Medineweb Forum/Huzur Adresi

Medineweb Forum/Huzur Adresi (https://www.forum.medineweb.net/)
-   Makale ve Köşe Yazıları (https://www.forum.medineweb.net/516-makale-ve-kose-yazilari)
-   -   Müslümanlarda İman Paradoksu/M.METİN ADIGÜZEL (https://www.forum.medineweb.net/makale-ve-kose-yazilari/19164-muslumanlarda-iman-paradoksu-mmetin-adiguzel.html)

KARAKÖSE 02 Mayıs 2011 10:36

Müslümanlarda İman Paradoksu/M.METİN ADIGÜZEL
 
.

İman nedir? İslam’da ittikadi mezheplerin çıkmaya başladığı dönemlerde; iman, ibadet, şefaat gibi kavramların değişik şekillerde tanımlandıklarını görüyoruz. Bu tanımlardan yönetimin işine gelenler desteklenmiş ve günümüze kadar gelebilmiştir. Yönetim tarafından benimsenmeyenler ise yasaklanmış ve ortadan kaldırılmıştır.

Başka kimi mezhepler gibi, Ehlisünnetin iman tanımı da eksik bir tanımdır. Yâda eksik demek yerine yöneticilerin işine en çok gelenlerindendir demek daha doğru olur sanırım. şöyle ki;

Ehli Sünnet kabulüne göre İman; Allah’ın
—Varlığına ve birliğine,
—Meleklerine,
—Peygamberlerine,
—Kitaplarına,
—Ahret gününe,
—Kaderin, hayır ve şerrin Allahtan olduğuna inanmaktır.

Şimdi analizini yapalım; bir insan amentüde geçen bu 6 ilkeye iman ettiğinde mümin sayılır. Büyük günah işlese de, zalimlik yapsa da mümindir. Yani bir kral, general, holding sahibi ya da nüfuzlu başka biri amentü maddelerine iman ettiyse, halka ne kadar zulüm ederse etsin mümindir. Ehli Sünnet bu tanımın çıkmazını aşmak için mümindir kabulünün yanına ama günahının cezasını çekmeden cennette gidemez eklemesini yapmıştır. Ancak yinede çıkmazı aşamamıştır.

Yeryüzünde şeytanın kötülüklerini geride bırakacak şeytanlıklar yapanlar vardır. Bu gün İslam dünyasındaki krallıklara baktığımızda halkın acınası durumunu, sömürünün en çirkin yüzünü görebilmekteyiz. Fakat yinede ehlisünnete göre bu zalimlikleri yapanlara İslam’ın dışındadırlar diyemiyoruz. Önce cehenneme gidip cezalarını çekecekler daha sonra cennete gidecekler demek zorunda kalıyoruz.
Peki; madem amentüye inanan herkes hangi hal üzere yaşarsa yaşasın sonunda cennete gidecekse, şeytan neden cennete gidemiyor. Şeytanın imanı herkesin imanından çok daha güçlü değilmi. Şeytan Allahın varlığına en net şekilde inanan değilmidir. Keza amentünün diğer maddelerine şeksiz ve şüphesiz inanan değilmidir. O halde şeytan iman sahibi bir cehennemlik mi olacaktır, peygamber imanına sahip bir cehennemlik. Şöyle denebilir, şeytan halis iman sahibi değildi, yani samimi değildi. Bu yaklaşım çok saçma olur, çünkü aynel yakin muhatap olduğun bir gücün varlığına halis iman da bulunmak yada yalan imanda bulunmak gibi bir değerlendirme aklın alamayacağı bir şey olur. Bir şeyin varlığına ya inanırsın ya inanmazsın yada şüphe edersin. Şeytan şüphe demeyeceğine göre en yüksek dereceden iman sahibidir.

Dünya hayatı sömürülen ile sömüren, köle ile efendi üzerine kuruludur. Her şey ama her şey bu ilkelerden sonra gelir. Öncelikle insanların sömürüsünü teorik ve pratik olarak reddetmek imanın ilk şartı olmalıdır. Salih amel ve iyiliğe yöneltip kötülükten vazgeçirmek, içimizdeki en zayıf insanlara nasıl davranıyorsak o şekilde karşılanacağımızı bilmek imanın diğer şartları olmalıdır. Bunların üzerine ehlisünnetin 6 ilkesi bina edilmelidir. Unutulmamalıdır ki, şeytan amentü ilkelerinin hepsine bir melek kadar inanmaktadır. Şeytanda var olan sorun ise sömürü karakteridir, kötü ameldir, kibirdir, merhametsizliktir. O halde; Allahın varlığına ve birliğin, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahret gününe, hayır ve şerrin Allahtan geldiğine inanan ama sömürüden vazgeçmeyen biri tıpkı Nemrut, Firavun ve Ebucehil gibi gerçek şeytandır.

Dünya hayatı geçicidir, dünya malı sadece sıkıntıdır gibi sözlerin arkasına saklanarak kendini sanki büyük zahmet altındaymış gibi göstermek ve bir nevi sömürüsünü bu şekilde meşrulaştırmak şeytanlığın bir başka türüdür. Etrafınızda bu şekilde konuşan zengin para babası sömürücüleri görmüşsünüzdür, işte o para babaları gerçek şeytanlardır.

İman sahibi olmak, adaletin ve merhametin varlığını ara detaylarda değil; ana ilkelerin taaa en merkezinde gerektirir. Peygamberlerin öğretisinde, adalet ve merhamet göklerde değil yeryüzündedir ve imanın birer ilkesidir. Daha sonra ilahi adalet ve ilahi merhamet adı altında göklere havale edilirler. Yeryüzü ise imanlı adaletsizler, imanlı merhametsizlere kalır.

Ehlisünnetin iman tanımını eleştirdiğim için bana kızabilirsiniz. Ancak problem sadece ehlisünnet değildir. Problem yöneticilere ve sömürücülere çıkış yolu bırakan iman tanımlarıdır. Bir din sömürücüleri ve kötü amel sahiplerini direkt mahkum etmiyorsa uyuşturucu görevi görmeye başlar.


KARAKÖSE
www.medineweb.net

kamer34 02 Mayıs 2011 13:35

Cevap: Müslümanlarda İman Paradoksu
 
SAYIN YAZARIM SİZİ görmek ne güzel.:) nerelerdesiniz böyle.

KARAKÖSE 03 Mayıs 2011 16:51

Cevap: Müslümanlarda İman Paradoksu
 
kamer34 pek foruma uğramıyorum sanırım. fiziksel olarak pek yoğun değilim. çok fazla işim yok ama zihinsel olarak biraz yoğunum diyebilirim:) sosyolojiye yazıldık, ders çalışıyoruz anlıyacağın.

Zeynep islamoğlu, ehli sünneti yada başka herhangi bir mezhebi yada herhangi bir alimi ne övmek nede yermek amacı gütmezsek gerçekleri daha net görürüz kanısındayım. sadece adına ehli sünnet dendiği ve toplumun çoğunluğu kabul ettiği için ehli sünnetin tüm düşüncelerini kutsarsak kendimizi büyük bir köleliğin içinde buluruz. kısacası tarihsel seyir içinde oluşmuş tüm yapılarda büyük çatlaklıklar vardır. bunun adı ister ehli sünnet olsun ister şia ister vehabbi. benim açımdan işin dikkat çekici yanı ise tanımların yöneticileri tam olarak nereye yerleştirdiğidir. örneğin ehli sünnetin iman tanımı tamamen yöneticilerin istedikleri gibi bir tanımdır, çünkü işin içinde salih amel yoktur sadece kuru ve teorik bir iman ettim vardır. bu da yöneticilerin canla başla aradıkları şeydir.

kamer34 03 Mayıs 2011 17:28

Cevap: Müslümanlarda İman Paradoksu
 
Maslahatlar menfaatler çıkarlar ne zamanki toplumların beyninde yer etmişse o toplumlar kuran vahyinden uzak kendi beyinlerinin kulu olmaktan kurtulamışlardır. Bizler aynı yahudiler gibi hep şunu iddia eder olmuşuz “bizler ve atalarımız Allah’ın yeryüzündeki SEÇİLMİŞ kullarıyız” bize ateş dokunmaycaktır dokunsada belirli birkaç gününün dışında dokunmaycaktır. Bizler günahımızı çekip cennete gideceiğiz.

Geçenlerde hanefi mezhebine mensup bir arkadaşlarla mülaza ediyoruz. Namaz hususunda ihtilafa düştük kendilerine kurandan sünnetten birçok deiller sunmama rağmen onlar halen imam azam öyle değil böyle demiştir. Eğer böyle düşünürsek imam azamın görüşüne ters düşeriz. İşte bu mantık dinin önüne neler koyduğumuzun açık kanıtıdır. Bizler adeta birilerine ismet sıfatını vermişiz.

Osmanlı deyince akan sular durur sanki bunların içerisinde hepsi sütten çıkmış akkaşık gibi telaki ederiz. Hakka hak yanlışa yanlış diyen kişileride ya vehabi ya irticacı ya tekfirci olarak damgalamaktanda geri durmayız. İşte bu mantıklar zihniyetler bizleri Allahın kuranından rasulun sünnetinden uzaklaştırmış bugün artık yeryüzünde Allahın hükmü ile hüküme veren islam şeriati üzerine bina edilmiş birtek yönetim şeklini göremiyoruz.

Toplumlar olarak dinimizi sünni şiii bilmem neci olarak parçalamış halende müslümanlık iddasında bulunmaktandanda geri durmayız. Bizler bugün hak ettiğimiz yöneticiler ve yönetim şekilleri ile idare edilmeteyiz. Bunun sebebi işte din olmayan şeyleri dinin aslının önüne koymamızdır.

O halde düşünelim eğer yöenticilerimiz ve yöentim şeklimiz islam ise ne mutlu bizlere yok eğer yöneticlerimiz ve yöentim şeklimiz tağut ise o zaman vay halimize........

Sayın yazarım Allah size zihin açıklığı versin ve ayaklarınız hak üzere sabit kılsın inşallah.

Yitiksevda 03 Mayıs 2011 17:47

Cevap: Müslümanlarda İman Paradoksu
 
Kur'an'ın beş olarak zikrettiği İman esası bazen de dokuza çıkarılır saymış olduğumuz beş maddeye Kadere iman, cennete-cehenneme, mizana gibi eklenen esasları tahlil etmek için iktidar ve kader anlayışlarını sorgulamamız ve çıkış nedenlerine bakmamız gereklidir...

Kadere imanı anlayabilmemiz için köklerine inmemiz gereklidir, bu esasın ortaya çıktığı dönemlerde yapılan, zıtlaşmalara, zulümlere, hukuki ve siyasi mezheplere, savaşlara, iktidar kavgalarına ve en önemlisi iktidarlara duyulan kin sevgi ve nefretlerin asabiyet boyutuna bakmak bizlere yardımcı olacaktır.

Adil olan ve güzel düşünen, ahlaklı olan bir insan, hayatının son anında yapacağı bir hatadan ötürü en kötü cezaya çarptırmak ne kadar abes ise, yaşamı boyu her daim hata yaparak son anında yaptığı bir iyilikten ötürü birine ödül vermekte o derece abestir. El Adl olan Allah her şeyi en güzel şekilde mükâfatlandıracak ve ödüllendirecek ve her şeyden münezzeh iken onun adına bu tür sonuçlar sunmak Allah’a iftiradır. Düşünelim böyle bir kitabın olmasını hangi aklıselim kabul edebilir eğer kabul eden varsa dünyanın yaradılışından kıyametin kopacağı ana kadar sayısı bilinmeyecek kadar insan isminin bir kitaba sığması mümkün değildir.

Kaderin önceden belirlenmişliğine inanan ve iradeyi yok sayan bir düşünce yapısı, her daim üretmenin, çalışmanın, dayanışmanın, paylaşmanın, mücadele vermenin gerekliliğine inanmasıda boş olur çünkü önceden yapacakları belli iken neden kendini boş yere yorsun. Günümüz İnsanlarının düştükleri hatanın temelinde, yanlış bir kader anlayışı vardır, hastalığı, başarısızlığı, açlığı, sefaleti, felaketleri, yanlış evlilikleri, zulümleri, hırsızlıkları, sömürüyü, katliamları, yoksulluğu, zenginliği, çaresizliği, kazaları bir kader olarak görmekte ve kendi üzerine düşen sorumluluğu Allah’ın takdiri diyerek avunmaya çalışmakta.

Çare bulmaktan aciz bir anlayışa düşerek, şans oyunlarında, kumarda, fallarda, muska ve büyülerde, sahtekar olan sözde din adamlarında, türbelerde, mürşitlerde vb hiçbir faydası olmayacak dış etkenlere yönelmektedir. Kendine özgüvenini kaybeden bir insan özgür değildir, tam aksine kendi kendini mahkûm etmiştir. Din adına Allah’a ve kutlu elçisi Muhammed (s.a.a) atılan iftiralara kanarak kendi sorumluluğunu Takdire yükleyen kendi yapıp ettiğine Allah böyle istedi böyle olması gerekiyordu vb yanlış ithamlar kimseyi sorumlu olmaktan kurtarmaz. Öncelikle sağlam bir Allah bilincini kavramak, Kuran=Sünnet’in bir birinden bağımsız olmadığını kavramak ile İslami kavramları tam anlamı ile anlayabiliriz…

Asabiyet, cahiliye asrında, Menfi milliyet, ırkçılık, aşırı derecede kendi kavim ve kabilesini koruma ve iltizam ile yapılan bir tür kavmiyetçilik idi. Cahiliye toplumunda bir kişi kabilecilik, milliyetçilik his ve çabasıyla, baba tarafından olan birini, haklı veya haksız her durumda korur ve ona destek olurdu. Korumada esas alınacak ilke adaletten yoksun zalim veya mazlum kavramları üzere değil, bizzat kendi kabilesinden olup olmadığı önemli idi.

Töreler, eski toplumlarda muhafaza edilmesi gereken bir yasa olarak görülür ve bu yasaların değişim sürecide kolay olmaz, bu töreleri kutsamış bir toplumda muhalefetten söz edilemez, böyle bir toplumda özgürlük anlayışına karşı çıkacak olan asabiyet her yeniliği sapma olarak görür. Saltanatların olmazsa olmaz iki kapısı vardır biri asabiyet diğeri kadercilik anlayışıdır lakin bu iki anlayışa Kur’an gözü ile baktığımızda ‘’Uhuvvet’’ ile asabiyet kapıları kapanırken, inkılap ile kadercilik kapıları kapatılırken, şura ile saltanatın kapıları kapatılmıştır.

Ve O'dur yok eden kadim [kabileler] ‘Ad ve Semud'u, hiçbir iz bırakmayacak şekilde, ve onlardan önce Nuh kavmini -[çünkü,] hepsi de kötülükte çok iştahlı ve çok azgın olmuşlardı-(işte Rabbin onları yok etti,) tıpkı yıkılıp altüst olan öteki şehirleri yok olmaya terk ettiği ve sonra ebediyyen görünmez hale getirdiği (gibi).
(Necm 50-51-52-53-54)

Kadercilik anlayışı ‘’kadim’’(eski) bir anlayıştır, ve kendine en elverişli zemini ise zorbalıktır, İslam olmadan önceki Araplar, putperest idiler ve sıffin savaşından yarım asır öncesinde zorlama anlayışlarını "Eğer Allah dileseydi, ne biz ve atalarımız O'na ortak koşar ve ne de bu şeyi yasaklardık. "’’ (En’am 148-Nahl 35) demekte idiler.

Onların bu anlayışına göre, Allah’ın insanlara bahşettiği seçme özgürlüğü yoktu, ve saltanat anlayışı bu inancı doğrulamak adına ilk savunucularından biri olan Ca’d b. Dirhem’di ve ilk müderrisi de Cehm b savfan olmuştur.(Ca’d ikinci mervanın özel eğiticiliğini yapmıştır.)

Bu öğretiye göre; İnsan İlahi irade karşısında özgür değildir, seçme özgürlüğü yoktur, dini metinlerde ise fiillerin insanlara mal edilmesi mecazidir. Örneğin Eli titretmek ile elin kendi kendine titremesi arasında bir fark yoktur. Çünkü ikisini de yapan Allah’tır. Bu anlayışa göre insanların ilahi irade karşısında mecbur görülmeleri, saray-halk ilişkileri açısında kabul edilir ve izah edilebilir değildir. Çünkü bu düşünceyi haklı göstererek kendilerine zemin hazırlayan saltanatlar yapıp edecekleri her şeyin daha önceden İlahi irade ile belirlenmiş olduğu görüşünüde beraberinde getirmekte idi

Bu anlayışı yine reddeden Allah’ın kelamı Kur’an’dır. Birçok ayeti kerime’de Hidayet ve Sapkınlığın insanın kendi özgür iradesi ile olduğu hakikatine rağmen halen birileri insanın özgürlüğünü kısıtlayacak bir anlayış ile önümüze çıkıyor iseler emin olun kendi çıkarlar ve menfaatlerinden olmamak içindir. Bunu yapmak isteyen cebirci bakış taraftarları, özgürlüğü veren ayetleri farklı yorumlara tabii tutarak, İlahi iradenin kudretini dile getiren ayetleri ise cebir mantığı lehine çıkarımlar yapmaya çalışırlar.

Bu doğrultuda gündemde Kader ile alakalı birçok gündemde tutulmaya çalışılır ve aman ha sakın kader mevzuuna girmeyin boğulursunuz, içinden çıkamazsınız, gibi söylemler ile insanların düşünmesini yasaklayan haberleri Allah resulüne atfetmekten geri durmazlar.

Örneğin Ebu Hureyre’ye dayandılaran ve Allah resulünün söylediği rivayet edilen şu sözlere bakalım:
‘’Biz kader hususunda münakaşa ederken Resulullah çıkageldi. Öylesine kızdı ki öfkenin hasıl ettiği kızıllıktan, yüzünde sanki nar taneleri ortaya çıkmıştı. Sonra şöyle buyurdu; size böylemi emredildi? Ben size bunun içinmi gönderildim? Sizden öncekiler bu hususta tartışmaya girince helak oldular. Ben size bu konuda tartışmamanızı kesinlikle emrettim-emrettim !’’
(Tirmizi, kader, ibnu macce, mukaddime)

İnsanın sorumluluk alanına giren hususlarda, Allah’ın her şeyi bilmesi her şeyin onun ilminde olması, kulu zorlamaz, geçmişin Allah’ın ilminde olması bilinmesi gerçekleşecek olayların üzerinde etkili olmadığı gibi, geleceği bilmeside gerçekleşecek olaylar üzerinde tesir edecek değildir. Etki onu gerçekleştiren failin irade ve kudretini sarf etmesine bağlıdır. Allah’ın dilemesi insanın sorumluluk alanına giren hususlarda kendisini sorumlu kılar, herkes hak ettiğini bulacaktır bunun sonucuda ya rahmet ya da azaptır.

İnsana seçme ve düşünme imkanı veren akıl, iyi-kötü-hayır-şer-hüsn-kubh gibi kavramları tayin etmede insanın kendi özgür iradesi iledir, İlahi irade bu hususlarda dilediğine ulaşmaya imkanı vererek insanın özgür iradesine müdahale etmez.


SAAT: 17:19

vBulletin® Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.

User Alert System provided by Advanced User Tagging v3.2.6 (Lite) - vBulletin Mods & Addons Copyright © 2024 DragonByte Technologies Ltd.


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306