Medineweb Forum/Huzur Adresi

Go Back   Medineweb Forum/Huzur Adresi > ..::.MEDİNEWEB FORUM GENEL.::. > Edebiyat > Makale ve Köşe Yazıları

Konu Kimliği: Konu Sahibi Medineweb,Açılış Tarihi:  14 Nisan 2015 (17:39), Konuya Son Cevap : 14 Nisan 2015 (17:55). Konuya 5 Mesaj yazıldı

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Değerlendirme
Alt 14 Nisan 2015, 17:39   Mesaj No:1
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:339
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Hz. Muhammed Döneminde Yönetim Olgusu/Ali Duman

Hz. Muhammed Döneminde Yönetim Olgusu/Ali Duman

Hz. Muhammed Döneminde Yönetim Olgusu
Yrd. Doç. Dr. Ali Duman
İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

GİRİŞ
Bir fert olarak insan, diğer insanlarla birlikte, belli kural ve kaidelere bağlı olarak toplum içerisinde yaşama zorunluluğu olan bir varlıktır. Çünkü o, tek başı-na kendi kendine yetebilecek, bütün ihtiyaçlarını karşılayabilecek, kimseye muh-taç olmadan yaşayabilecek kudrete malik olmayan, aksine insan olarak belli bir değer ifade edebilmek için diğer insanlara muhtaç olan bir canlıdır. Kur’an-ı Kerîm’in ifadesiyle “zayıf yaratılmış” olan insanın, yaratılışından kaynaklanan acziyetini ve zayıflıklarını giderebilmek, temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek ve mükemmelliklere ulaşabilmek için toplum içerisinde, diğer insanlarla birlikte ve onlarla yardımlaşarak yaşamak zorundadır.

Toplum ve toplum hayatı ise düzen ister. Çünkü toplumu meydana getiren ve fert (birey) olarak değer kazanan insanlar, akıl, idrak, zeka, kuvvet, güç gibi yaratılışlarından kaynaklanan bazı özellikleriyle, birbirleriyle denk ve eşit değil-lerdir ve bu eşitsizlik toplum hayatının sürekliliğini engellemeye ve hatta onu yok etmeye müsait bir ortamın, anarşi ortamının doğmasına ve düzensizliğe zemin hazırlar. Bu düzensizlik güçlünün zayıfı ezmesi, köleleştirmesi, akıllının diğerle-rine hükmetmesi, yaratılış itibariyle eşit olan insanların birbirlerinin hak ve hürri-yetlerini gasp etmesi anlamına gelebilir. Oysa bütün bunlar toplum hayatını zede-leyici, toplumun dağılıp yok olmasına neden olan durumlardır. Bu sebeple toplum düzensiz olmaz. Düzen ise en genel manasıyla devlet demektir.

Devlet, insanlık tarihinin en önemli kurumu olarak beşeri (insan, toplum, halk), tabiî (coğrafî, ülke) ve hukukî (iktidar, hakimiyet, otorite) olmak üzere başlıca üç unsurdan meydana gelir. Buna dördüncü olarak “ayırım yapmadan herkese uygulanabilecek kanunlar”1 da eklenebilir.

Devletin, insanlar tarafından kurulmuş olan müesseselerin en önemlisi ol-duğu ve zorunluluğu hakkında hemen hemen bütün araştırmacılar ve siyaset bilimciler arasında ittifak vardır. Yani devlet, toplum hayatının devamı için varlığı zorunlu olan bir kurum olarak kabul edilmektedir.

Devletin varlığının devamı da bu üç unsura bağlıdır, yani ülke, halk, iktidar. Nitekim devlet hakkında yapılmış bütün tanımlarda devlet, bu üç unsuru ile birlikte ele alınmıştır. Biz de devleti, belli bir coğrafyada (ülke) yaşayan insanları (halk) üstün otoritesiyle (iktidar) yö-netmek için kurulan siyasi bir kuruluş şeklinde tanımlamayı tercih ediyoruz.

Bu tanımdan devletin görevinin yönetim olduğu ortaya çıkmaktadır. Yönetimden maksat ise, en genel manasıyla, devletin unsurlarından birini oluşturan halkın yani toplumun refah, huzur ve mutlu bir şekilde hayatını sürdürmesini sağ-lamaktır. Bu ise devletin yönetimi altındaki insanların mutluluğunu sağlamak amacıyla kurulmuş olduğu şeklindeki görüşün doğruluğuna delalet eder. Ayrıca bu tanım devletin iki önemli unsuru fert ve iktidar (otorite) arasındaki ilişkiyi de ortaya koyar.

Buna göre yönetim kavramını: “belli bir toprak parçasında yaşayan bir toplumun rahat, huzur ve mutluluğunu gerçekleştirmek için elindeki hükmetme gücünü kullanan otorite yada otoritelerin gerçekleştirdiği eyleme verilen isim” şeklinde tanımlamak mümkündür. Yani yönetim, devlet mekanizmasının temel işlevidir.

Devleti meydana getiren üç temel unsurdan ikisi, fert ve iktidar arasında cereyan eden yönetim işlevi, tarihin ortaya çıkardığı ilk devletten günümüze kadar hemen her türlü devlet organizasyonunda en önde gelen işlev olarak değerlendiri-lebilir. Bu sebeple yönetimde fert-iktidar ilişkileri büyük önem arz etmektedir.

Ferdin topluma olan zorunlu bağımlılığı ile fertlerin tabiatlarından kaynak-lanan farklılıklar sebebiyle ortaya çıkan eşitsizlikler, toplumun belli kurallarla idare edilmesi zaruretini ortaya çıkarmaktadır. Bu ise toplum hayatının sürdürüle-bilmesinin ancak toplum nizamının teminiyle mümkün olabileceğine işaret etmek-tedir. Toplum nizamının sağlanması zarureti iktidarı doğurmaktadır2. Şu halde fert ve iktidar ikisi birbirinden ayrı olmayan bir elmanın iki yarısı gibi, devletin varlık sebepleridir.

Hz. Peygamber döneminde fert-iktidar ilişkilerinin konu edildiği bu araş-tırmada, ilk dönem İslâm toplumunda yönetimin ne olduğu ve nasıl gerçekleştiril-diği üzerinde durulacaktır. Durumun tespitine yönelik bir aydınlatma çabası ola-rak nitelenebilecek olan bu araştırmayla Hz. Peygamber döneminde iktidarın ne anlama geldiği ve ne şekilde gerçekleştiği gibi soruların yanında, bu iktidar karşı-sında ferdin konumunun ne olduğu da söz konusu edilecektir. Bu cümleden olarak araştırma iki aşamadan meydana gelmektedir; ilk aşamada Hz. Peygamber döne-minde, iktidar ve fert kavramlarının durumunun tespitine çalışılacak ve ikinci aşamada da Hz. Peygamber dönemi uygulamalarından hareketle fert-iktidar ilişkileri ortaya konularak, yönetimin nasıl gerçekleştirildiği aydınlatılmaya çalışılacaktır.
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi Medineweb 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Medinewebli önlisans İlahiyat 1.sınıf öğrencileri... İlahiyat Öğrencileri İçin Genel Paylaşımlar nurşen35 87 29597 23 Mayıs 2015 20:53
Gülmek isteyenler tıklasın :))) Videolar/Slaytlar Kara Kartal 3 3918 10 Mayıs 2015 15:16
Cumartesi Anneleri’nin ahı/Can Dündar İslami Haberler Medineweb 0 2577 10 Mayıs 2015 15:13
Ayın Üyesi ''zeynepnm'' Ayın Üyesi 9Esra 13 8273 30 Nisan 2015 13:29
Müzemmil suresi bize ne anlatıyor Tefsir Çalışmaları Medineweb 0 3090 19 Nisan 2015 14:45

Alt 14 Nisan 2015, 17:45   Mesaj No:2
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:339
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Hz. Muhammed Döneminde Yönetim Olgusu/Ali Duman

1. Hz. Muhammed Döneminde İktidar Ve Fert

Hz. Muhammed kendisine peygamberlik geldiği zaman, Mekke toplumu-nun bir üyesi olarak kendisine güvenilirliğin dışında bir imtiyaza sahip bulunmuyordu.3

O dönemin Mekke toplumu, inanç açısından kendilerini Allah'a yaklaştıra-caklarına inandıkları taştan ve ağaçtan yapılma bir takım putlara tapıyor, ekonomik açıdan da bu putları bir geçim vasıtası olarak kullanıyorlardı. Siyasal açıdan örgütleniş biçimi, oligarşi denilen bir seçkinler cumhuriyetine benzemekteydi. Şehrin yönetiminde gerekli olan bir takım işlerin yerine getirilmesinde belli soyla-rın söz sahibi olmasından da anlaşılacağı üzere yönetim ve otorite egemen güçle-rin elindeydi. Böyle bir siyasal yapılanma sadece Mekke’ye mahsus da değildi. O dönemin Arabistan’ında yaşayan Arap topluluklarının tamamına yakınında kabile hiyerarşisi içinde yönetim gerçekleştirilmekteydi4.
Bu tür yönetimde ferdin değeri, ancak içinde bulunduğu topluluğun gücü nispetinde var olmakta ve şehrin yöne-timini elinde bulundurmak açısından kabileler, maddî bakımdan güçlülükleri ora-nında ve sayı açısından çokluklarıyla söz sahibi olabilmekteydiler.
Böyle bir ortamda insanları Allah'a inanmaya davet etmekle görevlendi-rilmiş olan Hz. Muhammed, Allah'tan kendisine gelen ilahi hakikati bildirmek görevini yüklenmiştir5.

Hz. Peygamber’in ilk iş olarak kendi kabile mensupları ve yakın akrabala-rını uyarmayı seçmesi yanlış anlaşılmamalıdır. Zira içinde bulunduğu toplumun yapısı, kabilelerin, yanlış üzerinde de olsa, kendi kabile mensuplarının tarafını tutmalarına müsaitti ve inanmasalar bile Hz. Peygamber’i diğer kabilelere karşı koruma altına olacak olan, öncelikle kendi akrabalarıydı. Nitekim Şuara suresinde yer alan “Yakın akrabalarını uyar. Müminlerden sana uyanlara kanadını indir (merhametli ol). Şayet sana karşı gelirlerse deki: Ben sizin yaptıklarınızdan mu-hakkak ki uzağım. Sen o mutlak galip ve engin merhamet sahibine güvenip da-yan.”6 emriyle Hz. Muhammed durumu öncelikle kendi akrabalarıyla paylaşmıştır.

Kendi kabilesi ve akrabalarının peşinden bütün Mekkelilere hitap etmekle emrolunan peygamber, bu ilk dönemlerde insanları yalnızca bir ve tek olan Allah'a inanmaya davet etmeye girişti7. Ancak onun bu girişimi Mekke müstekbirleri ile arasının açılmasına yol açtı. Çünkü onun hedef aldığı bir ve tek olan Allah'a inanma yolu, bir anlamda Mekkelilerin hem dinleri hem de kazanç kaynaklarının ortadan kaldırılmasını gerektirmekteydi. Bu ise bütün Mekkelileri ekonomik açı-dan sıkıntıya sokmaktan başka, kendisinin belirleyeceği sınırların dışına çıkma-mak konusunda mahkum etmek anlamına gelmekteydi.

Bu yüzden Mekke ileri gelenleri doğrudan peygambere düşman olan taraf-ta yer aldı. Öte yandan çoğunluğu gençler ve güçsüzlerden (mustaz’af) oluşan küçük bir azınlık ona iman etmişti. Hz. Muhammed’in Mekke’de başlayan pey-gamberlik mücadelesi, on üç yıl kadar devam etti. Bu süreçte Hz. Peygamber ken-disine inananlardan meydana gelen bu küçük topluluğu öncelikle kan bağından daha güçlü olan iman bağıyla bir arada tuttu. Bu bağ sayesinde kendisine inanan zayıf ve güçsüzlerden oluşan topluluk, maruz kaldıkları bütün ağır şartlara rağmen peygamberi terk etmeye yanaşmadılar.

Mekkelilerin ağır zulmü altında onları korumaya çalışan ve aslında kabile geleneği gereği kendi hayatının idamesi büyük oranda kabilesine bağlı olan Hz. Muhammed, Mekke’de federal biçimde bir yapılanmayı tercih etti. Bu yapılanma içinde Mekke’ye karşı direniş, Mekkelilerin Müslümanlara zulmünün artması ne-ticesinde, zayıf Müslümanların Habeşistan’a hicret etmeleri neticesini zorunlu kılınca; O, küçük bir azınlıkla birlikte Mekke’de iyice yalnız kaldı. Mekke müş-riklerine karşı en büyük destekçisi olan amcası Ebu Talib’in ölümünün ardından, Mekke’de can güvenliğinin bulunmaması ve temel görevi olan tebliğin amacına ulaşma imkanının kalmaması üzerine, Mekke’yi terk etme kararını aldı. Bu sebeple çevre kabilelere yaptığı ziyaretler sonuç vermeyince, bulunduğu hal üzere görevine devam etti. Bir müddet sonra, bir hac mevsiminde Yesrib’den gelen bir kaç kişiyi kendisine inandırmaya muvaffak olması, tebliğinin gerçekleşmesinde yeni bir dönemin başlangıcının da habercisi oluyordu.

Mekke’de tebliğ görevini sürdürdüğü yıllar içinde o iki şeyi fark etmişti. Birincisi güç (iktidar) sahibi olmanın zorunluluğu ve ikincisi de kendisine inananların dinlerini rahat ve huzur içinde yaşayabilmeleri imkanını sağlayacak olan özgür bir ülkenin gerekliliği. Nitekim onun Mekke dışında bir yer aramaya çalışması da, onun bu tespitlerinin bir neticesi olarak değerlendirilmelidir. Şu halde Hz. Muhammed’in tebliğ görevini tam olarak yerine getirebilmek için kendisine inananlardan meydana gelen bir topluluğun bulunmasının yeterli olmadığı, bunların yanında inananlara ait ve onların sözünün geçtiği hür bir toprak parçasının bulunması gerektiği fikrine sahip olduğu söylenebilir.
Peygamberin bir araya getirme gayretinde olduğu bu unsurlara dikkat edilecek olursa modern devletin temel unsurları olduğu gözden kaçmamaktadır. İnananlardan oluşan topluluk modern devletin fert (halk) unsuru, bağımsız bir toprak parçası ülke ve halkın idaresini gerçekleştirmek için gerekli olan güç, iktidar un-surunu karşılamaktadır.

On üç yıllık Mekke mücadelesi sonunda peygamberin Yesrib’e hicret etmek zorunda kalışı, başlangıçta Mekkeliler için bir zafer olarak değerlendirilmiş olsa bile, aslında sonun başlangıcını teşkil etmekteydi. Zira Yesrib’e hicret eden peygamber burada rahatlıkla tebliğ görevini yerine getirme imkanına kavuştuğu gibi kendisine inananlardan oluşan toplumu örgütleme, yani devletleşme imkanını da elde etmiş bulunmaktaydı. Bu ise oligarşik bir yönetim biçimine sahip Mekke’ye yabancı yeni bir yönetim biçiminin ortaya çıkmasını sağladığı gibi, Mek-ke’nin, peygamberin dehası karşısında ya inanmak ya da yok olmaktan başka seçenekleri kalmayacağının göstergesi olarak kabul edilebilir.
Medine’ye hicretten sonra, Allah'ın kitabı ve peygamberin onu yorumlamasıyla yeni bir toplum oluştuğu görülmektedir. Bu toplum, geçmişten gelen bilgi ve kültür birikimlerinin yanında, inanç düzleminde bir araya gelmiş bir toplum olarak tanımlanabilir. Ancak Medine halkının tamamı mü’minler müteşekkil değildir. Mü’minlerin yanında, sayıları azımsanamayacak miktarda Yahudiler de Medine’de yaşamaktadır.
Merkezinde peygamberin bulunduğu bu toplumun, hicretten hemen sonra sosyal ve siyasal bir örgütlenme içine girdiği görülmektedir. Her ne kadar Hz. Muhammed siyasal bir lider olarak ortaya çıkmış olmasa bile, onun tebliğ ettiği esaslar Mekkeliler tarafından siyasal açıdan da yorumlanmış ve hatta bu sebeple, davasından vazgeçmesi hususunda Mekke iktidarı teklif edilmiş olduğu hatırlanacak olursa8, Mekkelilerce onun çıkışı siyasal olarak değerlendirilmiştir. Dolayısıyla onun Mekke’den Medine’ye hicreti olayını da siyasal bir hareket olarak değerlendirmiş oldukları görülür.

Durumun farkında olan Hz. Peygamber derhal düzenli bir şehir sistemi oluşturma çabalarına girişmiş, Medine’nin kozmopolit yapısını da dikkate alarak örgütlenmeye başlamıştır. Bu örgütlenmeyi de Yesrib’de mutlak iktidarı elde ederek başlatmış, Yesrib’in yerlileri olan Ensar, bunların dışındaki Yahudiler ve Mekke’den hicret eden muhacirler arasında her bir topluluğun hak ve hukukunu düzenlemeyi amaç edinen bir genelgeyle (Medine Sözleşmesi) konumunu belirlemiştir9. Nitekim sonradan meydana gelecek gelişmeler onun bu uygulamasının Medine’deki İslâm toplumu açısından olduğu kadar Yahudiler açısından da en sağlıklı biçim olduğunu ortaya koymuştur. Ancak ne yazık ki Yahudiler peygamberi ve Müslümanları suistimal etmek yolunu seçtikleri için bu yapı içinde barınamamış ve dışlanmışlardır.

Medine’de siyasal açıdan örgütlenme gerçekleşince, yani iktidar ve ferdin konumu belirlenince bu yapılanmanın gereği olarak kurumsallaşma başlamıştır. Bu süreçte Hz. Peygamber, içinde bulunduğu toplumun lideri olarak gerekli bütün kurumsal faaliyetlerde başrolü oynamıştır. Yani hem yasama (teşri`), hem yürüt-me (icra) ve hem de yargı (kaza) fonksiyonlarını bir arada gerçekleştirmiştir. Za-ten bundan başka bir biçimin olamayacağı da söylenebilir. Çünkü o, Allah'tan aldığını insanlara tebliğ etmenin yanında bunların ilk uygulayıcısı da olmaktadır. Bu ise doğal olarak onun bütün faaliyetlerin merkezinde olması sonucuna yol açmıştır.

Peygamberin şahsında bu faaliyetlerin toplanmış olması, İslâm'da yönetim biçiminin teokrasi olduğu yolunda bir takım iddiaların ileri sürülmesine yol aç-maktadır. Halbuki Hz. Peygamber’in bu fonksiyonları şahsında toplamış olması sadece zamanın ve şartların gereğidir. Nitekim o yönetimi, teokraside olduğu gibi, Allah adına gerçekleştiriyor da değildir. Eğer peygamberin, peygamberlik iddia-sıyla ortaya çıktığı dönem gözden geçirilirse onun siyasal iktidarı elde etmek iste-yen bir tarzda ortaya çıkmadığı kesin olarak görülecektir. Şayet böyle bir amacı bulunsaydı, onun Mekke dışına çıkmasına da gerek olmazdı. Zira Mekkeliler kendisine gelerek davasından vazgeçmesi karşılığında siyasal iktidarı sunmuşlardır. Halbuki peygamber bu teklife red cevabı vermekle kalmayıp, Mekkelilerle arasının iyice açılmasına yol açan meşhur cevabıyla onları tamamen karşısına almıştır.

Medine ise yeni toplumun ülkesi olmanın yanında, kendi idarelerini ger-çekleştirme imkanını sağlayan kutsal bir vatan halini almıştır. Medine’ye hicret, Müslümanlardan ve diğer inanç birliklerinden meydana gelen toplumun örgüt-lenmesi ve kurumlaşmasında, İslâm’ın yayılış tarihinin en önemli dönüm noktası kabul edilebilir.

Bu dönemde iktidar peygamberin şahsında temsil olunmakta ve fertler ise Müslümanlardan ve Medine’de yaşayan Yahudilerden müteşekkil bulunmaktaydı.

Bu dönemde fert-iktidar ilişkilerinin, daha çok sahabe-peygamber ilişkileri biçi-minde gerçekleşmekte olduğu görülmektedir.

Şu halde Hz. Peygamber döneminde, İslâm toplumunun modern devletin temel unsurları kabul edilen iktidar, fert ve ülke olmak üzere üç unsura sahip bulunduğu söylenebilir. Bu dönemde iktidar Allah'ın peygamberi olan Hz. Muhammed’in şahsında belirginlik kazanmakta ve inananlardan meydana gelen toplumda asayişi sağlamak üzere yönetim fonksiyonunu yerine getirmektedir. Fert ise, inananların meydana getirdiği toplumun üyeleri, yani peygamberin sahabîleri ve Medine’de yaşayan gayrı Müslim unsurlar olmaktadır.
Alıntı ile Cevapla
Alt 14 Nisan 2015, 17:49   Mesaj No:3
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:339
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Hz. Muhammed Döneminde Yönetim Olgusu/Ali Duman

2. Hz. Peygamber Döneminde İktidar-Fert İlişkileri

Hz. Peygamber döneminde iktidar-fert ilişkileri denilince; hem Allah'ın emirlerini kendilerine tebliğ etmekle görevli memur (resul/elçi), hem Allah'ın emirlerini şahsında yaşayarak insanlara örnek olan şahsiyet ve hem de toplumun rahat, huzur ve mutluluğunu gerçekleştirmek görevini üstlenmiş yönetici Hz. Mu-hammed ile; O’na ve onun tebliğ ettiklerine iman etmiş ve onun idareciliğine razı olmuş bir toplum arasındaki ilişkiler, yani Sahabe-Peygamber ilişkileri akla gel-mektedir. Bu bakımdan sahabe-peygamber ilişkilerinin temelde iki boyutta cere-yan ettiği söylenebilir: Birincisi Allah'ın elçisi ve örnek şahsiyet ile olan ilişkiler, ikincisi de mensup bulunulan topluluğun yöneticisi ile ilişkiler. Her iki ilişki türü-nün doğal sonucu ise itaattir. Hem Allah'ın elçisine itaat; hem de yöneticiye itaat.

Bu noktada sahabe-peygamber ilişkilerinin itaat çerçevesi içinde cereyan etmesinin de iki yönü olduğu tespiti yapılabilir. Zira, sahabiler öncelikle kendilerine dinlerini tebliğ eden peygambere iman eden ve onun getirdiklerini doğrula-yan, onu hayat rehberi, örnek şahsiyet biçiminde gören bir topluluk olarak, Allah'ın elçisinin bağlıları olduklarından peygambere itaat ediyorlardı. Üstelik dinin kutsal kitabı olan Kur’an-ı Kerîm, bunu imanın şartları arasında kabul etmekteydi10. Yani peygambere itaat dinin gereklerindendi. İkinci olarak da onları örgütle-yen ve onların düzenli bir toplum halinde yaşayabilmelerini temin eden idareciye itaat etmekteydiler, bu bir millet olarak bir arada yaşamanın ve devletleşmenin gerekleri arasında görülebilir.

Birinci tür itaatin, yani elçiye/resule itaatin mahiyeti mutlaktır; herhangi bir kayıt ve şarta bağlı değildir. Bu tür itaatte bir hak-hukuk ilişkisi söz konusu değildir. Zira Hz. Muhammed Allah'ın elçisi olması hasebiyle, insanlara inandık-ları dinin gereklerini bildirmekle mükellef yegane şahsiyettir ve onun din ile ilgili tebliğ ettiği şeylerin tamamı, uymak ve itaat etmek noktasında tartışmasız olarak kabul edilmesi gerekli olan esaslardır. Kimse peygambere bu getirdiklerinin yanlış olduğu iddiasıyla muhalefet etme ve ona uymama hakkına sahip olmadığı gibi, kendisinin bu işleri daha doğru yapacağı iddiasıyla ortaya çıkarak resullüğe aday olma hakkına da sahip değildir.

İkinci tür itaatin, yani yöneticiye itaatin gereği ise mutlak değildir. Çünkü devletin idarecisi olmak her zaman ve şartta doğru hareket tarzının belirlenmiş olduğu anlamına gelmez. Yani hata ve yanlış yapma ihtimalini içinde bulundurur. Bu sebeple Hz. Muhammed’in devlet başkanı sıfatıyla ortaya koyduğu icraatları tartışmaya açıktır, hak-hukuk ilişkileri çerçevesinde sürmek zorunluluğu vardır. Bu yüzden de muhalefete, karşı konmaya ve uyulmamaya da imkan verir.

Sahabe-Peygamber ilişkisindeki bu iki tür itaat, Hz. Muhammed’in tasar-ruflarının belli bir sınıflandırmaya tabi tutularak, hangi tasarrufunun Peygamber sıfatıyla, hangi tasarrufunun yönetici sıfatıyla ortaya konulmuş olduğunun belir-lenmesi gerektirir. Değişik bir anlatımla O’nun, peygamber olarak yaptığı tasar-rufları ve yönetici olarak yaptığı tasarrufları ayrı ayrı değerlendirildiği taktirde bu iki tür itaatin farklılıkları ortaya konulabilir. Sadece böyle bir ayırım yapıldıktan sonra, Hz. Muhammed döneminde fert-iktidar ilişkilerinin nasıl olduğu sağlıklı olarak tespit edilebileceği söylenebilir.

Bu araştırmanın konusu yönetim, yani fert-iktidar ilişkileri olduğuna ve aslında bu konu ancak Peygamberin yönetici sıfatıyla yapmış olduğu tasarruflarında görülebilmekte olduğuna göre, onun peygamber olarak yapmış olduğu tasarrufları araştırmanın kapsamı dışında kalmaktadır.

Ancak böyle bir ayırımın kolaylıkla yapılamayacağı da burada tespit edilmelidir. Nitekim onun hangi davranışı peygamber sıfatıyla veya hangisini yönetici sıfatıyla yaptığı ayırımının açık olarak yapılamaması sebebiyle mezhepler arasında zuhur eden çeşitli anlaşmazlıklar da bu tür bir ayrımın kolay olmadığına delalet etmektedir. Mesela ölü arazinin, onu diriltenin malı olması konusundaki peygamberin tutumu11 konusunda Şafiîlerin yaklaşımı ile Hanefîlerin yaklaşımı farklıdır. Hanefîler peygamberin bu sözünün devlet başkanı sıfatıyla söylenmiş bir söz olduğu gerekçesiyle, zamanın devlet başkanının farklı bir uygulama yapabileceğini iddia ederken12, Şafîîler bunun peygamber sıfatıyla söylenmiş bir söz olduğu görüşünü savunmakta ve hangi dönem-de olursa olsun her kim ölü araziyi diriltirse sahip olabileceğini ileri sürmektedirler13. Bu konuda Malikî ve Hanbelîler ise Hanefîlere yakın bir anlayış sergilerler14.

Peygamberin tasarruflarının taksimi konusunda alimler çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Bunlar içinde peygamberin tasarruflarını on ikiye kadar çıkaranlar olmuştur15. Karafî, peygamberin tasarruflarını risalet, tebliğ, fetva, kaza ve imamet olarak beşe ayırmakta ve imamet tasarrufunun diğer dört tasarrufunun vasfı oldu-ğunu söylemektedir16.

İlk dönem İslâm tarihinde cereyan eden ve Hz. Muhammed’in devlet başkanı sıfatıyla yapmış olduğu tasarruflar olduğu açıkça belli olan bir takım örnek hadiselerden hareketle, Hz. Peygamber döneminde fert-iktidar ilişkilerinin nasıl olduğu ortaya konulabileceği söylenilebilir.
Alıntı ile Cevapla
Alt 14 Nisan 2015, 17:51   Mesaj No:4
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:339
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Hz. Muhammed Döneminde Yönetim Olgusu/Ali Duman

a) Medine Vesikası

Bu örneklerden birisi Hz. Muhammed’in Medine’ye gelir gelmez, Medi-ne’de ikamet etmekte olan farklı topluluklar arasında akdettiği ünlü Medine vesi-kasıdır17. Bu vesikada Hz. Muhammed, Medine’de yaşayan toplulukların tamamını içine alacak biçimde bir düzenleme faaliyeti yapmıştır. Hz. Peygamber bu vesikayı Medine’nin kozmopolit yapısını dikkate alarak, bütün guruplarla istişare ile hazırlatmıştır.

Vesikanın ilk iki maddesinde Medine’de yaşayan Müslümanların ayrı bir topluluk olduğu vurgulandıktan sonra, takip eden 3-11. maddelerde her bir Müslüman topluluğu ayrı ayrı sayılarak durumları ve nasıl hareket edecekleri bildiril-mektedir. 12-23. maddelerde mü’minlerin birbirleriyle yardımlaşmaları ve davaların halledilmesi konusunda yegane kaza merciinin Hz. Muhammed olduğu esasına işaret edilmekte ve 23-38. maddeler arasında Yahudilerin durumu ortaya konulmaktadır.

Vesika’nın 23. maddesi Müslümanlar arasında meydana gelebilecek anlaşmazlıklarda Hz. Muhammed’in hüküm verici konumunda olduğunu gösterirken, kaza işlerinin onun üzerinde olduğunu açıkça işaret etmektedir.

Ayrıca 42. madde yer alan hükümler de Yahudiler ve Müslümanlar arasın-da meydana gelebilecek olan olumsuz hadiselerde Hz. Muhammed’in hakim sıfatıyla meseleleri halletme yetkisini taşıdığını göstermektedir.

45. madde Yahudilerin dış ilişkilerini düzenlerken Müslümanlara danışma mecburiyetini getirmektedir ki, bu maddeden Yahudilerin kendi iç işlerinde serbestken, dış işlerinde peygambere bağlı olduklarını, yani Medine’de Yahudilerin federal bir konumda olduğunu göstermektedir.
Bu vesikanın açık sonucu Hz. Muhammed’in Medine iktidarının yegane hakimi olduğu ve Medine’de yaşayan Müslim, gayrı müslim bütün toplulukların Medine yönetiminin fertlerini oluşturduğudur.

Medine ahalisini meydana getiren bütün topluluklar kendi iç işlerinde belli bir muhtariyete sahipken, Medine’nin genelini ilgilendiren işlerde Hz. Peygamber’e bağlıdırlar.

Ayrıca yine bu vesikadan kazaî işlerin halledilmesinde başvurulacak makamın Hz. Peygamber olduğu anlaşılmaktadır ki, bununla peygamberin devletin teşrî, icra ve kaza fonksiyonlarını şahsında toplamış olduğu görülmektedir. Bu vesikayla Hz. Peygamber farklı kabilelerden meydana gelen Medine sitesinde siyasal birliği gerçekleştirmenin yanında, hukuken eşit statüdeki fertlerden meydana gelen bu toplumda din ve inanç açısından özgürlük ortamının gerçekleşmesini de temin etmeyi amaçlamıştır. Türcan’ın deyimiyle “toplum düzeninin dine değil, hukuka dayanması gerektiği prensibi”18 vesikayla ortaya konulmuş bu şekilde meydana gelen birlikte toplumun iç güvenliği sağlanmış olduğu gibi, topluma mensup olan fertlerin siyasal hürriyetleri de güvence altına alınmış olmaktadır19.
Alıntı ile Cevapla
Alt 14 Nisan 2015, 17:54   Mesaj No:5
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:339
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Hz. Muhammed Döneminde Yönetim Olgusu/Ali Duman

b) Resulullah’ın İstişare Etmesi

Kimi durumlarda Peygamberin görüşlerini, toplumun diğer üyeleriyle istişare halinde alması da sahabe-peygamber ilişkisinin mahiyetini gösteren örnekler olarak kabul edilebilir. Bedir harbinde ordunun konaklayacağı yer konusunda Hubab el-Münzîr’in itirazı, Bedir esirlerine uygulanacak muamele, Uhud harbi önce-sinde Mekkeli müşriklerle karşılaşmanın nerede yapılacağı konusundaki sahabîler ile Peygamber arasında geçen münazaralar, Hendek harbi öncesinde peygamberin yahudilerle anlaşma akdedip, sonrasında Medine’nin yerlileri olan ensarla istişaresi neticesinde bu anlaşmadan vazgeçmesi, Mekkelilerle Hudeybiye barışını akdetmesinden önce nasıl bir tutum belirleyeceklerine dair sahabe büyüklerine danışmak gibi örnekler, Hz. Muhammed’in, toplumun genelini ilgilendiren savaş hali, barış anlaşması imzalanması durumlarında, toplumu temsil eden kesimlerle birlikte hareket ederek bir hükme vardığını göstergeleridir.

Öte yandan Hz. Muhammed’in taşıdığı misyonun, kendi ifadesiyle “Güzel ahlakı tamamlamak”, toplumsal barış, fırsat eşitliği, hukuk önünde eşitlik, adalet idealinin gerçekleştirilmesi gibi, bugün modern toplumsal yaşamın kaçınılmazları olarak kabul edilen temel ilkelerin tamamını kapsadığı ve Hz. Peygamber dönemi yönetiminin fert ve toplumla ilişkilerinin de bu düzlemlerde düşünülmesi gerekliliği söylenilebilir. Nitekim, o dönemin bütün toplumlarında hakim olan köle edinme ve köleye insanlık dışı muameleleri reva görme gibi şeylerin ortadan kaldırılmasına yönelik düzenlemelerden, kadının da birey olarak toplumda bir yeri olduğunu ortaya koyan ilkesel düzenlemelere, hatta hayvan ve çevre haklarına varıncaya kadar toplumu uzaktan yakından ilgilendiren her alana yönelik olarak ortaya konulmuş olan Vahyî Peygamberî uygulamalar, bu düşüncenin doğruluğunu kanıtlar niteliktedir.

Bu bakımdan sahabe-peygamber ilişkilerinde bulunan ikili boyutun, ufak tefek farklılıklar olmasına rağmen, son tahlilde birbiriyle tamamen irtibatsız ve kopuk olduğu iddia edilemez. Zira gerek Enfal suresinde ve gerekse Tevbe suresinde açıkça gördüğümüz gibi, Hz. Muhammed’in beşerî tasarrufları tamamen vahyin kontrolü dışında değildir. Zaten kendi içinde tutarlı olmayan, tebliğcisinin bile kendisiyle çelişkiye düşebildiği bir sistemin, başkaları için bağlayıcılığı bulunmayacağından dolayı; Hz. Muhammed bilfiil kendisine vahy olunanın hem tebliğcisi hem de ilk uygulayıcısı olmuş, boşluk olan alanlarda da vahiy tecrübesi ve ışığı doğrultusunda hareket etmiştir. Ona karşı, inanç düzleminin dışında, büyük bir muhalefet bulunmaması bu yüzdendir. Aksi olmuş olsaydı, beşeri, siyasî faaliyetlerde daha büyük muhalefetlerle karşılaşması olasılığı çok fazladır.
Alıntı ile Cevapla
Alt 14 Nisan 2015, 17:55   Mesaj No:6
Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:339
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Hz. Muhammed Döneminde Yönetim Olgusu/Ali Duman

Sonuç

Hz. Muhammed’in dini tebliğ ederken Mekke döneminde karşılaşmış ol-duğu sıkıntıların, siyasal açıdan örgütlü bir toplumun Mekke’de oluşturulamamış olmasından kaynaklandığı söylenebilir. Zira, dinin tebliği ve hayata geçirilebilmesi için gerekli şartlardan bir kısmı siyasal iktidarın desteğini gerektirmektedir. Nitekim Mekke’de nazil olan sureler göz önüne alındığında genellikle iman ve akaidle ilgili oldukları görülür. Bu dönemde ibadetlere, ahkama ilişkin, cihad gibi devlet kudretine ilişkin ayetler çok fazla değildir.

Bu dönemde Hz. Muhammed ile ona inananların oluşturduğu iman toplu-luğunun, bir azınlık statüsünde olduğu da gözden kaçmamaktadır. Doğal olarak İslam tebliğinin ilk yarısını teşkil eden Mekke döneminde bir yönetim erkinden bahsedilemez.

Buna karşın Medine’ye hicretin, Peygamber ve onan inananlara, modern devletin de kurucu unsurları arasında kabul edilen, ülke, halk ve iktidar unsurlarının bir araya gelmesine sebep olduğu açıktır. Medine’de yaşayan farklı inanç toplulukları (Yahudiler ve iman etmemiş olan bazı arap kabileleri) ile birlikte Müslümanlar Medine’de yeni bir siyasal yapılanmanın aktörleri olmuşlardır.

Bu dönemde büyük oranda sahabe-peygamber ilişkisi çerçevesinde şekillenen ilk İslam milletinde fert-toplum ilişkisinin hukuki esaslar üzerine bina edildiği görülür

Prof.Dr.Ali Duman





---------------------------------------------------------------------------------------------------------
Dipnotlar:
1 Maruf ed-Devalibi, İslam’da Devlet ve İktidar, çev. Mehmet S. Hatipoğlu, İstanbul, 1984, 22.
2 Ali Duman, İslam Hukukuna Göre Siyasi Fikir Hürriyeti, Basılmamış Doktora Tezi, Konya, 1999, 27-28.
3 Bilindiği gibi Peygamberimize vahiy gelmeden önce, içinde bulunduğu toplum onun güvenilirliği sebebiyle Muhammedü’l-Emin diyorlardı.
4 Geniş bilgi için bkz. M. Şemdettin Günaltay, İslam Öncesi Arap Tarihi, sad. M. Mahfuz Söyleme, Ankara Okulu Yay., Ankara, 2006; Yaşar Çelikkol, İslam Öncesi Mekke, Ankara Okulu yay., Ankara, 2003.
5 Müddesir, (29), 2.
6 Şuara, (26), 214-217.
7 Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İstanbul, 1991, I.88.
8 İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, tah. Mustafa es-Seka, Daru İbn Kesir, Beyrut, ts., II.416 vd.; Hamidullah, İslâm Peygamberi, II.871-872.
9 Geniş bilgi için bkz. Muhammed Hamidullah, “Medinede Kurulan İlk İslam Devletinin Esas Teşkilat Yapısı ve Hz. Peygamberin Vazettiği Yeryüzündeki İlk Yazılı Anayasa”, İslam’ın Hukuk İlmine Yardımları (Makaleler Küllyatı), Derleyen: Salih Tuğ, İstanbul, 1962, 13-30; Vecdi Akyüz, “Devlet Başkanı, Hukuk Adamı ve Bir Medeniyet Kurucusu Olarak Hz. Muhammed S.A.V.”, Cahiliye Toplumundan Günümüze Hz. Muhammed (Sempozyum tebliğ ve müzakereleri), 13-15 Nisan 2007 / Konya, 2007, 187-238; Ahmet Güneş, “Medine Vesikasının İslam Hukuku Açısından Kaynak Değeri”, EKEV Akademi Dergisi - Sosyal Bilimler, 2008, cilt: XII, sayı: 34, s. 211-222; Mustafa Kelebek, “İslam Hukuk Felsefesi Açısın-dan Medine Vesikası”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2000, sayı: 4, s. 325-373.
10 Al-i İmrân, 3 / 32; Nisâ, 4 / 59; Enfâl, 8 / 20.
11 Buharî, Hars, 15, 27; Ebû Dâvud, İmâre, 37; Tirmizî, Ahkâm, 38; İmam Mâlik, el-Muvattâ, Kahire, 1987, Akdiye, 26, 27; Dârimî, Büyû, 65; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 111, 303; Muvatta, Akdiye 26, (2, 743); Tirmizî, Ahkâm 38, (1379); Ebu Dâvud, Harâc 37, (3073).
12 Ebû Yusuf, Kitabu’l-Harâc, çev. Müderriszade Muhammed Ataullah Efendi, sad. İsmail Karakaya, Anka-ra, 1982, 62-65; İbnü'l-Hümâm, Şerhu Fethu'l-Kadîr, Mektebetu’t-Ticariyyetü’l-Kübra, Mısır, ts., VI, 32; Muhammed b. Ali b. Muhammed eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, Mektebetü Daru’t-Turas, Kahire, ts.,VIII,14-17
13 Muhammed b. İdris eş-Şâfiî, el-Ümm, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1993, III, 181; İbnü'l-Hümâm, VI, 328; Ebu Bekr b. Mes’ud el-Kâsânî, Bedâiü's-Sanai’ fi Tertibi’ş-Şerai, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1986, VII, 118,119; Ali Şafak, İslâm Arazisi Hukuku, İstanbul, 1977, 60-62.
14 İmam Malik, el-Müdevvenetü’l-Kübra, Beyrut, 1323, III, 26, 27; İmam Malik, el-Muvatta, II, 470; İbnü'l-Hümâm, VI, 32; eş-Şevkânî, VIII, 14-17
15 Bkz. Tahir b. Aşur, İslam Hukuk Felsefesi, çev. Vecdi Akyüz-Mehmet Erdoğan, İstanbul, 1988, 50-62.
16 Şihabuddin Ahmed b. İdris el-Karafî, el-İhkam fi Temyizi’l-Feteva ani’l-Ahkam, Mektebetu Matbuati’l-İslamiyye, Halep, 1967, 93.
17 Vesikanın metni için bkz. Hamidullah, İslâm Peygamberi, I.202-210.
18 Talip Türcan, “İslam’ın Evrensel Hukuk Düşüncesine Katkıları”, SDÜİF, III. Kutlu Doğum Sempozyu-mu (Tebliğler), 20 Nisan 2000, 32.
19 Duman, 126.
Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 5 Kişi okuyor. (0 Üye ve 5 Misafir)
 

Benzer Konular
Konu Başlıkları Konuyu Başlatan

Medineweb Ana Kategoriler

Cevaplar Son Mesajlar
Yönetim Butonu Nebevi Sevda Duyurular/Öneriler/Şikayetler 14 06 Mayıs 2018 21:51
Yönetim :) VuslatAksa21 Yönetime Sorun 2 27 Mayıs 2016 01:47
Camilerin Yönetim Yetkisi iklimya Kur'ân Kursları 0 14 Şubat 2013 20:14
Tamer Duman - Tutuşturdun _bülbül_ İlahiler/Ezgiler 0 12 Mayıs 2008 18:24
Canım Sıkıldı Bu Gün Yine Dağ Başını Duman Aldı martin Şiirler ve Şairler 6 20 Şubat 2008 23:00

Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.kaabalive.net Bir Ayet Bir Hadis Bir Söz | www.medineweb.net Yeni Sayfa 1
.::.Bir Ayet-Kerime .::. .::.Bir Hadis-i Şerif .::. .::.Bir Vecize .::.
     

 

 Medineweb Sosyal Medya Gruplarımız:  Medineweb  Medineweb  Medineweb  Medineweb Medineweb     

  www.alemdarhost.com sunucularını Kullanıyoruz.