Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > .::MEDİNEWEB DİN HİZMETLERİ ALAN BİLGİSİ SINAVLARI-(DHBT).::. > DHBT-2-Sınav Konuları > Tefsir Dersi

Konu Kimliği: Konu Sahibi Medineweb,Açılış Tarihi:  26Haziran 2014 (20:00), Konuya Son Cevap : 10 Ekim 2018 (19:01). Konuya 5 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 26Haziran 2014, 20:00   Mesaj No:1
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:339
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Tefsir usûlünün temel kaynakları

Tefsir usûlünün temel kaynakları

I.Kavramlar

A.Tefsir

Tefsir kelimesi ڧسرve taklip tarikiyle سڧرkökünden gelen tef’îl vezninde bir masdardır.
İki kelimede anlam bakımından benzerlikler taşır (ortaya çıkarma anlamı)
Sözlükte: bir şeyi açıklamak, ortaya çıkarmak ve üzeri örtülü birşeyi açmak manalarına gelir.
Tefsir kelimesi, bir lafızdan kastedilen anlamı ortaya çıkarmaktır. Kur’an’la ilgili olduğunda Kur’an lafızlarındaki murad-ı ilahîyi ortaya koymak demektir.
Ashab döneminde tefsir lafzı Allah ve Hz. Peygamber’in beyanları için söz konusu iken daha sonraları sahâbe açıklamalarını da içine almaya başladı.
Çünkü onlar Kur’ân’ın inişine şahit olmuşlar, hükümlerle sebepler arasındaki münasebeti iyi kavramışlardı.



B.Usûl

Asl kelimesinin çoğuludur.
Sözlükte: temel, esas, dayanak ve kök manasına gelir ayrıca kâide ve delil anlamlarıda vardır.
Terim olarak: hükmü tek başına sabit olup, başkasının kendi üzerine bina edildiği şey
Usûl= herhangi bir ilim dalıyla alakalı bilgilerin sistemli bir şekilde yerleştirilmesinde kullanılan belli esas ve metodlar
Tefsir usûlu bir ilim olarak Kur’ân’ın anlaşılması ve yorumlanması bağlamında bir takım temel ilke ve yöntemler ortaya koymakta ve bunların nasıl kullanılması gerektiği noktasında bilgiler vermektedir.



C.Tefsir usûlünün gayesi

Kur’ân âyetlerini çeşitli yönleriyle ele alıp incelemek
Kur’ân’ın anlaşılmasına yardımcı olmak





özetler muhsin demirci tefsir usulü kitabından alıntıdır
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi Medineweb 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Medinewebli önlisans İlahiyat 1.sınıf öğrencileri... İlahiyat Öğrencileri İçin Genel Paylaşımlar nurşen35 87 29521 23 Mayıs 2015 20:53
Gülmek isteyenler tıklasın :))) Videolar/Slaytlar Kara Kartal 3 3913 10 Mayıs 2015 15:16
Cumartesi Anneleri’nin ahı/Can Dündar İslami Haberler Medineweb 0 2575 10 Mayıs 2015 15:13
Ayın Üyesi ''zeynepnm'' Ayın Üyesi 9Esra 13 8258 30 Nisan 2015 13:29
Müzemmil suresi bize ne anlatıyor Tefsir Çalışmaları Medineweb 0 3081 19 Nisan 2015 14:45

Alt 10 Ekim 2018, 18:58   Mesaj No:2
Medineweb Emekdarı
nurşen35 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:nurşen35 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 38944
Üyelik T.: 09 Şubat 2014
Arkadaşları:61
Cinsiyet:Bayan
Mesaj: 9.476
Konular: 1144
Beğenildi:4415
Beğendi:3686
Takdirleri:14203
Takdir Et:
Standart

Tefsir usûlünün temel kaynakları
I.Kavramlar
A.Tefsir
Tefsir kelimesi ڧسرve taklip tarikiyle سڧرkökünden gelen tef’îl vezninde bir masdardır.
İki kelimede anlam bakımından benzerlikler taşır (ortaya çıkarma anlamı)
Sözlükte: bir şeyi açıklamak, ortaya çıkarmak ve üzeri örtülü birşeyi açmak manalarına gelir.
Tefsir kelimesi, bir lafızdan kastedilen anlamı ortaya çıkarmaktır. Kur’an’la ilgili olduğunda Kur’an lafızlarındaki murad-ı ilahîyi ortaya koymak demektir.
Ashab döneminde tefsir lafzı Allah ve Hz. Peygamber’in beyanları için söz konusu iken daha sonraları sahâbe açıklamalarını da içine almaya başladı.
Çünkü onlar Kur’ân’ın inişine şahit olmuşlar, hükümlerle sebepler arasındaki münasebeti iyi kavramışlardı.
B.Usûl
Asl kelimesinin çoğuludur.
Sözlükte: temel, esas, dayanak ve kök manasına gelir ayrıca kâide ve delil anlamlarıda vardır.
Terim olarak: hükmü tek başına sabit olup, başkasının kendi üzerine bina edildiği şey
Usûl= herhangi bir ilim dalıyla alakalı bilgilerin sistemli bir şekilde yerleştirilmesinde kullanılan belli esas ve metodlar
Tefsir usûlu bir ilim olarak Kur’ân’ın anlaşılması ve yorumlanması bağlamında bir takım temel ilke ve yöntemler ortaya koymakta ve bunların nasıl kullanılması gerektiği noktasında bilgiler vermektedir.
C.Tefsir usûlünün gayesi
Kur’ân âyetlerini çeşitli yönleriyle ele alıp incelemek
Kur’ân’ın anlaşılmasına yardımcı olmak
II.Tefsir usulü kaynakları
Bedreddin ez-Zerkeşi (794/1392), el-Burhan fi Ulumi’l-Kur’ân
Muhyiddin el-Kâfiyecî (879/1478), et-Teysîr fî Kavâidi İlmi’t-Tefsîr
Celalüddîn es-Suyûtî (911/1506), el-İtkān fî Ulûmi’l-Kur’ân
Şah Veliyyullâh ed-Dihlevî (1176/1764), el-Fevzü’l-Kebîr fi Usûli’t-Tefsîr
Muhammed Abdülazîm ez-Zürkānî (1367/1948), Menâhilu’l-İrfân fi Ulûmi’l-Kur’ân
Subhî es-Salih (1986), Mebâhis fi Ulûmi’l-Kur’ân
Mennâ el-Kattân, Mebâhis fi Ulûmi’l-Kur’ân
Muhammed Ali es-Sâbûnî, et-Tibyân fi Ulûmi’l-Kur’ân





Birinci bölüm: Kur’ân’ın metinleşme süreci
I.Genel olarak vahiy
Vahiy iki varlık arasında vuku bulan bir olaydır.
Kendisine iletilen yani peygamber açısından sübjektif bir tecrübe olmakla birlikte, insanlara iletildiği andan itibaren objektifleşen, umûmîleşen bir olgu halini almaktadır.
Vahyin özelliği: bütün insanlara karşı eşit mesafede olması
İnsanlara inanıp inanmama hürriyeti verilmiştir => istediği gibi kullanmada kapasite ve yetenekte
A.Vahyin tanımı
Vahyin kurumsallaşmış kısmı:
Allah Teâlâ’nın peygamberleri aracılığıyla insanlara mesaj iletmesi şeklinde telakki edilmiştir.
Vahyin genel boyutu:
Yüce Allah’ın bütün varlıklara, yaratılış düzenine uygun hareket tarzlarını belirlemesidir.
وحيfiilinin masdarı olan vahiy lafzı:
Sözlükte: gizli ve süratli bir şekilde bildirmek, ilhâm etmek, imâ ve işaret etmek, fısıldamak, emretmek, telkin etmek, yazmak ve vesvese vermek gibi manalara gelmektedir.
Kavram olarak: Yüce Allah’ın genel olarak varlıklara hareket tarzlarını bildirmesi, özel olarak da insanlara ulaştırmak istediği ilâhî emir, yasak ve haberlerin tümünü vasıtalı veya vasıtasız bir tarzda, gizli ve süratli bir yolla peygamberlerine iletmesi.
Vahyin başlangıç noktasında Allah, bitiş noktansında ise varlıklar (insanlar) bulunmaktadır.
B.Vahyin mahiyeti
Vahyin mâhiyetini kavrayabilmek, onun iç yüzünü yani ne olup ne olmadığını bilmekle mümkündür.
Vahiy 4 varlık münasebetli bir olgu ve tek yönlü bir iletişimden ibarettir.
4 varlık: Allah, aracı melek, peygamber ve insan
Allah→melek ve melek →peygamber: vahyi ilk alan ve peygambere ulaştıran melektir
Tek yönlü iletişim (Allah → melek → peygamber →insan)
Vahyi getiren melekle peygamber arasında meydana gelen iletişimde 2 ortak nokta vardır:
Aynı işaret ve anlaşma sisteminin kullanılması:
Yani lîsânî bir konuşma olması ve kullanılan dilin her iki tarafın anlayabileceği ortak bir dil olması gerekmektedir.

Her peygambere kendi dilinde vahyedilmiştir: Tevrât İbrânice, İncil Ârâmice ve Kur’ân Arapça
Vahiy esnasında konuşan ve dinleyen zâtın aynı kategoriye mensup, aynı düzeyde varlıklar olması lazımdır.
Hz. Peygamber vahiy alma anında beşerî özelliklerinin ve irâdesinin dışına çıkarak tamamen ilâhî irâdenin yönetimine giriyor ve aracı meleğin getirdiği vahyi, manevî yönden onunla aynı seviyeye geldikten sonra alıyordu. → yalnız vasıtalı vahiy için geçerli
Vasıtasız vahiyde Hz. Peygamber’in kalbine bir şekilde ilkâ edilen vahiydir.
Vahyin mahiyeti: iletişimin çok gizli ve son derece süratli bir şekilde gerçekleşmiş olmasıdır.
C.Vahyin geliş şekilleri
Kur’ân-ı Kerim Allah Teâlâ’nın insanla iletişim kurmasının ancak üç yolla mümkün olduğunu haber vermektedir
İlki:(Şûrâ 42/51): “Allah bir insan ile ancak vahiy suretiyle veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderir de izniyle dilediğini vahyeder. Doğrusu O, pek yücedir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir.”
Bu âyette Yüce Allah’ın beşer ile iletişim kurma yollarının ilki “vahiy” sözüyle ifade edilmiştir. Burada vahiy, Allah’ın doğrudan doğruya çok süratli ve gizli bir tarzda bilgi aktarması ve birden bire kalbe ilkâ etmesi yani ilhâm anlamındadır.
İkincisi:Perde arkasından gerçekleşen konuşma. Sözlü bir konuşmadan ibarettir. Bu konuşma şeklinde dinleyen konuşanı göremez, sadece yakın biryerden hitap eden gizli bir varlığın mevcut olduğunu anlar.
Özellik: doğrudan doğruya kalbe ilkâ edilmiş olması
Üçüncüsü: Elçi gönderme. Allah’tan melek vasıtasıyla indirilmiş olan vahiydir. 2 şekilde gerçekleşir:
Vahiy elçisinin melekiyetten beşeriyete intikal etmesi
Hz. Peygamber’in beşeriyetten melekiyete geçişiyle gerçekleşmiştir. En zor olanıda budur.
1.Vasıtalı vahiy
Allah’ın dilediği vahiy muhtevalarını aracı melek vasıtasıyla peygamberlerine bildirmesidir. = el-vahyu’l-celî/açık vahiy. 2 ayrı şekilde meydana gelmiştir:

a.Melek aracılığıyla yapılan vahiy
Bu tür vahyi melek Cebrâil’in hem kendi sûretinde hem de insan kılığına girerek getirdiği zikredilir. (Kur’ân’a gore 2 defa: Hira mağarasında ve Necm 53/5-12 kitap sayfa 60)
Buhârî ve Müslim’in kaydettiğine gore Hz. Peygamber’e insan sûretinde vahiy getirmesi de bir defa gerçekleşmiştir.
Hz. Peygamber hem konuşulanı işitiyor hem de konuşanı görüyordu = Cibrîl hadîsi. Böyle hadis geldiğinde ya Dıhye el-Kelbî ya da tanınmayan bir şahıs sûretinde geldiği nakledilmektedir.
b.Ses aracılığıyla alınan vahiy
Vahyin Hz. Peygamber’e çıngırak veya zil sesine benzer bir sesle verildiğide ifade edilmektedir. Resûllullah (sav)’in vahiy alırken en fazla sıkıntı çektiği tarz da buydu.
Kısa bir süre de olsa beşerî özelliklerden soyutlanıp melekiyet âlemine yükseltiliyordu.
2.Vasıtasız vahiy
a.Sâdık rüyalar
Hz. Âişe (ra)’den rivâyet edilen: “Resûlullah (sav)’ın ilk vahiy alması, uykuda gördüğü sâdık rüyalarla başlamıştır.”

Henüz kendisine nübüvvet verilmeden önce bir takım hâdiseler Hz. Peygamber’e sâdık rüyalar vasıtasıyla gösteriliyor; sonra da onlar rüyada gösterildiği şekilde tecelli ediyordu.
Yani vahyin bu şeklinde hiçbir Kur’ân metni indirilmiş değildi, böylece Alak sûresinin ilk 5 âyeti ile çelişki yoktur.
Vahye hazırlık dönemi olarak düşünülebilir.
b.Nebevî ilham
İlhâm= herhangi bir bilginin tefekkür ve istidlâl yoluna başvurmaksızın kalbe doğması.
İlhâm hem peygamberler hem de bazı insanlar (veliler) için söz konusudur.
Nebevî ilhâm = peygamberlere isnâd edilen ilhâm, Allah’tan vasıtasız şekilde buyruk almak
Örnekler:
Hz. Peygamber’in uyanık bulunduğu bir esnada kalbine melek tarafından üflenen vahiy.
Hz. Peygamber’in kalbine bir nûrun tecelli etmesi ve bu sayede kendisine vahyedilen hükmün açık bir şekilde anlaşılması
c.Perde arkasından konuşmak
Hz. Peygamber’in kendisine hitap eden O Yüce Varlığı görmeden yalnızca konuşmasını dinlediği sözlü bir iletişiden ibarettir.
Sadece Hz. Musâ ve Hz. Muhammed (sav)’e mahsustur.
Perde arkasından gerçekleşen vahiy olayında Allah Resûlü’ne 5 vakit namaz ve Bakara Sûresi’nin son 2 âyetinin verildiği ifade edilir.
__________________
O (cc)’NA SIĞINMAK AYRICALIKTIR
Alıntı ile Cevapla
Alt 10 Ekim 2018, 18:59   Mesaj No:3
Medineweb Emekdarı
nurşen35 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:nurşen35 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 38944
Üyelik T.: 09 Şubat 2014
Arkadaşları:61
Cinsiyet:Bayan
Mesaj: 9.476
Konular: 1144
Beğenildi:4415
Beğendi:3686
Takdirleri:14203
Takdir Et:
Standart

II.Kur’ân vahyi
Neden vahiy?:
Yaratıcılarını (Allah’ı) insanlara bildirip onları küfürden ve şirkten kurtarmak için.
İnsanların “Haberimiz yoktu” şeklinde mazeretleri kalmasın diye.
İnsanların kendi aralarında daha adil hükmetmeleri için.
Kur’ân Yüce Allah tarafından aracı bir melek vasıtasıyla Hz. Peygamber’e gönderilen ilâhî bir kitap olduğu ve Peygamber’in de 23 senelik bir süre içerisinde kendisine vahyedilen Kur’ân öğretilerini Allah’tan gelen şekliyle insanlara ulaştırmaktır.


B.Kur’ân lafzının lügat ve terim anlamı
1.Lügat anlamı
Önce Kur’ân lafzının hangi kökten türediğini bilmek gerek.

Eş-Şâfii {ö.204-819} ve ona tâbi olanlara göre Kur’ân lafzı ne “kırâat” mastarından ne de başka herhangi bir kökten türemiştir. Eğer bu kelime kırâat masdarından türemiş olsaydı o takdirde her okunan şeye Kur’ân denilmesi gerekirdi. Halbuki Kur’ân, Tevrât ve İncil gibi Allah’ın kelamına verilen özel bir isimdir.


Kur’ân lafzının bir kökten türediğini savunanlar da kendi aralarında ittifak etmiş değillerdir. Bazıları bu kelimenin hemzesiz bazıları da hemzeli olduğunu kabul etmektedirler. Hemzesiz olduğunu ileri sürenlere göre Kur’ân lafzı قرينةkelimesinin çoğulu olan قراٲنdan türemiştir. Karîne “delil” ve “burhân” gibi manalar ifade etmektedir. Kur’ân âyetleri muhtevâ, nazm, vezn, fâsıla ve âhenk yönünden birbirine benzemekte ve birbirine delil olmaktadır. Ancak قراٲنkelimesindeki hemze, kelimenin aslından olmayıp قرينةkökünde bulunan “ي”nın yerine gelmiştir,”ن” harfi ise kelimenin aslındandır. Bu görüş Ebu Zekeriya Yahya b. Ziyad el-ferra [öl 207-822] ‘ya isnâ edilmektedir.


Kur’ân’ın hemzesiz bir kökten türediğini ileri süren Ebu’l-hasan el-Eşarî [öl 324-936]’ye göre de Kur’ân lafzı,bir şeyi diğerine yaklaştırmak ve bitiştirmek manasına gelen قرنfiilinden türemiştir. Çünkü Kur’ân’da yer alan sûre ve âyetler birbirine bitişiktir. Bu yüzdendir ki, ona Kur’ân ismi verilmiştir. Hac ile umreyi bitiştirmeğe de bu mana da “kırân”denilmektedir.


Kur’ân lafzının hemzeli bir kökten türediğini savunanlara göre toplamak manasına gelen القرءmastardan türemiş “ڧعلان”vezninden bir sıfattır. Bu görüşü ileri sürenler Katâde [öl 118-736], Ebû Ubeyd el-Kâsım b. Sellam[öl 224-839] ve ez-Zeccâc [öl 311-923]’dır.


Ebu’l-Hasen Ali b. Hâzım el-Lihyânî {öl.215-830}Kur’ân lafzı “okudu” manasını ifade eden قرٲfiilinden türemiş “ڧعلان” vezninde bir masdardır; ama ism-i mef’ûl manasında kullanılmaktadır.
En çok taraftar toplayan görüştür
Bir başka görüş: Kur’ân lafzı, “dışarı çıkarıp attı” anlamına gelen قرٲfiilinden gelmektedir. Kur’ân okuyan kimsede kırâat esnasında kelime ve harfleri ağzından dışarı çıkardığı için, onun yaptığı işe de kırâat denilmektedir.
2.Terim anlamı
Hz. Peygamber {sav}’e vahiy yoluyla indirilip Mushaflara yazılan, tevâtüren nakledilen ve okunmasıyla ibadet edilen mûciz bir kelamdır.

“Hz. Peygamber [sav]’e indirildiği”: diğer semâvî kitapları ve Resûlullah’ın hadislerini dışarıda bırakmakta
“vahiy yoluyla gelmiş olması”:onun ilâhî kaynaklı olduğunu beyân etmektedir.
“mushaflara yazılan”: Kur’ân’dan olmayan hiçbir kelâm ve kelimenin Kur’ân’a girmemesi.
“tevâtüren nakli”:hem lafız hem de mana itibariyle mütevâtir derecesine ulaşmayan kırâatların Kur’ân’dan sayılmayacağı
“okunmasıyla ibâdet edilen”:meâli, tefsiri veya mütevâtir olarak nakledilen kudsî hadîslerle ibâdet edilmez. Manaları Hz. Peygamber’den olduğu için Kur’ân değildir.


B.Kur’ân’ın nüzûlü
Vahiy: yeni gelişmelere paralel olarak fert ve topluma yol göstermeyi hedeflemektedir. Amacı: insanları Allah’ın irâdesi doğrultusunda ıslah etmektedir.
Bunun için toptan değil tedrici bir tarzda inzâl edilmiştir.
1.Kur’ân’ın Cebrâil’e intikali
Vahyin aracı melek Cebrâil’e intikali konusunda 3 ayrı görüş:

Cebrâil vahyi Levh-i mahfuz’dan almıştır
Bazı görevli melekler tarafından yirmi gecede Cebrâil’e intikal ettirilmiştir
Kur’ân’I Cebrâil bizzat Allah’tan semâen yani dinleyerek almıştır.
2.Kur’ân’ın Hz. Peygamber’e inzâli
Kadir gecesinde indirilmeye başlandığı haber verilen Kur’ân vahyinin inzâli konusunda 3 ayrı görüş:

Kur’ân vahyi önce Levh-i mahfuz’dan bir bütün olarak “Beytü’l-izzet”’e yani dünya semâsına, oradan da çeşitli zaman aralıklarıyla 23 yılda Hz. Peygamber’e nâzil olmuştur.


Kur’ân bütün olarak değil, ama yüce Allah’ın periyodik olarak yani bir sene içerisinde inişini takdir etmiş olduğu miktarlar şeklinde 23 Kadir gecesinde dünya semâsına indirilmiş oradan da tedrîcî bir tarzda Hz. Peygamber’e inzâl edilmiştir.


Kur’ân, Kadir gecesinde başlayarak 23 seneye yakın bir süre içerisinde meydana gelen hâdiselere göre değişik zamanlarda doğrudan Hz. Muhammed’e indirilmiştir.


Ez-Zerkeşî en isabetli görüşün ilk görüş olduğunu beyân ediyor.

Kur’ân 23 senelik bir süre içerisinde meydana gelen hâdiselere ışık tutmak için tamamen ilâhî bir program dahilinde peyderpey indirilmiş mûcize bir kitaptır.

Kur’ân hem anlam hem de lafız olarak Allah’tan gelmiştir.

a.Kur’ân vahyinin başlangıcı
İlk defa Ramazan ayında ve Kadir gecesinde inmeye başladığı şeklidir.

Hz. Âişe {ra} rivayeti. O şöyle demektedir. “Allah’ın elçisine ilk defa vahiy, sâdık rüya yoluyla gelmeye başlamıştır. Onun her gördüğü rüya sabah aydınlığı gibi çıkardı. Sonra kendisine yalnızlık sevdirildi. Artık o Hira mağarasında ibadet ediyor, yalnız azık almak için evine geliyor ve tekrar aynı mağaraya dönüyordu. Allah Resûlü {sav}’nün mağarada bulunduğu bir esnada ona vahiy meleği gelip “oku” dedi o da “ben okuma bilme” cevabını verdi. Resûlullah buyurdu ki. “o zaman melek beni tuttu, tâkatım kesilinceye kadar sıktı, sonra bırakıp tekrar “oku” dedi. Ben de: “okuma bilmem” dedim. İkinci kez beni tuttu, tâkatım kesilinceye kadar sıktı ve bıraktı, yine bana “oku” dedi. Bende “okuma bilmem” dedim, yine beni tuttu 3cü defa sıktı ve bıraktı sonra bana “Yaratan Rabbin adıyla oku,O insanı aşılanmış bir yumurtadan yarattı. O keremi sonsuz Rabbin adıyla oku. O kalemle öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti dedi”. Böylece Allah’ın Resûlü {sav} kendisine vahyedilen bu âyetlerin dehşetinden titreye titreye hanımı Hz. Hatice’nin yanına geldi ve “beni örtün” dedi. Korkusu geçince Hz. Hatice’ye anlattı başından geçen olayları ve “başıma bir şey gelmesinden korkuyorum dedi”Hz. Hatice korkma Allah seni asla utandırmaz….” Dedi.

sayfa: 74

b.Kur’ân vahyinde tedricilik
Kur’ân’ın tedrîcen indirilmesinde bir takım hikmetler söz konusudur:

Kur’ân’ın tedrîcen indirilişinde esas olan, vahyin yeni gelişmelere paralel olarak indirilmesidir. → meydana gelen problemlerin çözümü
Tedrîce konu olan Kur’ân vahyi ne nüzûl çağının muasırı olan toplumun örf, âdet, yaşayış, zihnî alışkanlık ve idrâk biçimlerinin; ne de onu tebliğ eden zâtın hayatının bir yansıması ve onlar tarafından yönlendirilmiş güdümlü bir vahiy muhtevasıdır. Kur’ân vahyi Allah’ın ezelî kelâmıdır, o olaylar olsada olmasada aynı konulu vahiy gelecektir.

Diğer özellik: Hükümlerde önem sırasının gözetilmiş olması, bu asıl hükümlerin önce tamamlayıcı ya da tâli derecedeki hükümlerin genellikle sonra indirilmesi şeklinde ifade edilebilir.
Kolaylık ve zorluk açısından da vahyin muhtevasında yer alan hükümlerde bir tedricilik söz konusudur. Göze çarpan husus: mükellefiyetlerde genel olarak kolaydan zora doğru bir seyrin izlenmiş olmasıdır.
Kur’ân’ın çeşitli zaman aralıklarıyla nâzil olması→İslâm hukukçuları açısından da büyük önem taşımaktadır. Her vahiy kendisine ihtiyaç duyulduğunda bir sebep veya olay üzerine o sorunu çözmek için geliyordu. Böylece hukukçulara sebeplerle olaylar arasında münasebet kurarak nasların manalarını anlama, yorumlama ve hüküm çıkarmada kolaylık sağlanmış oluyor.
__________________
O (cc)’NA SIĞINMAK AYRICALIKTIR
Alıntı ile Cevapla
Alt 10 Ekim 2018, 19:00   Mesaj No:4
Medineweb Emekdarı
nurşen35 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:nurşen35 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 38944
Üyelik T.: 09 Şubat 2014
Arkadaşları:61
Cinsiyet:Bayan
Mesaj: 9.476
Konular: 1144
Beğenildi:4415
Beğendi:3686
Takdirleri:14203
Takdir Et:
Standart

III.Kur’ân’ın metinleşmesiyle ilgili faaliyetler
A.Kur’ân’ın tespiti
Hz. Peygamber’in aslî görevi vahiy yoluyla gelen Allah’ın emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etmek, aynı zamanda gelecek kuşaklara da intikalini sağlamak amacıyla onları korunabilecek bir hale getirmekti. Bu yüzden Allah Resûlü, bir taraftan tebliğ vazifesini yerine getirirken diğer taraftan da sahâbileri, Kur’ân’ı okumaya ve ezberlemeye teşvik ediyordu.

→Ancak Hz. Peygamber nâzil olan Kur’ân vahyinin sadece ezberlenmesini yeterli bulmuyordu. Çünkü hâfıza daima unutkanlık illetiyle karşı karşıya olduğu için belli bir zaman sonra yanılma, unutma, karıştırma ve hata söz konusu olabilir.

Ezberle birlikte yazılmasınıda emrediyordu Hz. Peygamber.
1.Kur’ân’ın yazılması
Hz. Peygamber (sav) kendisine gelen Kur’ân vahyinin tamamını, her vahyin nâzil olmasının arkasından yazıyla tespit ettirmiştir. Bazı örnekler:

Hz. Ömer (ra)’ın Müslüman olma hâdisesinde kız kardeşinin elinde bulunan Tâhâ Sûresi’nin baş tarafındaki âyetlerin yazılı bulunduğu sayfa.
Hz. Osman: “Peygamber (sav)’e herhangi bir Kur’ân bölümü nâzil olduğunda kâtiplerinden birini çağırır ve ona: “ Bu âyetleri (yazıp), falan âyetleri içine alan sûreye koy” derdi.”
Abdullah b. Ömer: “Biz, üzerimizde Kur’ân nüshası taşıdığımızda düşman memleketlerine gitmekten menedilmiştik. Bunun sebebi, o nüshaların düşman eline geçme korkusu idi.”
Hz. Peygamber’in “Benden Kur’ân’ın dışında bir şey yazmayınız...” sözü de Kur’ân vahyinin yazıldığını gösteren delillerdendir.
→ Vahyin Mekke döneminde yazılmadığı konusunda en küçük bir tereddüt bile söz konusu değildir. Kesin olarak bilinmeyen vahyin Mekke’de ne zaman yazılmaya başlandığı hususudur.

→ Kur’ân’ı Kerim’in Mekke’de nâzil olmaya başladığı andan itibaren yazıya geçirildiğini söylemek mümkündür.

Hz. Peygamber ümmî olduğundan dolayı risâletinin başlangıcından itibaren okuma-yazma bilen sahâbilerden bazılarını vâhiy kâtibi olarak görevlendirmişti. Ne zaman vahiy gelse hemen birini çağırır yazdırırdı.

İlk vahiy kâtibi: Ubeyy b. Ka’b
Hz. Peygamber Ubeyy b. Ka’b’ı bulamadığı zamanlarda Zeyd b. Sâbit’i çağırıp ona yazdırmıştır.
Kâtip yazma işini bitirince Hz. Peygamber (sav) ona yazdığını yüksek sesle okumasını emrediyordu. Böylece herhangi bir yanlış veya noksan bulunursa, bunu hemen düzelttiriyordu. İstinsah işi bittikten sonra da mukâbele gören asıl nüsha, Resûlullah’a teslim edilip hâne-i saadette muhafaza ediliyordu.

Hz. Muhammed (sav)’in mevcut en uygun malzemeleri temin edip vahyi tamamlanan sûreleri ilk yazılı malzemelerden temize çektirmek suretiyle muhafaza ettirniştir.

2.Yazılan metnin muhafaza edilmesi
Bu konuda 2 ayrı yaklaşım mevcuttur:

Bir kısım İslâm bilgininin iddiasına göre vahiy kâtipleri tarafından yazılan her metin tashih edildikten sonra Hz. Peygamber’in evinde muhafaza ediliyordu. Çünkü Hz. Ebû Bekr Kur’ân’ın toplanması esnasında Resûlullah (sav)’ın evinde çok sayıda iplerle birbirine bağlı olan yazılı metin bulmuştu. Bu nüsha tam bir Kur’ân nüshası değildi, eğer öyle olsaydı Kur’ân’ı cem etme komisyonu kurulmazdı.
Diğer iddia ise vahiy kâtipleri tarafından kaydedilip sonrada istinsah edilen âyet metinleri bunları yazan kâtipler tarafından koruma altına alınmıştır. Çünkü bu durum vahiy kâtiplerinin yazdıkları asıl metinlerden kopyalama yoluyla nüsha çıkarmak isteyen sahâbîler için de daha pratik bir yol olarak görünüyordu.
2 yaklaşım arasında değerlendirme:

Yazılan nüshalar eğer Hz. Peygamber’in evinde muhafaza edilmiş olsaydı Hz. Ebû Bekr’in derleme esnasında Kur’ân’ın tamamını bulmuş olması gerekirdi.

Kısaca Kur’ân nüshaları istinsahtaki pratiklik açısından vahiy kâtiplerinin muhafaza ettiğini ileri sürerek, Allah’ın Resûlü (sav)’nün evinde bulunan nüshayı kendi şahsî nüshası olduğunu söylemek daha isabetli bir yaklaşım olarak görünmektedir.

3.Kur’ân metninin mushaf haline getirilmemesi
Allah Resûlü hayatta iken Kur’ânı Mushaf haline getirmemiştir.

Hz. Ebû Bekr zamanında Kur’ân’ın bir araya toplanması ve Hz. Osman devrinde de istinsah edilmesi hep bir ihtiyaç sonucu olmuştur. Resûlullah {sav} devrinde böyle bir ihtiyaç ortaya çıkmamıştır. Çünkü “emînu’l-vahy” yani vahyin güvencesi olan zât hayatta idi, bu yüzden de Kur’ân’ın herhangi bir şekilde zarar görmesi ve kaybolma endişesi söz konusu değildi.
Son nâzil olan âyet ile Hz. Peygamber’in vefatı arasında geçen süre bir rivâyete göre 81 gün, çoğunluğun kanaatine göre de 9 gecedir. İki sürede Kur’ân’ın toplanmasına yetmeyeceği ortadadır. Zeyd b. Sabit dağınık kuran metinlerini ancak 1 yılda toplayabilmiştir.
Kur’ân’ın tamamı bir defada inmeyip çeşitli vesileler üzerine değişik zamanlarda nâzil oluyordu. Vahyin devam ederken Kur’ân’ı derlemek yani iki kapak arasında toplamak söz konusu olamazdı.
Bazı âlimler de bu meseleyi nesih olayı ile irtibatlandırmaktadırlar. Kur’ân bir cilt haline getirilseydi nesih olayı devam ettiği için bazı karışıklıklar meydana gelebilirdi. Böyle bir karışıklığa yol açmamak için nesih sonuna erinceye kadar Kur’ân bir araya cem edilmedi.
B.Kur’ân’ın derlenmesi (cem’)
Resûlullah [sav] her gelen vahiy metnini kâtiplerine kaydettirmiş, sonra da ashabına okumuş ve okutmuştu. Hz. Peygamber devrinde Kur’an’ı kitâbeten derleme mümkün olmamışsada, tilâveten derleme tam ve mükemmel bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Kur’ân’ın kitâbeten derlenmesi Peygamberin vefatından sonra halifeliğe seçilen Hz. Ebû Bekr devrinde yapılmıştır.

1.Derlemeyi gerektiren sebepler
Hz. Muhammed (sav)’in vefatından sonra gelen halifenin dağınık olan Kur’ân’ı Kerim’i iki kitap arasında derleyip bir Mushaf haline getirme mecburiyeti vardı. Çünkü vahyin teminati olan Hz. Peygamber yoktu artık.


Kur’ân’ın bazı parçaları çok az kimsede yazılı olarak bulunduğundan dolayı bunlar çok geçmeden kaybolabilirdi.


Resmî bir mushafın olmaması.


Hz. Ebû Bekr zamanında yapılan Yemâme savaşında birçok kurrâ sahâbinin şehit edilmesi.
Âyetlerin kaybolma tehlikesini sahâbe arasında ilk sezen Hz. Ömer olmuştu. Hiç vakit kaybetmeden Hz. Ebû Bekr’e giderek endişesini dile getirip ona Kur’ân’I derlemesini teklif etti. Hz. Ebû Bekr’in tereddütleri vardı: insanların Kur’ân’ı ezberlemede gevşeklik gösterebilecekleri endişesi ve Hz. Peygamber’in yapmadığı bir işi yapmaktan çekinme kaygısı.

2.Derlenme görevinin Zeyd b. Sâbit’e verilmesi
Kur’ân Hz. Peygamber zamanında sahifelere ya da sahife yerine geçen bir takım malzemelere yazılmıştı, fakat dağınık bir halde bulunuyordu.
Hz. Osman halife olunca, kıraât ihtilâflarından korktu ve neticede daha once cem edilmiş olan Mushaf’ın çoğaltılmasını emretti.
Kur’ân’ı derleme işinin Zeyd’e verilmesi:

Zeyd’in Hz. Peygamber tarafından özel olarak görevlendirilen vahiy kâtiplerinden olması.
Zekâsıyla sahâbiler arasında temayüz etmiş bulunması.
Zeyd’in, Resûlullah [sav] daha hayatta iken Kur’ân’ın tamamını ezberlemesi ve çok düzgün bir şekilde okuması.
Arza-i ahîrede yani Hz. Peygamber’in Kur’ân’ı baştan sona Cebrâil’e 2 defa okuduğu mecliste hazır bulunmuş olması.
Genç olması dolayısıyla kendisinden istenileni daha rahat bir şekilde yapabilecek donanıma sahip bulunması.
Herhangi bir şeyle itham edilmesi dolayısıyla bütün insanların ona güven duyması.
3.Derlemede takip edilen yöntem
Bu konuda son derece sağlam ve hassas bir yol izlenmiştir.

Kur’ân’ı derleme işinde hem Hz. Peygamber (sav)’in huzurunda yazılana hem de insanların ezberlerinde bulunanlara birlikte itibar edilmiştir.
Metinlerin kabul edilmesi için Hz. Peygamber’in huzurunda yazıldığına şahitlik edecek 2 şahit istenmiştir. (Huzeyme b. Sâbit’in getirdiği metinlerde şahit istenmemiştir, çünkü o zü’ş-şehâdeteyn = şahitliği 2 kişinin şahitliğine denk) daha geniş bilgi sayfa 92....
→ Bu metodun sebebi ortaya çıkma ihtimali bulunan herhangi bir şüpheye hiçbir şekilde imkân vermemekti.

Zeyd b. Sâbit, Hz. Ömer ve Hz. Ebû Bekr gibi büyük sahâbilerden bazılarının da yardımlarıyla ancak bir yılın sonunda Kur’ân’ı derleyebilmişti.

4.Derlenen Mushaf’ın özellikleri
Kur’ân’ı dağınık görüntüden kurtarmak hem de istifadeyi kolaylaştırmak amacıyla Zeyd, söz konusu Kur’ân bölümlerini deri üzerine yazdırarak yeni bir nüsha meydana getirdi. Bu nüshanın özellikleri:

Derleme işi, en sağlam ilmî usûllerle gerçekleştirilmiştir.
Tilâveti mensuh olan âyetler Kur’ân metnine alınmamıştır .
Söz konusu nüsha içinde yer alan âyetlerin tevâtür yoluyla bize intikal etmiş olduğunda ümmetin icmâı vardır.
Derlenen Mushaf yedi harfi içermektedir.
Zeyd b. Sâbit tarafından yazdırılan bu Kur’ân’a Abdullah b. Mes’ûd’un teklifiyle “Mushaf” ismi verilmiştir.
Bu nüshayı halifelik müddeti boyunca Hz. Ebû Bekr’in onun vefatından sonra da Hz. Ömer’in yanında muhafaza altına almıştır. Hz. Ömer’in vefatından sonrada kızı Hafsa’ya teslim edilmiştir.

Hz. Osman’ın zamanında çoğaltılma meselesi gündeme gelince Hz. Hafsadan ödünç alınarak istinsahın ardından iade edilmiştir.

Mushaf Hafsanın ardından Medine valisi tarafından Abdullah b. Ömer’den alınarak Hz. Osman’ın çoğalttırdığı mushaflar arasında ihtilaf olmasın diye o nüshayı yakmıştır.

→ Bunun nedeni ise Hz. Ebû Bekr zamanında cem edilen Mushaf’ın yedi harf’i ihtiva edip çoğaltma esnasında “arza-i ahîre” itibariyle tek bir harf üzerine yazılmasından dolayı çıkabilecek ihtilafları önlemekti.

Hz. Ebû Bekr okumada kolaylık sağlayacağı ümidiyle olsa gerek ki, söz konusu ruhsatı esas alarak, Kur’ân’ı yedi harf üzere cem ettirmiş, fakat Hz. Osman da kendi döneminde ortaya çıkan kıraât ihtilaflarını önlemek maksadıyla Kur’ân’ın yedi harften birine göre çoğaltılmasını kararlaştırmıştır.

C. Kur’ân’ın çoğaltılması (istinsâh)
Kur’ân’ın ilâhîlik vasfını korumak amacıyla girişilen beşerî faaliyetlerin en önemlilerinden biri de, onun çoğaltılmasıdır. Hz. Ömer’in vefatından 3 gün sonra halife olarak kendisine biat edilip,10 seneyi aşkın bir süre bu görevde kalan Hz. Osman’ın devlet başkanlığı esnasında yapmış olduğu hizmetlerin en büyüğüdür.

1.Çoğaltmayı gerektiren sebepler
Hz. Ebû Bekr zamanında Kur’ân’ın cem işinden sonra, Hz. Ömer’in hilafet müddeti boyunca Kur’ân’a yönelik herhangi bir faaliyet içersine girilmemiştir. Hz. Osman’ın hilafetinin ilk yıllarında ise Mushaftan birkaç nüshanın çoğaltılması zarureti meydana gelmiştir.

O dönemde hem Medine hem de Medine dışında bir takım kıraât ihtilafları zuhûr etmişti. İhtilaflar öyle bir boyut kazanmıştıki savaşa kadar gidilirdi.
Bunun üzerine Hz. Osman, Hz. Hafsadan Kur’ân nüshasını alarak çoğalttırdı ve İslâm ülkelerine dağıttırdı. Diğer kıraâtler üzerine yazılan nüshalarında yakılmasını emretti.



Müslümanları ihtilafa düşüren sebepler:

Kur’ân’ın yedi harf ile okunmasına ruhsat verilmiş olması ve bu ruhsatın bir uzantısı olarak Hz. Ebû Bekr zamanında derlenen Kur’ân’ın da aynı şekilde yedi harfi içermesi.
Bazı sahâbilerin husûsi Mushaflarına tefsîri mahiyette bir takım kelimeleri ilave etmiş olması.
2.Çoğalmada esas alınan prensipler
Hz. Osman, Kur’ân’ı çoğaltmak üzere kurmuş olduğu heyete, bazı prensipler doğrultusunda çalışmaları talimatını da vermişti:

Çoğaltmada, Hz. Ebû Bekr tarafından derlenen Mushaf esas alınacaktır.
Çoğaltılacak Kur’ân’lara son arzada takarrur etmiş yani Kur’âniyeti kesinleşmiş olan okuma tarzı yazılacaktır. Hz. Peygamber’in son arzada okumuş olduğu bir harf alınıp, altı harf terk edilecektir.
Tilâveti neshedilmiş yani lafızları yürürlükten kaldırılmış olan âyetler bu nüshalara kaydedilmeyecektir.
Eğer komisyon üyeleri arasında lehçe bakımından herhangi bir ihtilaf ortaya çıkarsa, Kureyş lehçesi esas alınacaktır.
Birkaç Kur’ân nüshası yazılacak muhtelif beldelere gönderilecek, daha önce yazılıp kıraâtı ve kitâbeti bu örnek nüshaya uymayan Mushaflar ya da sahifeler yakılarak imha edilecektir.
Sûreler yeniden tertip edilecektir, çünkü Hz. Ebû Bekr’in cem ettirmiş olduğu Mushafın her süre, içerdiği âyetler itibariyle bugün Müslümanların elinde bulunan Kur’ân’larla aynı tertiple olsa da sûre tertibi farklıydı. Bu yüzden Hz. Osman sûrelerin yeni bir tertibe tâbi tutulmasını da prensip olarak emretmişti.
Tefsir ve açıklama maksadıyla kaydedilen birtakım özel notlar bu Mushaflara yazılmayacaktır.
3.Çoğaltılma esnasında yapılan faaliyetler
Kur’ân’ın çoğaltılmasıyla ilgili faaliyetler tam 5 senede tamamlanmıştır.

7 tane nüsha yazılmıştır: birisi Medine, diğerleri ise Mekke, Kûfe, Basra, Şam, Yemen ve Bahreyne gönderilmiştir. Medinede ki nüshaya “İmam Mushaf”denilmektedir.



Hz. Osman aldığı kararlarında ferdî hareket etmeyip Müslümanların görüş ve düşüncelerine başvurmuş ve onlarla yapmış olduğu istişâre neticesinde kendi çoğalttırdığı nüshaların dışındaki Mushafların yakılması kararını almıştır.



Hz. Osman’ın o dönemdeki kıraât ihtilaflarını ortadan kaldırma noktasında yapmış olduğu önemli işlerden biri de çoğaltılan bu Kur’ân nüshalarını çeşitli İslâm merkezlerine göndermekle yetinmeyip, söz konusu Mushafların kıraât tarzlarını, o beldelerdeki insanlara öğretecek Kur’ân muallimlerini de göndermiş olmasıdır.

Beklenen sonuç: hem kıraât hem de kitâbette birlik
4.Çoğaltılan Mushaflardan günümüze ulaşanlar
İstinsah edilip İslâm merkezlerine gönderilen Mushaflardan 4 tanesi yangınlar, savaşlar veya benzeri olaylar sonucu yok olup gitmiştir.

Ancak bunlardan 3ü günümüze kadar gelebilmiştir. (Topkapı Sarayı, Taşkent ve Londra)
__________________
O (cc)’NA SIĞINMAK AYRICALIKTIR
Alıntı ile Cevapla
Alt 10 Ekim 2018, 19:01   Mesaj No:5
Medineweb Emekdarı
nurşen35 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:nurşen35 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 38944
Üyelik T.: 09 Şubat 2014
Arkadaşları:61
Cinsiyet:Bayan
Mesaj: 9.476
Konular: 1144
Beğenildi:4415
Beğendi:3686
Takdirleri:14203
Takdir Et:
Standart

D.Kur’ân’a hareke ve nokta konulması
Arap yazısı İslâm’dan önce oldukça basit bir halde bulunuyordu. Ancak İslâm’dan sonra bu yazı gelişmeye ve yayılmaya başladı. Müslümanların Medine’ye hicret etmelerinin ardından geniş bir okuma yazma faaliyetinin başlaması neticesi yazı, yaygınlaşmış olmakla birlikte, henüz mükemmel bir hale gelmiş değildi.



Sahâbiler Arapça’nın ana dilleri olmasından dolayı nokta ver harekesiz olan yazıyı hatasız okuyordu. Arap olmayan unsurların İslâm’a girmeleri ve bunların Arapça bilmemeleri sebebiyle, Kur’ân’ı yanlış okuma hâdiselerine sık sık rastlanır olmuştu.

Noktasız ve harekesiz olmasından dolayı
Kur’ân’ı bu yanlışlardan korumak gerekiyordu. Bunun için okumayı kolaylaştıracak ve sağlıklı kılacak hareke ve nokta gibi bazı işaretleri kullanmak gerekiyordu.

Bunu ilk düşünen Basra valisidir
Vali dönemin büyük dilbilimcisini (ed-Düeli) çağırarak bir sistem geliştirmesini söyler. Oda valinin göndermiş olduğu kâtipler arasından bir kâtip seçer. Ed-Düeli’nin Kur’ân âyetlerini yavaş yavaş okuması esnasında kâtip elinde bulunan yazılı nüshaya i’râbı (harekeyi) gösterecek işaretler koymasından ibarettir.

Harekeler için mürekkebin renginden farklı bir renk kullanılmıştır.
Fetha için üste, kesre için alta ve ötre için ortaya bir nokta.
Arap olmayan unsurlar için harfleri birbirinden ayırmakta zordu.

Bunu ilk farkeden Irak valisidir
Vali ya Nasr b. Âsım ya da Yahya b. Ya’mer’den önlem almasını istemişti. Harfleri birbirinden ayırmak için yine noktalara başvurulmuştu. (= i’câb) Harekelemede kullanılan renkten farklı olan mürekkep tercih edilmiştir, ama metinle aynı renk.



Büyük lügat âlimi, Halil b. Ahmed bügün bildiğimiz sistemi geliştirerek, Kur’ân’ın harekelenmesi ve noktalanması işine son şeklini vermiştir.

(detaylı bilgi sayfa 109)

E.Kur’ân metninin tertibi
Kur’ân vahyedildiği andan itibaren bir tertibe tâbi tutulmuştu.

Hz. Peygamber (sav) vahiy kâtiplerine yazdıkları vahyin hangi sıraya konulacağını söylüyordu.
Hz. Peygamber bizzat kendisi de her sene Ramazan ayında gelen bir yıllık vahiy metnini Cebrâil’e arz ediyordu.
Arza-i âhire = vahyin bitimindeki iki mukabele (Hz. Peygamber ve Cebrâil)
1.Âyet
(a).Genel bilgiler
Sözlükte “herhangi bir şeyin varlığını gösteren alâmet”anlamına gelir. “Açık işaret,” “delil” , “ibret”, “ mucize” gibi anlamlara da gelir.
Mutlak anlamda 2 kısma ayrılır: Fiilî ve kavlî âyetler
Fiilî:
Sadece âlimlerin farkına varabileceği tabiat kanunlarında mevcut olan âyetler.
Güneş ve ay tutulması, gök gürlemesi gibi herkesin müşahede edebileceği âyetler.
Mûcizeler gibi olağanüstü âyetler şeklinde üç kısma ayırmaktır.
Kavlî:
Peygamberlere indirilen ilâhî kitapların hepsi bu tür âyetleri içermektedir. Bunlar fiilî âyetlere işaret eder ve insanlar tarafından kolaylıkla anlaşılmaları için gerekli açıklamaları ihtiva ederler. Bu kısma giren âyetlere “teşriî”, “tenzîlî” ve “vahyî” ayetler denmektedir.
(b).Âyetlerin tertibi
Kaynakların verdiği bilgiye göre İslâm âlimleri, âyetlerin Kur’ân’daki tertibinin tevkîfî olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.

Âyetlerin sıralanmasının ve sûre başlarına besmelenin konulmasının Hz. Peygamber’in emriyle olduğunu ifade etmek gerekmektedir. Bu konuda Müslümanlar arasında bir ihtilaf yoktur.
İslâm bilginleri, âyetlerin Kur’ân’daki sıralanışının Mushaflarda gördüğümüz tarzda olduğu hususunda görüş birliği içindedirler. Kur’ân’ların tertibinde herhangi bir farklılık söz konusu değildir.

Cebrâil (as) vahiy getirdikçe her âyetin yerini de Resûlullah efendimize bildirmiştir.
Hz. Peygamber Kur’ân’ı yazdırdığı tertibe göre ashaba okumuş ve her senenin sonunda Cebrâil’e aynı tertiple arz etmiştir.

Yani Kur’ân herhangi bir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmiştir.

2.Sûre
(a.) Genel bilgiler
Sûre kelimesi sözlükte, “yüksek makam” , “ üstün derece”, “şan”, “ şeref”, “binanın kısım veya katları” anlamına gelir. Çoğulu “süver” dir.

Istılahta ise “âyetlerden meydana gelen başı ve sonu bulunan müstakil Kur’ân bölümü” demektir.



Sûreler isimlerini, kıssalarda geçen şahıslardan yahut konu edindikleri topluluklardan veya ilk kelimesinden almaktadırlar. Bazı sûrelere birden fazla isim verilmiştir.



Kur’ân sûrelerine verilen isimlerin tevkîfî olduğunu söylemek daha isabetli olur. Çünkü eğer ictihâdî olduğunu kabul ettiğimizde, bu olgunun hâlâ devam ettiğini düşünürsek, her müfessire sûrelere isim koyma şansını tanımış oluruz.



Âyet sayısı bakımından tasnif:

Tuvel = âyet sayısı 100 den fazla olan sûreler
Miûn = âyetlerin yüz dolayında veya biraz geçenler
Mesânî = yüzün altında bulunanlar
Mufassal = kısa ve besmeleli fasılaları çok olan sûreler


Mekkî ve Medenî âyetler:

Bilginlerin bir kısmı mekânı bir kısmıda zamanı/hicreti bir kısmıda hitâbı esas almıştır.

Mekânı esas alanlar: Mekke ve çevresinde inen âyetler = Mekkî, Medine ve çevresinde inenler = Medenî
Zamanı esas alanlar: Hicretten önce inen âyetler = Mekkî, hicretten sonra inen âyetler = Medenî
Ama hicretten sonra Mekke’nin fethiyle o mekânda inenler bu taksime göre Medenî olarak tellakki edilmektedir.

Hitabı esas alanlar: Mekke ehlini konu edinenlere Mekkî, Medine ehlini konu edinenlere de Medenî demektedirler
→ En çok tercih edilen yaklaşım, zamanı esas alanların görüşüdür.

(b.) Sûrelerin tertibi
İslâm âlimleri sûrelerin Kur’ân’daki sıralanışı konusunda görüş birliği içinde değillerdir. Görüşleri 3 grupta toplamak mümkündür:

Sûrelerin tertibi içtihâdîdir. Bu gruptaki âlimlerin başında İmam Mâlik (ö. 179/795) gelmektedir. Ona göre sahâbîler, Hz. Peygamber’den işittikleri Kur’ân’ı kendi içtihadları doğrultusunda tertip etmişlerdir. Aynı görüşte olan el-Bâkillânî (ö. 403/1012) de Mushaflardaki tertibin sahâbe içtihadına dayandığını ifade etmektedir.

Ebu’l-Huseyn Ahmed b. Fâris’in görüşü: Kur’ân için 2 tertip söz konusudur.
Birisi sûrelerin tertibidir. Bu tertip sahâbenin yapmış olduğu bir tertiptir.
İkinciside âyetlerin bir kısmının diğerine eklenmesi, bir kıssanın diğer bir kıssayı takip etmesidir ki Cebrâil bunu Allah’tan aldığı emir üzerine Resûlullah (sav)’a tebliğ etmiş, o da bu emri yerine getirmiştir.
→ Eğer sûrelerin tertibi tefkîfî olsaydı, Hz. Ebû Bekr’in cem ettirdiği ve Hz. Osman’ın çoğalltırdığı Kur’ân arasında herhangi bir farklılık olmazdı. Veya da hususi Mushaf yazan sahâbîler sûre sıralamasını kendi içtihadleri doğrultusunda yapamazlardı.

Sûrelerin tertibi tevfîkîdir. Bu görüşte olan âlimlerden biri İbnu’l Enbârî (ö. 328/940)’dir. Ona göre sûreler genellikle meydana gelen bir hâdise, âyetler de soru soranlara cevap vermek üzere nâzil oluyordu. Cebrâil vahiy getirdiği zaman Hz. Peygamber’e her sûrenin yerini bildirirdi. Sûrelerin tertibi de, âyet ve harflerin tertibi gibiydi.
Kısmen tevfîkî kısmen de içtihadîdir. Kur’ân’daki bir kısım sûrelerin tertibi bizzat Hz. Peygamber tarafından yapılmış, bir kısmı da ümmete bırakılmıştır.
__________________
O (cc)’NA SIĞINMAK AYRICALIKTIR
Alıntı ile Cevapla
Alt 10 Ekim 2018, 19:01   Mesaj No:6
Medineweb Emekdarı
nurşen35 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:nurşen35 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 38944
Üyelik T.: 09 Şubat 2014
Arkadaşları:61
Cinsiyet:Bayan
Mesaj: 9.476
Konular: 1144
Beğenildi:4415
Beğendi:3686
Takdirleri:14203
Takdir Et:
Standart

IV.Kur’ân’ın okunması
A.Yedi harf
1.Yedi harf (el-Ahrufu’s-Seb’a) kavramı
“el-Ahrufu’s-Seb’a” bir sıfat terkibidir.

Ahruf: harf kelimesinin çoğuludur. Harf sözlükte: bir şeyin ucu, kenarı, sivri ve keskin taraf demektir. Ayrıca vecih, üslup, kıraât ve lehçe anlamına gelmektedir.
Seb’a lafzı hakkında 2 görüş vardır: biri yedi sayısını ifade ettiği yönünde diğeri ise mecâzî mana ifade edip, genişlik ve kolaylık demektir.
2.Yedi harfle ilgili hadisler ve değerlendirmesi
(a.) Yedi harf ile ilgili hadisler
Yedi harfle ilgili hadisler başta kütüb-ü sitte olmak üzere pek çok hadis kitabında yer almaktadır.

İbn Abbas’tan nakledilmiştir: Hz. Peygamber şöyle buyurdu:”Cibril bana Kur’ân’ı bir harf üzere okuttu”. Ancak artırması için müracaatta bulundum. Tekrar tekrar aynı müracaatımı yapıyordum, o da her seferinde artırıyordu. Nihayet yedi harfe kadar çıkıp orada kaldı.
(daha çok örnek için sayfa 120)

(b.)Hadislerin değerlendirilmesi
Hemen hemen tüm hadislerde ortak bulunan: “ Kur’ân yedi harf üzere nâzil olmuştur, ondan kolayınıza geleni okuyunuz.” Sözü tevâtür derecesine ulaşmıştır.

3.Yedi harf hakkında ileri sürülen görüşler ve tenkidi
(a.)Zayıf görüşler
Yedi harften maksat nâsih, mensûh, umûm, husûs, mücmel, mübeyyen ve müfesserdir.
Emir, nehiy, taleb, duâ, haber, istihbâr ve zecr.
Va’d, va’îd, mutlak, mukayyed, tefsir, te’vil ve i’râb.
Helâl, harâm, muhkem, müteşâbih, inşâ ve ihbâr.
Mukaddem, muahhar, ferâiz, hudûd, mevâiz, müteşâbih ve emsâl.
Mutlak-mukayyed, umûm-husûs, nass-müevvel, nâsih-mensûh, mücmel-müfesser, istisnâ ve kısımlarıdır.
Meşhur yedi imamın kıraâtıdır.
İsbât ve icâd ilmi, tevhid ilmi, tenzih ilmi, zât sıfatları ilmi, fiil sıfatları ilmi, af ve azâb ilmi, haşr ve hesâb ilmi, nübüvvet ilmi ve imâmet ilmidir.
Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ali, İbn Mes’ud, İbn Abbâs ve Ubeyy b. Ka’b kıraâtlarıdır.
(b.)Kuvvetli görüşler
Yedi harf, Arap kabilelerinden yedisinin dilidir.
Yedi harften maksat aynı manayı gelen çeşitli lafızların yedi vechidir, eş anlamlı kelimeleri birbirinin yerine koyarak okuma tarzıdır.
Yedi harfle kastedilen yedi vecih{tarz}dır.
Örnekler sayfa 124-126

4.Değerlendirme
Yedi harf, lehçe değişiklikleri, yaş farkı ve bilgi seviyesindeki değişikliklerden doğan okuma farkları, bazı lafızlarda ve cümle tertibinde, asıl manayı bozmayacak ihtilaflardan ibarettir.

Hz. Peygamber, Kur’ân’ı bütünüyle yazdırdığı halde, vahy katiplerine değişik bir metin yazdırdığını gösteren bir rivayet yoktur.
Fethten sonra pek çok kabile Medine’ye gelerek müslüman olduklarını bildirmişlerdi. Bunlar çok kısa süre Medine’de kalıp geri gidiyorlardı. Bu kısa müddette ne öğrenirlerse onunla kalıyorlardı. Bu kişiler eğitim görmediklerinden öğrenmeleri de güçtü. Bu nedenle Kur’ân’ı kendi ifade tarzlarına göre okumalarına müsade edildi. Ama manayı bozmayacaklardı ve bu bir ruhsattı.
Bu okuyuşları Rasûlüllâh’tan almış olsalar bile bu farklar vahy değildir. Çünkü, Rasûlüllâh’tan alınmayan şekiller de vardır. Belki, yapacakları değişiklikleri bilene onaylatmaları gerekmekteydi.
Bu durum Osman dönemine kadar sürdü. Orijinal Kur’ân metni Ebû Bekr zamanında toplanmış olmakla birlikte farklı okuyuşlara ve nüshalara ses çıkarılmamıştı. Osman zamanında ise, kıraat farkları birbirini küfre nisbet ettirmeye kadar gittiğinden Osman bu metni çoğalttı ve bu metne aykırı düşen okumaları yasakladı. Bu yazı şekline (resm) uyan okuyuşlara ise ses çıkarmadı.
Elimizdeki mushaflarda Hz. Peygamber ’in okuduğu, okuttuğu ve vahy katiplerine yazdırdığı metinden başka hiçbir metnin yoktur. Rasûlüllâh yapmadığı için Kur’ân’ı cem’etmekten dahi kaçınan ve bu işe tereddütle bakan Ashab’ın Kur’ân’a ait bir şeyi mushafa yazmaması düşünülemez.


Yedi harf ruhsatı Kur’ân’ın kıraatıyla alakalıdır, yazısıyla değildir. Sahabe Kur’ân’ı toplarken Rasûlüllâh’ın yazdırdığını kesin olarak tesbit eden bir metot uygulamışlardı. Osman zamanında da bunun aynen çoğaltılması gerçekleştirilmişti. Tabii ki bu mushafa uymayan yazı şekillerinin okunmasının yasaklanmasında icma’ vardır.


Bu durumda yedi harf ruhsatı Osman zamanında resmi makamlar tarafından kaldırıldı. Ama bu nazil olan Kur’ân metnine bağlı olmayan bir ruhsat olduğundan, ona etki etmedi. O metin çerçevesine girenlere ses çıkarılmadı.



B.Kırâat
1.Kırâatın tanımı ve kırâatle ilgili bazı kavramlar
Kırâat, “Karee” fiilinden masdardır => sözlükte: okumak

=> Terim olarak: herhangi bir kelime üzerinde med, kasr, hareke, sükun, nokta ve i’râb bakımından meydana gelen değişiklik.



Kurrâ => sözlükte: okuyucu, okuyan anlamına gelir ve “Kâri” kelimesinin çoğuludur.

=> Istılahta ise: yedi ya da on kırâatın kendilerine nisbet edildiği imamlara denir.

Ayrıca Kur’ân’ın tamamını ezberleyen ve ondaki kırâatlara hakkıyla vâkıf olan kimselere de kurrâ denir.

→ Hz. Peygamber dönemindeki anlamı, nâzil olan herhangi bir vahiy metnini ezberleyen kimse demekti.

Rivâyet = kırâat imamlarının râvileri arasındaki ihtilaflara denilmektedir.

Tarîk = râvilerden sonra gelenlerin ihtilaflarını ifade etmektir.

2.Kırâatlerin tespiti
Ashâbın Resûlullah (sav)’tan kırâatı alış tarzları çeşitli idi. Bu kırâatleri okuyan kurrâlar çeşitli İslâm beldelerine dağılmışlar ve onların okudukları kırâatler de, okuyucuların isimleriyle anılır olmuştu.



Hicrî ikinci asrın sonlarında İslâm bilginleri ellerinden gelen gayreti göstererek bütün kırâatleri bir araya topladılar. Vecihleri ve rivâyetleri okuyanlara nisbet ettiler, sahih ve şazz kırâatlerin arasını, belirlemiş oldukları birtakım usûl ve esaslara göre ayırdılar.

3.Kırâat çeşitleri
Kırâatler senedleri açısından 2ye ayrılır: sahih ve gayr-i sahih (şazz)

Sahih= mütevâtir ve meşhûr
Gayr-i sahih= âhâd, müdrec ve mevzû
(a.)Sahih kırâatler
Sahih ve muttasıl bir senedle Hz. Peygamber’e ulaşan.
Bir yönüyle de olsa Arap dilinin gramerine uygun olan.
Kitâbet bakımından Hz. Osman’a nispet edilen Mushafların resm-i hattına aykırı olmayan kırâatlerdir.
→ Mütevâtir ve meşhûr olmak üzere ikiye ayrılır. Bunlar okunan ve inanılması vacip olan kırâatlerdir.

(aa.) Mütevâtir kırâat
Yalan üzerine ittifak etmeleri aklen mümkün olmayan bir topluluğun, aynı vasfı taşıyan başka bir topluluktan muttasıl bir senetle naklettikleri ve sahih kırâatın diğer iki şartini da bünyesinde taşıyan kırâat demektir.

Cumhûra göre bu kırâat, kırâat-ı seb’a/yedi kırâat imamının naklettiği kırâatlerdir.

(ab.) Meşhûr kırâat
Adâlet ve zabt sahibi kimselerin rivâyet etmesiyle senedi sahih olup, Arap dili gramerine ve yazı itibariyle Hz. Osman’ın istinsah ettirmiş olduğu mushaflara uygun düşmekle birlikte mütevâtir derecesine ulaşamayan, ancak gördüğü kabul ile kırâat âlimleri arasında şöhret bulmuş kırâatlere de meşhûr kırâat denmektedir.

(b.)Sahih olmayan (Şazz) kırâatler
Mütevâtir kırâatın 3 şartını veya bu şartlardan herhangi birini taşımayan kırâatlerdir.

(ba.) Âhâd kırâat
Senedi sahih olmakla birlikte yazım bakımından Hz. Osman (ra)’ın Mushafına veya Arap dili gramerine uygunluk arz etmeyen kırâatlerdir.

(bb.) Müdrec kırâat
Kur’ân’ın bazı âyetlerine tefsir maksadıyla yapılan ziyâdelere de müdrec kırâat adı verilir. Bu tür ziyâdeler Kur’ân’dan olmayıp tamamen açıklama ve şerh amacıyla yazılan şahsî notlardan ibarettir.

(bc.) Mevzû/Apokrif kırâat
Tamamen asılsız olup hiçbir esasa dayanmayan uydurma kırâatlerdir.

4.Kırâatlerdeki çeşitliliğin hikmetleri
Araplar Kur’ân inmeden önce farklı lehçeleri konuşuyorlardı. Kur’ân’ın ilk muhataplarına onu farklı kırâatlarda okuma imkanı verilmesi, birden çok lehçe konuşan çeşitli Arap kabilelerinin, tahrif etmeden ve günaha düşmeden Kur’ân’ı okumalarını kolaylaştırmak içindir.
Bir baksa himeti ise Bütün Arap kabilelerine onun mucize bir kitap olduğunu göstermektedir.
Kırâatler ayrıca Hz. Peygamber ümmetinin diğer ümmetlere olan üstünlüğünü de ortaya koymaktadır. Çünkü bu ümmet çeşitli okuma tarzlarını Peygamber’den öğrendikten sonra söz konusu kırâat şekillerini bir ilim haline getirmek için gayret göstermişlerdir.
5.Kırâat imamları ve râvileri
Nâfi:Ebû Abdirrahman Nâfi b. Ebi Nuaym el-Leysî [ö 169-785]. Aslen İsfahanlıdır. Kırâatı 70 kadar Medine’li kurrâdan almıştır. Kedisi Medine’de ikâmet edip pek çok kimseye kırâat öğretmiştir.
İbn Kesîr:Abdullah b.Kesîr el-Mekke [ö 120-738]. Mekkelilerin kırâat imamları sayılan İbn Kesir tâbiûndandır.
Ebû Amr:Ebû Amr b. el-A’lâ el-Mâzinî [ö 154-770]. Basralıların kırâatta imamıdır. Zühd ve takva sahibi bir zât olduğu söylenmektedir. Kırâatı birçok tâbiûndan almıştır.
Ibn Âmir:Abdullah b.Amr el-Yahsûbî [ö 118-736]. Şamlıların kırâat imamı olarak bilinmektedir.
(devamı sayfa 136-138)

6.Kırâatlerin bugünkü durumu
“Kırâat-ı aşere” diye bilinen on kırâattan 3 tanesini bugün Müslümanlar pratik olarak kullanmakta. Tamamını ise ancak bu işi ehlinden özel ders almak suretiyle öğrenen bazı kimseler okumaktadır. 3 kırâat:

Âsım kırâatı: Zamanımızda Müslümanların çok büyük bir çoğunluğunun okuduğu kırâattır.
Nâfi kırâati: verş rivâyeti bugün Mısır hariç, Kuzey Afrika’nın bazı bölgelerinde okunmaktadır.
Ebû Amr kırâatı: yeryüzünde en az okunan kırâattır.
→ 10 kırâat imamına nisbet edilerek okunan kırâatlerin hepsi sahihtir, haktır ve hepsi Peygamberimize dayanmaktadır. Sahih kırâatlerin nisbet edildiği imamların hepsi de bu kırâatleri kendi hocaları vasıtasıyla Hz. Peygamber’e ulaşan bir senetle ondan almışlardır. Bundan dolayı sahih kırâatler arasında doğruluk veya güzellik bakımından bir ayırıma gitmek câiz görülmemiştir
__________________
O (cc)’NA SIĞINMAK AYRICALIKTIR
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Temel... umut628 Fıkralar-Hikayeler 1 20 Temmuz 2019 23:41
Muhteşem Tefsir Kulliyatı / 28 tane ayrı tefsir... enderhafızım Kitaplar/Kütüphane 21 08 Ocak 2019 10:13
İslam Hukukunun Ana Kaynakları-ÖZET f_hoca Fıkıh 0 06 Aralık 2015 15:31
İslam Tarihinin Temel Kaynakları Medineweb İslam Tarihi 0 02 Ağustos 2014 14:02
İslam Düşüncesi ve Kaynakları 1.Ünite Ravza'm İslam Düşünce Tarihi 0 08 Ekim 2012 20:09

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.