Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.KADIN AİLE ÇOCUK.::. > Kadın-Aile-Çocuk > Tesettür Konuları

Konu Kimliği: Konu Sahibi enderhafızım,Açılış Tarihi:  05 Temmuz 2012 (13:51), Konuya Son Cevap : 05 Temmuz 2012 (13:51). Konuya 0 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 05 Temmuz 2012, 13:51   Mesaj No:1
Medineweb Emekdarı
enderhafızım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:enderhafızım isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5879
Üyelik T.: 28 Aralık 2008
Arkadaşları:32
Cinsiyet:Bay
Memleket:İst
Yaş:38
Mesaj: 3.185
Konular: 1383
Beğenildi:166
Beğendi:17
Takdirleri:216
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
evtx Başörtüsü ve Diyalog Çağrısı

Başörtüsü ve Diyalog Çağrısı


Konu: Başörtüsü ve Diyalog Çağrısı
Yazar: Dr.M.Şerafeddin KALAY


Merhum Necip Fazıl, hapishane duygularını, içinde bulunduğu çaresizliği, hürriyet kaybını, umutsuzluğu, habersizliği, söz dinlenmezliği.. dile getirdiği şiirinde şu mısralara da yer veriyor: Bir âlem ki, gökler boru içinde, Akıl, olmazların zoru içinde. Üst üste sorular, soru içinde: Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu? Buradan insan mı çıkar, tabut mu?
Baş örtüsü akla gelince, üst üste, içiçe sorular at koşturmaya başlıyor; vurdumduymazlık, çaresizlik, vicdansızlık, izansızlık, irfansızlık, erdemsizlik, hoyratlık, küstahlık… ve bir trenin vagonları gibi birbirini kovalayan bir dizi olumsuzluk beyinde koşuşuyor. Sonra gözümüzün önüne zulme karşı direnen, çilelere, hak gasbına karşı mücadele veren, genç kızlarımız geliyor. Onlarla aynı çileyi paylaşanlar… Allah rızasını baş tacı edenler, huzur-u ilâhîye imtihanı kazanmış olarak varmak isteyenler, vardıklarında; “Ya Rab! Senin emrine uymak içindi, Senin dînini emrettiğin gibi yaşamak içindi…” demek isteyenlerin, İlahî adaletin gerçekleşeceği gün sevinecek olanların direnişi geliyor…
Ülke manevî bir boşluğa çekilmek istenirken, âhiretini unutanlar belki de hiç hesaba katmayanlar, dünyâyı da harap ederken, sahipsiz bir gençlik, emelsizlik, umutsuzluk, hedefsizlik, gayesizlik, şevksizlik, yarınlara güvensizlik içinde çırpınırken imanına sarılan, hedefini bilen, Allah için mücadelenin zevkine erenlerin direnişi…
Yâsirlerin, Sümeyyelerin, Bilallerin, Hubeyblerin, Zeydlerin… bulduğu, yaşadığı gibi, acı da tatlıyı yakalayanların, çilede sevinç pırıltıları görenlerin, hak yolda fedâkârlıklar sergileme erdemine erenlerin direnişi…
* O, Allah’ın emriydi. O, Zikri Hakîm’de şöyle buyuruyordu: “Ey Rasûlü! Mü’min erkeklere, gözlerini haramdan sakınmalarını, harama bakmamalarını, iffetlerini korumalarını söyle. Bu, elbette ki onlar için daha temiz, daha nezih bir davranıştır. Şüphesiz Alllah, her şekliyle, her yönüyle onların bütün yaptıklarından haberdardır. Mü’min kadınlara da söyle; gözlerini haramdan sakınsınlar, namus ve iffetlerini korusunlar. Zarûrî görünenler dışında zînetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini yakalarının üzerine dökülecek şekilde örtsünler…” (Nûr, 24/ 30-31) Bu emre imtisal için örtünmüşlerdi.
Allah Rasûlü, annelerimize başlarını örttürdüğü için, binlerce sahabî hanım, tereddüt etmeden ve hiç gecikmeden Allah ve Rasûlünün emrine uyarak örttüğü için örtmüşlerdi… Böylece yıllar yılı, asırlar asırları kovalayıp binlerce gönül eri, bu emri ilâhîyi uygulamalarıyla bizlere aktardığı için; Allah’ın gazabını üzerine çekerek kul memnun etmeye çalışan dalkavuklara, ilmî edeb, terbiye ve ihlastan uzaklara, halk diliyle “yamuklara” açık kapı bırakmayacak derecede ilâhî vahy ve amelî bir teva türle bizlere ulaştığı için, “Allah’ım! Ben, Senin emirlerine uymaya, rızanı kazanmaya… çırpınıyorum” samîmiyetini taşıdıkları için örtünmüşlerdi.
* Onu açmaya çalışanlar, niçin çalışıyordu? Ne uğruna ve kime çalışıyordu? Niçin ve hangi gerekçelerle bu ilâhî emre karşıydı?.. Neden bu kadar acımasız, bu kadar hoyrat, bu kadar dayatmacıydı? Yıprandıklarını, sevilmediklerini, hatta nefret edilir hale geldiklerini, hayat aynasında kendilerine bakamayacak kadar çirkinleştiklerini bildikleri halde niçin bu kör çıkmazda yürümeye devam etmeyi tercih ediyorlardı?..
Bu soruların akla gelen cevaplarının hepsi de ne yazık ki birbirinden acı, daha dehşet verici, daha ürpertici…
Baş örtüsüne, İslâmın emrettiği örtüye, yakın tarihte bu ülkede İşgal Kuvvetleri karşıydı. İslâm nûrunun yayılmaya başlayıp; “Baş örtülerini yakalarınıza dökülecek şekilde örtsünler” emri ilâhîsi geldiği andan itibaren, semâlarında Ezânı Muhammedî’nin okunduğu hiçbir toprakta, işgal kuvvetleri gelinceye kadar karşı çıkanlar olmamıştı. İşgal kuvvetlerine karşı onu savunanlar, Nene Hatunlar, Sütçü İmamlardı. Tekbir sesleriyle ve “Allah! Allah!” nidâlarıyla düşman üstüne yürüyen yiğitlerin, can veren, kan veren şehidlerin, gazîlerin anneleri, bacıları, kızları, halaları, teyzeleri, hanımları, nişanlıları… hep başörtülüydüler. Onların herhangi birine; “gün gelip, senin ülkende, başörtüsüne el uzatılacak, başlarını örtenler, zulme, hak kaybına uğrayacak, itilip-kakılacak, gözyaşlarına boğulacak… denseydi, tahammül edebilir, susabilir, bu zulm ve şuursuzluğa göz yumabilir miydi?
Baş örtüsüne, onun ifâde ettiği mânâya işgal kuvvetleri karşıydı. Onların karşı oluş sebeplerini anlıyoruz ve yadırgamıyoruz. Ancak, sonraki yıllarda ne oldu da içtekiler bu zihniyetin peşine düştü!? Yoksa; “size ihtiyaç yok. Bu işi biz yaparız” mı denmişti? Aklımızı çocukluktan beri hep kurcalar durur: Yoksa, İngiliz, İtalyan, Fransız… işgal ettiği toprakları bunun için mi terketmişti?
İngilizler, dünya incisi İstanbul’u beğenmemiş olamazlardı. Dünyanın can damarlarından olan ve birincisini geçmek için binlerce kayıp verdikleri Boğazları mühimsememiş olamazlardı. İtalyanlar, Antalya’yı veya Bey Dağları’nın dantel gibi denize kadar uzanan çam dokulu yamaçlarını mı beğenmemişlerdi?
Fransızlar, İskenderun, Maraş’tan mı hoşlanmamışlardı? Yoksa Toroslar’ın, Ahır Dağı’nın havası mı yaramamıştı? Kekik kokan yaylalar, çiğdem, sahlep dolu dağ etekleri mi onları sarmamıştı? Yoksa, Son Şeyhulislâm Mustafa Sabri Efendi’nin Mısırlılara hitaben söylediği; “Biz istiklâlimiz için dinimizi verdik. Siz dininizi ne karşılığı veriyorsunuz?” siteminde gizli bir şeyler mi vardı?
Yoksa, bir ümmet, bir millet, bir medeniyet içten dıştan tertipler ve gayretlerle yok edilmek, mânevî değerlerinden tamamen koparılmak, içi boş çuvallara, ruhsuz, cansız, et ve kemik yığınlarına mı çevrilmek isteniyordu? Emelsiz, ümitsiz, inançsız, hedefsiz, gayesiz hayata boş gözlerle bakan ve kendisine bahşedilen bir ömrü, hayvanî duygular peşinde koşarak tüketen bir nesil mi arzu ediliyordu? Geldiğimiz bu noktada, ne yazık ki bu tür cevapsız sorular bitmiyor hiçbirine inandırıcı, açık ve net cevap da gelmiyor.
Ancak biz biliyoruz ki; dayatma ve zulmün olduğu kadar dayanmanın, fedâkarlığın, çilenin, direnişin, sahib çıkışın da bir sembolü haline gelen başörtüsü, eğer âdet ve gelenek olduğu için giyilseydi, okuma imkanı bulamamış hanımlar tarafından başa örtülseydi, köylü hanımların, yaşlı teyzelerin, ninelerin başında olsaydı, hedef seçilmeyecekti. İstenmeyen; onun bir doktorun başında olmasıydı. Bir avukatın, bir öğretmenin, bir mühendisin,bir gazeteci, bir araştırmacı, bir yazar… hanımın başında olmasıydı. İstenmeyen; işleyen, bilgi taşıyan, ilim, irfan ve beceri dolu bir beyinle, imam dolu kalb taşıyan bir bayan tarafından giyilmesiydi…
Emir ve direktifler bu yönde gelmişti; zulüm çarkı bu yönde dönmeliydi. Bahâneler bulunmalı, yaftalar icâd edilmeliydi…
Öyle de oldu. Hiç bir akıl sahibine göre mantık ölçülerine sığmayan, hak hukuk hürriyet prensipleriyle bağdaşmayan, varolan hiçbir vicdana huzur vermeyen bir uygulama, hatta uygulamalar zincir başladı. Tecrid edilmeler, işten atılmalar, verilmeyen diplomalar, dereceler, takdirnâmeler, engelle nen eğitim hakları, susturmalar, tutuklamalar, dayatmalar, dayatmalar, gözyaşları ve duâlar, bedduâlar, ikna odaları, yamuk fetvalar, Rahmânı değil İblîsi memnun eden açıklamalar…
Atanan müdürler, atanan dekanlar ve sorulan sorular: “Ne yaptınız?” “Ne kadar ilerleme kaydettiniz?” “Niçin başaramadınız?” “Niçin hala kapatanlar var?” “Ne tedbirler alıyorsunuz?” “Ne yapmayı düşünüyorsunuz?” “Ne zaman kesin sonuç alınır?..” Ve ince hesaplar: Yüzde kaçı açtı, kaçı kaldı? Direnenler kim? Onlara başka kapılardan nasıl ulaşılır? Anne-babasından istikbal endişeleri ile baskı fayda verir mi? Öğretmenlerinden birinin sözü geçer mi? Bir akraba, bir âile dostu bu konuda işe yarar mı? Direnci nasıl kırılır? Nasıl ümitsizliğe sürüklenir? Direnci kırılamazsa nasıl yafta takılır? Provakatör mü, yoksa militan mı ilan edilmesi uygundur? Arkasında kimler var denirse daha tesirli olur, daha kötü duruma düşer?..
Diğer taraftan sıkca duyulan tehditler ve yakınmalar. “Ya olacak, ya olacak. Ben bu gâye için atandım. Bu iş burda bitecek!” “Bu iş olacak! Beğenmeyen beğendiği yere gitsin!” “Ben de emir kuluyum! Benden sürekli hesap soruluyor. Rapor alınıyor.” “Beni görevden aldırtmak mı istiyorsunuz? Sizin yüzünüzden yanamam. Ben gitsem bile bunu başkası yapacak! Daha da insafsız olacak!”
Ve içerden görünenlerden veya ruhunu, heyecânını, ideâlini kaybetmişlerden gelen cümleler: “Artık bu iş bitti. Boşuna uğraşılıyor. Bu kadar zaman boşa gitti. Artık bu inat faydasız. Çocuklar boşuna direniyorsunuz. Bu inattan vazgeçin; vatan sizden hizmet bekliyor. Hizmet mi önemli; yoksa bir başörtüsüne takılıp kalmak mı?” Hepsi birbirinden tiksindirici cümleler. Kaybolan karakterler. Örselenen, çöken şahsiyetler. Kaybedilen sevgiler, hürmet duyguları, kaybedilen kardeşlikler… Arasıra İstanbul’un eski rektörü Berkarda’nın yaptığı ve başörtüsünü “1400 yıllık gerici tavır” gibi nitelendirmelerle asıl bakış açılarını açığa vuran, içteki kinin boyutlarını ortaya koyan kusuntular.
Sonuçta; bu mücadeleyi sürdüren şuurlu, azimli çilekeşlerimizin, dâvâ erlerimizin önünde bir kapı ve üzerindeki yazı: “Ya Allah’a isyan eder başınızı açarsınız, ya da istikbalinizi kaybedersiniz. Size hayat hakkı tanınmaz.” Yani ölümlerden ölüm beğenin “Ya Âhirette, ya da dünyada yanın.” Diyalog Çağrıları
Bu noktada, biz bu acılar içindeyken sesler duyuyoruz: “Dünyayı paylaşanlar artık uzlaşmalıdır. Dinler arası diyalog kurulmalıdır. Dünya kardeşliğe doğru gitmelidir.” Toplantılar… Ziyâretler… Kimin ne hesap yaptığı karışık bir dizi buluşmalar… Elbette ki İslam, kindar değildir. Elbette ki uzlaşıcıdır. Merhamet ve şefkatle doludur. İslama göre başka dinlerle, başka milletlerle nasıl, hangi şartlarda, hangi hukûkî çerçevede diyalog kurulur? Bu ayrıca incelenmesi, ilmî boyutta ortaya konması gereken bir konudur. İncelenmesinde fayda olduğu gibi, önümüze çıkacak bilgiler ve uygulamalarda ibretler vardır. Ancak bizim dolu dolu olduğumuz şu günlerde bu noktada başka söyleyeceklerimiz var: Dünyayı karıştıran Filistin’i kana bulayan Yahudilere karşı yumuşayabilen, diyalog arayanlar, Bosna’da, Kosova’da akıllara sığmayacak zulüm ve katl örnekleri sergileyen, Kafkaslarda, Türkistan’da, Çin’de bütünüyle bir milleti yok etmek için tarihi kirleten, Endülüs’te hiçbir müslümana hayat hakkı tanımayan, kendi çıkarları uğruna Irak’ı, Afganistan’ı kana bulayan, her yıl bir başka senaryo hazırlayan hristiyan dünyaya, hatta Türk düşmanlığıyla uyuyup, Türk düşmanlığıyla uyanan Yunanistan’a yakınlık duyanlar ve diyalog kuranlar, ne olur bir gün de kendi ülkelerinin insanları, bu ülkeyi fetheden şuurun yolcusu olan mü’minlerle de diyalog kursunlar, onlara da gönül hoşluğu duysunlar.
Yahudi’ye, Hristiyan’a, Budist’e, Mecusî’ye gülümseyenler, bir gün de içten gelerek bir müslümana gülümsesinler.
Giderek Vatikan’da Papa’yı ziyaret edenler, bir gün de gelip okul önlerinde soğuktan titreyen, birbirine sokularak ısınmaya çalışan başörtülüleri ziyaret etsinler. Onların gözyaşlarına ortak olsunlar. Acılarına kezzab dökmesinler. Yaralarına tuz basmasınlar… El sıkışıp gülümseyerek Papa’yı dinleyenler, bir gün de başörtülüleri, onların ebeveynlerini dinlesinler… Papa’yla gönül birliği için yollar arayanlar, bir gün de, bizlerin gönüllerinden geçenleri hissetmeye ça ışsınlar.
* Herkesin bilmesi gereken bir gerçek var: “Yapmadıkları, hak etmedikleri bir şeyden dolayı mü’min erkekler ve mü’mine kadınlara eziyet verenler, zulmedenler şüphesiz büyük bir bühtan, apaçık bir günah üstlenmişlerdir.” (Ahzab 33/ 58) Bir ilâhî ikaz daha var:
“İman edenler arasında çirkin ve çirkef şeylerin yayılmasını arzulayan kimseler için, hem dünya hayatında hem de âhirette çok acıklı ve ızdırap verici, elîm bir azab vardır.” (Nûr 24/ 19) * Bugün yeni bir dünya için çirkef hazırlayanların, o bataklığın içinde çırpındığını; mü’minlere eziyet etmekten zevk alanların, kendi acı ve ızdıraplarıyla daha dünya hayatında iken kıvranmaya başladığını görüyoruz. Yarınki kıvranışları elbette ki daha acı, daha elîm olacaktır.
Hakları gasbedilenler, işleri, okuma hakları ellerinden alınanlar, mağdur edilenler, gözyaşı dökenler… itilipkakılan, imtihan salonlarına sokulmayanlar… çirkin sözlere ve muâmelelere maruz kalanlar, bunu yapan, sebep olan kişi, kurum, kuruluş veya başka ne olurlarsa olsunlar elbette bunların hiçbirini unutmayacaklardır. Yakın tarihin en büyük ve toplu mağduriyetlerinden birini yaşayan genç kızlarımızın derdiyle dertlenen hiçbir insanda unutmayacaktır. Onların anneleri, babaları, kardeşleri, akrabaları unutmayacaktır. Yarın kurduğu yuvadaki akrabaları, dünyaya getireceği yavruları, daha sonra torunları, tanışıp, kaynaştıkları, dertleştikleri insanlar da unutmayacaktır… Tarih unutmayacaktır. İlahî adâlet, unutmayacaktır.
* Vurdumduymazlar, sahib çıkmazlar, geri adım atanlar, belli zihniyetler adına toplu vaz geçenler… Hatta vazgeçmenin gerektiğini savunanlar da unutulmayacaktır. Unutulmayacak bir şey daha var: Duâlar… Duâlar… Kuytu köşelerdeki duâlar, okul önlerindeki duâlar, Eyüp’teki duâlar, Mescid-i Nebî’deki duâlar, Kabe’deki duâlar.. Arafat’taki duâlar.. ve bedduâlar, bedduâlar.. Duâ, duâ, eller karıncalanmış; Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış. Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış. Bir sokak, bir tütsü, bir uçan buğu, İplik ki, incecik örer boşluğu.
mısralarında yer bulduğu gibi eller karıncalanıncaya kadar yapılan duâlar… * Ve hak yolcularına sesleniş: “Gevşemeyin. Üzüntüye kapılmayın, gerçekten inanıyorsanız üstün gelecek sizsiniz.” (Âl-i İmrân, 3/ 139) Birilerine de duyurmak istediğimiz bir ilâhî ikaz var: “Zulmedenlere en küçük bir meyil bile göstermeyin. Onlara göstereceğiniz meyil, onlara göstereceğiniz yakınlık, sizi ateşe sürükler. Gerçekten size yardım edecek, sizi ateşten kurtaracak, size yol gösterecek, ebedî saadet kapısı açacak Allah’tan başka dost yoktur.
Sonra azâba uğrar, nâra düşer, sizi kurtaracak bir yardımcı bulamazsınız.” (Hûd 11/ 113)
Ve son nokta: “Hatırlat, öğüt ver. Şüphesiz hakkı hatırlatış, Allah için öğüt, mü’min gönüllere fayda verir.” (Zâriyât, 51/ 55)

Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi enderhafızım 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
En Pratik Sağlık Bilgileri Pratik / Faydalı Bilgiler enderhafızım 0 80 14 Ekim 2023 12:10
Kur'an Güzel Konuşun Diyor, Konuşuyor... Serbest Kürsü su damlası 3 2328 24 Kasım 2016 13:16
Geeflow - Diriliş (15 Temmuz Darbe Rap Şarkısı) İlahiler/Ezgiler enderhafızım 0 1927 23 Kasım 2016 11:06
Otuz Kuş & Dursun Ali Erzincanlı (Şehit Ömer... İlahiler/Ezgiler Esma_Nur 1 2673 23 Kasım 2016 10:44
15 Temmuz Demokrasi Marşı (İndir) İlahiler/Ezgiler enderhafızım 0 2235 23 Kasım 2016 10:10

Cevapla


Konuyu Toplam 1 Kişi okuyor. (0 Üye ve 1 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Orucun çağa çağrısı EyMeN&TaLhA Makale ve Köşe Yazıları 0 23 Temmuz 2014 21:35
Çad’dan Türkiye’ye 'insanlık' çağrısı EyMeN&TaLhA Bilgi Dağarcığı 1 30 Nisan 2013 17:32
Diyalog bize yaramıyor! ahmetmeydani Makale ve Köşe Yazıları 0 14 Nisan 2013 21:47
Velilere Kur'an ve Siyer Çağrısı FECR Serbest Kürsü 0 08 Eylül 2012 08:54
Dinler Arası Diyalog mkanka Soru Cevap Arşivi 3 25 Aralık 2008 12:07

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.