçekleş*tirmek ve onun mevkiini yükseltmek üzere çalışmak için va'zedildiğini kolayca görür.
2- Âyetlerin ifade etmek istedikleri manalara vâkıf olmak ve bu husustaki vâki olabilecek güçlükleri gidermek hususunda sebebi nüzulden yardım istemek (yararlanmak). Çünkü, Kur'ân-ı Kerim'de Öyle âyetler vardır ki, onlardan neler kastedildiği, ancak nüzul sebepleri bilindiği takdirde anlaşılabilir. Öyle ki, şayet bu sebebler bilinmemiş olsaydı, âyetleri anlama hususunda hataya düşülmüş olunurdu.
İmam el-Vahidi bu konuda şöyle der: "Kıssalarına ve nüzul sebebine vâkıf olmadıkça, âyetlerin tefsirini bilmek mümkün değildir."
İbn Teymiye de bu konudaki görüşünü şöyle ifade.eder: "Nüzul sebebini bilmek, âyetin anlaşılmasına yardım eder; çünkü, sebebin bilinmesi musebbebin yâni (sebebin ortaya çıkardığı sonucun) bilinmesine neden olur.
İbn Dakîk el-İd ise şöyle der: "Âyetin nüzul sebebini açıklamak, Kur'ân-ı Kerim'in ihtiva ettiği manaların anlaşılması hususunda en güvenilir yoldur".
Şimdi nüzul sebeblerini bilmenin yararlarına dair Kur'ân-ı Kerim'den örnekler sunalım.
Bakara Sûresi'nin 115. âyetinde Allah'u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Doğu da Batı da Allah'ındır. O halde, ne tarafa yönelirseniz yönelin, Allah oradadır. Şüphesiz Allah, (her yeri) kaplayan ve (herşeyi) bilendir."
Bu âyetin zahir manası, insanın, dönmeyi dilediği herhangi bir yönde (istediği tarafa yönelerek...) namaz kılabileceğine, dolayı*sıyla ister seferi, isterse mukim olsun, Kabe'ye doğru dönme*sinin gerekli olmadığını ifade etmektedir. Ancak, âyetin seferde iken nafile namaz kılan ve kıbleyi bilmediği için içtihadına göre namaz kılan kimse hakkında nazil olduğu bilinince, âyetin zahir manasının kastedilmediği, fakat kastolunanın, seferde iken nafile namaz kılan veya kıbleyi bilmediği için içtihadına göre namazı eda eden kimseye gösterilen kolaylık olduğu anlaşılır. Ez-Zerkeşi "el-Burhan" adlı eserinde bu ayetle ilgili olarak şunları söyler: "Sadece âyetin lafzından anlaşılan manayla yetinmiş olsaydık, ister seferde, isterse hazarda olsun, namaz kılan kimsenin, namazda kıbleye dönmesinin gerekli olmaması icap ederdi. Oysa böyle bir durum icma'a aykırıdır. Görüldüğü gibi, sebebi bilinmedikçe âyetten kasdolunan mana anlaşılmamaktadır. Bu âyet, Hz. Peygamber Meke'den Medine'ye giderken, devesinin üzerinde, devesinin onu yönelttiği yöne doğru namaz kıldığı bir sırada nazil olmuştur. Böylece âyetten neyin kasdedilmiş olduğu anlaşılmış olmaktadır.
Bakara sûresinin 158. âyetinde ise Allah Teâlâ şöyle buyur*maktadır: "Safa ve Merve, Allah'ın alâmetlerindendir. O halde kim Beyt'i (Kabe'yi) hacceder, ya da umre yaparsa, bu iki yeri tavaf etmesinde bir sakınca yoktur. Kim içinden gelerek bir iyilik yaparsa (bilmiş olsun ki) Allah iyiliğe iyilikle mukabele eder ve (iyiliği hak edeni) bilendir." Âyetin zahirî manası, Safa ile Merve arasında sa'y yapmanın farz olmamasını gerektirmektedir. Ancak âyetin nüzul sebebi şu olaydır: Sahabe, câhiliyye adetlerinden olduğu gerekçesiyle, Safa ve Merve arasında sa'y yapmaktan endişe duyuyor ve dolayısıyla bundan kaçınıyordu. Söz konusu âyet nazil olarak onların bu endişesini bertaraf etti. Bu ise, sa'y yapmanın farz olduğunu ortadan kaldırmaz.
Âl-i İmrân sûresinin 188. ayetinde ise, şöyle buyurulmaktadır: "Yaptıklarından hoşlanan ve yapmadıkları ile de övülmek iste*yenler yok mu! Sakın ama sakın onların azaptan kurtulacaklarını sanma! Çünkü elem verici azap onlar içindir." Mervân b. el-Hakem söz konusu âyetin manasını anlamakta güçlük çekerek şöyle dedi: "Şayet yaptıklarından hoşlanan ve yapmadıkları ile de övülmek isteyen her insan azap görecekse, o zaman bu, hiç birimiz azaptan kurtulamayacağız demektir." İşte Mervan’ın âyetin gerçek manasını anlamakta karşılaştığı bu müşkil, Abdullah b. Abbâs (r.a.)'ın ona âyetin sebebi nüzulünü açıklamasına kadar sürmüştür. Âyet, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Ehli kitapa bir şey sorması, onların ise hakikati gizleyip ona başka bir şey söylemeleri, hal böyle iken, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e kendilerini san*ki, ona doğru cevap vermiş gibi göstermeleri ve bu da yetmiyormuş gibi, bir de bunun için övülmek istemeleri yani Allah elçisinden kendilerini övmesini istemeleri üzerine nazil olmuştur. Âyeti gerektiği şekilde anlayınca, Mervân'ın kalbi itminan bulmuş ve âyetteki tehdidin mü'minler için değil, fakat, ehli kitab için olduğunu söylemiştir.[16]
Yine, Yüce Allah, Talâk süresinin 4. ayetinde şöyle buyur*maktadır: "Kadınlarınız içinde hayızdan kesilenler ve henüz âdet görmemiş olanların iddetleri hususunda şüpheye düştü iseniz biliniz ki, onların iddetleri üç aydır." Bazı imamlar, âyetten geçen "İn ertebtum" ibaresindeki şarttan neyin kasdedildiğini anlamakta güçlük çekmişlerdir. Öyle ki, zahiriye mezhebi, hayızdan kesilen kadının bu konuda şüpheye düşmediği takdirde, iddet bekleme*yeceği görüşüne kail olmuştur. Ancak âyetin nüzul sebebi şarttan neyin kasdedildiğini açıklayarak, bu konuda gerçeği ortaya çıkarmaktadır. Ayetin nüzul sebebi şudur: Kadınların iddetleri ile ilgili "Boşanmış kadınlar, kendi kendilerine üç aybaşı hali beklerler"[17], "İçinizden ölenlerin bırakmış olduğu eşler kendi kendilerine dört. ay on gün beklerler"[18] âyetleri nazil olduğu zaman, sahabe, "Kadınların iddetlerinden sadece zikredilmeyenler kaldı ki, onlar da yaşlı kadınlar ile küçük kız çocukların iddetleridir. Bunun üzerine "Kadınlarınız içinde hayızdan kesilenler ile..." âyet-i nazil oldu.[19]
Böylece açıkça görülmektedir ki; âyet onların iddetleri ile ilgili hükmü bilmeyen ve dolayısıyla, onların da iddet beklemelerinin gerekli olup olmadığı veya iddetlerinin Bakara sûresinde zikredilen kadınların iddetleri gibi olup olmadığı hususunda şüpheye, düşen kimseye hitaptan ibarettir. O halde, "İn ertebtum" ibaresinin manası, "onlarla ilgili hükmü anlamakta müşkilât çekiyorsanız ve iddetlerini nasıl bekleyeceklerini bilmiyorsanız, onlarla ilgili hüküm budur" demektir.
3- "Hasr" şüphesini ortadan kaldırmaktır. İmam eş-Şâfıî "De ki, bana vahyolunanda, yiyen bir kimsenin yiyecekleri içinde, leş, akıtılmış kan, domuz eti (ki o pistir) veya günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilen hayvan dışında, yenmesinin haram olduğuna dair bir şey bulamıyorum."[20] âyet-i ile ilgili olarak şunları söyler. "Kafirler, Allah'ın helal kıldiklannı haram, haram kıldıklarını ise helal kıldıkları ve böylece ters düşüp O'na muhalefet ettikleri zaman, söz konusu, âyet, onların gayelerine karşı çıkmak üzere nazil olmuştur. Sanki Allah onlara şöyle de*miştir: "Sizin haram kıldıklarınızdan başka helâl, helal kıldıklarınızdan başka da haram yoktur." Bu durum aynen şuna benzemektedir. Biri sana, "Bugün tatlı yeme" derken sen de ona, "Bugün tatlıdan başka bir şey yemeyeceğim" dersen, burada amaç sadece karşı çıkmaktır, oysa, hakikati inkâr veya red etmek diye birşey asla söz konusu değildir. Buna göre Allah sanki: "Sizlerin helal kılmış olduğunuz, leş, kan, domuz eti ve Allah'tan başkası adına kesilen hayvandan başka haram yoktur" şeklinde buyurmuştur ve böylece bunların dışındakilerin helâl olduğunu kasdetmemiş olmaktadır. Çünkü amaç haram kılmayı tesbit etmektir. Yoksa helâl olanları belirlemek değildir. İmam el-Harameyn bu konuda şöyle der: Bu son derece güzel bir görüştür.
Şayet İmam eş-Şâfîî çıkıp da daha önceden bu görüşü (ifade etmiş) ortaya koymamış olsaydı. İmam Mâlik'in, haramların âyette zikrolununlarla hasredilmesine (sınırlanmasına) karşı çıkmasına cevap vermezdik. Buna göre, âyetteki hasr, Allah (c.c.) tarafından kasdedilmemiş olup, şeklî bir hasr'dan başka bir şey değildir. Bundan maksat ise, Allah ve Resulünün kâfirlere muhalefet etmeleri ve amaçlanna zıt bir şekilde onlarla muamelede bulunmalarıdır.
4- Hakkında âyet inen kimsenin adının bilinmesi ve böylece başkası ile kanştınlmaması için âyette müphem olanın belirtilmesidir. Çünkü başkası ile karıştırılacak olursa, suçsuz olan itham olunabilir. Suçlu ise af edilebilir. Mesela, Mervân b. el-Hakem "Ana ve babasına "öf, bıktım sizden! Benden evvel bu kadar nesiller gelîp geçtiği (ve hiç biri dirilmediği halde) beni (diriltip kabirden) çıkarılmakla mı korkutuyorsunuz?" diyen kimse... "[21] âyetinin Abdurrahman b. Ebû Bekir hakkında nazil olduğunu söylemişti. Bunun üzerine mü'minlerin annesi Hz. Aişe (r.a.) ona karşı çıkmış ve kendisine âyetin nüzul sebebini açıkla*yarak şöyle demiştir; "Allah'a yemin ederim ki, O, (Abdurrahman b. Ebî Bekr) değildir. Şayet bu âyetin kimin hakkında indiğini söylemek isteseydim, söylerdim. Allah'a yemin ederim ki, Ebû Bekir'in ailesi hakkında benim suçsuz olduğumu gösteren âyetler dışında hiçbir âyet nazil olmamıştır."
5- Kur'ân'ın ezberlenmesinin ve anlaşılmasının kolaylaştırıl*ması ve böylece âyeti dinleyen herkesin zihninde vahyin yer etme*sidir. Bütün bunlar nüzul sebebi bilinince daha kolay olur. Çünkü, sebeblerin neticelere, hükümlerin olaylara ve olayların da şahıslara, zamanlara ve mekanlara bağlanması... İşte bütün bun*lar, eşyanın zihinde yer etmesi, oraya nakşedilmesi ve gerek*tiğinde kolayca hatırlanması için bir sebeptirler. Bu çağrışım kanununun bir sonucudur.
6- Ayetlerin nüzul sebeplerine vâkıf olmak, onların ulaşmak istedikleri gayeyi anlamaya, ihtiva ettikleri sim ve amaçlan kavra*maya yardımcı olur. Bu âyetler hakkında düşünmek ve tedeb-bürde bulunmak, onlara göre amel etmek bakımından en etkili yoldur. Çünkü yüce Allah Sa'd süresinin 29. âyetinde, âyetlerin üzerinde düşünmemizi emretmektedir. "(Bu) mübarek bir kitaptır. Onu sana indirdik ki, ayetlerini düşünsünler ve aklı selim sahipleri öğüt alsınlar."
Şunu bilmek gerekir ki, sahâbi, Kur'ân'dan bir âyet hakkında bir şey söylediği zaman, onun bu sözü, bâzan âyetin nüzul sebebini açıklayıcı, bâzan da âyetin manasını tefsir ve şerh edici mahiyette olur.
Eğer, "Ayetin ya da ayetlerin nüzul sebebi şudur" derse, bu ibare, nüzul sebebinin zikredilmesi hususunda bir nass teşkil eder. Eğer, Falan hâdise vukubulduğu ya da Hz. Peygamber (s.a.v.)'e falan konuda soru yöneltildi de falan falan (şu şu) âyetler nazil oldu" derse, bu ibare de nüzul sebebinin açıklanması hususunda bir nass hükmündedir. Çünkü, âyet ya da âyetlerin, olayın veya sualin vuku bulması üzerine nazil olduğunu zikretmektedir. Bunun anlamı şudur: Nüzul sebebi, söz konusu olay ya da sualdir.
Daha önceki ibare gibi bu ibare de, nüzul sebebinin belirlenmesi bakımından açık iki sığa (kalıp) hükmündedir. Çünkü başka türlü anlaşılmalan mümkün değildir.
Eğer sahâbi "Bu âyetlerden maksat şudur veya bu âyet şunu delalet etmektedir veya bu âyetten şu anlaşılıyor" gibi ya da buna benzer ibareler kullanılıyorsa, ya da âyetin müfredatı ile ilgili şerhler yapıyorsa (bil ki) bütün bunlar, âyetin tefsiri ve medlulünün beyanı sadedinde açıklamalardır.
Eğer "Bu âyet falan şey hakkında nazil oldu" derse, bu ibare, kendisiyle aynı zamanda hem nüzul sebebinin hem de âyetin manasının kasdedümesine müsait bir ibaredir.
"Bu âyet falan kimse, müminlerden, kafirlerden, ya da kitab ehlinden bir topluluk veya falan hâdise hakkında nazil oldu" derse, bu sözden kasdolunan âyetin nüzul sebebidir.
"Falan şeye teşvik ya da falan şeye irşad için indi" derse, bundan kasdolunan âyetin tefsîridir.... "falan şey hakkında nazil oldu" şeklinde ibaresinin tefsir kitablannda sık sık yer alması üzerine, İmam ez-Zerkeşi "el-Burhân" adlı eserinde şunları söyler; "Sahabe ve tabiin'in âdetinde bilindiği üzere, onlardan biri "bu âyet falan şey hakkında nazil oldu" derse, bununla, o, bu âyetin şu hükmü ihtiva ettiğini kasdeder, yoksa bunun âyetin nüzul sebebi olduğunu kasdetmez.
"Bu âyet falan şey hakkında nazil oldu" şeklindeki sahabe sözü, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e ulaşan merfu hadis hükmündedir. Eğer kendisine ulaşan sened sahîh olur ve Mücâhid, İkrime ve Said b. Cübeyr gibi, sahabeden nakilde bu*lunan tefsir imamlarından olursa, daha önce zikrettiğimiz tüm hususlarda tâbiin de tıpkı sahabe gibidir. Nüzul sebepleri içinde sadece senedi sahîh, sübûtu kesin olanların, âyetlerin ruhuna ve hedefine uygun düşenleri, siyak ve sıbakıyla uyum halinde bulu*nanları, İslâm akidesinin esaslarından hiç biri ile çatışmayanları, şeriatın naslanndan hiç biriyle çelişki halinde bulunmayanları, İslâm alimlerinin üzerinde icmaya vardıkları ve ümmetin nza göstererek ve kabul ederek naklettikleri kaidelerden hiç biriyle çelişkiye düşmeyenleri zikretmekle iktifa edeceğim.
Senedi ve metni zayıf olan, âyetlerin genel anlamı ile ruhuna uygun düşmeyen, siyak ve sibakı ile uyum halinde bulunmayan, dinin esaslarından biri ile çelişen, İslâm'ın naslanndan biri ile çatışan, veya İslâm alimlerinin üzerinde icmaya vardıkları kaide*lerle çelişkiye düşen haberlere gelince, onlara hiç bir şekilde değer vermeyeceğiz ve onları çalışmamıza almayacağız.
Ayetin ya da Sûrenin nüzûlu için bir çok sebep mevcut ise, senet bakımından en sıhhatli, rivayet târiki bakımından en kuvvetli olanını ve âyetin ya da sûrenin manasına en uygun düşenini zikretmeyi tercih edeceğiz. Tercih bakımından sebebler eşit seviyede iseler, bu takdirde, içlerinden en faydalı olanları ve en çok meziyet ihtiva edenleri zikredeceğiz. Yalnız Allah'tan yardım dileriz. Çünkü tevfik Allah'tandır. [22]
=====================
[15] Abdulfettah El- Kâdi, Esbab-ı Nüzul, Fecr Yayınevi: 9. (Mütercim Prof. Dr. Salih Akdemir’in Takdim’inden ihtisar edilmiştir.)

[16] Buhari K. et-Tefsir Al-i Imran, 16; Müslim Sahih K. el-Münafıkın B. 8.

[17] Bakara, 228.

[18] Bakara, 234.

[19] Bu haberi Hakim Ubey b. Kaab'tan rivayet etmiştir.

[20] En'am, 145.

[21] Ahkaf, 17.

[22] Abdulfettah El- Kâdi, Esbab-ı Nüzul, Fecr Yayınevi: 13-21.

Mihrinaz 14 Aralık 2022 09:01

Esbâb-ı Nüzûlü Bilmek Âyeti Kolay Anlamayı Sağlar

Bu maddeye örnek olarak Nur Sûresi'nin 61. âyetinde yer alan لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَنْ تَأْكُلُوا جَمِيعًا أَوْ أَشْتَاتًا "...Birlikte veya ayrı ayrı yemek yemenizde günah yoktur." cümlesini vermek mümkündür. Nitekim bu âyetin anlamı nüzûl sebebi bilindiğinde birlikte veya ayrı ayrı yemek yemenin ne demek olduğu çok daha sağlıklı bir zemine oturmaktadır. Katâde ve Dahhâk, bu âyetin nüzûl sebebi hakkında şu tespiti paylaşırlar: Bu âyet, kendilerine Leys bin Amr oğulları denen Kinaneli bir kabile hakkında nazil olmuştur. Onlar bir insanın kendi başına yemek yemesini sakıncalı bulurlar, hattâ günah sayarlardı. Bazen öyle olurdu ki, kişi yemeği önünde sabahtan akşama kadar durur, yemeğine iştirak edecek bir misafir beklerdi. Akşama kadar kimse gelmezse, ancak o zaman yemeğini yerdi. Bu alışkanlık üzerine Allah Teâlâ bu âyeti indirdi. Bu âyet misafiriniz gelirse birlikte yer, gelmezse kendi başınıza da yemeğinizi yiyebilirsiniz, bunda bir sakınca yok diyerek bir rahatlama getirdi.8

Esbâb-ı Nüzûlü Bilmek Yanlış Hüküm Çıkarmaya Mâni Olur

Hz. Ömer'in (ra) Bahreyn'e vali olarak görevlendirdiği Kudâme b. Maz'ûn hakkında içki içip sarhoş olduğuna dâir şikâyetler gelmiştir. Cezalandırılmak üzere Medine'ye çağırılan Kudâme içki içtiğini itiraf etmiş; ancak bunun bir günah olmadığını, kendisinin bunu yaparken Mâide Sûresi'nin 93. âyetine dayandığını ifade etmiş ve şu âyeti okumuştur:

لَيْسَ عَلَى الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ فِيمَا

طَعِمُوا إِذَا مَا اتَّقَوْا وَآمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ

ثُمَّ اتَّقَوْا وَآمَنُوا ثُمَّ اتَّقَوْا وَأَحْسَنُوا وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ

"İman edip salih işler yapanlara takvalı olduklarında, iman edip salih işler yaptıklarında, sonra yine takvalı davranış sergileyip iman ettiklerinde, yine takvalı davranıp ihsan ettiklerinde yedikleri ve içtiklerinden dolayı bir günah olmaz."

Kudâme bu âyete dayanarak içki kullandığını ifade etmiş, hattâ kendisinin tam da âyetin bahsettiği iman edip amel-i salih işleyen kimselerden olduğunu, takvalı davranışlar sergilediğini ve yediği ve içtiği bir şeyin kendisine günah olmayacağını ileri sürmüştür. Valisini cezalandırmayı düşünen Hz. Ömer, bu sözlerle tabir yerindeyse şok olmuş, bir an için ne diyeceğini bilememiştir. Nihayet Abdullah b. Abbâs'ın (ra): "Bu âyetler henüz içki haram olmadığı dönemde içki kullandıkları hâlde ölenlere bir mazeret, sonrakilerin aleyhine ise bir huccet olarak indi." demesi üzerine mesele anlaşılmış ve Kudâme'nin âyeti yanlış anlayıp yorumladığı ortaya çıkmıştır. Nitekim bu âyet, henüz içki haram kılınmadığı için alkol kullanan ve bu hâldeyken vefat etmiş olan Müslümanlara bir mazeret olarak inmiştir.9

Esbâb-ı Nüzûlü Bilmek Muhayyerlik Vehmine Mâni Olur

Sebeb-i nüzûl bilinmediğinde, ortaya çıkması muhtemel bir başka yanlış anlama da Bakara Sûresi'nin 158. âyeti hakkında vârid olmuştur. Nitekim bu âyette Safa ve Merve'yi tavaf etmenin günah olmadığı ifade edilmektedir. Hâlbuki gerek hacda ve gerekse umrede bu iki tepeyi tavaf etmek, aralarında sa'y etmek yerine getirilmesi gereken önemli vazifelerden biridir. Acaba yapılması gereken bir vazifeden söz edilirken neden "Safa ve Merve'yi tavaf etmenizde günah yoktur." denmektedir?

Bu âyetle ilgili benzer bir anlama problemi Hz. Aişe (ra) Validemiz'in yeğeni Urve b. Zübeyr'in başına gelmiştir. Hz. Urve bu müşkülünü teyzesine sormuş ve aralarında şöyle bir konuşma geçmiştir:

"Teyze biliyorsun ki, Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur: إِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَائِرِ اللّٰهِ فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ أَوِ اعْتَمَرَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِ أَنْ يَطَّوَّفَ بِهِمَا "Şüphesiz Safa ile Merve Allah'ın şeâirindendir (nişanelerindendir). Onun için kim hac ya da umre niye¬tiyle Beyt'i ziyaret ederse, bu ikisini tavaf etmesinde ona bir günah yoktur." Bu yüzden ben Safa ile Merve'yi tavaf etmemekten dolayı kimsenin günahkâr ola¬cağını sanmıyorum diyerek sorusunu yöneltmiştir.

Hz. Aişe (ra) ise, yeğenine şöyle cevap vermiştir:

Hayır asla! Şayet âyetin hükmü senin dediğin gibi olsaydı, âyet "onları tavaf etmemesinde bir günah yoktur" şeklinde olurdu. Oysa ayette "onları tavaf etmesinde bir günah yoktur" denilmektedir. Ancak bu âyet, Ensâr hakkında nazil olmuştur. Müslüman olmadan önce onlar Menât adlı putu tavaf ederdi. Safa ile Merve arasında tavaf etmekten de bu sebep¬le rahatsızlık ve sıkıntı duyuyorlardı. İslâmiyet gelince bu durumu Resûlullah'a sordular. Bunun üzerine Allah Teâlâ bu âyeti inzal buyurdu."10

Görüldüğü gibi nüzûl sebebi dikkate alınmadan anlaşılması durumunda âyetin zâhiri, yani "ona bir günah yoktur" sözü, muhayyerliği, daha sarih bir deyişle Safa ve Merve'yi tavaf edip etmeme cevazını ifade etmektedir. Yani bu ifade Hz. Urve'nin anladığı gibi anlamayı tecviz etmekte, Safa ve Merve tavaf edilmese bile bunun günah olmayacağı ifade edilmektedir. Ancak âyetin iniş sebebi dikkate alındığında, bu ifadenin muhayyerlik getirmediği, aksine o dönemde sahip olunan bir düşünceye cevap verilerek tereddütleri ortadan kaldırdığı anlaşılmaktadır. Gerçekten de siyerin bize bildirdiğine göre cahiliye devrinde Safâ üzerinde "İsâf" adında bir put, Merve üzerinde de "Nâile" adında diğer bir put vardı. Cahiliye müşrikleri bu putlar arasında tavaf eder ve bunlara ellerini sürerlerdi. İslâm gelip putları kırdıktan sonra Müslümanlar, Safâ ile Merve arasında tavaf etmekten çekinmişler ve artık bu tavafın günah olacağını düşünmüşlerdir. Bunun üzerine bu âyet inmiş ve "Korkmayın, bunda günah yoktur, bilakis Safa ile Merve Allah'ın şiârlarındandır." denilerek bu tavafa devam etmeye Müslümanları teşvik etmiştir. Nitekim merhum müfessir Elmalılı'nın da dediği gibi hattâ bu teşvikin bir çeşit vücub ifade ettiği hadîslerle de açıklanmıştır.11

Esbâb-ı Nüzûlü Bilmek Hakîkî Maksadı Öğretir

Bilindiği gibi Bakara Sûresi'nin 195. âyeti وَلَا تُلْقُوا بِأَيْدِيكُمْ إِلَى التَّهْلُكَةِ "Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın." demekte ve âyetin bu cümlesi pek çok alanda sık sık atıf da almaktadır. Ne var ki bu âyet, Allah yolunda mallarını infak etmekten kaçınanlar ve dünyaya tamah edenler hakkında nazil olmuştur. Başka bir deyişle bu âyet, Allah yolunda harb ve çarpışmadan ve o uğurda mal harcamadan kaçınmanın bir tehlike olduğunu hatırlatmak için gelmiştir. Âyet içi siyak bütünlüğü bu mânâyı vermekle birlikte, Tirmizi ve Ebu Davud'da rivayet edilen sebeb-i nüzûl haberi daha da açıklayıcı bir zemin sunmaktadır. Bilindiği üzere Emeviler devrinde Abdurrahman b. Velid kumandasında bir İslâm ordusu, Kostantiniyye şehrine yani İstanbul'a gaza etmiştir. İstanbul'un mânevî önderi ve misafiri Ebû Eyyûb el-Ensarî Hazretleri de bu askerler arasındadır. O sırada Müslümanlardan bir zât, şehrin surları içinde emniyet ve güven içinde bulunan Rumlar üzerine açıktan hücum etmiş, bunu gören Müslümanlar: "Ne yapıyor bu adam, olmaz böyle şey sübhânallâh, (yukarıdaki âyete işaret ederek) kendi eliyle kendini tehlikeye atıyor." demişlerdi. Bunun üzerine Hz. Ebû Eyyûb el-Ensarî: "Ey Müslümanlar! Siz bu âyeti, yapılması gereken tevili dışında yorumladınız. Çünkü bu âyet biz Ensar topluluğu hakkında nazil olmuştur. Allah Teâlâ, Peygamberine yardım edip İslâmiyet'i galip ve muzaffer kıldığında biz artık mallarımızın başında durup onların ıslahı ile meşgul olalım, bu zamana kadar kaybolan mallarımızı yeniden kazanalım demiştik. Allah Teâlâ ise ‘Allah yolunda infak edin. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın.' âyetini indirdi. Âdeta bu âyetle Allah Teâlâ, insanların kendilerini elleriyle tehlikeye atmasını, mallarının başında durup onları çoğaltmakla uğraşarak cihadı terk etmek olarak izah buyurmuştur." Hz. Ebû Eyyûb el-Ensarî bunun üzerine hiç durmayıp Allah yolunda cihada girişmiş ve pîr-i fânî sayılan bir yaşta çıktığı bu seferde şehit düşüp İstanbul'da defnolunmuştur.12

Esbâb-ı Nüzûlü Bilmek Yanlış Anlayışa Mâni Olur

Bakara Sûresi'nin 189. âyetinde "Evlere arkalarından girmek üstün iyilik değildir. Asıl takvalı olanın yaptığı üstün iyiliktir. Siz evlere kapılarından girin." mânâsında وَلَيْسَ الْبِرُّ بِأَنْ تَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ ظُهُورِهَا وَلَكِنَّ الْبِرَّ مَنِ اتَّقَى وَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ أَبْوَابِهَا buyrulmaktadır. Âyetin iniş sebebi bilinmeden evlere arkalarından girmenin ne demek olduğu bazı insanlar için anlaşılmaz görünebilir, hattâ bunun mecazî bir deyim olduğu düşünebilir. Oysa bu âyet, Kureyş dışındaki Ensar ve diğer Arap kabilelerin ihramdayken evlere kapılarından girmeyi günah saymaları, bu yüzden de evlere arkalarından açtıkları deliklerden girip çıkmaları, böyle yapmayanları da ayıplamaları üzerine nazil olmuştur. Ayrıca âyet, böyle riyakâr davranışların gerçek iyilik olamayacağı, ancak takvalı davranışların iyilik olabileceği mesajını da vermiştir.13

8. Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzûl, II. Bsk., Beyrut 1991, s. 190.

9. Bkz. Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ, Mekke 1994, VIII, 315, hadis no: 17293 ; Şatıbî, el-Muvâfakât fî Usûli'ş-Şerîa, II. Bsk., Beyrut 1975, III, 349.

10. Bkz. Mâlik b. Enes, el-Muvatta', Hac, Bâbu Câmii's-Sa'y, thk. Muhammed Mustafa el-A'zamî, 2004, Müessesetü Zâyid b. Sultân, III, 546, hadis no: 1381 ; Vâhidî, 24.

11. Bkz. Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Eser Neşr., I, 555-556.

12. Vâhidî, 30-31.

13. Vâhidî, 37.


SAAT: 08:58

vBulletin® Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2024 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306