Konu Başlıkları: YILbaşı Neyimiz Olur?
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 31 Aralık 2007, 15:20   Mesaj No:16

maşuk

Medineweb Paylaşımcı Üyesi
Avatar Otomotik
Durumu:maşuk isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 523
Üyelik T.: 04 Kasım 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:35
Mesaj: 394
Konular: 1
Beğenildi:2
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: YILbaşı Neyimiz Olur?

Modern hayat, insanların günün yarısını vücutlarına yağ pompalamak,

diğer yarısını da, o yağları eritmek için harcadıkları garip-akıl dışı bir oyundur.


Yılbaşının Düşündürdükleri



Yılın sonlarına doğru hep bir ürküntü yerleşir yüreğime. "Şu bir bitse de, kurtulsak" demişimdir hep.


Yılbaşı hazırlıkları, aşırı bir gayretkeşlik, telaş, âdetâ hipnotize olmuş insanların hali son derece ibretâmizdir. Unutmayalım ki: Taklit eden edilenden daima daha beter durumdadır.


Batı'yı biz biliriz. Dünya'ya hâkim olan Batı medeniyetinin hastalıklarını da, müspet vasıtalarını da biz biliriz. Ortadoğu'da, Batı'da bize muhtaçtır; bizim kendimize gelmemize muhtaçtır.


Yapılması gereken şeyler o kadar kolay ki. Dünyadaki değişim o kadar müsait şartlar hazırlıyor ki…


Yeter ki biz taklitçilik çengeline asılmayalım. Özümüze, kendimize dönelim.


Sosyal hayatta da mâna kayba uğrayınca, madde çürümeye başlar. Bu tedrici ölümdür.


Mânâ'dan taviz verdikçe, maddi durumun parlaklaştığı zannedilir.


Düşünülmez ki, o dıştaki parlaklık içteki çürümene mani değildir. Hastadır bu medeniyet.


Bu medeniyetin kökleri çürümüştür. Yılbaşı alışverişleri, medya pompaları, hazırlıklar; ne oluyor, ne olacak ?


Bütün bunlar; kökleri çürümüş bu medeniyeti mi diriltecek?


Batı'da bile bu çeşit bir ilginin bu derece yaygın biçimde var olduğunu sanmıyorum.


Bu iş iyice çığırından çıktı. Yılbaşına doğru çarşı–pazar dalgalanır mıydı eskiden?


Mahallelerde sokağa taşan bir şey görülür müydü?


Hele o gece, patlamaların, gösterilerin yeri göğü istilâ etmesi şeklinde bir hal yaşanır mıydı?


"Aman bir atlatsak!" ürküntüsü duyulur muydu?


Çocukluğumda, mahalleden, okuldan, hiçbir arkadaşımın evinde yılbaşı hazırlığı yapıldığını duymadım.


Yapılsaydı duyardık. Yapılanlar kaçamak şeylerden ibâretti ve çok sınırlıydı.


Şartlar çok ağır, ciddi bir geçim sıkıntısı yaşanıyor. Dekor değişti ve parlaklaştı.


Ama o değişen dekor içindeki sıkıntılar daha da arttı. Mukayeseyi bu esasa göre yapmak lâzım.


Irak'ta, Filistin'de, Afganistan'da, Çeçenistan'da yaşananlar. Oluk oluk akan müslüman kanı.


Mazlum, mağdur, mahzun Müslümanlar… Yetim, kayıp çocuklarımız…


Ama "yılbaşı" bazılarına bunların hepsini unutturuyor!


Bir rüya mı görülmek isteniyor, bir kaçış yolu mu aranıyor, uyuşmaktan mı medet umuluyor,


kendi kendini aldatmak mı haz veriyor, nedir?


Bir yılın tamamlanması, insanı düşünceye sevketmelidir. Nasıl geçti bu bir yıl? Gelecek yıla nasıl başlıyoruz?


İnsan fıtratı, zamanın akışına böyle bakacak bir yapıdadır. Normali budur.


Güneş batarken birinin "yaşasın, güneş battı" diyerek, oynamaya, hoplamaya-zıplamaya,


kahkaha atmaya başladığını görseniz nasıl karşılarsınız?!


Yıl biterken aynı şeyleri yapanların hali bundan farklı mıdır?


Otur, düşün be mübarek adam! Ömründen bir yıl daha gitti.


Ne yaptın bu yılda, neler başına geldi, nereye gidiyorsun?


Kimler kaldı geride? Sen bundan sonra ne yapacaksın? Bu hayatın mânâsı ne?


Sen o mânâya uygun mu yaşıyorsun? Yanındakiler, etrafındakiler, nasıl yaşıyor?


Sorumluluğun, mutluluğun icapları nedir? Yılbaşı geliyor; vur patlasın, çal oynasın! Sonra? Sonra yılbaşı!


Çok dramatik bir hal içindeyiz. Ve

bu hal, bu tavır; meselelerin en önemlisi.



Çünkü hassasiyet varsa; umut her durumda vardır, her mesele bir gün çözülebilir.


Ama hassasiyet kaybolmuşsa, hangi meseleyi kim çözecek? Ne yaptı bu insanlar 3-4 saat önce?


Şimdi çekildiler, "yarı ölüm"e benzeyen bir teslimiyet içinde uyuyorlar.


Ne kadar geniş bir zaman varmış gibi görünüyor. Saatlerce uyu. Sonra saatlerce hopla, zıpla, tepiş.


Aylar, yıllar böyle geçebilir. Bir de şöyle düşünseler: Şu dakikada binlerce insan ölüyor, binlerce insan doğuyor.


Nice hastalar var,


her soluk alıp verişte acısını çaresizliğini hisseden. Nice yoksullar, kimsesizler, yalnızlar var…


Her dakika, her saniye, kayıp giden bir fırsatı temsil ediyor aslında. Bir manayı hatırlamanın, bir şey düşünmenin, bir noktaya geçmenin fırsatı. Üç dört saat sonra herkes uyanacak ve bıraktığı yerden başlayacak…

[DÜŞÜNCE NOTLARI

Ey İnsan!
Birçok hastalıklar hilkate uymayan bir yaşayış tarzından doğar.
Uyum ve tolerans (tahammül) kabiliyetimiz çok geniştir ama, sınır aşıldığında arızalar kaçınılmaz olur.
Hangi şartlarda yaşamak için yaratılmışız, hangi şartlarda yaşıyoruz? Bir iki örnek verelim...
Kireçlenme ve omurga bozuklukları son derece yaygın...
İnsanın yapısı, sabahtan akşama kadar masa başında oturmaya uygun değil ki...
Yüksek tansiyon ve alerji çok yaygın. İnsan vücudunun en tabii tepkisidir.
Bu gerginlik ve sun'îlik ortasında başka türlüsü beklenmez...
Mide–bağırsak hastalıklarının çoğu açık veya dolaylı surette psikolojik sebeplerle ilgilidir.
Kalb–damar hastalıkları da öyledir. Meselenin özü şu: Tezatlar büyüdükçe gerginlikler ve arızalar çoğalır.
Diyeceksiniz ki: Teknoloji de ilerliyor, tedavi imkanları artıyor.
Arızaları meydana getiren sebepler, onarma imkanlarından daha güçlüdür.
Üstelik aradaki münasebet de doğru orantılıdır. İlerleyen teknoloji, sadece tedavi imkanlarını değil,
arıza sebeplerini de artırıyor. Her medeniyet bir kültürden doğar ve ondan beslenerek inkişaf eder.
İnsan hayatında kültür, ruha ve ruhî melekelere; medeniyet, bedene ve organik oluşumlara tekabül eder.
Bozuk bir kültürden sağlam (dengeli) bir medeniyet çıkmaz.
Tersi de doğrudur: Zengin ve sıhhatli bir kültür, tezahür imkanlarından mahrum bırakılırsa
hiçbir medeniyet yapısı ortaya koyamaz. Aradaki bağların en önemlisi düşüncedir.
Düşünce dolaşımının damarları koparılırsa, yahut kurutulursa, yahut tıkanırsa;
kültür, medeniyet halinde tecelli edemez Batı kültürü, sıhhatsiz bir yapıya sahip olmakla beraber;
kendi medeniyeti ile arasında bir denge teşekkül edebilmişti.
Ama ileride vuku bulacak çarpıklığın ve kopukluğun sebebini, tohum halinde muhafaza ediyordu.
Bugün Batı, yeni bir kültür, daha doğrusu yeni bir kültürel aşı, kültürel ışık arıyor.
Kuralı, tersine çevirmeye çalışıyor. Kendi kaynağından kopmak üzere olduğunu müşahede ettiği medeniyeti
için yeni bir kültürel zemin bularak, oradaki çarpıklığı gidermeye gayret ediyor.
Bu hal, belli bir hayat tarzına muhtaç bulunan insan için, empoze edilen hayat tarzını kaldırabilecek
yeni bir ruh nakletmeye benziyor! Olacak şey değil. Ruh nakli, beyin naklinden daha muhal, daha gülünç.
Bu hayat tarzı değişmeden, kültür ve medeniyet problemlerinin hiçbiri çözülemez.
"Biz" diyorlar, "Kültürü ve inancı inkâr etmiyoruz. Ortak bir hayat tarzı içinde dinsel değil tinsel neşeler olacaktır.
" Nedir o kültürel farklar ve kimlikler ki ortak hayat tarzında aynileşiyor?
Söyleyelim:
Folklor olacak, müzeler çoğalıp güçlenecek, meditasyon seansları çeşitlenecek,
panteist yorumlar asliyetlerin üzerine beton gibi dökülecek!.. Kimi kandırıyorlar?
Her kültür bir hayat tarzını gerektirir. Gerektirmiyorsa, o kültür hayatta değildir...
Çarpıklığı düzelteceklerine, çarpıklığın iğfal dengesini kurmaya çalışıyorlar.
Biliyorlar ki mevcut gidişe, sadece insan değil tabiat da dayanmaz.
"İnsana ruh, medeniyetlere kültür, bilgisayara zekâ üretmeyi planlayan kafanın,
dünyaya yeni bir yörünge kazandırmak"
zırvası kimseyi şaşırtmamalıdır!
Peyami Safa şöyle diyordu:
"Tarihin hiçbir devrinde senin gafletin bu kadar büyük olmamıştır.
Ey insan!
Ey karanlık ihtirasların kölesi!
Ey ikide bir tarihin çıkmazına düşen ve
başını taştan taşa çarpmadıkça yolunu değiştirmesini bilmeyen kör serseri!"
Gazeteci-Yazar
Yaşar Değirmenci ağabeyimiz' e
teşekkür ediyoruz...



Alıntı ile Cevapla