Durumu: Medine No : 12814 Üyelik T.:
23 Ekim 2010 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Mesaj:
7 Konular:
0 Beğenildi:0 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
| kabir konusu
KABİR AZABI
Bizleri uzun zamandır meşgul eden, hatta bazılarımızın uykularını kaçıracak derecede zihinlerimizi işgal eden bir meseleyi sizlere danışıp öğrenmeye karar verdik. Meselemiz, Kabir Azabı ile ilgili....
Ma'lumunuz bir çok tefsir kitabında Kabir azabına delalet ettiği söylenen âyeti kerime ve hadislerden bahsedilmekte. Örneğin "Mü'min 46. âyette Firavun'a yönelik "Onlar sabah akşam ateşe arzolunurlar.." ifadesi ve akabinde "Kıyametin kopacağı gün de Firavun ve ailesini azabın en çetinine sokun." İbareleri kabir Azabına delil gösterilmekte...
Ayrıca Sahih-i Buhârî Tecrid-i Sarih tercemesinde, İbn-i Abbas'ın rivayet ettiği "Bevlinden sakınmayan ve koğuculuk eden iki insanın (4. cilt- 672-673-674-675.inci) hadislerde Kabir Azabından Allah'a sığınma ile ilgili dualar ve yine (4. cilt 676) hadiste Ebu Eyyub el Ensârînin rivayetinde Peygamberin işittiği bir ses üzerine -Yahudiler mezarlarında azap olunuyor" demesi ve yine Haz. Aişe'nin (3. cilt 550.) hadisi rivayet ederken: "bir Yahudi kadının, diğer bir rivayette iki Yahudi kadının Kabir Azabı ile ilgili sorusuna Hz. Peygamberin cevap ve istiazesi ve yine "2. cilt 460. ıncı hadiste" Hz. Aişe'nin muttasıl senet ile rivayet ettiği KABİR AZABINDAN Allah'a sığınma ile ilgili hadisi ve buna benzer hadislerden istinbat edilerek "KABİR AZABI'na delalet ettiği öne sürülüyor. Yukarıda sunduğumuz âyet ve hadislerden kabir azabının var olduğu.... Ömer Nesefî'nin Akaid kitabında da "Ölü idrak edemez, dolayısıyla Azap mümkün değildir" diyenler kafirlerdir diyor. Ve bu konu Ehl-i Sünnet mezhebinin temel görüşlerinden birisi imiş. -( Bayrak yayınları 1971 sahife 128)
Peki bu mesele böyle ise, uykularınızı kaçıran nedir? diye sorarsanız, Eğer kabir azabı varsa, insanlığın ilk döneminde ölen kimse ile kıyamete yakın ölen bir kimsenin kabirde kalma süreci arasındaki büyük fark, kabir azabı açısından bir adaletsizlik olmuyor mu?
HULASA: (1) - Allah kabir azabı konusunda hâşâ adaletsiz mi?
(2) - Kabir azabından istiâze ile ilgili hadisi nasıl anlamalıyız?
(3) - Peygamber kabirden ses işitmiş midir?
(4) - Peygamber kabirdeki ölülere sesini işittirebilir mi?
(5) - Bu soruların neticesinde, Kabir Azabı var mıdır?
(6) - Mü'min 46. âyeti nasıl anlayacağız?
(7) - Kabir azabını inkar eden kafir midir?
Selamün aleyküm! Abdullah G. Çam 01 11 2002
Not: El yazısı ile yazılmış notunuz tarafımızda mahfuzdur. H.Y.
Değerli kardeşim!
Evvela şu hususu açıklamak gerekiyor. İ'tikatta mezhep olmaz. Bu konu önemli ve hassas bir konudur. İ'tikatlar sağlam ve açık delillere dayanmalıdır.Şekk üzerine yakin bina olunmaz. İ'tikatlar ise hep yakin konulardır. Zanna dayanmaz. Mesela Allah'ın varlığı, birliği, cehennem vs. Mezhep, içtihâdi konularda kişilerin farklı yorumları ve anlayışlarıdır. Ki yorum yapılan, farklı algılanan o konular hakkında sarih bir nass (âyet) yoktur. İşin aslında Ehl-i Sünnet diye de bir mezhep yoktur. Bu ad sonradan makyaj olarak ileri sürüldü, kullandırıldı. Eş'ariyye ve matûridiyye ekollerinin gölgesi altında geliştirildi. Kendi görüşlerinin dışındaki tüm görüşleri Fırak-i dâlle/sapık mezhepler olarak nitelediler. Yine Rasülüllah efendimizin adını kullanarak "Yakında ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, hepsi helak olacak, ancak birisi müstesna ..." gibi rivayetler uydurdular. Ve tabii kurtulacak olanların kendileri olduğunu iddia ettiler. Ki bunu da "yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış" siyaseti icabı, bilinçli olarak gerçekleştirdiler. Ana umdeleri, İhtilafta rahmet aramak, fasık imama itaatin vacipliği gibi Kur'ân'a tam ters görüşleri benimsemiş olmalarıdır. Esas adı "Ehl-i Sünnet ve-l Cemaat"'tir. Ki "Ümmetimin ihtilafı rahmettir." , "Ümmetim dalalet üzerine ittifak etmez" rivâyetleriyle amel temel esaslarıdır. Bunlara göre ehliyet ve liyakat önemli değildir; "on tane âlim, âdil ve fâdıl, râsih adamın görüşüne, on bir tane câhil eşkiyânın görüşünü tercih ederler.(Aynen bugünkü demokrasi gibi. Ki konunun uzmanı on tane Prof.'un oyundan onbir tane cahil çobanın oyu daha tercihlidir.) Böyle bir görüşün sahiplenilmesi, Muaviye ve Yezid'in idarelerinin meşrûluğuna zemin hazırlama amacına yöneliktir. İttihat ve ittifak olunması, kesinlikle tefrikaya düşülmemesi hakkında Allah'ımızın kesin âyetleri olmasına rağmen, bu, ihtilafta rahmet vardır görüşü benimsetilmiştir. Ayrıca İmamı Azam Ebu Hanife bu hususta zındanı, kırbacı, ölümü yeğlemişken Ehl-i Sünnet mezhebi diye bu yanlışlıklar bizlere yutturulmuştur. Muarızlar, zındıklıkla, mülhidlikle itham edilmiştir. Yani "yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış" mantığıyla hareket edilmiştir. Maalesef başarılı olmuşlardır da. Kısaca, bizim bu gün Ehl-i Sünnet dediğimiz ekol aslında sünnetle hiç ilgisi olmayan, Emevî, Selçukî, ve Osmanî siyasetini meşrulaştıran görüşleri sahiplenenlerin mezhebidir. Bu görüşlerin bir çoğu İmam A'zam zındanda kırbaçlanıp öldürülürken, Hz. Hüseyn ve beraberindekiler Kerbelâ'da çoluk çocuk lime lime doğranırlarken saraylarda saray beslemeleri kişilere böyle inançlar uydurtulmuştur. O nedenle uyanık olalım, i'tikatımıza sadece Kur'ân'ı temel alalım. Adında sünnet oluşu bizi aldatmasın: O, tuzaktır. Sünnete kurban olalım. Ama bize sunulan kesinlikle sünnet değil, Emevî zihniyeti, siyasetidir.
Şimdi gelelim esas konuya:
Kabirde hayat ve azap:
Kabir azabı konusunu açıklarken bu konuyu iki açıdan ele almak gerekir.
Birincisi: Kabirin içinde hayat ve azap.
İkincisi: Hayat ve azap kabirde olmayıp, öldükten sonraki dirilişe kadar geçen sürededir. (Berzah)
Birincisi:
Kabir içinde azap olabilmesi için, ruhun, kabirde cesede geri dönmesi gerekir. Böyle olması lazım geldiğinden de konuyla ilgili tüm rivâyetlerde, ruhun cesede döndüğü ve azap meleklerinin ruh maalcesed azap ettikleri söylenir.
Kabir soruları ve azabı:
Rivâyetler:
Hadis kitapları, Kabir Azabı'nı konu eden tüm rivâyetleri toplamışlardır. İmam Buhârî Sahih'inde, Cenaze Kitabı bölümünde konuya ait "Kabir Azabı Hakkında Gelen Hadisler" başlığı altında (86. Bab) 8 adet rivâyete yer vermiştir. Ayrıca "Kabir Azabından Allah'a Sığınma" ve "Gıybet ve Sidikten Dolayı Kabir Azabı" ve de "Ölüye Sabah Akşam Kendi Oturacağı Yerin Gösterilmesi" başlıkları altında açtığı bablarda da birer rivâyete yer vermiştir.
Zikrettiğimiz bu bölümlerde, "Hz. Aişe'nin bir Yahudi bayandan kabir azabını öğrenip, efendimize onaylattığı, Efendimizin kabir azabı ile ilgili ümmetine bir hutbe irat ettiği (enteresandır ki, bu hutbeyi rivâyetçiden başka nakleden sahabe olmamış), Yahudi mezarlığında Yahudilerin azap çektiklerini efendimizin bildirmesi, Efendimizin sürekli kabir azabından korunmak için duada bulunması, gıybet ve sidik sıçramasının kabir azabına neden olacağı, ölen insana sabah akşam oturacağı yerin gösterilmesi" yer alır. Biz burada konuyla ilgili aynı hadisin Buhârî ve Tirmizî'deki şeklini, kelimesi kelimesine size sunuyoruz:
Buharî, Kitab-ül Cenaiz 128 numaralı rivâyet:
".... Enes ibn-i Malik onlara şöyle tahdis etmiştir: "Rasülüllah şöyle buyurdu: "Kul, kabri içine konulduğu ve arkadaşları ile cemaati geriye dönüp gittikleri zaman -ki ölü bunların yürürken çıkardıkları ayakkabılarınnın seslerini bile muhakkak işitir- ona iki melek gelir. Bunlar ölüyü oturturlar ve ona:
_ Şu Muhammed adlı kimse hakkında ne der idin? Diye sorarlar.
Bu soruya muhatap olan mü'min kul:
_ O'nun allah'ın kulu ve rasülü olduğuna şehadet ederim, der. Bunun üzerine melekler tarafından:
_ Cehennemdeki oturacak yerine bak. Allah bu azap yerini senin için cennetten bir oturacak makama tebdil etti, denilir de o mü'min kul, cehennem ve cennetteki o iki makamını beraberce görür".
Katade: "O mü'mine, kabri içinde bir genişlik verileceği bize zikrolundu" dedi ve sonra yine Enes hadisine döndü. Rasülüllah şöyle buyurdu:
"münafık ve kafir olan kula gelince, ona da:
_ Ben O'nun hakkında bir şey bilmiyorum. Ben sadece insanların onun hakkında söyleye geldikleri sözü söylerdim, diye cevap verir.
Bunun üzerine ona:
_ Anlamadın ve uymadın, denir ve ona demirden tokmaklarla öyle bir vuruş vurulur ki, derhal şiddetli bir sayha ile bağırır. Bu bağırışı insan ve cinlerden ibaret olan iki ağırlıktan başka bu ölüye yakın olan her şey işitir."
Tirmizî, Kitab-ül Cenaiz 70 numaralı rivâyet:
"Ölü kabre konulunca birine Münker, diğerine Nekîr denilen iki siyah, çakır gözlü melek gelir. "Bu adam hakkında ne diyorsun?" derler. O da hayatta söylediği gibi:
_ O, Allah'ın kulu ve elçisidir. Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna tanıklık ederim, der. Melekler:
_ Senin böyle söylediğini biliyorduk, derler.
Sonra onun kabrinde, yetmiş çarpı yetmiş arşın yer açılır, kabrinin içi aydınlatılır. Ona:
_ Uyu, denilir. O der ki:
_ Gideyim, aileme haber vereyim. Melekler derler ki.
_ Gelin gibi uyu. Kendi ailesi içinde en sevdiği kimseden başkasının uyandıramayacağı gelin gibi uyu. Tâ Allah onu yattığı yerden kaldırıncaya kadar. Münafık ise:
_ Ben onun hakkında insanların bir şeyler söylediğini duydum, ben de öyle dedim. Bilmiyorum, der. Melekler derler ki:
_ Zaten biz senin böyle dediğini biliyorduk!
Toprağa da:
_ Onu sıkıştır! Denilir.
Toprak onu öyle sıkıştırır ki kaburga kemikleri birbirine geçer. Allah kıyamette onu yattığı yerden diriltinceye kadar ona böyle azap edilir."
Aynı rivâyetin sağlam addettiğimiz iki kaynak kitaptaki şeklini gördünüz. Aslında ikisi aynı rivâyettir. Fakat ağızdan ağıza, dilden dile dolaşırken içine bir sürü saçmalıklar sokulmuştur. Herkes peygamberin adını kullanarak kendi düşüncelerini müslümanlara empoze etmiştir. Rivayetlerin içinde cümle düşüklükleri, anlam bozuklukları, birinci şahıstan üçüncü şahısa geçmeler vs. gibi bozukluklar vardır. Biz bütün bunlardan Rasülüllah efendimizi tenzih ederiz. Bu rivâyet yine Enes ibn-i malik çıkışlı olarak Buhârî'nin yine Cenazeler Kitabı'nın 67. Bab, 94 numarada yer alır. Yine yarı yarıya sözcük değişiklikleriyle. Lütfen inceleyiniz.
Rivâyetler içinde bir de Buhârî'nin Cenazeler Kitabı, 93. Bab 140 numarada verdiği uzun bir rivâyet vardır. Ki bu rivâyette, Peygamber Efendimizin, sabah namazlarını kıldırdıktan sonra cemaate dönüp, "içinizde rüya gören var mı?" diye sorması, rüya görenlerin anlatması, ama bir gün kimsenin rüya görmemiş olduğu, o gün Peygamber Efendimizin, "bu gece ben gördüm" diyerek anlattığı, âhirete ait uzun bir rüyayı anlatmasından söz edilir. Haberi mütevater olması gereken bu rivâyet maalesef haberi vahıd'dir. Yani yüzlerce sahabenin bunu aktarması lazım gelmektedir. Zira, denildiğine göre bunu Rasülüllah efendimiz mescidindeki tüm sahabeye sormaktadır, anlattırmaktadır ve kendisi de mescidinde anlatmıştır. Enteresandır ki bu olayı sadece Semre b. Cündep nakletmiştir. Ayrıca biliniyor ki, rüyanın ilimde ve dinde değeri yoktur. Sakın ha, vahy ile olduğu iddia edilmesin, o zaman bu rüyanın Kur'ân'da yer alması zorunlu duruma gelir.
Metinleri incelediğimizde görüyoruz ki, Kütüb-ü Sitte'de de yer alan bu rivâyetlerin tümü Kur'ân'a zıttır. Bırakın diğer, sıradan hadis ve İlm-i Hal kitaplarında yer alan binlerce rivayeti. ( Kur'ân'a zıtlıklarını kendiniz tespit edemezseniz bilgi verin. Açıklamalarını bildireyim.)İşte İslam düşmanları surda gediği bu rivâyetler ile açıp içimize, Yahudi, Hint fikirlerini İslam inançları olarak yerleştirdiler. Ayıklayın ayıklayabilirseniz.
Yukarıdaki rivâyetlerin hepsi Haber-i Vâhıd mertebesindedir. Haber-i Vahıd olan rivayetler İnanç konularında delil, hüccet kabul edilmezler. Ayrıca aynı rivâyetin elden ele dilden dile dolaşırken ne şekillere dönüştürüldüğünü sizler de fark ettiniz. Meallerdeki çarpıklıklar, anlam bozuklukları, ilaveler ve eksiltmeler bizim meallendirmemizden kaynaklanmadı. Orjinalinden titizlikle aktardık. Evet, kabir azabı ile ilgili rivayetlerin tümü Kur'ân ile çelişir. Hem de bir çok açıdan çelişir. Biz örneği, ruhun cesede döneceği cihetinden vereceğiz. Diğer cihetleri siz tespit edebilirsiniz..Bakınız:
Yasin suresi âyet 31:
"Görmüyorlar mı, kendilerinden önce nice nesilleri yıkıma uğrattık. Onlar bir daha kendilerine dönmemektedirler."
Mü'minun suresi âyet 99, 100:
"Sonunda, onlardan birine ölüm geldiğinde, der ki:"Rabbim, beni geri çevirin,
ki, geride bıraktığımda salih amellerde bulunayım." Asla, gerçekten bu, yalnızca bir sözdür, bunu da kendisi söylemektedir. Onların önlerinde, diriltilip kaldırılacakları güne kadar bir berzah/engel vardır."
Bakara suresi âyet 28:
"Nasıl oluyor da Allah'ı inkar ediyorsunuz? Oysa ölü iken sizi O diriltti, sonra sizi yine öldürecek, yine diriltecektir ve sonra O'na döndürüleceksiniz."
Not: Dünyada iken ölüp de, mucize niteliğinde tekrar ruhu cesedine döndürülenler de vardır. Bunlar:
Bakara suresi âyet 243:
"Ölüm korkusuyla binlerce kişi halinde yurtlarından çıkanları görmedin mi? Allah onlara "ölün" dedi de sonra onları diriltti. Şu bir gerçek ki Allah,insanlara karşı lütufkardır. Fakat insanların çokları şükretmezler."
Âyette kısaca değinilen olayların teferruatı Kitâb-ü Mukaddes'te yer almaktadır: Peygamber Hezekiel (Biz Zülkifl olarak biliriz) İsrailoğullarından bir grubu savaşa teşvik etmiş. Onlar korkup isteksizlik göstermişler. Allah da onları öldürüvermiş. Sonra Hezekiel'in (Zülkifl) duasıyla Allah onları hayata döndürmüş. Kitab-ü Mükaddes 825-826.
Bakara suresi 259:
"........... Bunun üzerine Allah, o kişiyi yüz yıllık bir süre için öldürmüş, sonra diriltmişti. "Ne kadar bekledin?" demişti. "Bir gün veya günün bir kısmı kadar bekledim." dedi. ....."
Olayın teferruatı âyeti kerimenin tamamından bakılmalıdır. Biz burada söz edilen kişiyi Üzeyr As. olarak tanıyoruz.
Bunlara şeksiz ve şüphesiz imanımız vardır ve olmalıdır. Bunların içeriği konumuz dışındadır.Zira bunlar mucize niteliğindedir.
Ruhun kabirde cesede dönmesi Hint kültüründe mevcut bir inançtır. Kabir azabı yukarıda ki rivâyetlerde gördüğünüz gibi Yahudilerden geçmiş de olabilir.Hinduların inançlarında kuyruk sokumunun büyük sırları vardır: "İnsanın omurga kemiklerinin ortasından beyne ulaşan bir boşluk vardır. Alt kısmında da kuyruk sokumunu da içine alan, çok sağlam yapılı kapalı bir üçgen bulunmaktadır.Eğer mücâhede ile bu üçgeni kapatan sed açılırsa beyinle üçgen arasında bir bağlantı kurulur. O zaman zır cahil olan birisi bile dünyanın tüm bilgilerine kavuşur."
Tasavvufçular, kuyruk sokumunun, ilim ve sır yeri olduğunu, ibadet ve ruh terbiyesiyle, kuyruk sokumu ile beyin arasındaki mechul seddin açılacağını ve o zaman insanın bütün ilimleri öğrenmiş olacağını söylerler.
Görülüyor ki, tasavvufçular, Hint felsefesini kendilerine şiar edinmişler. Kuyruk sokumunun ilim ve sırlar kaynağı olması düşüncesi, kuyruk sokumunun ölmeyeceği ve insanın hem kabirde hem de mahşerde bu kuyruk sokumundan dirileceği anlayışını getirmiştir. Ve bu doğrultuda birçok hadis de uydurulmuştur.
Münker ve Nekîr:
Buhârî'deki rivayette sorgucu meleklerin adları geçmez. Tirmizî'de bunlara Münker = Çirkin ve Nekîr = Kötü adları verilir. İlm-i Hal kitaplarını bir tarafa bırakırsak tüm akıllı, izanlı, vicdanlı din adamı ve herkes meleklere böyle isim yakıştırmanın uygun olmadığı kanaatini taşır. Bu Münker ve Nekîr ismi geçmişte de çok yadırganmış, ehli insaf bilginler kesinlikle bunu kabul etmemişlerdir.
Meleklerin (Münker ve Nekîrin) sorgulamaları:
Evet, rivâyetler böyle. Kur'ân'ın bize bildirdiği sorgu ve sorgulama ise şöyle:
Kasas suresi âyet 78:
"O dedi: "Bu servet.................. Günahlarının ne olduğu, günahkarlardan sorulmaz."
Rahman suresi âyet 39-42:
"O gün günahından ne cin sorguya çekilir ne de insan.
Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayacaksınız?
Suçlular yüzlerinden tanınır da perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar.
Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayacaksınız?"
Mü'min suresi âyet 16:
"O gün onlar ortaya çıkarlar. Hiçbir şeyleri Allah'a gizli kalmaz. Kimindir o gün mülk? O Vâhıd ve Kahhâr olan Allah'ın"
Casiye suresi âyet 33:
"Yaptıklarının kötülükleri karşılarına dikilmiş, alay edip durdukları şey kendilerini kuşatıvermiştir."
Ya Sin suresi âyet 65:
"O gün ağızlarını mühürleyeceğiz. Bize elleri konuşacak, ayakları da kazanmış olduklarına tanıklık edecek."
Fussılet suresi âyet 19-23:
"Gün olur, Allah'ın düşmanları, düzenli bir biçimde bir araya toplanıp ateşe sürülürler.
Nihâyet oraya geldiklerinde kulakları, gözleri, derileri yapıp-ettikleri hakkında onlar aleyhine tanıklık edeceklerdir.
Derilerine: "Aleyhimize neden tanıklık ettiniz?" derler. Derileri derler ki: "O her şeyi konuşturan Allah konuşturdu bizi. Hani sizi ilk seferinde O yaratmıştı ya! Ve siz O'na döndürüleceksiniz."
Siz, işitme gücünüzün, gözlerinizin, derilerinizin aleyhinize yapacağı tanıklıktan gizlenmiyordunuz. Tam aksine siz yaptıklarınızdan bir çoğunu Allah'ın bilmeyeceğini sanıyordunuz.
İşte Rabbiniz hakkında beslediğiniz bu zannınız sizi mahvetti ve hüsrana uğrayanlardan oldunuz."
Bu âyetlerde suçlulara günahlarında sorulmayacağı belirtiliyor. Ama bu suçluların sorumlu olmayacağı anlamına gelmez. Herkes yaptığından sorumludur.Ancak âhirette, insanın dünyada yapmış olduğu işler o kadar açık biçimde görünecektir ki artık suçlunun suçunu sorup araştırmağa gerek yoktur. Herkesin dünyada yaptıkları, ruhuna işlemiştir. Yaptıklarının izleri, ameline göre alametleri dışa vurmaktadır. Bütün organlar yaptıklarını dışa yansıtmaktadır.
Kur'ân'ı kerim, âhiretteki hesabı, sorguyu- süâli bu kadar net olarak açıklamış olmasına rağmen, İlm-i Hal kitaplarında zayıf ve mürsel rivâyetlere dayanılarak yapılmış Münker ve Nekîr senaryoları kesinlikle uydurmadır. Bu meleklerin "Rabbin kimdir?, Nebin kimdir?" gibi sorular soracağına dair rivâyetlerin uydurma olduğu ortadadır. Kur'ân suçlulara, günahlarından sorulmayacağını, herkesin ne yaptığının ortaya çıkacağını, sorguya gerek bulunmayacağını vurgularken, uydurmacı işgüzarlar, Münker ve Nekîr'e sorular sordurmadan edememişlerdir. Halbuki ölen kişinin alası dışına vurmuştur. Münker ve Nekîr kör müdür ki de o alametleri, o izleri görememektedirler! Gördükleri halde soruyorlarsa biraz ayıp ediyorlar. Melekler böyle yapmazlar. Yapıyorlarsa ve de görmüyorlarsa kesinlikle onlar melek olamazlar. Melek ruhsal varlıktır. Ruh ruhu görmez mi hiç?
Bakınız İnsana neler sorulacak:
Tekasür suresi âyet 8:
"Sonra o gün nimetten kesinlikle sorguya çekileceksiniz."
Zuhruf suresi âyet 19:
"Rahmân'ın kulları olan melekleri, dişiler saydılar. Onların yaratılışına tanık mıydılar? Tanıklıkları yazılacak ve sorguya çekileceksiniz."
Yine Zuhruf suresi âyet 44:
"Gerçek şu ki bu Kurân sana ve toplumuna bir öğüttür. Bundan sorumlu tutulacaksınız."
Nahl suresi âyet 56:
"Tutuyor, kendilerine sunduğumuz rızıklardan hiçbir şeyin farkında olmayanlara pay çıkarıyorlar. Allah'a andolsun ki, iftira edip durduğunuz şeylerden kesinlikle hesaba çekileceksiniz."
Yine Nahl suresi Âyet 93:
"Allah dileseydi, elbette ki sizi bir tek ümmet yapardı. Ama O, dilediğini saptırıyor, dilediğini de iyiye ve güzele kılavuzluyor. Yapıp ettiklerinizden mutlaka sorgu-süâle çekileceksiniz."
Enbiya suresi âyet 13:
"Kaçmayın, içinde servet şımarıklığına düştüğünüz yere, meskenlerinize dönün ki, hesaba çekilebilesiniz."
Yine Enbiya suresi âyet 23:
"O yaptığından hesaba çekilmez ama onlar hesaba çekilirler."
Bu âyetler, suçluların, Allah adına uydurdukları şeylerden, yaptıkları günahlardan, Kur'ân'a karşı sorumsuz davranışlardan sorulacaklarını bildirmektedir. Bu sorgulama, suçlulardan neler yaptıklarını öğrenme sorgulaması değil; yaptıklarını onların yüzlerine vurup onları azarlama, yaptıkları suçlardan onları hesaba çekme şeklinde bir sorgulamadır. Münker ve Nekîr senaryolarındaki tarz bir soru sorup cevap alma değildir. Bu âyetlerin amacı, insanın, yaptığı hareketlerden, davranışlardan sorumlu olduğunu; suçluların cezalandırılacağını vurgulamaktadır. Yoksa kişinin sorguya cevap verip vermemesi önemli değildir. Çünkü ruh üzerindeki eylemin işaretleri her şeyi ap açık göstermektedir. Görünen bir şeyi sormanın anlamı ve gereği yoktur.
İnsanlar kabire sokuldukları zaman Münker ve Nekîr gelecekmiş. Hesap soracaklarmış. Sonra da kötü işler yapanlara mezarın içinde azap edilecekmiş!! Peki kabire gömülmeyenlerin ahvali nasıl olacak? Mesela, denizde boğulan ve cesedi balıklarca yenilen ya da vahşi hayvanlarca parçalanıp yok edilen birisi, ateşte yanıp kül olmuş birisi, herhangi bir feci kaza sonucu cesedi paramparça olmuş ve kabre konulmamış birisi hatta cesedi dondurulup soğutucuda bekleyen ya da inançları gereği yakılıp kavanozlarda bekletilen birisi. Evet bunların sonu ne olacak dersiniz?
Mezar başında ölüye yapılan telkın:
Uydurma rivayetlere göre Münker ve Nekîr kabire gelecek, ölmüş olanın ruhu kabirde cesede girecek ve Münker ve Nekîr sorgu soracakmış kabirdeki kişi dışarıdakilerin ayak seslerini de duyuyormuş ya! O zaman mevtaya kopya vermek pek de hoş olur! Sevinir garip!
İmam dikilir kabrin başına:
"Ey Ayşe oğlu/kızı Ahmet/Fatma! Hatırla sen artık dünyadan gittin, sorulan sorulara doğru cevap ver! ... Rabbim, Allah'tır de! Nebim Muhammed'dir de! Dînim İslam'dır de!
Not. Telkinde baba adı yerine ana adının kullanılması, İsa As.'a hürmetenmiş. Onun babası olmadığından sanki mübarek eksiklenecek! Bu telkin Arapça yapılır: " üzkürü/üzküri-l ahdellezi......" diye. Ölü Arapça'dan çakar mı, kopyayı alır değerlendirir mi! Ne dersiniz?
Sanki "Hababam Sınıfı" piyesi oynuyor!!! Kur'ân'a bakalım, halimizi, tavrımızı tartalım. Ölüler işitmezler:
Neml suresi âyet 80:
"Sen, ölülere işittiremezsin. Eğer dönüp giderlerse, sağırlara da çağrıyı duyuramazsın."
Fatır suresi âyet 22.
"Diriler de eşit olmaz, ölüler de. Allah dilediğine işittirir. Ama sen, kabirdekilere işittiremezsin."
Peki bu saçmalıkların din adına yapılması niye? Kim soktu bunları bu yüce dîne?
İkincisi: Berzahta azap:
Birinci şık yani kabirde bedene, ya da ruh ile beraber bedene azap hem aklen hem de naklen sabit olmayınca, illaki, "kabir azabını mutlaka dinde yer almalıdır, herkes buna inanmalıdır, bu insanları korkutmazsan olmaz" diyenler, bu kez azabı, kabirde değil de Berzahta ruha reva görürler. Ve ona göre malzeme hazırlarlar. Onun için konunun bir de bu yönüne eğilelim.
Denilmiştir ki, kabir azabı kabrin içinde değil de berzahta ruha yapılır. Ve yukarıdaki rivâyetlerdeki kabir azabını, kabirden berzaha çevirirler. Ve Kur'ân'da olmayan, Allah'ın bildirmediği bir âlemi icad ederler. Bu âlem, "Berzah Âlemi"'dir. Kur'ân'da yok böyle bir âlem. Eğer ki berzah âlemi diye bir âlem olsa idi, ve o âlemde kötülere azap edilseydi, Yüce Rabbimiz kullarını uyarmak için mutlaka ve mutlaka o alem ile ilgili bilgi ve sahneleri Kur'an'ı kerimde bizlere lütfederdi. Tıpkı mahşer ve âhiret hayatı, cehennem ile ilgili vermiş olduğu bilgiler ve gözümüzün önüne serdettiği cehennem sahneleri gibi. Olmazsa olmasın, onlar uydurdular mı olur gider! Nasıl olsa hırsızı evine kadar kovalayan yok. Bakın nasıl uydurdular:
Mü'minun suresi âyet 99, 100:
"99-Sonunda onlardan birine ölüm geldiğinde şöyle der: Rabbim beni geri döndürünüz;
100- Döndürün ki, o arkada bıraktığım yerde iyi bir iş yapayım." Hayır, bir kelime ki bu, o söyler onu. Arkalarında, dirilecekleri güne kadar bir berzah/engel/mani vardır."
Gördüğünüz gibi, ölenler, geriye bedenlerine ve dünyaya kesinlikle döndürülmezler. Buna bir engel vardır. "Berzah", engel demektir. Kur'ân'ı kerimde üç yerde geçer. Birisi konumuz olan âyet, birisi de,
Rahman suresi âyet 20:
"Bir berzah/engel var aralarında; kendi sınırlarını aşmıyorlar."
Bir diğeri de Fürkan suresi âyet 53:
"İki denizi birbiri üstüne salan O'dur. Bu, tatlı ve yürek ferahlatıcı; şu tuzlu ve acı. Ve ikisinin arasına bir berzah/engel koymuştur."
Berzah alemi uydurulduktan sonra bu sözcüğe terim anlamı yüklenmiştir. Eğer ki bunun ölüm ile haşr arasında bir dönemi ifade eder bir anlamı olsaydı Rabbimiz, "yevmiddin, mahşer, abdest, oruç terimlerinde olduğu gibi." bu berzahı da bize bizzat kendisi Kur'ân'ında açıklardı.
Evet ruhun geri gelmesine engel var. Bu engel, adı konmuş; saati dakikası, saniyesi belirlenmiş, takdim ve te'hiri söz konusu olmayan eceldir, ölümdür; yâni mukadder ölümün kazası, gerçekleşmiş olmasıdır, hükmü ilahidir.
Bakınız: Münafikun suresi âyet 10, 11, İbrahim suresi âyet 44, A'raf suresi âyet 53, Secde suresi âyet 12, En'âm suresi ayet 27, 28, Şura suresi âyet 44, Mü'min suresi âyet 11,12 ve Fatır suresi âyet 37.
Ama "berzah" sözcüğünün anlamını, âyetin anlamını çarpıtırsan "Berzah Âlemi" adıyla bir âlem icad edersin, olur gider. Öyle de olmuştur. Elmalılı Hamdi Yazır merhumun mealine bile bir bakın:
Mü'min suresi âyet 99, 100:
"Nihayet onların her birine ölüm geldiği vakit diyecek ki: "Rabbim! Beni dünyaya geri döndür.
Ta ki, ben o bıraktığım dünyada salih amel işleyeyim." Hayır hayır! O, yalnızca bir sözdür. Onu da o söyler. Ötelerinde ise bir Berzah vardır. Diriltilecekleri güne kadar orada kalacaklardır."
Merhum kimlerin oyununa geldi kim bilir! "...güne kadar orada kalacaklardır." ifadesi tamamen hayâli; âyette bu ifadeye ne bir ibare, ne bir işare, ne ne bir delale ne de bir iktiza kesinlikle yoktur. Ehil olanlar lütfen incelesinler.) Arayan soran olmadığından uydurmacılar insan için üç tane alem ortaya koymuşlardır. Ve bunu aynen şöyle yazarlar: "Allah Cc. insanlar için üç tane dâr/âlem yaratmıştır: Dar-ı Dünya, Dâr-ı Berzah ve Dâr-ı Karar. Her dâr ile ilgili bir takım hükümler koymuştur."
Sonra da arkasını getirirler. Rivayetçiler uydurma âleme coğrafi, fiziki ve beşeri haritalar çizerler, nakışlar işlerler.
Uyumayalım. Bunların hepsi yalan. İnsan için Allah cc. iki âlem yaratmıştır: Dünya ve âhiret âlemi. Bakın âyetlere: Kur'ân'ı kerimi baştan sona elden geçiriniz. Tebşir ve inzar amacı olan kitabımızda, insan için, bilinçli olarak yaşanılan, dünya hayatı ve âhıret hayatı diye iki tane hayatın var olduğunu göreceksiniz. Ve bu hususla ilgili âyetler gâyet açıktır, nettir. Hepsini burada zikretmek konuyu çok uzatır. Biz bir kaçının mealini sunalım:
Yunus suresi âyet 64:
"Dünya hayatında da âhirette de müjde vardır onlara. Allah'ın kelimeleri değişmez. İşte budur o büyük kurtuluş."
Zümer suresi âyet 26:
"Allah; onlara dünyada rezilliği tattırdı. Âhiretin azabı ise elbette daha büyüktür. Bir bilselerdi....."
Fussılet suresi âyet 31:
"Biz sizin, dünya hayatında da âhirette de dostlarınızız. Cennette sizin için nefislerinizin arzuladığı her şey var. Orada sizin için istediğiniz her şey var."
Şu âyetlere de bakabilirsiniz:
"Bakara suresi âyet 200-202, Al-i Imran suresi âyet 145, Hud suresi âyet 15,16, 99, İsra suresi âyet 19, Şura suresi âyet 20, Tevbe suresi âyet 38, Nahl suresi âyet 104-107, Naziat suresi âyet 7,38, A'raf suresi âyet 32, Rahman suresi âyet 25, Kasas suresi âyet 42, 77, Şura suresi âyet 20, Cuma suresi âyet 10, Furkan suresi âyet 55,56, Sebe suresi âyet 34-36, Kehf suresi âyet 32"
Evet, Berzah âlemi diye bir âlem yok. Kimse orada azap filan görmüyor, görmeyecek. Bir bakın hele, ölüp de mahşerde dirilenlerin berzah âlemi diye bir âlemden haberi var mı? Kimse azap görmüş mü? Şimdi şu âyeti celileri dikkatle izleyin:
Ya Sin suresi âyet 51-54:
"Sur'a üfürülmüştür. Bak işte kabirlerinden, Rablerine doğru akın akın gidiyorlar.
Şöyle diyecekler: "Vay başımıza gelene! Kim kaldırdı bizi mezarımızdan!" Rahman'ın vadettiği işte bu. Peygamberler doğru söylemişler."
Topu topu korkunç titreşimli bir tek ses. Ve bakmışsın hepsi birden huzurumuzda divan durmaktadır.
O gün hiçbir canlıya hiçbir şekilde haksızlık edilmez. Sizler, sadece yapıp ettiklerinizin karşılığını bulursunuz."
Tâ Hâ suresi âyet 102-104:
"O gün Sur'a üfürülür ve günahkarları o gün gözleri gömgök bir halde haşrederiz.
Aralarında fısıldaşır gibi konuşurlar: "Ancak on gün filan kaldınız."
Onların söylemekte olduklarını biz daha iyi biliriz. Yolca en seçkinleri olan şöyle diyordu: "Eni-sonu bir gün kaldınız.""
Yunus suresi âyet 45:
"Onları huzuruna toplayacağı gün, gündüzün bir saatinden başka, dünyada durmamış gibidirler; aralarında tanışırlar. Allah'a kavuşmayı yalanlayıp da doğru yolu tutmamış bulunanlar, hüsrana uğramışlardır."
Rum suresi Âyet 55, 56:
"Saat gelip kıyamet koptuğu gün, günahkarlar bir saatten başka kalmadıklarına yemin ederler. Onlar işte böyle çevriliyorlardı.
İlim ve iman verilenler ise şöyle dediler: "Yemin olsun siz, Allah'ın kitabı gereğince yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu yeniden dirilme günüdür. Fakat siz daha önceden bilmiyordunuz."
Abese suresi âyet 33-37:
"Şiddetle çarpanın çıkardığı korkunç ses geldiğinde,
Bir gün ki o, kişi öz kardeşinden kaçar,
Öz annesinden, öz babasından, eşinden, oğullarından kaçar.
O gün onlardan her kişinin kendisine yetecek bir uğraşı vardır."
Ayrıca Bakara suresi âyet 259 da yukarıda da değinmiştik "... "Ne kadar bekledin?" demişti. "Bir gün veya günün bir kısmı kadar bekledim." Dedi. "Hayır dedi, aksine sen, yüz yıl kaldın. ....."
İşte bu âyetlerin ifadelerine göre, ba's gününde, haşirde kimse ölümü ile dirilişi arasındaki döneme ait hiçbir şey bilmemektedir. Hatırlamamaktadır. Herkes rüyasız bir uykudan kalkar gibidir. Rahat bir ortamdan sıkıntılı bir ortama gelmektedirler. Kimsede sıkıntıdan, azaptan kurtulmuş bir hava yoktur.Ve "Bizi kabrimizden kim kaldırdı?" diye de şikâyet etmektedirler.Herkes bilinçlidir; herkes ölmeden evvelki yaşantısını, ve çevresini bilmektedir. Dünyayı hatırlamaktadırlar.
Bu âyetlere göre Âlem-i Berzah diye bir yer ve öyle bir azap da söz konusu değildir.
Kabir azabı nasıl icat edildi?
Yukarıda kısmen işaret etmiştik ki, bu inanış Hint kültürü ve Yahudi inanışlarının Müslümanlara İslamî imiş gibi sokulmasıyla oluşmuştur. Konuya rivâyetler malzeme yapılmış ve bazı Kur'ân âyetlerinin manaları da çarpıtılarak konu desteklenmiştir. Konuya malzeme yapılmak istenen âyetler:
Ta Ha suresi âyet 124:
"Kim benim Zikrimden yüz çevirirse onun için zor, sıkıcı bir hayat şekli/bir geçim vardır. Kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz."
Bu âyet, Ebu Hüreyre patentli bir rivâyetle kabir azabı hakkında kullanılmıştır. Ebu hüreyre şöyle rivâyet etmiştir:
"Mü'min kabrinde yeşil bir bahçe içindedir. Kabrinde ona yetmiş arşın genişliğinde yer açılır ve onun kabri, dolunayın aydınlattığı gibi aydınlatılır. ‘Kim benim Zikrimden yüz çevirirse onun için zor, sıkıcı bir hayat şekli/bir geçim vardır.' âyetinin kimin hakkında indiğini biliyor musunuz?
_ Allah ve Rasülü daha iyi bilir, dediler.
Buyurdu ki:
_ Kabir içinde kafirin azabı şöyledir: Ona doksan dokuz tenin musallat edilir. Tenin nedir bilir misiniz? Doksandokuz yılandır! Her yılanın yedi başı vardır. Kıyamete değin bu yılanlar onu yalarlar, cismine zehir üflerler." ( Bu rivâyet Kütüb-ü Sitte'de yer almaz. Bunu İbn-i Ebi-d-dünya ve İbn Hibbân rivâyet etmişlerdir.)
Nuh suresi 17, 18:
"Ve Allah bir bitki gibi sizi yerden bitirdi.
Sonra sizi yere geri gönderiyor bir çıkarışla tekrar çıkarıyor.
Şems suresi âyet 9,10:
"Benliğini temizleyip arındıran gerçekten kurtulmuştur.
Onu kirletip örtense kayba uğramıştır."
Not. Rivâyetçiler uydurdukları yetmezmiş gibi, âyetleri siyak ve sibakından koparıp, anlamları çarpıtmak suretiyle sapık zihniyetlerine alet etmişlerdir. Bu âyetlerde de vurgulu bölümleri kabir azabı olarak açıklamışlardır. Âyetleri pasaj bütünlüğü içerisinde değerlendiriniz. Lafzî mânâlarına dikkat ediniz.Gerçeği görürsünüz.
En'âm suresi âyet 93:
"Yalan düzüp Allah'a iftira edenden veya kendisine bir şey vahyedilmediği halde "bana vahyedildi" diyen kişi ile, Allah'ın âyet indirdiği gibi ben de indireceğim" diyen kimseden daha zalim kim vardır! Bir görsen, o zalimleri ölüm dalgaları içindeyken. Melekler ellerini uzatmış, "çıkarın canlarınızı" diye! Bu gün zillet azabıyla cezalandırılacaksınız; çünkü Allah'a karşı gerçek dışı şeyler söylüyordunuz ve çünkü O'nun âyetlerine karşı büyüklük taslıyordunuz."
Not: bazıları buradaki zillet azabından kabir azabının murat edildiğini söylemişlerdir.
Tevbe suresi âyet 101:
"Çevrenizdeki bedevi Araplardan münafıklar var. Medine halkından da münafıklığa iyice alışmış olanlar var. Sen bilmezsin onları. Ama biz biliriz onları. İki kez azap edeceğiz onlara, sonra da çok büyük bir azaba itilecekler."
(Not: İbn-i Abbas ve Mücahit bu âyette geçen "iki kez azap" dan birinin kabir azabı olduğunu söylemişlerdir. Peki âyeti nasıl anlamalıyız?
Rivayet tefsirlerinde birbirinden farklı çoğu Kur'ân ilkeleriyle çelişen yüzlerce rivayet var. Hangisini tercih edeceğinizi şaşar kalırsınız. Siz Kur'ân'a yönelin. Konuyu pasajı iyi okuyun. Bu âyetten evvel konu içerisinde yer almış 55 ve 85. âyetlere dikkat ediniz. Açıklamalar orada geçmiş.
Tevbe Suresi âyet 55: (85. âyette aynı mânâdadır.)
"Artık onların malları ve evladları seni imrendirmesin. Allah bunlar sebebiyle ancak kendilerini dünya hayatında azaba çarpıtmayı ve canlarının, kendileri kafir olarak güçlükle çıkmasını murad eder."
Gördüğünüz gibi azap: Dünya hayatında, mallar ve evlatlar aracılığıyla ve de ölüm anında işkence.
Malların ve evlatların nasıl işkence/azap aracı olabileceğinin teferruatına girmeye gerek yok sanırım. Ölüm anındaki işkenceyi de:
Enfal suresi âyet 50:
" Ve meleklerin kafirlerin canlarını alırken yüzlerine ve arkalarına vurduklarını bir görseydin! "Yangın azabını tadın."
Ayetinden anlayabiliriz.)
İbrahim suresi âyet 27:
"Allah, inananları dünya hayatında da âhirette de tutarlı sözle sağlamlaştırır. Allah, zalimleri şaşırtır. Allah dilediğini yapar."
Not: bu âyeti celile de yine siyak ve sibakından koparılarak, kendi bünyesinde de bütünlüğü bozularak kabir azabı ve süali hakkında malzeme yapılmıştır. Ki geniş bilgi Sahih Buharî Kitab-ül Cenâiz Babı 122, 123 no.lu Bera ibn Âzip ve Şu'be rivâyetlerinde mevcuttur.
Tekasür suresini de yine uydurmalarına malzeme yapmışlardır.
İşte bu âyetleri kimisi rivâyetlerle, kimisi akılları sırasınca işaretlerle kabir azabına yorumlamışlardır. Ama aşağıdaki âyeti direkt olarak Kabir azabı olarak anlamışlar ve bu konuda bir çok görüş ve düşünce üretmişlerdir. Yani bu âyetin kabir azabının varlığının kesin delili olduğunu söylemişlerdir. Âyeti celilenin ifade ettiği açık manayı ise aşağıda vereceğiz. Mukayeseleri yapın, tahlilleri değerlendiriniz. Ve işin gerçeğini öğreniniz.
Ve de Mü'min suresi âyet 46:
"Ateş. Sabah akşam ona arz olunurlar. Kıyamet koptuğu gün de "Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun!"
Not: Sabah-akşam ifadeleri devamlılıktan, süreklilikten kinayedir. Gece-gündüz ifadeleri de aynı. Başka âyetlerden örnekler bulabilirsiniz. Mesela:
A'raf suresi âyet 41, 205, Mü'min suresi âyet 55: Enam suresi âyet 52 Ahzap suresi âyet 42, Rum suresi âyet 17, Fetih suresi âyet 9, Ve Meryem suresi âyet 62.
İsterseniz Meryem 62 yi bir ele alalım:
" Orada boş lakırdı değil, yalnızca "selam" işitirler. Orada kendilerinin sabah akşam rızıkları da hazırdır."
Buradaki sabah-akşam ifadeleri devamlı-sürekli demektir. Yoksa cennette sabah akşam sadece iki öğün rızık verilir demek değildir.
Sunduğumuz bu âyetler özellikle de Mü'min suresi 46. âyet konunun kesin delili olarak ileri sürülmüş ve bunun kesin olarak Kabir azabını ifade ettiği iddia edilmiştir. Ve bu husus Ehli Sünnet ve-l-Cemâat mezhebinin kabir azabının varlığına inanışının kesin hücceti olarak kabul edilmiştir. Bu nasıl yapılmıştır?
Birincisi. Bu anlam İbn-i Mes'ud ve İbn-i Ömer'den rivâyet edilmiştir. Yani bu iki sahabenin bu âyetten kabir azabını anladıkları söylentisi ortaya atılmıştır. Ve bu anlamı çıkarabilmek için de teknik ayrıntılar çarpıtılmıştır. Açıklama vereceğiz.
Açıklamaya geçmeden evvel çağımızın bilim ve düşünce adamlarından Said Nursî'nin şu vecizesini aynen aktarmak istiyorum:
"Mecaz, ilmin elinden cehlin eline düşse, hakikate inkılab eder, hurâfâta kapı açar."
Kur'ân âyetlerinin bir kısmının müteşâbih olduğunu biliyoruz. Bu âyetler Mecaz, Kinaye gibi edebî sanatları içerirler. Onun için âyetlerdeki mecaz ve kinaye ifadeler iyi tetkik edilip tespit edilmelidir. Ve yapılan meal ve tefsirlerde de Mecaz ve Kinaye ifadelerin manaları belirtilmelidir. Sadedinde bulunduğumuz konu ve açıklama yapacağımız âyetlerde bunlardandır.
Açıklamaya çalıştığımız bu Mü'min suresinin 46. âyetini münferiden anlamak mümkün değildir. Zira âyetin birinci kısmı, 45. âyetin manaca devamıdır. Bedel, veya Atf-u Beyan'la 45. âyetteki "Kötü azabın" ne olduğunu açıklamaktadır. Hatta 45. âyet ile 46. âyet tek bir bütün halinde meallendirilirse daha iyi anlaşılırlar. Meselâ:
45, 46- "Allah, o adamı ötekilerin kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu. Firavun ailesini de azabın en kötüsü kuşattı. Ki o sabah akşam arz olundukları ateştir. Kıyamet koptuğu gün de "Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun!"
Ama esas konuyu anlayabilmek için pasajın tümünü ele almak ve bu âyetleri de pasajın bütünlüğü içerisinde değerlendirmek gerekir. Pasajın tamamı:
Mü'min suresi âyet 38-52:
"38- O iman eden kişi dedi ki: "Ey toplumum! Bana uyun, sizi doğru yola götüreyim.
39- Ey toplumum, şu iğreti dünya hayatı, geçici bir nimetten ibarettir. Âhiret ise sürekli durulacak yurdun ta kendisidir.
40-Kötü bir iş yapan, sadece yaptığı kadarıyla cezalandırılır. Erkek ve kadından mümin olarak iyi bir iş yapana gelince, işte böyleleri cennete girerler ve orada hesapsız bir biçimde rızıklandırılırlar.
41-Ey toplumum! Sebep ne ki; ben sizi kurtuluşa çağırıyorum, siz beni ateşe çağırıyorsunuz.
42-Siz beni, Allah'a küfretmeye ve hakkında hiçbir bilgim olmayan şeyi ona ortak koşmaya çağırıyorsunuz. Ben ise sizi Azîz ve Gaffâr olana davet ediyorum.
43-Sizin beni çağırdığınız şeye, ne dünyada ne de âhirette asla ve asla dua edilemez/onun dünyada ve âhirette çağrı hakkı yoktur. Dönüşümüz_varışımız Allah'adır. Aşırılığa sapanlarsa ateş halkının ta kendileridir.
44- Size söylemekte olduklarımı yakında hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah'a havale ediyorum. Allah kullarını iyice görmektedir."
45- Allah, o adamı ötekilerin kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu. Firavun ailesini de azabın en kötüsü kuşattı.
46- Ateş. Sabah akşam ona arz olunurlar. Kıyamet koptuğu gün de "Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun!
47- O vakit onlar ateş içinde çekişir dururlar. Horlanan takım, böbürlenen takıma şöyle der: "biz sizin uydularınız olmuştuk. Şimdi şu ateşin bir kısmını olsun, bizden uzak tutabilir misiniz?
48- Böbürlenen takım şöyle konuşur: "Gerçek şu ki, hepimiz ateşin içindeyiz. Allah, kulları arasında hüküm vermiştir."
49- Ateştekiler cehennem bekçilerine şöyle der: "Rabbinize yakarın da azabı bizden bir gün olsun hafifletsin."
50- Bekçiler derler ki: "Rasülleriniz size açık-seçik mesajlar getirmezler miydi?" derler ki: "Elbette getirirlerdi." Bekçiler: " O halde yalvarın durun; inkarcıların yakarışları çıkmazda kalıp gitmiştir." Diye cevap verirler.
51- Şu bir gerçek ki, biz rasüllerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında hem de tanıkların ayağa kalkacakları gün mutlaka yardım edeceğiz.
52- O gün ileri sürdükleri özürler, zalimlere yarar sağlamayacaktır. Lanet var onlar için ve yurtların en kötüsü onların."
Bu pasajda "ateşe çağırmak", "ateşten korumak" ifadelerini gördük. Nedir bu âteşe çağırmak? Ateşe nasıl çağrılır? İşte bu hususlar üzerinde biraz düşünelim önce. Firavun ve avanesi insanları âteşe nasıl çağırırlar? Haydin cehenneme, Haydin cehenneme! Haydin ateşe! Haydin ateşe! diye anons ederek mi? Yoksa cehenneme girmeye neden olacaktir.
|