Durumu: Medine No : 16627 Üyelik T.:
11 Şubat 2012 Arkadaşları:2 Cinsiyet: Yaş:48 Mesaj:
4.079 Konular:
315 Beğenildi:49 Beğendi:0 Takdirleri:149 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | Cvp: Vefa O halde, vefanın en güzel birkaç örneğine, hadis, siyer ve mağazî kitaplarının aktardığı şekliyle göz atalım.
1. Evet, o İki Cihan Güneşi aleyhi ekmelüttehâyâ, henüz dünyaya geldiği günlerde, Ebu Leheb’in cariyesi Süveybe bir kaç kez O'na süt emzirmişti. Verilen birazcık sütün hatırına Fahr-i Kâinat, Süveybe’ye karşı o kadar hürmetkârdı ki; hicretten sonra bile ona Medine'den hediyeler gönderir ve ihtiyaçlarını sordururdu. Hatta öldüğünü duyunca geride bıraktığı yakını olup olmadığını bile araştırmıştı.
2. Allah'ın Habibi, sekiz yaşlarında hem yetim hem öksüz, dedesinin bir emaneti olarak amca evine gönderilmişti. Burada O'na çok iyi bakıyorlardı. Ebu Talib’in hanımı Fatıma binti Esed, kendi çocuklarından daha iyi muamele ediyordu. Bilemiyoruz Abdulmuttalib, Ebu Talib’e “Varlıklı değilsin ama bu yetime en şefkatli davranacak olan sensin” derken, Fatıma binti Esed’in merhametini de işin içerisine katmış mıydı? Müslüman olarak Medine’ye hicret eden bu hanım vefat ettiğinde Fahr-i Kâinat “Bugün sevgili annem vefat etti.” demiş, onu gömleği ile kefenlemiş, daha sonra da kaber alışması için oraya bir müddet uzanmıştı. “Ey Allah’ın Rasûlü, herhalde Fâtıma’nın ölümüne çok üzüldünüz!?” denildiğinde ise: “ O benim annemdi. Kendi çocukları aç dururken once benim karnımı doyurur, kendi çocuklarının üstü başı toz toprak içinde dağınık dururken, o once benim başımı tarar ve gülyağı sürerdi. O benim annemdi.” buyurmuşlardır. Sonra da dönüp ümmetine, Allah’tan sonra en vefalı davranması gereken iki insanı hatırlatacaktır:
“Anne veya babasından her hangi biri yanında yaşlanıp da onları vesile ederek cenneti kazanamayanlara yazıklar olsun!” Bir başka zaman da, vefat eden babaya vefa ve iyilik adına, “Ölümünden sonra babalarınızın arkadaşlarına iyi davranmanız, babanızın üzerinizde hakkıdır.” buyurmuşlardır.
3. Huneyn savaşı sonrası 6000 kişilik esirler arasından bir kadın, Beni Sa’d yurdundan olduğunu söyleyerek, peygamber görmek için huzura çıkar. Kendisini sütanne Halîme’nin kızı Şeymâ olarak tanıtır; hatta küçük Muhammed tarafından ısırılmış ve izi kalmış olan omuzunu bile gösterir. Fahr-i Kâinat yerinden kalkar, hırkasını serer, onu mütebessim bir şekilde karşılar ve hasbihal eder. Sonra da bir köle, bir cariye, 2 deve ve bir miktar koyunla onu ailesine güven içerisinde gönderir.
4. Fahr-i Kâinat Medine döneminde Hz Aişe’nin odasında iken, dışarıdan bir kadının sesi duyuldu, huzura gelmek için izin istiyordu. Rasûlullah Efendimiz hemen yerinden doğruldu, heyecanla; “gelen Hâle, Hâle mi?” diyordu. Hâle binti Hüveylid, Hz. Hatice’nin kız kardeşiydi ve sesi de ablasınınkine benziyordu. Hz. Aişe zaten öteden beri, Hz. Hatice ile ilgili bu hatıraları gıptayla dinlerdi. Kendini tutamayarak; “Dişleri dökülmüş, ölmüş gitmiş bu yaşlı kadını ne diye anıp duruyorsun ki; hem Allah sana ondan daha hayırlısını vermişken!” deyince, Fahr-i Kâinat’ın yüz ifadesi ve ses tonu değişiverdi. Doğruldu ve: “İnsanlar beni yalanlamışken, o beni doğruladı, insanlar bana inanmıyorken, o bana inandı, insanlar benden her şeyini esirgerken, o beni malına ortak etti, Allah beni onun çocuklarından başkası ile sevindirmemişken, ondan daha hayırlısı ha, ondan daha hayırlısı ha…” diyordu.
Hz. Aişe özür diledi ve bir daha Hz. Hatice konusunda kendisine rahatsızlık vermeyeceğini söyleyerek, vefakâr eşi karşısında boyun büktü…
Fahr-i Kâinat, Hz. Hatice’nin arkadaşlarına bile iltifat ederdi ve çoğu kez onlara hediyeler gönderir, evde bir yemek olduğunda ilk onlara göndermeye özen gösterirdi.
5. Bedir Savaşı sonrası esirler için fidye karşılığı serbest kalabilecekleri kararı alınmıştı. Esirler arasında Rasûlullah’ın kızı Zeyneb’in kocası, Hz. Hatice’nin kız kardeşi Hâle’nin de oğlu Ebu’l As b. Rebi’de vardı. Ebu’l As’ın kurtuluş fidyesi olarak Mekke’deki eşi Zeyneb bir gerdanlık göndermişti. Gerdanlığı gören Fahr-i Kâinat bir anda hüzünlendi. Zira gönderilen gerdanlık Zeyneb’e annesi Hz. Hatice tarafından düğün hediyesi olarak verilmişti… Ashaba dönüp, “Ne dersiniz, gerdanlığı Zeynep’e geri göndersek ve Ebu’l As’ı öylece serbest bıraksak!”
Lider tebaasından müsaade alıyordu. Alınan karara, sorumlu kişi olarak ters düşmek istemiyordu. Ancak ashab, Rasûlullah’ın kendileri için nasıl bir nimet olduğunun farkındaydı ve onların bu konudaki vefası da bilinmekteydi… Bu teklifi hemen kabul ederek belki de Ebu’l As için vefa üzerinden hidayete giden yolun kapısını açmış oluyorlardı…
6. İslam davetinin Mekke’de tıkanmaya girdiği hüzün yıllarıydı… Efendiler Efendisi, tüm insanlık için gönderilen bu dinin Mekke’ye hapsolmasının önüne geçmek ve Mekke dışında vahye gönüllerini açabilecekler için Taif’e yönelmişti… Ancak Taif’in cahiliye küllerine boğulmuş, akletme mekanizmaları sağlıklı çalışmayan ayak takımları onu taşlayarak şehirden uzaklaştırdılar. Dönüş yolunda himayesiz olarak Mekke’ye giremeyeceğini anlayan Rasûlullah, yanındaki azatlısı Zeyd b. Haris’i kendisini himaye etmeleri için sırasıyla Süheyl b. Amr’a ve Ahnes b. Şerik’e gönderdi. Ancak bunlar O’nu himaye etmekten çekindiler… Nihayetinde Mutim b. Adiy, peygamber (as)’i himayesine aldı. Adamları ile silah kuşanarak O’nu gidip aldılar ve Kâbe’nin yanına kadar getirerek, himayelerini açıkladılar.
Muhtemeldir ki, kabile hiyerarşisi içerisindeki Nevfel oğullarının itibarını arttırmak isteyen Mutim’in bu davranışı, ne için olursa olsun Fahr-i Kâinat tarafından hiç unutulmadı. Öyle ki, Bedir Savaşında esir alınan 70 kişiyi kastederek, “Eğer Mutim b. Adiy bugün yaşasaydı ve bunları serbest bırakmamı isteseydi onun hürmetine bunların hepsini bırakırdım.” demiştir.
Bu davranışıyla, vefa duygusunun alanının genişliğini gösteriyor ve iyiliğin failinin değil bizatihi kendisinin önemli olduğunu, yapılan iyiliklerin çabuk unutulduğu, kötülüklerin asla unutulmadığı günümüz insanlarına öğretmiş oluyordu.
7. Bisetin 5. yılında Mekke koşulları iman edenler için içinden çıkılmaz bir hal alınca, Efendimiz bir grup Müslüman’a, “Orada adil bir hükümdar var. Onun ülkesine gidin.” diyerek, Habeşistan’a göndermişti… Habeşistan’a giden muhacirlere Habeş kralı Necâşi büyük ilgi alaka göstermişti. Mekke devleti ile diplomatik sorunlar yaşama pahasına da olsa, n----- uygun bir şekilde onları ağırladı ve himaye etti.
8. Fahr-i Kâinat, adil hükümdar Necâşi vefat ettiğinde “ Bugün salih bir kardeş vefat etti.” diyecek ve gıyâbî cenaze namazını kıldıracaktır. Yine, Necâşi’nin oğlunun da içinde bulunduğu bir heyet Medine’ye geldiğinde onlara bizzat kendi eliyle hizmet edecek ve “Onlar benim ashabıma güzel davranıp, barındırdı; bugün ben onlara özellikle hizmet edeceğim.” diyerek, vefa duygusunun en güzel bir örneğini bizzat göstermiş olacaktır.
9. Mescidi Nebevîyi temizleyen Ümmü Mihcen adında, Habeşli, zenci ve yaşlı bir kadın vardı. Bir ara görünmeyince Allah Rasûlü onu soruşturdu. “Vefat etti, Ya Rasûlalah” dediler… “Bana haber vermeniz gerekmez miydi?” buyurdular. Ashab, kadının durumunu küçümsemişti sanki. Rasûlullah “Beni onun kabrine götürün.” buyurdu. O’nu götürdüler, kadının kabri üzerine namaz kıldı ve onun için dua etti…
10. Ka’b b. Züheyr, Efendimiz ve O’nun pak ehli beytini hicveden şiirler okuyan, cahiliyenin en güçlü şairlerinden birisiydi. Fetih sonrası gizlenecek yer arayan Ka’b’a, kardeşi gizilice mektup göndererek, Medine’ye gelip af dilediğinde bağışlanacağını yazdı. Ka’b tanınmadan Mescid-i Nebevî’ye girdi. Huzura çıkıp “Ya Rasûlallah, Ka’b b. Züheyr gelse affeder misiniz?” diye sordu. Nebi (as), “Affolunacağını” söyleyince, Ka’b kendini tanıttı ve Müslüman olduğunu söyledi. Sonra, Kaside-i Bürde olarak tanımlanacak olan meşhur şiirini oracıkta okuyuverdi. Anlık gelişen bu hadise karşısında, vefa abidesi Fahr-i Kâinat verecek başka bir şey bulamadığından üzerindeki hırkayı çıkarıp, Ka’b’a hediye etti.
Ka’b, bu hediyeyi ömrü boyunca saklamış, teklif edilen yüklü meblağlara rağmen satmamıştır. Varislerine devrolan bu hırka, Muaviye tarafından 40 bin dirheme satın alınarak, Emevî hanedanlığına geçmiştir. Sonra Abbasilere, oradan da Yavuz Sultan Selim’le birlikte Osmanlıya intikal eden bu emanet bugün Topkapı Sarayında, Hırka-i Saadet dairesinde bulunmaktadır.
11. Ci’rane’de ganimetler dağıtılıyordu. Efendimiz, küfürle bağlantısı taze olanlara, ganimetlerden bol bol veriyordu. Ensar’a ise neredeyse hiçbir şey verilmemişti. Ensar arasında, “Rasûlullah akrabalarını, hemşerilerini buldu; hâlbuki daha kılıçlarımızdan Kureyş’in kanı damlıyor” şeklinde konuşmalar başlamıştı. Durumu Sa’d b. Ubâde’den öğrenen Rasûlullah, “Sen ne düşünüyorsun? Ya Sa’d!” diye sorunca, Sa’d, utancından “Ben de aynı düşünüyorum.” diyemedi ama “Ben de kavmimden biriyim, Ya Rasûlallah” deyiverdi...
Daha dün Akabe’de, Efendimiz’e “Biz senin için insanlarla olan anlaşmalarımızı bozacağız. Yarın bir gün Allah seni galip kılarsa, bizi bırakıp akrabalarına geri döner misin?” şeklinde sorulmuştu… O da, vefanın önemini, kulun Rabbine teslimiyetinin vefa duygusundan ayrı düşünülemeyeceğini işaret sadedinde: “Kanınız kanımdır, eviniz evimdir.. ben sizdenim, siz de bendensiniz!” diyordu. İşte bugün bu sözü tahakkuk ettirilmesi gerekiyordu…
Durumun ciddiyetini fark eden Allah Rasûlü, ensardan, başka hiç kimsenin olmadığı bir yerde toplanmalarını istedi… Sonra da yanlarına gelip, “Evet, şimdi ne söylüyorsanız bana söyleyin.” buyurdu. Ancak, hiç kimse başını kaldırıp bir şey diyemedi. Bunun üzerine Fahr-i Kâinat, “Ey ensar topluluğu, ben sizi ne yapacağınızı şaşırmış bir konumda buldum da benim sayemde Allah sizi doğru yola iletmedi mi? Sizi muhtaç buldum da benim sayemde Allah sizi zengin yapmadı mı? Sizi param parça buldum da benim sayemde Allah sizi birleştirmedi mi?” diye sordu. Onlar sessizce “evet” diyorlardı.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem; “isteseydiniz, şöyle de derdiniz ve doğru da söylemiş olurdunuz: “Kavmin Seni kovmuştu, Seni yurdumuzda barındırdık; onlar Seni yalanlamıştı, biz Seni doğruladık; onlar Seni inkâr etmişlerdi, Sana biz iman ettik…” Bırakınız insanlar evlerine koyun ve develerle gitsin, siz benimle gidin. Sizin payınıza ben düştüm, bu paydan razı değil misiniz? Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin olsun ki; eğer hicret olmasaydı, ensardan birisi olmak isterdim. Eğer tüm insanlar bir vadiye doğru gitse, ben ensarın yoluna giderdim…
Ensar gözyaşları içerisinde “Rab olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan, nebi ve rasûl olarak da Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’den razı olduk!” diyordu…
Ne olur Yâ Râb, sevdiğin bu hasletleri bize de lutfet..
Ali Ünsal |